Cumartesi Derslerinde bu hafta:
“Hem basîresinde selim bir gözü olan görür ki, Kur’ân’da öyle bir göz vardır ki, o göz bütün kâinatı zâhir ve bâtınıyla vâzıh, göz önünde bir sahife gibi görür, istediği gibi çevirir, istediği bir tarzda o sahifenin mânâlarını söyler.’
konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – İkinci Şule – BİRİNCİ NUR.

SHORTS
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Yirmi Beşinci Söz
Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi
İkinci Şule
İkinci Şulenin Üç Nuru var.
BİRİNCİ NUR
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın heyet-i mecmuasında râik bir selâset, fâik bir selâmet, metin bir tesanüd, muhkem bir tenasüp, cümleleri ve heyetleri mabeyninde kavî bir teâvün ve âyetler ve maksatları mabeyninde ulvî bir tecavüb olduğunu, ilm-i beyan ve fenn-i maânî ve beyanînin Zemahşerî, Sekkâkî, Abdülkahir-i Cürcanî gibi binlerle dâhi imamların şehadetiyle sabit olduğu halde, o tecavüb ve teâvün ve tesanüdü ve selâset ve selâmeti kıracak, bozacak sekiz dokuz mühim esbab bulunurken; o esbab, bozmaya değil, belki selâsetine, selâmetine, tesanüdüne kuvvet vermiştir.
Yalnız, o esbab bir derece hükmünü icra edip başlarını perde-i nizam ve selâsetten çıkarmışlar. Fakat nasıl ki yeknesak, düz bir ağacın gövdesinden bir kısım çıkıntılar, sivricikler çıkar. Lâkin ağacın tenasübünü bozmak için çıkmıyorlar; belki o ağacın ziynetli tekemmülüne ve cemâline medar olan meyveleri vermek için çıkıyorlar. Aynen bunun gibi, şu esbab dahi, Kur’ân’ın selâset-i nazmına kıymettar mânâları ifade için sivri başlarını çıkarıyorlar. İşte, o Kur’ân-ı Mübîn, yirmi senede, hacetlerin mevkileri itibarıyla necim necim olarak, müteferrik, parça parça nüzul ettiği halde, öyle bir kemâl-i tenasübü vardır ki, güya bir defada nazil olmuş gibi bir münasebet gösteriyor.
Hem o Kur’ân, yirmi senede, hem muhtelif, mütebayin esbab-ı nüzule göre geldiği halde, tesanüdün kemâlini öyle gösteriyor; güya bir sebeb-i vahidle nüzul etmiştir.
Abdülkahir-i Cürcânî: (bk. bilgiler) cemâl: güzellik (bk. c-m-l) dâhi: son derece zeki; dehâ ve hikmet sahibi esbab: sebepler (bk. s-b-b) esbab-ı nüzul: iniş sebepleri (bk. s-b-b; n-z-l) fâik: üstün fenn-i maâni: mânâ ilmi, anlam bilim; sözün maksada, duruma ve yerine uygunluğundan bahseden ve hâlin gerekliliğine yakışması yollarını gösteren ilim (bk. a-n-y) hâcet: ihtiyaç (bk. ḥ-v-c) heyet: genel yapı heyet-i mecmua: bütün, genel yapı (bk. c-m-a) icra etmek: yerine getirmek ilm-i beyan: belâğat ilminin, hakikat, teşbih, istiâre, mecaz, kinâye kısımlarından bahseden kısmı (bk. a-l-m; b-y-n) itibar: özellik kavî: kuvvetli | kemâl: kusursuzluk, mükemmellik (bk. k-m-l) kemâl-i tenasüb: tam bir uygunluk (bk. k-m-l; n-s-b) Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n) Kur’ân-ı Mübîn: hak ve hakikatı açıklayan Kur’ân (bk. b-y-n) mabeyn: ara maksat: gaye (bk. ḳ-ṣ-d) medar: vesile, kaynak metin: sağlam mevki: yer muhkem: sağlam, kuvvetli (bk. ḥ-k-m) muhtelif: çeşitli münasebet: bağlantı, ilişki (bk. n-s-b) mütebayin: ayrı, farklı müteferrik: kısım kısım nazil olmak: inmek (bk. n-z-l) necim: kısım, parça nüzul etmek: inmek (bk. n-z-l) perde-i nizam: düzen perdesi (bk. n-ẓ-m) râik: safi, sade sebeb-i vâhid: tek sebep (bk. s-b-b; v-ḥ-d) | Sekkâkî: (bk. bilgiler) selâmet: cümlelerdeki düzgünlük ve doğruluk (bk. s-l-m) selâset: sözün akıcı olma hali; ifadedeki âhenk, açıklık, kolaylık ve akıcılık (bk. s-l-s) selâset-i nazm: Kur’ân’ın âyet ve cümlelerinin tertip ve düzenindeki açıklık, ahenk, akıcılık (bk. s-l-s; n-ẓ-m) şehadet: şahitlik (bk. ş-h-d) şule: ışık teavün: yardımlaşma tecavüb: birbirine cevap verme (bk. c-v-b) tekemmül: mükemmelleşme (bk. k-m-l) tenasüp: uygunluk (bk. n-s-b) tesanüd: dayanışma (bk. s-n-d) ulvî: yüce, büyük yeknesak: tekdüze, monoton Zemahşerî: (bk. bilgiler) ziynetli: süslü (bk. z-y-n) |
Hem o Kur’ân, mütefavit ve mükerrer suallerin cevabı olarak geldiği halde, nihayet imtizac ve ittihadı gösteriyor. Güya bir sual-i vâhidin cevabıdır.
Hem Kur’ân, mütegayir, müteaddit hâdisâtın ahkâmını beyan için geldiği halde, öyle bir kemâl-i intizamı gösteriyor ki, güya bir hadise-i vâhidin beyanıdır.
Hem Kur’ân, mütehalif, mütenevvi halette, hadsiz muhatapların fehimlerine münasip üslûplarda tenezzülât-ı kelâmiye ile nazil olduğu halde, öyle bir hüsn-ü temasül ve güzel bir selâset gösteriyor ki, güya hâlet birdir, bir derece-i fehimdir, su gibi akar bir selâset gösteriyor.
Hem o Kur’ân, mütebâid, müteaddit muhatabîn esnafına müteveccihen mütekellim olduğu halde, öyle bir suhulet-i beyanı, bir cezâlet-i nizamı, bir vuzuh-u ifhâmı var ki, güya muhatabı bir sınıftır. Hattâ her bir sınıf zanneder ki, bil’asale muhatap yalnız kendisidir.
Hem Kur’ân, mütefavit, mütederriç irşadî bazı gayelere isal ve hidayet etmek için nazil olduğu halde, öyle bir kemâl-i istikamet, öyle bir dikkat-i muvazenet, öyle bir hüsn-ü intizam vardır ki, güya maksat birdir.
İşte, bu esbablar, müşevveşiyetin esbabı iken, Kur’ân’ın i’câz-ı beyanında, selâset ve tenasübünde istihdam edilmişlerdir. Evet, kalbi sakamsız, aklı müstakim, vicdanı marazsız, zevki selim her adam Kur’ân’ın beyanında güzel bir selâset, rânâ bir tenasüp, hoş bir âhenk, yektâ bir fesahat görür.
Hem basîresinde selim bir gözü olan görür ki, Kur’ân’da öyle bir göz vardır ki, o göz bütün kâinatı zâhir ve bâtınıyla vâzıh, göz önünde bir sahife gibi görür, istediği gibi çevirir, istediği bir tarzda o sahifenin mânâlarını söyler.
Şu Birinci Nurun hakikatini misallerle tavzih etsek, birkaç mücelled lâzım. Öyle ise, sair risale-i Arabiyemde ve İşârâtü’l-İ’câz’da ve şu yirmi beş adet
Sözlerde şu hakikatin ispatına dair olan izahatla iktifa edip, misal olarak mecmu-u Kur’ân’ı birden gösteriyorum.
âhenk: uygunluk ahkâm: hükümler (bk. ḥ-k-m) basîre: görme kuvveti, görüş (bk. b-ṣ-r) bâtın: görünmeyen, gizli beyan: açıklama (bk. b-y-n) bil’asale: bizzat, aslında cezâlet-i nizam: tertip ve düzenin güçlülüğü, uygunluğu (bk. c-z-l; n-ẓ-m) derece-i fehim: anlayış derecesi dikkat-i muvazenet: dikkatli bir denge (bk. v-z-n) esbab: sebepler (bk. s-b-b) esnaf: sınıflar fehim: anlayış fesâhat: dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılması (bk. f-ṣ-ḥ) hâdisât: olaylar hadise-i vâhid: tek bir olay (bk. v-ḥ-d) hadsiz: sayısız hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hâlet: hal, vaziyet hidayet etmek: doğru yola erdirmek (bk. h-d-y) hüsn-ü intizam: güzel bir düzenlilik (bk. ḥ-s-n; n-ẓ-m) hüsn-ü temasül: güzel benzeyiş (bk. ḥ-s-n;) | i’câz-ı beyan: açıklamanın mu’cizeliği (bk. a-c-z; b-y-n) iktifa: yetinme imtizac: kaynaşma, uyuşma irşadî: irşadla, doğru yolu göstermeyle ilgili (bk. r-ş-d) isal etmek: ulaştırmak istihdam edilmek: çalıştırılmak ittihad: birlik izah etmek: açıklamak izahat: izahlar, açıklamalar kâinat: evren, yaratılan herşey (bk. k-v-n) kemâl-i intizam: tam bir düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m) kemâl-i istikamet: tam ve mükemmel doğruluk (bk. k-m-l) maksat: gaye (bk. ḳ-ṣ-d) maraz: hastalık mecmu-u Kur’ân: Kur’ân’ın tamamı (bk. c-m-a) muhatabîn: muhataplar (bk. ḫ-ṭ-b) mücelled: ciltli kitap mükerrer: tekrarla, defalarca münasip: uygun (bk. n-s-b) müstakim: dosdoğru müşevveşiyet: karışıklıklar müteaddit: çeşitli mütebâid: birbirinden uzak mütederriç: derece derece mütefavit: farklı, çeşitli mütegayir: değişik, birbirine zıt | mütehalif: birbirine uymayan mütekellim: konuşan (bk. k-l-m) mütenevvi: çeşitli müteveccihen: yönelmiş olarak nazil olmak: inmek (bk. n-z-l) rânâ: güzel, hoş risale-i Arabiye: Arapça risale (bk. r-s-l) sair: diğer sakam: hastalık selâset: sözün akıcı olma hali; ifadedeki âhenk, açıklık, kolaylık ve akıcılık (bk. s-l-s) selim: sağlam, doğru (bk. s-l-m) sual-i vâhid: tek soru (bk. v-ḥ-d) suhulet-i beyan: açıklama kolaylığı (bk. b-y-n) tavzih etmek: açıklamak tenasüb: uygunluk (bk. n-s-b) tenezzülât-ı kelâm: sözün muhatapların seviyelerine uygun olarak ayarlanması (bk. n-z-l; k-l-m) vâzıh: açık, âşikâr vuzuh-u ifhâm: anlatım açıklığı yektâ: eşsiz zâhir: görünen (bk. ẓ-h-r) |
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – İkinci Şule – BİRİNCİ NUR, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
https://erisale.com/#content.tr.1.556
https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/556
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
CUMARTESİ DERSLERİ
- “O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey Onun dengi değildir.” İhlâs Sûresi, 112:3-4. Cenâb-ı Hak peder ve veledden ve akrandan ve zevceden münezzehtir. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 8.
- Hem Kur’ân, merhameten, kadınların hürmetini muhafaza için, hayâ perdesini takmasını emreder -tâ hevesât-ı rezilenin ayağı altında, o şefkat madenleri zillet çekmesinler; âlet-i hevesat, ehemmiyetsiz bir metâ hükmüne geçmesinler. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 7.
- Amma hikmet-i Kur’âniye ise, nokta-i istinadı, kuvvet yerine “hakkı” kabul eder. Gayede, menfaat yerine “fazilet ve rıza-i İlâhîyi” kabul eder. Hayatta, düstur-u cidal yerine, “düstur-u teâvünü” esas tutar. Cemaatlerin rabıtalarında, unsuriyet ve milliyet yerine, “rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî” kabul eder. Gayâtı, hevesât-ı nefsaniyenin nâmeşru tecavüzâtına sed çekip ruhu maâliyâta teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin etmektir ve insanı kemâlât-ı insaniyeye sevk edip insan etmektir. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 4.
- Evet, Kur’ân’ın hakaik-ı İlâhiyeye dair beyanatı ve tılsım-ı kâinatı fethedip ve hilkat-i âlemin muammâsını açan beyanat-ı kevniyesi, ihbârât-ı gaybiyenin en mühimmidir. Çünkü, o hakaik-ı gaybiyeyi, hadsiz dalâlet yolları içinde istikametle onları gidip bulmak, akl-ı beşerin kârı değildir ve olamaz. Beşerin en dâhi hükemaları o mesâilin en küçüğüne akıllarıyla yetişmediği malûmdur. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 3.
- “Allah öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzet sahibidirler; Allah yolunda cihad ederler ve dil uzatanların kınamasından da korkmazlar.” Mâide Sûresi, 5:54. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 2.