OM NATUREN – 1 – Svenska – Turkiska språkstudier

OM NATUREN – 1 – Svenska – Turkiska språkstudier
OM NATUREN – 1 – Svenska – Turkiska språkstudier

Svenska – Turkiska språkstudier

I dessa språkstudier studerades första delen av boken Turkish Nature Treatise, som översatts från turkiska till svenska.

Bu dil çalışmalarında Türkçeden İsveççeye tercüme edilen Türk Tabiat Risalesi kitabının birinci bölümü incelenmiştir.

NOTERA:

Medan den här studien genomfördes inleddes den först med en svensk mening.

Sedan översattes den från Google Translate.

Därför förekom det enstaka förkortningar av meningar och semantiska skiftningar i översättningar.

Av denna anledning inkluderades originaltexten till Nature Risalesi, som översatts från turkiska till svenska.

Ord vars betydelse är okänd i originaltexten placerades också under meningarna i form av en liten ordbok.


NOT:

Bu çalışma yapılırken ilk önce İsveççe cümle ile başlandı.

Ardından Google Translate’ten çevirisi konuldu.

Bu yüzden çevirilerde zaman zaman cümle düşüklükleri ve anlam kaymaları oldu.

Bu nedenle en son Türkçe’den İsveççe’ye çevirisi yapılan Tabiat Risalesi’nin original metni konuldu.

Orijinal metinde anlamı bilinmeyen kelimelerin de küçün bir sözlük şeklinde cümlelerin altına yerleştirildi.


OM NATUREN – 1

DOĞA HAKKINDA – 1

Tabiat Risalesi – 1


FÖRSTA SÄTTET:

İLK YOL:

AMMA BİRİNCİ YOL


Detta är föreställa sig att bildandet av ting och förekomsten av skapelser sker genom en samverkan av orsaker i universum.

Bu, şeylerin oluşumunun ve yaratılmışların varlığının, evrendeki nedenlerin etkileşimi yoluyla gerçekleştiğini hayal etmektir.

ki, esbab-ı âlemin içtimaıyla teşkil-i eşya ve vücud-u mahlûkattır.


esbab-ı âlem: bu âlemdeki sebepler

içtima: toplanma, bir araya gelme

teşkil-i eşya: varlıkların oluşması, meydana gelmesi

vücud-u mahlûkat: yaratılmışların varlığı


Vi skall bara nämna tre av dess många omöjligheter.

Biz onun pek çok imkânsızlığından yalnızca üçünü zikredeceğiz.

Pek çok muhâlâtından yalnız üç tanesini zikrediyoruz.


muhâlât: olması imkânsız şeyler

zikretmek: anlatmak


Första omöjligheten

İlk imkansızlık

BİRİNCİSİ


Föreställ dig ett apotek där det finns hundratals burkar och flaskor fyllda med helt olika ämnen och en levande dryck och ett botemedel behöver framställas ur dessa läkemedel.

Birbirinden farklı maddelerle dolu yüzlerce kavanoz ve şişenin olduğu ve bu ilaçlardan bir canlı iksir ve tedavi yapılması gereken bir eczane düşünün.

Bir eczahanede, gayet muhtelif maddelerle dolu, yüzer kavanoz şişeler bulunuyor. O edviyelerden, zîhayat bir macun istenildi. Hem hayattar, harika bir tiryak, onlardan yapılmak icap etti. 


ecza: parçalar

muhtelif: değişik, çeşitli

edviye: devâlar, ilâçlar

zîhayat: hayat sahibi, canlı

macun: karışım halinde ilaç

hayattar: canlı

tiryak: ilâç

icap etmek: gerekmek


Så vi går till apoteket, undersöker varje dryck och finner att ingredienserna finns där i överflöd.

Bu yüzden eczaneye gidiyoruz, her iksiri inceliyoruz ve malzemelerin bolca orada olduğunu görüyoruz.

Geldik, o eczahanede, o zîhayat macunun ve hayattar tiryakın çoklukla efradını gördük. O macunlardan herbirisini tetkik ettik.

efrad: fertler, bireyler

tetkik etmek: incelemek

Vi ser att ingredienserna har tagits i varierande men exakta mängder från varje bruk och flaska, ett uns från denna, tre från den andra, sju från nästa, och så vidare.

Malzemelerin her değirmenden ve şişeden farklı ama kesin miktarlarda, bundan bir ons, diğerinden üç, diğerinden yedi vb. alındığını görüyoruz.

Görüyoruz ki, o kavanoz şişelerden herbirisinden, bir mizan-ı mahsusla, bir iki dirhem bundan, üç dört dirhem ötekinden, altı yedi dirhem başkasından, ve hâkezâ, muhtelif miktarlarda eczalar alınmış.

mizan-ı mahsus: özel ölçü

dirhem: eskiden kullanılan ve 3 gramlık ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi

hâkezâ: bunun gibi

muhtelif: değişik, çeşitli

ecza: parçalar

Om ett uns för mycket eller för lite hade tagits så hade den levande drycken inte varit levande och skulle inte uppvisat sin speciella egenskap.

Bir ons çok fazla veya çok az alınmış olsaydı, canlı iksir canlı olmazdı ve özel niteliğini göstermezdi.

Eğer birinden, bir dirhem ya noksan veya fazla alınsa, o macun zîhayat olamaz, hâsiyetini gösteremez. 

macun: karışım halinde ilaç

zîhayat: hayat sahibi, canlı

hâsiyet: özellik

Därefter studerar vi det botemedlet.

Sonra, bu çareyi inceliyoruz.

Hem o hayattar tiryakı da tetkik ettik.

hayattar: canlı

tiryak: ilâç

tetkik etmek: incelemek

Återigen har ingredienserna tagits från burkarna med en viss mängd så om även den minsta mängd för mycket eller för lite hade tagits skulle botemedlet förlorat sin speciella egenskap.

Yine, malzemeler kavanozlardan belli bir oranda alınmış olduğundan, en ufak bir miktarı bile çok fazla veya çok az alınsa, çare özel özelliğini kaybedecektir.

Herbir kavanozdan bir mizan-ı mahsusla bir madde alınmış ki, zerre miktarı noksan veya ziyade olsa, tiryak hassasını kaybeder.

mizan-ı mahsus: özel ölçü

zerre miktarı: çok az miktar

ziyade: çok

tiryak: ilâç

hassa: özellik

Burkarna är fler än 50 och ingredienserna har tagits från var och en eftermått och mängd som alla är olika.

Kutular 50’den fazladır ve malzemeler her biri farklı ölçü ve miktarlardan alınmıştır.

O kavanozlar elliden ziyade iken, herbirisinden ayrı bir mizanla alınmış gibi, ayrı ayrı miktarda eczaları alınmış.

ziyade: çok

mizan: ölçü, tartı

ecza: kısımlar, parçalar

Är det på något sätt möjligt eller troligt att flaskorna och burkarna skulle ha slagits omkull av slumpen eller en plötslig vindpust och att endast de exakta men olika måtten hade tagits från var och en av dem när det spilldes ut för att sedan ordna sig själv och samverka för att bilda drycken? 

Şişelerin ve teneke kutuların tesadüfen veya ani bir rüzgarla devrilmesi ve her birinden döküldüğü sırada alınan kesin ama farklı ölçümlerin olması, herhangi bir şekilde mümkün veya muhtemel midir? İçmek?

Acaba hiçbir cihette imkân ve ihtimal var mı ki, o şişelerden alınan muhtelif miktarlar, şişelerin garip bir tesadüf veya fırtınalı bir havanın çarpmasıyla devrilmesinden, herbirisinden alınan miktar kadar, yalnız o miktar aksın, beraber gitsinler ve toplanıp o macunu teşkil etsinler?

cihet: yön

muhtelif: değişik, çeşitli

macun: karışım halinde ilaç

teşkil etmek: meydana getirmek, oluşturmak

Finns det något mer vidskepligt, omöjligt och absurt än detta?

Bundan daha batıl, imkansız ve saçma bir şey var mı?

Acaba bundan daha hurafe, muhal, bâtıl birşey var mı? 

hurafe: delile dayanmayan saçma inanış

muhal: imkânsız

bâtıl: hak olmayan, boş

Om en åsna kunde tala, skulle den säga: ”Jag kan inte acceptera denna ide”, för att sedan galoppera iväg!

Bir eşek konuşabilseydi, “Bu fikri kabul edemem” der ve sonra dörtnala koşardı!

Eşek muzaaf bir eşekliğe girse, sonra insan olsa, “Bu fikri kabul etmem” diye kaçacaktır.

muzaaf: kat kat, katmerli

På samma sätt kan varje levande skapelse liktas vid den levande drycken i jämförselsen och varje växt vid ett levande botemedel.

Aynı şekilde her canlı, kıyasın canlı içeceğine, her bitki de canlı bir devaya benzetilebilir.

İşte bu misal gibi, herbir zîhayat, elbette zîhayat bir macundur. Ve herbir nebat, hayattar bir tiryak gibidir ki,

zîhayat: canlı; hayat sahibi

macun: karışım halinde ilaç

nebat: bitki

hayattar: canlı

tiryak: ilâç

För de består av materia som har tagits i de mest exakta mått från verkligt många ich verkligen olika ämnen.

Çünkü onlar gerçekten çok farklı maddelerden en kesin ölçülerde alınmış maddelerden oluşurlar.

çok müteaddit eczalardan, çok muhtelif maddelerden, gayet hassas bir ölçüyle alınan maddelerden terkip edilmiştir.

müteaddit: türlü türlü, çeşitli

ecza: kısımlar, parçalar

muhtelif: değişik, çeşitli

terkip etmek: birleştirmek, sentez yapmak

Om dessa tillskrivs orsakerna och beståndsdelarna och det påstår att, ”orsakerna skapade dessa,” så är det orimligt, omöjligt och absurt hundra gånger om, precis som det var att hävda att drycken på apoteket kom till genom att flaskorna knuffades omkull av misstag.

Eğer bunlar sebeplere ve bileşenlere atfedilirse ve “nedenler bunları meydana getirdi” denilirse, o zaman bu, tıpkı eczacıdaki iksirin ortaya çıktığını iddia etmek gibi, mantıksız, imkânsız ve yüz kere saçmadır. şişelerin kazayla devrilmesiyle oluşur.

Eğer esbaba, anâsıra isnad edilse ve “Esbab icad etti” denilse, aynen eczahanedeki macunun, şişelerin devrilmesinden vücut bulması gibi, yüz derece akıldan uzak, muhal ve bâtıldır.

esbab: sebepler

anâsır: unsurlar, elementler

isnad: dayandırma

icad etmek: var etmek, yaratmak

macun: karışım halinde ilaç

vücut bulmak: meydana gelmek; var olmak

muhal: imkânsız

bâtıl: hak olmayan, boş

Kortsagt: De livsnödvändiga ämnena i detta väldiga universums apotek, som mäts med den Allvise och Eviges ödesvåg kan bara bli till genom gränslös visdom, oändlig kunskap och allomfattande vilja.

Özetle: Kaderin Hakim ve Ebedi dalgasıyla ölçülen bu geniş evrenin eczanesindeki hayati maddeler, ancak sonsuz bir akıl, sonsuz bir ilim ve her şeyi kuşatan irade ile var olurlar.

Elhasıl, şu eczahane-i kübrâ-yı âlemde, Hakîm-i Ezelînin mizan-ı kazâ ve kaderiyle alınan mevâdd-ı hayatiye, hadsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir ilim ve herşeye şâmil bir irade ile vücut bulabilir.

elhasıl: kısaca, özetle

eczahane-i kübrâ-yı âlem: büyük bir eczane olan âlem, kâinat

Hakîm-i Ezelî: her işini hikmetle yapan ve varlığının başlangıcı olmayıp zamanla sınırlı olmayan Allah

mizan-ı kazâ ve kader: kazâ ve kader terazisi

mevâdd-ı hayatiye: hayat için gerekli maddeler

hadsiz: sınırsız, sayısız

hikmet: her şeyin yerli yerinde ve anlamlı olması ve bir hedefe yönelik olarak yaratılması

nihayetsiz: sınırsız

şâmil: kapsamlı

irade: dileme, tercih etme

vücut bulmak: meydana gelmek; var olmak

Den stackare som menar det är verket av beståndsdelar, orsaker och naturen som rinner lik en blind, döv och ändlös å är dummare än den dåraktiga, yrande person som hävdar att det underbara botemedel hällde ut sig själv när flaskorna slogs omkull och bildade sig själv.

Kör, sağır ve sonsuz bir ırmak gibi akan elementlerin, sebeplerin ve tabiatın eseri olduğunu zanneden zavallı, harika şifanın şişeler devrilip kendi kendine oluştuğunu iddia eden budala, çılgından daha aptaldır.

“Kör, sağır, hudutsuz, sel gibi akan küllî anasır ve tabâyi ve esbabın işidir” diyen bedbaht, “O tiryak-ı acip, kendi kendine, şişelerin devrilmesinden çıkıp olmuştur” diyen divane bir hezeyancı, sarhoş bulunan bir ahmaktan daha ziyade ahmaktır.

hudutsuz: sınırsız

küllî: geniş, kapsamlı               

anâsır: unsurlar, elementler

tabâyi: tabiatlar

esbab: sebepler

bedbaht: talihsiz, kötü

tiryak-ı acip: hayret verici ilâç

divane: akılsız, deli

hezeyancı: boş söz söyleyen, saçmalayan

ziyade: çok

Ja, denna förnekelse är idiotisk, meningslös och absurt nonsens.

Evet, bu inkar aptalca, anlamsız ve absürt bir saçmalıktır.

Evet, o küfür ahmakane, sarhoşâne, divanece bir hezeyandır.

küfür: Allah’ın varlığını inkâr etme

ahmakane: aptalca

sarhoşane: sarhoşça

divanece: akılsızca, delice

hezeyan: boş söz, saçmalama

Andra omöjligheten

İkinci imkansızlık

İKİNCİ MUHAL

Om allt inte tillskrivits den Enda Enheten och Allhärlige, måste det då i varje levande skapelses kropp finnas otaliga beståndsdelar och orsaker som ingriper.

Eğer her şey bir tek ve şanlı olana isnad edilmediyse, o halde her canlının vücudunda sayısız unsur ve araya giren sebepler olmalıdır.

Eğer herşey, Vâhid-i Ehad olan Kadîr-i Zülcelâle verilmezse, belki esbaba isnad edilse, lâzım gelir ki, âlemin pek çok anâsır ve esbabı, herbir zîhayatın vücudunda müdahalesi bulunsun. 

Vâhid-i Ehad: bir olan ve birliği her bir şeyde tecellî eden Allah

Kadîr-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeye gücü yeten, kudret sahibi Allah

esbab: sebepler

isnad: dayandırma

âlem: dünya, evren

anâsır: unsurlar, elementler

zîhayat: canlı; hayat sahibi

Även i en liten skapelses kropp, som en flugas är allt i fullständig ordning med den finaste balans och perfekta harmoni.

Sinek gibi küçücük bir canlının bedeninde bile her şey en ince denge ve mükemmel uyumla eksiksiz bir düzen içindedir.

Halbuki, sinek gibi bir küçük mahlûkun vücudunda, kemâl-i intizamla, gayet hassas bir mizan ve tamam bir ittifakla,

mahlûk: varlık

kemâl-i intizam: mükemmel ve eksiksiz düzen

mizan: terazi, ölçü

ittifak: birleşme

Det finns inga olika och ömsesidigt motsatta motstridiga orsaker.

Farklı ve birbiriyle çatışan nedenler yoktur.

muhtelif ve birbirine zıt, mübâyin esbabın içtimaı

muhtelif: değişik, çeşitli

mübâyin: farklı, birbirinin zıddı

esbab: sebepler

içtima: toplanma, bir araya gelme

Det är en sådan uppenbar omöjlighet att till och med någon med en tillstymmelse av medvetande sulle säga: ” Detta är omöjligt, det kan inte vara så!”.

O kadar açık bir imkansızlıktır ki, bir nebze şuur sahibi bile, “Bu olmaz, olamaz!” diyebilir.

o kadar zâhir bir muhaldir ki, sinek kanadı kadar şuuru bulunan, “Bu muhaldir, olamaz” diyecektir.

zâhir: açıkça görünen

muhal: imkânsız

şuur: anlayış, idrâk, bilme, farkına varma

Flugans lilla kropp hänger samman med de flesta av universums beståndsdelar och orsaker, den kanske är i själva verket är en sammanfattning av dessa.

Sineğin küçük gövdesi, evrenin birçok unsuru ve nedeni ile bağlantılıdır, aslında bunların bir özeti olabilir.

Evet, bir sineğin küçücük cismi, kâinatın esker anâsır ve esbabıyla alâkadardır, belki bir hülâsasıdır.

kâinat: evren

ekser: pek çok

anâsır: unsurlar, elementler

esbab: sebeple

alâkadar: ilgili, bağlantılı

Om detta inte tillskrivs den Evige och Allsmäktige så måste dessa materiella orsaker av sig själv vara närvarande i flugans omedelbara närhet, inträda i dess lilla kropp och/eller en cell i dess ögon, som är ett litet exempel av dess kropp.

Eğer bu, Ebedi ve Cenâb-ı Hakk’a nispet edilmezse, bu maddî sebeplerin, sineğin yakın çevresinde, küçücük bedenine ve/veya vücudunun küçücük bir örneği olan gözündeki bir hücreye girmesi gerekir.

Eğer Kadîr-i Ezelîye verilmezse, o esbab-ı maddiye, onun vücudu yanında bizzat hazır bulunmak lâzım; belki onun küçücük cismine girmek gerektir. Belki, cisminin küçük bir nümunesi olan gözündeki bir hücresine girmeleri icap ediyor.

Kadîr-i Ezelî: herşeye gücü yeten, varlığının başlangıcı olmayıp zamanla sınırlı olmayan Allah

esbab-ı maddiye: maddî sebepler

vücud: varlık

nümune: örnek

icap etmek: gerekli olmak

För om en orsak är av materiell natur så är det nödvändigt att den är i omedelbar närhet, och inuti, för att kunna påverka.

Çünkü bir neden maddi nitelikteyse, etki edebilmesi için yakın çevresinde ve içinde olması gerekir.

Çünkü, sebep maddî ise, müsebbebin yanında ve içinde bulunması lâzım geliyor.

müsebbeb: sebebin neticesi

Detta kräver att man acceptera den materiella världens grundkomponenter och naturen är fysiskt närvarande inuti den lilla cellen, där det inte ens finns plats för två flugors fingrar, och arbetar där som en mästare.

Bu, maddi dünyanın temel bileşenlerini kabul etmeyi gerektirir ve doğa, iki sineğin parmaklarına bile yer olmayan küçücük hücrenin içinde fiziksel olarak bulunur ve orada bir usta gibi çalışır.

Şu halde, iki sineğin iğne ucu gibi parmakları yerleşmeyen o hücrecikte, erkân-ı âlem ve anâsır ve tabâyiin, maddeten içinde bulunup, usta gibi içinde çalıştıklarını kabul etmek lâzım geliyor.

erkân-ı âlem: maddî âlemin temel unsurları

anâsır: unsurlar, elementler

tabâyi: tabiatlar

Ett sådant sätt skulle även de mest dåraktiga av skeptiker skämmas över.

Böyle bir yol, en aptal şüphecileri bile utandırırdı.

İşte, Sofestâînin en eblehleri dahi böyle bir meslekten utanıyor.

Sofestâîler: kâinatın yaratıcısını kabul etmemek için herşeyi, hattâ kendilerini dahi inkâr edenler

ebleh: ahmak; geri zekâlı

meslek: gidilen yol, metod

Tredje omöjligheten

Üçüncü imkansızlık

ÜÇÜNCÜ MUHAL

Det är en etablerad regel att, ”Om ett väsen har enhet, kan det bara ha utgått från ett enda väsen, från en hand”.

“Bir varlığın birliği varsa, ancak tek bir varlıktan, tek elden çıkmış olabilir” kuralı yerleşmiş bir kaidedir.

اَلْوَاحِدُ لاَ يَصْدُرُ اِلاَّ عَنِ الْوَاحِدِ  kaide-i mukarreresiyle, “Bir mevcudun vahdeti varsa, elbette bir vâhidden, bir elden sudur edebilir.” 

kaide-i mukarrere: kesinleşmiş kural

mevcud: varlık

vahdet: birlik

vâhid: bir olan ve birliği herşeyi kaplayan

sudur etmek: ortaya çıkmak

Särskilt om det uppvisar ett fullständigt liv, med en perfekt ordning och känslig balans, visar det att det inte inte utgick från flera händer, vilket skulle vara orsak till konflikter och förvirring, utan från en hand som är Allmäktig och Allvis.

Hele hele mükemmel bir düzen ve hassas bir denge ile tam bir hayat sergiliyorsa, onun ihtilaf ve karışıklığa sebep olacak birkaç elden değil, üstün ve hikmet sahibi tek elden çıktığını gösterir.

Hususan o mevcut, gayet mükemmel bir intizam ve hassas bir mizan içinde ve câmi bir hayata mazhar ise, bilbedâhe, sebeb-i ihtilâf ve keşmekeş olan müteaddit ellerden çıkmadığını, belki gayet kadîr, hakim olan birtek elden çıktığını gösterdiği halde;

hususan: bilhassa, özellikle

intizam: tertip, düzen

mizan: terazi, ölçü

câmi: kapsamlı, geniş

mazhar: erişme, sahip olma

bilbedâhe: açık bir şekilde

sebeb-i ihtilâf: anlaşmazlık ve uyuşmazlık sebebi

keşmekeş: karışıklık

müteaddit: birden fazla, çok sayıda

kadîr: güç ve kudret sahibi

hakîm: her işini hikmetle ve belli bir gaye ile yapan

Att därför  tillskriva ett sådant enhetligt välordnat och välbalanserat väsen ett virrvarr av otaliga händer, livlösa, okunniga, aggresssiva, omedvetna, kaotiska, blinda och döva naturliga orsaker, en blindhet och dövhet som ökar med deras samverkan och sammanblanding mellan de otaliga möjligheternas sätt är att acceptera otaliga omöjligheter på samma gång.

Bu nedenle, böylesine düzenli ve dengeli bir varlığa, cansız, cahil, saldırgan, bilinçsiz, kaotik, kör ve sağır doğal nedenlerin oluşturduğu karmakarışık bir varlığa, birbirleriyle etkileşimi ve birbirine karışmasıyla artan bir körlük ve sağırlık yüklemek. Sayısız olasılığın kipleri, sayısız olanaksızlığı aynı anda kabul etmektir.

hadsiz ve câmid ve cahil, mütecaviz, şuursuz, karmakarışıklık içinde, kör, sağır esbab-ı tabiiyenin karmakarışık ellerine—hadsiz imkânat yolları içinde ve içtima ve ihtilâtla o esbabın körlüğü, sağırlığı ziyadeleştiği halde—o muntazam ve mevzun ve vâhid bir mevcudu onlara isnad etmek, yüz muhali birden kabul etmek gibi akıldan uzaktır.

hadsiz: sınırsız, sayısız

câmid: cansız

mütecaviz: saldırgan, haddi aşan

şuursuz: bilinçsiz

esbab-ı tabiiye: tabiî, doğal sebepler

hadsiz: sınırsız, sayısız

imkânat: olabilirlikler; varlığı ile yokluğu imkân dahilinde olanlar

içtima: toplanma, bir araya gelme

ihtilât: karışıklık

esbab: sebepler

ziyadeleşmek: artmak, çoğalmak

muntazam: düzenli, tertipli

mevzun: ölçülü, dengeli

vâhid: bir olan ve birliği herşeyi kaplayan

mevcud: varlık

isnad etmek: dayandırmak

muhal: imkânsız

Vi lämnar denna omöjlighet åt sidan och antar att materiella orsaker har effekter och att dessa effekter endast kand uppstå genom direkt kontakt och beröring.

Bu imkansızlığı bir kenara bırakıyoruz ve maddi sebeplerin etkilerinin olduğunu ve bu etkilerin ancak doğrudan temas ve dokunma ile meydana gelebileceğini varsayıyoruz.

Haydi, bu muhalden kat-ı nazar, esbab-ı maddiyenin elbette tesirleri, mübaşeretle ve temasla olur.

muhal: imkânsız

kat-ı nazar: görmezden gelme

esbab-ı maddiye: maddî sebepler

tesir: etki

mübaşeret: doğrudan temas

Dock sker de naturliga orsakernas kontakt genom levande skapelsers yttre.

Ancak, doğal nedenler, canlı yaratılışın dışından temas eder.

Halbuki, o esbab-ı tabiiyenin temasları, zîhayat mevcutların zâhirleriyledir.

esbab-ı tabiiye: tabiî, doğal sebepler

zîhayat: canlı

mevcut: varlık

zahir: açık, görünen

Och ändå ser vi att sådana skapelsers inre, där de materiella orsakernas händer varken kan nå eller vidröra, är likt ett konstverk tio gånger mer känsligt, välordnat och perfekt än dess yttre.

Ama yine de görüyoruz ki, maddî sebeplerin ellerinin ulaşamadığı, dokunamadığı bu tür yaratılmışların içi, bir sanat eseri gibi, dışından on kat daha narin, düzenli ve kusursuzdur.

Halbuki görüyoruz ki, o esbab-ı maddiyenin elleri yetişmediği ve temas edemedikleri o zîhayatın bâtını, on defa zâhirinden daha muntazam, daha lâtif, san’atça daha mükemmeldir. 

esbab-ı maddiye: maddî sebepler

zîhayat: canlı

bâtın: görünmeyen, gizli

zâhirî: açık

muntazam: düzenli, tertipli

lâtif: güzel, hoş

Därför är även de minsta av skapelser, på vilka materiella orsakers händer och organ inte kan sitta eller vidröra deras yttre på samma gång, mer underliga och underbara när det gäller deras konstverk och skapande än de största av skapelser.

Bu nedenle, maddî sebeplerin el ve organlarının aynı anda üzerine oturamadığı veya dış kısımlarına dokunamadığı mahlûkların en küçüğü bile, sanat ve yaratılışlarında, yaratılmışların en büyüğünden daha harikulade ve harikadır.

Esbab-ı maddiyenin elleri ve âletleriyle hiçbir cihetle yerleşemedikleri, belki tam zâhirine de temas edemedikleri küçücük zîhayat, küçücük hayvancıklar, en büyük mahlûklardan daha ziyade san’atça acip, hilkatçe bedî bir surette oldukları halde, 

cihet: yön, taraf

mahlûk: varlık

ziyade: çok

acip: hayret verici

hilkat: yaratılış

bedî: güzel; benzersiz

suret: biçim, görünüş

Att tillskriva livlösa, oventande, grova, avlägsna, vidsträckta, motstridiga, döva och blinda orsaker kand endast vara resultatet av komplett blind och dövhet.

Cansız, habersiz, kaba, uzak, uçsuz bucaksız, çelişkili, sağır ve kör sebepler yüklemek ancak tam körlük ve sağırlığın sonucu olabilir.

o câmid, cahil, kaba, uzak, büyük ve birbirine zıt olan sağır, kör esbaba isnad etmek, yüz derece kör, bin derece sağır olmakla olur.

câmid: cansız, katı

esbab: sebepler

isnad etmek: dayandırmak

KAYNAKLAR

Om Naturen, Said Nursi, Sözler Neşriyat, İstanbul.

https://www.sozler.com.tr/urun/tabiat-risalesi-isvecce

http://www.erisale.com/#content.tr.3.293

Feel free to comment. Yorum yapmaktan çekinmeyin.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.