Cumartesi Derslerinde bu hafta:
“Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir.”
konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz Beşinci Dal, Birinci Meyve.

KISA VİDEO
UZUN VİDEO
SHORTS
Yirmi Dördüncü Söz
BEŞİNCİ DAL
Beşinci Dalın Beş Meyvesi var.
BİRİNCİ MEYVE:
Ey nefisperest nefsim, ve ey dünyaperest arkadaşım! Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir.
İşte, ey nefis ve ey arkadaş! İnsanın havfa ve muhabbete âlet olacak iki cihaz, fıtratında derc olunmuştur. Alâküllihal, o muhabbet ve havf, ya halka veya Hâlıka müteveccih olacak. Halbuki, halktan havf ise elîm bir beliyyedir; halka muhabbet dahi belâlı bir musibettir.
Çünkü, sen öylelerden korkarsın ki, sana merhamet etmez veya senin istirhamını kabul etmez. Şu halde havf, elîm bir belâdır.
Muhabbet ise, sevdiğin şey, ya seni tanımaz, Allahaısmarladık demeyip gider (gençliğin ve malın gibi); ya muhabbetin için seni tahkir eder. Görmüyor musun ki, mecazî aşklarda yüzde doksan dokuzu, mâşukundan şikâyet eder. Çünkü, Samed âyinesi olan bâtın-ı kalble sanem-misal dünyevî mahbuplara perestiş etmek, o mahbupların nazarında sakildir ve istiskal eder, reddeder. Zira, fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar. (Şehvânî sevmekler bahsimizden hariçtir.)
alâküllihal: ister istemez, her durumda (bk. k-l-l) âlet: araç, vasıta âyine: ayna bahis: konu bâtın-ı kalb: kalbin içi beliyye: belâ beyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n) câmi’: kapsamlı (bk. c-m-a) cihaz: organ, duyu derc: yerleştirme dünyaperest: dünyaya aşırı derecede düşkün dünyevî: dünya ile ilgili elîm: elemli, acılı Erhamürrâhimîn: merhametlilerin en merhametlisi olan Allah (bk. r-ḥ-m) fıtrat: yaratılış (bk. f-ṭ-r) fıtrî: yaratılışla ilgili olan (bk. f-ṭ-r) Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ) hariç: dışında hatmetmek: bitirmek, son vermek havf: korku hususan: özellikle ihtisar etmek: kısaltmak istilâ etmek: kuşatmak | istirham: merhamet dileme (bk. r-ḥ-m) istiskal: soğuk muameleyle hoşlanmadığını göstermek, küçümsemek kâinat: evren, yaratılmış her şey (bk. k-v-n) kemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l) küllî: geniş ve kapsamlı (bk. k-l-l) mahbup: sevgili (bk. ḥ-b-b) mâşuk: aşık olunan mecâzî: gerçek olmayan (bk. c-v-z) melekî: melek gibi, meleğe ait (bk. m-l-k) merhamet: acıma, şefkat (bk. r-ḥ-m) müeccel: sonraya bırakılan muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b) musibet: felaket, dert müteveccih: yönelmiş nazar: bakış, görüş (bk. n-ẓ-r) nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s) nefisperest: nefsin arzu ve isteklerine çok düşkün olan (bk. n-f-s) | nihayetsiz: sonsuz niyaz: duâ, istek nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r) perestiş: tapma derecesinde aşırı değer verme rabıta: bağ rahmet: merhamet, şefkat (bk. r-ḥ-m) refik: arkadaş (bk. r-f-ḳ) sakil: ağır Samed: Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan, ama herşey Ona muhtaç olan Allah (bk. ṣ-m-d) sanem-misal: put gibi (bk. m-s̱-l) sebeb-i vücud: varlık sebebi (bk. s-b-b; v-c-d) şehvânî: şehvetle ilgili tahkir etmek: aşağılamak talep: isteme (bk. ṭ-l-b) tedenniyât: alçalmalar, gerilemeler tekmil: tamamlama (bk. k-m-l) terakkiyat: yükselmeler, ilerlemeler tevfik: muvaffakiyet, başarı ziyade: çok, fazla |
Demek, sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tahkir ediyor, ya sana refakat etmiyor, senin rağmına mufarakat ediyor. Madem öyledir; bu havf ve muhabbeti öyle birisine tevcih et ki, senin havfın lezzetli bir tezellül olsun, muhabbetin zilletsiz bir saadet olsun.
Evet, Hâlık-ı Zülcelâlinden havf etmek, Onun rahmetinin şefkatine yol bulup iltica etmek demektir. Havf bir kamçıdır, Onun rahmetinin kucağına atar. Malûmdur ki, bir valide, meselâ bir yavruyu korkutup sinesine celb ediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünkü şefkat sinesine celb ediyor. Halbuki, bütün validelerin şefkatleri, rahmet-i İlâhiyenin bir lem’asıdır. Demek havfullahta azîm bir lezzet vardır.
Madem havfullahın böyle lezzeti bulunsa, muhabbetullahta ne kadar nihayetsiz lezzet bulunduğu malûm olur. Hem Allah’tan havf eden, başkaların kasavetli, belâlı havfından kurtulur. Hem, Allah hesabına olduğu için, mahlûkata ettiği muhabbet dahi firaklı, elemli olmuyor.
Evet, insan evvelâ nefsini sever. Sonra akaribini, sonra milletini, sonra zîhayat mahlûkları, sonra kâinatı, dünyayı sever. Bu dairelerin herbirisine karşı alâkadardır; onların lezzetleriyle mütelezziz ve elemleriyle müteellim olabilir. Halbuki, şu hercümerç âlemde ve rüzgâr deveranında hiçbir şey kararında kalmadığından, biçare kalb-i insan her vakit yaralanıyor. Elleri yapıştığı şeylerle, o şeyler gidip ellerini paralıyor, belki koparıyor. Daima ıztırap içinde kalır. Yahut gafletle sarhoş olur.
Madem öyledir, ey nefis, aklın varsa bütün o muhabbetleri topla, hakikî sahibine ver, şu belâlardan kurtul. Şu nihayetsiz muhabbetler, nihayetsiz bir kemâl ve cemâl sahibine mahsustur. Ne vakit hakikî sahibine verdin; o vakit bütün eşyayı Onun namıyla ve Onun âyinesi olduğu cihetle ıztırapsız sevebilirsin. Demek, şu muhabbet doğrudan doğruya kâinata sarf edilmemek gerektir. Yoksa muhabbet, en leziz bir nimet iken, en elîm bir nikmet olur.
Bir cihet kaldı ki, en mühimi de odur ki: Ey nefis, sen muhabbetini kendi
akarib: akrabalar, yakınlar alâkadar: alakalı, ilgili âyine: ayna azîm: büyük (bk. a-ẓ-m) biçare: çaresiz celb etmek: çekmek cemâl: güzellik (bk. c-m-l) cihet: yön, taraf deveran: dönüş elem: acı, keder elîm: elemli, acılı eşya: şeyler, varlıklar evvelâ: öncelikle firak: ayrılık (bk. f-r-ḳ) gaflet: umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l) hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi yaratıcı Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l) havf: korku | havfullah: Allah korkusu hercümerç: karışıklık, dağınıklık iltica etmek: sığınmak ıztırap: aşırı elem, sıkıntı kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kalb-i insan: insan kalbi kararında: yerinde kasavet: sıkıntı, keder kemâl: kusursuzluk, mükemmellik (bk. k-m-l) lem’a: parıltı leziz: lezzetli mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)mahlûkat: yaratılmışlar (bk. ḫ-l-ḳ) mahsus: has, özgü malûm: bilinen (bk. a-l-m) mufarakat: ayrılma (bk. f-r-ḳ) muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b) muhabbetullah: Allah sevgisi (bk. ḥ-b-b) | mühim: önemli müteellim: elemlenme, acı çekme mütelezziz: lezzetlenen nam: ad nefis: kişinin kendisi, canı (bk. n-f-s) nihayetsiz: sınırsız nikmet: azap, ceza; nimetin tersi rağmına: zıddına, inadına rahmet: merhamet, şefkat (bk. r-ḥ-m) rahmet-i ilâhiye: Allah’ın rahmeti (bk. r-ḥ-m; e-l-h) refakat: arkadaşlık (bk. r-f-ḳ) saadet: mutluluk sarf etmek: harcamak sine: göğüs, kalb tahkir etmek: aşağılamak tevcih etmek: yöneltmek tezellül: alçalma zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y) zilletsiz: alçalmadan |
nefsine sarf ediyorsun. Sen kendi nefsini kendine mâbud ve mahbup yapıyorsun. Herşeyi nefsine feda ediyorsun. Adeta bir nevi rububiyet veriyorsun. Halbuki muhabbetin sebebi ya kemâldir—zira kemâl zâtında sevilir—yahut menfaattir, yahut lezzettir, veyahut hayriyettir; ya bunlar gibi bir sebep tahtında muhabbet edilir. Şimdi, ey nefis, birkaç Sözde kat’î ispat etmişiz ki, asıl mahiyetin kusur, naks, fakr, aczden yoğrulmuştur ki; zulmet, karanlığın derecesi nisbetinde nurun parlaklığını gösterdiği gibi, zıddiyet itibarıyla sen onlarla Fâtır-ı Zülcelâlin kemâl, cemâl, kudret ve rahmetine âyinedarlık ediyorsun. Demek, ey nefis, nefsine muhabbet değil, belki adavet etmelisin yahut acımalısın veyahut, mutmainne olduktan sonra, şefkat etmelisin. Eğer nefsini seversen—çünkü senin nefsin lezzet ve menfaatin menşeidir; sen de lezzet ve menfaatin zevkine meftunsun—o zerre hükmünde olan lezzet ve menfaat-i nefsiyeyi nihayetsiz lezzet ve menfaatlere tercih etme. Yıldız böceği gibi olma. Çünkü o bütün ahbabını ve sevdiği eşyayı karanlığın vahşetine gark eder, nefsinde bir lem’acıkla iktifa eder. Zira, nefsî olan lezzet ve menfaatinle beraber, bütün alâkadar olduğun ve bütün menfaatleriyle intıfâ ettiğin ve saadetleriyle mes’ut olduğun mevcudâtın ve bütün kâinatın menfaatleri, nimetleri, iltifatına tâbi bir Mahbûb-u Ezelîyi sevmekliğin lâzımdır—tâ, hem kendinin, hem bütün onların saadetleriyle mütelezziz olasın, hem kemâl-i mutlakın muhabbetinden aldığın nihayetsiz bir lezzeti alasın.
Zaten sana, sende senin nefsine olan şedit muhabbetin, Onun zâtına karşı muhabbet-i zâtiyedir ki, sen sûiistimal edip kendi zâtına sarf ediyorsun. Öyle ise, nefsindeki ene’yi yırt, Hüve’yi göster. Ve kâinata dağınık bütün muhabbetlerin, Onun esmâ ve sıfâtına karşı verilmiş bir muhabbettir; sen sûiistimal etmişsin, cezasını da çekiyorsun. Çünkü, yerinde sarf olunmayan bir muhabbet-i gayr-ı meşruanın cezası, merhametsiz bir musibettir. Rahmânü’r-Rahîm ismiyle, hurilerle
acz: acizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z) adavet: düşmanlık ahbap: sevgililer, dostlar (bk. ḥ-b-b) alâkadar: alakalı, ilgili âyinedarlık: aynalık cemâl: güzellik (bk. c-m-l) ene: ben esmâ: isimler (bk. s-m-v) fakr: fakirlik (bk. f-ḳ-r) Fâtır-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan ve herşeyi üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ẕü; c-l-l) gark etmek: boğmak hayriyet: hayırlılık (bk. ḫ-y-r) huri: Cennet kızı Hüve: O, Allah iktifa etmek: yetinmek iltifat: lütufla hitap ve muamele etme intifa etmek: faydalanmak, yararlanmak kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kat’î: kesin kemâl: mükemmellik (bk. k-m-l) kemâl-i mutlak: her yönüyle mükemmel (bk. k-m-l; ṭ-l-ḳ) kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r) | lem’acık: küçük parıltı mâbud: kendisine ibadet edilen (bk. a-b-d) Mahbûb-u Ezelî: varlığının başlangıcı olmayan ve bütün yaratılmışlar tarafından sevilen Allah (bk. ḥ-b-b; e-z-l) mahbup: sevgili (bk. ḥ-b-b) mahiyet: asıl, esas, nitelik meftun: düşkün, tutkun menfaat: çıkar, kişisel yarar menfaat-i nefsiye: nefsin menfaatleri (bk. n-f-s) menşe: kaynak mes’ut: mutlu mevcudât: varlıklar (bk. v-c-d) muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b) muhabbet-i gayr-ı meşrua: dine uygun olmayan sevgi (bk. ḥ-b-b; ş-r-a) muhabbet-i zâtiye: Allah’ın zâtını sevme (bk. ḥ-b-b) musibet: belâ, sıkıntı mütelezziz: lezzetlenen mutmainne olmak: nefsin iyilikle kötülüğü ayırt eden, huzur ve sükûna ermiş, faziletlerle donanmış mertebesi (bk. n-f-s) | naks: eksiklik nefis: kişinin kendisi; insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s) nefsî: nefisle ilgili (bk. n-f-s) nihayetsiz: sınırsız nisbet: ölçü (bk. n-s-b) Rahmânü’r-Rahîm: dünya ve ahirette yarattıklarına sonsuz rahmet, şefkat ve merhametiyle muamele eden Allah (bk. r-ḥ-m) rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m) rububiyet: rablık (bk. r-b-b) saadet: mutluluk sarf etmek: harcamak şedit: şiddetli sıfat: özellik, vasıf (bk. v-ṣ-f) sûistimal: kötüye kullanma tâbi: bağlı, uyan tahtında: altında vahşet: ürküntü, yalnızlık zât: öz zerre: atom, en küçük parça zira: çünkü zıddiyet: karşıtlık, mübayenet ve farklılık zulmet: karanlık (bk. ẓ-l-m) |
müzeyyen Cennet gibi senin bütün arzularına câmi’ bir meskeni senin cismanî hevesâtına ihzar eden; ve sair esmâsıyla senin ruhun, kalbin, sırrın, aklın ve sair letâifin arzularını tatmin edecek ebedî ihsânâtını o Cennette sana müheyyâ eden; ve herbir isminde mânevî çok hazine-i ihsan ve kerem bulunan bir Mahbûb-u Ezelînin, elbette bir zerre muhabbeti kâinata bedel olabilir; kâinat Onun bir cüz’î tecellî-i muhabbetine bedel olamaz. Öyle ise, o Mahbûb-u Ezelînin kendi habîbine söylettirdiği şu ferman-ı ezelîyi dinle, ittibâ et:
قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللهُ 1
Dipnot-1
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:31.
âlem-i mülk ve melekût: varlığın dış ve iç yüzü (bk. a-l-m; m-l-k) câmi’: kapsamlı, içine alan (bk. c-m-a) cismanî: vücutla alakalı cüz’î: az, küçük (bk. c-z-e) daire-i mümkinat: imkân alemi; yaratılanların tamamının teşkil ettiği âlem (bk. m-k-n) ebedî: sonsuz (bk. e-b-d) esmâ: isimler (bk. s-m-v) Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n) fermân-ı ezelî: ezelî buyruk (bk. e-z-l) fethetmek: açmak habîb: sevgili (bk. ḥ-b-b)hadsiz: sınırsız Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi yaratıcı Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l) hassasiyetli: duyarlı, hassas hayr-ı mahz: sırf hayırdan ibaret (bk. ḫ-y-r) hazine-i ihsan ve kerem: iyilik ve bağış hazinesi (bk. ḥ-s-n; k-r-m) | hevesât: hevesler, arzular ihsânât: iyilikler, bağışlar (bk. ḥ-s-n) ihzar: hazırlama (bk. ḥ-ḍ-r) insaniyet-i kübrâ: en büyük insanlık (bk. k-b-r) iştiha: iştah, fazla istek ve arzu ittibâ etmek: uymak kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) letâif: insanın mânevî yapısındaki ince duygular (bk. l-ṭ-f) Mahbûb-u Ezelî: varlığının başlangıcı olmayan ve bütün yaratılmışlar tarafından sevilen Allah (bk. ḥ-b-b; e-z-l) mânevî: mânâya ait (bk. a-n-y) mat’umât: yenecek şeyler mesken: ev, mekân (bk. s-k-n) mide-i insaniyet: insanlık midesi, insanî değerlerle doyan mide muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b) müheyyâ etme: hazırlama mukaddeme-i mükâfat-ı lâhika: sonradan verilecek olan mükafatın başlangıcı (bk. ḳ-d-m) | muvazzaf: vazifeli müzeyyen: süslü (bk. z-y-n) nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s) netice-i nimet-i sabıka: geçmişte verilmiş nimetin sonucu (bk. n-a-m) nihayetsiz: sonsuz nisbet: ölçü, oran (bk. n-s-b) rahmet: merhamet, şefkat, ihsan (bk. r-ḥ-m) Rezzak: bütün canlıların rızıklarını veren Allah (bk. r-z-ḳ) rû-yi zemin: yeryüzü saadet: mutluluk sair: diğer şamil: içine alan, kapsayıcı sıfât-ı mukaddese: mukaddes sıfatlar (bk. v-ṣ-f; ḳ-d-s) sofra-i nimet: nimet sofrası (bk. n-a-m) tagaddî etmek: beslenmek tecellî-i muhabbet: sevginin yansıması (bk. c-l-y; ḥ-b-b) ubûdiyet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d) zerre: atom, maddenin en küçük parçası |
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Beşinci Dal, Birinci Meyve, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
http://www.erisale.com/#content.tr.1.479
https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/479
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
CUMARTESİ DERSLERİ
- Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 1.
- Şu kâinat sarayında bir nevi hademe olan insanlar hem melâikeye benzer, hem hayvânâta benzer. Melâikeye, ubûdiyet-i külliyede, nezaretin şümulünde, marifetin ihatasında, Rububiyetin dellâllığında meleklere benzer. Belki insan daha câmi’dir. Fakat insanın şerîre ve iştihalı bir nefsi bulunduğundan, melâikenin hilâfına olarak, pek mühim terakkiyat ve tedenniyâta mazhardır. Hem insan, amelinde nefsi için bir haz ve zâtı için bir hisse aradığı için, hayvana benzer. – Cumartesi Dersleri 24. 4. 4.
- Fâtır-ı Hakîm ve Kadîr-i Alîm, kemâl-i intizamla, herşeyi güzel yaratmış, güzel teçhiz etmiş, güzel gayelere tevcih etmiş, güzel vazifelerle tavzif etmiş, güzel tesbihat yaptırıyor, güzel ibadet ettiriyor. Ey insan! İnsan isen, şu güzel işlere tabiatı, tesadüfü, abesiyeti, dalâleti karıştırma, çirkin etme, çirkin yapma, çirkin olma. – Cumartesi Dersleri 24. 4. 3.
- Meşhur bülbül kuşu, gülün aşkıyla maruf o hayvancığı, Fâtır-ı Hakîm istihdam ediyor. Beş gaye için onu istimal ediyor: Birincisi: Hayvânat kabileleri namına, nebâtat taifelerine karşı olan münasebât-ı şedideyi ilâna memurdur. – Cumartesi Dersleri 24. 4. 2.
- Kur’ân-ı Hakîm tasrih ediyor ki, Arştan ferşe, yıldızlardan sineklere, meleklerden semeklere, seyyârâttan zerrelere kadar herşey Cenâb-ı Hakka secde ve ibadet ve hamd ve tesbih eder. Fakat ibadetleri, mazhar oldukları esmâlara ve kabiliyetlerine göre ayrı ayrıdır, çeşit çeşittir. – Cumartesi Dersleri 24. 4. 1.
- Zemin, semâya nisbeten maddeten küçüklüğüyle ve hakaretiyle beraber, mânen ve san’aten bütün kâinatın kalbi, merkezi; bütün mu’cizât-ı san’atının meşheri, sergisi; bütün tecelliyât-ı esmâsının mazharı, nokta-i mihrakiyesi; nihayetsiz faaliyet-i Rabbâniyenin mahşeri, mâkesi; hadsiz hallâkıyet-i İlâhiyenin, hususan nebâtat ve hayvânâtın kesretli envâ-ı sağiresinden cevâdâne icadın medarı, çarşısı; ve pek geniş âhiret âlemlerindeki masnuâtın küçük mikyasta nümunegâhı; ve mensucât-ı ebediyenin sür’atle işleyen destgâhı; ve menâzır-ı sermediyenin çabuk değişen taklitgâhı; ve besâtîn-i daimenin tohumcuklarına sür’atle sünbüllenen dar ve muvakkat mezraası ve terbiyegâhı olmuştur. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 5.
- Hilâf-ı hakikat ve kat’î muhalif-i vaki gördüğün bir rivâyeti bahane ederek ehâdis-i şerifeye ve dolayısıyla Resul-ü Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın mertebe-i ismetine halel verecek itiraz parmağını uzatma. Aklın hilâf-ı hakikat gördüğü bir hadisin inkârına kalkışma. “Ya bir tefsiri, ya bir tevili, ya bir tabiri vardır” de, ilişme. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 4.
- Hem dünyanın iki yüzü var, belki (hatta, aslında, gerçekte) üç yüzü var: Biri, Cenâb-ı Hakkın esmâsının âyineleridir. Diğeri âhirete bakar, âhiret tarlasıdır. Diğeri fenâya, ademe bakar. Bildiğimiz, marzî-i İlâhî olmayan, ehl-i dalâletin dünyasıdır. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 3.
- Bu dünya tecrübe meydanıdır. Akla kapı açılır, fakat ihtiyarı elinden alınmaz. Öyle ise, o eşhas, hattâ o müthiş Deccal dahi çıktığı zaman, çokları, hattâ kendisi de bidâyeten Deccal olduğunu bilmez. Belki nur-u imanın dikkatiyle o eşhas-ı âhirzaman (Mehdi, Süfyan, Deccal vb.) tanınabilir. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 2.
- Din bir imtihandır, bir tecrübedir; ervâh-ı âliyeyi ervâh-ı sâfileden tefrik eder. Öyle ise, ileride herkese gözle görülecek vukuatı öyle bir tarzda bahsedecek ki, ne bütün bütün meçhul kalsın, ne de bedihî olup herkes ister istemez tasdike mecbur kalsın. Akla kapı açacak, ihtiyarı elinden almayacak. Zira, eğer tamamen bedâhet derecesinde bir alâmet-i kıyamet görülse, herkes tasdike muztar olsa, o vakit kömür gibi bir istidat, elmas gibi bir istidatla beraber kalır. Sırr-ı teklif ve netice-i imtihan zayi olur. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 1.
- Bir Zât-ı Kerîm, ihsanıyla bizi gayet derece tezyin ve tenvir ve terbiye ediyor. İnsan ise, ihsan edene perestiş eder. Perestişe lâyık olana kurbiyet ister ve görmek talep eder. Öyle ise, herbirimiz, istidadımıza göre, o muhabbet cazibesiyle sülûk edeceğiz. – Cumartesi Dersleri 24. 2.
- Cenâb-ı Hakkı bir isim, bir unvanla, bir rububiyetle, ve hâkezâ, tanısa, başka ünvanları, rububiyetleri, şe’nleri içinde inkâr etmesin. Belki, herbir ismin cilvesinden sair esmâya intikal etmezse zarar eder. Meselâ, Kadîr ve Hâlık isminin eserini görse, Alîm ismini görmezse, gaflet ve tabiat dalâletine düşebilir. – Cumartesi Dersleri 24. 1.
Ders Dünyası - WORLD OF COURSES sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
“Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 1.” için 2 yanıt