https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlemiş olduğumuz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Şeytanın İkinci Küçük Bir İtirazı – Kur’an’ın vecizliği, az sözle çok mânâlar ifade etmesi ve mucizeliği” ele alınmaktadır. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nın Sözler isimli eserinden On Beşinci Sözün Zeyli son bölüm.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
On Beşinci Sözün Zeyli
Şeytanın İkinci Küçük Bir İtirazı
Sûre-i
قۤ وَالْقُرْاٰنِ الْمَجِيدِ
i okurken,
مَا يَلْفِظُ مِنْ قَوْلٍ اِلاَّ لَدَيْهِ رَقِيبٌ عَتِيدٌ وَجَۤاءَتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ بِالْحَقِّ ذٰلِكَ مَا كُنْتَ مِنْهُ تَحِيدُ وَنُفِخَ فِى الصُّورِ ذٰلِكَ يَوْمُ الْوَعِيدِ وَجَۤاءَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَعَهَا سَۤائِقٌ وَشَهِيدٌ لَقَدْ كُنْتَ فِى غَفْلَةٍ مِنْ هٰذَا فَكَشَفْنَا عَنْكَ غِطَۤاءَكَ فَبَصَرُكَ الْيَوْمَ حَدِيدٌ وَقَالَ قَرِينُهُ هٰذَا مَا لَدَىَّ عَتِيدٌ اَلْقِيَا فِى جَهَنَّمَ كُلَّ كَفَّارٍ عَنِيدٍ 1
Şu âyetleri okurken Şeytan dedi ki: “Kur’ân’ın en mühim fesahatini, siz onun selâsetinde ve vuzuhunda buluyorsunuz. Halbuki şu âyette nereden nereye atlıyor! Sekerattan, tâ kıyamete atlıyor. Nefh-i surdan,2 muhasebenin hitâmına intikal ediyor ve ondan Cehenneme idhali zikrediyor. Bu acip atlamaklar içinde hangi selâset kalır? Kur’ân’ın ekser yerlerinde, böyle birbirinden uzak meseleleri birleştiriyor. Böyle münasebetsiz vaziyetiyle selâset ve fesahat nerede kalır?”
Elcevap: Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın esas-ı i’câzı, en mühimlerinden belâğatinden sonra îcâzdır. Îcaz, i’câz-ı Kur’ân’ın en metin ve en mühim bir esasıdır. Kur’ân-ı Hakîmde şu mucizâne îcaz o kadar çoktur ve o kadar güzeldir ki, ehl-i tetkik, karşısında hayrettedirler. Meselâ,
وَقِيلَ يَۤا اَرْضُ ابْلَعِى مَۤاءَكِ وَيَا سَمَۤاءُ اَقْلِعِى وَغِيضَ الْمَۤاءُ وَقُضِىَ اْلاَمْرُ
Dipnot-1
“İnsanın ağzından hiçbir söz çıkmaz ki, yanında onu yazmaya hazır, gözetleyici bir melek olmasın. Derken ölüm sarhoşluğu gerçekten geliverir. İşte senin kaçıp durduğun şey budur. Ve sûra üfürülür. Vaad olunan gün işte budur. Herkes yanında bir sevk eden, bir de şahitlik eden melekle beraber gelir. And olsun ki sen bundan gafildin. Şimdi gözünden perdeyi kaldırdık. Bakışın pek keskindir bugün! Yanındaki melek, ‘İşte onun defteri bende hazırdır’ der. Atın Cehenneme herbir inatçı kâfiri!” Kaf Sûresi, 50:18-24.
Dipnot-2
bk. En’âm Sûresi, 6:73; Kehf Sûresi, 18:99; Tâhâ Sûresi, 20:102; Mü’minûn Sûresi, 23:101; Neml Sûresi, 27:87; Yâsîn Sûresi, 36:49, 51, 53.
acip: şaşırtıcı, hayret verici belâğat: maksada ve hale uygun güzel söz söyleme (bk. b-l-ğ) ehl-i tetkik: dikkatle ve titizlikle araştıran kimseler ekser: pekçok (bk. k-s̱-r) esas-ı i’câz: mu’cizeliğin esası (bk. a-c-z) fesâhat: dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılması (bk. f-ṣ-ḥ) hitâm: son i’câz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın mu’cizeliği (bk. a-c-z) îcaz: vecizlik, az sözle çok mânâlar ifade etme (bk. v-c-z) | idhal: girme intikal etme: geçme, yer değiştirme kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m) Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m) Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n) metin: sağlam mu’cizâne: mu’cizeli bir şekilde (bk. a-c-z) | muhasebe: hesaba çekilme münasebet: ilgi, bağlantı (bk. n-s-b) nefh-i sur: Hz. İsrafil’in sur’a üflemesi, kıyametin kopması sekerat: ölüm sarhoşluğu, can çekişme hali selâset: sözün akıcı olma hali; ifadedeki âhenk, açıklık, kolaylık ve akıcılık (bk. s-l-s) vuzuh: açıklık zikretmek: anmak, belirtmek |
وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِىِّ وَقِيلَ بُعْدًا لِلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ 1
kısa birkaç cümleyle Tufan hadise-i azîmesini netâiciyle öyle îcazkârâne ve mucizâne beyan ediyor ki, çok ehl-i belâğati, belâğatine secde ettirmiş.
Hem meselâ,
كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِطَغْوٰيهَا اِذِ انْبَعَثَ اَشْقٰيهَا فَقَالَ لَهُمْ رَسُولُ اللهِ نَاقَةَ اللهِ وَسُقْيٰيهَا فَكَذَّبُوهُ فَعَقَرُوهَا فَدَمْدَمَ عَلَيْهِمْ رَبُّهُمْ بِذَنْبِهِمْ فَسَوّٰيهَا وَلاَ يَخَافُ عُقْبٰيهَا 2
İşte, kavm-i Semud’un acip ve mühim hâdisâtını ve netâicini ve sû-i akıbetlerini böyle kısa birkaç cümle ile, îcaz içinde bir i’câz ile, selâsetli ve vuzuhlu ve fehmi ihlâl etmez bir tarzda beyan ediyor.
Hem meselâ,
وَذَا النُّونِ اِذْ ذَهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادٰى فِى الظُّلُمَاتِ اَنْ
لاَ اِلٰهَ اِلاَّۤ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ 3
İşte,
اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ 4
cümlesinden
فَنَادٰى فِى الظُّلُمَاتِ 5
cümlesine kadar çok cümleler matvîdir, o mezkûr olmayan cümleler ise fehmi ihlâl
etmiyor, selâsetine zarar vermiyor. Hazret-i Yunus aleyhisselâmın kıssasından mühim esasları zikreder, mütebâkisini akla havale eder.
Dipnot-1
“Ve denildi ki: ‘Ey yer, suyunu yut. Ey gök, suyunu tut.’ Su çekildi, iş bitirildi ve gemi Cûdî Dağına oturdu. Ve ‘Zalimler güruhu Allah’ın rahmetinden uzak olsun’ denildi.” Hûd Sûresi, 11:44.
Dipnot-2
“Semud kavmi, azgınlığı yüzünden peygamberini yalanladı. Onların en azgını başkaldırdığı zaman, Allah’ın Resulü kendilerine ‘Allah’ın bir mucize olarak yarattığı şu deveye dokunmayın; onun su içmesine mâni olmayın’ demişti. Onlar peygamberlerini yalanlayıp deveyi öldürdüler. Rableri de, günahları yüzünden onları azapla kuşatıp hepsini birden helâk etti. Allah onlara verdiği cezanın âkıbetinden korkacak değildir.” Şems Sûresi, 91:11-15.
Dipnot-3
“Balığın yuttuğu Yunus’u da hatırla ki, öfkelenerek kavmini terk etmiş ve Bizim de kendisini bu yüzden bir sıkıntıya uğratmayacağımızı sanmıştı. Sonra karanlıklar içinde kaldığında niyaz etti: ‘Senden başka ilâh yoktur; Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendisine zulmedenlerden oldum.'” Enbiyâ Sûresi, 21:87.
Dipnot-4
“Kendisini sıkıntıya uğratmayacağımızı.” Enbiyâ Sûresi, 21:87.
Dipnot-5
“Karanlıklar içinde nida etti.” Enbiyâ Sûresi, 21:87.
acip: hayret verici, şaşırtıcı Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m) beyan: açıklama (bk. b-y-n) ehl-i belâğat: edebiyatçılar, söz ve ifade uzmanları (bk. b-l-ğ) fehm: anlayış, kavrayış hâdisât: hadiseler, olaylar hadise-i âzime: büyük olay (bk. ḥ-d-s̱; a-ẓ-m) Hazret-i Yunus: (bk. bilgiler) i’câz: mu’cize oluş (bk. a-c-z) | îcaz: vecizlik, az sözle çok mânâlar ifade etme (bk. v-c-z) îcazkârâne: vecizeli bir şekilde, az sözle çok mânâlar ifade ederek (bk. v-c-z) ihlâl etmek: bozmak, karıştırmak kavm-i Semûd: Hz. Salih’in peygamber olarak gönderildiği fakat azgınlıklarından dolayı Allah’ın yok ettiği kavim kıssa: ibretli hikâye matvî: dürülmüş, sıkıştırılmış | mezkûr: anılan, sözü geçen mühim: önemli mütebaki: geri kalan kısım (bk. b-ḳ-y) netâic: neticeler, sonuçlar selâset: sözün akıcı olma hali; ifadedeki âhenk, açıklık, kolaylık ve akıcılık (bk. s-l-s) sû-i akıbet: kötü son Tufan: Nuh Tufanı, büyük su baskını vuzuh: açıklık zikretmek: anmak, bildirmek |
Hem meselâ, Sûre-i Yusuf’ta
فَاَرْسِلُونِ 1
kelimesinden
يُوسُفُ اَيُّهَا الصِّدِّيقُ 2
ortasında yedi sekiz cümle, îcaz ile tayyedilmiş; hiç fehmi ihlâl etmiyor, selâsetine zarar vermiyor. Bu çeşit mucizâne îcazlar Kur’ân’da pek çoktur. Hem pek güzeldir.
Amma Sûre-i Kaf’ın âyeti ise, ondaki îcaz pek acip ve mucizânedir. Çünkü, kâfirlerin pek müthiş ve çok uzun ve bir günü elli bin sene olan istikbaline ve o istikbalin dehşetli inkılâbâtında kâfirin başına gelecek elîm ve mühim hâdisâta birer birer parmak basıyor, şimşek gibi fikri onlar üstünde gezdiriyor. O pek çok uzun zamanı, hazır bir sahife gibi nazara gösteriyor; zikredilmeyen hâdisâtı hayale havale edip alî bir selâsetle beyan eder.
وَاِذَا قُرِئَ الْقُرْاٰنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَاَنْصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ 3
İşte, ey Şeytan, şimdi bir sözün daha varsa söyle.
Şeytan der: “Bunlara karşı gelemem, müdafaa edemem. Fakat çok ahmaklar var, beni dinliyorlar. Ve insan suretinde çok şeytanlar var, bana yardım ediyorlar. Ve feylesoflardan çok firavunlar var, enâniyetlerini okşayan meseleleri benden ders alıyorlar, senin bu gibi Sözlerin neşrine sed çekerler. Bunun için sana teslim-i silâh etmem.”
Dipnot-1
Âyetin tamamı şöyle:
وَقَالَ الَّذ۪ى نَجَا مِنْهُمَا وَادَّكَرَ بَعْدَ اُمَّةٍ اَنَا اُنَبِّئُكُمْ بِتَاْو۪يلِه۪ فَاَرْسِلُون
(O iki gençten kurtulmuş olanı, bir hayli zaman sonra Yusuf’u hatırladı ve “Ben size bu rüyanın tâbirini bildiririm, beni zindana gönderin” dedi. Yusuf Sûresi 12:45.)
Dipnot-2
Âyetin tamamı şöyle:
يُوسُفُ اَيُّهَا الصِّدّ۪يقُ اَفْتِنَا ﯺﰍ سَبْعِ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَاْكُــلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعِ سُنْبُلَاتٍخُضْرٍ وَاُخَرَ يَابِسَاتٍ لَعَـﱱﱣﲀﱧ اَرْجِعُ اِﱫﱷ النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَعْلَمُونَ
(Zindana varınca, “Ey Yûsuf, ey doğru sözlü kişi,” dedi. “Yedi zayıf ineğin yediği yedi semiz ineği ve kurularla karışık yedi yeşil başağı bize tâbir et ki o insanların yanına bu haberle döneyim; belki böylece senin kadrini bilirler.” Yusuf Sûresi, 12:46.)
Dipnot-3
“Kur’ân okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki, rahmete erişesiniz.” A’râf Sûresi, 7:204.
acip: hayret verici, şaşırtıcı ahmak: akılsız beyan: açıklama (bk. b-y-n) dehşetli: korkunç elîm: elemli, acı veren enâniyet: benlik, gurur fehm: anlayış, kavrayış feylesof: filozof, felsefeci hâdisât: hadiseler, olaylar (bk. ḥ-d-s̱) îcaz: vecizlik, az sözle çok mânâlar ifade etme (bk. v-c-z) | ihlâl etmek: bozmak, karıştırmak inkılâbât: değişimler, dönüşümler istikbal: gelecek kâfir: Allah’ı veya Allah’ın bildirdiği kesin şeylerden birini inkâr eden kimse (bk. k-f-r) mu’cizâne: mu’cizeli bir şekilde (bk. a-c-z) mühim: önemli nazar: dikkat (bk. n-ẓ-r) neşr: yayımlama sed çekmek: engel koymak | selâset: sözün akıcı olma hali; ifadedeki âhenk, açıklık, kolaylık ve akıcılık (bk. s-l-s) suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r) tayyedilmek: atlanmak, çıkarılmak teslim-i silâh etmek: teslim olmak, yenilgiyi kabul etmek ulvî: yüce, yüksek zikredilmek: anılmak, belirtilmek |
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Beşinci Sözün Zeyli, Şeytanın İkinci Küçük Bir İtirazı, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
http://www.erisale.com/#content.tr.1.268
Ders Dünyası - WORLD OF COURSES sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.