3. Üçüncü Söz – İBADET ne büyük bir ticaret ve saadet, fısk ve sefahet ne büyük bir hasâret ve helâket olduğunu anlamak istersen …

Cumartesi Dersleri – 3

3. Üçüncü Söz – İBADET ne büyük bir ticaret ve saadet, fısk ve sefahet ne büyük bir hasâret ve helâket olduğunu anlamak istersen …

3. Üçüncü Söz – İBADET ne büyük bir ticaret ve saadet, fısk ve sefahet ne büyük bir hasâret ve helâket olduğunu anlamak istersen …

Üçüncü Söz

يَۤا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا     1

İBADET ne büyük bir ticaret ve saadet, fısk ve sefahet ne büyük bir hasâret ve helâket olduğunu anlamak istersen, şu temsîlî hikâyeciğe bak, dinle:

Bir vakit iki asker uzak bir şehre gitmek için emir alıyorlar. Beraber giderler. Ta yol ikileşir. Bir adam orada bulunur, onlara der:

“Şu sağdaki yol, hiç zararı olmamakla beraber, onda giden yolculardan ondan dokuzu büyük kâr ve rahat görür. Soldaki yol ise, menfaati olmamakla beraber, on yolcusundan dokuzu zarar görür. Hem ikisi kısa ve uzunlukta birdirler. Yalnız bir fark var ki, intizamsız, hükûmetsiz olan sol yolun yolcusu çantasız, silâhsız gider. Zahirî bir hiffet, yalancı bir rahatlık görür. İntizam-ı askerî altındaki sağ yolun yolcusu ise, mugaddî hülâsalardan dolu dört okkalık bir çanta ve her adüvvü alt ve mağlûp edecek iki kıyyelik bir mükemmel mîrî silâhı taşımaya mecburdur.”

O iki asker, o muarrif adamın sözünü dinledikten sonra, şu bahtiyar nefer sağa gider. Bir batman ağırlığı omuzuna ve beline yükler. Fakat kalbi ve ruhu, binler batman minnetlerden ve korkulardan kurtulur. Öteki bedbaht nefer ise askerliği bırakır, nizama tâbi olmak istemez, sola gider. Cismi bir batman ağırlıktan kurtulur; fakat kalbi binler batman minnetler altında ve ruhu hadsiz korkular altında ezilir. Hem herkese dilenci, hem herşeyden, her hadiseden titrer bir surette gider. Ta mahall-i maksuda yetişir; orada âsi ve kaçak cezasını görür.

Askerlik nizamını seven, çanta ve silâhını muhafaza eden ve sağa giden nefer


Dipnot-1

“Ey insanlar, ibadet ediniz.” Bakara Sûresi, 2:21.


adüvv: düşman
âsi: isyankâr
bahtiyar: talihli, mutlu
batman: yaklaşık 8 kg. ağırlığında bir ağırlık ölçüsü
bedbaht: talihsiz, kötü talihli
fısk: günah, günahkârlık
hadsiz: sınırsız
hasâret: zarar
helâket: yok oluş
hiffet: hafiflik
hülâsa: öz, konsantre
ibadet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)
intizam-ı askerî: askerî disiplin (bk. n-ẓ-m)
intizamsız: düzensiz (bk. n-ẓ-m)
mahall-i maksud: hedeflenen, varılacak yer (bk. ḳ-ṣ-d)
menfaat: yarar
minnet: iyilik karşısında kendini borçlu hissetmek
mîrî: devlete ait
muarrif: tarif edici, tanıtıcı (bk. a-r-f)
mugaddî: gıdalı, besleyici
muhafaza etmek: korumak (bk. ḥ-f-ẓ)
nefer: asker, er
nizam: düzen, kanun (bk. n-ẓ-m)
okka/kıyye: 1.283 grama karşılık gelen ağırlık ölçüsü
saadet: mutluluk
sefahet: yasak zevklere düşkünlük, beyinsizce davranış, budalalık
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tâbi olmak: uymak
temsilî: kıyaslamalı benzetme şeklinde, analojik (bk. m-s̱-l)
zahirî: görünüşte (bk. ẓ-h-r)

ise, kimseden minnet almayarak, kimseden havf etmeyerek, rahat-ı kalb ve vicdan ile gider. Ta o matlup şehre yetişir; orada, vazifesini güzelce yapan bir namuslu askere münasip bir mükâfat görür.

İşte ey nefs-i serkeş! Bil ki, o iki yolcu, biri mutî-i kanun-u İlâhî, birisi de âsi ve hevâya tabi insanlardır. O yol ise hayat yoludur ki, âlem-i ervahtan gelip kabirden geçer, âhirete gider. O çanta ve silâh ise, ibadet ve takvâdır. İbadetin çendan zahirî bir ağırlığı var. Fakat mânâsında öyle bir rahatlık ve hafiflik var ki, tarif edilmez. Çünkü âbid namazında der: “Eşhedü en lâ ilâhe illâllah.” Yani, “Hâlık ve Rezzak Ondan başka yoktur. Zarar ve menfaat Onun elindedir. O hem Hakîmdir, abes iş yapmaz; hem Rahîmdir, ihsanı, merhameti çoktur” diye itikad ettiğinden, herşeyde bir hazine-i rahmet kapısını bulur, dua ile çalar. Hem herşeyi kendi Rabbisinin emrine musahhar görür. Rabbisine iltica eder, tevekkül ile istinad edip her musibete karşı tahassun eder. Îmânı ona bir emniyet-i tâmme verir.

Evet, her hakikî hasenât gibi, cesaretin dahi menbaı imandır, ubûdiyettir. Her seyyiât gibi cebânetin dahi menbaı dalâlettir. Evet, tam münevverü’l-kalb bir âbidi, küre-i arz bomba olup patlasa, ihtimaldir ki, onu korkutmaz. Belki, harika bir kudret-i Samedâniyeyi lezzetli bir hayretle seyredecek. Fakat, meşhur bir münevverü’l-akıl denilen kalbsiz bir fâsık feylesof ise, gökte bir kuyrukluyıldızı görse, yerde titrer, “Acaba bu serseri yıldız arzımıza çarpmasın mı?” der, evhâma düşer. (Bir vakit böyle bir yıldızdan koca Amerika titredi. Çokları gece vakti hanelerini terk ettiler.)

Evet, insan nihayetsiz şeylere muhtaç olduğu halde, sermayesi hiç hükmünde bir şey… hem nihayetsiz musibetlere maruz olduğu halde, iktidarı hiç hükmünde


abes: anlamsız, boş
âbid: Allah’a ibadet eden, kul (bk. a-b-d)
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
âlem-i ervah: ruhlar âlemi (bk. a-l-m; r-v-ḥ)
Amerika: (bk. bilgiler)
arz: dünya
âsi: isyankâr
cebânet: korkaklık, aşırı ürkeklik
çendan: gerçi
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
emniyet-i tâmme: tam bir güven (bk. e-m-n)
Eşhedü en lâ ilâhe illâllah: “Allah’tan başka ilâh olmadığına şehadet ederim” (bk. ş-h-d; e-l-h)
evham: kuruntular, şüpheler
fâsık: günahkâr
feylesof: filozof, felsefeci
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hakîm: herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m)
Hâlık: herşeyi yoktan yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
hane: ev
hasenât: iyilikler, sevaplar (bk. ḥ-s-n)
havf etmek: korkmak
hazine-i rahmet: rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m)
hevâ: kabiliyet ve duyguları nefsin yasak arzu ve isteklerinin emrine verme (bk. h-v-y)
ihsan: iyilik, ikram (bk. ḥ-s-n)
iktidar: güç, kudret (bk. ḳ-d-r)
iltica etmek: sığınmak
istinad etmek: dayanmak (bk. s-n-d)
itikad etmek: inanmak
kudret-i Samedâniye: herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın kudreti (bk. ḳ-d-r; ṣ-m-d)
küre-i arz: yerküre, dünya
maruz olmak: uğramak, tesirinde ve karşısında olmak
matlup: istenen, hedeflenen (bk. ṭ-l-b)
menba: kaynak
minnet: iyilik karşısında kendini borçlu hissetmek
mükâfat: ödül
münasip: uygun (bk. n-s-b)
münevverü’l-akıl: aklı bilimle aydınlanmış (bk. n-v-r)
münevverü’l-kalb: kalbi imanla aydınlanmış (bk. n-v-r)
musahhar: boyun eğen
musibet: belâ, sıkıntı
mutî-i kanun-u İlâhî: Allah’ın emir ve yasaklarına itaat eden kişi (bk. ḳ-n-n
nefs-i serkeş: söz dinlemeyen nefis (bk. n-f-s)
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)
rahat-ı kalb ve vicdan: kalp ve vicdan rahatlığı
Rahîm: sonsuz merhamet ve şefkat sahibi Allah (bk. r-ḥ-m)
Rezzak: bütün yaratılmışların rızkını veren Allah (bk. r-z-ḳ)
seyyiât: kötülükler, günahlar
tabi: uyan
tahassun etmek: sığınmak
takvâ: Allah’tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uymak (bk. v-ḳ-y)
tevekkül: Allah’a güvenme ve Onu vekil kabul etme (bk. v-k-l)
ubûdiyet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)
zahirî: görünüşte (bk. ẓ-h-r)

bir şey… Adeta sermaye ve iktidar dairesi, eli nereye yetişirse o kadardır. Fakat emelleri, arzuları ve elemleri ve belâları ise, dairesi, gözü, hayali nereye yetişirse ve gidinceye kadar geniştir. İşte bu derece âciz ve zayıf, fakir ve muhtaç olan ruh-u beşere ibadet, tevekkül, tevhid, teslim, ne kadar azîm bir kâr, bir saadet, bir nimet olduğunu, bütün bütün kör olmayan görür, derk eder.

Malûmdur ki, zararsız yol, zararlı yola—velev on ihtimalden bir ihtimal ile olsa—tercih edilir. Halbuki, meselemiz olan ubûdiyet yolu, zararsız olmakla beraber, ondan dokuz ihtimalle bir saadet-i ebediye hazinesi vardır. Fısk ve sefahet yolu ise—hattâ fâsıkın itirafıyla dahi—menfaatsiz olduğu halde, ondan dokuz ihtimalle şekavet-i ebediye helâketi bulunduğu, icmâ ve tevatür derecesinde hadsiz ehl-i ihtisasın ve müşahedenin şehadetiyle sabittir ve ehl-i zevkin ve keşfin ihbaratıyla muhakkaktır.

Elhasıl, âhiret gibi dünya saadeti dahi ibadette ve Allah’a asker olmaktadır. Öyle ise biz daima “Elhamdü lillâhi ale’t-tâati ve’t-tevfîk”1 demeliyiz ve Müslüman olduğumuza şükretmeliyiz.


Dipnot-1

Bize taat ve muvaffakiyet nasip eden Allah’a hamd olsun.


âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
azîm: büyük (bk. a-ẓ-m)
derk etmek: algılamak, kavramak
ehl-i ihtisas ve müşahede: görünmeyen âlemlere ait hakikatleri bizzat gözleyen ve bu konuda uzmanlaşan kimseler (bk. ş-h-d)
ehl-i zevk ve keşif: mânevî âlemlerde iman hakikatleri kendilerine açılan ve bu hakikatlerin zevkine erişen kimseler (bk. k-ş-f)
elem: üzüntü, acı
elhasıl: özetle, sonuç olarak
emel: istek, arzu
fâsık: günahkâr
fısk: günah, günahkârlık
hadsiz: sayısız
helâket: mahvoluş, yok oluş
icma: bir mesele hakkında İslâm âlimlerinin görüş birliğine varması (bk. c-m-a)
ihbarat: verilen haberler
malum: bilinen, belli (bk. a-l-m)
menfaat: yarar
muhakkak: kesin (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
ruh-u beşer: insan ruhu (bk. r-v-ḥ)
saadet: mutluluk
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)
sabit: kesinleşmiş
sefahet: yasak zevklere düşkünlük, beyinsizce davranış, budalalık
şekavet-i ebediye: sonsuz sıkıntı, mutsuzluk (bk. e-b-d)
tevatür: güvenilir insanların birbirlerine anlatarak getirdikleri kesin haber
tevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme (bk. v-k-l)
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)
ubûdiyet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)
velev: hattâ

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Üçüncü Söz, İkinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.44

Copyright © Söz Basım Yayın

Feel free to comment. Yorum yapmaktan çekinmeyin.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.