https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab, perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden.” konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam Mukaddime – Birinci Lem’a.

KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı

اَللهُ خَالِقُ كُلِّ شَىْءٍ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ وَكِيلٌ لَهُ مَقَالِيدُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ 1
فَسُبْحَانَ الَّذِي بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ 2
وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ عِنْدَنَا خَزَۤائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُۤ اِلاَّ بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ 3
مَا مِنْ دَۤابَّةٍ اِلاَّ هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا اِنَّ رَبِّى عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ 4
Mukaddime
ERKÂN-I İMANİYENİN kutb-u âzamı olan iman-ı billâha dair Katre Risalesinde, şu mevcudatın herbirisi, elli beş lisanla Cenâb-ı Hakkın vücub-u vücuduna ve vahdâniyetine delâlet ve şehadetlerini icmâlen beyan etmişiz. Hem Nokta Risalesinde, Cenâb-ı Hakkın delâil-i vücub ve vahdâniyetinden, herbirisi bin burhan kuvvetinde dört burhan-ı küllîyi zikretmişiz. Hem on iki kadar Arabî risalelerimde, Cenâb-ı Hakkın vücub-u vücudunu ve vahdâniyetini gösteren yüzler kat’î burhanları zikrettiğimizden, şimdi onlara iktifâen derin tetkikata girişmeyeceğiz. Yalnız şu Yirmi İkinci Sözde Arabî Risaletü’n-Nur’da icmâlen yazdığım On İki Lem’ayı, iman-ı billâh güneşinden göstermeye çalışacağız.
Dipnot-1
“Allah herşeyin yaratıcısıdır. O herşey üzerinde hakkıyla görüp gözeticidir. Göklerin ve yerin tedbir ve tasarrufu Ona aittir.” Zümer Sûresi, 39:62-63.
Dipnot-2
“Her türlü kusurdan münezzehtir o Zât ki, herşeyin hüküm ve tasarrufu elindedir. Siz de Ona döndürüleceksiniz.” Yâsin Sûresi, 36:83.
Dipnot-3
“Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri Bizim yanımızda olmasın. Herşeyi Biz belirli bir miktar ile indiririz.” Hicr Sûresi, 15:21.
Dipnot-4
“Hiçbir canlı yoktur ki, Allah onu alnından tutup kudretine boyun eğdirmiş olmasın. Şüphesiz ki benim Rabbim hak ve adalet üzeredir.” Hûd Sûresi, 11:56.
Arabî risaleler: Arapça kitaplar (bk. r-s-l) beyan: açıklama (bk. b-y-n) burhan: güçlü delil burhan-ı küllî: çok büyük ve kapsamlı delil (bk. k-l-l) Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) delâil-i vücub: Allah’ın varlığının delilleri (bk. v-c-b) delâlet: delil olma, işaret etme | erkân-ı imaniye: imanın esasları, şartları (bk. r-k-n; e-m-n) icmâlen: özetle (bk. c-m-l)iktifâen: yetinerek iman-ı billâh: Allah’a iman (bk. e-m-n) kat’î: kesin Katre Risalesi: Mesnevî-i Nuriye adlı eserde yer almaktadır kutb-u âzam: en büyük rükün, esas (bk. a-ẓ-m) mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d) mukaddime: başlangıç, giriş (bk. ḳ-d-m) | Nokta Risalesi: Mesnevî-i Nuriye adlı eserde yer almaktadır şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d) tetkikat: araştırmalar, incelemeler vahdâniyet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d) vücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu olması (bk. v-c-b; v-c-d) zikretmek: bildirmek, belirtmek |
BİRİNCİ LEM’A
Tevhid iki kısımdır. Meselâ, nasıl ki bir çarşıya ve bir şehre büyük bir zâtın mütenevvi malları gelse, iki çeşitle onun malı olduğu bilinir:
Biri, icmâlî, âmiyânedir ki, “Bu kadar azîm mal, ondan başka kimsenin haddi değil ki sahip olabilsin.” Fakat böyle âmî bir adamın nezaretinde çok hırsızlık olabilir. Parçalarına çok adamlar sahip çıkabilir.
İkinci çeşit odur ki, her denk üzerinde yazıyı okur, herbir top üstünde turrayı tanır, herbir ilân üstünde mührünü bilir bir surette “Herşey o zâtındır” der. İşte, şu halde herbir şey o zâtı mânen gösterir.
Aynen öyle de, tevhid dahi iki çeşittir.
Biri tevhid-i âmî ve zahirîdir ki, “Cenâb-ı Hak birdir; şeriki, naziri yoktur. Bu kâinat onundur.”
İkincisi tevhid-i hakikîdir ki, herşey üstünde sikke-i kudretini ve hâtem-i rububiyetini ve nakş-ı kalemini görmekle, doğrudan doğruya herşeyden Onun nuruna karşı bir pencere açıp, Onun birliğine ve herşey Onun dest-i kudretinden çıktığına ve ulûhiyetinde ve rububiyetinde ve mülkünde hiçbir vechile hiçbir şeriki ve muini olmadığına, şuhuda yakın bir yakinle tasdik edip iman getirmektir ve bir nevi huzur-u daimî elde etmektir. Biz dahi, şu Sözde, o halis ve âli tevhid-i hakikîyi gösterecek şuaları zikredeceğiz.
Birinci nükte içinde bir ihtar: Ey esbab-perest gafil! Esbab bir perdedir; çünkü izzet ve azamet öyle ister. Fakat iş gören, kudret-i Samedâniyedir; çünkü tevhid ve celâl öyle ister ve istiklâli iktiza eder. Sultan-ı Ezelînin memurları, saltanat-ı Rububiyetin icraatçıları değillerdir. Belki o saltanatın dellâllarıdırlar ve o Rububiyetin temâşâger nazırlarıdırlar. Ve o memurlar, o vasıtalar kudretin
âli: yüce âmî: cahil, sıradan âmiyâne: âvamca, bayağıca, taklidî bir şekilde azamet: büyüklük, yücelik (bk. a-ẓ-m) azîm: büyük (bk. a-ẓ-m) celâl: haşmet, görkem (bk. c-l-l) dellâl: ilân edici, duyurucu denk: paket, koli dest-i kudret: Allah’ın kudret eli (bk. ḳ-d-r) esbab: sebepler (bk. s-b-b) esbab-perest: sebeplere taparcasına değer veren (bk. s-b-b) gafil: duyarsız, sorumsuz, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan (bk. ğ-f-l) halis: katıksız, saf (bk. ḫ-l-ṣ) hâtem-i rububiyet: Allah’ın rablığının, idare ve terbiye ediciliğinin mührü (bk. r-b-b) huzur-u daimî: sürekli olarak Allah’ın huzurunda bulunduğunun bilinci içinde olma (bk. h-ḍ-r) icmâlî: kısaca (bk. c-m-l) icraatçı: uygulayıcı ihtar: hatırlatma, uyarı iktiza: gerektirme istiklâl: bağımsızlık | izzet: şeref, yücelik (bk. a-z-z) kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kudret-i Samedâniye: hiçbir şeye muhtaç olmayan ve herşey Kendisine muhtaç olan Allah’ın sınırsız gücü (bk. ḳ-d-r; ṣ-m-d) muin: yardımcı mülk: sahip olunan şey, hükmedilen yer (bk. m-l-k) mütenevvi: çeşitli nakş-ı kalem: Allah’ın kudret kalemiyle yapılan nakış (bk. n-ḳ-ş) nazir: benzer (bk. n-ẓ-r) nazır: gözlemci (bk. n-ẓ-r) nevi: çeşit, tür nezaret: gözetim (bk. n-ẓ-r) nükte: ince anlamlı söz rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b) saltanat: egemenlik, hâkimiyet (bk. s-l-ṭ) saltanat-ı Rububiyet: Rablık saltanatı; Allah’ın herşeyi kuşatan egemenliği (bk. s-l-ṭ; r-b-b) | şerik: ortak sikke-i kudret: Allah’ın güç ve kudretinin işareti (bk. ḳ-d-r) şua: ışık, parıltı şuhud: gözle görme (bk. ş-h-d) Sultan-ı Ezelî: hüküm ve saltanatının başlangıcı olmayan Allah (bk. s-l-ṭ; e-z-l) tasdik: doğruluğunu kabul etme, onaylama (bk. ṣ-d-ḳ) temâşâger: seyirci tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d) tevhid-i âmî ve zahirî: yüzeysel ve taklidî bir şekilde Allah’ın bir olduğuna inanma (bk. v-ḥ-d; ẓ-h-r) tevhid-i hakikî: araştırarak, delilleriyle Allah’ın birliğini kabul etme (bk. v-ḥ-d; ḥ-ḳ-ḳ) turra: padişahın mührü veya imzası ulûhiyet: ilâhlık (bk. e-l-h) vecih: şekil, tarz yakin: şüpheye yer bırakmayacak derecede kesinlik (bk. y-ḳ-n) zikretmek: belirtmek |
izzetini, Rububiyetin haşmetini izhar içindir, tâ umur-u hasise ile kudretin mübaşereti görünmesin. Acz-âlûd, fakr-pîşe olan insanî bir sultan gibi, acz ve ihtiyaç için memurları şerik-i saltanat ittihaz etmiş değildir.
Demek esbab vaz edilmiş, tâ aklın nazar-ı zahirîsine karşı kudretin izzeti muhafaza edilsin. Zira, âyinenin iki vechi gibi, herşeyin bir mülk ciheti var ki, âyinenin mülevven yüzüne benzer; muhtelif renklere ve hâlâta medar olabilir. Biri melekût’tur ki, âyinenin parlak yüzüne benzer. Mülk ve zahir vechinde, kudret-i Samedâniyenin izzetine ve kemâline münâfi hâlât vardır. Esbab, o hâlâta hem merci, hem medar olmak için vaz edilmişler. Fakat melekûtiyet ve hakikat cânibinde herşey şeffaftır, güzeldir, kudretin bizzat mübaşeretine münasiptir, izzetine münâfi değildir. Onun için, esbab sırf zahirîdir; melekûtiyette ve hakikatte tesir-i hakikîleri yoktur.
Hem esbab-ı zahiriyenin diğer bir hikmeti şudur ki: Haksız şekvâları ve bâtıl itirazları Âdil-i Mutlaka tevcih etmemek için, o şekvâlara, o itirazlara hedef olacak esbab vaz edilmiştir. Çünkü kusur onlardan çıkıyor ve onların kabiliyetsizliğinden ileri geliyor.
Bu sırra bir misal-i lâtif suretinde bir temsil-i mânevî rivâyet ediliyor ki:
Hazret-i Azrail aleyhisselâm, Cenâb-ı Hakka demiş ki: “Kabz-ı ervah vazifesinde Senin ibâdın benden şekvâ edecekler, küsecekler.”
Cenâb-ı Hak, lisan-ı hikmetle ona demiş ki: “Seninle ibâdımın ortasında musibetler, hastalıklar perdesini bırakacağım—tâ şekvâları onlara gidip senden küsmesinler.”
İşte, bak: Nasıl hastalıklar perdedir; ecelde tevehhüm olunan fenalıklara mercidirler. Ve kabz-ı ervahta hakikat olarak olan hikmet ve güzellik, Azrail aleyhisselâmın vazifesine mütealliktir. Öyle de, Hazret-i Azrail dahi bir perdedir. Kabz-ı ervahta zahiren merhametsiz görünen ve rahmetin kemâline münasip düşmeyen bazı hâlâta merci olmak için, o memuriyete bir nâzır ve kudret-i İlâhiyeye bir perdedir.
Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab, perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden.
acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z) acz-âlûd: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z) Âdil-i Mutlak: sınırsız adâlet sahibi Allah (bk. a-d-l; ṭ-l-ḳ) Aleyhisselâm: Allah’ın selamı onun üzerine olsun (bk. s-l-m) âyine: ayna azamet: büyüklük (bk. a-ẓ-m) bâtıl: gerçek dışı, boş cânib: taraf, yön celâl: haşmet, görkem (bk. c-l-l) Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan, şeref sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) ecel: ölüm zamanı esbab: sebepler (bk. s-b-b) esbab-ı zahiriye: görünürdeki sebepler (bk. s-b-b; ẓ-h-r) fakr-pîşe: fakirlik, muhtaçlık (bk. f-ḳ-r) fenalık: kötülük (bk. f-n-y) hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hâlât: durumlar, haller Hazret-i Azrail: ölüm meleği, ruhları kabzetmekle görevli melek (bk. bilgiler) hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) | ibâd: kullar (bk. a-b-d) ittihaz etmek: edinmek izhar: gösterme (bk. ẓ-h-r) izzet: şeref, yücelik (bk. a-z-z) kabz-ı ervah: ruhları teslim alma (bk. r-v-ḥ) kemâl: kusursuzluk, mükemmellik (bk. k-m-l) kudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarı (bk. ḳ-d-r) kudret-i İlâhiye: Allah’ın güç ve iktidarı (bk. ḳ-d-r; e-l-h) kudret-i Samedâniye: hiçbir şeye muhtaç olmayan ve herşey Kendisine muhtaç olan Allah’ın sınırsız güç ve iktidarı (bk. ḳ-d-r; ṣ-m-d) lisan-ı hikmet: hikmet dili (bk. ḥ-k-m) medar: sebep, vesile melekût: iç yüzü (bk. m-l-k) merci: kaynak, başvurulacak yer misal-i lâtif: güzel ve hoş bir örnek, suret, şekil (bk. m-s̱-l; l-ṭ-f) mübaşeret: temas muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ) muhtelif: çeşitli mülevven: renkli mülk ciheti: dış yüzü (bk. m-l-k) münâfi: zıt, aykırı münasip: uygun (bk. n-s-b) | musibet: belâ, dert, felâket müteallik: ilgili, ait nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r) nazar-ı zahirî: dışa dönük bakış (bk. n-ẓ-r; ẓ-h-r) nâzır: gözlemci (bk. n-ẓ-r) perdedâr-ı dest-i kudret: Allah’ın kudret elinin önünde perde (bk. ḳ-d-r) rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m) Rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b) şeffaf: saydam, parlak şekvâ: şikâyet şerik-i saltanat: saltanata ortak (bk. s-l-ṭ) temsil-i mânevî: mânevi örnek, benzetme (bk. a-n-y) tesir-i hakikî: gerçek tesir (bk. ḥ-ḳ-ḳ) tevcih etme: yöneltme tevehhüm olunmak: zannedilmek tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d) umur-u hasise: alçak ve değersiz işler vaz edilmek: konulmak vech: taraf zahir: görünen (bk. ẓ-h-r) zahiren: dış görünüş itibariyle (bk. ẓ-h-r) zahirî: dışa dönük (bk. ẓ-h-r) |
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime BİRİNCİ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
http://www.erisale.com/#content.tr.1.389
https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/ikinci-makam/389
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
CUMARTESİ DERSLERİ
- İşte, bak: Yukarıdan inen ve herkes ona hayretinden veya hürmetinden kemâl-i dikkatle bakan, şu nuranî fermana bak. – Cumartersi Dersleri 22. 12.
- O zat o kadar parlak bir burhan-ı tevhiddir ki, zeminin baştan başa yüzünü ve zamanın geçmiş ve gelecek iki yüzünü ışıklandırmış, küfür ve dalâlet zulümâtını dağıtmıştır. -Cumartesi Dersleri 22. 11.
- Nasıl ki bir ırmağın kabarcıkları gidiyor; arkasından gelen kabarcıklar, gidenler gibi parladığından anlaşılıyor ki, onları parlattıran, daimî ve yüksek bir ışık sahibidir. – Cumartesi Dersleri 22. 10.
- Eğer o ağacın meyveleri ayrı ayrı merkeze ve köke, ayrı ayrı kanunla raptedilse, herbir meyve bütün ağaç kadar müşkülâtlı olur. – Cumartesi Dersleri 22. 9.
- Demek o maddeler – hava, su, ziya (ışık), toprak – kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur. – Cumartesi Dersleri 22. 8.
- Şu saray-ı acibin ustasına, yani şu garip âlemin sahibine herşey musahhardır. Herşey onun hesabına çalışır. Herşey ona bir emirber nefer hükmündedir. Herşey Onun kuvvetiyle döner. Herşey Onun emriyle hareket eder. – Cumartesi Dersleri 22. 7.
- Hem öyle sehâvetperverâne sofralar kuruyor ki, bütün bu memleketin halklarına, hayvanlarına, herbir taifesine has ve lâyık, belki herbir ferdine mahsus ismiyle ve resmiyle bir tabla-i nimet veriliyor. – Cumartesi Dersleri 22. 6.
- Madem bir harf, kâtibini göstermeksizin olmaz. San’atlı bir nakış, nakkaşını bildirmemek olmaz. Nasıl olur ki, bir harfte koca bir kitabı yazan, bir nakışta bin nakşı nakşeden nakkaş, kendi kitabıyla ve nakşıyla bilinmesin? – Cumartesi Dersleri 22. 5.
- Bir köyde iki müdür, bir şehirde iki vali, bir memlekette iki padişah bulunsa, karıştırır. Nerede kaldı, hadsiz hâkim-i mutlak beraber bulunsun! – Cumartesi Dersleri – 22. 4.
- “Biz öyle bir zâtın san’atıyız ki, bütün bu âlemimizi, bizi yaptığı ve suhuletle icad ettiği gibi kolaylıkla yapabilir bir zattır.” – Cumartesi Dersleri 22. 3.
- Hem de bak, bu demiri, toprağı, suyu, kömürü, bakırı, gümüşü, altını gaybî avucuna aldı, bir et parçası yaptı. Bak, gör! – Cumartesi Dersleri 22. 2.
- Bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibi şu memleketin tek bir ustası vardır. – Cumartesi Dersleri 22. 1.
Ders Dünyası - WORLD OF COURSES sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
“Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab, perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden. – Cumartesi Dersleri 22. 13.” için 10 yanıt