Cumartesi Derslerinde bu hafta:
“Kur’ân-ı Kerîm öyle bir mâide-i semâviyedir ki, binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukul ve kulûb ve ervah, o sofradan gıdalarını buluyorlar, müştehiyâtını alıyorlar, arzuları yerine gelir. Hattâ pek çok kapıları kapalı kalıp istikbalde geleceklere bırakılmıştır.”
konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURET – BEŞİNCİ NOKTA.

KISA VİDEO
UZUN VİDEO
SHORTS
Yirmi Beşinci Söz
Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi
Birinci Şule
BİRİNCİ ŞUA
İKİNCİ SURET:
BEŞİNCİ NOKTA:
…
Amma ifham ve talimdeki beyanat-ı Kur’âniye o kadar harikadır, o derece letafetli ve selâsetlidir; en basit bir âmi, en derin bir hakikati onun beyanından kolayca tefehhüm eder. Evet, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan çok hakaik-i gàmızayı, nazar-ı umumîyi okşayacak, hiss-i âmmeyi rencide etmeyecek, fikr-i avâmı taciz edip yormayacak bir surette, basitâne ve zahirâne söylüyor, ders veriyor. Nasıl bir çocukla konuşulsa, çocukça tabirat istimal edilir. Öyle de,
تَنَزُّلاٰتٌ اِلٰهِيَّةٌ اِلٰى عُقُولِ الْبَشَرِ 2
denilen mütekellim üslûbunda muhatabın
Dipnot-2
Cenâb-ı Hakkın kullarının anlayış seviyesine göre konuşması.
âmi: cahil âyât: ayetler basitâne: basitçe beyan: açıklama (bk. b-y-n) beyanat-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın açıklamaları (bk. b-y-n) cevher-i beyanî: beyâna dair cevher (bk. b-y-n) esbabperest: sebeplere tapan (bk. s-b-b) fikr-i avâm: halkın düşüncesi (bk. f-k-r) hakaik-i gàmıza: derin hakikatler (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) herc ü merc: karışıklık, dağınıklık hilâf-ı akıl ve hikmet: akla ve hikmete aykırı (bk. ḥ-k-m) hiss-i âmme: genelin duygusu icmâlen: özetle, kısaca (bk. c-m-l) ifham: (he ile) anlatma ilzam: susturma, mağlup etme insicam: düzgünlük, uyumluluk, pürüzsüz olma insicam-ı ecmel: çok güzel uyumluluk, hiç pürüzü olmama (bk. c-m-l) | intizam: düzen, tertip (bk. n-ẓ-m) intizam-ı ekmel: çok mükemmel düzenlilik (bk. n-ẓ-m; k-m-l) istiğna: ihtiyaç duymama (bk. ğ-n-y) istimal: kullanma kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n) letafetli: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f) mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z) muâraza: sözle mücadele münâfi-i his ve bedâhet: duygu ve açıklığa zıt mütekellim: konuşan (bk. k-l-m) nazar-ı umumî: umumun bakışı (bk. n-ẓ-r) nevi: çeşit, tür nokta-i istinad: dayanak noktası (bk. s-n-d) | rencide etmek: incitmek sanemperest: puta tapan selâset: sözün akıcı olma hali; ifadedeki âhenk, açıklık, kolaylık ve akıcılık (bk. s-l-s) semâvat: gökler (bk. s-m-v) silsile-i hakaik: gerçekler zinciri (bk. ḥ-ḳ-ḳ) suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r) şirk: ortak tabirat: tabirler, ifadeler (bk. a-b-r) taciz: rahatsız etme, sıkıntı verme tahayyül: hayal etme (bk. ḫ-y-l) talim: öğretme (bk. a-l-m) tefehhüm etmek: anlamak tekzip: yalanlama tezkir: hatırlatma ulûhiyet: ilâhlık (bk. e-l-h) zahirâne: açıkça (bk. ẓ-h-r) zir ü zeber: darmadağınık, alt üst |
derecesine sözüyle nüzul edip öyle konuşan esâlib-i Kur’âniye, en mütebahhir hükemanın fikirleriyle yetişemediği hakaik-i gàmıza-ı İlâhiye ve esrar-ı Rabbâniyeyi müteşabihat suretinde bir kısım teşbihat ve temsilâtla en ümmî bir âmiye ifham eder. Meselâ
اَلرَّحْمٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى 1
bir temsil ile, rububiyet-i İlâhiyeyi saltanat misalinde; ve âlemin tedbirinde mertebe-i rububiyetini, bir sultanın taht-ı saltanatında durup icra-yı hükûmet ettiği gibi bir misalde gösteriyor.
Evet, Kur’ân, bu kâinat Hâlık-ı Zülcelâlinin kelâmı olarak rububiyetinin mertebe-i âzamından çıkarak, umum mertebeler üstüne gelerek, o mertebelere çıkanları irşad ederek, yetmiş bin perdelerden geçerek, o perdelere bakıp tenvir ederek, fehim ve zekâca muhtelif binler tabaka muhataplara feyzini dağıtıp ve nurunu neşrederek, kabiliyetçe ayrı ayrı asırlar, karnlar üzerinde yaşamış ve bu kadar mebzuliyetle mânâlarını ortaya saçmış olduğu halde, kemâl-i şebâbetinden, gençliğinden zerre kadar zayi etmeyerek, gayet taravette, nihayet letafette kalarak, gayet suhuletli bir tarzda, sehl-i mümteni bir surette, her âmiye anlayışlı ders verdiği gibi, aynı derste, aynı sözlerle, fehimleri muhtelif ve dereceleri mütebayin pek çok tabakalara dahi ders verip ikna eden, işbâ eden bir kitab-ı mu’ciznümânın hangi tarafına dikkat edilse, elbette bir lem’a-i i’câz görülebilir.
Elhasıl: Nasıl Elhamdü lillâh gibi bir lâfz-ı Kur’ânî okunduğu zaman, dağın kulağı olan mağarasını doldurduğu gibi, aynı lafız, sineğin küçücük kulakçığına da tamamen yerleşir. Aynen öyle de, Kur’ân’ın mânâları, dağ gibi akılları işbâ ettiği gibi, sinek gibi küçücük, basit akılları dahi aynı sözlerle talim eder, tatmin eder. Zira Kur’ân bütün ins ve cinnin bütün tabakalarını imana davet eder. Hem
Dipnot-1
“O Rahmân ki, hükümranlığı Arşı kaplamıştır.” Tâhâ Sûresi, 20:5.
âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m) âmi: cahil Elhamdü lillâh: hamd ve övgü Allah’a mahsustur (bk. ḥ-m-d) elhasıl: özetle, sonuç olarak esâlib-i Kur’âniye: Kur’ân’ın üslûpları esrar-ı Rabbâniye: Rabbânî sırlar (bk. r-b-b) fehim: anlayış, kavrayış feyz: ilim, irfan (bk. f-y-ḍ) hakaik-i gàmıza-i İlâhiye: Allah’ın Kur’ân’da açıkladığı derin hakikatler (bk. ḥ-ḳ-ḳ; e-l-h) Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi, herşeyi yoktan yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l) hükema: âlimler, filozoflar (bk. ḥ-k-m) icra-yı hükûmet: yönetmek, idare etmek (bk. ḥ-k-m) ifham: anlatma, öğretme ins ve cin: insanlar ve cinler irşad: doğru yolu gösterme (bk. r-ş-d) işbâ: doyurma kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) karn: asır, çağ | kelâm: söz (bk. k-l-m) kemâl-i şebâbet: mükemmel derecedeki gençlik (bk. k-m-l) kitab-ı mu’ciznümâ: mu’cize gösteren kitap (bk. k-t-b; a-c-z) lâfız: söz, kelime lafz-ı Kur’ânî: Kur’ân’ın lafzı lem’a-i i’câz: mu’cizelik parıltısı (bk. a-c-z) letafet: güzellik, hoşluk (bk. l-ṭ-f) mânâ: anlam (bk. a-n-y) mebzuliyet: bolluk mertebe-i âzam: en büyük mertebe (bk. a-ẓ-m) mertebe-i rububiyet: rububiyetin mertebesi (bk. r-b-b) muhtelif: çeşitli mütebahhir: ilmi derin olan mütebayin: ayrı ayrı müteşabihat: metnin kelimelerinden çıkartılan dış anlam değil de, başka mânâya gelen âyetler neşretmek: yaymak nihayet: son derece nüzul etmek: inmek (bk. n-z-l) rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b) | rububiyet-i İlâhiye: Allah’ın terbiye ve idarece ediciliği (bk. r-b-b; e-l-h) sehl-i mümteni: imkânsız birşeyi kolayca ifade etme suhuletli: kolay tabaka: sınıf taht-ı saltanat: egemenlik tahtı (bk. s-l-ṭ) talim: öğretme, eğitme (bk. a-l-m) taravet: tazelik tatmin etmek: ikna etmek tedbir: idare etme (bk. d-b-r) temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l) temsilât: kıyaslama tarzında benzetmeler, analoji (bk. m-s̱-l) tenvir: aydınlatma (bk. n-v-r) teşbihat: benzetmeler umum: bütün ümmî: tahsil görmemiş, okuma yazma bilmeyen zayi etmek: kaybetmek zerre: atom, en küçük parça |
umumuna imanın ulûmunu talim eder, ispat eder. Öyle ise, avâmın en ümmîsi, havassın en ehassına omuz omuza, diz dize verip beraber ders-i Kur’ânîyi dinleyip istifade edecekler. Demek Kur’ân-ı Kerîm öyle bir mâide-i semâviyedir ki, binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukul ve kulûb ve ervah, o sofradan gıdalarını buluyorlar, müştehiyâtını alıyorlar, arzuları yerine gelir. Hattâ pek çok kapıları kapalı kalıp istikbalde geleceklere bırakılmıştır.
Şu makama misal istersen, bütün Kur’ân baştan nihayete kadar bu makamın misalleridir. Evet, bütün müçtehidîn ve sıddıkîn ve hükema-i İslâmiye ve muhakkıkîn ve ulema-i usulü’l-fıkıh ve mütekellimîn ve evliya-i ârifîn ve aktâb-ı âşıkîn ve müdakkikîn-i ulema ve avâm-ı Müslimin gibi Kur’ân’ın tilmizleri ve dersini dinleyenleri müttefikan diyorlar ki, “Dersimizi güzelce anlıyoruz.” Elhasıl, sair makamlar gibi, ifham ve talim makamında dahi Kur’ân’ın lemeât-ı i’câzı parlıyor.
aktâb-ı âşıkin: Allah’a âşık tarikat şeyhleri, kutupları âşikâre: açıkça avâm: halk avâm-ı Müslimin: Müslüman halk kesimi (bk. s-l-m) câmiiyet: kapsamlılık, genişlik (bk. c-m-a) câmiiyet-i harikulâde: olağanüstü câmiiyet, mânâ ve özellikçe kapsamlılık (bk. c-m-a) ders-i Kur’âniye: Kur’ân dersi efkâr: fikirler, düşünceler (bk. f-k-r) ehass: en seçkin, en bilgili elfâz-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın lâfızları elhasıl: özetle ervah: ruhlar (bk. r-v-ḥ) evliya-i ârifin: Allah’ı hakkıyla bilen evliyâlar (bk. v-l-y; a-r-f) evvelki: önceki hadis: Peygamberimize ait veya onun onayladığı söz, emir veya davranış (bk. ḥ-d-s̱) | havass: seçkinler, okumuşlar, bilginler hükema-i İslâmiye: büyük İslâm filozofları (bk. ḥ-k-m; s-l-m) ifham: anlatma, öğretme istifade: faydalanma istikbal: gelecek zaman kelâm: ifade, söz (bk. k-l-m) kulûb: kalbler lâfz: ifade, söz lem’a: parıltı lemeât-ı i’câz: mu’cizelik parıltıları (bk. a-c-z) maide-i semaviye: semâvî sofra (bk. s-m-v) makam: mevki, derece muhakkıkîn: gerçekleri araştıran, hakikatleri delilleriyle bilen âlimler (bk. ḥ-ḳ-ḳ) müçtehidîn: âyet ve hadislerden hüküm çıkaran büyük İslâm âlimleri (bk. c-h-d) müdakkikîn-i ulema: gerçekleri inceden inceye araştıran âlimler (bk. a-l-m) | müştehiyât: hoşa giden lezzetli şeyler müttefikan: ittifakla, fikir birliğiyle nihayet: son sair: diğer sıddıkîn: daima doğruluk üzere ve Allah’a ve peygambere sadakatte en ileride olanlar (bk. ṣ-d-ḳ) sükût: sessiz kalma, susma şua: parıltı talim: öğretme, eğitme (bk. a-l-m) tarz: şekil, biçim tilmiz: öğrenci, talebe ukul: akıllar ulema-i usulü’l-fıkıh ve mütekellimîn: kelâm ve fıkıh usulü âlimleri (bk. a-l-m; k-l-m) ulûm: ilimler (bk. a-l-m) umum: bütün, genel ümmî: okuma yazma bilmeyen, tahsil görmemiş vaz edilmek: konulmak vücuh: vecihler, yönler zikrolunmak: belirtilmek, anılmak |
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURET – BEŞİNCİ NOKTA, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
http://www.erisale.com/#content.tr.1.522
https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/522
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
CUMARTESİ DERSLERİ
- “Yoksa sana bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Fakat o kâfirler tuzağa düşecek olanların tâ kendileridir.” Tûr Sûresi, 52:42. Veyahut, fıtratları bozulmuş, vicdanları çürümüş şarlatan münafıklar, dessas zındıklar gibi, ellerine geçmeyen hidayetten halkları aldatıp çevirmek, hile edip döndürmek mi istiyorlar ki, sana karşı kâh kâhin, kâh mecnun, kâh sâhir deyip, kendileri dahi inanmadıkları halde başkalarını inandırmak mı istiyorlar? – Cumartesi Dersleri 25. 1. 11.
- Ey ins ve cin! Eğer Kur’ân kelâm-ı İlâhî olduğunda şüpheniz varsa, bir beşer kelâmı olduğunu tevehhüm ediyorsanız, haydi, işte meydan, geliniz! Siz dahi ona Muhammedü’l-Emin dediğiniz zat gibi okumak yazmak bilmez, kıraat ve kitabet görmemiş bir ümmîden bu Kur’ân gibi bir kitap getiriniz, yaptırınız. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 10.
- Evet, tergib ve terhib, medih ve zem, ispat ve irşad, ifham ve ifhâm gibi bütün aksâm-ı kelâmiyede ve tabakat-ı hitabiyede beyânât-ı Kur’âniye en yüksek mertebededir. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 8.
- Kur’ân, kulûbe kut ve gıda ve ukûle kuvvet ve gınâ ve ruha mâ ve ziya ve nüfusa devâ ve şifa olduğundan usandırmaz. Hergün ekmek yeriz, usanmayız. Fakat en güzel bir meyveyi hergün yesek, usandıracak. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 7.
- Evet, Kur’ân’ın üslûpları hem gariptir, hem bedîdir, hem aciptir, hem muknidir. Hiçbir şeyi, hiçbir kimseyi taklit etmemiş; hiç kimse de onu taklit edemiyor. Nasıl gelmiş, öyle o üslûplar tarâvetini, gençliğini, garâbetini daima muhafaza etmiş ve ediyor. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 6.
Ders Dünyası - WORLD OF COURSES sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
“Kur’ân-ı Kerîm öyle bir mâide-i semâviyedir ki, binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukul ve kulûb ve ervah, o sofradan gıdalarını buluyorlar, müştehiyâtını alıyorlar, arzuları yerine gelir. Hattâ pek çok kapıları kapalı kalıp istikbalde geleceklere bırakılmıştır. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 12.” için 3 yanıt