11. 2. On Birinci Söz Hakikatin Yüzü 1 – Cumartesi Dersleri 11. 2.


On Birinci Söz Hakikatin Yüzleri 1

Ey arkadaş, hikâye burada bitti.

Eğer şu temsilin sırrını anladınsa, bak, hakikatin yüzünü de gör.

İşte o saray şu âlemdir ki, tavanı, tebessüm eden yıldızlarla tenvir edilmiş gökyüzüdür. Tabanı ise, şarktan garba gûnâgûn çiçeklerle süslendirilmiş yeryüzüdür. O melik ise, ezel-ebed sultanı olan bir Zât-ı Mukaddestir ki, yedi kat semâvât ve arz ve içlerinde olan herşey, kendilerine mahsus lisanlarla o Zâtı takdis


ahali: halk
âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m)
arz: yer
bekà: devamlılık, kalıcılık (bk. b-ḳ-y)
beyhude: sonuçsuz, boşuna
bina etmek: yapmak, inşa etmek
dâi: var olmasına sebep olan
daimi: sürekli
düstur: kural, prensip
ezel-ebed sultanı: başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı sürekli devam eden sultan (bk. e-z-l; e-b-d; s-l-ṭ)
garb: batı
gûnâgûn: türlü türlü, renk renk
güruh: grup
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâkim-i zîşan: şanı yüce hükümdar (bk. ḥ-k-m; ẕi)
husul: meydana gelme
ihzar edilen: hazırlanan (bk. ḥ-ḍ-r)
ikazât: uyarılar
iksir: ilaç
iltifat: yönelme, değer verme
irşâdât: nasihatler, doğru yolu gösteren sözler (bk. r-ş-d)
istimâ: dinleme
kasr: saray, köşk
lisan: dil
mağlup olmak: yenilmek
mahsus: özel
maksat: gaye, istenilen şey (bk. ḳ-ṣ-d)
mânâ: anlam (bk. a-n-y)
mehâsin: güzellikler (bk. ḥ-s-n)
melik: hükümdar, sultan (bk. m-l-k)
melik-i zîşan: şanı yüce hükümdar (bk. m-l-k; ẕi)
mezkûr: adı geçen
muallim: öğretmen (bk. a-l-m)
münasip: uygun (bk. n-s-b)
mütevakkıf: bağlı
nefis: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)
nutuk: konuşma
saadet: mutluluk
şakirt: öğrenci
sâni-i zîşan: şanı yüce san’atkâr (bk. ṣ-n-a; ẕi)
şark: doğu
şayan: layık, yaraşır
semavat: gökler (bk. s-m-v)
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
taam: yiyecek
takdis: Allah’ı her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce tutma (bk. ḳ-d-s)
talimat: emirler (bk. a-l-m)
tebdil ve tahvil: değiştirme ve başka hale dönüştürme
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
tenvir edilmek: ışıklandırılmak, aydınlatılmak (bk. n-v-r)
üstad: hoca, öğretmen
vücud: varlık (bk. v-c-d)
vücud-u kasr: köşkün, sarayın varlığı (bk. v-c-d)
vücud-u üstad: öğretmenin varlığı (bk. v-c-d)
Zât-ı Mukaddes: her türlü noksanlık ve çirkinlikten yüce olan Zât, Allah (bk. ḳ-d-s)

edip tesbih ediyorlar. Hem öyle bir Melik-i Kadîr ki, semâvât ve arzı altı günde yaratarak, Arş-ı Rububiyetinde durup, gece ve gündüzü, siyah ve beyaz iki hat gibi birbiri arkası sıra döndürüp kâinat sahifesinde âyâtını yazan ve güneş, ay, yıldızlar emrine musahhar, zîhaşmet ve zîkudret sahibidir.

O sarayın menzilleri ise, şu on sekiz bin âlemdir ki, herbirisi kendine lâyık bir tarzla tezyin ve tanzim edilmiştir. İşte, o sarayda gördüğün sanayi-i garibe ise, şu âlemde görünen kudret-i İlâhiyenin mucizeleridir. Ve o sarayda gördüğün taamlar ise, şu âlemde, hele yaz mevsiminde, hele Barla bahçelerinde rahmet-i İlâhiyenin semerât-ı harikalarına işarettir. Ve oradaki ocak ve matbah ise, burada kalbinde ateş olan arz ve sath-ı arzdır. Ve orada temsilde gördüğün gizli definelerin cevherleri ise, şu hakikatte esmâ-i kudsiye-i İlâhiyenin cilvelerine misaldir. Ve temsilde gördüğümüz nakışlar ve o nakışların remizleri ise, şu âlemi süslendiren muntazam masnuat ve mevzun nukuş-u kalem-i kudrettir ki, Kadîr-i Zülcelâlin esmâsına delâlet ederler. Ve o üstad ise, Seyyidimiz Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdır. Avânesi ise, enbiya aleyhimüsselâmdır. Ve şakirtleri ise evliya ve asfiyadır. O saraydaki hâkimin hizmetkârları ise, şu âlemde melâike aleyhimüsselâma işarettir. Temsilde seyir ve ziyafete davet edilen misafirler ise, şu dünya misafirhanesinde cin ve ins ve insanın hizmetkârları olan hayvanlara işarettir. Ve o iki fırka ise: Burada birisi ehl-i imandır ki, kitab-ı kâinatın âyâtının müfessiri olan Kur’ân-ı Hakîmin şakirtleridir. Diğer güruh ise, ehl-i küfür ve tuğyandır ki, nefis ve şeytana tabi olup yalnız hayat-ı dünyeviyeyi tanıyan, hayvan gibi, belki daha aşağı, sağır, dilsiz, dâllîn güruhudur.1


Dipnot-1

bk. Et-Taberî, Câmi’u’l-Beyân 1:63; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ 2:219.


âlem: dünya (bk. a-l-m)
aleyhimüsselâm: Allah’ın selâmı onların üzerine olsun (bk. s-l-m)
Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
Arş-ı Rububiyet: Allah’ın büyüklüğünün, hüküm ve egemenliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş; r-b-b)
arz: yer, dünya
asfiya: Hz. Peygamberin çizgisinde yaşayan ilim ve takvâ sahibi büyük zatlar (bk. ṣ-f-y)
avâne: yardımcılar
âyât: âyetler, deliller
Barla: (bk. bilgiler)
cevher: kıymetli taş
cilve: görüntü, yansıma (bk. c-l-y)
cin ve ins: cinler ve insanlar
dâllîn: doğru yoldan sapmış inançsız kimseler (bk. ḍ-l-l)
delâlet: delil olma, işaret etme
ehl-i iman: iman etmiş, inanmış kimseler (bk. e-m-n)
ehl-i küfür ve tuğyan: inkârcılar, inanmayanlar ve azgınlık ve taşkınlıkta çok ileri gidenler (bk. k-f-r; ṭ-ğ-y)
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
esmâ-i kudsiye-i İlâhiye: Allah’ın her türlü kusur ve noksandan yüce isimleri (bk. s-m-v; ḳ-d-s; e-l-h)
evliya: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)
fırka: grup
güruh: grup, topluluk
hâkim: hükmeden, idareci (bk. ḥ-k-m)
hat: çizgi
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y)
Kadîr-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeye gücü yeten Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kitab-ı kâinat: kâinat kitabı (bk. k-t-b; k-v-n)
kudret-i İlâhiye: Allah’ın güç ve kudreti (bk. ḳ-d-r; e-l-h)
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. s-n-a)
matbah: mutfak
melâike: melekler (bk. m-l-k)
Melik-i Kadîr: sonsuz güç ve kudret sahibi ve herşeyin sahibi olan Allah (bk. m-l-k; ḳ-d-r)
menzil: ev, oda (bk. n-z-l)
mevzun: ölçülü (bk. v-z-n)
misal: örnek (bk. m-s̱-l)
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
müfessir: tefsir edici, açıklayıcı, yorumlayıcı (bk. f-s-r)
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
musahhar: boyun eğen
nefis: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)
nukuş-u kalem-i kudret: Allah’ın kudret kaleminin işlemeleri (bk. n-ḳ-ş; ḳ-d-r)
rahmet-i İlâhiye: Allah’ın rahmeti, şefkati, merhameti (bk. r-ḥ-m; e-l-h)
remiz: işaret
şakirt: öğrenci, talebe
sanayi-i garibe: benzersiz, garip san’atlar (bk. ṣ-n-a)
sath-ı arz: yeryüzü
semavat: gökler (bk. s-m-v)
semerât-ı harika: harika meyveler
seyyid: efendi
taam: yiyecek
tabi olmak: uymak
tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
tesbih: Allah’ı, yüce şanına lâyık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
tezyin: süsleme (bk. z-y-n)
üstad: hoca, öğretmen
zîhaşmet: haşmetli, görkemli, heybetli (bk. ẕi)
zîkudret: kudretli, güçlü, kuvvetli (bk. ẕi; ḳ-d-r)

Birinci kafile olan süedâ ve ebrar ise, zülcenâheyn olan Üstadı dinlediler. O üstad hem abddir; ubûdiyet noktasında Rabbini tavsif ve tarif eder ki, Cenâb-ı Hakkın dergâhında ümmetinin elçisi hükmündedir. Hem resuldür; risalet noktasında Rabbinin ahkâmını Kur’ân vasıtasıyla cin ve inse tebliğ eder.

Şu bahtiyar cemaat, o Resulü dinleyip Kur’ân’a kulak verdiler. Kendilerini, envâ-ı ibâdâtın fihristesi olan namaz ile, birçok makamat-ı âliye içinde çok lâtif vazifelerle telebbüs etmiş gördüler. Evet, namazın mütenevvi ezkâr ve harekâtıyla işaret ettiği vezâifi, makamatı mufassalan gördüler. Şöyle ki:

Evvelen: Âsâra bakıp, gaibâne muamele suretinde, saltanat-ı Rububiyetin mehâsinine temâşâger makamında kendilerini gördüklerinden, tekbir ve tesbih vazifesini eda edip Allahu ekber dediler.

Saniyen: Esmâ-i kudsiye-i İlâhiyenin cilveleri olan bedâyiine ve parlak eserlerine dellâllık makamında görünmekle, Sübhanallah Velhamdülillâh diyerek takdis ve tahmid vazifesini ifa ettiler.

Salisen: Rahmet-i İlâhiyenin hazinelerinde iddihar edilen nimetlerini zâhir ve bâtın duygularla tadıp anlamak makamında şükür ve senâ vazifesini edaya başladılar.

Rabian: Esmâ-i İlâhiyenin definelerindeki cevherleri, mânevî cihazat mizanlarıyla tartıp bilmek makamında tenzih ve medih vazifesine başladılar.


abd: kul (bk. a-b-d)
ahkâm: hükümler (bk. ḥ-k-m)
Allahu ekber: “Allah en büyüktür” (bk. k-b-r)
âsâr: eserler
bahtiyar: talihli
bedâyi: harika özellikler (bk. b-d-a)
cemaat: topluluk (bk. c-m-a)
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
cevher: değerli şey
cihazat: duyular, donanımlar
cilve: yansıma, görünüm (bk. c-l-y)
cin ve ins: cinler ve insanlar
dellâl: ilan edici, duyurucu
dergâh: huzur, makam
ebrar: iyi insanlar
eda etmek: yerine getirmek
envâ-i ibâdât: çeşit çeşit ibadetler (bk. a-b-d)
esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)
esmâ-i kudsiye-i İlâhiye: Allah’ın her türlü kusur ve eksiklikten yüce isimleri (bk. s-m-v; ḳ-d-s; e-l-h)
evvelen: ilk olarak
ezkâr: zikirler
fihriste: özet
gaibâne muamele: yüz yüze olmadan, üçüncü şahıs olarak anmak
harekât: hareketler
iddihar edilen: depolanan, toplanan
ifa etmek: yerine getirmek
kafile: grup, topluluk
lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)
makamat: makamlar
makamat-ı âliye: yüce makamlar
medih: övme
mehâsin: güzellikler (bk. ḥ-s-n)
mizan: ölçü, terazi (bk. v-z-n)
mufassalan: ayrıntılı olarak
mütenevvi: çeşitli
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)
rabian: dördüncü olarak
rahmet-i İlâhiyenin hazineleri: Allah’ın rahmet hazineleri (bk. r-ḥ-m; e-l-h)
resul: elçi, peygamber (bk. r-s-l)
Resul: Peygamber (bk. r-s-l)
risalet: elçilik, peygamberlik (bk. r-s-l)
salisen: üçüncü olarak
saltanat-ı Rububiyet: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. s-l-ṭ; r-b-b)
saniyen: ikinci olarak
senâ: övme ve yüceltme
Sübhanallah Velhamdülillah: “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir; teşekkür ve övgü de Allah’a mahsustur” (bk. s-b-ḥ; ḥ-m-d)
süedâ: seyyidler, efendiler
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
tahmid: Allah’ı övme ve Ona teşekkürlerini sunma (bk. ḥ-m-d)
takdis: kutsama, Allah’ı her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce tutma (bk. ḳ-d-s)
tarif etmek: anlatmak, tanıtmak (bk. a-r-f)
tavsif: vasıflandırma, özelliklerini anlatma (bk. v-ṣ-f)
tebliğ: bildirme, ulaştırma (bk. b-l-ğ)
tekbir: Allah’ın herşeyden büyük olduğunu ifade etmek (bk. k-b-r)
telebbüs: giyinme
temâşâger: seyirci, gözlemci
tenzih: her türlü noksan ve çirkinliklerden arınmış tutma (bk. n-z-h)
tesbih: Allah’ı, yüce şanına lâyık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
ubûdiyet: kulluk, ibadet (bk. a-b-d)
ümmet: peygambere inanıp onun yolundan gidenler, mü’minler
vezâif: vazifeler, görevler
zâhir ve bâtın duygular: insanın maddî ve mânevî duyuları (bk. ẓ-h-r)
zülcenâheyn: iki kanatlı (burada Peygamberimizin hem halktan Hakka, hem de Haktan halka olan iki yönlü elçiliği kastedilmiştir)

Hamisen: Mistar-ı kader üstünde kalem-i kudretiyle yazılan mektubât-ı Rabbâniyeyi mütalâa makamında tefekkür ve istihsan vazifesine başladılar.

Sadisen: Eşyanın yaratılışında ve masnuatın san’atındaki lâtif incelik ve nazenin güzellikleri temâşâ ile tenzih makamında, Fâtır-ı Zülcelâl, Sâni-i Zülcemâllerine muhabbet ve iştiyak vazifesine girdiler.

Demek, kâinata ve âsâra bakıp, gaibâne muamele-i ubûdiyetle mezkûr makamatta mezkûr vezâifi eda ettikten sonra, Sâni-i Hakîmin dahi muamelesine ve ef’âline bakmak derecesine çıktılar ki, hazırâne bir muamele suretinde evvelâ Hâlık-ı Zülcelâlin kendi san’atının mucizeleriyle kendini zîşuura tanıttırmasına karşı hayret içinde bir marifet ile mukabele ederek سُبْحَانَكَ مَا عَرَفْنَاكَ حَقَّ مَعْرِفَتِكَ 1 dediler. “Senin tarif edicilerin, bütün masnuatındaki mu’cizelerindir.”

Sonra, o Rahmân’ın, kendi rahmetinin güzel meyveleriyle kendini sevdirmesine karşı, muhabbet ve aşk ile mukabele edip اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ 2 dediler.

Sonra, o Mün’im-i Hakikînin, tatlı nimetleriyle terahhum ve şefkatini göstermesine karşı, şükür ve hamd ile mukabele ettiler, dediler:

سُبْحَانَكَ وَبِحَمْدِكَ 3 “Senin hak şükrünü nasıl eda edebiliriz? Sen öyle şükre lâyık bir meşkûrsun ki, bütün kâinata serilmiş bütün ihsânâtın açık lisan-ı hâlleri,


Dipnot-1

“Ey Rabbimiz! Seni bütün noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Seni hakkıyla tanıyamadık.” El-Münâvî, Feyzu’l-Kadîr 2:410; Mer’î b. Yûsuf; Ekâvîlü’s-Sikât s. 45.

Dipnot-2

“Yalnız Sana ibadet eder ve yalnız Senden yardım dileriz.” Fâtiha Sûresi, 1:5.

Dipnot-3

Bu ifade pekçok hadiste geçmektedir: Müslim, salât 218; EbûDâvud, edeb 98; Nesâî, iftitâh 17; Müsned 6:77,151.


âsâr: eserler
eda etmek: yerine getirmek
ef’âl: fiiller, işler (bk. f-a-l)
eşya: varlıklar
evvelâ: ilk olarak
Fâtır-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi olan ve herşeyi benzersiz üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ẕü; c-l-l)
gaibâne: yüzyüze olmadan, gaybî olarak (bk. ğ-y-b)
hak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyin yaratıcısı olan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
hamd: övgü ve teşekkür (bk. ḥ-m-d)
hamisen: beşinci olarak
hazırâne muamele: yüz yüze, karşılıklı muamele
ihsânât: ihsanlar, ikramlar, bağışlar (bk. ḥ-s-n)
istihsan: beğenme, güzel bulma (bk. ḥ-s-n)
iştiyak: şiddetli arzu ve istek
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kalem-i kudret: varlıkların ve olayların düzenli olarak vücuda gelişinde bir kalem gibi eserini gösteren İlâhî güç (bk. ḳ-d-r)
lâtif: ince, güzel (bk. l-ṭ-f)
lisan-ı hâl: hal ve beden dili
makamat: makamlar, yerler
marifet: Allah’ı bilme ve tanıma (bk. a-r-f)
masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
mektubât-ı Rabbâniye: şuur sahiplerine hitap eden birer mektup gibi anlamlı şekilde yaratılmış varlıklar (bk. k-t-b; r-b-b)
meşkûr: kendisine şükredilen (bk. ş-k-r)
mezkûr: sözü geçen
mistar-ı kader: kader şablonu (bk. ḳ-d-r)
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
muamele-i ubûdiyet: kulluğa ait davranışlar (bk. a-b-d)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
mukabele etmek: karşılık vermek
Mün’im-i Hakikî: gerçek nimet verici olan Allah (bk. n-a-m; ḥ-ḳ-ḳ)
mütalâa: inceleme
nazenin: pek ince ve değerli
Rahmân: rahmet ve şefkati sınırsız olan Allah (bk. r-ḥ-m)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
sadisen: altıncı olarak
Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)
Sâni-i Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi olan ve herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-m-l)
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
tarif edici: tanıtıcı (bk. a-r-f)
tefekkür: düşünme (bk. f-k-r)
temâşâ: seyretme
tenzih: eksik ve çirkinliklerden arınmış tutma (bk. n-z-h)
terahhum: şefkat ve merhamet gösterme (bk. r-ḥ-m)
vezâif: görevler
zîşuur: şuurlu, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)

şükür ve senânızı okuyorlar. Hem, âlem çarşısında dizilmiş ve zeminin yüzüne serpilmiş bütün nimetlerin ilânâtıyla hamd ve medhinizi bildiriyorlar. Hem, rahmet ve nimetin manzum meyveleri ve mevzun yemişleri, Senin cûd ve keremine şehadet etmekle, Senin şükrünü enzâr-ı mahlûkat önünde ifa ederler.”

Sonra, şu kâinatın yüzlerinde değişen mevcudat âyinelerinde cemâl ve celâl ve kemâl ve kibriyâsının izharına karşı Allahu ekber deyip, tazim içinde bir aczle rükûa gidip, mahviyet içinde bir muhabbet ve hayretle secde edip mukabele ettiler.

Sonra, o Ganiyy-i Mutlakın, servetinin çokluğunu ve rahmetinin genişliğini göstermesine karşı, fakr ve hacetlerini izhar edip, dua edip, istemekle mukabele edip وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ 1 dediler.

Sonra, o Sâni-i Zülcelâlin, kendi san’atının lâtiflerini, harikalarını, antikalarını sergilerle teşhirgâh-ı enamda neşrine karşı, Maşaallah2 deyip takdir ederek, “Ne güzel yapılmış” deyip istihsan ederek, Bârekallah deyip müşahede etmek, Âmennâ deyip şehadet etmek, “Geliniz, bakınız,” hayran olarak Hayye ale’l-felâh deyip herkesi şahit tutmakla mukabele ettiler.

Hem o Sultan-ı Ezel ve Ebed, kâinatın aktârında kendi rububiyetinin saltanatını ilânına ve vahdâniyetinin izharına karşı, tevhid ve tasdik edip Semi’nâ ve eta’nâ3 diyerek itaat ve inkıyad ile mukabele ettiler.

Sonra, o Rabbü’l-Âlemînin ulûhiyetinin izharına karşı, zaaf içinde aczlerini,


Dipnot-1

“Yalnız senden yardım dileriz.” Fatiha Sûresi, 1:5.

Dipnot-2

bk. En’âm Sûresi, 6:128; A’râf Sûresi, 7:188.

Dipnot-3

bk. Mâide Sûresi, 5:7; Nûr Sûresi, 24:51.


acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
aktâr: bölgeler, taraflar
âlem: dünya (bk. a-l-m)
Allahu ekber: “Allah en büyüktür” (bk. k-b-r)
Âmennâ: “İman ettik” (bk. e-m-n)
âyine: ayna
Bârekallah: Allah mübarek etsin (bk. b-r-k)
celâl: haşmet (bk. c-l-l)
cemâl: güzellik (bk. c-m-l)
cûd: cömertlik (bk. c-v-d)
enzâr-ı mahlûkat önünde: bütün varlıkların gözü önünde (bk. n-ẓ-r; ḫ-l-ḳ)
fakr: fakirlik (bk. f-ḳ-r)
Ganiyy-i Mutlak: sınırsız zenginliğe sahip olan Allah (bk. ğ-n-y; ṭ-l-ḳ)
hacet: ihtiyaç (bk. ḥ-v-c)
hamd: teşekkür ve övgü (bk. ḥ-m-d)
Hayye ale’l-felâh: “Haydi kurtuluşa!”
ifa etmek: yerine getirmek
ilânât: duyurular
inkıyad: boyun eğme
istihsan: beğenme, güzel bulma (bk. ḥ-s-n)
izhar: ortaya çıkarma, gösterme (bk. ẓ-h-r)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kâinatın aktârı: kâinatın dört bir tarafı (bk. k-v-n)
kemâl: kusursuzluk, mükemmellik (bk. k-m-l)
kerem: lütuf, cömertlik, iyilik (bk. k-r-m)
kibriyâ: büyüklük (bk. k-b-r)
lâtif: ince, hoş (bk. l-ṭ-f)
mahviyet: alçakgönüllülük
manzum: düzenli (bk. n-ẓ-m)
Maşaallah: Allah ne güzel dilemiş ve yaratmış
medih: övgü, şükür
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mevzun: ölçülü (bk. v-z-n)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
mukabele: karşılık verme
müşahede etmek: gözlemlemek (bk. ş-h-d)
neşr: yayma
Rabbü’l-Âlemîn: bütün âlemlerin rabbi olan Allah (bk. r-b-b; a-l-m)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
rububiyet: Allah’ın bütün varlıklar üzerindeki malikiyet ve egemenliği, her varlığı yaratılış amacına hikmetle ulaştıran terbiyesi (bk. r-b-b)
rükûa gitmek: namazda eğilmek
saltanat: egemenlik (bk. s-l-ṭ)
Sâni-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
secde etmek: namazda yere kapanmak
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
Semi’nâ ve eta’nâ: “İşittik ve itaat ettik!” (bk. s-m-a)
senâ: övme, yüceltme
Sultan-ı Ezel ve Ebed: başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, Allah (bk. s-l-ṭ; e-z-l; e-b-d)
tasdik etmek: doğrulamak, onaylamak (bk. ṣ-d-ḳ)
tâzim: Allah’ın büyüklüğünü dile getirme (bk. a-ẓ-m)
teşhirgâh-ı enam: yaratılmışların sergi yeri
tevhid: Allah’ın birliğini kabul etme (bk. v-ḥ-d)
ulûhiyet: ibadete ve itaat edilmeye layık olma, ilâhlık (bk. e-l-h)
vahdâniyet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)
zaaf: zayıflık
zemin: yer

ihtiyaç içinde fakrlarını ilândan ibaret olan ubûdiyet ile ve ubûdiyetin hülâsası olan namaz ile mukabele ettiler.

Daha bunlar gibi gûnâgûn ubûdiyet vazifeleriyle şu dar-ı dünya denilen mescid-i kebîrinde farîze-i ömürlerini ve vazife-i hayatlarını eda edip ahsen-i takvim suretini aldılar.1 Bütün mahlûkat üstünde bir mertebeye çıktılar ki, yümn-ü iman ile emn ü emanet2 ile mücehhez, emin bir halife-i arz3 oldular. Ve şu meydan-ı tecrübe ve şu destgâh-ı imtihandan sonra, onların Rabb-i Kerîmi, onları, imanlarına mükâfat olarak saadet-i ebediyeye ve İslâmiyetlerine ücret olarak dârüsselâma davet ederek öyle bir ikram etti ve eder ki, hiç göz görmemiş ve kulak işitmemiş ve kalb-i beşere hutur etmemiş derecede4 parlak bir tarzda rahmetine mazhar etti ve onlara ebediyet ve bekà verdi.

Çünkü ebedî ve sermedî olan bir cemâlin seyirci müştâkı ve âyinedar âşıkı, elbette bâki kalıp ebede gidecektir. İşte Kur’ân şakirtlerinin akıbetleri böyledir. Cenâb-ı Hak bizleri onlardan eylesin. Âmin!

Amma, füccar ve eşrar olan diğer güruh ise, hadd-i bulûğ ile şu âlem sarayına girdikleri vakit, bütün vahdâniyetin delillerine karşı küfür ile mukabele edip ve bütün nimetlere karşı küfran ile mukabele ederek ve bütün mevcudatı kıymetsizlikle kâfirâne bir itham ile tahkir ettiler. Ve bütün esmâ-i İlâhiyenin tecelliyâtına karşı red ve inkâr ile mukabele ettiklerinden, az bir vakitte nihayetsiz bir cinayet işlediler, nihayetsiz bir azaba müstehak oldular.


Dipnot-1

bk. Tîn Sûresi, 95:4.

Dipnot-2

bk. Ahzâb Sûresi, 33:72.

Dipnot-3

bk. Bakara Sûresi, 2:30; Enâm Sûresi, 6:165; Yunus Sûresi, 10:14.

Dipnot-4

bk. Secde Sûresi, 32:17; Zuhruf Sûresi, 43:71; Buharî, Bed’ü’l-Halk 8; Tefsîru Sûre (32) 1, Tevhid35; Müslim, İmân 312, Cennet 2-5; Tirmizî, Cennet 15, Tefsîru Sûre (32) 2, (56) 1; İbni Mâce, Zühd 39; Dârimî, Rikak 98, 105; Müsned 2:313, 370, 407, 416, 438, 462, 466, 495, 506, 5:334.


ahsen-i takvim: insanın yaratılışının en güzel şekilde ve tam kıvamında olması (bk. ḥ-s-n)
âkıbet: son, netice
âlem: dünya (bk. a-l-m)
âmin: “Allahım kabul eyle” (bk. e-m-n)
âyinedar: ayna olan, yansıtan
bâki kalmak: kalıcı ve sürekli olmak (bk. b-ḳ-y)
bekà: süreklilik, devamlılık (bk. b-ḳ-y)
cemâl: güzellik (bk. c-m-l)
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
dar-ı dünya: dünya yurdu
dârüsselâm: esenlik yurdu, Cennet (bk. s-l-m)
destgâh-ı imtihan: sınav tezgahı
ebed/ebediyet: sonsuzluk (bk. e-b-d)
eda etmek: yerine getirmek
emin: güvenilir (bk. e-m-n)
emn ü emanet: emanetin güvenliği (bk. e-m-n)
esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)
eşrar: şerli ve kötü kimseler
fakr: fakirlik, ihtiyaç hali (bk. f-ḳ-r)
farîze-i ömür: ömür borcu
füccar: günahkârlar, açıktan günah işleyenler
gûnâgûn: türlü türlü, renk renk
güruh: grup, topluluk
hadd-i bulûğ: ergenlik çağı
halife-i arz: yeryüzünde Allah’ın emirlerini yerine getirip Onun namına tasarrufta bulunan ve varlıklar üzerinde Onun adına egemen olan insan (bk. ḫ-l-f)
hülâsa: özet, öz
hutur etmek: hatıra gelmek
inkâr: inanmama, reddetme (bk. n-k-r)
itham: suçlama
kâfirâne: kâfirce, inkâr ederek (bk. k-f-r)
kalb-i beşer: insan kalbi
küfran: nankörlük, inkâr (bk. k-f-r)
küfür: inkâr, inançsızlık (bk. k-f-r)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
mazhar etmek: eriştirmek (bk. ẓ-h-r)
mertebe: derece
mescid-i kebir: büyük mescid (bk. k-b-r)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
meydan-ı tecrübe: deneme alanı
mücehhez: cihazlanmış, donanmış
mukabele etmek: karşılık vermek
mükâfat: ödül
müştâk: düşkün, aşık
müstehak: hak etmiş, layık (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
nihayetsiz: sonsuz
Rabb-i Kerim: sonsuz ikram, ihsan ve iyilik sahibi, herşeyi idare ve terbiye eden Allah (bk. r-b-b; k-r-m)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)
şakirt: öğrenci, talebe
sermedî: sürekli, devamlı
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
tahkir etmek: hakaret etmek, aşağılamak
tecelliyât: görünümler, yansımalar, İlâhî isimlerin varlıklarda eserini göstermesi (bk. c-l-y)
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
vahdâniyet: Allah’ın bir ve tek oluşu (bk. v-ḥ-d)
vazife-i hayat: hayat görevi (bk. ḥ-y-y)
yümn-ü iman: inanmanın getirdiği bereket ve uğur (bk. e-m-n)

KAYNAK

Risale-i Nur Külliyatı’ndan, Sözler, On Birinci Söz, Söz Matbaacılık Yayıncılık Rek. Org. Hiz. San. ve Tic. Ltd. Şti. İSTANBUL

www.erisale.com internet sitesindeki Türkçe Risaleler Söz Basım Yayın’ın Mart 2012 tarihli birebir matbu basılmış halidir.

Yayın amacı Risale-i Nur Külliyatının web üzerinden yayınlanması olup sitenin herhangi bir ticari amacı yoktur.

Genel dağıtım: Nesil Basım Yayın

http://www.erisale.com/#content.tr.1.180

On Birinci Söz Hakikatin Yüzü 1 – Cumartesi Dersleri 11. 2.
On Birinci Söz Hakikatin Yüzü 1 – Cumartesi Dersleri 11. 2.

Feel free to comment. Yorum yapmaktan çekinmeyin.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.