Bu sayfada Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’nda yer alan ahirzaman alâmetler ve olayları hakkındaki hadislerin ve anlatımların yorumları yer almaktadır.
Yirmi Dördüncü Söz
ÜÇÜNCÜ DAL
Kıyamet alâmetlerinden ve âhirzaman vukuatından ve bazı a’mâlin fazilet ve sevaplarından bahseden ehâdis-i şerife güzelce anlaşılmadığından, akıllarına güvenen bir kısım ehl-i ilim, onların bir kısmına zayıf veya mevzu demişler. İmanı zayıf ve enâniyeti kavî bir kısım da inkâra kadar gitmişler. Şimdi tafsile girişmeyeceğiz. Yalnız “On İki Asıl”ı beyan ederiz.
BİRİNCİ ASIL:
Yirminci Sözün âhirindeki sual ve cevapta izah ettiğimiz meseledir. İcmâli şudur ki:
a’mâl: ameller, işler âhir: son (bk. e-ḫ-r) âhirzaman: dünya hayatının kıyamete yakın son devresi (bk. e-ḫ-r) alâmet: işaret Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m) âzam: en büyük (bk. a-ẓ-m) beyan: açıklama (bk. b-y-n) derecât-ı ârifîn: ariflerin dereceleri (bk. a-r-f) derece-i âzam: en büyük derece (bk. a-ẓ-m) ehâdis-i şerife: Peygamberimizin yüce sözleri (bk. ḥ-d-s̱) ehl-i ilim: ilim ehli, âlimler (bk. a-l-m) ehl-i velâyet: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y) ekmel: en mükemmel (bk. k-m-l) enâniyet: benlik, gurur erkân-ı imaniye: imanın esasları (bk. r-k-n; e-m-n) esmâ: isimler (bk. s-m-v) esrar: sırlar | fazilet: erdem, üstünlük (bk. f-ḍ-l) fevkinde: üstünde hadd: yetki hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikat-ı haşir ve kıyamet: kıyamet ve haşir gerçeği (bk. ḥ-ḳ-ḳ; ḥ-ş-r; ḳ-v-m) haşr-i âzam/haşir: en büyük haşir; öldükten sonra âhirette yeniden diriltilerek Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r; a-ẓ-m) hikmet-i irşad: olması gereken keyfiyette doğru yolu gösterme ve yaşatmanın gayesi (bk. ḥ-k-m; r-ş-d) icmâl: özet, kısaltılmış (bk. c-m-l) ihsas: hissettirme iktifa: yetinme iktiza: bir şeyin gereği inkâr: kabul etmeme, inanmama (bk. n-k-r) inkişaf: açığa çıkma (bk. k-ş-f) iptidaî: ilkel İsm-i Âzam: Cenâb-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı (bk. s-m-v; a-ẓ-m) | itminan-ı kalb: kalben tam kanaatle inanma kavî: kuvvetli kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m) kıyamet-i kübrâ: büyük kıyâmet, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m; k-b-r) marifetullah: Allah’ı tanıma ve bilme (bk. r-k-n; a-r-f) mazhar: görünme yeri (bk. ẓ-h-r) mertebe: derece mertebe-i uzma: en büyük mertebe (bk. a-ẓ-m) mevzu: uydurma hadis nazar: bakış (bk. n-ẓ-r) tafsil: ayrıntı tafsilât: ayrıntılar takat: güç, kuvvet tefavüt etmek: farklılık göstermek temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l) vukuat: olaylar zikretmek: bildirmek, hatırlatmak |
Din bir imtihandır, bir tecrübedir; ervâh-ı âliyeyi ervâh-ı sâfileden tefrik eder. Öyle ise, ileride herkese gözle görülecek vukuatı öyle bir tarzda bahsedecek ki, ne bütün bütün meçhul kalsın, ne de bedihî olup herkes ister istemez tasdike mecbur kalsın. Akla kapı açacak, ihtiyarı elinden almayacak. Zira, eğer tamamen bedâhet derecesinde bir alâmet-i kıyamet görülse, herkes tasdike muztar olsa, o vakit kömür gibi bir istidat, elmas gibi bir istidatla beraber kalır. Sırr-ı teklif ve netice-i imtihan zayi olur.
İşte, bunun için, Mehdî ve Süfyan meseleleri gibi çok meselelerde çok ihtilâf olmuş. Hem rivâyât dahi çok muhteliftir; birbirine zıt hükümler olmuş.
İKİNCİ ASIL:
Mesâil-i İslâmiyenin tabakatı vardır. Biri bir burhan-ı kat’î istese, diğeri bir zann-ı galibî ile iktifa eder, başkası yalnız bir kabul-u teslimi ve reddetmemek ister. Öyle ise, esâsât-ı imaniyeden olmayan mesâil-i fer’iye veya vukuat-ı zamaniyenin herbirinde bir iz’ân-ı yakîn ile bir burhan-ı kat’î istenilmez. Belki yalnız reddetmemek ve teslimiyetle ilişmemektir.
ÜÇÜNCÜ ASIL:
Zaman-ı Sahabede Benî İsrail ve Nesârâ ulemalarından çoğu İslâmiyete girdiler. Eski malûmatları dahi onlarla beraber Müslüman oldu; bazı hilâf-ı vaki malûmât-ı sâbıkaları, İslâmiyetin malı olarak tevehhüm edildi.
DÖRDÜNCÜ ASIL:
Ehâdis-i şerife râvilerinin bazı kavilleri veyahut istinbat ettikleri mânâları, metn-i hadisten telâkki ediliyordu. Halbuki, insan hatadan hâli olmadığı için, hilâf-ı vaki bazı istinbatları veya kavilleri hadis zannedilerek zaafına hükmedilmiş.
BEŞİNCİ ASIL:
اِنَّ فِى اُمَّتِى مُحَدَّثُونَ 1
yani
مُلْهَمُونَ 2
sırrınca, bazı ehl-i keşif ve ehl-i velâyet olan muhaddisîn-i muhaddesun ilhamlarıyla gelen bazı maânî, hadis telâkki edilmiş. Halbuki ilham-ı evliya, bazı ârızalarla hata olabilir. İşte, bu neviden bir kısım hilâf-ı hakikat çıkabilir.
Dipnot-1
“Ümmetimin içinde muhaddesûn vardır.” Buhari, Fadâilü’s-Sahâbe: 6, Enbiyâ: 54; Müslim, Fadâilü’s-Sahâbe: 23; Tirmizi, Menâkıb: 17; Müsned, 6:55; el-Kurtubî, el-Câmi’li Ahkâm’l-Kur’ân 13:174.
Dipnot-2
Kendilerine ilhâm olunan kimseler.
alâmet-i kıyamet: kıyâmet alâmeti, işareti (bk. ḳ-v-m) ârıza: aksama bedâhet: ap açıklık bedihî: açık, âşikar Benî İsrail: İsrailoğulları, Yahudiler burhan-ı kat’î: kesin delil ehâdis-i şerife: Peygamberimizin yüce sözleri (bk. ḥ-d-s̱) ehl-i keşif: maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözleme yeteneğine sahip insanlar (bk. k-ş-f) ehl-i velâyet: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y) ervâh-ı âliye: yüksek ruhlar (bk. r-v-ḥ) ervâh-ı sâfile: alçak ruhlar (bk. r-v-ḥ) esâsât-ı imaniye: imanın esasları (bk. e-m-n) hadis: Peygamberimize ait söz, emir veya davranış (bk. ḥ-d-s̱) hâli: uzak, boş hilâf-ı hakikat: gerçeğe aykırı (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hilâf-ı vaki: gerçeğe aykırı ihtilâf: uyuşmazlık, ayrılık ihtiyar: irade, seçme gücü (bk. ḫ-y-r) iktifa: yetinme ilham: Allah’tan kalbe gelen ve doğan mânâlar ilham-ı evliya: evliyanın kalbine doğan mânâ (bk. v-l-y) istidat: kabiliyet, meziyet (bk. a-d-d) istinbat: gizli bir mânâyı ortaya çıkarma | iz’ân-ı yakîn: kesin delile dayalı olan sağlam inanç (bk. y-ḳ-n) kabul-u teslim: teslimiyet ile kabul etmek (bk. s-l-m) kavil: söz, görüş maânî: mânâlar (bk. a-n-y) malûmat: bilgiler (bk. a-l-m) malûmat-ı sâbıka: geçmişteki bilgiler (bk. a-l-m) meçhul: bilinmeyen Mehdî: âhirzamanda gelip dini takviye edecek ve Müslümanların imanlarını yenileyecek olan zât (bk. h-d-y) mesâil-i fer’iye: teferruata dair olan meseleler (bk. m-s̱-l) mesâil-i İslâmiye: İslâmî meseleler (bk. s-l-m) metn-i hadis: hadisin metni, sözel kısım (bk. ḥ-d-s̱) muhaddisîn-i muhaddesun: Allah tarafından ilhama mazhar olan hadisçiler (bk. ḥ-d-s̱) muhtelif: değişik, çeşitli muztar: mecbur, çaresiz Nesârâ: Hıristiyanlar netice-i imtihan: imtihan neticesi nevi: tür, çeşit râvi: rivâyet eden, nakleden | rivâyât: Peygamberimizden duyulan şeylerin nakledilmesi sırr-ı teklif: sorumluluk ve imtihan sırrı Süfyan: âhirzamanda gelip İslâm dinini yıkmak için çalışacak olan dinsiz ve münafık şahıs tabakat: tabakalar tasdik: doğruluğunu kabul etme, onaylama (bk. ṣ-d-ḳ) tefrik: ayırma telâkki: kabul etme telâkki etmek: kabul etmek teslimiyet: bir görüşe, bir fikre teslim olma, onu kabul etme (bk. s-l-m) tevehhüm edilmek: sanılmak ulema: âlimler (bk. a-l-m) vukuat: olaylar vukuat-ı zamaniye: zamanın olayları zaaf: zayıflık zaman-ı Sahabe: Sahabelerin zamanı zann-ı galibî: üstün gelen kanaat zayi olmak: kaybolmak |
ALTINCI ASIL:
Beynennas iştihar bulmuş bazı hikâyeler bulunuyor ki, durub-u emsal hükmüne geçer, hakikî mânâsına bakılmaz. Ne maksat için sevk edilir, ona bakılır. İşte, bu neviden, beynennas teârüf etmiş bazı kıssa ve hikâyâtı, Resul-ü Ekrem aleyhissalâtü vesselâm bir maksad-ı irşadî için temsil ve kinaye nev’inden zikredivermiş. Şu nevi meselelerin mânâ-yı hakikîsinde kusur varsa, örf ve âdât-ı nâsa aittir ve teârüf ve tesâmu-u umumîye râcidir.
YEDİNCİ ASIL:
Pek çok teşbih ve temsiller bulunuyor ki, mürur-u zamanla veya ilmin elinden cehlin eline geçmesiyle hakikat-i maddiye telâkki ediliyor, hataya düşer. Meselâ, “Sevr” ve “Hut” isminde ve âlem-i misalde sevr ve hut timsalinde, berrî ve bahrî hayvânat nâzırlarından iki melâiketullah, adeta bir koca öküz ve cismanî bir balık zannedilerek hadîse ilişilmiş.
Hem meselâ, bir vakit huzur-u Nebevîde derin bir ses işitildi. Resul-ü Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ferman etti ki: “Bu gürültü, yetmiş senedir yuvarlanıp, tâ ancak bu dakika Cehennemin dibine düşen bir taşın gürültüsüdür.”1 İşte bu hadisi işiten, hakikate vasıl olmayan, inkâra sapar. Halbuki, yirmi dakika o hadisten sonra kat’iyen sabittir ki, biri geldi, Resul-ü Ekrem aleyhissalâtü vesselâma dedi ki: “Meşhur münafık yirmi dakika evvel öldü.” Yetmiş yaşına giren o münafık, Cehennemin bir taşı olarak, bütün müddet-i ömrü tedennîde, esfel-i sâfilîne, küfre sukuttan ibaret olduğunu, gayet beliğane bir surette, Resul-ü Ekrem aleyhissalâtü vesselâm beyan etmiştir. Cenâb-ı Hak, o vefat dakikasında o sesi işittirip ona alâmet etmiştir.
Dipnot-1
bk. Müslim, Cennet, 31; Müsned, 3:341, 346.
âdât-ı nâs: insanların adetleri alâmet: işaret âlem-i misal: bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem (bk. a-l-m; m-s̱-l) Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m) ârıza: aksama bahrî: denize ait beliğane: beliğ bir şekilde (bk. b-l-ğ) berrî: karaya ait beyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n) beynennas: insanlar arasında cehl: cahillik, bilgisizlik Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) cismanî: maddi yapısı olan durub-u emsal: atasözleri (bk. m-s̱-l) ehl-i velâyet: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y) esfel-i sâfilîn: aşağıların en aşağısı ferman etmek: buyurmak hadis: Peygamberimize ait söz, emir veya davranış (bk. ḥ-d-s̱) hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) | hakikat-i maddiye: maddî gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hayvânat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y) hikâyât: hikâyeler hilâf-ı hakikat: gerçeğe aykırı (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hut: büyük balık huzur-u Nebevî: Peygamberin huzuru, yanı (bk. ḥ-ḍ-r; n-b-e) ilham: Allah’tan kalbe gelen ve doğan mânâlar ilham-ı evliya: evliyanın kalbine doğan mânâ (bk. v-l-y) inkâr: kabul etmeme, inanmama (bk. n-k-r) iştihar: meşhur olma kat’iyen: kesinlikle kinaye: bir sözü üstü kapalı olarak ifade etme kıssa: ibretli hikâye küfür: inkar, inançsızlık (bk. k-f-r) maânî: mânâlar (bk. a-n-y) maksad-ı irşadî: yol gösterme gayesi (bk. ḳ-ṣ-d; r-ş-d) maksat: gaye (bk. ḳ-ṣ-d) mânâ-yı hakikî: gerçek mânâ (bk. a-n-y; ḥ-ḳ-ḳ) melâiketullah: Allah’ın melekleri (bk. m-l-k) müddet-i ömür: ömür süresi | muhaddisîn-i muhaddesun: Allah tarafından ilhama mazhar olan hadisçiler (bk. ḥ-d-s̱) münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kişi mürur-u zaman: zamanın geçmesi nâzır: gözlemci (bk. n-ẓ-r) nev’: tür nevi: tür, çeşit râci: ait Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m) sevr: öküz sukut: düşme, alçalma teârüf etmek: bilinmek (bk. a-r-f) tedennî: alçalma, gerileme telâkki: kabul etme telâkki etmek: kabul etmek temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l) tesâmu-u umumîye: genel duyuş, halkta oluşmuş yaygın kanaat (bk. s-m-a) teşbih: benzetme timsal: suret, görüntü (bk. m-s̱-l) vasıl olma: ulaşma, kavuşma zikretmek: bildirmek |
SEKİZİNCİ ASIL:
Cenâb-ı Hakîm-i Mutlak, şu dâr-ı tecrübe ve meydan-ı imtihanda, çok mühim şeyleri, kesretli eşya içinde saklıyor. O saklamakla, çok hikmetler, çok maslahatlar bağlıdır. Meselâ, Leyle-i Kadri umum Ramazan’da, saat-i icâbe-i duayı Cuma gününde, makbul velîsini insanlar içinde, eceli ömür içinde ve kıyametin vaktini ömr-ü dünya içinde saklamış.
Zira, ecel-i insan muayyen olsa, yarı ömrüne kadar gaflet-i mutlaka, yarıdan sonra darağacına adım adım gitmek gibi bir dehşet verecek. Halbuki, âhiret ve dünya muvazenesini muhafaza etmek ve her vakit havf ve recâ ortasında bulunmak maslahatı, iktiza eder ki, her dakika hem ölmek, hem yaşamak mümkün olsun. Şu halde, müphem tarzdaki yirmi sene müphem bir ömür, bin sene muayyen bir ömre müreccahtır.
İşte, kıyamet dahi, şu insan-ı ekber olan dünyanın ecelidir. Eğer vakti taayyün etseydi, bütün kurun-u ûlâ ve vustâ gaflet-i mutlakaya dalacak idiler ve kurun-u uhrâ dehşette kalacaktı. İnsan nasıl hayat-ı şahsiyesiyle, hanesinin ve köyünün bekàsıyla alâkadardır. Öyle de, hayat-ı içtimaiye ve nev’iyesiyle, küre-i arzın ve dünyanın yaşamasıyla alâkadardır. Kur’ân
اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ 1
der, “Kıyamet yakındır” ferman ediyor. Bin bu kadar sene geçtikten sonra gelmemesi, yakınlığına halel vermez. Zira kıyamet dünyanın ecelidir. Dünyanın ömrüne nisbeten bin veya iki bin sene, bir seneye nisbetle bir iki gün veya bir iki dakika gibidir. Saat-i kıyamet yalnız insaniyetin eceli değil ki, onun ömrüne nisbet edilip baîd görülsün. İşte bunun içindir ki, Hakîm-i Mutlak, kıyameti, Mugayyebât-ı Hamseden olarak ilminde saklıyor. İşte, bu ipham sırrındandır ki, her asır, hattâ asr-ı hakikatbîn olan Asr-ı Saadet dahi daima kıyametten korkmuşlar. Hattâ bazıları “Şerâiti hemen hemen çıkmış” demişler.
Dipnot-1
Kamer Sûresi, 54:1.
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r) alâkadar: alâkalı, ilgili asr-ı hakikatbîn: gerçeği gören asır (bk. ḥ-ḳ-ḳ) Asr-ı Saadet: Peygamberimizin yaşadığı dönem, mutluluk asrı baîd: uzak bekà: süreklilik, devamlılık (bk. b-ḳ-y) Cenâb-ı Hakîm-i Mutlak: sınırsız hikmet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-k-m; ṭ-l-ḳ) dâr-ı tecrübe: deneme yeri darağacı: idam sehpası dehşet: korku, ürküntü ecel: ölüm vakti ecel-i insan: insanın ölüm vakti ferman etmek: buyurmak gaflet-i mutlaka: sınırsız bir şekilde umursamazlık; âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l; ṭ-l-ḳ) Hakîm-i Mutlak: sınırsız hikmet sahibi olan Allah (bk. ḥ-k-m; ṭ-l-ḳ) | halel: zarar, eksiklik hane: evhavf: korku hayat-ı içtimaiye: toplum hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a) hayat-ı şahsiye: özel hayat (bk. ḥ-y-y) hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) iktiza: gerektirme insan-ı ekber: en büyük insan (bk. k-b-r) insaniyet: insanlık ipham: gizleme kesretli: çok (bk. k-s̱-r) kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m) küre-i arz: yeryüzü, dünya kurun-u uhrâ: yakın çağ (bk. e-ḫ-r) kurun-u ûlâ ve vusta: ilk ve orta çağ Leyle-i Kadr: Kadir gecesi (bk. ḳ-d-r) makbul: kabul görmüş; değer ve itibar sahibi maslahat: gaye, fayda (bk. ṣ-l-ḥ) | meydan-ı imtihan: sınav meydanı muayyen: belli Mugayyebât-ı Hamse: beş bilinmeyen şey (bk. ğ-y-b) muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ) mühim: önemli müphem: belirsiz müreccah: tercih edilme muvazene: denge nev’i: tür nisbet edilmek: bağ kurulmak (bk. n-s-b) nisbeten: kıyasla (bk. n-s-b) ömr-ü dünya: dünyanın ömrü recâ: ümit saat-i icâbe-i dua: duaların kabul edildiği saat (bk. c-v-b; d-a-v) saat-i kıyamet: kıyâmet vakti (bk. ḳ-v-m) şerâit: şartlar, belirtiler taayyün: belirlenme umum: bütün velî: Allah dostu (bk. v-l-y) zira: çünkü |
İşte bu hakikati bilmeyen insafsız insanlar derler ki: “Âhiretin tafsilâtını ders alan müteyakkız kalbli, keskin nazarlı olan Sahabelerin fikirleri, niçin bin sene hakikatten uzak olarak fikirleri düşmüş gibi, istikbal-i dünyevîde bin dört yüz sene sonra gelecek bir hakikati asırlarında karib zannetmişler?”
Elcevap: Çünkü, Sahabeler, feyz-i sohbet-i Nübüvvetten, herkesten ziyade dâr-ı âhireti düşünerek, dünyanın fenâsını bilerek, kıyametin ipham vaktindeki hikmet-i İlâhiyeyi anlayarak, ecel-i şahsî gibi dünyanın eceline karşı dahi daima muntazır bir vaziyet alarak, âhiretlerine ciddî çalışmışlar. Resul-ü Ekrem aleyhissalâtü vesselâm “Kıyameti bekleyiniz, intizar ediniz” tekrar etmesi, şu hikmetten ileri gelmiş bir irşad-ı Nebevîdir. Yoksa vuku-u muayyene dair bir vahyin hükmüyle değildir ki hakikatten uzak olsun. İllet ayrıdır, hikmet ayrıdır. İşte, Peygamber aleyhissalâtü vesselâmın bu nevi sözleri, hikmet-i iphamdan ileri geliyor.
Hem şu sırdandır ki, Mehdî, Süfyan gibi âhirzamanda gelecek eşhasları, çok zaman evvel, hattâ Tâbiîn zamanında onları beklemişler, yetişmek emelinde bulunmuşlar. Hattâ bazı ehl-i velâyet “Onlar geçmiş” demişler. İşte bu da, kıyamet gibi, hikmet-i İlâhiye iktiza eder ki, vakitleri taayyün etmesin. Çünkü her zaman, her asır, kuvve-i mâneviyenin takviyesine medar olacak ve yeisten kurtaracak Mehdî mânâsına muhtaçtır. Bu mânâda her asrın bir hissesi bulunmak lâzımdır. Hem gaflet içinde fenalara uymamak ve lâkaytlıkta nefsin dizginini bırakmamak için, nifakın başına geçecek müthiş şahıslardan her asır çekinmeli ve korkmalı. Eğer tayin edilseydi, maslahat-ı irşad-ı umumî zayi olurdu.
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r) âhirzaman: dünya hayatının kıyamete yakın son devresi (bk. e-ḫ-r) Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m) dâr-ı âhiret: âhiret yurdu (bk. e-ḫ-r) ecel: ölüm zamanı ecel-i şahsi: kişinin ölüm vakti ehl-i velâyet: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y) eşhas: şahıslar fenâ: gelip geçicilik; kötü (bk. f-n-y) feyz-i sohbet-i Nübüvvet: Peygamberimizin (a.s.m.) sohbetinin feyzi, bereketi (bk. f-y-ḍ; n-b-e) gaflet: umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l) hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) hikmet-i İlâhiye: İlâhî hikmet; Allah’ın gözettiği fayda ve gaye (bk. ḥ-k-m; e-l-h) | hikmet-i ipham: bir şeyi gizlemenin hikmeti (bk. ḥ-k-m) ihtilâfât: farklılıklar, ihtilaflar iktiza: gerektirme illet: esas sebep intizar etmek: beklemek ipham: gizli bırakmak irşad-ı Nebevî: Peygamberin doğru yolu göstermesi (bk. r-ş-d; n-b-e) istikbal-i dünyevî: dünyanın geleceği karib: yakın kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m) kuvve-i mâneviye: mânevî kuvvet, moral gücü (bk. a-n-y) lâkayt: duyarsız, ilgisiz maslahat-ı irşad-ı umumî: herkese doğru yolu göstermenin gerektirdiği hikmet (bk. ṣ-l-ḥ; r-ş-d) medar: sebep, dayanak Mehdî: âhirzamanda gelip dini takviye edecek ve Müslümanların imanlarını yenileyecek olan zât (bk. h-d-y) muntazır: bekleyen, hazır müteyakkız: uyanık, gözü açık müthiş: dehşet veren, korkutan nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r) nefis: insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s) | nevi: tür, çeşit nifak: münafıklık, ikiyüzlülük Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m) rivâyât: rivâyetler, Peygamberimizden duyulan şeylerin nakledilmesi Sahabe: Peygamberimizi (a.s.m.) dünya gözüyle görüp onun yolundan gidenlersır: gizem, gizli gerçek Süfyan: âhirzamanda gelip İslâm dinini yıkmak için çalışacak olan dinsiz ve münafık şahıs taayyün: belirlenme Tâbiin: sahabeleri gören mü’minler tafsilât: ayrıntılar takviye: kuvvetlendirme, güçlendirme vahy: bir emrin veya hakikatin Allah tarafından Peygambere bildirilmesi (bk. v-ḥ-y) vuku-u muayyen: belirlenmiş olayyeis: ümitsizlik zayi olmak: kaybolmak ziyade: fazla, çok |
Şimdi, Mehdî gibi eşhasın hakkındaki rivâyâtın ihtilâfâtı ve sırrı şudur ki:
Ehâdisi tefsir edenler, metn-i ehâdisi tefsirlerine ve istinbatlarına tatbik etmişler. Meselâ, merkez-i saltanat o vakit Şam’da veya Medine’de olduğundan, vukuat-ı Mehdiye veya Süfyâniyeyi, merkez-i saltanat civarında olan Basra, Kûfe, Şam gibi yerlerde tasavvur ederek öyle tefsir etmişler. Hem de o eşhasın şahs-ı mânevîsine veya temsil ettikleri cemaate ait âsâr-ı azîmeyi o eşhasın zatlarında tasavvur ederek öyle tefsir etmişler ki, o eşhas-ı harika çıktıkları vakit bütün halk onları tanıyacak gibi bir şekil vermişler. Halbuki, demiştik: Bu dünya tecrübe meydanıdır. Akla kapı açılır, fakat ihtiyarı elinden alınmaz. Öyle ise, o eşhas, hattâ o müthiş Deccal dahi çıktığı zaman, çokları, hattâ kendisi de bidâyeten Deccal olduğunu bilmez. Belki nur-u imanın dikkatiyle o eşhas-ı âhirzaman tanınabilir.
Alâmet-i kıyametten olan Deccal hakkındaki hadis-i şerifte “Birinci günü bir sene, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir hafta, dördüncü günü eyyâm-ı saire gibidir. Çıktığı zaman dünya işitir. Kırk günde dünyayı gezer”1 rivâyet ediliyor. İnsafsız insanlar bu rivâyete muhal demişler—hâşâ—şu rivâyetin inkâr ve iptaline gitmişler. Halbuki, ve’l-ilmü indallah, hakikati şu olmak gerektir ki:
Âlem-i küfrün en kesafetlisi olan şimalde, tabiiyyunun fikr-i küfrîsinden süzülen bir cereyan-ı azîmin başına geçecek ve Ulûhiyeti inkâr edecek bir şahsın şimal tarafından çıkmasına işaret ve şu işaret içinde bir remz-i hikmet vardır ki, kutb-u şimalîye yakın dairede bütün sene, bir gece bir gündüzdür; altı ayı gece, altı ayı gündüzdür. “Deccalın bir günü bir senedir” o daire yakınında zuhuruna işarettir. “İkinci günü bir aydır” demekten murat, şimalden bu tarafa geldikçe bazan olur, yazın bir ayında güneş gurub etmez. Şu dahi, Deccal şimalden çıkıp âlem-i medeniyet tarafına tecavüzüne işarettir; günü Deccala isnat etmekle şu işarete işaret eder. Daha bu tarafa geldikçe, bir haftada güneş gurub etmiyor.
Dipnot-1
bk. Müslim, Fiten: 110; Ebû Dâvud, Melâhim: 14; Tirmizi, Fiten: 59; İbn-i Mâce, Fiten: 33; Müsned, 4:181.
ehâdis: hadisler, Peygamberimize ait söz, emir veya davranışlar (bk. ḥ-d-s̱) alâmet-i kıyamet: kıyametin alâmetleri (bk. ḳ-v-m) âlem-i küfr: küfür ve inkâr dünyası (bk. a-l-m; k-f-r) âlem-i medeniyet: medenî dünya (bk. a-l-m) âsâr-ı azîme: büyük eserler (bk. a-ẓ-m) Basra: (bk. bilgiler) bidâyeten: başlangıçta cereyan-ı azîm: büyük akım (bk. a-ẓ-m) Deccal: kıyamet kopmadan önce gelen, İslâmı kaldırmaya kalkan, dinlere savaş açan yalancı ve aldatıcı kimse eşhas: şahıslar eşhas-ı âhirzaman: âhirzamanda etkin olan şahıslar (bk. e-ḫ-r) eşhas-ı harika: harika, olağanüstü şahıslar eyyâm-ı saire: diğer günler fikr-i küfrî: küfür felsefesi, düşüncesi (bk. f-k-r; k-f-r) | gurub: batma hadis-i şerif: Peygamberimize ait söz, emir veya davranışlar (bk. ḥ-d-s̱) hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hâşâ: asla, kesinlikle öyle değil ihtilâfât: farklılıklar, ihtilaflar ihtiyar: irade, seçim gücü (bk. ḫ-y-r) inkâr: kabul etmeme, inanmama (bk. n-k-r) isnat: dayandırma (bk. s-n-d) istinbat: bir söz veya bir işten gizli bir mana ve hüküm çıkarma, içtihad etme kesafetli: yoğun, katı Kûfe: (bk. bilgiler) kutb-u şimalî: kuzey kutbu Medine: (bk. bilgiler) Mehdî: âhirzamanda gelip dini takviye edecek ve Müslümanların imanlarını yenileyecek olan zât (bk. h-d-y) merkez-i saltanat: saltanatın merkezi (bk. s-l-ṭ) metn-i ehâdis: hadislerin metni, sözleri (bk. ḥ-d-s̱) muhal: imkânsız murat: kasıt, amaç (bk. r-v-d) nur-u iman: iman nuru (bk. n-v-r; e-m-n) remz-i hikmet: bilimsel işaret (bk. ḥ-k-m) | rivâyât: rivâyetler, rivâyet: Peygamberimizden duyulan şeylerin nakledilmesi sır: gizem, gizli gerçek şahs-ı mânevi: mânevî şahıs, kollektif kişilik (bk. a-n-y) Şam: (bk. bilgiler) şimal: kuzey tabiiyyun: tabiatçılar, herşeyin tabiatın tesiriyle var olduğunu iddia edenler (bk. ṭ-b-a) tasavvur: düşünme (bk. ṣ-v-r) tatbik: uygulama tecavüz: saldırma tefsir: yorumlama (bk. f-s-r) Ulûhiyet: Cenab-ı Allah’ın ilâhlığı (bk. e-l-h) ve’l-ilmü indallah: bilgi Allah katındadır (bk. a-l-m) vukuat-ı Mehdiye ve Süfyaniye: Mehdinin ve Süfyanın gelmesiyle ortaya çıkacak olaylar (bk. h-d-y) zuhur: belirme, görünme (bk. ẓ-h-r) |
Daha gele gele, tulû ve gurub ortasında üç saat devam ediyor. Ben Rusya’da esarette iken böyle bir yerde bulundum. Bize yakın, bir hafta güneş gurub etmeyen bir yer vardı; seyir için oraya gidiyorlardı. “Deccalın çıktığı vakit umum dünya işitecek” olan kaydı, telgraf ve radyo halletmiştir. Kırk günde gezmesini de, merkebi olan şimendifer ve tayyare halletmiştir. Eskiden bu iki kaydı muhal gören mülhidler şimdi âdi görüyorlar.
Alâmet-i kıyametten olan Ye’cüc ve Me’cüce ve Sedde dair bir risalede bir derece tafsilen yazdığımdan, ona havale edip şurada yalnız şunu deriz ki: Eskiden Mançur, Moğol ünvanıyla içtimaat-ı beşeriyeyi zîrüzeber eden taifeler ve Sedd-i Çinînin yapılmasına sebebiyet verenler, kıyamete yakın, yine anarşistlik gibi bir fikirle medeniyet-i beşeriyeyi zîrüzeber edecekleri, rivâyetlerde vardır.
Bazı mülhidler derler: “Bu kadar acaibi yapan ve yapacak taifeler nerede?”
Elcevap: Çekirge gibi bir âfat, bir mevsimde pek çok kesretle bulunur. Mevsim değiştikçe, memleketi fesada veren kesretli o taifelerin hakikatleri, mahdut bazı fertlerde saklanıyor. Yine zamanı geldikçe, emr-i İlâhî ile, o mahdut fertlerden gayet kesretli aynı fesat yine başlar. Güya onların hakikat-i milliyetleri inceliyor, kopmuyor; yine mevsimi geldikçe zuhur ediyor.
Aynen öyle de, bir zaman dünyayı hercümerc eden o taifeler, izn-i İlâhî ile, mevsimi geldiği vakit, aynı o taife, medeniyet-i beşeriyeyi hercümerc edecekler. Fakat onların muharrikleri başka bir surette tezahür eder.
لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللهُ 1
Dipnot-1
“Gaybı ancak Allah bilir.” Neml Sûresi, 27:65; Tirmizi, Sevâbü’l-Kur’ân: 7; Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân: 21.
acaib: şaşırtıcı, garip şeyler âdi: basit, sıradan âfat: bela, büyük felaket alâmet-i kıyamet: kıyamet alâmeti (bk. ḳ-v-m) âlem: dünya (bk. a-l-m) âlem-i âhiret: âhiret âlemi (bk. a-l-m; e-ḫ-r) amel: davranış, iş belâğat: maksada ve hale uygun güzel söz söyleme (bk. b-l-ğ) ehâdis-i şerife: Peygamberimize ait söz, emir veya davranışlar (bk. ḥ-d-s̱) emr-i İlâhî: Allah’ın emri (bk. e-l-h) fazilet: değer, üstün (bk. f-ḍ-l) fesat: bozgunluk gurub: güneşin batışı güya: sanki hakikat: asıl, esas, mahiyet (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikat-i milliyet: millî yapıları (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hercümerc: karma karışık içtimaat-ı beşeriye: insanlığın toplumsal hayatı (bk. c-m-a) | izn-i İlâhî: Allah’ın izni (bk. e-l-h) kesret: çokluk (bk. k-s̱-r) kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m) mahdut: sınırlı Mançur: Asya’nın kuzeydoğusunda yaşayan bir kavim medeniyet-i beşeriye: insanlık medeniyeti mesâil-i imaniye: imanî meseleler (bk. m-s̱-l; e-m-n) muhal: imkansız muharrik: harekete geçirici, tahrik edici mukayyet: kayıtlı, sınırlı mülhid: dinsiz münasip: uygun (bk. n-s-b) mutlak: kayıtsız, sınırsız (bk. ṭ-l-ḳ) netâic: neticeler, sonuçlar risale: küçük kitap (bk. r-s-l) Rusya: (bk. bilgiler) Sed: (Sedd-i Zülkarneyn) Zülkarneyn’in Yecüc ve Mecüc kavminden korunmak isteyenler için yaptırdığı çok büyük ve sağlam set, kale | Sedd-i Çinî: Çin Seddi (bk. bilgiler – Çin) seyir: bakma şimendifer: tren suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r) tafsilen: ayrıntılı olarak taife: grup, topluluk tayyare: uçak tergib: şevklendirme, isteklendirme terhîb: korkutma tezahür: belirme, görünme (bk. ẓ-h-r) tulû: güneşin doğuşu umum: bütün üslûp: tarz, biçim Ye’cüc ve Me’cüc: Kur’ân-ı Kerimde bahsi geçen ve ortalığı fitne, fesat ve anarşiye boğacak olan kavimler, anarşist topluluk zîrüzeber: alt üst, darma dağınık zuhur: görünme, ortaya çıkma (bk. ẓ-h-r) |
KAYNAK
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, ÜÇÜNCÜ DAL, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
http://www.erisale.com/#content.tr.1.456
https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/457
NOT: Devam edecek!..
Ders Dünyası - WORLD OF COURSES sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.