https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Demek o maddeler – hava, su, ziya (ışık), toprak – kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur.” konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz Birinci Makam Sekizinci Burhan.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Yirmi İkinci Söz
Birinci Makam
SEKİZİNCİ BURHAN
Gel, ey nefsim gibi kendini âkıl zanneden akılsız arkadaş! Şu saray-ı muhteşemin sahibini tanımak istemiyorsun. Halbuki herşey onu gösteriyor, ona işaret ediyor, ona şehadet ediyor. Bütün bu şeylerin şehadetini nasıl tekzip ediyorsun? Öyle ise bu sarayı da inkâr et ve “Âlem yok, memleket yok” de ve kendini de inkâr et, ortadan çık. Yahut aklını başına al, beni dinle.
İşte, bak: Şu saray içinde bulunan ve memleketi ihata eden yeknesak unsurlar, madenler var. HAŞİYE-4 Âdeta, memleketten çıkan herşey o maddelerden yapılıyor.
Haşiye-4
Unsurlar, madenler ise, pek çok muntazam vazifeleri bulunan ve izn-i Rabbânî ile her muhtacın imdadına koşan ve emr-i İlâhî ile herbir yere giren, medet veren ve hayatın levazımatını yetiştiren ve zîhayatı emziren ve masnuât-ı İlâhiyenin nescine, nakşına menşe ve müvellid ve beşik olan hava, su, ziya, toprak unsurlarına işarettir.
âkıl: akıllı azîm: büyük (bk. a-ẓ-m) biçare: çaresiz dest-i gaybî: görünmeyen el (bk. ğ-y-b) elhasıl: özetle, sonuç olarak emirber: emre hazır emr-i İlâhî: Allah’ın emri (bk. e-l-h) eşya: şeyler, varlıklar haşiye: dipnot, açıklayıcı not hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) ihata etme: kuşatma izn-i Rabbani: Rab olan Allah’ın izni (bk. r-b-b) | kat’î: kesin kerem: ikram, iyilik (bk. k-r-m) kubbe: yarım küre; gökyüzü lâtif: şirin, hoş (bk. l-ṭ-f) levazımat: gerekli şeyler leziz: lezzetli mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ) masnuât-ı İlâhiye: İlâhî san’at eserleri (bk. ṣ-n-a; e-l-h) medet: yardım menşe: kök muavenet: yardımlaşma muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m) musahhar: boyun eğmiş müvellid: meydana getiren, doğurtan nahif: çelimsiz, zayıf nakş: işleme (bk. n-ḳ-ş) | nefer: asker nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s) nescetme: dokuma, örme saray-ı acib: hayranlık uyandıran saray saray-ı muhteşem: ihtişamlı, görkemli saray şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d) taam: yiyecek tâdât: sayma tanzim olmak: düzenlenmek (bk. n-ẓ-m) tekmil: tamamlama (bk. k-m-l) tekzip: yalanlama valide: ana zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y) ziya: ışık |
Demek o maddeler kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur.
Hem bak: Bu dokunan şeyler, bu nescolunan münakkaş kumaşlar, birtek maddeden yapılıyor. O maddeyi getiren, ihzar eden ve ip haline getiren, elbette, bilbedâhe, birdir. Çünkü o iş iştirak kabul etmez. Öyle ise, bütün nescolunan san’atlı şeyler ona mahsustur.
Hem de bak: Bu dokunan, yapılan şeylerin herbir cinsi bütün memleketin her tarafında bulunuyor, bütün ebna-yi cinsleriyle öyle intişar etmiş, beraber olarak, birbiri içinde, bir tarzda, bir anda yapılıyor, nescediliyor. Demek birtek zâtın işidir; birtek emirle hareket ediyor. Yoksa, böyle bir anda, bir tarzda, bir keyfiyette, bir heyette ittifak ve muvafakat muhaldir.
Öyle ise, bu san’atlı şeylerin herbirisi, o gizli zâtın bir ilânnâmesi hükmünde, onu gösteriyor. Güya herbir çiçekli kumaş, herbir san’atlı makine, herbir tatlı lokma, o mu’ciznümâ zâtın birer sikkesi, birer hâtemi, birer nişanı, birer turrası hükmünde, lisan-ı hâl ile herbirisi der: “Ben kimin san’atıyım; bulunduğum sandıklar ve dükkânlar da onun mülküdür.” Ve herbir nakış der: “Beni kim dokuduysa, bulunduğum top da onun dokumasıdır.” Herbir tatlı lokma der: “Beni kim yapıyor, pişiriyorsa, bulunduğum kazan dahi onundur.” Herbir makine der: “Beni kim yapmışsa, memlekette intişar eden bütün emsalimi de o yapıyor. Ve bütün memleketin her tarafında bizi yetiştiren odur. Demek memleketin mâliki de odur. Öyle ise, bütün bu memlekete, bu saraya mâlik kimse, o bize mâlik olabilir.” Meselâ, nasıl mîrîye mahsus tek bir palaska veyahut birtek düğmeye mâlik olmak için, onları yapan bütün fabrikalara mâlik olmak lâzımdır ki, onlara hakikî mâlik olsun. Yoksa, o boşboğaz başıbozuktan, “Mîrî malıdır” diye elinden alınıp tecziye edilir.
Elhasıl: Nasıl bu memleketin anâsırı, memlekete muhit birer maddedir. Onların mâliki de bütün memlekete mâlik birtek zat olabilir. Öyle de, bütün memlekette intişar eden san’atlar, birbirine benzediği ve birtek sikke izhar ettikleri için, bütün memleket yüzünde intişar eden masnular, herbir şeye hükmeden tek bir zâtın san’atları olduğunu gösteriyorlar.
İşte, ey arkadaş! Madem şu memlekette, yani şu saray-ı muhteşemde bir birlik alâmeti vardır, bir vahdet sikkesi var. Çünkü bir kısım şeyler, bir iken, ihâtası var. Bir kısım müteaddit ise, fakat birbirine benzediği ve her tarafta bulunduğu
alâmet: işaret ânâsır: unsurlar, elementler bilbedâhe: ap açık bir şekilde ebna-yı cins: aynı cinsten gelenler elhasıl: özetle, sonuç olarak emsal: benzerler (bk. m-s̱-l) hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hâtem: mühür, damga ihâta: kuşatıcılık ihzar etme: hazırlama (bk. ḥ-ḍ-r) ilânnâme: duyuru intişar etme: yayılma iştirak: ortaklık ittifak: birleşme | izhar: gösterme (bk. ẓ-h-r) keyfiyet: durum, nitelik, özellik lisan-ı hâl: hal ve beden dili mahsulât: ürünler mahsus: özgü mâlik: sahip (bk. m-l-k) masnu: san’at eseri varlık (bk. ṣ-n-a) mîrî: devlete, kamuya âit mu’ciznümâ: mu’cize gösteren (bk. a-c-z) muhal: imkansız muhit: her tarafı kuşatan mülk: sahip olunan şey (bk. m-l-k) münakkaş: nakışlı (bk. n-ḳ-ş) | müteaddit: birçok, çeşitli muvafakat: uygunluk nesc: dokuma, örme nescetme: dokuma, örme palaska: askerlerin kullandığı geniş kemer saray-ı muhteşem: ihtişamlı, görkemli saray sikke: madenî para gibi şeyler üzerine vurulan mühür, işaret tecziye: cezalandırma turra: padişahın mührü ve imzası vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d) |
için, bir vahdet-i nev’iye gösteriyor. Vahdet ise bir vâhidi gösterir. Demek, ustası da, mâliki de, sahibi de, sânii de bir olmak lâzım gelir.
Bununla beraber, sen buna dikkat et ki, bir perde-i gaybdan kalınca bir ip çıkıyor. HAŞİYE-1 Bak, sonra binler ipler ondan uzanmış. Herbir ipin başına bak: Birer elmas, birer nişan, birer ihsan, birer hediye takılmış. Herkese göre birer hediye veriyor. Acaba bilir misin ki, böyle garip bir gayb perdesinden böyle acip ihsânâtı, hedâyâyı şu mahlûklara uzatan zâtı tanımamak, ona teşekkür etmemek ne kadar divanece bir harekettir? Çünkü, onu tanımazsan, bilmecburiye diyeceksin ki, “Bu ipler, uçlarındaki elmasları, sair hediyeleri kendileri yapıyorlar, veriyorlar.” O vakit her ipe bir padişahlık mânâsını vermek lâzım gelir. Halbuki, gözümüzün önünde bir dest-i gaybî o ipleri dahi yapıp o hedâyâyı onlara takıyor. Demek, bütün bu sarayda herşey, kendi nefsinden ziyade, o mu’ciznümâ zâtı gösteriyor. Onu tanımazsan, bütün bu şeyleri inkâr etmekle, hayvandan yüz derece aşağı düşeceksin.
Haşiye-1
Kalınca bir ip, meyvedar ağaca; binler ipler ise, dallarına; ve ipler başındaki elmas, nişan, ihsan, hediyeler ise, çiçeklerin aksâmına ve meyvelerin envâına işarettir.
acip: hayret verici, şaşırtıcı aksâm: kısımlar âlem: dünya (bk. a-l-m) bilmecburiye: zorunlu olarak dest-i gaybî: görünmeyen el (bk. ğ-y-b) divanece: akılsızca, delice envâ: çeşitler, türler hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hâlât: haller, durumlar haşiye: dipnot, açıklayıcı not hedâyâ: hediyeler helâket: yok olma ihsan: bağış, iyilik (bk. ḥ-s-n) ihsânât: bağışlar, iyilikler (bk. ḥ-s-n) | istib’âd: akıldan uzak görme kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r) külfet: yük, güçlük mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ) mâlik: sahip (bk. m-l-k) matbaha-i mu’ciznümâ: mu’cizeli mutfak (bk. a-c-z) mebzûliyet: bolluk, çokluk medar: sebep, vesile meyvedar: meyveli mu’ciznümâ: mu’cize gösteren (bk. a-c-z) muhakeme: düşünme, akıl yürütme (bk. ḥ-k-m) muhâliyet: imkânsızlık | müşkülat: zorluklar, güçlükler nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s) perde-i gayb: mânevî âlemleri gözümüzden saklayan perde (bk. ğ-y-b) rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m) sair: diğer sâni: san’atkâr (bk. ṣ-n-a) suûbet: zorluk, güçlük vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d) vahdet-i nev: tür birliği (bk. v-ḥ-d) vâhid: bir (bk. v-ḥ-d) ziyade: çok, fazla |
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, Birinci Makam, SEKİZİNCİ BURHAN, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
http://www.erisale.com/#content.tr.1.381
https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/381
CUMARTESİ DERSLERİ
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
CUMARTESİ DERSLERİ
- Şu saray-ı acibin ustasına, yani şu garip âlemin sahibine herşey musahhardır. Herşey onun hesabına çalışır. Herşey ona bir emirber nefer hükmündedir. Herşey Onun kuvvetiyle döner. Herşey Onun emriyle hareket eder. – Cumartesi Dersleri 22. 7.
- Hem öyle sehâvetperverâne sofralar kuruyor ki, bütün bu memleketin halklarına, hayvanlarına, herbir taifesine has ve lâyık, belki herbir ferdine mahsus ismiyle ve resmiyle bir tabla-i nimet veriliyor. – Cumartesi Dersleri 22. 6.
- Madem bir harf, kâtibini göstermeksizin olmaz. San’atlı bir nakış, nakkaşını bildirmemek olmaz. Nasıl olur ki, bir harfte koca bir kitabı yazan, bir nakışta bin nakşı nakşeden nakkaş, kendi kitabıyla ve nakşıyla bilinmesin? – Cumartesi Dersleri 22. 5.
- Bir köyde iki müdür, bir şehirde iki vali, bir memlekette iki padişah bulunsa, karıştırır. Nerede kaldı, hadsiz hâkim-i mutlak beraber bulunsun! – Cumartesi Dersleri – 22. 4.
- “Biz öyle bir zâtın san’atıyız ki, bütün bu âlemimizi, bizi yaptığı ve suhuletle icad ettiği gibi kolaylıkla yapabilir bir zattır.” – Cumartesi Dersleri 22. 3.
- Hem de bak, bu demiri, toprağı, suyu, kömürü, bakırı, gümüşü, altını gaybî avucuna aldı, bir et parçası yaptı. Bak, gör! – Cumartesi Dersleri 22. 2.
- Bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibi şu memleketin tek bir ustası vardır. – Cumartesi Dersleri 22. 1.
Ders Dünyası - WORLD OF COURSES sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
“Demek o maddeler – hava, su, ziya (ışık), toprak – kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur. – Cumartesi Dersleri 22. 8.” için 11 yanıt