On İkinci Söz
…
DÖRDÜNCÜ ESAS
Kur’ân’ın bütün kelimât-ı İlâhiye içinde cihet-i ulviyetini ve bütün kelâmlar üstünde cihet-i tefevvukunu anlamak istersen, şu iki temsîle bak.
beşer: insan cemaat: topluluk, grup (bk. c-m-a) cidal: mücadele, kavga cihet-i tefevvuk: üstünlük yönü cihet-i ulviyet: yücelik yönü düstur-u cidâl: mücadele ve kavga prensibi düstur-u hayat: hayat prensibi (bk. ḥ-y-y) düstur-u teavün: yardımlaşma prensibi fazilet: manevi değer ve üstünlük (bk. f-ḍ-l) gayât: gayeler, amaçlar hâcât-ı beşeriye: insanî ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c) hayat-ı içtimaiye: sosyal hayat (bk. ḥ-y-y; c-m-a) hayat-ı içtimaiye-i beşeriye: insanların sosyal hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a) hevesât-ı nefsâniye: nefsin gelip geçici olan arzu ve istekleri (bk. n-f-s) hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) | hikmet-i felsefe: felsefenin hikmeti (bk. ḥ-k-m) hikmet-i Kur’ân: Kur’ân’ın hikmeti (bk. ḥ-k-m) hissiyat-ı ulviye: yüksek hisler, yüce duygular incizap: kendine çekme istinad: dayanma (bk. s-n-d) ittifak: birlik, birleşme kâfi: yeterli kavî: kuvvetli, güçlü kelâm: söz, konuşma (bk. k-l-m) kelimât-ı İlâhiye: Cenab-ı Allah’a ait kelimeler; vahiyle indirilen kitaplar (bk. k-l-m; e-l-h) kemâlât: mükemmellikler, kusursuzluklar, üstünlükler (bk. k-m-l) kemâlât-ı insaniye: insana ait mükemmellikler (bk. k-m-l) kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r) livechillâh: Allah için maâliyât: yüksek ve yüce fikirler menfî milliyet: zararlı bir hale gelen milliyetçilik, ırkçılık | muvazene: karşılaştırma (bk. v-z-n) nefis: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s) nokta-i istinad: dayanak noktası (bk. s-n-d) rabıta: bağ rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî: din, sınıf ve vatan bağı rıza-i İlâhî: Allah rızası (bk. e-l-h) saadet: mutluluk saadet-i dâreyn: dünya ve âhiret mutluluğu şe’n: özellik, belirleyici nitelik (bk. ş-e-n) sed çekmek: engel olmak selb olmak: ortadan kalkmak semerât: meyveler, neticeler tecavüz: saldırma, sataşma temsîl: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l) tesanüd: dayanışma (bk. s-n-d) tezyid: arttırma tilmiz: talebe, öğrenci uhuvvet: kardeşlik unsuriyet: ırkçılık |
Birincisi: Bir sultanın iki çeşit mükâlemesi, iki tarzda hitabı vardır. Birisi, âdi bir raiyet ile cüz’î bir iş için, hususî bir hacete dair, has bir telefonla konuşmaktır. Diğeri, saltanat-ı uzmâ ünvanıyla ve hilâfet-i kübrâ namıyla ve hâkimiyet-i amme haysiyetiyle evâmirini etrafa neşir ve teşhir maksadıyla, bir elçisiyle veya büyük bir memuruyla konuşmaktır ve haşmetini izhar eden ulvî bir fermanla mükâlemedir.
İkinci temsil: Bir adam, elinde bir âyineyi güneşe karşı tutar, o âyine miktarınca bir ışık ve yedi rengi câmi’ bir ziya alır. O nisbetle güneşle münasebettar olur, sohbet eder. Ve o ışıklı âyineyi karanlıklı hanesine veya dam altındaki bağına tevcih etse, güneşin kıymeti nisbetinde değil, belki o âyinenin kabiliyeti miktarınca istifade edebilir. Diğeri ise, hanesinden veya bağının damından geniş pencereler açar, gökteki güneşe karşı yollar yapar. Hakikî güneşin daimî ziyasıyla sohbet eder, konuşur ve lisan-ı hâl ile böyle minnettârâne bir sohbet eder, der: “Ey yeryüzünü ışığıyla yaldızlayan ve bütün çiçeklerin yüzünü güldüren dünya güzeli ve gök nazdârı olan nazenin güneş! Onlar gibi benim haneciğimi ve bahçeciğimi ısındırdın, ışıklandırdın.” Halbuki âyine sahibi böyle diyemez. O kayıt altındaki güneşin aksi ise, âsârı mahduttur, o kayda göredir.
İşte, bu iki temsîlin dürbünüyle Kur’ân’a bak, ta ki i’câzını göresin ve kudsiyetini anlayasın.
Evet, Kur’ân der ki: “Eğer yerdeki ağaçlar kalem olup denizler mürekkep olsa, Cenâb-ı Hakkın kelimâtını yazsalar, bitiremezler.”1 Şimdi, şu nihayetsiz kelimat içinde en büyük makam Kur’ân’a verilmesinin sebebi şudur ki:
Kur’ân, İsm-i Âzamdan ve her ismin âzamlık mertebesinden gelmiş. Hem bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelâmıdır. Hem bütün mevcudatın ilâhı ünvanıyla Allah’ın fermanıdır. Hem semâvât ve arzın Hâlıkı haysiyetiyle bir hitaptır. Hem Rububiyet-i mutlaka cihetinde bir mükâlemedir. Hem saltanat-ı âmme-i Sübhâniye
Dipnot-1
bk. Lokman Sûresi, 31:27.
âdi: normal, sıradan arz: yer âsâr: eserler âyine: ayna cami’: kapsayan (bk. c-m-a) cüz’î: küçük (bk. c-z-e) evâmir: emirler ferman: buyruk hâcet: ihtiyaç (bk. ḥ-v-c) hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hâkimiyet-i amme: genel hâkimiyet, egemenlik (bk. ḥ-k-m) Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ) hane: evhas: özel haşmet: heybet, görkem haysiyet: itibar, özellik hilâfet-i kübrâ: insanın yeryüzünde temsil ettiği mânevî görev (bk. ḫ-l-f; k-b-r) hitap: konuşma (bk. ḫ-ṭ-b) hususî: özel i’câz: mu’cizelik özelliği (bk. a-c-z) İsm-i Âzam: Cenab-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı (bk. s-m-v; a-ẓ-m) | izhar: açığa çıkarma, gösterme (bk. ẓ-h-r) kayıt: sınır kelâm: söz, konuşma (bk. k-l-m) kelimât: kelimeler (bk. k-l-m) kudsiyet: kusur ve noksandan yücelik, kutsallık (bk. ḳ-d-s) lisan-ı hâl: hal ve beden dili mahdut: sınırlanmış mevcudât: varlıklar (bk. v-c-d) minnettârâne: minnetli bir şekilde mükâleme: konuşma (bk. k-l-m) münasebettar: ilişkili, bağlantılı (bk. n-s-b) nam: ad, ünvan nazdâr: nazlı nazenin: ince, nazik neşir: yayma nihayetsiz: sonsuz nisbet: oran (bk. n-s-b) Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b) | raiyet: halk, vatandaş Rububiyet-i mutlaka: Rablık, Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b; ṭ-l-ḳ) saltanat-ı âmme-i Sübhâniye: her türlü kusur ve noksandan yüce olan Allah’ın herşeye hükmeden, herşeyi kuşatan saltanatı, egemenliği (bk. s-l-ṭ; s-b-ḥ) saltanat-ı uzmâ: çok büyük saltanat (bk. s-l-ṭ; a-ẓ-m) semavat: gökler (bk. s-m-v) tarz: şekil temsil: örnek, benzetme (bk. m-s̱-l) teşhir: ilan etme, duyurma tevcih etme: yöneltme ulvî: yüce, yüksek ziya: ışık |
hesabına bir hutbe-i ezeliyedir. Hem rahmet-i vâsia-i muhîta noktasında bir defter-i iltifâtât-ı Rahmâniyedir. Hem Ulûhiyetin azamet-i haşmeti haysiyetiyle, başlarında bazan şifre bulunan bir muhabere mecmuasıdır. Hem İsm-i Âzamın muhitinden nüzul ile Arş-ı Âzamın bütün muhâtına bakan, teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir. İşte bu sırdandır ki, “Kelâmullah” ünvanı kemâl-i liyakatle Kur’ân’a verilmiş.
Amma sair kelimât-ı İlâhiye ise, bir kısmı has bir itibar ile ve cüz’î bir ünvan ve hususî bir ismin cüz’î tecellîsiyle ve has bir rububiyetle ve mahsus bir saltanatla ve hususî bir rahmetle zahir olan kelâmdır. Hususiyet ve külliyet cihetinde dereceleri muhteliftir.1 Ekser ilhamat bu kısımdandır. Fakat derecatı çok mütefavittir. Meselâ, en cüz’îsi ve basiti, hayvanatın ilhamatıdır. Sonra avâm-ı nâsın ilhamatıdır.2 Sonra avâm-ı melâikenin ilhamatıdır. Sonra evliya ilhamatıdır. Sonra melâike-i izam ilhamatıdır. İşte, şu sırdandır ki, kalbin telefonuyla vasıtasız münacat eden bir veli der:
حَدَّثَنِى قَلْبِى عَنْ رَبِّى 3
Yani, “Kalbim benim Rabbimden haber veriyor.”
Demiyor, “Rabbü’l-Âlemînden haber veriyor.”
Hem der: “Kalbim Rabbimin âyinesidir, arşıdır.”
Demiyor, “Rabbü’l-Âlemînin arşıdır.”
Çünkü, kabiliyeti miktarınca ve yetmiş bine yakın hicapların4 nisbet-i ref’i derecesinde mazhar-ı hitap olabilir.
Dipnot-1
bk. Tâhâ Sûresi, 20:38-39.
Dipnot-2
bk. Nahl Sûresi, 16:68.
Dipnot-3
bk. İbnü’l-Cevzî, Telbîsü İblîs s.217, 390, 450, 451; İbni Kayyım, İğasetü’l-Lehefân 1:123; İbni Kayyım, Medâricü’s-Sâlikîn 1:40, 3:412; İbni Hacer, Fethu’l-Bârî 11:345; İbni Hacer, el-İsâbe, 2:528.
Dipnot-4
bk. Ebû Ya’lâ, el-Müsned 13:520; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat 6:278, 8:382; er-Rûyânî, el-Müsned 2:212; İbni Ebî Âsım, es-Sünne 2:367; et-Taberî, Câmi’u’l-Beyân 16:95.
arş: taht (bk. a-r-ş) Arş-ı Âzam: Cenab-ı Hakkın büyüklük ve yüceliğinin ve herşeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş; a-ẓ-m) avâm-ı melâike: meleklerden dereceleri düşük olanlar (bk. m-l-k) avâm-ı nas: sıradan halk tabakası âyine: ayna azamet-i haşmet: haşmetin büyüklüğü (bk. a-ẓ-m) cihet: yön cüz’î: küçük (bk. c-z-e) defter-i iltifâtât-ı Rahmâniye: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan Allah’ın iltifatlarını içeren defter (bk. r-ḥ-m) derecat: dereceler ekser: pekçok (bk. k-s̱-r) evliya: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y) has: özel hayvanat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y) hicap: perde, örtü hikmetfeşan: hikmet yayan (bk. ḥ-k-m) hususiyet: özel olma, hususîlik hutbe-i ezeliye: varlığının başlangıcı olmayan Allah’ın konuşması (bk. ḫ-ṭ-b; e-z-l) ilhamat: ilhamlar, Allah tarafından kalbe gelen mânâlar | İsm-i Âzam: Cenab-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı (bk. s-m-v; a-ẓ-m) kelâm: söz, konuşma (bk. k-l-m) Kelâmullah: Allah’ın kelamı (bk. k-l-m) kelimât-ı İlâhiye: Cenab-ı Allah’a ait kelimeler; vahiyle indirilen kitaplar (bk. k-l-m; e-l-h) kemâl-i liyakat: tam layık oluş (bk. k-m-l) kitab-ı mukaddes: kutsal kitap (bk. k-t-b; ḳ-d-s) külliyet: genellik, umumilik (bk. k-l-l) mahsus: özel mazhar-ı hitap: muhatap alınma, muhatap kabul edilme (bk. ẓ-h-r; ḫ-ṭ-b) mecmua: kitap (bk. c-m-a) melâike-i izam: büyük melekler (bk. m-l-k; a-ẓ-m) muhabere: haberleşme muhât: kapsama alanı muhit: çevre, taraf muhtelif: çeşitli münacat: dua, yakarış (bk. n-c-v) mütefavit: farklı farklı, çeşitli nisbet-i ref’: ortadan kalkma oranı (bk. n-s-b) nüzul: inme (bk. n-z-l) | Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b) Rabbü’l-Âlemin: âlemlerin Rabbi Allah (bk. r-b-b; a-l-m) rahmet: merhamet, şefkat (bk. r-ḥ-m) rahmet-i vâsia-i muhîta: Allah’ın herşeyi kuşatan geniş rahmeti, merhamet ve şefkati (bk. r-ḥ-m) rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b) sair: diğer saltanat: hâkimiyet, egemenlik (bk. s-l-ṭ) tecellî: belirme, görünme (bk. c-l-y) teftiş: kontrol Ulûhiyet: İlâhlık (bk. e-l-h) zahir olan: görünen, ortaya çıkan (bk. ẓ-h-r) |
İşte, bir padişahın saltanat-ı uzmâsı haysiyetiyle çıkan fermanı, âdi bir adamla cüz’î bir mükâlemesinden ne kadar yüksek ve âli ise; ve gökteki güneşin feyzinden istifade, âyinedeki aksinin cilvesinden istifadeden ne derece çok ve fâik ise; Kur’ân-ı Azîmüşşan dahi, o nisbette bütün kelâmların ve hep kitapların fevkindedir.
Kur’ân’dan sonra, ikinci derecede kütüb-ü mukaddese ve suhuf-u semâviyenin, dereceleri nisbetinde tefevvukları vardır; o sırr-ı tefevvuktan hissedardırlar. Eğer bütün cin ve insanın Kur’ân’dan tereşşuh etmeyen bütün güzel sözleri toplansa, yine Kur’ân’ın mertebe-i kudsiyesine yetişip tanzir edemez. Eğer Kur’ân’ın İsm-i Âzamdan ve her ismin âzamlık mertebesinden geldiğini bir parça fehmetmek istersen, Âyetü’l-Kürsî ve âyet-i
وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ 1
ve âyet-i
قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ 2
ve âyet-i
يُغْشِى الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِهِ 3
ve âyet-i
يَۤا اَرْضُ ابْلَعِى مَۤاءَكِ وَيَا سَمَۤاءُ اَقْلِعِى 4
ve âyet-i
تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ 5
ve âyet-i
مَا خَلْقُكُمْ وَلاَ بَعْثُكُمْ اِلاَّ كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ 6
ve âyet-i
اِنَّا عَرَضْنَا اْلاَمَانَةَ عَلَى السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَالْجِبَالِ 7
ve âyet-i
8 يَوْمَ نَطْوِى السَّمَۤاءَ كَطَىِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِ
Dipnot-1
“Gaybın anahtarları Allah katındadır.” En’âm Sûresi, 6:59.
Dipnot-2
“De ki: Ey mülkün hakikî sahibi olan Allahım!” Âl-i İmran Sûresi, 3:26.
Dipnot-3
“O, gündüzü, peşi sıra kovalayan gece ile örter. O, güneşi, ayı ve yıldızları da emrine boyun eğmiş olarak yarattı.” A’râf Sûresi, 7:54.
Dipnot-4
“Ey yer, vazifen bitti suyunu yut. Ey gök, hacet kalmadı, yağmuru kes.” Hûd Sûresi, 11:44.
Dipnot-5
“Yedi gök ve yer ve onların içindekiler Onu tesbih eder.” İsrâ Sûresi, 17:44.
Dipnot-6
“Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir.” Lokman Sûresi, 31:28.
Dipnot-7
“Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik.” Ahzâb Sûresi, 33:72.
Dipnot-8
“O gün semâyı, kitap sahifelerini dürer gibi düreriz.” Enbiyâ Sûresi, 21:104.
âdi: normal, basit, sıradan akis: yansıma âli: yüce, yüksek Âyetü’l-Kürsî: Allah’ın varlığından ve bir kısım mühim sıfatlarından bahseden Bakara Sûresinin 255. âyeti âyine: ayna cilve: görünme (bk. c-l-y) cüz’î: küçük (bk. c-z-e) fâik: üstün fehmetmek: anlamak ferman: buyruk fevkinde: üstünde feyz: bolluk, bereket (bk. f-y-ḍ) haysiyet: itibar, özellik İsm-i Âzam: Cenab-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı (bk. s-m-v; a-ẓ-m) | istifade: faydalanma, yararlanma kelâm: söz, konuşma (bk. k-l-m) Kur’ân-ı Azîmüşşan: şan ve şerefi yüce olan Kur’ân (bk. a-ẓ-m) kütüb-ü mukaddese: mukaddes kitaplar; Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’ân-ı Kerim (bk. k-t-b; ḳ-d-s) mertebe-i kudsiye: mukaddes mertebe, yüce derece (bk. ḳ-d-s) mükâleme: konuşma (bk. k-l-m) nisbet: ölçü, oran (bk. n-s-b) saltanat-ı uzmâ: çok büyük saltanat (bk. s-l-ṭ; a-ẓ-m) | sırr-ı tefevvuk: üstünlük sırrı suhuf-u semâviye: bazı peygamberlere gelen sahifeler halindeki küçük kitaplar (bk. s-m-v) tanzir etmek: benzerini yapmak (bk. n-ẓ-r) tefevvuk: üstünlük tereşşuh etmek: sızmak |
ve âyet-i
وَمَا قَدَرُوا اللهَ حَقَّ قَدْرِهِ وَاْلاَرْضُ جَمِيعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ 1
ve âyet-i
لَوْ اَنْزَلْنَا هٰذَا الْقُرْاٰنَ عَلٰى جَبَلٍ لَرَاَيْتَهُ 2
gibi âyetlerin küllî, umumî, ulvî ifadelerine bak. Hem başlarında
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ 3
veyahut
سَبَّحَ 4
ve
يُسَبِّحُ 5
bulunan sûrelerin başlarına dikkat et. Ta bu sırr-ı azîmin şuâını göresin. Hem
الۤمۤ 6
lerin ve
الۤرٰ 7
ların ve
حٰمۤ 8
lerin fâtihalarına bak, Kur’ân’ın, Cenâb-ı Hakkın yanında ehemmiyetini bilesin.
Eğer şu Dördüncü Esasın kıymettar sırrını fehmettinse, enbiyaya gelen vahyin ekseri melek vasıtasıyla olduğunu ve ilhamın ekseri vasıtasız olduğunu anlarsın. Hem en büyük bir velî, hiçbir nebînin derecesine yetişmediğinin sırrını anlarsın. Hem Kur’ân’ın azametini ve izzet-i kudsiyetini ve ulviyet-i i’câzının sırrını anlarsın. Hem Miracın sırr-ı lüzumunu, yani ta semâvâta, ta Sidretü’l-Müntehâya, ta Kab-ı Kavseyne gidip,
اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ 9
olan Zât-ı Zülcelâl ile münacat edip, tarfetü’l-aynda yerine gelmek sırrını anlarsın. Evet, şakk-ı kamer nasıl ki bir mucize-i risaletidir; nübüvvetini cin ve inse gösterdi. Öyle de, Mirac dahi bir mucize-i ubûdiyetidir; habibiyetini ervah ve melâikeye gösterdi.
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلَيْهِ وَعَلٰۤى اٰلِهِ كَمَا يَلِيقُ بِرَحْمَتِكَ وَبِحُرْمَتِهِ اٰمِينَ 10
Dipnot-1
“Onlar Allah’ın kudret ve azametini hakkıyla bilemediler. Halbuki kıyamet gününde yeryüzü bütünüyle Onun tasarrufundadır.” Zümer Sûresi, 39:67.
Dipnot-2
“Eğer biz bu Kur’ân’ı bir dağa indirseydik, elbette görürdün ki…” Haşir Sûresi, 59:21.
Dipnot-3
Fâtiha Sûresi, 1:2; Enâm Sûresi, 6:1; Kehf Sûresi, 18:1; Sebe Sûresi, 34:1; Fâtır Sûresi, 35:1.
Dipnot-4
Hadîd, Sûresi, 57:1, Haşir Sûresi, 59:1; Saf Sûresi, 61:1; A’lâ Sûresi, 87:1.
Dipnot-5
Cum’a Sûresi, 62:1; Teğâbün Sûresi, 64:1.
Dipnot-6
Bakara Sûresi, 2:1; Âl-i İmran Sûresi, 3:1; Ankebût Sûresi, 29:1; Rûm Sûresi, 30:1; Lokman Sûresi, 31:1; Secde Sûresi, 32:1.
Dipnot-7
Yunus Sûresi, 10:1; Hûd Sûresi, 11:1; Yusuf Sûresi, 12:1; İbrahim Sûresi, 14:1; Hicr Sûresi, 15:1.
Dipnot-8
Mü’min Sûresi, 40:1; Fussilet Sûresi, 41:1; Şûrâ Sûresi, 42:1; Zuhruf Sûresi, 43:1; Duhân Sûresi, 44:1; Câsiye Sûresi; 45:1; Ahkaf Sûresi, 46:1.
Dipnot-9
“(Allah) ona şahdamarından daha yakın.” Kaf Sûresi, 50:16.
Dipnot-10
Allah’ım! Senin rahmetine ve onun hürmetine nasıl yaraşırsa, ona ve âline öylece salât ve selâm olsun. Âmin.
azamet: büyüklük (bk. a-ẓ-m) cin ve ins: cinler ve insanlar ekser: pekçok (bk. k-s̱-r) enbiya: peygamberler (bk. n-b-e) ervah: ruhlar (bk. r-v-ḥ) fâtiha: başlangıç fehmetmek: anlamak habibiyet: sevgililik (bk. ḥ-b-b) ilham: Allah tarafından insanın kalbine indirilen mânâ izzet-i kudsiyet: mukaddesliğinin izzeti, yüceliği (bk. a-z-z; ḳ-d-s) Kab-ı Kavseyn: Cenab-ı Hakka en yakın olan makam; Peygamberimiz Miracda bu makamda bizzat Allah’la görüşmüştür (bk. ḳ-v-b) küllî: kapsamlı (bk. k-l-l) | melâike: melekler (bk. m-l-k) Mirac: Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk (bk. a-r-c) mu’cize-i risalet: peygamberlik mu’cizesi (bk. a-c-z; r-s-l) mu’cize-i ubûdiyet: kulluk mu’cizesi (bk. a-c-z; a-b-d) münacat: dua, yakarış (bk. n-c-v) nebî: peygamber (bk. n-b-e) nübüvvet: peygamberlik (bk. n-b-e) şakk-ı kamer: Ay’ın ikiye bölünmesi mu’cizesi semavat: gökler (bk. s-m-v) Sidretü’l-Müntehâ: yedinci kat gökte olduğu rivâyet edilen ve Cebrail’in (a.s.) çıkabildiği en son makam | sırr-ı âzim: büyük sır (bk. a-ẓ-m) sırr-ı lüzum: gerekliliğin sırrı şuâ: ışın, güçlü ışık hüzmesi tarfetü’l-ayn: bir göz açıp kapayıncaya kadar olan an ulvî: yüce, yüksek ulviyet-i i’câz: mu’cizeliğin yüceliği (bk. a-c-z) vahy: Allah tarafından gelen emir ve yasaklar (bk. v-ḥ-y) velî: Allah dostu (bk. v-l-y) Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi olan Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l) |
KAYNAK:
http://www.erisale.com/#content.tr.1.195
Ders Dünyası - WORLD OF COURSES sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.