
MÂNÂ-YI HARFİ:
(Bak: Mânâ-yı ismi)
Kendisini değil de başkasını veya sahibini, ustasını, kâtibini anlatan, bildiren, ta’rif eden mâna.
MÂNÂ-YI İSMÎ:
İsme dâir mânâ.
Bir şeyin sadece kendisini bilip tanımak.
Bir şey başka şeyleri tanıttığı, bildirdiği veya sevdirdiği için olan ma’nâya da mânâ-yı harfi denir.
Bir ağacı gölgesinden, zahirî görünüşünden, bize verdiği meyvesinden dolayı alâka gösterir ve seversek mânâ-yı ismi ile seviyoruz demektir.
Ağacı görmek ve tanımakla ve meyvelerini almakla Rahmet-i İlâhiyeyi tanıyor, Cenab-ı Hakka sevgi ve şükrümüzü artırıyor ve O’nun emri dairesinde ağaca Rabbimizin iltifatı, rahmeti olarak alâka gösteriyor isek; bu mânâya da mânâ-yı harfi deniyor.
(…Dünyayı ve ondaki mahlûkatı mânâ-yı harfi ile sev. Mânâ-yı ismi ile sevme!
“Ne kadar güzel yapılmışlar de ne kadar güzeldir” deme ve kalbin bâtınına, başka muhabbetlerin girmesine meydan verme..
Çünkü, bâtın-ı kalb, âyine-i Sameddir ve O’na mahsustur.
Meselâ; Nasıl ki; bir pâdişah-ı âlî sana bir elmayı ihsan etse, o elmaya iki muhabbet ve onda iki lezzet var:
Biri, elma, elma olduğu için sevilir ve elmaya mahsus ve elma kadar bir lezzet var.
Şu muhabbet padişaha ait değil.
Belki, huzurunda o elmayı ağzına atıp yiyen adam, padişahı değil, elmayı sever ve nefsine muhabbet eder.
Bazan olur ki, padişah o nefis perverâne olan muhabbeti beğenmez, ondan nefret eder.
Hem elma lezzeti dahi cüz’idir.
Hem zeval bulur, elmayı yedikten sonra o lezzet dahi gider, bir teessüf kalır.
İkinci muhabbet ise; elma içindeki elma ile gösterilen iltifâtât-ı şâhanedir.
Güyâ o elma, iltifât-ı şahânenin nümûnesi ve mücessimidir, diye başına koyan adam, padişahı sevdiğini izhar eder.
Hem iltifatın gılâfı olan o meyvede öyle bir lezzet var ki, bin elma lezzetinin fevkindedir.
İşte şu lezzet ayn-ı şükrandır.
Şu muhabbet padişaha karşı hürmetli bir muhabbettir!..)
(İşte bu misalde birinci muhabbet mânâ-yı ismi ile ikinci muhabbet ise, mânâ-yı harfi ile olduğu anlaşılıyor).
…”Aynen onun gibi, bütün nimetlere, meyvelere, zatları için muhabbet edilse, yalnız maddi lezzetleri ile gafilâne telezzüz etse, o muhabbet nefsânidir.
O lezzetler de geçici ve elemlidir.
Eğer Cenab-ı Hakkın iltifâtât-ı rahmeti ve ihsânâtının meyveleri cihetiyle sevse ve o ihsan ve iltifâtâtın derece-i lütûflarını takdir etmek sûretinde kemal-i iştiha ile lezzet alsa; hem mânevi bir şükür, hem elemsiz bir lezzettir”.. S.) (Bak: Harfi.)
On İkinci Söz
Birinci Esas
…
Amma o müzeyyen Kur’ân ise, şu musannâ kâinattır. O hâkim ise, Hakîm-i Ezelîdir. Ve o iki adam ise, birisi, yani ecnebîsi, ilm-i felsefe ve hükemâsıdır. Diğeri Kur’ân ve şakirtleridir.
Evet, Kur’ân-ı Hakîm, şu Kur’ân-ı Azîm-i Kâinatın en âli bir müfessiridir ve en beliğ bir tercümanıdır. Evet, o Furkandır ki, şu kâinatın sahifelerinde ve zamanların yapraklarında kalem-i kudretle yazılan âyât-ı tekvîniyeyi cin ve inse ders verir. Hem herbiri birer harf-i mânidar olan mevcudata “mânâ-yı harfî” nazarıyla, yani onlara Sâni hesabına bakar. “Ne kadar güzel yapılmış; ne kadar güzel bir surette Sâniinin cemâline delâlet ediyor” der. Ve bununla kâinatın hakikî güzelliğini gösteriyor.
Amma, ilm-i hikmet dedikleri felsefe ise, huruf-u mevcudatın tezyinatında ve münasebatında dalmış ve sersemleşmiş, hakikatin yolunu şaşırmış. Şu kitab-ı kebirin hurufatına “mânâ-yı harfî” ile, yani Allah hesabına bakmak lâzım gelirken, öyle etmeyip “mânâ-yı ismî” ile, yani mevcudata mevcudat hesabına bakar, öyle bahseder. “Ne güzel yapılmış”a bedel “Ne güzeldir” der, çirkinleştirir. Bununla kâinatı tahkir edip kendisine müştekî eder. Evet, dinsiz felsefe hakikatsiz bir safsatadır ve kâinata bir tahkirdir.
âli: yüksek, yüce âyât-ı tekvîniye: kâinatta Allah’ın varlığına ve birliğine delil olan varlıklar (bk. k-v-n) bârekâllah: Allah hayırlı ve bereketli kılsın (bk. b-r-k) beliğ: maksadını noksansız ve güzel sözlerle anlatabilen (bk. b-l-ğ) cemâl: güzellik (bk. c-m-l) cihet: yön cin ve ins: cinler ve insanlar delâlet: işaret etme, delil olma ecnebî: yabancı fehmetmek: anlamak Furkan: doğru ile yanlışı birbirinden ayıran Kur’ân (bk. f-r-ḳ) haddi tecavüz: sınırı aşma, ileri gitme hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hâkim: hükümdar, hükmedici (bk. ḥ-k-m) Hakîm-i Ezelî: her işini hikmetle yapan ve varlığının başlangıcı olmayıp zamanla kayıtlı olmayan Allah (bk. ḥ-k-m; e-z-l) hâkim-i hakîm: herşeyi hikmetle yapan ve herşeye hükmeden (bk. ḥ-k-m) hakîmâne: hikmetli bir şekilde (bk. ḥ-k-m) hakperest: doğruluktan ayrılmayan, hakkı tutan (bk. ḥ-ḳ-ḳ) harf-i mânidar: mânâlı harf (bk. a-n-y) | hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) hükemâ: filozof, felsefeci (bk. ḥ-k-m) huruf-u mevcudat: büyük bir kitap olan kâinatın harfleri hükmündeki varlıklar (bk. v-c-d) ilm-i felsefe: felsefe ilmi (bk. a-l-m) ilm-i hikmet: hikmet ilmi (bk. ḥ-k-m) irade etmek: dilemek, istemek (bk. r-v-d) kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kalem-i kudret: varlıkların ve olayların düzenli olarak vücuda gelişinde bir kalem gibi eserini gösteren İlâhî güç (bk. ḳ-d-r) kitab-ı kebirin hurufatı: büyük bir kitap olan kâinatın harfleri hükmündeki varlıklar (bk. k-t-b; k-b-r) Kur’ân-ı Azîm-i Kâinat: büyük bir Kur’ân gibi derin mânâlar ifade eden kâinat (bk. a-ẓ-m; k-v-n) Kur’ân-ı Hakîm: hikmetli Kur’ân (bk. ḥ-k-m) mânâ-yı harfî: bir şeyin kendisini değil de sanatkârını, ustasını, sahibini bilip tanıtan mâna (bk. a-n-y) | mânâ-yı ismî: bir şeyin bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan mânâsı (bk. a-n-y; s-m-v) mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d) müdakkik: inceden inceye araştıran müfessir: yorumlayıcı (bk. f-s-r) mukabil: karşılık mükafat: ödül münasebat: ilişkiler, bağlantılar (bk. n-s-b) mürşidâne: hak ve doğru yolu göstererek, irşad edici (bk. r-ş-d) musannâ: sanatlı bir şekilde yapılmış (bk. ṣ-n-a) müştekî: şikayetçi müzeyyen: süslenmiş (bk. z-y-n) nâfi: faydalı nazarıyla: gözüyle, bakışıyla nukuş: nakışlar, işlemeler (bk. n-ḳ-ş) safsata: yalan, uydurma şakirt: talebe, öğrenci Sâni: herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a) suret: şekil, tarz (bk. ṣ-v-r) tahkir: hakaret etme, aşağılama tefsir: Kur’ân’ın mânâ bakımından izahı, yorumu (bk. f-s-r) telif: yazılmış eser temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l) tezyinat: süslemeler (bk. z-y-n) |
On Dokuzuncu Mektup
Altıncı Nükteli İşaret
…
Eğer denilse: “Âl-i Beyte muhabbeti Kur’ân emrediyor. Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâm çok teşvik etmiş. O muhabbet, Şialar için belki bir özür teşkil eder. Çünkü, ehl-i muhabbet bir derece ehl-i sekirdir. Niçin Şialar, hususan Râfızîler o muhabbetten istifade etmiyorlar, belki işaret-i Nebeviye ile o fart-ı muhabbete mahkûmdurlar?”
Elcevap: Muhabbet iki kısımdır.
Biri: Mânâ-yı harfiyle, yani Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm hesabına, Cenâb-ı Hak namına, Hazret-i Ali ile Hasan ve Hüseyin ve Âl-i Beyti sevmektir. Şu muhabbet, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın muhabbetini ziyadeleştirir, Cenâb-ı Hakkın muhabbetine vesile olur. Şu muhabbet meşrudur, ifratı zarar vermez, tecavüz etmez, başkalarının zemmini ve adâvetini iktiza etmez.
İkincisi: Mânâ-yı ismiyle muhabbettir. Yani bizzat onları sever. Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı düşünmeden, Hazret-i Ali’nin kahramanlıklarını ve kemâlini ve Hazret-i Hasan ve Hüseyin’in yüksek faziletlerini düşünüp sever. Hattâ Allah’ı bilmese de, Peygamberi tanımasa da, yine onları sever. Bu
adâvet: düşmanlık Âl-i Beyt: Peygamber Efendimizin ailesi ve onun neslinden gelenler Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m) Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) ehl-i muhabbet: muhabbet edenler, sevgi besleyenler (bk. ḥ-b-b) ehl-i sekir: İlâhî bir tecelli ile kendinden geçme hâli Emevîler: (bk. bilgiler) fart-ı muhabbet: aşırı sevgi, ifrat derecesinde sevme (bk. ḥ-b-b) fazilet: üstünlük, güzel ahlâk, erdem (bk. f-ḍ-l) hadd-i meşru: meşrû sınır, helâl daire hâşâ: asla, kesinlikle öyle değil Havâric: (bk. bilgiler – Hâricîler) Hazret-i İsâ: (bk. bilgiler – İsâ (a.s.)) | helâket: mahvolma, yok olma hususan: özellikle Hz. Hasan: (bk. bilgiler – Hasan (r.a.)) Hz. Hüseyin: (bk. bilgiler – Hüseyin (r.a.)) ibnullah: Allah’ın oğlu ifrat: aşırılık ifrât-ı adavet: aşırı derecede düşmanlık besleme ifrât-ı muhabbet: aşırı derecede sevgi besleme (bk. ḥ-b-b) iktiza etmek: gerektirmek (bk. ḳ-ḍ-y) İmam-ı Ali: (bk. bilgiler – Ali (r.a.)) inkâr etmek: kabul etmemek, reddetmek (bk. n-k-r) işaret-i Nebeviye: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) haber vermesi, işaret etmesi (bk. n-b-e) kemâl: mükemmellik, fazilet, erdem (bk. k-m-l) mânâ-yı harfî: bir şeyin kendisini değil de san’atkârını, ustasını, sahibini bildirip tanıtan mâna (bk. a-n-y) mânâ-yı ismî: bir şeyin sahibine değil de, bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan mânâsı (bk. a-n-y; s-m-v) | meşru: helâl, dine uygun (bk. ş-r-a) müfrit: ifrat eden, aşırıya giden muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b) nakl-i sahih-i kat’î: bir hadis-i şerifin Peygamber Efendimizden (a.s.m.) doğru ve sağlam kanallarla aktarılması nam: ad Nâsibe: Hâricîler Nasrânî: Hıristiyan nübüvvet: peygamberlik (bk. n-b-e) Râfızî: (bk. bilgiler – Rafızîlik) Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m) Şîa: (bk. bilgiler) tecavüz: sınırı aşmak, ileri gitmek (bk. c-v-z) zemm: kötüleme, kınama ziyadeleştirmek: fazlalaştırmak, artırmak |
sevmek, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın muhabbetine ve Cenâb-ı Hakkın muhabbetine sebebiyet vermez. Hem ifrat olsa, başkaların zemmini ve adâvetini iktiza eder.
İşte, işaret-i Nebeviye ile, Hazret-i Ali hakkında ziyade muhabbetlerinden, Hazret-i Ebu Bekri’s-Sıddık ile Hazret-i Ömer’den teberri ettiklerinden, hasârete düşmüşler. Ve o menfi muhabbet, sebeb-i hasârettir.
adâvet: düşmanlık Ali: (bk. bilgiler – Ali (r.a.)) Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) dahilî: içe dönük Fars: (bk. bilgiler) ferman etmek: buyurmak fethetmek: açmak fevkinde: üstünde fitne: bozgunculuk, ara bozma hasâret: zarar, ziyan Hayber Kal’ası: Hayber Kalesi (bk. bilgiler – Hayber) Hazret-i Ali: (bk. bilgiler – Ali (r.a.)) Hazret-i Ebu Bekri’s-Sıddık: (bk. bilgiler – Ebu Bekir (r.a.)) | Hazret-i Ömer: (bk. bilgiler – Ömer (r.a.)) ifrat: aşırılık iktiza etme: gerektirme (bk. ḳ-ḍ-y) işaret-i Nebeviye: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) haber vermesi, işaret etmesi (bk. n-b-e) istimal: kullanma me’mul: umulan, ümit edilen menfi: olumsuz mu’cize-i Nebeviye: Peygamberimizin mu’cizesi (bk. a-c-z; n-b-e) Muaviye: (bk. bilgiler) muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b) musallat: sataşma muvaffak olmak: başarılı olmak nakl-i sahih-i kat’î: bir hadis-i şerifin Peygamber Efendimizden (a.s.m.) doğru ve sağlam kanallarla aktarılması | Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m) sebeb-i hasâret: zarar verme, kaybettirme sebebi (bk. s-b-b) şerir: şerliler, kötüler Sıffin: (bk. bilgiler) teberrî etmek: uzaklaşmak zemm: kötüleme, kınama ziyade: çok, fazla |
KAYNAK:
Yeni Lügat, Abdullah Yeğin, HİZMET VAKFI YAYINLARI, 01.01.2008, İstanbul
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Otuz İkinci Söz, Üçüncü Mevkıf, İkinci Mebhas, Mühim Bir Sual, İkinci Nükte,
http://www.erisale.com/#content.tr.1.873
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On İkinci Söz, Birinci Esas.
http://www.erisale.com/#content.tr.1.193
Risale-i Nur Külliyatı, Mektubat, On Dokuzuncu Mektup, Altıncı Nükteli İşaret.
http://www.erisale.com/#content.tr.2.157
Ders Dünyası - WORLD OF COURSES sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.