MÂNÂ-YI HARFİ NEDİR? MÂNÂ-YI İSMÎ NEDİR?

MÂNÂ-YI HARFİ NEDİR MÂNÂ-YI İSMÎ NEDİR
MÂNÂ-YI HARFİ NEDİR? MÂNÂ-YI İSMÎ NEDİR?

MÂNÂ-YI HARFİ:

(Bak: Mânâ-yı ismi)

Kendisini değil de başkasını veya sahibini, ustasını, kâtibini anlatan, bildiren, ta’rif eden mâna.

MÂNÂ-YI İSMÎ:

İsme dâir mânâ.

Bir şeyin sadece kendisini bilip tanımak.

Bir şey başka şeyleri tanıttığı, bildirdiği veya sevdirdiği için olan ma’nâya da mânâ-yı harfi denir.

Bir ağacı gölgesinden, zahirî görünüşünden, bize verdiği meyvesinden dolayı alâka gösterir ve seversek mânâ-yı ismi ile seviyoruz demektir.

Ağacı görmek ve tanımakla ve meyvelerini almakla Rahmet-i İlâhiyeyi tanıyor, Cenab-ı Hakka sevgi ve şükrümüzü artırıyor ve O’nun emri dairesinde ağaca Rabbimizin iltifatı, rahmeti olarak alâka gösteriyor isek; bu mânâya da mânâ-yı harfi deniyor.


(…Dünyayı ve ondaki mahlûkatı mânâ-yı harfi ile sev. Mânâ-yı ismi ile sevme!

“Ne kadar güzel yapılmışlar de ne kadar güzeldir” deme ve kalbin bâtınına, başka muhabbetlerin girmesine meydan verme..

Çünkü, bâtın-ı kalb, âyine-i Sameddir ve O’na mahsustur.

Meselâ; Nasıl ki; bir pâdişah-ı âlî sana bir elmayı ihsan etse, o elmaya iki muhabbet ve onda iki lezzet var:

Biri, elma, elma olduğu için sevilir ve elmaya mahsus ve elma kadar bir lezzet var.

Şu muhabbet padişaha ait değil.

Belki, huzurunda o elmayı ağzına atıp yiyen adam, padişahı değil, elmayı sever ve nefsine muhabbet eder.

Bazan olur ki, padişah o nefis perverâne olan muhabbeti beğenmez, ondan nefret eder.

Hem elma lezzeti dahi cüz’idir.

Hem zeval bulur, elmayı yedikten sonra o lezzet dahi gider, bir teessüf kalır.

İkinci muhabbet ise; elma içindeki elma ile gösterilen iltifâtât-ı şâhanedir.

Güyâ o elma, iltifât-ı şahânenin nümûnesi ve mücessimidir, diye başına koyan adam, padişahı sevdiğini izhar eder.

Hem iltifatın gılâfı olan o meyvede öyle bir lezzet var ki, bin elma lezzetinin fevkindedir.

İşte şu lezzet ayn-ı şükrandır.

Şu muhabbet padişaha karşı hürmetli bir muhabbettir!..)

(İşte bu misalde birinci muhabbet mânâ-yı ismi ile ikinci muhabbet ise, mânâ-yı harfi ile olduğu anlaşılıyor).

…”Aynen onun gibi, bütün nimetlere, meyvelere, zatları için muhabbet edilse, yalnız maddi lezzetleri ile gafilâne telezzüz etse, o muhabbet nefsânidir.

O lezzetler de geçici ve elemlidir.

Eğer Cenab-ı Hakkın iltifâtât-ı rahmeti ve ihsânâtının meyveleri cihetiyle sevse ve o ihsan ve iltifâtâtın derece-i lütûflarını takdir etmek sûretinde kemal-i iştiha ile lezzet alsa; hem mânevi bir şükür, hem elemsiz bir lezzettir”.. S.) (Bak: Harfi.)

On İkinci Söz

Birinci Esas

Amma o müzeyyen Kur’ân ise, şu musannâ kâinattır. O hâkim ise, Hakîm-i Ezelîdir. Ve o iki adam ise, birisi, yani ecnebîsi, ilm-i felsefe ve hükemâsıdır. Diğeri Kur’ân ve şakirtleridir.

Evet, Kur’ân-ı Hakîm, şu Kur’ân-ı Azîm-i Kâinatın en âli bir müfessiridir ve en beliğ bir tercümanıdır. Evet, o Furkandır ki, şu kâinatın sahifelerinde ve zamanların yapraklarında kalem-i kudretle yazılan âyât-ı tekvîniyeyi cin ve inse ders verir. Hem herbiri birer harf-i mânidar olan mevcudata “mânâ-yı harfî” nazarıyla, yani onlara Sâni hesabına bakar. “Ne kadar güzel yapılmış; ne kadar güzel bir surette Sâniinin cemâline delâlet ediyor” der. Ve bununla kâinatın hakikî güzelliğini gösteriyor.

Amma, ilm-i hikmet dedikleri felsefe ise, huruf-u mevcudatın tezyinatında ve münasebatında dalmış ve sersemleşmiş, hakikatin yolunu şaşırmış. Şu kitab-ı kebirin hurufatına “mânâ-yı harfî” ile, yani Allah hesabına bakmak lâzım gelirken, öyle etmeyip “mânâ-yı ismî” ile, yani mevcudata mevcudat hesabına bakar, öyle bahseder. “Ne güzel yapılmış”a bedel “Ne güzeldir” der, çirkinleştirir. Bununla kâinatı tahkir edip kendisine müştekî eder. Evet, dinsiz felsefe hakikatsiz bir safsatadır ve kâinata bir tahkirdir.


âli: yüksek, yüce
âyât-ı tekvîniye: kâinatta Allah’ın varlığına ve birliğine delil olan varlıklar (bk. k-v-n)
bârekâllah: Allah hayırlı ve bereketli kılsın (bk. b-r-k)
beliğ: maksadını noksansız ve güzel sözlerle anlatabilen (bk. b-l-ğ)
cemâl: güzellik (bk. c-m-l)
cihet: yön
cin ve ins: cinler ve insanlar
delâlet: işaret etme, delil olma
ecnebî: yabancı
fehmetmek: anlamak
Furkan: doğru ile yanlışı birbirinden ayıran Kur’ân (bk. f-r-ḳ)
haddi tecavüz: sınırı aşma, ileri gitme
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâkim: hükümdar, hükmedici (bk. ḥ-k-m)
Hakîm-i Ezelî: her işini hikmetle yapan ve varlığının başlangıcı olmayıp zamanla kayıtlı olmayan Allah (bk. ḥ-k-m; e-z-l)
hâkim-i hakîm: herşeyi hikmetle yapan ve herşeye hükmeden (bk. ḥ-k-m)
hakîmâne: hikmetli bir şekilde (bk. ḥ-k-m)
hakperest: doğruluktan ayrılmayan, hakkı tutan (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
harf-i mânidar: mânâlı harf (bk. a-n-y)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hükemâ: filozof, felsefeci (bk. ḥ-k-m)
huruf-u mevcudat: büyük bir kitap olan kâinatın harfleri hükmündeki varlıklar (bk. v-c-d)
ilm-i felsefe: felsefe ilmi (bk. a-l-m)
ilm-i hikmet: hikmet ilmi (bk. ḥ-k-m)
irade etmek: dilemek, istemek (bk. r-v-d)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kalem-i kudret: varlıkların ve olayların düzenli olarak vücuda gelişinde bir kalem gibi eserini gösteren İlâhî güç (bk. ḳ-d-r)
kitab-ı kebirin hurufatı: büyük bir kitap olan kâinatın harfleri hükmündeki varlıklar (bk. k-t-b; k-b-r)
Kur’ân-ı Azîm-i Kâinat: büyük bir Kur’ân gibi derin mânâlar ifade eden kâinat (bk. a-ẓ-m; k-v-n)
Kur’ân-ı Hakîm: hikmetli Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
mânâ-yı harfî: bir şeyin kendisini değil de sanatkârını, ustasını, sahibini bilip tanıtan mâna (bk. a-n-y)
mânâ-yı ismî: bir şeyin bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan mânâsı (bk. a-n-y; s-m-v)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
müdakkik: inceden inceye araştıran
müfessir: yorumlayıcı (bk. f-s-r)
mukabil: karşılık
mükafat: ödül
münasebat: ilişkiler, bağlantılar (bk. n-s-b)
mürşidâne: hak ve doğru yolu göstererek, irşad edici (bk. r-ş-d)
musannâ: sanatlı bir şekilde yapılmış (bk. ṣ-n-a)
müştekî: şikayetçi
müzeyyen: süslenmiş (bk. z-y-n)
nâfi: faydalı
nazarıyla: gözüyle, bakışıyla
nukuş: nakışlar, işlemeler (bk. n-ḳ-ş)
safsata: yalan, uydurma
şakirt: talebe, öğrenci
Sâni: herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)
suret: şekil, tarz (bk. ṣ-v-r)
tahkir: hakaret etme, aşağılama
tefsir: Kur’ân’ın mânâ bakımından izahı, yorumu (bk. f-s-r)
telif: yazılmış eser
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
tezyinat: süslemeler (bk. z-y-n)

On Dokuzuncu Mektup

Altıncı Nükteli İşaret

Eğer denilse: “Âl-i Beyte muhabbeti Kur’ân emrediyor. Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâm çok teşvik etmiş. O muhabbet, Şialar için belki bir özür teşkil eder. Çünkü, ehl-i muhabbet bir derece ehl-i sekirdir. Niçin Şialar, hususan Râfızîler o muhabbetten istifade etmiyorlar, belki işaret-i Nebeviye ile o fart-ı muhabbete mahkûmdurlar?”

Elcevap: Muhabbet iki kısımdır.

Biri: Mânâ-yı harfiyle, yani Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm hesabına, Cenâb-ı Hak namına, Hazret-i Ali ile Hasan ve Hüseyin ve Âl-i Beyti sevmektir. Şu muhabbet, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın muhabbetini ziyadeleştirir, Cenâb-ı Hakkın muhabbetine vesile olur. Şu muhabbet meşrudur, ifratı zarar vermez, tecavüz etmez, başkalarının zemmini ve adâvetini iktiza etmez.

İkincisi: Mânâ-yı ismiyle muhabbettir. Yani bizzat onları sever. Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı düşünmeden, Hazret-i Ali’nin kahramanlıklarını ve kemâlini ve Hazret-i Hasan ve Hüseyin’in yüksek faziletlerini düşünüp sever. Hattâ Allah’ı bilmese de, Peygamberi tanımasa da, yine onları sever. Bu


adâvet: düşmanlık
Âl-i Beyt: Peygamber Efendimizin ailesi ve onun neslinden gelenler
Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
ehl-i muhabbet: muhabbet edenler, sevgi besleyenler (bk. ḥ-b-b)
ehl-i sekir: İlâhî bir tecelli ile kendinden geçme hâli
Emevîler: (bk. bilgiler)
fart-ı muhabbet: aşırı sevgi, ifrat derecesinde sevme (bk. ḥ-b-b)
fazilet: üstünlük, güzel ahlâk, erdem (bk. f-ḍ-l)
hadd-i meşru: meşrû sınır, helâl daire
hâşâ: asla, kesinlikle öyle değil
Havâric: (bk. bilgiler – Hâricîler)
Hazret-i İsâ: (bk. bilgiler – İsâ (a.s.))
helâket: mahvolma, yok olma
hususan: özellikle
Hz. Hasan: (bk. bilgiler – Hasan (r.a.))
Hz. Hüseyin: (bk. bilgiler – Hüseyin (r.a.))
ibnullah: Allah’ın oğlu
ifrat: aşırılık
ifrât-ı adavet: aşırı derecede düşmanlık besleme
ifrât-ı muhabbet: aşırı derecede sevgi besleme (bk. ḥ-b-b)
iktiza etmek: gerektirmek (bk. ḳ-ḍ-y)
İmam-ı Ali: (bk. bilgiler – Ali (r.a.))
inkâr etmek: kabul etmemek, reddetmek (bk. n-k-r)
işaret-i Nebeviye: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) haber vermesi, işaret etmesi (bk. n-b-e)
kemâl: mükemmellik, fazilet, erdem (bk. k-m-l)
mânâ-yı harfî: bir şeyin kendisini değil de san’atkârını, ustasını, sahibini bildirip tanıtan mâna (bk. a-n-y)
mânâ-yı ismî: bir şeyin sahibine değil de, bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan mânâsı (bk. a-n-y; s-m-v)
meşru: helâl, dine uygun (bk. ş-r-a)
müfrit: ifrat eden, aşırıya giden
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
nakl-i sahih-i kat’î: bir hadis-i şerifin Peygamber Efendimizden (a.s.m.) doğru ve sağlam kanallarla aktarılması
nam: ad
Nâsibe: Hâricîler
Nasrânî: Hıristiyan
nübüvvet: peygamberlik (bk. n-b-e)
Râfızî: (bk. bilgiler – Rafızîlik)
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m)
Şîa: (bk. bilgiler)
tecavüz: sınırı aşmak, ileri gitmek (bk. c-v-z)
zemm: kötüleme, kınama
ziyadeleştirmek: fazlalaştırmak, artırmak

sevmek, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın muhabbetine ve Cenâb-ı Hakkın muhabbetine sebebiyet vermez. Hem ifrat olsa, başkaların zemmini ve adâvetini iktiza eder.

İşte, işaret-i Nebeviye ile, Hazret-i Ali hakkında ziyade muhabbetlerinden, Hazret-i Ebu Bekri’s-Sıddık ile Hazret-i Ömer’den teberri ettiklerinden, hasârete düşmüşler. Ve o menfi muhabbet, sebeb-i hasârettir.


adâvet: düşmanlık
Ali: (bk. bilgiler – Ali (r.a.))
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
dahilî: içe dönük
Fars: (bk. bilgiler)
ferman etmek: buyurmak
fethetmek: açmak
fevkinde: üstünde
fitne: bozgunculuk, ara bozma
hasâret: zarar, ziyan
Hayber Kal’ası: Hayber Kalesi (bk. bilgiler – Hayber)
Hazret-i Ali: (bk. bilgiler – Ali (r.a.))
Hazret-i Ebu Bekri’s-Sıddık: (bk. bilgiler – Ebu Bekir (r.a.))
Hazret-i Ömer: (bk. bilgiler – Ömer (r.a.))
ifrat: aşırılık
iktiza etme: gerektirme (bk. ḳ-ḍ-y)
işaret-i Nebeviye: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) haber vermesi, işaret etmesi (bk. n-b-e)
istimal: kullanma
me’mul: umulan, ümit edilen
menfi: olumsuz
mu’cize-i Nebeviye: Peygamberimizin mu’cizesi (bk. a-c-z; n-b-e)
Muaviye: (bk. bilgiler)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
musallat: sataşma
muvaffak olmak: başarılı olmak
nakl-i sahih-i kat’î: bir hadis-i şerifin Peygamber Efendimizden (a.s.m.) doğru ve sağlam kanallarla aktarılması
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m)
sebeb-i hasâret: zarar verme, kaybettirme sebebi (bk. s-b-b)
şerir: şerliler, kötüler
Sıffin: (bk. bilgiler)
teberrî etmek: uzaklaşmak
zemm: kötüleme, kınama
ziyade: çok, fazla

KAYNAK:

Yeni Lügat, Abdullah Yeğin, HİZMET VAKFI YAYINLARI, 01.01.2008, İstanbul

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Otuz İkinci Söz, Üçüncü Mevkıf, İkinci Mebhas, Mühim Bir Sual, İkinci Nükte,

http://www.erisale.com/#content.tr.1.873

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On İkinci Söz, Birinci Esas.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.193

Risale-i Nur Külliyatı, Mektubat, On Dokuzuncu Mektup, Altıncı Nükteli İşaret.

http://www.erisale.com/#content.tr.2.157

Feel free to comment. Yorum yapmaktan çekinmeyin.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.