Onbirinci Söz
Hakikatin Yüzü 2
Cumartesi Dersleri 11. 3.
…
Amma, füccar ve eşrar olan diğer güruh ise, hadd-i bulûğ ile şu âlem sarayına girdikleri vakit, bütün vahdâniyetin delillerine karşı küfür ile mukabele edip ve bütün nimetlere karşı küfran ile mukabele ederek ve bütün mevcudatı kıymetsizlikle kâfirâne bir itham ile tahkir ettiler. Ve bütün esmâ-i İlâhiyenin tecelliyâtına karşı red ve inkâr ile mukabele ettiklerinden, az bir vakitte nihayetsiz bir cinayet işlediler, nihayetsiz bir azaba müstehak oldular.
ahsen-i takvim: insanın yaratılışının en güzel şekilde ve tam kıvamında olması (bk. ḥ-s-n) âkıbet: son, netice âlem: dünya (bk. a-l-m) âmin: “Allahım kabul eyle” (bk. e-m-n) âyinedar: ayna olan, yansıtan bâki kalmak: kalıcı ve sürekli olmak (bk. b-ḳ-y) bekà: süreklilik, devamlılık (bk. b-ḳ-y) cemâl: güzellik (bk. c-m-l) Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) dar-ı dünya: dünya yurdu dârüsselâm: esenlik yurdu, Cennet (bk. s-l-m) destgâh-ı imtihan: sınav tezgahı ebed/ebediyet: sonsuzluk (bk. e-b-d) eda etmek: yerine getirmek emin: güvenilir (bk. e-m-n) emn ü emanet: emanetin güvenliği (bk. e-m-n) esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h) eşrar: şerli ve kötü kimseler fakr: fakirlik, ihtiyaç hali (bk. f-ḳ-r) | farîze-i ömür: ömür borcu füccar: günahkârlar, açıktan günah işleyenler gûnâgûn: türlü türlü, renk renk güruh: grup, topluluk hadd-i bulûğ: ergenlik çağı halife-i arz: yeryüzünde Allah’ın emirlerini yerine getirip Onun namına tasarrufta bulunan ve varlıklar üzerinde Onun adına egemen olan insan (bk. ḫ-l-f) hülâsa: özet, öz hutur etmek: hatıra gelmek inkâr: inanmama, reddetme (bk. n-k-r) itham: suçlama kâfirâne: kâfirce, inkâr ederek (bk. k-f-r) kalb-i beşer: insan kalbi küfran: nankörlük, inkâr (bk. k-f-r) küfür: inkâr, inançsızlık (bk. k-f-r) mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ) mazhar etmek: eriştirmek (bk. ẓ-h-r) mertebe: derece mescid-i kebir: büyük mescid (bk. k-b-r)mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)meydan-ı tecrübe: deneme alanımücehhez: cihazlanmış, donanmış | mukabele etmek: karşılık vermek mükâfat: ödül müştâk: düşkün, aşık müstehak: hak etmiş, layık (bk. ḥ-ḳ-ḳ) nihayetsiz: sonsuz Rabb-i Kerim: sonsuz ikram, ihsan ve iyilik sahibi, herşeyi idare ve terbiye eden Allah (bk. r-b-b; k-r-m) rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m) saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d) şakirt: öğrenci, talebe sermedî: sürekli, devamlı suret: şekil (bk. ṣ-v-r) tahkir etmek: hakaret etmek, aşağılamak tecelliyât: görünümler, yansımalar, İlâhî isimlerin varlıklarda eserini göstermesi (bk. c-l-y) ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d) vahdâniyet: Allah’ın bir ve tek oluşu (bk. v-ḥ-d) vazife-i hayat: hayat görevi (bk. ḥ-y-y) yümn-ü iman: inanmanın getirdiği bereket ve uğur (bk. e-m-n) |
Evet, insana sermaye-i ömür ve cihazat-ı insaniye, mezkûr vezâif için verilmiştir. Ey sersem nefsim ve ey pürheves arkadaşım! Âyâ, zannediyor musunuz ki, vazife-i hayatınız yalnız terbiye-i medeniye ile güzelce muhafaza-i nefis etmek, ayıp olmasın, batın ve fercin hizmetine mi münhasırdır? Yahut, zannediyor musunuz ki, hayatınızın makinesinde derc edilen şu nazik letâif ve mâneviyat ve şu hassas âzâ ve âlât ve şu muntazam cevarih ve cihazat ve şu mütecessis havas ve hissiyatın gaye-i yegânesi, şu hayat-ı fâniyede nefs-i rezilenin, hevesât-ı süfliyenin tatmini için istimaline mi münhasırdır? Hâşâ ve kellâ! Belki, vücudunuzda şunların yaratılması ve fıtratınızda bunların gaye-i idhali, iki esastır:
Biri: Cenâb-ı Mün’im-i Hakikînin bütün nimetlerinin herbir çeşitlerini size ihsas ettirip şükrettirmekten ibarettir. Siz de hissedip şükür ve ibadetini etmelisiniz.
İkincisi: Âleme tecellî eden esmâ-i kudsiye-i İlâhiyenin bütün tecelliyâtının aksamını, birer birer, size o cihazat vasıtasıyla bildirip tattırmaktır. Siz dahi tatmakla tanıyarak iman getirmelisiniz.
İşte, bu iki esas üzerine kemâlât-ı insaniye neşvünemâ bulur. Bununla insan, insan olur.
İnsaniyetin cihazatı, hayvan gibi hayat-ı dünyeviyeyi kazanmak için verilmemiş olduğuna şu temsil sırrıyla bak:
Meselâ, bir zat bir hizmetçisine yirmi altın verdi, ta mahsus bir kumaştan kendisine bir kat libas alsın. O hizmetçi gitti, o kumaşın âlâsından mükemmel bir libas aldı, giydi.
Sonra gördü ki, o zat, diğer bir hizmetkârına bin altın verip, bir kâğıt içinde bazı şeyler yazılı olarak onun cebine koydu, ticarete gönderdi. Şimdi, her aklı başında olan bilir ki, o sermaye, bir kat libas almak için değil. Çünkü evvelki hizmetkâr yirmi altınla en âlâ kumaştan bir kat libas almış olduğundan, elbette
aksam: kısımlar âlâ: üstün, kıymetli âlât: aletler âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m) âyâ: acaba âzâ: âzalar, organlar batın: mide, karın Cenâb-ı Mün’im-i Hakikî: gerçek nimet verici olan Allah (bk. n-a-m; ḥ-ḳ-ḳ) cevarih: organlar cihazat: cihazlar, organ ve duyular cihazat-ı insaniye: insanın duyu ve organları derc edilen: yerleştirilen esmâ-i kudsiye-i İlâhiye: Allah’ın her türlü kusur ve eksiklikten yüce isimleri (bk. s-m-v; ḳ-d-s; e-l-h) ferc: üreme organı, avret fıtrat: yaratılış (bk. f-ṭ-r) gaye-i idhal: yerleştirilme gayesi gaye-i yegâne: tek gaye hâşâ ve kellâ: asla ve asla, kesinlikle öyle değil havas: duygular hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y) | hayat-ı fâniye: geçici hayat (bk. ḥ-y-y; f-n-y) hevesât-ı süfliye: aşağılık arzular hissiyat: hisler, duygular hizmetkâr: hizmetçi ihsas ettirmek: hissettirmek istimal: kullanma kemâlât-ı insaniye: insanın mükemmel özellikleri, üstün yetenekleri (bk. k-m-l) letâif: insanın mânevî yapısındaki ince duygular (bk. l-ṭ-f) libas: elbise mahsus: özel mâneviyat: mânevî âleme ait olan şeyler (bk. a-n-y) mezkur: sözü geçen muhafaza-i nefis: kişinin kendisini ve canını koruması (bk. ḥ-f-ẓ; n-f-s) münhasır: bağlı, sınırlı muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m) mütecessis: araştıran, gizli şeyleri öğrenmeye çalışan nazik: zarif, ince nefis: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s) | nefs-i rezile: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere sevk eden alçak ve âdi duygu (bk. n-f-s) neşvünemâ: gelişme pürheves: heveslerinin peşinde koşan sermaye-i ömür: ömür sermayesi şükür: nimetlere karşı memnunluk gösterme, Allah’a teşekkür etme (bk. ş-k-r) tecelli: yansıma (bk. c-l-y) tecelliyât: tecelliler, yansımalar (bk. c-l-y) temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l) terbiye-i medeniye: medeniyetin verdiği eğitim (bk. r-b-b) vazife-i hayat: hayat vazifesi (bk. ḥ-y-y) vezâif: vazifeler, görevler |
bu bin altın bir kat libasa sarf edilmez. Şayet bu ikinci hizmetkâr, cebine konulan kâğıdı okumayıp, belki evvelki hizmetçiye bakıp, bütün parayı bir dükkâncıya bir kat libas için verip, hem o kumaşın en çürüğünden ve arkadaşının libasından elli derece aşağı bir libas alsa, elbette o hâdim nihayet derecede ahmaklık etmiş olacağı için, şiddetle tazip ve hiddetle te’dip edilecektir.
Ey nefsim ve ey arkadaşım! Aklınızı başınıza toplayınız. Sermaye-i ömür ve istidad-ı hayatınızı, hayvan gibi, belki hayvandan çok aşağı bir derecede şu hayat-ı fâniye ve lezzet-i maddiyeye sarf etmeyiniz. Yoksa, sermayece en âlâ hayvandan elli derece yüksek olduğunuz halde, en ednâsından elli derece aşağı düşersiniz.
Ey gafil nefsim! Senin hayatının gayesini ve hayatının mahiyetini, hem hayatının suretini, hem hayatının sırr-ı hakikatini, hem hayatının kemâl-i saadetini bir derece anlamak istersen, bak. Senin hayatının gayelerinin icmâli dokuz emirdir.
Birincisi şudur ki: Senin vücudunda konulan duygular terazileriyle, rahmet-i İlâhiyenin hazinelerinde iddihar edilen nimetleri tartmaktır ve küllî şükretmektir.
İkincisi: Senin fıtratında vaz edilen cihazatın anahtarlarıyla esmâ-i kudsiye-i İlâhiyenin gizli definelerini açmaktır, Zât-ı Akdesi o esmâ ile tanımaktır.
Üçüncüsü: Şu teşhirgâh-ı dünyada, mahlûkat nazarında, esmâ-i İlâhiyenin sana taktıkları garip san’atlarını ve lâtif cilvelerini bilerek hayatınla teşhir ve izhar etmektir.
Dördüncüsü: Lisan-ı hâl ve kalinle Hâlıkının dergâh-ı rububiyetine ubûdiyetini ilân etmektir.
Beşincisi: Nasıl bir asker, padişahından aldığı türlü türlü nişanları resmî vakitlerde takıp padişahın nazarında görünmekle onun iltifâtât-ı âsârını gösterdiği gibi, sen dahi esmâ-i İlâhiyenin cilvelerinin sana verdikleri letâif-i insaniye murassaâtıyla
ahmaklık: aptallık, akılsızlık âlâ: üstün, kıymetli cihazat: organlar ve duygular cilve: görünüş, akis (bk. c-l-y) define: hazine dergâh-ı rububiyet: yarattığı bütün varlıkları terbiye edip egemenliği altında bulunduran Allah’ın yüce katı (bk. r-b-b) ednâ: basit, aşağı emir: iş esmâ: isimler (bk. s-m-v) esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h) esmâ-i kudsiye-i İlâhiye: Allah’ın her türlü kusur ve eksiklikten yüce isimleri (bk. s-m-v; ḳ-d-s; e-l-h) evvelki: önceki fıtrat: yaratılış (bk. f-ṭ-r) gafil: duyarsız, sorumsuz, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan (bk. ğ-f-l) hâdim: hizmetçi Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ) | hayat-ı fâniye: geçici dünya hayatı (bk. ḥ-y-y; f-n-y) hizmetkâr: hizmetçi icmâl: özet (bk. c-m-l) iddihar edilen: biriktirilen, depolanan iltifâtât-ı âsâr: eserlerin iltifatları istidad-ı hayat: hayat kabiliyeti (bk. a-d-d; ḥ-y-y) izhar etmek: göstermek, ortaya çıkarmak (bk. ẓ-h-r) kemâl-i saadet: tam ve mükemmel mutluluk (bk. k-m-l) küllî: büyük ve kapsamlı (bk. k-l-l) lâtif: ince, hoş, güzel (bk. l-ṭ-f) letâif-i insaniye: insandaki mânevî duygular (bk. l-ṭ-f) lezzet-i maddiye: maddî lezzet libas: elbise lisan-ı hâl ve kal: hal ve konuşma dili mahiyet: esas, nitelik, içyüzmahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)murassaât: süslenmiş şeyler | nazar: bakış (bk. n-ẓ-r) nefis: kişinin kendisi; insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu (bk. n-f-s) nihayet: son nişan: madalya rahmet-i İlâhiye: Allah’ın şefkat ve merhameti, ikram ve bağışı (bk. r-ḥ-m; e-l-h) sarf etmek: harcamak sermaye-i ömür: ömür sermayesi sırr-ı hakikat: gerçeğin sırrı, içyüzü (bk. ḥ-ḳ-ḳ) suret: biçim, görünüş (bk. ṣ-v-r) tazip: cezalandırma te’dip: edeplendirme, haddini bildirme teşhir: sergileme teşhirgâh-ı dünya: dünya sergisi ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d) vaz edilen: konulan Zât-ı Akdes: her türlü kusur ve eksiklikten yüce olan Zât, Allah (bk. ḳ-d-s) |
bilerek süslenip o Şâhid-i Ezelînin nazar-ı şuhud ve işhâdına görünmektir.
Altıncısı: Zevilhayat olanların, tezahürât-ı hayatiye denilen, Hâlıklarına tahiyyâtları; ve rumûzât-ı hayatiye denilen, Sânilerine tesbihatları; ve semerat ve gayât-ı hayatiye denilen, Vâhibü’l-Hayata arz-ı ubûdiyetlerini bilerek müşahede etmek, tefekkürle görüp şehadetle göstermektir.
Yedincisi: Senin hayatına verilen cüz’î ilim ve kudret ve irade gibi sıfat ve hallerinden küçük nümunelerini vahid-i kıyasî ittihaz ile, Hâlık-ı Zülcelâlin sıfât-ı mutlakasını ve şuûn-u mukaddesesini o ölçülerle bilmektir. Meselâ, sen cüz’î iktidarın ve cüz’î ilminve cüz’î iradenle bu haneyi muntazam yaptığından, şu kasr-ı âlemin senin hanenden büyüklüğü derecesinde şu âlemin ustasını o nisbette Kadîr, Alîm, Hakîm, Müdebbir bilmek lâzımdır.
Sekizincisi: Şu âlemdeki mevcudatın herbiri kendine mahsus bir dille Hâlıkının vahdâniyetine ve Sâniinin rububiyetine dair mânevî sözlerini fehmetmektir.
Dokuzuncusu: Acz ve zaafın, fakr ve ihtiyacın ölçüsüyle kudret-i İlâhiye ve gınâ-yı Rabbâniyenin derecât-ı tecelliyâtını anlamaktır. Nasıl ki açlığın dereceleri nisbetinde ve ihtiyacın envâı miktarınca taamın lezzeti ve derecatı ve çeşitleri anlaşılır. Onun gibi, sen de nihayetsiz aczin ve fakrınla, nihayetsiz kudret ve gınâ-yı İlâhiyenin derecatını fehmetmelisin.
İşte, senin hayatının gayeleri, icmâlen, bunlar gibi emirlerdir. Şimdi kendi hayatının mahiyetine bak ki, o mahiyetinin icmâli şudur:
acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z) âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m) Alîm: herşeyi hakkıyla bilen, ilmi herşeyi kuşatan, sonsuz ilim sahibi Allah (bk. a-l-m) arz-ı ubûdiyet: kulluğun sunulması (bk. a-b-d) cüz’î: az, küçük, sınırlı (bk. c-z-e) derecat: dereceler derecât-ı tecelliyât: görünüm ve yansıma dereceleri (bk. c-l-y) emir: iş envâ: çeşitler, türler fakr: fakirlik (bk. f-ḳ-r) fehmetmek: anlamak gınâ-yı İlâhiye: Allah’ın sınırsız zenginliği (bk. ğ-n-y; e-l-h) gınâ-yı Rabbâniye: herşeyi terbiye eden ve egemenliği altında bulunduran Allah’ın sonsuz zenginliği (bk. ğ-n-y; r-b-b) Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah (bk. ḥ-k-m) Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ) Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi, herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l) hane: ev icmâl: özet (bk. c-m-l) iktidar: güç, kudret (bk. ḳ-d-r) irade: istek, dileme, seçim yapma gücü (bk. r-v-d) | ittihaz: kabullenme, edinme Kadîr: herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r) kasr-ı âlem: âlem sarayı (bk. a-l-m) kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r) kudret-i İlâhiye: Allah’ın güç ve kudreti (bk. ḳ-d-r; e-l-h) mahiyet: esas, öz nitelik, içyüz mahsus: özel mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d) Müdebbir: idare eden, ilmiyle herşeyin sonunu görüp, ona göre hikmetle iş yapan Allah (bk. d-b-r) muntazam: düzenli, tertipli (bk. n-ẓ-m) müşahede etmek: görmek, gözlemlemek (bk. ş-h-d) nazar-ı şuhud ve işhad: görme ve gösterme bakışı (bk. n-ẓ-r; ş-h-d) nihayetsiz: sonsuz nisbet: ölçü, oran (bk. n-s-b) rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b) rumûzât-ı hayatiye: hayatın belirtileri, işaretleri (bk. ḥ-y-y) Şâhid-i Ezelî: Ezelden beri bütün zamanları ve herşeyi gören ve herşeye şahid olan Allah (bk. ş-h-d; e-z-l) | Sâni: herşeyi sanatla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a) şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d) semerat ve gayât-ı hayatiye: hayatın gayeleri ve meyveleri (bk. ḥ-y-y) sıfât-ı mutlaka: sınırsız sıfatlar, vasıflar, nitelikler (bk. v-ṣ-f; ṭ-l-ḳ) şuûn-u mukaddese: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler (bk. ş-e-n; ḳ-d-s) taam: yemek tahiyyat: selâmlar ve tebrikler (bk. ḫ-y-y) tefekkür: düşünme (bk. f-k-r) tesbihat: Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler ve varlıkların hal diliyle bu anlamı ifade etmesi (bk. s-b-ḥ) tezahürât-ı hayatiye: hayat belirtileri ve görüntüleri (bk. ẓ-h-r; ḥ-y-y) vahdâniyet: Allah’ın birliği, ortağının ve benzerinin olmayışı (bk. v-ḥ-d) Vâhibü’l-Hayat: hayatı veren Allah (bk. ḥ-y-y) vahid-i kıyasî: ölçü birimi (bk. v-ḥ-d) zevilhayat: hayat sahipleri, canlılar (bk. ḥ-y-y) |
· Esmâ-i İlâhiyeye ait garâibin fihristesi,
· hem şuûn ve sıfât-ı İlâhiye nin bir mikyası,
· hem kâinattaki âlemlerin bir mizanı,
· hem bu âlem-i kebirin bir listesi,
· hem şu kâinatın bir haritası,
· hem şu kitab-ı ekberin bir fezlekesi,
· hem kudretin gizli definelerini açacak bir anahtar külçesi,
· hem mevcudata serpilen ve evkata takılan kemâlâtının bir ahsen-i takvimidir.
İşte, mahiyet-i hayatın bunlar gibi emirlerdir.
Şimdi senin hayatının sureti ve tarz-ı vazifesi şudur ki: Hayatın bir kelime-i mektubedir. Kalem-i kudretle yazılmış hikmetnümâ bir sözdür. Görünüp ve işitilip Esmâ-i Hüsnâya delâlet eder. İşte, hayatının sureti bu gibi emirlerdir.
Şimdi, hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir. Yani, bütün âleme tecellî eden esmânın nokta-i mihrakiyesi hükmünde bir camiiyetle Zât-ı Ehad-i Samede âyineliktir.
Şimdi, hayatının saadet içindeki kemâli ise, senin hayatının âyinesinde temessül eden Şems-i Ezelînin envârını hissedip sevmektir. Zîşuur olarak Ona şevk göstermektir. Onun muhabbetiyle kendinden geçmektir. Kalbin gözbebeğinde aks-i nurunu yerleştirmektir. İşte bu sırdandır ki, seni âlâ-yı illiyyîne çıkaran bir hadis-i kudsînin1 meâl-i şerifi olan
Dipnot-1
Hadis-i kudsînin metni şöyledir: مَا وَسِعَن۪ى سَمَٓائ۪ى وَلَٓا اَرْض۪ى وَلٰكِنَّ وَسِعَن۪ى قَلْبُ عَبْدِىَ الْمُؤْمِنِ “Ben göklere ve yere sığmam, fakat mü’min kulumun kalbine sığarım.” El-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ 2:165; İmam-ı Gazâlî, İhyâ-u Ulûmiddîn, 3:14.
ahsen-i takvim: insanın yaratılışça en güzel biçimde ve tam kıvamında olması (bk. ḥ-s-n) aks-i nur: ışığın yansıması (bk. n-v-r) âlâ-yı illiyyîn: yücelerin en yücesi âlem: dünya; evren, kâinat (bk. a-l-m) âlem-i kebir: büyük âlem, kâinat (bk. a-l-m; k-b-r) âyine: ayna camiiyet: kapsayıcılık (bk. c-m-a) cilve-i Samediyet: herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın isim ve sıfatlarının varlıklar üzerindeki yansımasının görünümü (bk. c-l-y; ṣ-m-d) define: hazine delâlet: delil olma, işaret etme envâr: nurlar (bk. n-v-r) esmâ: isimler (bk. s-m-v) Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n) esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h) evkat: vakitler fezleke: netice, özet garâib: hayranlık uyandırıcı ve şaşırtıcı şeyler hadis-i kudsî: Peygamber Efendimizin Cenab-ı Haktan rivayet ettiği Kur’ân dışındaki ilâhî sözler (bk. ḥ-d-s̱; ḳ-d-s) | hikmetnümâ: hikmetli, anlamlı (bk. ḥ-k-m) kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kalem-i kudret: varlıkların ve olayların düzenli olarak vücuda gelişinde bir kalem gibi eserini gösteren İlâhî güç (bk. ḳ-d-r) kelime-i mektube: yazılmış kelime (bk. k-l-m; k-t-b) kemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l) kemâlât: mükemmellikler, üstünlükler, faziletler (bk. k-m-l) kitab-ı ekber: en büyük kitap, kâinat (bk. k-t-b; k-b-r) kudret: güç ve iktidar (bk. ḳ-d-r) mahiyet-i hayat: hayatın mahiyeti, esası, içyüzü (bk. ḥ-y-y) meâl-i şerif: yüce anlam mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d) mikyas: ölçek mizan: terazi, ölçü (bk. v-z-n) muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b) nokta-i mihrakiye: odak noktası saadet: mutluluk Şems-i Ezelî: varlığının başlangıcı olmayan ve herşeyi nurlandıran Allah (bk. e-z-l) şevk: çok arzu, şiddetli istek | sıfat-ı İlâhiye: Allah’ın sıfatları, vasıfları, nitelikler (bk. v-ṣ-f; e-l-h) sırr-ı hakikat: gerçeğin sırrı, iç yüzü (bk. ḥ-ḳ-ḳ) suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r) şuûn: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler (bk. ş-e-n) tarz-ı vazife: görev şekli tecelli eden: yansıyan (bk. c-l-y) tecellî-i Ehadiyet: Allah’ın birliğinin herbir yaratıkta görünmesi (bk. c-l-y; v-ḥ-d) temessül etme: görüntünün belirmesi (bk. m-s̱-l) Zât-ı Ehad-i Samed: herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan, bir ve benzersiz olup ortağı olmayan Zât, Allah (bk. v-ḥ-d; ṣ-m-d) zîşuur: şuur sahibi, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r) |
مَنْ نَگُنْجَمْ دَرْ سَمٰوَاتُ وَزَمِينْ اَزْ عَجَبْ گُنْجَمْ بِقَلْبِ مُؤْمِنِينْ
denilmiştir.
İşte, ey nefsim! Hayatının böyle ulvî gayâta müteveccih olduğu ve şöyle kıymetli hazineleri cami’ olduğu halde, hiç akıl ve insafa lâyık mıdır ki, hiç ender hiç olan muvakkat huzûzât-ı nefsaniyeye, geçici lezâiz-i dünyeviyeye sarf edip zayi edersin? Eğer zayi etmemek istersen, geçen temsil ve hakikate remzeden
وَالشَّمْسِ وَضُحٰيهَا وَالْقَمَرِ اِذَا تَلٰيهَا وَالنَّهَارِ اِذَا جَلّٰيهَا وَالَّيْلِ اِذَا يَغْشٰيهَا وَالسَّمَۤاءِ وَمَا بَنٰيهَا وَاْلاَرْضِ وَمَا طَحٰيهَا وَنَفْسٍ وَمَا سَوّٰيهَا فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰيهَا قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَا وَقَدْخَابَ مَنْ دَسّٰيهَا 1
sûresindeki kasem ve cevab-ı kasemi düşünüp amel et.
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى شَمْسِ سَمَۤاءِ الرِّسَالَةِ وَقَمَرِ بُرْجِ النُّبُوَّةِ وَعَلٰى اٰلِهِ وَاَصْحَابِهِ نُجُومِ الْهِدَايَةِ وَارْحَمْنَا وَارْحَمِ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ اٰمِينْ اٰمِينْ اٰمِينْ 2

Dipnot-1
“Yemin olsun güneşe ve aydınlığına ve onu takip eden aya ve onu gösteren güne ve onu örten geceye ve gökyüzüne ve onu bina edene ve yeryüzüne ve onu yayıp döşeyene ve insana ve onu intizamla yaratana; sonra da ona kötülüğü bildirip ondan sakınmayı ilham edene. Nefsini günahlardan arındıran kurtuluşa ermiştir. Nefsini günaha daldıran da hüsrana düşmüştür.” Şems Sûresi, 91:1-10.
Dipnot-2
Allahım! Risalet semâsının güneşi ve nübüvvet burcunun ayına, hidayet yıldızları olan âl ve ashâbına salât ve selâm olsun. Bize ve erkek-kadın bütün mü’minlere rahmet et. Âmin, âmin, âmin
cami’: kapsayan, içine alan (bk. c-m-a) cevab-ı kasem: yemine cevap gayât: gayeler hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hiç ender hiç: hiç içinde hiç huzûzât-ı nefsaniye: nefsin hoşlandığı şeyler, zevkler ve hazlar (bk. n-f-s) | kasem: yemin lezâiz-i dünyeviye: dünyaya ait lezzetler müteveccih: yönelik muvakkat: geçici nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s) remz: işaret sarf etmek: harcamak temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l) | ulvî: yüce zayi etmek: kaybetmek |