İnsanın yaratılışının gayesi Allah’a ibadet etmektir. İbadetin özünde de şükür yer almaktadır. Şükür yaratılışın en önemli neticelerindendir, meyvelerindendir.
O zaman şükür nedir? Biz insanlar şükürden ne anlamalıyız? En önemlisi insanları yetiştirirken, eğitim-öğretim yaparken şükrü nasıl öğretmeliyiz ve insanlarımıza şükür eğitimini nasıl vermeliyiz?
Şükrün kelime anlamı Türk Dil Kurumu sözlüğünde; “Tanrı’ya duyulan minneti dile getirme” ve “Mutlu bir olay veya durumdan, yapılan bir iyilikten duyulan hoşnutluğu bildirme” şeklinde tarif edilmektedir.
Abdullah Yeğin’e ait Osmanlıca-Türkçe Yeni Lûgatı’nda ise; “Allah’ın (C.C.) nimetlerine karşı memnunluk göstermek. Allah’a teşekkür” şeklinde açıklanmaktadır.
Nursi, Mektubat isimli eserinin Yirmi Sekizinci Mektubunda Beşinci Risale Olan Beşinci Mesele/Şükür Risalesi’nde şükrü şöyle tarif etmektedir:
“Hâlık-ı Rahmân‘ın, ibâdından (kullarından)istediği en mühim iş şükürdür. Furkan-ı Hakîmde gayet ehemmiyetle şükre davet eder. Ve şükür etmemekliği, nimetleri tekzip (yalanlama) ve inkâr suretinde gösterip, ‘Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edersiniz?’(Rahmân Sûresi, 55:13 vd.) fermanıyla, Sûre-i Rahmân’da şiddetli ve dehşetli bir surette otuz bir defa şu âyetle tehdit ediyor, şükürsüzlüğün bir tekzip ve inkâr olduğunu gösteriyor.
Evet, Kur’ân-ı Hakîm, nasıl ki şükrü netice-i hilkat (yaratılışın sonucu) gösteriyor. Öyle de, Kur’ân-ı kebîr olan şu kâinat dahi gösteriyor ki, netice-i hilkat-i âlemin en mühimi şükürdür. Çünkü, kâinata dikkat edilse görünüyor ki, kâinatın teşkilâtı şükrü intac edecek (sonuç verecek) bir surette, her bir şey bir derece şükre bakıyor ve ona müteveccih oluyor (yöneliyor). Güya şu şecere-i hilkatin (yaratılış ağacının) en mühim meyvesi şükürdür. Ve şu kâinat fabrikasının çıkardığı mahsulâtın en âlâsı şükürdür.”
Nursi aynı risalenin devamında:
“Şimdi, görüyoruz ki, her şey nasıl ki rızkın etrafında toplanmış, ona bakıyor. Öyle de, rızık dahi, bütün envaıyla (türleriyle), mânen ve maddeten, halen ve kalen (sözle) şükürle kaimdir (var olur, ayakta kalır), şükürle oluyor, şükrü yetiştiriyor, şükrü gösteriyor. Çünkü, rızka iştiha ve iştiyak, bir nevi şükr-ü fıtrîdir (bir çeşit yaratılıştan gelen şükürdür). Ve telezzüz ve zevk dahi gayr-ı şuurî (şuursuz olarak, bilinçsiz şekilde) bir şükürdür ki, bütün hayvânatta bu şükür vardır. Yalnız insan, dalâlet ve küfürle o fıtrî şükrün mahiyetini değiştiriyor, şükürden şirke giriyor.” demektedir.
Nursi aynı risalede şükrün ölçüsünü de vermektedir:
“Şükrün mikyâsı (ölçüsü)kanaattir ve iktisattır ve rızadır ve memnuniyettir. Şükürsüzlüğün mizanı (terazisi)hırstır ve israftır, hürmetsizliktir, haram-helâl demeyip rast geleni yemektir.”
Tüm bunlardan hareketle şükrün insanlara öğretilmesi gereken hatta eğitiminin yapılması gereken bir konu olduğu sonucuna varmaktayız. Bu durumda “şükür eğitimi nasıl olmalıdır?” Sorusu akla gelmektedir.
Şükür eğitiminin ana hatlarını belirlerken Nursi’nin bizlere verdiği şükür ile ilgili ölçülerden faydalanabiliriz. Örneğin yukarıdaki bu ölçülerde geçen şükrü gösteren; kanaat, iktisat, rıza, memnuniyet, şükürsüzlüğü gösteren; hırs, israf, hürmetsizlik, haram-helal demeyip rast geleni yemek kavramları ele alınabilir.
Şükrü gösteren kavramlar:
Kanaat: Türk Dil Kurumu Sözlüğü’ne göre; “Elindekinden hoşnut olma durumu, kanıklık, yeter bulma, yetinme, fazlasını istememe, doyum” şeklinde açıklanmaktadır. Osmanlıca-Türkçe Lûgat’ta; “Açgözlü olmayıp hırs göstermemek. Kısmetinden fazlasına göz dikmemek. Helal ile yetinip haramı istememek. Az şeyi de olsa kısmetine razı olmak” şeklinde ifade edilmektedir.
İktisat: Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde; “Ekonomi, Tutum” olarak geçmektedir. Osmanlıca-Türkçe Lûgat’ta; “Tutum, biriktirme. Her hususta itidal üzere bulunmak. Lüzumundan fazla veya noksan sarfiyattan kaçınmak” şeklinde açıklanmaktadır.
Rıza: Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde; “Razı olma, isteme, istek” şeklinde geçmektedir. Osmanlıca-Türkçe Lûgat’ta; “Memnunluk, hoşluk, razı olmak. İstek, arzu. Kendi isteği” olarak ifade edilmektedir.
Memnuniyet: Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde; “Memnun olma, sevinç duyma, sevinme” olarak açıklanmaktadır. Osmanlıca-Türkçe Lûgat’ta; “Mesrur oluş. Şâdlık. Mesruriyet” şeklinde geçmektedir.
Şükürsüzlüğü gösteren kavramlar:
Hırs: Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde; “Sonu gelmeyen istek, aşırı tutku. Öfke, kızgınlık” şeklinde; Osmanlıca-Türkçe Lûgat’ta; “Aç gözlülük. Tamahkârlık. Kızgınlık. Şiddetli istek, arzu. Azgınlık” şeklinde ifade edilmektedir.
İsraf: Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde; “Gereksiz yere para, zaman, emek vb.ni harcama, savurganlık” biçiminde açıklanırken; Osmanlıca-Türkçe Lûgat’ta; “Lüzumsuz yere harcamak. Malı ve parayı lüzumsuz yere sarf etmek. İhtiyacından fazla istihlak etmek ve harcamak. En lüzumlu asli vazifeleri bırakıp en lüzumsuz veya zararlı şeylerle meşgul olarak ömrünü veya gençliğini boş yere harcamak” şeklinde açıklanmaktadır.
Hürmetsizlik: Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde; “Saygısızlık” olarak geçmektedir. Osmanlıca-Türkçe Lûgat’ta hürmetsizlik kavramı doğrudan geçmemektedir. Ancak hürmet kavramına bakılarak bunların zıtları düşünülebilir. Hürmet kavramı “Riayet. İhtiram. Haysiyet. Şeref.” şeklinde ifade edilmektedir.
Haram-helal demeyip rast geleni yemek: Bunun anlamı gayet açıktır. Allah’ın bir şeyi kendisi hakkında yasaklayıp yasaklamadığını araştırmadan, soruşturmadan, bunun kendisi için haram mı, helal mi olduğu konusunda hassasiyet göstermeden rast gele, serbestçe el uzatmasıdır.
Burada Nursi’nin Mektubat isimli eserinden Yirmi Dördüncü Mektup, Birinci Makam, Birinci Remiz’den yukarıdaki kavramlara açıklık getiren bazı sözlerini aktararak konuyu bağlayalım:
“Ey insan-ı müştekî! (şikayet eden insan) Sen mâdum kalmadın (yok olmadın, hiçliğe mahkum olmadın), vücut nimetini giydin, hayatı tattın, câmid (cansız)kalmadın, hayvan olmadın, İslâmiyet nimetini buldun, dalâlette kalmadın, sıhhat ve selâmet nimetini gördün ve hâkezâ… Ey nankör! Daha sen nerede hak kazanıyorsun ki, Cenâb-ı Hakk’ın sana verdiği mahz-ı nimet (nimetin ta kendisi)olan vücut mertebelerine mukabil (karşılık olarak) şükretmeyerek, imkânât ve ademiyat nev’inde ve senin eline geçmediği ve sen lâyık olmadığın yüksek nimetlerin sana verilmediğinden, bâtıl bir hırsla Cenâb-ı Hakk’tan şekvâ ediyorsun ve küfrân-ı nimet (nimete karşı nankörlük)ediyorsun?
“Acaba bir adam, minare başına çıkmak gibi âli derecatlı bir mertebeye çıksın, büyük makam bulsun, her basamakta büyük bir nimet görsün; o nimetleri verene şükretmesin ve desin: ‘Niçin o minareden daha yükseğine çıkamadım?’ diye şekvâ ederek ağlayıp sızlasın—ne kadar haksızlık eder ve ne kadar küfrân-ı nimete düşer, ne kadar büyük divanelik eder; divaneler dahi anlar.
“Ey kanaatsiz, hırslı ve iktisatsız, israflı ve haksız, şekvâlı, gafil insan! Kat’iyen (kesinlikle) bil ki, kanaat, ticaretli bir şükrandır (teşekkür etmedir); hırs, hasâretli (zarara uğratan, kaybettiren) bir küfrandır. Ve iktisat, nimete güzel ve menfaatli bir ihtiramdır (saygı göstermedir). İsraf ise, nimete çirkin ve zararlı bir istihfaftır (hafife almadır). Eğer aklın varsa kanaate alış ve rızaya çalış. Tahammül etmezsen, “Yâ Sabûr” de ve sabır iste, hakkına razı ol, teşekkî (şikayet) etme. Kimden kime şekvâ ettiğini bil, sus. Herhalde şekvâ etmek istersen, nefsini Cenâb-ı Hakka şekvâ et; çünkü kusur ondadır.”
Son olarak şükür eğitiminde en önemli hususlardan birisi olan rızık ve buna bağlı olarak yapılan yemek duasının da çok önemli bir yeri olduğunu vurgulayalım, bu duanın da şükür eğitiminde mutlaka ezberlettirilmesi gereken bir dua olduğunun altını çizelim ve yazımızı şükürle noktalayalım:
“Ey bizi nimetleriyle perverde eden (donatan, besleyen) Sultanımız!
“Bize gösterdiğin numunelerin ve gölgelerin asıllarını, menba’larını (kaynaklarını) göster. Ve bizi makarr-ı saltanatınacelbet (saltanatının merkezine, başkentine çek, alıp götür). Bizi bu çöllerde mahvettirme. Bizi huzuruna al. Bize merhamet et. Burada bize tattırdığın leziz nimetlerini orada yedir. Bizi zeval (son bulma, yok olma) ve teb’îd (uzaklaştırma, kovma) ile tazib etme (azaplandırma, eziyet verme). Sana müştak (iştiyaklı, aşık, düşkün) ve müteşekkir (şükreden, teşekkür eden) şu muti raiyetini (itaatkar, emre uyan halkı, vatandaşları) başı boş bırakıp i’dam etme (yok etme).
“YÂ RAB! Kusurumuzu affet, bizi kendine kul kabul et, emanetini kabzetmek zamanına kadarbizi emanette emin kıl. Ruhumuzu cesedimize, kalbimizi nefsimize, aklımızı midemize, hâkim eyle.Lezzeti şükür için isteyen kullarından eyle.
“YÂ RAB! Resul-u Ekrem AleyhissalatüVesselamın bereketi hürmetine bize ihsan ettiğin maddi vemanevi rızkımıza bereket ihsan et!
“Âmîn, âmîn, âmîn!..”
Said Bal
KAYNAKLAR:
YEĞİN, Abdullah, 1983, İstanbul, Osmanlıca-Türkçe İslami-İlmi-Edebi-Felsefi Yeni Lûgat, Hizmet Vakfı
http://www.erisale.com/#content.tr.2.506
http://www.erisale.com/#content.tr.2.507
http://www.erisale.com/#content.tr.2.508
http://www.erisale.com/#content.tr.2.403
Ders Dünyası - WORLD OF COURSES sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
“ŞÜKÜR EĞİTİMİ” için bir yanıt