https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Şu mevcudat-ı seyyâle, vücutlarıyla ve hayatlarıyla Vâcibü’l- Vücudun vücub-u vücuduna ve ehadiyetine şehadet ettikleri gibi; zevâlleriyle, ölümleriyle o Vâcibü’l- Vücudun ezeliyetine, sermediyetine ve ehadiyetine şehadet ederler.” konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam Onuncu Lem’a.

KISA VİDEO
UZUN VİDEO
SHORTS
Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı
ONUNCU LEM’A
Tecellî-i cemâliyeyi gösteren hayat nasıl bir burhan-ı ehadiyettir, belki bir çeşit tecellî-i vahdettir. Tecellî-i celâli izhar eden memat dahi bir burhan-ı vâhidiyettir.
Evet, meselâ,
وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰى 1
nasıl ki güneşe karşı parlayan ve akan büyük bir ırmağın kabarcıkları ve zemin yüzünün mütelemmi şeffâfâtı, güneşin aksini ve ışığını göstermek suretiyle güneşe şehadet ettikleri gibi; o katarâtın ve şeffâfâtın gurubuyla, gitmeleriyle beraber, arkalarından yeni gelen katarat taifeleri ve şeffâfat kabileleri üstünde yine güneşin cilveleri haşmetle devamı ve ışığının tecellîsi ve noksansız istimrarı kat’iyen şehadet eder ki, sönüp yanan, değişip tazelenen, gelip parlayan misalî güneşçikler ve ışıklar ve nurlar bir bâki, daimî, âli, tecellîsi zevâlsiz birtek güneşin cilveleridir. Demek o parlayan kataratlar, zuhuruyla ve gelmeleriyle güneşin vücudunu gösterdikleri gibi; guruplarıyla, zevâlleriyle güneşin bekàsını ve devamını ve birliğini gösteriyorlar.
Aynen öyle de, şu mevcudat-ı seyyâle, vücutlarıyla ve hayatlarıyla Vâcibü’l-Vücudun vücub-u vücuduna ve ehadiyetine şehadet ettikleri gibi; zevâlleriyle, ölümleriyle o Vâcibü’l-Vücudun ezeliyetine, sermediyetine ve ehadiyetine şehadet ederler.
Dipnot-1
“En yüce sıfatlar Allah’ındır.” Nahl Sûresi, 16:60.
adem: yokluk akis: yansıma âli: yüce, yüksek bâki: sürekli, kalıcı (bk. b-ḳ-y) bekà: devamlılık (bk. b-ḳ-y) burhan-ı ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta görünen birlik delili (bk. v-ḥ-d) burhan-ı vâhidiyet: Allah’ın bütün varlıkları kaplayan birlik delili (bk. v-ḥ-d) Cenâb-ı Hakk: Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) cilve: yansıma (bk. c-l-y) daimî: devamlı ehadiyet: birlik (bk. v-ḥ-d) esbab: sebepler (bk. s-b-b) eşya: şeyler, varlıklar ezeliyet: varlığının başlangıcı olmaması, sonsuzluk (bk. e-z-l) fevkalâde: olağanüstü gurub: batma hadsiz: sınırsız haşmet: göz kamaştırıcı büyüklük, görkem | imtinâ: imkansızlık in’idâm: yok olma isnad edilmek: dayandırılmak (bk. s-n-d) istimrar: devamlılık izhar eden: gösteren (bk. ẓ-h-r) kabile: topluluk kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kat’iyen: kesinlikle katarât: damlalar mebzûliyet: bolluk memat: ölüm (bk. m-v-t) mevcudat-ı seyyâle: devamlı akıp giden varlıklar (bk. v-c-d) mütelemmi: parıldayan nev’: tür şeffâfât: şeffaf şeyler sermediyet: daimîlik, süreklilik sikke-i vahdet: Allah’ın birlik mührü (bk. v-ḥ-d) suhulet peydâ etmek: kolaylık kazanmak suubet: zorluk suubet peydâ etmek: zorluk kazanmak taife: topluluk, grup tecellî: yansıma, görünüm (bk. c-l-y) | tecellî-i celâli: büyüklük ve haşmetin yansıması (bk. c-l-y; c-l-l) tecellî-i cemâl: güzelliğin yansıması (bk. c-l-y; c-m-l) tecellî-i vahdet: Allah’ın birlik tecellisi (bk. c-l-y; v-ḥ-d) Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir şeye ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b; v-c-d) Vâhid-i Ehad: birliği herşeyi kaplayan ve herbir şeyde görülen Allah (bk. v-ḥ-d) velhasıl: kısacası vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d) vücud: varlık (bk. v-c-d) zemin: yer zevâl: geçip gitme (bk. z-v-l) zevâlsiz: batmayan (bk. z-v-l) zuhur: meydana çıkma (bk. ẓ-h-r) |
Evet, gece-gündüz, kış ve yaz, asırlar ve devirlerin değişmesiyle gurup ve ufûl içinde teceddüd eden ve tazelenen masnûât-ı cemile, mevcudat-ı lâtife, elbette bir âli ve sermedî ve dâimü’t-tecellî bir Cemâl Sahibinin vücud ve bekà ve vahdetini gösterdikleri gibi; o masnuat, esbab-ı zahiriye-i süfliyeleriyle beraber zevâl bulup ölmeleri, o esbabın hiçliğini ve bir perdeolduğunu gösteriyorlar. Şu hal kat’iyen ispat eder ki, şu san’atlar, şu nakışlar, şu cilveler, bütün esmâsı kudsiye ve cemîle olan bir Zât-ı Cemîl-i Zülcelâlin tazelenen san’atlarıdır, tahavvül eden nakışlarıdır, taharrük eden âyineleridir, birbiri arkasından gelen sikkeleridir, hikmetle değişen hâtemleridir.
Elhâsıl: Şu kitab-ı kebir-i kâinat, nasıl ki vücud ve vahdete dair âyât-ı tekvîniyeyi bize ders veriyor. Öyle de, o Zât-ı Zülcelâlin bütün evsâf-ı kemâliye ve cemâliye ve celâliyesine de şehadet eder ve kusursuz ve noksansız kemâl-i Zâtîsini ispat ederler. Çünkü, bedihîdir ki:
· Bir eserde kemâl, o eserin menşe ve mebdei olan fiilin kemâline delâlet eder.
· Fiilin kemâli ise, ismin kemâline,
· ve ismin kemâli, sıfatın kemâline,
· ve sıfatın kemâli, şe’n-i zâtînin kemâline,
· ve şe’nin kemâli, o zât-ı zîşuûnun kemâline, hadsen ve zarureten ve bedâheten delâlet eder.
Meselâ, nasıl ki kusursuz bir kasrın mükemmel olan nukuş ve tezyinatı, arkalarında bir usta ef’âlinin mükemmeliyetini gösterir. O ef’âlin mükemmeliyeti, o fâil ustanın rütbelerini gösteren ünvanları ve isimlerinin mükemmeliyetini gösterir. Ve o esmâ ve ünvanlarının mükemmeliyeti, o ustanın san’atına dair sıfatlarının mükemmeliyetini gösterir. Ve o san’at ve sıfatların mükemmeliyeti, o
âli: yüce, yüksek âyât-ı tekvîniye: yaratılışa ait âyetler, deliller (bk. k-v-n) âyine: ayna bedâheten: ap açık bir şekilde bedihî: açık, aşikâr bekà: süreklilik, kalıcılık (bk. b-ḳ-y) Cemâl Sahibi: sonsuz derecede güzellik sahibi, Allah (bk. c-m-l) cemîle: çok güzel (bk. c-m-l) cilve: yansıma, görünme (bk. c-l-y) dâimü’t-tecellî: sürekli tecellî eden (bk. c-l-y) delâlet: işaret etme, delil olma devir: çağ ef’âl: fiiller (bk. f-a-l) elhâsıl: özetle, sonuç olarak esbab: sebepler (bk. s-b-b) esbab-ı zahiriye-i süfliye: görünürdeki alçak ve bayağı sebepler (bk. s-b-b; ẓ-h-r) esmâ: isimler (bk. s-m-v) evsâf-ı kemâliye ve cemâliye ve celâliye: Cenâb-ı Allah’ın mükemmel, güzel ve haşmetli vasıfları, sıfatları (bk. v-ṣ-f; k-m-l; c-m-l; c-l-l) | fâil: işi yapan (bk. f-a-l) gurup: batma hadsen: sezgiyle (bk. ḥ-d-s̱) hatem: mühür, damga hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) kasr: saray, köşk kat’iyen: kesinlikle kemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l) kemâl-i Zâtî: Allah’ın zâtının mükemmelliği, kusursuzluğu (bk. k-m-l) kitab-ı kebir-i kâinat: büyük kâinat kitabı (bk. k-t-b; k-b-r; k-v-n) kudsiye: kutsal, kusursuz ve yüce (bk. ḳ-d-s) masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a) masnûât-ı cemile: güzel sanat eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a; c-m-l) mebde’: başlangıç menşe: kaynak mevcudat-ı lâtife: çok hoş ve güzel varlıklar (bk. v-c-d; l-ṭ-f) nakış: işleme (bk. n-ḳ-ş) nukuş: işlemeler (bk. n-ḳ-ş) şe’n: istidat ve kabiliyet; mimarlık, marangozluk ve ressamlık gibi (bk. ş-e-n) | şe’n-i zâtî: zâtında olan istidat ve kabiliyet (bk. ş-e-n) şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d) sermedî: daimi, sürekli sikke: mühür, işaret sıfat: özellik, vasıf (bk. v-ṣ-f) taharrük: hareket etme tahavvül: değişme teceddüd etme: yenilenme tezyinat: süslemeler (bk. z-y-n) ufûl: batma vahdet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d) vücud: varlık (bk. v-c-d) zarureten: zorunlu olarak Zât-ı Cemîl-i Zülcelâl: sınırsız yücelik ve haşmet ve sonsuz güzellik sahibi olan Zât, Allah (bk. c-m-l; ẕü; c-l-l) zât-ı zîşuûn: zâtî özellik ve niteliklere sahip olan zât (bk. ẕî; ş-e-n) Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l) zevâl bulma: gelip geçme (bk. z-v-l) |
san’at sahibinin “şuûn-u zâtiye” denilen kabiliyet ve istidad-ı zâtiyesinin mükemmeliyetini gösterir. Ve o şuûn ve kabiliyet-i zâtiyenin mükemmeliyeti, o ustanın mahiyet-i zâtiyesinin mükemmeliyetini gösterdiği misillü, aynen öyle de:
Şu kusursuz, fütursuz,
هَلْ تَرٰى مِنْ فُطُورٍ 1
sırrına mazhar olan şu âsâr-ı meşhude-i âlem, şu mevcudat-ı muntazama-i kâinatta olan san’at ise, bilmüşahede, bir Müessir-i Zi’l-iktidarın kemâl-i ef’âline delâlet eder. O kemâl-i ef’âl ise, bilbedâhe, o Fâil-i Zülcelâlin kemâl-i esmâsına delâlet eder. O kemâl-i esma ise, bizzarure, o esmânın Müsemmâ-i Zülcemâlinin kemâl-i sıfatına delâlet ve şehadet eder. O kemâl-i sıfat ise, bilyakîn, o Mevsûf-u Zülkemâlin kemâl-i şuûnuna delâlet ve şehadet eder. O kemâl-i şuûn ise, bihakkılyakîn, o zîşuûnun kemâl-i Zâtına öyle delâlet eder ki, bütün kâinatta görünen bütün envâ-ı kemâlât, Onun kemâline nisbeten sönük bir zıll-i zâif suretinde bir Zât-ı Zülkemâlin âyât-ı kemâli ve rumûz-u celâli ve işârât-ı cemâli olduğunu gösterir.
Dipnot-1
“En küçük bir kusur görüyor musun?” Mülk Sûresi, 67:3.
âlem-i İslâmiyet: İslam dünyası (bk. a-l-m; s-l-m) âsâr-ı meşhude-i âlem: âlemdeki görünen eserler (bk. ş-h-d; a-l-m) âyât-ı kemâl: mükemmelliğin delilleri (bk. k-m-l) âyet-i kübrâ: en büyük delil (bk. k-b-r) bedr-i münevver: parlak dolunay (bk. n-v-r) bihakkılyakîn: yaşamış gibi birşeyi kesin olarak bilme (bk. ḥ-ḳ-ḳ; y-ḳ-n) bilbedâhe: açık bir şekilde bilmüşahede: görüldüğü gibi (bk. ş-h-d) bilyakîn: kesinlikle (bk. y-ḳ-n) bizzarure: zorunlu olarak delâlet: işaret etme, delil olma dellâl-ı saltanat: saltanatın ilancısı (bk. s-l-ṭ) envâ-ı kemâlât: mükemmelliklerin türleri, çeşitleri (bk. k-m-l) esmâ: isimler (bk. s-m-v) Fâil-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Fâil, Allah (bk. f-a-l; ẕü; c-l-l) fütursuz: usanmadan işârât-ı cemâl: sonsuz güzelliğin işaretleri (bk. c-m-l) ism-i âzam: en büyük isim (bk. s-m-v; a-z-m) istidad-ı zâtiye: zâtındaki istidat, kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d) kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) | kemâl: kusursuzluk, mükemmellik (bk. k-m-l) kemâl-i ef’âl: fiillerdeki mükemmellik (bk. k-m-l; f-a-l) kemâl-i esmâ: isimlerin mükemmelliği (bk. k-m-l; s-m-v) kemâl-i sıfat: sıfatların mükemmelliği (bk. k-m-l; v-ṣ-f) kemâl-i şuûn: zâtî niteliklerin mükemmelliği; yaratıcılık ve rızık vericilik gibi Cenâb-ı Hakkın Zâtında bulunan kutsal özelliklerin mükemmelliği (bk. k-m-l; ş-e-n) kemâl-i Zât: Zâtın kemâli, mükemmelliği (bk. k-m-l) keşşâf-ı zîhikmet: hikmet sahibi keşfedici (bk. k-ş-f; ẕî; ḥ-k-m) kitab-ı kebir: büyük kitap, kâinat (bk. k-t-b; k-b-r) Kur’ân-ı Kebir: büyük Kur’an (bk. k-b-r) mahiyet-i zâtiye: zâtının niteliği, özelliği mazhar: ayna olma (bk. ẓ-h-r) mevcudat-ı muntazama-i kâinat: kâinattaki düzenli varlıklar (bk. v-c-d; n-ẓ-m; k-v-n) Mevsûf-u Zülkemâl: sonsuz kemâl sahibi ve mükemmel sıfatlarla vasıflanan Allah (bk. v-ṣ-f; ẕü; k-m-l) misillü: gibi (bk. m-s̱-l) Müessir-i Zi’l-iktidar: güç ve iktidar sahibi Yaratıcı (bk. ẕî; ḳ-d-r) | münevver: nurlu (bk. n-v-r) Müsemmâ-i Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi ve en güzel isimlerle isimlendirilen Allah (bk. s-m-v; ẕü; c-m-l) nisbeten: kıyasla (bk. n-s-b) rububiyet-i İlâhiye: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b; e-l-h) rumûz-u celâl: sonsuz haşmet ve görkemin işaretleri (bk. c-l-l) saray-ı âlem: dünya sarayı (bk. a-l-m) şecere-i kâinat: kâinat ağacı (bk. k-v-n) şehâdet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d) şuûn ve kabiliyet-i zâtiye: zâti nitelikler; istidatlar ve kabiliyetler (bk. ş-e-n) şuûn-u zâtiye: zâtî nitelikler, özellikler (bk. ş-e-n) tılsım-ı kâinat: kâinatın tılsımı, gizemi (bk. k-v-n) Zât-ı Zülkemâl: sonsuz mükemmellik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; k-m-l) zîşuûn: şuûn sahibi zıll-i zâif: zayıf gölge |
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime ONUNCU LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
http://www.erisale.com/#content.tr.1.408
https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/ikinci-makam/408
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
CUMARTESİ DERSLERİ
- Eğer, gayet mebzûliyetle elimize geçen şu san’atlı meyveler Vâhid-i Ehadin malı olmazsa, bütün dünyayı verseydik birtek narı yiyemezdik. – Cumartesi Dersleri 22. 22.
- Nasıl ki bir tarlada ekilen bir nevi tohum delâlet eder ki, o tarla herhalde tohum sahibinin taht-ı tasarrufatında olduğunu, hem o tohum dahi tarla mutasarrıfının taht-ı tasarrufunda olduğunu gösterir. – Cumartesi Dersleri 22. 21.
- Bak, nasıl sahife-i arz üstünde Zât-ı Ehad-i Samedin hâtemlerini az dikkatle görebilirsin. Başını kaldır, gözünü aç, şu kâinat kitab-ı kebirine bir bak. Göreceksin ki, o kâinatın heyet-i mecmuası üstünde, büyüklüğü nisbetinde bir vuzuhla hâtem-i vahdet okunuyor. – Cumartesi Dersleri 22. 20.
- Nakkâş-ı Ezelî, zeminin yüzünde, yaz, bahar zamanında en az üç yüz bin nebatat ve hayvânâtın envâını, nihayetsiz ihtilât, karışıklık içinde nihayet derecede imtiyaz ve teşhis ile ve gayet derecede intizam ve tefrik ile haşir ve neşretmesi, bahar gibi zahir ve bahir, parlak bir sikke-i tevhiddir. – Cumartesi Dersleri 22. 19.
- Şu kitab-ı kâinatı, kalem-i kudret-i Samedâniyenin yazması ve Zât-ı Ehadiyetin mektubu desen, vücub derecesinde bir suhulet ve lüzum derecesinde bir mâkuliyet yoluna gidersin. Eğer tabiata ve esbaba isnat etsen, imtinâ derecesinde suûbetli ve muhal derecesinde müşkülâtlı ve hiçbir vehim kabul etmeyen hurafatlı şöyle bir yola gidersin ki, – Cumartesi Dersleri 22. 18.
- Herbir zerre, acz-i mutlakıyla beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldırıyor. Ve cumudiyetiyle beraber, bir şuur-u küllî gösteren intizamperverâne nizam-ı umumîye tevfik-i hareket eder. – Cumartesi Dersleri 22. 17.
- İşte, eğer o zerre, bir Kadîr-i Mutlakın memuru olmazsa ve nisbeti o Kadîr-i Mutlaktan kesilse, o vakit o zerreye herşeyi görür bir göz, herşeye muhit bir şuur vermek lâzımdır. – Cumartesi Dersleri 22. 16.
- O zîhayat, meselâ şu insan, adeta kâinatın bir misal-i musağğarı, şecere-i hilkatin bir semeresi ve şu âlemin bir çekirdeği gibi ki envâ-ı âlemin ekser nümunelerini cami’dir. – Cumartesi Dersleri 22. 15.
- “Birşeyden herşey yapar; hem herşeyden birtek şey yapar.” Çünkü, nutfe suyundan ve hem içilen basit bir sudan, hesapsız âzâ ve cihâzât-ı hayvaniyeyi yapar. – Cumartesi Dersleri 22. 14.
- Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab, perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden. – Cumartesi Dersleri 22. 13.
- İşte, bak: Yukarıdan inen ve herkes ona hayretinden veya hürmetinden kemâl-i dikkatle bakan, şu nuranî fermana bak. – Cumartersi Dersleri 22. 12.
- O zat o kadar parlak bir burhan-ı tevhiddir ki, zeminin baştan başa yüzünü ve zamanın geçmiş ve gelecek iki yüzünü ışıklandırmış, küfür ve dalâlet zulümâtını dağıtmıştır. -Cumartesi Dersleri 22. 11.
- Nasıl ki bir ırmağın kabarcıkları gidiyor; arkasından gelen kabarcıklar, gidenler gibi parladığından anlaşılıyor ki, onları parlattıran, daimî ve yüksek bir ışık sahibidir. – Cumartesi Dersleri 22. 10.
- Eğer o ağacın meyveleri ayrı ayrı merkeze ve köke, ayrı ayrı kanunla raptedilse, herbir meyve bütün ağaç kadar müşkülâtlı olur. – Cumartesi Dersleri 22. 9.
- Demek o maddeler – hava, su, ziya (ışık), toprak – kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur. – Cumartesi Dersleri 22. 8.
- Şu saray-ı acibin ustasına, yani şu garip âlemin sahibine herşey musahhardır. Herşey onun hesabına çalışır. Herşey ona bir emirber nefer hükmündedir. Herşey Onun kuvvetiyle döner. Herşey Onun emriyle hareket eder. – Cumartesi Dersleri 22. 7.
- Hem öyle sehâvetperverâne sofralar kuruyor ki, bütün bu memleketin halklarına, hayvanlarına, herbir taifesine has ve lâyık, belki herbir ferdine mahsus ismiyle ve resmiyle bir tabla-i nimet veriliyor. – Cumartesi Dersleri 22. 6.
- Madem bir harf, kâtibini göstermeksizin olmaz. San’atlı bir nakış, nakkaşını bildirmemek olmaz. Nasıl olur ki, bir harfte koca bir kitabı yazan, bir nakışta bin nakşı nakşeden nakkaş, kendi kitabıyla ve nakşıyla bilinmesin? – Cumartesi Dersleri 22. 5.
- Bir köyde iki müdür, bir şehirde iki vali, bir memlekette iki padişah bulunsa, karıştırır. Nerede kaldı, hadsiz hâkim-i mutlak beraber bulunsun! – Cumartesi Dersleri – 22. 4.
- “Biz öyle bir zâtın san’atıyız ki, bütün bu âlemimizi, bizi yaptığı ve suhuletle icad ettiği gibi kolaylıkla yapabilir bir zattır.” – Cumartesi Dersleri 22. 3.
- Hem de bak, bu demiri, toprağı, suyu, kömürü, bakırı, gümüşü, altını gaybî avucuna aldı, bir et parçası yaptı. Bak, gör! – Cumartesi Dersleri 22. 2.
- Bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibi şu memleketin tek bir ustası vardır. – Cumartesi Dersleri 22. 1.
Ders Dünyası - WORLD OF COURSES sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
“Şu mevcudat-ı seyyâle, vücutlarıyla ve hayatlarıyla Vâcibü’l- Vücudun vücub-u vücuduna ve ehadiyetine şehadet ettikleri gibi; zevâlleriyle, ölümleriyle o Vâcibü’l- Vücudun ezeliyetine, sermediyetine ve ehadiyetine şehadet ederler. – Cumartesi Dersleri 22. 23.” için 2 yanıt