Onuncu Söz Zeylin Dördüncü Parçası Cumartesi Dersleri 10. 21.

Zeylin Dördüncü Parçası

قَالَ مَنْ يُحْيِى الْعِظَامَ وَهِىَ رَمِيمٌ     قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِۤى اَنْشَاَهَۤا اَوَّلَ مَرَّةٍ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌ     1

Yâni, insan der: “Çürümüş kemikleri kim diriltecek?” Sen, de: “Kim, onları bidayeten inşa edip hayat vermiş ise o diriltecek.”

Onuncu Sözün Dokuzuncu Hakikatının Üçüncü Temsilinde tasvir edildiği gibi: Bir zât, göz önünde bir günde yeniden büyük bir orduyu teşkil ettiği halde, biri dese, “Şu zât, efradı istirahat için dağılmış olan bir taburu bir boru ile toplar; tabur nizamı altına getirebilir.” Sen ey insan, desen: “İnanmam”; ne kadar divanece bir inkâr olduğunu bilirsin. Aynen onun gibi, hiçlikten, yeniden ordumisal bütün hayvânat ve sâir zîhayatın, taburmisal cesedlerini kemâl-i intizamla ve mîzan-i hikmetle o bedenlerin zerratını ve letâifini emr-i كُنْ فَيَكُونُ 2 ile kaydedip yerleştiren ve her karnda, hatta her baharda rûy-i zeminde yüz binler ordu-misâl zevi’l-hayatın envâlarını ve tâifelerini îcad eden bir Zât-ı Kadîr-i Alîm, tabur-misal bir cesedin nizamı altına girmekle birbiriyle tanışan zerrât-ı esasiye ve eczâ-yı asliyeyi bir sayha ile sûr-u İsrafil’in borusuyla nasıl toplayabilir? İstib’ad sûretinde denilir mi? Denilse, eblehcesine bir divâneliktir.

3Hem, Kur’ân, kâh oluyor ki, Cenâb-ı Hakkın âhiretteki harika ef’âllerini kal-be kabul ettirmek için ihzariye hükmünde ve zihni tasdike müheyyâ etmek için


Dipnot-1

Yâsin Sûresi, 36:78-79.

Dipnot-2

“(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.

Dipnot-3

Buradan itibaren Zeylin Beşinci Parçasına kadarki kısım; Yirmi Beşinci Sözün İkinci Şûlesinin Sekizinci Meziyet-i Cezâletidir ve orada ayrıca yer almaktadır.


http://www.erisale.com/#content.tr.1.170


âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
bidayeten: başlangıçta
divane: akılsız, deli
eblehce: aptalca, ahmakça
eczâ-yı asliye: asıl parçalar (bk. c-z-e)
ef’al: fiiller, işler (bk. f-a-l)
efrad: fertler (bk. f-r-d)
envâ: çeşitler, türler
hayvânat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)
ihzariye: hazırlık (bk. ḥ-ḍ-r)
inkâr: inanmama, kabul etmeme (bk. n-k-r)
inşa: yapma, bina etme, vücuda getirme (bk. n-ş-e)
istib’ad: akıldan uzak görme
istirahat: dinlenme, rahatlama
kâh: bazan
karn: asır, çağ
kemâl-i intizam: tam ve mükemmel düzen (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
letâif: duygular (bk. l-ṭ-f)
mîzan-ı hikmet: hikmetin ölçüsü (bk. v-z-n; ḥ-k-m)
müheyyâ etmek: hazırlamak
nizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
ordumisal: ordu gibi (bk. m-s̱-l)
rû-yi zemin: yeryüzü
sâir: diğer, başka
sayha: sesleniş
Sûr-u İsrâfil: Allah’ın emri ile Hz. İsrafil’in kıyamet kopacağı zaman üfleyeceği boru (bk. bilgiler)
sûret: şekil (bk. ṣ-v-r)
tabur: bir askerî birlik
taburmisal: tabur gibi (bk. m-s̱-l)
tâife: topluluk
tasdik: doğrulama, onaylama (bk. ṣ-d-ḳ)
tasvir: anlatma, ifade etme (bk. ṣ-v-r)
temsil: kıyaslama tarzında benzetme; analoji (bk. m-s̱-l)
teşkil: bir araya getirme
Zât-ı Kadîr-i Alîm: herşeyi hakkıyla bilen ve sonsuz güç ve kudret sahibi Zât, Allah (bk. ḳ-d-r; a-l-m)
zerrat: zerreler, atomlar
zerrât-ı esasiye: esas parçalar
zevi’l-hayat: hayat sahipleri, canlılar (bk. ḥ-y-y)
zeyl: ilâve, ek
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)

bir idadiye suretinde, dünyadaki acaib ef’âlini zikreder. Veyahut istikbalî ve uhrevî olan ef’âl-i acîbe-i İlâhiyeyi öyle bir surette zikreder ki, meşhudumuz olan çok nazireleriyle onlara kanaatimiz gelir. Meselâ, اَوَلَمْ يَرَ اْلاِنْسَانُ اَنَّاخَلَقْنَاهُ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَخَصِيمٌ مُبِينٌ 1 tâ sûrenin âhirine kadar… İşte, şu bahiste, haşir meselesinde, Kur’ân-ı Hakîm, haşri ispat için yedi sekiz surette, muhtelif bir tarzda ispat ediyor.

Evvelâ neş’e-i ûlâyı nazara verir, der ki: Nutfeden alâkaya, alâkadan mudgaya, mudgadan tâ hilkat-i insaniyeye kadar olan neş’etinizi görüyorsunuz. Nasıl oluyor ki neş’e-i uhrâyı inkâr ediyorsunuz? O onun misli, belki daha ehvenidir.

Hem Cenâb-ı Hak insana karşı ettiği ihsânât-ı azîmeyi اَلَّذِي جَعَلَ لَكُمْ مِنَ الشَّجَرِ اْلاَخْضَرِ نَارًا 2 kelimesiyle işaret edip der: Size böyle nimet eden bir Zât sizi başıboş bırakmaz ki, kabre girip kalkmamak üzere yatasınız.

Hem remzen der: Ölmüş ağaçların dirilip yeşillenmesini görüyorsunuz. Odun gibi kemiklerin hayat bulmasını kıyas edemeyip istib’âd ediyorsunuz.

Hem semâvât ve arzı halk eden, semâvât ve arzın meyvesi olan insanın hayat ve memâtından âciz kalır mı? Koca ağacı idare eden, o ağacın meyvesine ehemmiyet vermeyip başkasına mal eder mi? Bütün ağacın neticesini terk etmekle, bütün eczasıyla hikmetle yoğrulmuş hilkat şeceresini abes ve beyhude yapar mı zannedersiniz?

Der: Haşirde sizi ihyâ edecek Zât öyle bir zâttır ki, bütün kâinat Ona emirber nefer hükmündedir; emr-i كُنْ فَيَكُونُ 3’a karşı kemâl-i inkıyadla serfurû eder.


Dipnot-1

“Görmedi mi o insan? Biz onu bir damla sudan yarattık da, sonra o Bize ap açık bir düşman kesiliverdi.” Yâsin Sûresi, 36:77.

Dipnot-2

“Odur ki, yem yeşil ağaçtan size ateş çıkarır.” Yâsin Sûresi, 36:80.

Dipnot-3

“(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.


http://www.erisale.com/#content.tr.1.171


abes: anlamsız, faydasız
acaib-i ef’âl: şaşırtıcı ve hayret uyandırıcı işler ve fiiler (bk. f-a-l)
âciz: güçsüz, zavallı (bk. a-c-z)
âhir: son (bk. e-ḫ-r)
alâka: kan pıhtısı, embriyo
arz: yer
bahis: konu
beyhude: boşuna
ecza: parçalar (bk. c-z-e)
ef’âl-i acîbe-i İlâhiye: Cenab-ı Allah’ın şaşırtıcı ve hayret uyandırıcı harika fiilleri (bk. f-a-l; e-l-h)
ehven: kolay
emirber nefer: emre hazır asker
evvelâ: ilk önce
halk etmek: yaratmak (bk. ḫ-l-ḳ)
haşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hilkat şeceresi: yaratılış ağacı (bk. ḫ-l-ḳ)
hilkat-i insaniye: insanın yaratılışı (bk. ḫ-l-ḳ)
idadiye: hazırlık
ihsânât-ı azîme: çok büyük ihsanlar, ikramlar (bk. ḥ-s-n; a-ẓ-m)
ihyâ: hayat verme, diriltme (bk. ḥ-y-y)
istib’ad: akıldan uzak görme
istikbalî: geleceğe ait
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kanaat: razı olma, inanma
kemâl-i inkıyad: tam itaat (bk. k-m-l)
kıyas: karşılaştırma
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
memât: ölümler (bk. m-v-t)
meşhud: görünen (bk. ş-h-d)
misl: benzer (bk. m-s̱-l)
mudga: et parçası, bir çiğnem et
muhtelif: çeşitli
nazar: dikkat (bk. n-ẓ-r)
nazire: örnek, benzer (bk. n-ẓ-r)
neş’e-i ûlâ: insanın ilk yaratılışı (bk. n-ş-e)
neş’e-yi uhrâ: öldükten sonra ikinci kez yaratılış (bk. n-ş-e; e-ḫ-r)
neş’et: doğma, ortaya çıkma (bk. n-ş-e)
nutfe: memelilerin yaratıldığı su, meni
remzen: işareten
semâvat: gökler (bk. s-m-v)
serfurû etmek: boyun eğmek
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
uhrevî: âhirete ait (bk. e-ḫ-r)
zikretmek: anmak, hatırlatmak

Bir baharı halk etmek, bir çiçek kadar Ona ehven gelir. Bütün hayvânâtı icad etmek, bir sinek icadı kadar kudretine kolay gelir bir Zâttır. Öyle bir Zâta karşı مَنْ يُحْيِى الْعِظَامَ 1 deyip kudretine karşı tâcizle meydan okunmaz.

Sonra, فَسُبْحَانَ الَّذِى بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ 2 tabiriyle, herşeyin dizgini elinde, herşeyin anahtarı yanında, gece ve gündüzü, kış ve yazı bir kitabın sahifeleri gibi kolayca çevirir, dünya ve âhireti iki menzil gibi bunu kapar, onu açar bir Kadîr-i Zülcelâldir.

Madem böyledir. Bütün delâilin neticesi olarak وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ 3 yani, kabirden sizi ihyâ edip, haşre getirip huzur-u kibriyâsında hesabınızı görecektir.

İşte, şu âyetler, haşrin kabulüne zihni müheyyâ etti, kalbi de hazır etti. Çünkü nezâirini dünyevî ef’âl ile de gösterdi.

Hem kâh oluyor ki, ef’âl-i uhreviyesini öyle bir tarzda zikreder ki, dünyevî nezâirlerini ihsas etsin, tâ istib’âd ve inkâra meydan kalmasın.

Meselâ اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ 4 ilâ ahir, ve اِذَا السَّمَۤاءُ انْفَطَرَتْ 5 ilâ ahir, ve اِذَا السَّمَۤاءُ انْشَقَّتْ 6 ilâ ahir.

İşte, şu sûrelerde, kıyamet ve haşirdeki inkılâbât-ı azîmeyi ve tasarrufât-ı rububiyeti öyle bir tarzda zikreder ki, insan onların nazirelerini dünyada, meselâ güzde, baharda gördüğü için, kalbe dehşet verip akla sığmayan o inkılâbâtı kolayca kabul eder. Şu üç sûrenin meâl-i icmâlîsine işaret dahi pek uzun olur. Onun için birtek kelimeyi nümune olarak göstereceğiz.


Dipnot-1

“Çürümüş kemikleri kim diriltir?” Yâsin Sûresi, 36:78.

Dipnot-2

“Herşeyin hüküm ve tasarrufu elinde olan Zât, her türlü kusur ve noksandan münezzehtir.” Yâsin Sûresi, 36:83.

Dipnot-3

“Siz de Ona döndürüleceksiniz.” Yâsin Sûresi, 36:83.

Dipnot-4

“Güneş dürülüp toplandığında.” Tekvir Sûresi, 81:1.

Dipnot-5

“Gök yarıldığında.” İnfitar Sûresi, 82:1.

Dipnot-6

“Gök yarıldığında.” İnşikak Sûresi, 84:1.


http://www.erisale.com/#content.tr.1.172


âhiret: öteki dünya (bk. e-ḫ-r)
delâil: deliller, işaretler
dünyevî: dünyaya ait
ef’âl: fiiller, işler (bk. f-a-l)
ef’âl-i uhreviye: âhirete ait işler (bk. f-a-l; e-ḫ-r)
ehven: kolay
güz: sonbahar
halk etmek: yaratmak (bk. ḫ-l-ḳ)
haşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)
hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
huzur-u kibriyâ: sonsuz büyüklük sahibi olan Allah’ın huzuru (bk. ḥ-ḍ-r; k-b-r)
icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)
ihsas etmek: hissettirmek
ihyâ: hayat verme, diriltme (bk. ḥ-y-y)
inkâr: inanmama, kabul etmeme (bk. n-k-r)
inkılâbât: büyük değişimler
inkılâbât-ı azîme: çok büyük değişimler (bk. a-ẓ-m)
istib’âd: akıldan uzak görme
Kadîr-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeye gücü yeten Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)
kâh: bazan
kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması, kâinatın ölümünden sonra, bütün ölülerin dirilip ayağa kalkmaları, mahşerde toplanmaları (bk. ḳ-v-m)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
meâl-i icmâlî: kısaca açıklama (bk. c-m-l)
menzil: ev, mekan (bk. n-z-l)
müheyyâ: hazırlama
nazire: benzer, örnek (bk. n-ẓ-r)
nezâir: benzerler, örnekler (bk. n-ẓ-r)
nümune: örnek
tabir: ifade
tâciz: rahatsız etme
tarz: şekil, biçim
tasarrufât-ı rububiyet: Allah’ın her şeyi dilediği gibi kullanması ve yönetmesi (bk. ṣ-r-f; r-b-b)
zikretmek: anmak, belirtmek

Meselâ اِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْ 1 kelimesi ifade eder ki, haşirde herkesin bütün a’mâli bir sahife içinde yazılı olarak neşrediliyor. Şu mesele, kendi kendine çok acaip olduğundan, akıl ona yol bulamaz. Fakat sûrenin işaret ettiği gibi, haşr-i baharîde başka noktaların naziresi olduğu gibi, şu neşr-i suhuf naziresi pek zâhirdir. Çünkü, her meyvedar ağacın ve çiçekli bir otun da amelleri var, fiilleri var, vazifeleri var, esmâ-i İlâhiyeyi ne şekilde göstererek tesbihat etmişse ubûdiyetleri var. İşte, onun, bütün bu amelleri tarih-i hayatlarıyla beraber umum çekirdeklerinde, tohumcuklarında yazılıp, başka bir baharda, başka bir zeminde çıkar. Gösterdiği şekil ve suret lisanıyla, gayet fasih bir surette, analarının ve asıllarının a’mâlini zikrettiği gibi, dal, budak, yaprak, çiçek ve meyveleriyle, sahife-i a’mâlini neşreder. İşte, gözümüzün önünde bu hakîmâne, hafîzâne, müdebbirâne, mürebbiyâne, lâtifâne şu işi yapan Odur ki, der: اِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْ

Başka noktaları buna kıyas eyle, kuvvetin varsa istinbat et. Sana yardım için bunu da söyleyeceğiz: İşte, اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ 2 şu kelâm, tekvir lâfzıyla, yani “sarmak ve toplamak” mânâsıyla parlak bir temsile işaret ettiği gibi, nazirini dahi ima eder.

Birinci: Evet, Cenâb-ı Hak tarafından adem ve esir ve semâ perdelerini açıp, güneş gibi dünyayı ışıklandıran pırlanta-misal bir lâmbayı, hazine-i rahmetinden çıkarıp dünyaya gösterdi. Dünya kapandıktan sonra, o pırlantayı perdelerine sarıp kaldıracak.

İkinci: Veya, ziya metâını neşretmek ve zeminin kafasına ziyayı zulmetle münavebeten sarmakla muvazzaf bir memur olduğunu ve her akşam o memura


Dipnot-1

“Defterler açıldığında.” Tekvir Sûresi, 81:10.

Dipnot-2

“Güneş dürülüp toplandığında.” Tekvir Sûresi, 81:1.


http://www.erisale.com/#content.tr.1.173


a’mâl: davranışlar, işler
adem: yokluk, hiçlik
amel: davranış, iş
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
esir: kâinatı kapladığına inanılan madde
esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)
fasih: güzel, düzgün ve açık konuşan (bk. f-ṣ-ḥ)
hafîzâne: koruyup gözeterek, esirgeyerek ve saklayarak (bk. ḥ-f-ẓ)
hakîmâne: hikmetli bir şekilde, herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
haşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)
haşr-i baharî: bahardaki diriliş, bahar mevsiminde bitkilerin ve hayvanların dirilişi (bk. ḥ-ş-r)
hazine-i rahmet: rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m)
ima: işaret
istinbat: bir söz veya bir işten gizli bir mânâ ve hüküm çıkarma
kelâm: söz (bk. k-l-m)
kıyas: karşılaştırma
lâfız: söz, kelime
lâtifâne: hoş ve güzel bir şekilde (bk. l-ṭ-f)
metâ: kıymetli eşya
meyvedar: meyveli, meyve veren
müdebbirâne: tedbirli bir şekilde, herşeyi önceden düşünerek (bk. d-b-r)
münavebeten: nöbetleşerek
mürebbiyâne: terbiye ederek ve yetiştirerek (bk. r-b-b)
muvazzaf: görevli
nazir: benzer (bk. n-ẓ-r)
nazire: benzer, örnek (bk. n-ẓ-r)
neşr-i suhuf: hesapların görülmesi için amel defterlerinin meydana çıkarılıp herkesin hesabının görülmesi
neşredilmek: yayılmak
pırlanta-misal: pırlanta gibi (bk. m-s̱-l)
sahife-i a’mâl: iş ve davranışların yazıldığı sahifeler
semâ: gök (bk. s-m-v)
suret: tarz, biçim (bk. ṣ-v-r)
tarih-i hayat: hayatın tarihi (bk. ḥ-y-y)
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
tesbihat: Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler ve varlıkların hal diliyle bu anlamı ifade etmesi (bk. s-b-ḥ)
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
umum: bütün
zâhir: açık (bk. ẓ-h-r)
zemin: yer
ziya: ışık
zulmet: karanlık (bk. ẓ-l-m)

metâını toplattırıp gizlettiği gibi, kâh olur bir bulut perdesiyle alışverişini az yapar, kâh olur ay onun yüzüne karşı perde olur, muamelesini bir derece çeker; metâını ve muamelât defterlerini topladığı gibi, elbette o memur bir vakit o memuriyetten infisal edecektir. Hattâ hiçbir sebeb-i azl bulunmazsa, şimdilik küçük, fakat büyümeye yüz tutmuş yüzündeki iki leke büyümekle, güneş, yerin başına izn-i İlâhî ile sardığı ziyayı emr-i Rabbânî ile geriye alıp, güneşin başına sarıp, “Haydi, yerde işin kalmadı,” der. “Cehenneme git, sana ibadet edip senin gibi bir memur-u musahharı sadakatsizlikle tahkir edenleri yak” der, اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ 1 fermanını lekeli siyah yüzüyle yüzünde okur.


Dipnot-1

“Güneş dürülüp toplandığında.” Tekvir Sûresi, 81:1.


http://www.erisale.com/#content.tr.1.174


emr-i Rabbânî: herşeyin Rabbi olan Allah’ın emri (bk. r-b-b)
ferman: emir, buyruk
infisal etmek: görevinden ayrılmak
izn-i İlâhî: Allah’ın izni (bk. e-l-h)
kâh: bazan
memur-u musahhar: emre itaat eden memur
metâ: kıymetli eşya
muamelât: işler
muamele: davranış, iş
sadakat: bağlılık (bk. ṣ-d-ḳ)
sebeb-i azil: memurluktan çıkarılma sebebi
tahkir: hakaret, aşağılama

Feel free to comment. Yorum yapmaktan çekinmeyin.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.