“Yaş ve kuru ne varsa, hepsi ap açık bir kitapta yazılmıştır.” – On Dördüncü Söz – İkinci Mesele – Cumartesi Dersleri 14. 2.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Yaş ve kuru ne varsa, hepsi ap açık bir kitapta yazılmıştır.” başlığı altında Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan Sözler isimli eserinden On Dördüncü Söz İkinci Mesele ele alınmaktadır.

"Yaş ve kuru ne varsa, hepsi ap açık bir kitapta yazılmıştır." - On Dördüncü Söz - İkinci Mesele - Cumartesi Dersleri 14. 2.
“Yaş ve kuru ne varsa, hepsi ap açık bir kitapta yazılmıştır.” – On Dördüncü Söz – İkinci Mesele – Cumartesi Dersleri 14. 2.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

On Dördüncü Söz

İkinci Mesele

İKİNCİSİ: Meselâ,

وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ     1

وَكُلَّ شَىْءٍ اَحْصَيْنَاهُ فِۤى اِمَامٍ مُبِينٍ     2

لاَ يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِى السَّمٰوَاتِ وَلاَ فِى اْلاَرْضِ وَلاَ اَصْغَرُ مِنْ ذٰلِكَ وَلاَ اَكْبَرُ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ     3

gibi âyetlerin ifade ettikleri ki, “Bütün eşya, bütün ahvâliyle, vücuda gelmeden ve geldikten sonra ve gittikten sonra yazılıdır ve yazılır ve yazılıyor” demek olan hakikat-i âliyesine kanaat getirmek için, Nakkâş-ı Zülcelâl, rû-yi zeminin sahifesinde, her mevsimde, bahusus baharda değiştirdiği nihayetsiz muntazam mahlûkatın fihriste-i vücutlarını, tarihçe-i hayatlarını, desatir-i hareketlerini çekirdeklerinde, tohumlarında, köklerinde, mânevî bir surette derc ve muhafaza ettiğini; ve zevâlden sonra, semerelerinde aynen kalem-i kaderiyle, mânevî bir tarzda, basit tohumcuklarında yazdığını; hattâ her geçici baharda, yaş kuru ne varsa, mahdut zerrecikler ve kemikler hükmünde olan tohumlarda, ölmüş odunlarda kemâl-i intizamla muhafaza ettiğini nazar-ı şuhuda gösteriyoruz. Güya herbir bahar, birtek çiçek gibi, gayet muntazam ve mevzun olarak, zeminin yüzüne bir Cemîl ve Celîlin eliyle takılıp koparılıyor, konup kaldırılıyor.

Hakikat böyleyken, beşerin en acip bir dalâleti budur ki, kader kaleminin sahifesi olan Levh-i Mahfuzun yalnız bir cilve-i aksi olarak, fihriste-i san’at-ı Rabbâniye olup ehl-i gafletin lisanında “tabiat” denilen bu kitabet-i fıtriyeyi, bu


Dipnot-1

“Yaş ve kuru ne varsa, hepsi ap açık bir kitapta yazılmıştır.” En’âm Sûresi, 6:59.

Dipnot-2

“Biz herşeyi İmam-ı Mübînde tek tek saydık.” Yâsin Sûresi, 36:12.

Dipnot-3

“Ne göklerde ve ne de yerde zerre kadar birşey Ondan uzak kalamaz; bundan küçük veya büyük ne varsa hepsi ap açık bir kitapta yazılmıştır.” Sebe’ Sûresi, 34:3.


acip: ilginç, hayret verici
ahvâl: haller, vaziyetler
bahusus: özellikle
beşer: insan
Celîl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. c-l-l)
Cemîl: sonsuz ve kusursuz güzellik sahibi Allah (bk. c-m-l)
cilve-i akis: yansımanın görüntüsü (bk. c-l-y)
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
derc: yerleştirme
desatir-i hareket: hareket düsturları
ehl-i gaflet: dünyaya daldığından dolayı âhiretin farkında olmayan (bk. ğ-f-l)
eşya: varlıklar
fihriste-i san’at-ı Rabbâniye: herşeyin Rabbi olan Allah’ın sanatlı bir şekilde yarattığı varlıkların fihristesi (bk. ṣ-n-a; r-b-b)
fihriste-i vücut: varlık fihristesi (bk. v-c-d)
hakikat: doğru gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat-ı âliye: yüce gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
kader kalemi: Allah’ın olacak hadiseleri olmadan önce bilip yazması (bk. ḳ-d-r)
kalem-i kader: kader kalemi, Allah’ın olacak hadiseleri olmadan önce bilip yazması (bk. ḳ-d-r)
kanaat getirmek: razı olmak, inanmak
kemâl-i intizam: tam ve mükemmel düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
kitabet-i fıtriye: yaratılışa ait yazılar, doğal yazı (bk. k-t-b; f-ṭ-r)
Levh-i Mahfuz: herşeyin bütün ayrıntılarıyla yazıldığı mânevî kader levhası (bk. ḥ-f-ẓ)
mahdut: sınırlı
mahlûkat: yaratılmışlar (bk. ḫ-l-ḳ)
mevzun: ölçülü (bk. v-z-n)
muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ)
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
Nakkaş-ı Zülcelâl: herşeyi nakışlı ve süslü bir şekilde yaratan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. n-ḳ-ş; ẕü; c-l-l)
nazar-ı şuhud: şahitlerin bakışı; görüş (bk. n-ẓ-r; ş-h-d)
nihayetsiz: sonsuz
rû-yi zemin: yeryüzü
semere: meyve
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tabiat: doğa, canlı cansız varlıklar; maddî âlem (bk. ṭ-b-a)
tarihçe-i hayat: hayat hikâyesi, biyografi (bk. ḥ-y-y)
vücuda gelmek: var olmak (bk. v-c-d)
zemin: yer
zerrecik: atom, en küçük madde parçası
zevâl: geçip gitme (bk. z-v-l)

nakş-ı san’atı, bu münfail mistar-ı hikmeti, “tabiat-ı müessire” diyerek masdar ve fail telâkki etmesidir. Eyne’s-serâ mine’s-süreyyâ? Hakikat nerede, ehl-i gafletin telâkkileri nerede?

azamet: büyüklük, yücelik (bk. a-ẓ-m)
bahr: deniz
bahr-i müsebbih: Allah’ı tesbih eden deniz (bk. s-b-ḥ)
ber: kara, yer
burc: belli bir şekil ve surete benzeyen sabit yıldız kümesi
cüz’î: az, küçük (bk. c-z-e)
ehl-i gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olanlar (bk. ğ-f-l)
elfâz-ı tahmidiye: Allah’ı öven ve Ona şükürlerini sunan sözler (bk. ḥ-m-d)
eyne’s-serâ mine’s-süreyyâ: “yer nerede, Ülker yıldızı nerede”, birbirine zıt ve uzak şeyler için söylenir
fail: işi yapan, özne (bk. f-a-l)
felek: gök katı
hakikat: gerçek ve doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hamele-i Arş ve yer ve gök: Arş’ın, yerin ve göğün taşıyıcısı (bk. a-r-ş)
intizam ve külliyet ve vüs’at-i ubûdiyet: kulluğun düzenliliği, çokluğu ve genişliği (bk. n-ẓ-m; k-l-l; a-b-d)
kelimat-ı tesbihiye: Allah’ı tesbih eden kelimeler (bk. k-l-m; s-b-ḥ)
küllî: büyük, kapsamlı (bk. k-l-l)
külliyet: büyüklük, kapsamlılık (bk. k-l-l)
lisan: dil
masdar: kaynak
melâike-i müekkel: görevli melekler (bk. m-l-k; v-k-l)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mistar-ı hikmet: hikmetin gerçekleşmesi için kullanılan vasıta, şablon (bk. ḥ-k-m)
Muhbir-i Sadık: doğru sözlü haber verici, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) (bk. ṣ-d-ḳ)
münasip: uygun (bk. n-s-b)münfail: fiilden etkilenen (bk. f-a-l)
nakş-ı san’at: san’atlı nakış, işleme (bk. n-ḳ-ş; ṣ-n-a)
nebat: bitki
sair: diğer
semavat: gökler (bk. s-m-v)
tabiat-ı müessire: tesir sahibi, yaratıcı tabiat (bk. ṭ-b-a)
tarz: şekil, biçim
tasrih etme: açıkça ifade etme
tasvir: anlatma, ifade etme (bk. ṣ-v-r)
tayr-ı müsebbih ve hâmid: Allah’ı tesbih eden ve şükreden kuş (bk. s-b-ḥ; ḥ-m-d)
telâkki: kabul etme
tesbih-i küllî: büyük ve kapsamlı tesbih (bk. s-b-ḥ; k-l-l)
tesbihat: Allah’ın bütün noksan sıfatlardan uzak ve bütün kemâl sıfatlara sahip olduğunu ifade eden sözler (bk. s-b-ḥ)
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz yücelik ve haşmet sahibi olan Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)
zemin: yer

Tefsir Paneli

En’âm Sûresi

57-59

Ayet

 قُلْ اِنّٖي عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّٖي وَكَذَّبْتُمْ بِهٖؕ مَا عِنْدٖي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِهٖؕ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِؕ يَقُصُّ الْحَقَّ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِلٖينَ

٥٧

 قُلْ لَوْ اَنَّ عِنْدٖي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِهٖ لَقُضِيَ الْاَمْرُ بَيْنٖي وَبَيْنَكُمْؕ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِالظَّالِمٖينَ

٥٨

 وَعِنْدَهُ مَفَاتِـحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَؕ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِؕ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ اِلَّا يَعْلَمُهَا وَلَا حَبَّةٍ فٖي ظُلُمَاتِ الْاَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا فٖي كِتَابٍ مُبٖينٍ

٥٩

Meal

De ki: “Şüphesiz ben, Rabbimden (gelen) kesin bir belge üzereyim. Siz ise onu yalanladınız. Sizin acele istediğiniz azap benim elimde değil. Hüküm yalnızca Allah’a aittir. O, hakkı anlatır. O, hakkı batıldan ayırt edenlerin en hayırlısıdır.” ﴾57﴿ De ki: “Sizin acele istediğiniz azap şayet benim elimde olsaydı benimle sizin aranızda iş elbette bitirilmiş olurdu.” Allah zalimleri daha iyi bilir. ﴾58﴿ Gaybın anahtarları yalnızca O’nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın bilgisi dahilinde, Levh-i Mahfuz’da) olmasın. ﴾59﴿

Tefsir

İlk âyet, bir bakıma, inkârcıların Resûlullah’ı “şair, sihirbaz, mecnun” gibi hiçbir gerçeklik taşımayan ifadelerle itham etmelerine karşı bir cevap teşkil etmekte; onun tebliğlerinin kesin ve apaçık delile (beyyine) dayandığını haber vermektedir. 57-59. âyetlerde, müşriklerin, güya Hz. Peygamber’i zor durumda bırakmak ve âciz olduğunu göstermek için “Eğer iddialarında doğruysan, hadi şu bizi tehdit ettiğin azap ve musibetleri başımıza getir de görelim!” gibi sözler sarfetmelerine karşılık, Resûlullah’ta tanrısal bir güç bulunmadığı, onun böyle bir iddia da taşımadığı, azap ve musibet gibi hususlardaki hükmün yalnız Allah’a ait olduğu bildirilmiştir. Hz. Peygamber’in, Kur’an’daki bu açıklamaları, yani Allah’ın kendisine tanıdığı yetki ve görevin ötesinde ilâhî güçler taşımadığını, gaybı da bilmediğini –kendilerini olduğundan daha kudretli göstermeye çalışan sahte önderlerin aksine– hiçbir komplekse kapılmadan tam bir dürüstlük ve içtenlikle insanlara bildirmesi, onun nübüvvetinin en belirgin delillerinden biridir.

59. âyet, yüce Allah’ın ilminin ne kadar geniş, ne kadar kapsamlı olduğunun çok veciz ve eşsiz ifadelerindendir: Gaybın anahtarları (başka bir kıraate göre gaybın hazineleri) Allah’ın yanındadır (gayb terimi için bk. Bakara 2/3). Burada Allah’ın ilminin, karalar ve denizler gibi en geniş varlık ve olaylardan, düşen bir yaprağa, yerin karanlıklarındaki bir bitki tanesine, kuruluk, yaşlılık vb. keyfiyetler gibi en basit varlık ve olaylara kadar her şeyi kuşatıp kapsadığı, dolayısıyla bütün bunların en yüce, en ince bilgi ve kudretle yaratılıp düzenlendiği ifade buyurulmuştur. Bundan dolayı kelâm bilginleri tarafından söz konusu âyet, bazı düşünürlerin, ilm-i ilâhînin cüz’iyyâtı (değişken varlık ve olayları) kapsamadığı yolundaki iddialarını çürüten en kesin delillerden biri olarak gösterilmiştir. “Apaçık bir kitap” diye çevirdiğimiz “kitâbin mübîn” tamlaması, “hafaza melekleri tarafından tutulan amel defteri”, “levh-i mahfûz” veya “Allah’ın her şeyi kuşatan ilmi” olarak açıklanmıştır (Zemahşerî, II, 19; İbn Atıyye, II, 300). Râzî son yorumu tercih eder (XIII, 11).

Kur’anYolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 414-415

Yâsîn Sûresi

12

Ayet

 اِنَّا نَحْنُ نُحْـيِ الْمَوْتٰى وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَاٰثَارَهُمْؕ وَكُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنَاهُ فٖٓي اِمَامٍ مُبٖينٍࣖ

١٢

Meal

Şüphesiz biz, ölüleri mutlaka diriltiriz. Onların yaptıklarını ve bıraktıkları eserlerini yazarız. Biz her şeyi apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) bir bir kaydetmişizdir. ﴾12﴿

Tefsir

Müşriklerin ağır baskıları altında büyük sıkıntılar çeken Hz. Peygamber ve müminler için teselli ve moral kaynağı özelliği taşıyan bu âyet kümesi, yüce Allah’ın eşsiz kudret ve ilmine, ölüleri diriltmeye kadir olanın da, herkesin yapıp ettiklerini bilenin de yalnız O olduğuna özel bir vurgu yapılarak bitirilmektedir. Bazı ilk dönem müfessirleri bu âyetteki “ölüleri diriltme” ifadesinden maksadın şirkten çıkarıp imana eriştirmek olduğunu belirtmişlerdir (Zemahşerî, III, 281).

Bir taraftan kişinin bütün yapıp ettiklerinin kayda geçirildiğinin, diğer taraftan da olup bitecek her şeyin zaten Allah Teâlâ’nın ezelî ilminde mâlûm olduğunun belirtilmesinden şöyle bir anlam çıkarılabilir: İnsanın bütün eylemlerinin kayda geçirilmesine yüce Allah’ın ihtiyacı yoktur; bu, insanın bu bilgiyi her zaman göz önünde bulundurup dünya hayatındaki varlığını anlamlandırabilmesi ve her adımını varlık sebebine uygun bir bilinç içinde atması içindir. Bu sayede insan soyut bir ahlâkî görev telakkisiyle baş başa kalmamış olur; yaşanan hayat gibi canlı, her anını kuşatan ve her davranışına yön veren somut bir tasavvurdan güç alır. Yine bu inanç kişiye, insanın metafizik âlemle ilişkisinin sırf Tanrı’ya yalvarılan ve belirli dinî vecîbelerin ifa edildiği zaman dilimlerine hapsedilemeyeceği şuurunu kazandırır, fizik âlemde olup bitenlerle fizik ötesi gerçekler arasındaki sıkı bağı kavramasını kolaylaştırır.

Tefsirlerde âyetin “gelecek için yaptıkları her şey ve bıraktıkları her iz” şeklinde tercüme edilen kısmı açıklanırken, bir yandan iyi olsun kötü olsun insanların bütün işlediklerinin tesbit edildiği belirtilir; diğer yandan da kişinin öbür dünyada karşısına çıkacak amel defterinin ölümle kapanmadığı, yararlı bir bilgiyi öğretme veya kaleme alma, bir imkânını vakfedip kalıcı hayır yapma, insanların faydalanacakları hizmet binası, cami, misafirhane, köprü vb. iyi eserler bırakmanın yahut bazı zalim yöneticilerin yaptığı gibi insanların eziyet çekmesine, zarara girmesine veya Allah yolundan sapmasına sebep olacak usuller ihdas etmek suretiyle geride kötü izler bırakmanın –bu iz ve eserler varlığını koruduğu sürece– insanın sorumluluk hanesine olumlu veya olumsuz puanlar halinde kaydedildiği üzerinde durulur (Zemahşerî, III, 281; Şevkânî, IV, 414). Bu bakımdan âyeti “ölmeden yapıp tükettikleri, bitirdikleri ile izi ve eseri devam eden bütün işlerini (amellerini) …” şeklinde çevirmek de mümkündür. Hz. Peygamber’in şu meâldeki hadisi insanların yararı devam ettiği sürece sevabı da yenilenen hayır faaliyetlerine yoğun biçimde yönelmelerinde ve özellikle vakıf kurumunun gelişmesinde çok etkili olmuştur: “İnsan öldükten sonra amel (defteri) kapanır; yalnız şu üç şeyin sevabı devam eder: Sadaka-i câriye, yararı sürekli olan ilim ve ölenin ardından dua eden hayırlı evlât” (Müslim, “Vasiyet”, 14; Tirmizî, “Ahkâm”, 36). Fakat bu hadiste amel defterinin kapanması sevapların yazılması açısındandır. Birçok müfessirin konumuz olan âyetin yorumu sırasında belirttiği üzere, başkalarının kötülük işlemesine sebebiyet verecek kötü bir yol açanlar da bu âyetin kapsamındadırlar ve etkileri öldükten sonra devam eden bu kötülüklerden ötürü veballeri de artmaktadır. Nitekim Peygamber efendimiz şu hadisinde başkalarını etkileyecek çığır açmanın iki şeklini de ayrı ayrı ifade etmiştir: “Kim iyi bir uygulamaya öncülük ederse, kendisine hem o davranışın hem de kıyamete kadar onu örnek alan kimselerin sevabı verilir. Yine kim kötü bir uygulamaya öncülük ederse, kendisine hem o davranışın hem de kıyamete kadar onu örnek alan kimselerin günahı yüklenir” (Müslim, “İlim”, 15, “Zekât”, 44, 69; Müsned, IV, 362).

Ana kitap” diye çevrilen imâm kelimesi, “delil niteliği taşıyan, kendisine uyulan kitap”, “levh-i mahfûz” ve “amel defterleri” gibi mânalarla açıklanmıştır (İbn Atıyye, IV, 448). Yüce Allah’ın kendi ilmini sözlükte “öncü, kendisine uyulan” anlamlarına gelen bu kelimeyle nitelemesi, rabbânî irade ve kudretin ilişkili olduğu her şeyin ona uygun biçimde cereyan ettiğini belirtmek içindir (İbn Âşûr, XXII, 357; bu hususun insanın mesuliyeti ile ilişkisi hakkında bk. Fâtır 35/11; irade ve kader konusunda bilgi için bk. Bakara 2/7; Enfâl 8/17-23).

Ensardan Selemeoğulları’nın yerlerini yurtlarını terkedip Mescid-i Nebevî çevresine yerleşmek istemeleri üzerine Resûlullah bunu uygun görmemiş ve onlara “Kendi bulunduğunuz yerde de yaptıklarınızın izleri kayda geçirilir” buyurmuştu. Bazıları bu olayı delil göstererek bu âyetin Medine’de indiğini ileri sürmüşlerdir. Halbuki Hz. Peygamber’in bu âyetteki ifadeyi Medine’de geçen olayda kullanmış olması onun Medine’de indiğini göstermez (İbn Atıyye, IV, 445, 448).

Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 478-480

Tefsir Paneli

Sebe’ Sûresi

2-3

Ayet

 يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْاَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنْزِلُ مِنَ السَّمَٓاءِ وَمَا يَعْرُجُ فٖيهَاؕ وَهُوَ الرَّحٖيمُ الْغَفُورُ

٢

 وَقَالَ الَّذٖينَ كَفَرُوا لَا تَأْتٖينَا السَّاعَةُؕ قُلْ بَلٰى وَرَبّٖي لَتَأْتِيَنَّكُمْ عَالِمِ الْغَيْبِۚ لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِ وَلَٓا اَصْغَرُ مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْبَرُ اِلَّا فٖي كِتَابٍ مُبٖينٍۙ

٣

Meal

Allah, yere gireni, yerden çıkanı; gökten ineni ve oraya yükseleni bilir. O, çok merhamet edicidir, çok bağışlayıcıdır. ﴾2﴿ İnkar edenler, “Kıyamet bize gelmeyecektir” dediler. De ki: “Hayır, öyle değil, gaybı bilen Rabbime andolsun ki, Kıyamet size mutlaka gelecektir. Ne göklerde ve ne de yerde zerre ağırlığında bir şey bile ondan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.” ﴾3﴿

Tefsir

İlk âyette yüce Allah’ın ilmiyle ilgili bir tasvire yer verilmiştir. Bu tasvire göre insanın yakın çevresinde mevcut bulunan veya olup biten maddî ve mânevî, açık ve gizli bütün varlık ve olaylar Allah Teâlâ’nın bilgisi dahilindedir (Taberî, XXII, 59; İbn Atıyye, IV, 404). Şu halde O’ndan başkasına kulluk etmek insana yaraşmaz. “Ona yükselen” anlamına gelen cümlede “ilâ” değil “” edatının kullanılmasındaki incelik şöyle açıklanır: İlâ “sona ulaşma”yı,  ise “içine girip nüfuz etme”yi ifade eder. 3. âyette Allah’ın –insanın kendi imkânlarıyla bilgisine ulaşamayacağı bir alan olan– gaybı da bildiği, evrendeki bütün varlık ve olayların en küçük ayrıntısına kadar açık bir kitapta kayıtlı olduğu belirtilmektedir. Müfessirlerin çoğuna göre bu kitaptan maksat levh-i mahfûzdur. Bunu şöyle anlamak da mümkündür: Gerek duyular âlemine dahil gerekse bunun ötesindeki her şey bütün ayrıntılarıyla Allah tarafından bilinmektedir (ayrıca bk. En‘âm 6/59).

İnkârcıların insanların yapıp ettiklerinden hesaba çekilecekleri bir günün gelmeyeceği yönündeki iddiası, evrenin sonsuz olduğu, sadece değişebileceği ama asla yok olmayacağı fikrini içerir ki bu iddia aynı zamanda insanın varlığını anlamsız ve değersiz kabul etme mânasına gelir. Bazı tefsirlerde, âyette genel bir ifadeyle inkârcılara atfedilen bu sözün Ebû Süfyân tarafından söylendiğine dair bir rivayete yer verilir. Bu rivayete göre bir gün Ebû Süfyân, “Ne gelecek bir son saat var, ne kıyamet var, ne de haşir var” diyerek –en büyük putlardan– Lât ve Uzzâ’nın adı üzerine yemin etmişti. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah peygamberine, onun da aksi yönde yemin etmesini buyurdu (İbn Atıyye, IV, 405).

Gayb, Allah’ın, yarattıklarından gizli tuttuğu hususlar demektir (bilgi için bk. Bakara 2/3; Mâide 5/94-96). Burada Cenâb-ı Allah’ın kendisini “gaybı bilen” şeklinde nitelemesi, kıyametin mutlaka kopacağını fakat zamanını sadece kendisinin bildiğini vurgulama amacı taşımaktadır (Taberî, XXII, 61). Elmalılı, bunun yanı sıra burada, bedenleri çürüyüp darmadağın olmuş insanların yeniden diriltilmesini imkânsız görenlere cevap verme tarzında bir mâna inceliğinin de bulunduğunu belirtir (VI, 3943).

Kur’an Yolu Tefsiri Yolu Cilt: 4 Sayfa: 411-412

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Dördüncü Söz, İkinci Mesele, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.232

https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-tefsir-1/enam-suresi-6/ayet-59/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1

Kur’anYolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 414-415

https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/yasin-suresi-36/ayet-12/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1

Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 478-480

https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-tefsir-1/sebe-suresi-34/ayet-3/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1

Kur’an Yolu Tefsiri Yolu Cilt: 4 Sayfa: 411-412

Feel free to comment. Yorum yapmaktan çekinmeyin.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.