HAPİS, MAHPUS VE GENÇLİK – Risale-i Nur mizanlarından On Üçüncü Sözün İkinci Makamının haşiyesidir – Cumartesi Dersleri 13. 4.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta hapis, mahpus ve gençlik ile ilgili Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan Sözler isimli eserinden “Risale-i Nur mizanlarından On Üçüncü Sözün İkinci Makamının haşiyesidir” bölümü işlenmektedir.

HAPİS, MAHPUS VE GENÇLİK - Risale-i Nur mizanlarından On Üçüncü Sözün İkinci Makamının haşiyesidir - Cumartesi Dersleri 13. 4.
HAPİS, MAHPUS VE GENÇLİK – Risale-i Nur mizanlarından On Üçüncü Sözün İkinci Makamının haşiyesidir – Cumartesi Dersleri 13. 4.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Risale-i Nur mizanlarından On Üçüncü Sözün
İkinci Makamının haşiyesidir

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ 3

Risale-i Nur’daki hakikî teselliye mahpuslar çok muhtaçtırlar. Hususan gençlik darbesini yiyip taze ve şirin ömrünü hapiste geçirenlerin, Nurlara ekmek kadar ihtiyaçları var.

Evet, gençlik damarı, akıldan ziyade hissiyatı dinler. His ve heves ise kördür, âkıbeti görmez. Bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzete tercih eder. Bir dakika intikam lezzeti ile katleder, seksen bin saat hapis elemlerini çeker.


Dipnot-1

bk. Kamer Sûresi, 54:48; Müddessir Sûresi, 74:26, 27, 42.

Dipnot-2

Şer’î bir kaidedir. “Zarara kendi rızasıyla girene merhamet edilmez.”

Dipnot-3

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.


âhiret: öteki dünya (bk. e-ḫ-r)
âkıbet: netice, son
âlem-i berzah: kabir âlemi, dünya ile âhiret arası âlem (bk. a-l-m)
âmin: “Allahım kabul eyle” (bk. e-m-n)
bâd-ı heva: boşu boşuna, faydasız
batman: yaklaşık sekiz kg. ağırlığında bir ağırlık ölçüsü
bedbaht: talihsiz
berzah: kabir âlemi
cazibedar: cazibeli, çekici
dirhem: yaklaşık üç grama denk olan bir ağırlık ölçüsü
ehl-i hakikat: hak ve doğru yolda olan kimseler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
ehl-i keşfü’l-kubur: mânen kabirdeki ölülerin hallerini anlayanlar (bk. k-ş-f)
ekser: daha çok (bk. k-s̱-r)
ekseriyet-i mutlaka: kesin çoğunluk (bk. k-s̱-r; ṭ-l-ḳ)
ekseriyetle: çoğunlukla (bk. k-s̱-r)
elem: acı, keder, sıkıntı
esef: üzüntü, acı
fitne: ahlâkta ve toplum düzeninde azgınlık ve bozgunculuk; baştan çıkarma
gam: üzüntü
gayr-ı meşru: helâl olmayan, dine aykırı (bk. ş-r-a)
hakiki: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
harekât: hareketler, davranışlar
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hissiyat: hisler, duygular
hususan: özellikle
katletmek: öldürmek
keder: sıkıntı
mahpus: hapsedilmiş olan
mizan: ölçü (bk. v-z-n)
muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ)
müşahedât: gözlemler (bk. ş-h-d)
müstehak: layık (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
mütemadiyen: sürekli
nev-i insan: insanlık, insan türü
saika: sevk
sakar: yedi Cehennemden birinin ismi
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
suiistimalât: kötü kullanımlar
tasdik: onay, doğrulama (bk. ṣ-d-ḳ)
teessüf: üzüntü, acı, hayıflanma
teşkil eden: oluşturan
ziyade: çok, fazla

Ve bir saat sefahet keyfiyle, bir namus meselesinde binler gün, hem hapsin, hem düşmanın endişesinden sıkıntılarla ömrünün saadeti mahvolur.

Bunlara kıyasen, biçare gençlerin çok vartaları var ki, en tatlı hayatını en acı ve acınacak bir hayata çeviriyorlar. Ve bilhassa şimalde koca bir devlet, gençlik hevesatını elde ederek, bu asrı fırtınalarıyla sarsıyor. Çünkü akıbeti görmeyen kör hissiyatla hareket eden gençlere, ehl-i namusun güzel kızlarını ve karılarını ibâha eder. Belki hamamlarında erkek kadın beraber çıplak olarak girmelerine izin vermeleri cihetinde bu fuhşiyatı teşvik eder. Hem serseri ve fakir olanlara zenginlerin mallarını helâl eder ki, bütün beşer bu musibete karşı titriyor.

İşte bu asırda İslâm ve Türk gençleri kahramanâne davranıp, iki cihetten hücum eden bu tehlikeye karşı, Risale-i Nur’un Meyve ve Gençlik Rehberi gibi keskin kılıçlarıyla mukabele etmeleri elzemdir. Yoksa, o biçare genç, hem dünya istikbalini, hem mes’ut hayatını, hem âhiretteki saadetini ve hayat-ı bâkiyesini azaplara, elemlere çevirip mahveder ve suiistimal ve sefahetle hastahanelere ve hissiyatın taşkınlıklarıyla hapishanelere düşer. Eyvahlar, eseflerle ihtiyarlığında çok ağlayacak. Eğer terbiye-i Kur’âniye ve Nurun hakikatleriyle kendini muhafaza eylese, tam bir kahraman genç ve mükemmel bir insan ve mes’ut bir Müslüman ve sair zîhayatlara, hayvanlara bir nevi sultan olur.

Evet, bir genç, hapiste yirmi dört saat her günkü ömründen tek bir saatini beş farz namazına sarf etse ve, ekser günahlardan hapis mâni olduğu gibi, o musibete sebebiyet veren hatadan dahi tevbe edip sair zararlı, elemli günahlardan çekilse, hem hayatına, hem istikbaline, hem vatanına, hem milletine, hem akrabasına büyük bir faidesi olması gibi, o on, on beş senelik fâni gençlikle ebedî parlak bir gençliği kazanacağını, başta Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, bütün kütüb ve suhuf-u semaviye kat’î haber verip müjde ediyorlar.

Evet, o şirin, güzel gençlik nimetine istikametle, taatle şükretse, hem ziyadeleşir, hem bâkileşir, hem lezzetlenir. Yoksa hem belâlı olur, hem elemli, gamlı, kâbuslu olur, gider. Hem akrabasına, hem vatanına, hem milletine muzır bir serseri hükmüne geçirmeye sebebiyet verir.


âhiret: öteki dünya (bk. e-ḫ-r)
bâkileşmek: devamlı ve kalıcı hale gelmek (bk. b-ḳ-y)
beşer: insanlık
biçare: çaresiz
cihet: yön
ebedî: sonu olmayan, sonsuz (bk. e-b-d)
ehl-i namus: namus sahibi
ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
elem: acı, sıkıntı
elzem: çok gerekli
esef: üzüntü, acı
fâni: gelip geçici, yok olucu (bk. f-n-y)
fuhşiyat: çok çirkin, aşağılık, helâl olmayan işler
gam: üzüntü
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hayat-ı bâkiye: kalıcı ve devamlı âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y; b-ḳ-y)
hevesat: hevesler, arzu ve istekler
hissiyat: hisler, duygular
ibâha: serbest bırakma, helâl gösterme
istikamet: doğruluk
istikbal: gelecek
kahramanâne: kahramanca
kat’î: kesin
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
kütüb ve suhuf-u semaviye: Allah tarafından bazı peygamberlere gönderilen kitaplar ve sahifeler (bk. k-t-b; s-m-v)
mahvetmek: yok etmek
mâni: engel
mes’ut: mutlu
muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ)
mukabele etmek: karşılık vermek
musibet: belâ, felaket, sıkıntı
muzır: zararlı
nevi: çeşit, tür
saadet: mutluluk
sair: diğer
sarf etmek: harcamak
sefahet: zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük; beyinsizlik
şimal: kuzey
suiistimal: kötü kullanım
taat: Allah’ın emirlerine uyma, yasaklarından kaçınma
terbiye-i Kur’âniye: Kur’ân’ın terbiyesi (bk. r-b-b)
varta: tehlike
zîhayat: canlı, hayat sahibi (bk. ḥ-y-y)
ziyadeleşmek: fazlalaşmak

Eğer mahpus zulmen mahkûm olmuşsa, farz namazını kılmak şartıyla, herbir saati bir gün ibadet olduğu gibi, o hapis onun hakkında bir çilehane-i uzlet olup, eski zamanda mağaralara girerek ibadet eden münzevî salihlerden sayılabilirler.

Eğer fakir ve ihtiyar ve hasta ve iman hakikatlerine müştak ise, farzını yapmak ve tevbe etmek şartıyla, herbir saatleri yirmişer saat ibadet olup, hapis ona bir istirahathane ve merhametkârâne ona bakan dostlar için bir muhabbethane, bir terbiyehane, bir dershane hükmüne geçer. O hapiste durmakla, hariçteki müşevveş, her taraftaki günahların hücumuna maruz serbestiyetten daha ziyade hoşlanabilir. Hapisten tam terbiye alır. Çıktığı zaman, bir kàtil, bir müntakim olarak değil, belki tevbekâr, tecrübeli, terbiyeli, millete menfaatli bir adam çıkar. Hattâ Denizli hapsindeki zatların az zamanda Nurlardan fevkalâde hüsn-ü ahlâk dersini alanlarını gören bazı alâkadar zatlar demişler ki: “Terbiye için on beş sene hapse atmaktansa, on beş hafta Risale-i Nur dersini alsalar, daha ziyade onları ıslah eder.”

Madem ölüm ölmüyor. Ve ecel gizlidir, her vakit gelebilir. Ve madem kabir kapanmıyor; kafile kafile arkasında gelenler oraya girip kayboluyorlar. Ve madem ölüm, ehl-i iman hakkında idam-ı ebedîden terhis tezkeresine çevrildiği, hakikat-i Kur’âniye ile gösterilmiş; ve ehl-i dalâlet ve sefahet hakkında, gözle göründüğü gibi, bir idam-ı ebedîdir, bütün mahbubâtından ve mevcudattan bir firâk-ı lâyezâlîdir. Elbette ve elbette, hiç şüphe kalmaz ki, en bahtiyar odur ki, sabır içinde şükretmek ve hapis müddetinden tam istifade ederek Nurların dersini alarak istikamet dairesinde imanına ve Kur’ân’a hizmete çalışmaktır.

Ey zevk ve lezzete müptelâ insan! Ben yetmiş beş yaşımda, binler tecrübelerle ve hüccetlerle ve hadiselerle aynelyakîn bildim ki, hakikî zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imandadır ve iman hakikatleri dairesinde bulunur. Yoksa, dünyevî bir lezzette çok elemler var. Bir üzüm tanesini yedirir, on tokat vurur gibi, hayatın lezzetini kaçırır.

Ey hapis musibetine düşen biçareler! Madem dünyanız ağlıyor ve hayatınız acılaştı. Çalışınız, âhiretiniz dahi ağlamasın ve hayat-ı bâkiyeniz gülsün,


âhiret: öteki dünya (bk. e-ḫ-r
)aynelyakin: gözle görerek kesin bilgi edinme (bk. y-ḳ-n)
bahtiyar: talihli
biçare: çaresiz
çilehane-i uzlet: yalnız başına ve çile içinde ibadet edilen yer
Denizli: (bk. bilgiler)
ecel: ölüm vakti
ehl-i dalâlet ve sefahet: doğru ve hak yoldan sapan, inançsız kimseler ve zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkün olanlar (bk. ḍ-l-l)
ehl-i iman: iman edenler, mü’minler (bk. e-m-n)
elem: acı, sıkıntı
farz: Allah’ın kesin emirleri
fevkalâde: olağanüstü
firâk-ı lâyezâlî: sonu olmayan ayrılık (bk. f-r-ḳ; z-v-l)
hakikat-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın gerçeği (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hariçteki: dışarıdaki
hayat-ı bâkiye: devamlı ve kalıcı âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y; b-ḳ-y)
hüccet: delil
hüsn-ü ahlâk: güzel ahlâk (bk. ḥ-s-n; ḫ-l-ḳ)
idam-ı ebedî: dirilmemek üzere sonsuz yok oluş (bk. e-b-d)
istikamet: doğruluk
istirahathane: rahat edilecek, dinlenilecek yer
ıslah: iyileştirme, düzeltme
kafile: grup
kàtil: adam öldüren
keder: sıkıntı, üzüntü
mahbubât: sevilenler, sevgililer (bk. ḥ-b-b)
mahpus: hapsedilmiş olan
maruz: tesiri altında olma
menfaat: yarar, fayda
merhametkârâne: merhametli bir şekilde (bk. r-ḥ-m)
mevcudât: varlıklar (bk. v-c-d)
muhabbethane: sevgi yeri, muhabbet evi (bk. ḥ-b-b)
müntakim: intikam alan
münzevî: bir köşeye çekilip ibadetle uğraşan, vaktini ibadetle geçiren
müptelâ: düşkün, tutulmuş
müşevveş: düzensiz, karma karışık
musibet: belâ, felaket
müştak: düşkün, istekli
saadet: mutluluk
salih: dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden, Allah’ın sevgili kulu (bk. ṣ-l-ḥ)
terhis: göreve son verme
tevbe etmek: pişmanlık duyup bağışlanma dilemek
tevbekâr: pişmanlık duyup bağışlanma dileyen
tezkere: belge
ziyade: çok, fazla

tatlılaşsın. Hapisten istifade ediniz. Nasıl bazan ağır şerâit altında, düşman karşısında bir saat nöbet bir sene ibadet hükmüne geçebilir.1 Öyle de, sizin bu ağır şerâit altında herbir saat ibadet zahmeti, çok saatler olup o zahmetleri rahmetlere çevirir.


Dipnot-1

bk. Buharî, Cihâd 5, 73; Müslim, İmâret 112-115, 163; Tirmizî, Fezâilü’l-Cihâd 26.


istifade etmek: faydalanmak, yararlanmak

şerâit: şartlar


KAYNAK

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Üçüncü Söz, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.213

Feel free to comment. Yorum yapmaktan çekinmeyin.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.