https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediiğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Batıp gidenleri sevmem” Hz. İbrahim (A.S.)- Yalnız Biri iste; Biri çağır; Biri talep et; Biri gör; Biri bil; Biri söyle; – konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden On Yedinci Sözün İkinci Hakikati. KISA VİDEODA Abdullah Yeğin Ağabeyin seslendirmesiyle açıklanmadan kısa ve düz olarak okunmaktadır. Dersin açıklamalı bölümünü UZUN VİDEODAN izleyebilirsiniz.

KISA VİDEO
UZUN VİDEO
On Yedinci Sözün İkinci Makamı
“Batıp gidenleri sevmem” Hz. İbrahim (A.S.)-
Yalnız Biri iste; Biri çağır; Biri talep et; Biri gör; Biri bil; Biri söyle;

فَلَمَّۤا اَفَلَ قاَلَ لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ
لَقَدْ اَبْكَانِى نَعْىُ ﴿ لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ ﴾ مِنْ خَلِيلِ اللهِ 1
İbrahim aleyhisselâmdan sudur ile kâinatın zevâl ve ölümünü ilân eden nây-ı
لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ
beni ağlattırdı.
فَصَبَّتْ عَيْنُ قَلْبِى قَطَرَاتٍ بَاكِيَاتٍ مِنْ شُؤُنِ اللهِ
Onun için kalb gözü ağladı ve ağlayıcı katreleri döktü. Kalb gözü ağladığı gibi, döktüğü herbir damlası da o kadar hazindir; ağlattırıyor, güya kendisi de ağlıyor. O damlalar, gelecek Farisî fıkralardır.
لِتَفْسِيرِ كَلاَمٍ مِنْ حَكِيمٍ اَىْ نَبِىٍّ فِى كَلاَمِ اللهِ
İşte o damlalar ise, Nebiyy-i Peygamber olan bir hakîm-i İlâhînin Kelâmullah içinde bulunan bir kelâmının bir nevi tefsiridir.
نَمِى زِ يبَاسْت “اُفُولْدَه” گُمْ شُدَنْ مَحْبُوبْ
Güzel değil batmakla kaybolan bir mahbup. Çünkü zevâle mahkûm, hakikî güzel olamaz. Aşk-ı ebedî için yaratılan ve âyine-i Samed olan kalb ile sevilmez ve sevilmemeli.
نَمِى اَرْزَدْ “غُرُوبْدَه” غَيْب شُدَنْ مَطْلُوبْ
Bir matlup ki gurupta gaybûbet etmeye mahkûmdur; kalbin alâkasına, fikrin merakına değmiyor. Âmâle merci olamıyor. Arkasında gam ve kederle teessüf etmeye lâyık değildir. Nerede kaldı ki, kalb ona perestiş etsin ve ona bağlansın, kalsın!
نَمِى خَواهَمْ “فَنَادَه” مَحْو شُدَنْ مَقْصُودْ
Dipnot-1
“Yıldız batıp gidince, İbrahim ‘Ben batıp gidenleri sevmem’ dedi.” En’âm Sûresi, 6:76.
aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m) âmâl: ameller, işler aşk-ı ebedî: sonsuzluk aşkı (bk. e-b-d) âyine-i Samed: hiçbir şeye muhtaç olmayan ve herşey Kendisine muhtaç olan Allah’ın eserlerini gösteren ayna (bk. ṣ-m-d) Farisî: Farsça fıkra: bölüm, kısım gaybûbet: kaybolma (bk. ğ-y-b) gurup: batış | hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakîm-i İlâhî: aklıyla Allah’ı bulmaya çalışan hikmet sahibi zât (bk. ḥ-k-m; e-l-h) hazin: hüzünlü, üzüntü veren İbrahim (a.s.): (bk. bilgiler) kâinat: evren, yaratılmış herşey, bütün âlemler (bk. k-v-n) katre: damla kelâm: söz, ifade (bk. k-l-m) Kelâmullah: Allah’ın kelamı, Kur’ân (bk. k-l-m) | mahbup: sevgili (bk. ḥ-b-b) matlup: istek (bk. ṭ-l-b) merci: kaynak nây: ölüm haberini verme Nebiyy-i Peygamber: Peygamberin Peygamberi, Hz. İbrahim (bk. n-b-e) nevi: çeşit, tür perestiş: taparcasına sevme sudur: çıkma teessüf: üzülme tefsir: yorum, açıklama (bk. f-s-r) zevâl: sona erme (bk. z-v-l) |
Bir maksut ki fenâda mahvoluyor; o maksudu istemem. Çünkü fâniyim. Fâni olanı istemem, neyleyeyim?
نَمِى خَوانَمْ “زَوَالْدَه” دَفْن شُدَنْ مَعْبُودْ
Bir mâbud ki zevâlde defnoluyor; onu çağırmam, ona iltica etmem. Çünkü nihayetsiz muhtacım ve âcizim. Âciz olan, benim pek büyük dertlerime devâ bulamaz, ebedî yaralarıma merhem süremez. Zevâlden kendini kurtaramayan nasıl mâbud olur?
عَقْل فَرْيَادْ مِى دَارَدْ، نِدَاءِ ﴿ لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ ﴾ مِى زَنَدْ رُوحْ
Evet, zahire müptelâ olan akıl, şu keşmekeş kâinatta perestiş ettiği şeylerin zevâlini görmekle meyusâne feryad eder. Ve bâki bir mahbubu arayan ruh dahi,
لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ 1
feryadını ilân ediyor.
نَمِى خَواهَمْ نَمِى خٰوانَمْ نَمِى تَابَمْ فِرٰاقِى
İstemem, arzu etmem, tâkat getirmem mufarakati!
نَمِى اَرْزَدْ “مَرَاقَه” إِيْن زَوَالْ دَرْ پَسْ تَلاٰقِى
Der-akap zevâlle acılanan mülâkatlar, keder ve meraka değmez; iştiyaka hiç lâyık değildir. Çünkü zevâl-i lezzet elem olduğu gibi, zevâl-i lezzetin tasavvuru dahi bir elemdir. Bütün mecazî âşıkların divanları, yani aşknameleri olan manzum kitapları, şu tasavvur-u zevâlden gelen elemden birer feryattır. Herbirinin bütün divan-ı eş’ârının ruhunu eğer sıksan, elemkârâne birer feryat damlar.
أَزْاۤنْ دَرْدِى كِرِينِ ﴿ لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ ﴾ مِى زَنَدْ قَلْبَمْ
İşte, o zevâl-âlûd mülâkatlar, o elemli mecazî muhabbetler derdinden ve belâsındandır ki, kalbim İbrahimvâri
لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ
ağlamasıyla ağlıyor ve bağırıyor.
دَرْ اِيْن فَانِى بَقَاخَازِى بَقَاخِيزَدْ فَنَادَنْ
Eğer şu fâni dünyada bekà istiyorsan, bekà fenâdan çıkıyor. Nefs-i emmâre cihetiyle fenâ bul ki, bâki olasın.
Dipnot-1
“Batıp gidenleri sevmem.” En’âm Sûresi, 6:76.
âciz: güçsüz (bk. a-c-z) bâki: sonsuz, devamlı (bk. b-ḳ-y) bekà: süreklilik, sonsuzluk (bk. b-ḳ-y) cihet: yön der-akap: derhal, hemen divan-ı eş’âr: şiirler divanı ebedî: sonsuz (bk. e-b-d) elem: acı, üzüntü elemkârâne: acı verircesine elemli: acılı, üzüntülü fâni: ölümlü, geçici (bk. f-n-y) fenâ: yokluk (bk. f-n-y) İbrahimvâri: Hz. İbrahim gibi iltica etmek: sığınmak iştiyak: şiddetli arzu kâinat: evren, yaratılmış herşey, bütün âlemler (bk. k-v-n) | keşmekeş: karma karışık mâbud: kendisine kulluk edilen (bk. a-b-d) mahbup: sevgili (bk. ḥ-b-b) maksut: istek (bk. ḳ- ṣ-d) manzum: vezinli, şiir şeklinde (bk. n-ẓ-m) mecazî: gerçek olmayan (bk. c-v-z) meyusâne: ümitsizce mufarakat: ayrılık (bk. f-r-ḳ) muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b) mülâkat: kavuşma müptelâ: düşkün, bağımlı nefs-i emmare: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu (bk. n-f-s) | nihayetsiz: sonsuz perestiş: taparcasına sevme tasavvur: düşünme, zihinde şekillendirme (bk. ṣ-v-r) tasavvur-u zevâl: sona erme düşüncesi (bk. ṣ-v-r; z-v-l) zahir: dış görünüm (bk. ẓ-h-r) zevâl: sona erme (bk. z-v-l) zevâl-âlûd: son bulmayla bulaşık (bk. z-v-l) zevâl-i lezzet: lezzetin bitmesi (bk. z-v-l) |
فَنَا شُدْ، هَمْ فَدَا كُنْ، هَمْ عَدَمْ بِينْ، كِه اَزْ دُنْيَا “بَقَايَه” رَاهْ “فَنَادَنْ”
Dünyaperestlik esasatı olan ahlâk-ı seyyieden tecerrüd et, fâni ol. Daire-i mülkünde ve malındaki eşyayı Mahbub-u Hakikî yolunda feda et. Mevcudatın ademnümâ akıbetlerini gör. Çünkü şu dünyadan bekàya giden yol, fenâdan gidiyor.
فِكْرِ فِيزَارْ مِى دَارَدْ، أَنِينِ ﴿ لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ ﴾ مِى زَنَدْ وِجْدَانْ
Esbab içine dalan fikr-i insanî, şu zelzele-i zevâl-i dünyadan hayrette kalıp meyusâne fîzar ediyor. Vücud-u hakikî isteyen vicdan, İbrahimvâri
لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ 1
enîniyle mahbubat-ı mecaziyeden ve mevcudat-ı zâileden kat’-ı alâka edip Mevcud-u Hakikîye ve Mahbub-u Sermedîye bağlanıyor.
بِدَانْ اَىْ نَفْسِ نَادَانَمْ ! كِه: دَرْهَرْ فَرْد اَزْ فَانِى دُو رَاهْ هَسْت بَا بَاقِى، دُو سِرِّ جَانْ جَانَانِى
Ey nâdan nefsim! Bil ki, çendan dünya ve mevcudat fânidir; fakat her fâni şeyde, bâkiye îsal eden iki yol bulabilirsin ve can ve canan olan Mahbub-u Lâyezâlin tecellî-i cemâlinden iki lem’ayı, iki sırrı görebilirsin. An şart ki, suret-i fâniyeden ve kendinden geçebilirsen…
كِه دَرْ نَعْمَتْهَا إِنْعَامْ هَسْت وَپَسْ اٰثَارَهَا اَسْمَا بِكِيرْ مَغْزِى، وَمِيزَنْ دَرْ فَنَا اۤنْ قِشْرِ بِى مَعْنَا
Evet, nimet içinde in’âm görünür, Rahmân’ın iltifatı hissedilir. Nimetten in’âma geçsen, Mün’imi bulursun. Hem, her eser-i Samedânî, bir mektup gibi, bir Sâni-i Zülcelâlin esmâsını bildirir. Nakıştan mânâya geçsen, esmâ yoluyla Müsemmâyı
Dipnot-1
“Batıp gidenleri sevmem” En’âm Sûresi, 6:76.
ademnümâ: yokluğu gösteren ahlâk-ı seyyie: kötü ahlâk (bk. ḫ-l-ḳ) akıbet: netice, son bâki: sürekli, sonsuz (bk. b-ḳ-y) bekà: süreklilik, sonsuzluk (bk. b-ḳ-y) çendan: gerçi, her ne kadar daire-i mülk: sahip olunan şeylerin dairesi (bk. m-l-k) dünyaperestlik: dünyayı taparcasına sevmek enîn: inilti esasat: esaslar, prensipler esbab: sebepler (bk. s-b-b) eser-i Samedânî: Samed olan Allah’ın eseri (bk. ṣ-m-d) esmâ: isimler (bk. s-m-v) fâni: geçici, ölümlü (bk. f-n-y) fenâ: yokluk, yok oluş (bk. f-n-y) fikr-i insanî: insan fikri (bk. f-k-r) fîzar etmek: ağlayıp inlemek İbrahimvâri: Hz. İbrahim gibi in’am: nimetlendirme (bk. n-a-m) | îsal etmek: ulaştırmak kat-ı alâka etmek: ilgiyi kesmek lem’a: parıltı Mahbub-u Hakikî: gerçek sevgili, Allah (bk. ḥ-b-b; ḥ-ḳ-ḳ) Mahbub-u Lâyezâl: yok olmayan, sonsuz sevgili, Allah (bk. ḥ-b-b; z-v-l)Mahbub-u Sermedî: varlığı sürekli olan sevgili, Allah (bk. ḥ-b-b) mahbubat-ı mecaziye: gerçek sevgiye layık olmadıkları halde sevilenler (bk. ḥ-b-b; c-v-z) Mevcud-u Hakikî: gerçek varlık sahibi Allah (bk. v-c-d; ḥ-ḳ-ḳ) mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d) mevcudat-ı zâile: yok olup giden, sona eren varlıklar (bk. v-c-d; z-v-l) meyusâne: ümitsizce Mün’im: gerçek nimet verici olan Allah (bk. n-a-m)Müsemmâ: güzel isimlerle isimlendirilen Allah (bk. s-m-v) | nâdan: cahil nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s) Rahmân: rahmeti sonsuz, yarattıklarını esirgeyip koruyan, şefkat eden ve rızıklandıran Allah (bk. r-ḥ-m) Sâni-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l) sır: gizli gerçek, gizem suret-i fâniye: geçici suret (bk. ṣ-v-r; f-n-y) tecellî-i cemâl: güzelliğin yansıması (bk. c-l-y; c-m-l) tecerrüd: soyutlanma, sıyrılma vücud-u hakikî: gerçek vücut (bk. v-c-d; ḥ-ḳ-ḳ) zelzele-i zevâl-i dünya: dünyayı yok eden sarsıntı (bk. z-v-l) |
bulursun. Madem şu masnuat-ı fâniyenin mağzını, içini bulabilirsin; onu elde et, mânâsız kabuğunu, kışrını acımadan fenâ seyline atabilirsin.
بَلِى آثَارَهَا گُويَنْد: زِاَسْمَا لَفْظِ پُرْ مَعْنَا بِخَانْ مَعْنَا، وَمِيزَنْ دَرْ هَوَا آنْ لَفْظِ بِى سَوْدَا
Evet, masnuatta hiçbir eser yok ki, çok mânâlı bir lâfz-ı mücessem olmasın, Sâni-i Zülcelâlin çok esmâsını okutturmasın. Madem şu masnuat elfazdır, kelimat-ı kudrettir; mânâlarını oku, kalbine koy, mânâsız kalan elfâzı bilâpervâ zevâlin havasına at. Arkalarından alâkadarâne bakıp meşgul olma.
عَقْل فَرْيَادْ مِى دَارَدْ، غِيَاثِ ﴿ لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ ﴾ مِيزَنْ اَىْ نَفْسَمْ
İşte, zahirperest ve sermayesi âfâkî malûmattan ibaret olan akl-ı dünyevî, böyle silsile-i efkârı hiçe ve ademe incirar ettiğinden, hayretinden ve haybetinden meyusâne feryad ediyor. Hakikate giden bir doğru yol arıyor. Madem uful edenlerden ve zevâl bulanlardan ruh elini çekti. Kalb dahi mecazî mahbuplardan vaz geçti. Vicdan dahi fânilerden yüzünü çevirdi. Sen dahi, biçare nefsim, İbrahimvâri
لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ 1
gıyâsını çek, kurtul.
چِه خُوشْ گُويَدْ اُو شَيْدَا “جَامِى” عَشْقِ خُوىْ:
Fıtratı aşkla yoğrulmuş gibi sermest-i câm-ı aşk olan Mevlânâ Câmî, kesretten vahdete yüzleri çevirmek için, bak, ne güzel söylemiş:
يَكِى خَواهْ ، يَكِى خَوانْ ، يَكِى جُوىْ ، يَكِى بِينْ ، يَكِى دَانْ ، يَكِى كُوىْ
demiştir. HAŞİYE-1 Yani;
1. Yalnız Biri iste; başkaları istenmeye değmiyor.
2. Biri çağır; başkaları imdada gelmiyor.
3. Biri talep et; başkaları lâyık değiller.
Dipnot-1
“Batıp gidenleri sevmem.” En’âm Sûresi, 6:76.
Haşiye-1
Yalnız bu satır Mevlânâ Câmî’nin kelâmıdır.
adem: yokluk, hiçlik âfâkî: dış dünyaya ait akl-ı dünyevî: dünyaya ait akıl alâkadarane: ilgili bir şekilde biçare: çaresiz bilâpervâ: pervasız, korkusuz elfaz: lafızlar, sözler esmâ: isimler (bk. s-m-v) fâni: geçici, ölümlü (bk. f-n-y) fenâ: yokluk, yok oluş (bk. f-n-y) fıtrat: yaratılış (bk. f-ṭ-r) gıyâs: yardım nidâsı haşiye: dipnot, açıklayıcı not haybet: muhrumiyet, istediğini elde edememe, ümitsiz olma İbrahimvâri: Hz. İbrahim gibi incirar etme: çekip sona erdirme | kelâm: söz (bk. k-l-m) kelimat-ı kudret: Allah’ın kudret kelimeleri (bk. k-l-m; ḳ-d-r) kesret: çokluk (bk. k-s̱-r) kışr: kabuk, dış lâfz-ı mücessem: cisimleşmiş kelime mağz: öz, iç mahbup: sevgili (bk. ḥ-b-b) malûmat: bilgiler (bk. a-l-m) masnuat: sanat eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a) masnuat-ı fâniye: gelip geçici olan sanat eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a; f-n-y) mecazî: gerçek olmayan (bk. c-v-z) Mevlânâ Câmi: (bk. bilgiler) meyusâne: ümitsizce nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s) | Sâni-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l) sermest-i câm-ı aşk: Allah aşkıyla kendinden geçmek seyl: sel, akıntı silsile-i efkâr: fikirler zinciri, fikir halkaları (bk. f-k-r) uful etmek: batmak, kaybolmak vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d) zahirperest: dış görünüşe ehemmiyet veren (bk. ẓ-h-r) zevâl: sona erme (bk. z-v-l) |
4. Biri gör; başkaları her vakit görünmüyorlar, zevâl perdesinde saklanıyorlar.
5. Biri bil; marifetine yardım etmeyen başka bilmekler faidesizdir.
6. Biri söyle; Ona ait olmayan sözler mâlâyâni sayılabilir.
نَعَمْ صَدَقْتَ اَىْ جَامِى هُوَ الْمَطْلُوبُ هُوَ الْمَحْبُوبُ هُوَ الْمَقْصُودُ هُوَ الْمَعْبُودُ
Evet, Câmi’, pek doğru söyledin. Hakikî mahbub, hakikî matlub, hakikî maksud, hakikî mâbud yalnız Odur.
كِه ” لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ ” بَرَابَرْ مِيذَنَدْ عَالَمْ
Çünkü bu âlem, bütün mevcudatıyla, muhtelif dilleriyle, ayrı ayrı nağamâtıyla, zikr-i İlâhînin halka-i kübrâsında beraber
لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ 1
der, vahdâniyete şehadet eder.
لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ 2
‘in açtığı yaraya merhem sürüyor ve alâkayı kestiği mecazî mahbuplara bedel bir Mahbub-u Lâyezâlîyi gösteriyor.
Dipnot-1
“Ondan başka hiçbir ilâh yoktur.” Haşir Sûresi, 59:22.
Dipnot-2
“Batıp gidenleri sevmem” En’âm Sûresi, 6:76.
Câmi: (bk. bilgiler – Mevlânâ Câmi) hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) halka-i kübrâ: en büyük halka (bk. k-b-r) mâbud: kendisine ibadet edilen (bk. a-b-d) mahbub: sevgili (bk. ḥ-b-b) Mahbub-u Lâyezâlî: sürekli var olan, asla yok olmayan, sonsuz sevgili, Allah (bk. ḥ-b-b; lâ; z-v-l) | maksud: kastedilen, istek (bk. ḳ-ṣ-d) mâlâyâni: boş, lüzumsuz marifet: Allah’ı bilme ve tanıma (bk. a-r-f) matlup: istenilen (bk. ṭ-l-b) mecazî: gerçek olmayan (bk. c-v-z) mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d) | nağamât: nağmeler, hoş sesler vahdâniyet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d) zikr-i İlâhî: Allah’ı anma (bk. e-l-h) |
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Yedinci Söz, İkinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
http://www.erisale.com/#content.tr.1.296
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
CUMARTESİ DERSLERİ
13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır
13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı
13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret
12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas
12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas
12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas
11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2
10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat
10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat
10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat
10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat
10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat
10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat
10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat
10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat
10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat
10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat
10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat
10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat
10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .
10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret
10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler
9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte
9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler
8. sınıf fen konuları Bediüzzaman CEVAP ANAHTARLARI Cumartesi Dersleri DÜNYA VE EVREN EĞİTİM Eğitim Eğitim Haberleri Eğitim ve Öğretim Fen Bilimleri Fen Bilimleri 8 Fen Bilimleri 8 Yaprak Test Fen Bilimleri 8 Yaprak Testler fen bilimleri 8. sınıf test çöz fiziksel olaylar Kur'an-ı Kerim Liselere Geçiş Sistemi (LGS) Madde ve Doğası Madde ve Endüstri Madde ve Endüstri / Madde ve Doğası Matematik On Beşinci Söz On Dokuzuncu Söz On Dokuzuncu Söz – Risalet-i Ahmediyeye dairdir On Dördüncü Söz On Yedinci Söz On Yedinci Sözün İkinci Makamı On Üçüncü Söz Ortaokul Ortaokul Fen Bilimleri 8 Ortaokul Fen Bilimleri 8 Yaprak Test Partilerin Eğitim Programları POSTERLER Risale-i Nur Külliyatı Said Nursi Svenska Sözler SİYASİ PARTİLERİN EĞİTİM PROGRAMLARI Yaprak Test Yaprak Testler YARDIMCI KAYNAK KİTAP ÇALIŞMA YAPRAĞI Üniversiteye Hazırlık Üstad İLKOKUL