Onuncu Sözün Mühim Bir Zeyli ve Lâhikasının Birinci Parçası
Mukaddime
İKİNCİ NOKTA
Hakikat-ı haşriyenin hadsiz burhanlarından, sair erkân-ı imaniyeden gelen şehadetlerin hülâsasından çıkan bir burhanı, gayet muhtasar bir surette beyan eder. Şöyle ki:
Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın risaletine delâlet eden bütün mucizeleri ve bütün delâil-i nübüvveti ve hakkaniyetinin bütün burhanları, birden hakikat-ı haşriyenin tahakkukuna şehadet ederek ispat ederler. Çünkü; bu zâtın bütün hayatında bütün dâvaları, vahdâniyetten sonra haşirde temerküz ediyor.
http://www.erisale.com/#content.tr.1.147
ahlâkiyyun: ahlâk bilimciler (bk. ḫ-l-ḳ) alâkadar: alâkalı, ilgili Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m) beşer: insan beyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n) burhan: delil cihet: yön delâil-i nübüvvet: peygamberlik delilleri (bk. n-b-e) delâlet: delil olma, işaret etme ebedî: sonsuz (bk. e-b-d) erkân-ı imaniye: iman rükünleri, temel esasları (bk. r-k-n; e-m-n) firak: ayrılık (bk. f-r-ḳ) hâcet: ihtiyaç (bk. ḥ-v-c) hadsiz: sayısız hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikat-i haşriye: haşir gerçeği (bk. ḥ-ḳ-ḳ; ḥ-ş-r) hakkaniyet: doğruluk (bk. ḥ-ḳ-ḳ) haşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r) | hayat-ı içtimaiye-i insaniye: insanlığın toplumsal hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a) hayattar: canlı (bk. ḥ-y-y) hayvanat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y) hülâsa: özet huri: Cennet kızı hürmet: saygı (bk. ḥ-r-m) içtimaiyat: sosyal hayat (bk. c-m-a) içtimaiyyun: sosyologlar (bk. c-m-a) iman-ı haşrî: haşre iman (bk. e-m-n; ḥ-ş-r) kat’î: kesin küllî: büyük, kapsamlı (bk. k-l-l) lâşe: leş mahiyet: özellik, esas mecazî: gerçek olmayan (bk. c-v-z) mezkûr: sözü geçen mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z) mufârakat: ayrılık (bk. f-r-ḳ) muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b) muhtasar: kısa, özet mukabele etmek: karşılık vermek | murdar: pis, kirli muvakkat: geçici refakat: arkadaşlık (bk. r-f-ḳ) rikkat-i cinsiye: insanın kendi cinsinden olana acıması risalet: peygamberlik (bk. r-s-l) sair: diğer siyasiyyun: siyasetçiler sukut etmek: düşmek, alçalmak sun’î: uydurma, sahte suret: şekil (bk. ṣ-v-r) sûrî: gösterişte, şeklen taallûk etmek: ilgilendirmek taam: yiyecek tahakkuk: gerçekleşme (bk. ḥ-ḳ-ḳ) temerküz: toplanma, odaklanma ulvî: yüksek, yüce vahdâniyet: Allah’ın birliği, ortağının ve benzerinin olmayışı (bk. v-ḥ-d) vücûd: varlık (bk. v-c-d) vuku: meydana gelme zâhir: açık, âşikar (bk. ẓ-h-r) ziyade: çok |
Hem, umum peygamberleri tasdik eden ve ettiren bütün mucizeleri ve hüccetleri aynı hakikate şehadet eder. Hem وَبِرُسُلِهِ 1 kelimesinden gelen şehadeti bedahet derecesine çıkaran وَبِكُتُبِهِ 2 şehadeti de aynı hakikate şehadet eder. Şöyle ki:
Başta Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyânın hakkaniyetini ispat eden bütün mucizeleri, hüccetleri ve hakikatleri birden hakikat-i haşriyenin tahakkukuna ve vukuuna şehadet edip ispat ederler. Çünkü, Kur’ân’ın hemen üçten birisi haşirdir. Ve ekser kısa sûrelerinin başlarında gayet kuvvetli âyât-ı haşriyedir. Sarîhan ve işareten binler âyâtıyla aynı hakikati haber verir, ispat eder, gösterir.
Meselâ,
اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ 3 يَۤا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ اِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَىْءٌ عَظِيمٌ 4 اِذَا زُلْزِلَتِ اْلاَرْضُ زِلْزَالَهَا 5 اِذَا السَّمَۤاءُ انْفَطَرَتْ 6 اِذَا السَّمَۤاءُ انْشَقَّتْ 7 عَمَّ يَتَسَۤاءَلُونَ 8 هَلْ أَتٰيكَ حَدِيثُ الْغَاشِيَةِ 9
gibi, otuz kırk surelerin başlarında bütün kat’iyetle hakikat-ı haşriyeyi kâinatın en ehemmiyetli ve vâcip bir hakikati olduğunu göstermekle beraber, sair âyetler dahi o hakikatin çeşit çeşit delillerini beyan edip ikna eder.
Acaba birtek âyetin birtek işareti gözümüz önünde ulûm-u İslâmiyede müteaddit ilmî ve kevnî hakikatleri meyve veren bir kitabın binler böyle şehadetleriyle ve dâvâları ile, güneş gibi zuhur eden iman-ı haşrî hakikatsiz olması, güneşin
Dipnot-1
“Resullerine imân etmek.”
Dipnot-2
“Kitaplarına imân etmek.”
Dipnot-3
“Güneş dürülüp toplandığında…” Tekvir Sûresi, 81:1.
Dipnot-4
“Ey insanlar, Rabbinizden korkun. Kıyâmet gününün zelzelesi, muhakkak ki pek büyük birşeydir.” Hac Sûresi, 22:1.
Dipnot-5
“Ne zaman ki yer müthiş bir sarsıntıyla sarsılır.” Zilzâl Sûresi, 99:1.
Dipnot-6
“Gök yarıldığı zaman.” İnfitar Sûresi, 82:1.
Dipnot-7
“Gök yarıldığında.” İnşikak Sûresi, 84:1.
Dipnot-8
“Onlar birbirlerine neyi sorup duruyorlar?” Nebe’ Sûresi, 78:1.
Dipnot-9
“Dehşeti herşeyi kaplayan kıyâmetin haberi sana geldi mi?” Gàşiye Sûresi, 88:1.
http://www.erisale.com/#content.tr.1.148
âyât: âyetler âyât-ı haşriye: haşirden bahseden âyetler (bk. ḥ-ş-r) bedahet: açıklık beyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n) ekser: pekçok (bk. k-s̱-r) hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikat-i haşriye: haşir gerçeği (bk. ḥ-ḳ-ḳ; ḥ-ş-r) hakkaniyet: doğruluk (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hüccet: delil iman-ı haşrî: haşre iman (bk. e-m-n; ḥ-ş-r) | kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kat’iyet: kesinlik kevnî: yaratılışla ilgili (bk. k-v-n) Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n) mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z) müteaddit: çeşitli, birçok | sair: diğer sarîhan: açıklıkla şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d) tahakkuk: gerçekleşme (bk. ḥ-ḳ-ḳ) tasdik etmek: doğrulamak, onaylamak (bk. ṣ-d-ḳ) ulûm-u İslâmiye: İslâm ilimleri (bk. a-l-m; s-l-m) umum: bütün vâcip: zorunlu (bk. v-c-b) vuku: meydana gelme zuhur etmek: ortaya çıkmak, görünmek (bk. ẓ-h-r) |
inkârı belki kâinatın ademi gibi hiçbir cihet-i imkânı var mı? Ve yüz derece muhal ve bâtıl olmaz mı? Acaba, bir sultanın birtek işareti yalan olmamak için bazan bir ordu hareket edip çarpıştığı halde, o pek ciddî ve izzetli sultanın binler sözleri ve vaadleri ve tehditlerini yalan çıkarmak hiçbir cihette kabil midir? Ve hakikatsız olmak mümkün müdür?
Acaba, on üç asırda fasılasız olarak hadsiz ruhlara, akıllara, kalblere, nefislere hak ve hakikat dairesinde hükmeden, terbiye eden, idare eden bu mânevî Sultan-ı Zîşânın birtek işareti böyle bir hakikati ispat etmeye kâfi iken, binler tasrihat ile bu hakikat-ı haşriyeyi gösterip ispat ettikten sonra, o hakikati tanımayan bir echel ahmak için Cehennem azabı lâzım gelmez mi? Ve ayn-ı adâlet olmaz mı?
Hem, birer zamana ve birer devre hükmeden bütün semavî suhuflar ve mukaddes kitaplar dahi, bütün istikbale ve umum zamanlara hükümran olan Kur’ân’ın tafsilâtla, izahatla, tekrarla beyan ve ispat ettiği hakikat-i haşriyeyi asırlarına ve zamanlarına göre o hakikatı kat’î kabul ile beraber, tafsilâtsız ve perdeli ve muhtasar birer surette beyan, fakat kuvvetli bir tarzda iddia ve ispatları, Kur’ân’ın dâvâsını binler imza ile tasdik ederler.
Bu bahsin münasebetiyle Risale-i Münâcâtın âhirinde: İmânûn bi’l-yevmi’l-âhir rüknüne sair rükünlerin, hususan rusül ve kütübün şehadetini, münacat suretinde zikredilen pek kuvvetli ve hülâsalı ve bütün evhamları izale eden bir hüccet-i haşriye aynen buraya giriyor. Şöyle ki, münacâtta demiş:
Ey Rabb-i Rahîmim!
Resûl-i Ekreminin tâlimiyle ve Kur’ân-ı Hakîmin dersiyle anladım ki: Başta Kur’ân ve Resûl-i Ekremin olarak, bütün mukaddes kitaplar ve peygamberler bu dünyada ve her tarafta nümuneleri görülen celâllî ve cemâllî isimlerinin tecellileri daha parlak bir sûrette ebedü’l-âbâdda devam edeceğine ve bu fâni âlemde rahîmâne
http://www.erisale.com/#content.tr.1.149
adem: yokluk âhir: son (bk. e-ḫ-r) ahmak: aptal ayn-ı adâlet: adâletin tâ kendisi (bk. a-d-l) bâtıl: sahte, yalan, geçersiz beyan: açıklama (bk. b-y-n) celâllî: haşmet, heybet ve yücelik vb. ile ilgili (bk. c-l-l) cemâllî: güzellik, merhamet, ihsan ve nimet vb. ile ilgili (bk. c-m-l) cihet: yön cihet-i imkan: mümkün olma yönü (bk. m-k-n) ebedü’l-âbâd: sonsuzlukların sonsuzluğu, âhiret hayatı (bk. e-b-d) echel: çok cahil evham: vehimler, zanlar, kuşkular fâni: geçici, ölümlü (bk. f-n-y) fasıla: ara hadsiz: sayısız hak: doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikat-i haşriye: haşir gerçeği (bk. ḥ-ḳ-ḳ; ḥ-ş-r) hüccet-i haşriye: haşrin delili (bk. ḥ-ş-r) hülâsalı: kısa, özetlenmiş | hususan: özellikle imânûn bi’l-yevmi’l-âhir: “âhiret gününe iman” (bk. e-m-n; e-ḫ-r) istikbal: gelecek izahat: açıklamalar izale eden: gideren izzetli: şerefli, değerli, yüce (bk. a-z-z) kabil: mümkün, olabilir kâfi: yeterli kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kat’î: kesin Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinden sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m) kütüb: kitaplar (bk. k-t-b) muhal: imkansız muhtasar: kısa, özetlenmiş mukaddes kitaplar: dört büyük kitap münacât: dua, yakarış (bk. n-c-v) münasebet: ilişki, bağlantı (bk. n-s-b) nümune: örnek Rabb-i Rahîm: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi ve herşeyi terbiye ve idare eden Allah (bk. r-b-b; r-ḥ-m) | rahîmâne: şefkatle, merhametle (bk. r-ḥ-m) Resûl-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi, Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m) Risale-i Münâcât: Münâcât Risalesi (Üçüncü Şuâ) (bk. r-s-l; n-c-v) rükün: esas, şart (bk. r-k-n) rusül: resuller, peygamberler (bk. r-s-l) sair: diğer semâvî suhuflar: bazı peygamberlere gelen sahifeler halindeki küçük kitaplar (bk. s-m-v) Sultan-ı Zîşan: şan ve şeref sahibi sultan, Allah (bk. s-l-ṭ; ẕî) suret: şekil (bk. ṣ-v-r) tafsilât: ayrıntılar tâlim: öğretme (bk. a-l-m) tasdik: doğrulama, onaylama (bk. ṣ-d-ḳ) tasrihat: açık açık anlatmalar tecelli: yansıma (bk. c-l-y) umum: bütün vaad: söz verme (bk. v-a-d) |
cilveleri, nümuneleri müşahede edilen ihsanatının daha şa’şaalı bir tarzda dar-ı saadette istimrarına ve bekàsına ve bu kısa hayat-ı dünyeviyede onları zevk ile gören ve muhabbet ile refakat eden müştakların, ebedde dahi refakatlerine ve beraber bulunmalarına icma’ ve ittifak ile şehadet ve delâlet ve işaret ederler.
Hem, yüzer mu’cizat-ı bâhirelerine ve âyât-ı kàtıalarına istinaden, başta Resûl-i Ekrem ve Kur’ân-ı Hakîmin olarak bütün nuranî ruhların sahipleri olan peygamberler ve bütün münevver kalblerin kutupları olan veliler ve bütün keskin ve nurlu akılların mâdenleri olan sıddıkînler, bütün suhuf-u Semâviyede ve kütüb-ü mukaddesede senin çok tekrar ile ettiğin binler vaadlerine ve tehditlerine istinaden, hem senin kudret ve rahmet ve inâyet ve hikmet ve celâl ve cemâl gibi âhireti iktiza eden kudsî sıfatlarına ve şe’nlerine ve senin izzet-i celâline ve saltanat-ı rubûbiyetine itimaden, hem âhiretin izlerini ve tereşşuhatını bildiren hadsiz keşfiyatlarına ve müşahedelerine ve ilmelyakîn ve aynelyakîn derecesinde bulunan itikadlarına ve imanlarına binaen saadet-i ebediyeyi insanlara müjdeliyorlar. Ehl-i dalâlet için cehennem ve ehl-i hidâyet için cennet bulunduğunu haber verip ilân ediyorlar, kuvvetli iman edip şehadet ediyorlar.
Ey Kadîr-i Hakîm! Ey Rahmân-ı Rahîm! Ey Sâdıku’l-Vâ’dil Kerîm! Ey izzet ve azamet ve celâl sahibi Kahhâr-ı Zülcelâl!
http://www.erisale.com/#content.tr.1.150
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r) âyât-ı kàtıa: kesin deliller aynelyakin: gözle görerek kesin bilgi edinme (bk. y-ḳ-n) azamet: büyüklük, yücelik (bk. a-ẓ-m) bekà: süreklilik, devamlılık (bk. b-ḳ-y) binaen: –dayanarak celâl: haşmet, görkem, heybet (bk. c-l-l) cemâl: güzellik (bk. c-m-l) cilve: görüntü, yansıma (bk. c-l-y) dar-ı saadet: mutluluk yurdu delâlet: delil olma, işaret etme ebed: sonsuzluk (bk. e-b-d) ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapmış, inançsız kimseler (bk. ḍ-l-l) ehl-i hidayet: doğru yolda olanlar, iman nimetine ermiş olanlar (bk. h-d-y) hadsiz: sayısız hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y) hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) icma: fikir birliği (bk. c-m-a) ihsanat: iyilikler, bağışlar, lütuflar (bk. ḥ-s-n) iktiza: gerektirme ilmelyakin: kesin bilgiye dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde öğrenme (bk. a-l-m; y-ḳ-n) inayet: yardım, lütuf; bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenlilik (bk. a-n-y) istimrar: devam etme | istinaden: dayanarak (bk. s-n-d) itikad: inanç itimaden: güvenerek ittifak: birleşme, birlik izzet: şeref, yücelik, üstünlük (bk. a-z-z) izzet-i celâl: haşmet ve görkemin izzeti (bk. a-z-z; c-l-l) Kadîr-i Hakîm: herşeyi hikmetle yapan ve herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kuvvet sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ḥ-k-m) Kahhâr-ı Zülcelâl: sınırsız haşmet sahibi ve herşeye her zaman mutlak galip gelen ve kahretmeye gücü yeten Allah (bk. ḳ-h-r; ẕü; c-l-l) keşfiyat: mânevî âlemlerde bazı olayları ve hakikatleri görme (bk. k-ş-f) kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r) kudsî: her türlü kusur ve noksandan yüce (bk. ḳ-d-s) Kur’ân-ı Hakîm: içinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m) kütüb-ü mukaddese: mukaddes kitaplar; Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’ân-ı Kerim (bk. k-t-b; ḳ-d-s) kutup: önder, rehber mâden: kaynak mu’cizat-ı bâhire: ap açık mu’cizeler (bk. a-c-z) muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b) münevver: nurlu, aydınlanmış (bk. n-v-r) müşahede: gözlemler (bk. ş-h-d) müştak: arzulu, çok istekli, aşık nuranî: nurlu, parlak (bk. n-v-r) Rahmân-ı Rahîm: dünya ve âhirette, yarattıklarına sonsuz rahmet, şefkat ve merhametiyle davranan Allah (bk. r-ḥ-m) | rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m) refakat: arkadaşlık (bk. r-f-ḳ) Resûl-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi, Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m) şa’şaalı: gösterişli, göz alıcı saadet-i ebediye: sonu olmayan, sonsuz mutluluk (bk. e-b-d) Sâdıku’l-Vâ’di’l-Kerîm: kullarına vaad ettiği şeylere sadık ve onlara karşı cömert olan Allah (bk. ṣ-d-ḳ; v-a-d; k-r-m) saltanat-ı Rububiyet: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. s-l-ṭ; r-b-b) şe’n: özellik, durum, hal (bk. ş-e-n) şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d) sıddıkîn: daima doğruluk üzere ve Allah’a ve peygambere sadakatte en ileride olanlar (bk. ṣ-d-ḳ) suhuf-u Semâviye: bazı peygamberlere gelen sahifeler halindeki küçük kitaplar (bk. s-m-v) tereşşuhat: sızıntılar, izler vaad: söz verme (bk. v-a-d) veli: Allah dostu (bk. v-l-y) |
Bu kadar sâdık dostlarını, bu kadar vaadlerini ve bu kadar sıfât ve şuûnâtını yalancı çıkarmak, tekzib etmek ve saltanat-ı rubûbiyetinin kat’î muktaziyatını tekzib edip yapmamak ve senin sevdiğin ve onlar dahi Seni tasdik ve itaat etmekle kendilerini sana sevdiren hadsiz makbul ibâdının âhirete bakan hadsiz dualarını ve dâvâlarını reddetmek, dinlememek ve küfür ve isyan ile ve Seni vaadinde tekzib etmekle, Senin azamet-i kibriyâna dokunan ve izzet-i celâline dokunduran ve ulûhiyetinin haysiyetine ilişen ve şefkat-i rubûbiyetini müteessir eden ehl-i dalâleti ve ehl-i küfrü haşrin inkârında, onları tasdik etmekten yüzbinler derece mukaddessin ve hadsiz derece münezzeh ve âlisin. Böyle nihayetsiz bir zulümden ve nihayetsiz bir çirkinlikten senin o nihayetsiz adâletini ve nihayetsiz cemâlini ve hadsiz rahmetini hadsiz derece takdis ediyoruz. Ve bütün kuvvetimizle iman ederiz ki; o yüzbinler sâdık elçilerin1 ve o hadsiz doğru dellâl-ı saltanatın olan enbiya, asfiya evliyalar hakkalyakîn, aynelyakîn, ilmelyakîn sûretinde senin uhrevî rahmet hazinelerine, âlem-i bekàdaki ihsanatının definelerine ve dar-ı saadette tamamiyle zuhur eden güzel isimlerinin hârika güzel cilvelerine şehadetleri hak ve hakikattır. Ve işaretleri doğru ve mutabıktır. Ve beşaretleri sâdık ve vâkidir. Ve onlar bütün hakikatlerin mercii ve güneşi ve hâmîsi olan Hak isminin en büyük bir şuâı; bu hakikat-ı ekber-i haşriye olduğunu iman ederek senin emrin ile senin ibâdına hak dairesinde ders veriyorlar. Ve ayn-ı hakikat olarak tâlim ediyorlar.
Dipnot-1
Yüz yirmi dört bin nebî, üç yüz on beş (veya üç yüz on üç) resûl olduğuna dair bk. Müsned 5:265; İbn Hibbân, es-Sahîh 2:77; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr 8:217; el-Hâkim, el-Müstedrek 2:652; İbni Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, 1:32, 54.
http://www.erisale.com/#content.tr.1.151
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r) âlem-i bekà: devamlı ve kalıcı olan âlem, âhiret (bk. a-l-m; b-ḳ-y) âli: yüce asfiya: Hz. Peygamberin çizgisinde yaşayan ilim ve takvâ sahibi büyük zatlar (bk. ṣ-f-y) ayn-ı hakikat: gerçeğin ta kendisi (bk. ḥ-ḳ-ḳ) aynelyakin: gözle görerek kesin bilgi edinme (bk. y-ḳ-n) azamet: büyüklük (bk. a-ẓ-m) beşaret: müjdeleme cemâl: güzellik (bk. c-m-l) cilve: yansıma, görüntü (bk. c-l-y) dar-ı saadet: mutluluk yurdu dellâl-ı saltanat: saltanatın ilancısı (bk. s-l-ṭ) dua: yalvarma, yakarma (bk. d-a-v) ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapmış, inançsız kimseler (bk. ḍ-l-l) ehl-i küfür: inkârcılar, inanmayanlar (bk. k-f-r) enbiya: peygamberler (bk. n-b-e) evliya: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y) hadsiz: sayısız, sınırsız hak: doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) Hak: varlığı doğru ve gerçek olan, herşeyi hakkıyla yaratan ve her hakkın sahibi olan Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikat-ı ekber-i haşriye: haşrin en büyük gerçeği (bk. ḥ-ḳ-ḳ; k-b-r; ḥ-ş-r) | hakkalyakin: bizzat yaşayarak kesin bilgi edinme (bk. ḥ-ḳ-ḳ; y-ḳ-n) hâmî: koruyucu haşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r) haysiyet: itibar, şeref, değer ibâd: kullar (bk. a-b-d) ihsanat: iyilikler, bağışlar (bk. ḥ-s-n) ilmelyakin: kesin bilgiye dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde öğrenme (bk. a-l-m; y-ḳ-n) inkâr: inanmama (bk. n-k-r) itaat: emre uyma izzet-i celâl: haşmet ve yüceliğin izzeti (bk. a-z-z; c-l-l) kat’î: kesin kibriyâ: azamet, büyüklük (bk. k-b-r) küfür: inkâr, inançsızlık (bk. k-f-r) makbul: kabul gören merci: kaynak mukaddes: her türlü kusur ve eksiklikten yüce (bk. ḳ-d-s) muktaziyat: gerektirici sebepler münezzeh: her türlü çirkinlik ve noksanlıktan arınmış (bk. n-z-h) mutabık: uygun müteessir etme: üzüntüye sevketme rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m) sâdık: doğru sözlü (bk. ṣ-d-ḳ) saltanat-ı Rububiyet: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. s-l-ṭ; r-b-b) | şefkat-i rubûbiyet: herşeyi terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’ın şefkati (bk. ş-f-ḳ; r-b-b) şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d) sıfât: vasıflar, nitelikler, özellikler (bk. v-ṣ-f) şuâ: ışık, parıltı sûret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r) şuûnat: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler (bk. ş-e-n) takdis etmek: kutsamak, her türlü eksiklik ve çirkinlikten pâk ve yüce olduğunu dile getirmek (bk. ḳ-d-s) tâlim: öğretme (bk. a-l-m) tasdik: doğrulama, onaylama (bk. ṣ-d-ḳ) tekzib: yalanlama uhrevî: âhirete ait (bk. e-ḫ-r) ulûhiyet: ilâhlık (bk. e-l-h) vaad: söz verme (bk. v-a-d) vâki: olmuş, meydana gelmiş zuhur: ortaya çıkma, görünme (bk. ẓ-h-r) |
Yâ Rab! Bunların ders ve talimlerinin hakkı ve hürmeti için bize ve Risale-i Nur talebelerine iman-ı ekmel ve hüsn-ü hâtime ver. Ve bizleri onların şefaatlerine mazhar eyle. Âmin.
Hem nasıl ki Kur’ân’ın, belki bütün semâvî kitapların hakkaniyetini ispat eden umum deliller ve hüccetler ve Habibullahın, belki bütün enbiyanın nübüvvetlerini ispat eden umum mucizeler ve burhanlar, dolayısıyla, en büyük müddeâları olan âhiretin tahakkukuna delâlet ederler. Aynen öyle de, Vâcibü’l-Vücudun vücuduna ve vahdetine şehadet eden ekser deliller ve hüccetler, dolayısıyla rububiyetin ve ulûhiyetin en büyük medarı ve mazharı olan dâr-ı saadetin ve âlem-i bekànın vücuduna, açılmasına şehadet ederler. Çünkü, gelecek makamatta beyan ve ispat edileceği gibi, Zât-ı Vâcibü’l-Vücudun hem mevcudiyeti, hem umum sıfatları, hem ekser isimleri, hem rububiyet, ulûhiyet, rahmet, inâyet, hikmet, adalet gibi vasıfları, şe’nleri, lüzum derecesinde âhireti iktiza ve vücub derecesinde bâki bir âlemi istilzam ve zaruret derecesinde mükâfat ve mücâzât için haşri ve neşri isterler.
Evet, madem ezelî ve ebedî bir Allah var; elbette saltanat-ı ulûhiyetinin sermedî bir medarı olan âhiret vardır.
Ve madem bu kâinatta ve zîhayatta gayet haşmetli ve hikmetli ve şefkatli bir rubûbiyet-i mutlaka var ve görünüyor. Elbette o rububiyetin haşmetini sukuttan ve hikmetini abesiyetten ve şefkatini gadirden kurtaran ebedî bir dâr-ı saadet bulunacak ve girilecek.
http://www.erisale.com/#content.tr.1.152
abesiyet: faydasızlık, gayesizlik âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r) âlem-i bekà: devamlı ve kalıcı olan âlem, âhiret (bk. a-l-m; b-ḳ-y) âmin: Allahım kabul eyle (bk. e-m-n) bâki: devamlı ve kalıcı (bk. b-ḳ-y) beyan: açıklama (bk. b-y-n) burhan: delil dâr-ı saadet: mutluluk yurdu, âhiret delâlet: delil olma, işaret etme ebedî: varlığının sonu olmayan, sonsuz (bk. e-b-d) ekser: pekçok (bk. k-s̱-r) enbiya: peygamberler (bk. n-b-e) ezelî: varlığının başlangıcı olmayan, sonsuz (bk. e-z-l) gadir: zulüm, acımasızlık Habibullah: Allah’ın sevgili kulu Hz. Muhammed (bk. ḥ-b-b) hakkaniyet: doğruluk (bk. ḥ-ḳ-ḳ) haşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r) haşmet: büyüklük, heybet, görkem hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) hüccet: delil, kanıt hüsn-ü hâtime: güzel son, imanlı bir şekilde ölme (bk. ḥ-s-n) | iktiza: gerektirme iman-ı ekmel: en mükemmel iman (bk. e-m-n; k-m-l) inayet: yardım, lütuf; bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenlilik (bk. a-n-y) istilzam: gerektirme kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) makamat: makamlar, konuyla ilgili yerler mazhar: erişmiş, sahip olmuş (bk. ẓ-h-r) medar: sebep, dayanak mevcudiyet: var olma hali (bk. v-c-d) mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z) mücâzât: ceza müddeâ: iddia edilen mükâfat: ödül neşr: yayma; kıyametten sonra bir yerde toplanmış olan insanların yayılmaları nübüvvet: peygamberlik (bk. n-b-e) rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m) rububiyet/rubûbiyet-i mutlaka: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b; ṭ-l-ḳ) saltanat-ı ulûhiyet: ilâhlık saltanatı (bk. s-l-ṭ; e-l-h) | şe’n: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler (bk. ş-e-n) şefaat: günahlarımızın bağışlanması için aracılık etme (bk. ş-f-a) semâvî: vahiyle gelen (bk. s-m-v) sermedî: devamlı, sürekli sukut: düşüş, alçalış tahakkuk: gerçekleşme (bk. ḥ-ḳ-ḳ) tâlim: öğretme (bk. a-l-m) ulûhiyet: ilâhlık (bk. e-l-h) umum: bütün Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b; v-c-d) vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d) vasıf: özellik, nitelik (bk. v-ṣ-f) vücub: zorunluluk, gereklilik (bk. v-c-b) vücud: varlık (bk. v-c-d) Yâ Rab: ey herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye eden ve idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b) zaruret: zorunluluk zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y) |
Hem madem, gözle görünen bu hadsiz in’âmlar, ihsanlar, lütuflar, keremler, inâyetler, rahmetler, perde-i gayb arkasında bir Zât-ı Rahmân-ı Rahîmin bulunduğunu sönmemiş akıllara, ölmemiş kalblere gösterir. Elbette in’âmı istihzadan ve ihsanı aldatmaktan ve inâyeti adâvetten ve rahmeti azaptan ve lütuf ve keremi ihanetten halâs eden ve ihsanı ihsan eden ve nimeti nimet eden bir âlem-i bâkide bir hayat-ı bâkiye var ve olacaktır.
Hem madem bahar faslında, zeminin dar sahifesinde hatasız yüz bin kitabı birbiri içinde yazan bir kalem-i kudret gözümüz önünde yorulmadan işliyor. Ve o kalem sahibi yüz bin defa ahd ve vaad etmiş ki, “Bu dar yerde ve karışık ve birbiri içinde yazılan bahar kitabından daha kolay olarak, geniş bir yerde güzel ve lâyemut bir kitabı yazacağım ve size okutturacağım” diye bütün fermanlarda o kitaptan bahsediyor. Elbette ve herhalde, o kitabın aslı yazılmış ve haşir ve neşir ile hâşiyeleri de yazılacak ve umumun defter-i a’mâlleri onda kaydedilecek.
Hem madem bu arz, kesret-i mahlûkat cihetiyle ve mütemadiyen değişen yüz binler çeşit çeşit envâ-ı zevi’l-hayat ve zevi’l-ervâhın meskeni, menşei, fabrikası, meşheri, mahşeri olması haysiyetiyle bu kâinatın kalbi, merkezi, hülâsası, neticesi, sebeb-i hilkati olarak gayet büyük öyle bir ehemmiyeti var ki, küçüklüğüyle beraber koca semâvâta karşı denk tutulmuş. Semavî fermanlarda daima رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ 1 deniliyor.
Ve madem, bu mahiyetteki arzın her tarafına hükmeden ve ekser mahlûkatına tasarruf eden ve ekser zîhayat mevcudatını teshir edip kendi etrafına toplattıran ve ekser masnuatını kendi hevesatının hendesesiyle ve ihtiyacatının düsturlarıyla öyle güzelce tanzim ve teşhir ve tezyin ve çok antika nevilerini liste gibi birer
Dipnot-1
“Göklerin ve yerin Rabbi.” Râd Sûresi, 13:16
http://www.erisale.com/#content.tr.1.153
adâvet: düşmanlık ahd ve vaad etmek: söz vermek (bk. v-a-d) âlem-i bâki: devamlı ve kalıcı olan âlem, âhiret (bk. a-l-m; b-ḳ-y) arz: yer, dünya cihet: yön defter-i a’mâl: iyi ve kötü işlerin kaydedildiği defter düstur: prensip, kural ekser: pekçok (bk. k-s̱-r) envâ-ı zevi’l-hayat: hayat sahibi olan canlıların türleri (bk. ḥ-y-y) fasl: mevsim ferman: buyruk hadsiz: sayısız halâs: kurtarma (bk. ḫ-l-ṣ) haşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r) hâşiye: dipnot, açıklayıcı not hayat-ı bâkiye: sürekli ve devamlı hayat (bk. ḥ-y-y; b-ḳ-y) haysiyet: özellik hendese: plan, çizgi hevesat: heves ve arzular hülâsa: özet ihsan: iyilik, bağış, lütuf (bk. ḥ-s-n) ihtiyacat: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c) | in’âm: nimetlendirme (bk. n-a-m) inayet: lütuf, iyilik, yardım (bk. a-n-y) istihza: alay etme kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kalem-i kudret: varlıkların ve olayların düzenli olarak vücuda gelişinde bir kalem gibi eserini gösteren İlâhî güç (bk. ḳ-d-r) kerem: cömertlik, ikram (bk. k-r-m) kesret-i mahlûkat: yaratılmışların çokluğu (bk. k-s̱-r; ḫ-l-ḳ) lâyemut: ölümsüz (bk. mâ-lâ; m-v-t) lütuf: iyilik, ikram, yardım (bk. l-ṭ-f) mahiyet: özellik, nitelik, içyüzü mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ) mahşer: toplanma yeri (bk. ḥ-ş-r) masnuat: sanat eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a) menşe: kaynak, esas meşher: sergi yeri mesken: ev, mekan (bk. s-k-n) mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d) mütemadiyen: sürekli neşir: yayma; kıyametten sonra toplanmış olan insanların dağılıp yayılmaları | nevi: çeşit, tür perde-i gayb: mânevî âlemleri gözümüzden saklayan perde (bk. ğ-y-b) rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m) sebeb-i hilkat: yaratılış sebebi (bk. s-b-b; ḫ-l-ḳ) semâvât: gökler (bk. s-m-v) semâvî fermanlar: vahiyle gelen emir ve buyruklar (bk. s-m-v) tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m) tasarruf eden: dilediği gibi kullanan ve yöneten (bk. ṣ-r-f) teshir: boyun eğdirme teşhir: sergileme tezyin: süsleme (bk. z-y-n) umum: herkes Zât-ı Rahmân-ı Rahîm: kullarına karşı sınırsız rahmet sahibi olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Zât, Allah (bk. r-ḥ-m) zemin: yer zevi’l-ervâh: ruh sahipleri (bk. r-v-ḥ) zîhayat: canlı (bk. zî; ḥ-y-y) |
yerlerde öyle toplayıp süslettirir ki, değil yalnız ins ve cin nazarlarını, belki semâvât ehlinin ve kâinatın nazar-ı dikkatlerini ve takdirlerini ve Kâinatın Sahibinin nazar-ı istihsanını celbetmekle gayet büyük bir ehemmiyet ve kıymet alan ve bu haysiyetle bu kâinatın hikmet-i hilkati ve büyük neticesi ve kıymetli meyvesi ve arzın halifesi olduğunu fenleriyle, san’atlarıyla gösteren ve dünya cihetinde Sâni-i Âlemin mucizeli san’atlarını gayet güzelce teşhir ve tanzim ettiği için, isyan ve küfrüyle beraber dünyada bırakılan ve azabı tehir edilen ve bu hizmeti için imhal edilip muvaffakiyet gören nev-i beni Âdem var.
Ve madem, bu mâhiyetteki nev-i benî Âdem, mizaç ve hilkat itibarıyla gayet zayıf ve âciz ve gayet acz ve fakrıyla beraber hadsiz ihtiyacâtı ve teellümâtı olduğu halde, bütün bütün kuvvetinin ve ihtiyarının fevkinde olarak, koca küre-i arzı, o nev-i insana lüzumu bulunan her nevi madenlere mahzen ve her nevi taamlara ambar ve nev-i insanın hoşuna gidecek her çeşit mallara bir dükkân suretine getiren gayet kuvvetli ve hikmetli ve şefkatli bir mutasarrıf var ki, böyle nev-i insana bakıyor, besliyor, istediğini veriyor.
Ve madem, bu hakikatteki bir Rab; hem insanı sever, hem kendini insana sevdirir. Hem bâkidir, hem bâki âlemleri var, hem adâletle her işi görür. Ve hikmetle herşeyi yapıyor.
Hem, bu kısa hayat-ı dünyeviyede ve bu kısacık ömr-ü beşerde ve bu muvakkat ve fâni zeminde o Hâkim-i Ezelînin haşmet-i saltanatı ve sermediyet-i hâkimiyeti yerleşemiyor. Ve nev-i insanda vuku bulan ve kâinatın intizamına ve adalet ve muvazenelerine ve hüsn-ü cemâline münâfi ve muhalif çok büyük zulümleri ve isyanları ve velinimetine ve onu şefkatle besleyene karşı ihanetleri, inkârları, küfürleri bu dünyada cezasız kalıp, gaddar, zâlim rahatla hayatını ve
http://www.erisale.com/#content.tr.1.154
âciz: güçsüz (bk. a-c-z) acz: güçsüzlük (bk. a-c-z) âlem: dünya (bk. a-l-m) arz: yerbâki: devamlı, kalıcı (bk. b-ḳ-y) celbetmek: çekmek cihet: yön fakr: fakirlik (bk. f-ḳ-r) fâni: ölümlü, gelip geçici (bk. f-n-y) fen: bilim fevkinde: üstünde gaddar: acımasız hadsiz: sınırsız Hâkim-i Ezelî: egemenliği zaman öncesinden beri devam eden Allah (bk. ḥ-k-m; e-z-l) halife: yeryüzünde Allah namına hareket eden insan (bk. ḫ-l-f) haşmet-i saltanat: saltanatın ihtişamı ve görkemi (bk. s-l-ṭ) hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y) haysiyet: özellik hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) hikmet-i hilkat: yaratılış gayesi (bk. ḥ-k-m; ḫ-l-ḳ) hilkat: yaratılış (bk. ḫ-l-ḳ) hüsn-ü cemâl: güzellik (bk. ḥ-s-n; c-m-l) | ihtiyacât: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c) ihtiyar: tercih, seçim yapma gücü (bk. ḫ-y-r) imhal edilme: süre verilme inkâr: kabul etmeme, yok sayma (bk. n-k-r) ins ve cin: insanlar ve cinler intizam: düzen (bk. n-ẓ-m) kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) Kâinatın Sahibi: evrenin ve herşeyin yaratıcısı ve sahibi olan Allah (bk. k-v-n) küfür: inanmama, nankörlük (bk. k-f-r) küre-i arz: yerküre, dünya mahiyet: özellik, nitelik mahzen: depo mizaç: yaratılış, tabiat mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z) münâfi: zıt, aykırı mutasarrıf: herşeyi dilediği gibi kullanan ve idare eden (bk. ṣ-r-f) muvaffakiyet: başarı muvakkat: geçici muvazene: denge (bk. v-z-n) nazar: bakış (bk. n-ẓ-r) nazar-ı dikkat: dikkat içeren bakış (bk. n-ẓ-r) | nazar-ı istihsan: güzel bulan ve beğenen bakış (bk. n-ẓ-r; ḥ-s-n) nev-i beni Âdem: Âdemoğulları, insanlar nev-i insan: insanlar nevi: çeşit, tür ömr-ü beşer: insan ömrü Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye eden ve idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b) Sâni-i Âlem: bütün evreni sanatlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; a-l-m) semavat ehli: yüce âlemlerde yaşayanlar; melekler, ruhaniler vb. (bk. s-m-v) sermediyet-i hâkimiyet: egemenliğin devamlılığı (bk. ḥ-k-m) suret: şekil (bk. ṣ-v-r) taam: yiyecek tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m) teellümât: elemler, acılar tehir edilme: ertelenme teşhir: sergileme velinimet: nimeti veren (bk. n-a-m) vuku bulmak: meydana gelmek |
biçare mazlum meşakkatler içinde ömürlerini geçirirler. Ve umum kâinatta eserleri görünen şu adalet-i mutlakanın mâhiyeti ise, dirilmemek suretiyle o gaddar zâlimlerin ve meyus mazlumların vefat içindeki müsâvatlarına bütün bütün zıttır, kaldırmaz, müsaade etmez.
Ve madem, nasıl ki Kâinatın Sahibi, kâinattan zemini ve zeminden nev-i insanı intihap edip gayet büyük bir makam, bir ehemmiyet vermiş. Öyle de, nev-i insandan dahi makàsıd-ı rububiyetine tevafuk eden ve kendilerini iman ve teslim ile Ona sevdiren hakikî insanlar olan enbiya ve evliya ve asfiyayı intihap edip kendine dost ve muhatap ederek onları mucizeler ve tevfiklerle ikram ve düşmanlarını semavî tokatlarla tazip ediyor. Ve bu kıymetli ve sevimli dostlarından dahi, onların imamı ve mefhari olan Muhammed aleyhissalâtü vesselâmı intihap ederek, ehemmiyetli küre-i arzın yarısını ve ehemmiyetli nev-i insanın beşten birisini uzun asırlarda onun nuruyla tenvir ediyor. Âdetâ bu kâinat onun için yaratılmış gibi, bütün gayeleri onunla ve Onun diniyle ve Kur’ân’ı ile tezahür ediyor. Ve o pek çok kıymettar ve milyonlar sene yaşayacak kadar hadsiz hizmetlerinin ücretlerini hadsiz bir zamanda almaya müstehak ve lâyık iken, gayet meşakkatler ve mücahedeler içinde, altmış üç sene gibi kısacık bir ömür verilmiş. Acaba hiçbir cihetle hiçbir imkânı, hiçbir ihtimali, hiçbir kabiliyeti var mı ki, o zât, bütün emsâli ve dostlarıyla beraber dirilmesin? Ve şimdi de ruhen diri ve hayy olmasın, idam-ı ebedî ile mahvolsunlar? Hâşâ, yüz bin defa hâşâ ve kellâ! Evet, bütün kâinat ve hakikat-i âlem onun dirilmesini dâvâ eder ve hayatını Sahib-i Kâinattan talep ediyor.
Ve madem, Yedinci Şuâ olan Âyetü’l-Kübrâ’da herbiri bir dağ kuvvetinde otuz üç adet icmâ-ı azîm ispat etmişler ki, bu kâinat bir elden çıkmış ve bir tek Zâtın mülküdür. Ve kemâlât-ı İlâhiyenin medarı olan vahdetini ve ehadiyetini
http://www.erisale.com/#content.tr.1.155
adalet-i mutlaka: sınırsız, tam ve yerinde adalet (bk. a-d-l; ṭ-l-ḳ) Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine ol-sun (bk. ṣ-l-v; s-l-m) asfiya: Hz. Peygamberin çizgisinde yaşayan ilim ve takvâ sahibi büyük zatlar (bk. ṣ-f-y) biçare: çaresiz, zavallı cihet: yön ehadiyet: Allah’ın herbir şeyde kendi varlığına ve sıfatlarına işaret eden birlik tecellisi (bk. v-ḥ-d) emsâl: benzerler (bk. m-s̱-l) enbiya: peygamberler (bk. n-b-e) evliya: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y) gaddar: acımasız hadsiz: sayısız, sınırsız hakikat-i âlem: âlemin gerçek mahiyeti, esası, içyüzü (bk. ḥ-ḳ-ḳ; a-l-m) hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hâşâ ve kellâ: asla ve asla, kesinlikle öyle değil hayy: diri, canlı (bk. ḥ-y-y) | icmâ-ı azîm: çok büyük fikir birliği (bk. c-m-a; a-ẓ-m) idam-ı ebedî: sonsuz yokoluş (bk. e-b-d) intihap etmek: seçmek kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) Kâinatın Sahibi: evrenin ve herşeyin yaratıcısı ve sahibi Allah (bk. k-v-n) kemâlât-ı İlâhiye: Cenâb-ı Allah’ın bütün noksanlıklardan yüce olan mükemmel isim ve sıfatları (bk. k-m-l; e-l-h) kıymettar: kıymetli, değerli küre-i arz: yerküre, dünya mâhiyet: özellik, nitelik, esas mahvolmak: yok olmak makàsıd-ı rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutmasındaki maksat ve gayeler (bk. ḳ-ṣ-d; r-b-b) mazlum: zulme, haksızlığa uğrayan (bk. ẓ-l-m) medar: eksen, dayanak, vesile mefhar: övünme sebebi, övünç kaynağı | meşakkat: güçlük, sıkıntı meyus: ümitsiz mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z) mücahede: cihad, savaş (bk. c-h-d) mülk: sahip olunan ve hükmedilen yer (bk. m-l-k) müsaade etmek: izin vermek müsâvat: eşitlik, denklik müstehak: layık, hak etmiş (bk. ḥ-ḳ-ḳ) nev-i insan: insanlık, insan türü nur: ışık (bk. n-v-r) Sahib-i Kâinat: evrenin ve herşeyin yaratıcısı ve sahibi Allah (bk. k-v-n) semâvî: gökten gelen (bk. s-m-v) suret: şekil (bk. ṣ-v-r) tazip etmek: azap vermek tenvir: nurlandırma, aydınlatma (bk. n-v-r) tevafuk: denk gelme, uygunluk tevfik: yardım tezahür: görünme, ortaya çıkma (bk. ẓ-h-r) umum: bütün vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d) zemin: yer |
bedahetle göstermişler. Ve vahdet ve ehadiyet ile, bütün kâinat o Zât-ı Vâhidin emirber neferleri ve musahhar memurları hükmüne geçiyor. Ve âhiretin gelmesiyle, kemâlâtı sukuttan ve adalet-i mutlakası müstehziyâne gadr-ı mutlaktan ve hikmet-i âmmesi sefahetkârâne abesiyetten ve rahmet-i vâsiası lâhiyâne tâzipten ve izzet-i kudreti zelilâne aczden kurtulurlar, takaddüs ederler.
Elbette ve elbette ve herhalde iman-ı billâhın yüzer nüktesinden, bu sekiz “madem”lerdeki hakikatlerin muktezasıyla kıyamet kopacak, haşir ve neşir olacak, dar-ı mücazat ve mükâfat açılacak—tâ ki arzın mezkûr ehemmiyeti ve merkeziyeti ve insanın ehemmiyeti ve kıymeti tahakkuk edebilsin. Ve arz ve insanın Hâlıkı ve Rabbi olan Mutasarrıf-ı Hakîmin mezkûr adaleti, hikmeti, rahmeti, saltanatı takarrur edebilsin. Ve o bâki Rabbin mezkûr hakiki dostları ve müştakları idam-ı ebedîden kurtulsun. Ve o dostların en büyüğü ve en kıymettarı, bütün kâinatı memnun ve minnettar eden kudsî hizmetlerinin mükâfatını görsün. Ve Sultan-ı Sermedînin kemâlâtı naks ve kusurdan ve kudreti aczden ve hikmeti sefahetten ve adaleti zulümden tenezzüh ve takaddüs ve teberri etsin.
Elhâsıl madem Allah var, elbette âhiret vardır.
Hem nasıl ki mezkûr üç erkân-ı imaniye, onları ispat eden bütün delilleriyle haşre şehadet ve delâlet ederler. Öyle de,
وَبِمَلٰۤئِكَتِهِ وَبِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَشَرِّهِ مِنَ اللهِ تَعَالٰى 1
olan iki rükn-ü imanî dahi haşri
Dipnot-1
“Meleklere ve kadere, hayır ve şerrin Allah Tealâ’dan geldiğine inanmak.”
http://www.erisale.com/#content.tr.1.156
abesiyet: faydasızlık, gayesizlik acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z) adalet-i mutlaka: tam ve yerinde adalet (bk. a-d-l; ṭ-l-ḳ) âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r) arz: yer, dünya bâki: devamlı, kalıcı (bk. b-ḳ-y) bedahet: açıklık dar-ı mücazat ve mükâfat: ceza ve mükafat yeri, âhiret delâlet: delil olma, işaret etme ehadiyet: Allah’ın herbir şeyde kendi varlığına ve sıfatlarına işaret eden birlik tecellisi (bk. v-ḥ-d) elhâsıl: özetle, sonuç olarak emirber nefer: emre hazır asker erkân-ı imaniye: imanın temel esasları, şartları (bk. r-k-n; e-m-n) gadr-ı mutlak: tam zulüm ve merhametsizlik (bk. ṭ-l-ḳ) hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakiki: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) Hâlık: yaratıcı, herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ) haşir ve neşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilerek Allah’ın huzurunda toplanma ve tekrar dağılıp yayılma (bk. ḥ-ş-r) hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) | hikmet-i âmme: herşeyi kuşatan hikmet (bk. ḥ-k-m) idam-ı ebedî: sonsuz yok oluş (bk. e-b-d) iman-ı billâh: Allah’a inanmak (bk. e-m-n) izzet-i kudret: kudretin izzet ve şerefi (bk. a-z-z; ḳ-d-r) kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kemâlât: mükemmellikler, üstünlükler (bk. k-m-l) kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m) kıymet: değer kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r) kudsî: kutsal, kusursuz ve yüce (bk. ḳ-d-s) lâhiyâne: eğlenircesine, oynarcasına mezkûr: sözü geçen mükâfat: ödül mukteza: gerektirici sebepler musahhar: emre uyan, boyun eğen müştak: aşık, çok arzulu ve istekli müstehziyâne: alay edercesine Mutasarrıf-ı Hakîm: herşeyi hikmetle yapan ve dilediği gibi kullanan sonsuz tasarruf ve yetki sahibi Allah (bk. ṣ-r-f ; ḥ-k-m) naks: noksanlık, eksiklik nükte: ince ve derin mânâ Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b) | rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m) rahmet-i vâsia: herşeyi kuşatan geniş rahmet (bk. r-ḥ-m) rükn-ü imanî: imanın şartı, temel esası (bk. r-k-n; e-m-n) saltanat: egemenlik (bk. s-l-ṭ) sefahet: yasak zevk ve eğlenceye düşkünlük, beyinsizlik, budalalık sefahetkârâne: yasak zevk ve eğlenceye düşkün olarak, beyinsizce şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d) sukut: düşüş, alçalış Sultan-ı Sermedî: egemenliğinin sonu olmayan, devamlı ve sürekli olan Sultan, Allah (bk. s-l-ṭ) tahakkuk: gerçekleşme (bk. ḥ-ḳ-ḳ) takaddüs: kutsal olma, yüce ve temiz olma (bk. ḳ-d-s) takarrur: karar bulma, sağlamca yerleşme tâzip: azap verme teberri: uzak olma tenezzüh: kusur ve noksandan temiz olma (bk. n-z-h) vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d) Zât-ı Vâhid: bir ve tek olan Zât, Allah (bk. v-ḥ-d) zelilâne: zayıflık içinde, alçakça |
istilzam edip kuvvetli bir surette âlem-i bekàya şehadet ve delâlet ederler. Şöyle ki:
Melâikenin vücudunu ve vazife-i ubûdiyetlerini ispat eden bütün deliller ve hadsiz müşahedeler mükâlemeler, dolayısıyla âlem-i ervahın ve âlem-i gaybın ve âlem-i bekànın ve âlem-i âhiretin ve ileride cin ve ins ile şenlendirilecek olan dâr-ı saadetin ve Cennet ve Cehennemin vücutlarına delâlet ederler. Çünkü melekler bu âlemleri izn-i İlâhî ile görebilirler ve girerler. Ve Hazret-i Cebrail gibi, insanlarla görüşen umum melâike-i mukarrebîn, mezkûr âlemlerin vücutlarını ve onlar, onlarda gezdiklerini müttefikan haber veriyorlar. Görmediğimiz Amerika kıtasının vücudunu, ondan gelenlerin ihbarıyla bedihî bildiğimiz gibi, yüz tevatür kuvvetinde bulunan melâike ihbaratıyla âlem-i bekànın ve dâr-ı âhiretin ve Cennet ve Cehennemin vücutlarına o kat’iyette iman etmek gerektir. Ve öyle de iman ederiz.
Hem, Yirmi Altıncı Söz olan Risale-i Kaderde iman-ı bil-kader rüknünü ispat eden bütün deliller, dolayısıyla haşre ve neşr-i suhufa ve mizan-ı ekberdeki muvazene-i a’mâle delâlet ederler. Çünkü, herşeyin mukadderatını gözümüz önünde nizam ve mizan levhalarında kaydetmek ve her zîhayatın sergüzeşt-i hayatiyelerini kuvve-i hafızalarında ve çekirdeklerinde ve sair elvâh-ı misâliyede yazmak ve her zîruhun, hususan insanların defter-i a’mâllerini elvâh-ı mahfuzada tesbit etmek, geçirmek, elbette öyle muhit bir kader ve hakîmâne bir takdir ve müdakkikane bir kayıt ve hafîzâne bir kitabet, ancak mahkeme-i kübrâda umumî
http://www.erisale.com/#content.tr.1.157
a’mâl: ameller, işler ve davranışlar âlem: dünya (bk. a-l-m) âlem-i âhiret: âhiret âlemi (bk. a-l-m; e-ḫ-r) âlem-i bekà: devamlı ve kalıcı olan âlem, âhiret (bk. a-l-m; b-ḳ-y) âlem-i ervâh: ruhlar âlemi (bk. a-l-m; r-v-ḥ) âlem-i gayb: görünmeyen, fakat varlığı kesin olan ve mahiyeti Allah tarafından bilinen başka dünyalar (bk. a-l-m; ğ-y-b) Amerika: (bk. bilgiler) bedihî: açıkça dâr-ı âhiret: âhiret yurdu (bk. e-ḫ-r) dâr-ı saadet: mutluluk yurdu defter-i amel: insanın iyi ve kötü işlerinin kaydedildiği defter delâlet: delil olma, işaret etme elvâh-ı mahfuza: herşeyin kaderinin muhafaza edildiği mânevî levhalar (bk. ḥ-f-ẓ) elvâh-ı misâliye: benzer tablolar (bk. m-s̱-l) hadsiz: sayısız hafîzâne: koruyup gözeten, saklayan (bk. ḥ-f-ẓ) hakîmâne: hikmetli bir şekilde, herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) haşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r) | Hazret-i Cebrail: (bk. bilgiler) hususan: özellikle ihbar: haber verme ihbarat: haber vermeler iman etmek: inanmak (bk. e-m-n) iman-ı bil-kader: kadere iman (bk. e-m-n; ḳ-d-r) istilzam etme: gerektirme izn-i İlâhî: Allah’ın izni (bk. e-l-h) kader: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, planlaması (bk. ḳ-d-r) kat’iyet: kesinlik kitabet: yazım (bk. k-t-b) kuvve-i hafıza: hafıza duygusu, bellek (bk. ḥ-f-ẓ) mahkeme-i kübrâ: öldükten sonra âhirette Allah’ın huzurunda kurulacak olan büyük mahkeme (bk. ḥ-k-m; k-b-r) melâike: melekler (bk. m-l-k) melâike-i mukarrebîn: makam itibariyle Allah’a yakın olan melekler (bk. m-l-k) mezkur: sözü geçen mizan: ölçü, denge (bk. v-z-n) mizan-ı ekber: mahşer günü amellerin ölçüleceği büyük terazi (bk. v-z-n; k-b-r) müdakkikane: dikkatlice, araştırıp inceleyerek muhit: herşeyi kuşatan, kapsamlı mukadderat: Allah tarafından takdir olunmuş işler, başa gelecek olaylar (bk. ḳ-d-r) | mükâleme: karşılıklı konuşma (bk. k-l-m) müşahede: gözlem (bk. ş-h-d) müttefikan: ittifakla, fikir birliğiyle muvazene-i a’mâl: yapılan işlerin, amellerin tartılıp hesaplanması (bk. v-z-n) neşr-i suhuf: haşir zamanı amel defterlerinin meydana çıkarılıp herkesin hesabının görülmesi nizam: düzen (bk. n-ẓ-m) Risale-i Kader: Kader Risalesi (Yirmi Altıncı Söz) (bk. r-s-l; ḳ-d-r) rükün: esas, şart (bk. r-k-n) sair: diğer, başka şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d) sergüzeşt-i hayatiye: hayat serüveni (bk. ḥ-y-y) suret: şekil (bk. ṣ-v-r) tesbit etmek: sağlam şekilde yerleştirmek tevatür: çeşitli kanallardan gelen ve doğruluğu kesin olarak kanıtlanan haber umum: bütün umumî: genel vazife-i ubûdiyet: kulluk görevi (bk. a-b-d) vücud: varlık (bk. v-c-d) zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y) zîruh: ruh sahibi (bk. ẕî; r-v-ḥ) |
bir muhakeme neticesinde daimî bir mükâfat ve mücazat için olabilir. Yoksa, o ihatalı ve inceden ince olan kayıt ve muhafaza, bütün bütün mânâsız, faidesiz kalır, hikmete ve hakikate münâfi olur.
Hem, haşir gelmezse, kader kalemiyle yazılan bu kitab-ı kâinatın bütün muhakkak mânâları bozulur ki, hiçbir cihet-i imkânı olamaz. Ve o ihtimal, bu kâinatın vücudunu inkâr gibi bir muhal, belki bir hezeyan olur.
Elhâsıl, imanın beş rüknü bütün delilleriyle haşir ve neşrin vukuuna ve vücuduna ve dâr-ı âhiretin vücuduna ve açılmasına delâlet edip isterler ve şehadet edip talep ederler.
İşte, hakikat-i haşriyenin azametine tam muvafık böyle azametli ve sarsılmaz direkleri ve burhanları bulunduğu içindir ki, Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyânın hemen hemen üçten birisi haşir ve âhireti teşkil ediyor. Ve onu, bütün hakaikine temel taşı ve üssü’l-esas yapıyor. Ve herşeyi onun üstüne bina ediyor.
(Mukaddime nihayet buldu)
http://www.erisale.com/#content.tr.1.158
Ders Dünyası - WORLD OF COURSES sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.