ORTAÖĞRETİM
Sağlık Bilgisi ve Trafik Kültürü Dersi
ERGENLİK
OKUMA PARÇALARI
- Kur’an-ı Kerimde Menstrual Döngü Nedir?
- Cinsel Birleşme Nasıl Olmalıdır?
- Yirmi Dördüncü Lem’a Tesettür hakkındadır
İLGİLİ KAZANIMLAR
1.2.1. Büyüme ve gelişme süreçlerinden biri olan ergenlik döneminde fiziksel, duygusal ve sosyal değişimleri açıklar.
a. Ergenlik döneminin sağlıklı geçirilebilmesi için olumlu tutum geliştirmenin önemi belirtilir.
b. Ergenlik döneminde yaşanabilecek sorunlar hakkında tartışılır.
c. Menstrual döngünün sağlıklı geçirilebilmesi ve bu dönemde hijyenin önemi ile ilgili farkındalık oluşturulur.
1. Kur’an-ı Kerimde Menstrual Döngü Nedir?
Meal
Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: O, bir rahatsızlıktır. Bu sebeple ay halinde olan kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah’ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın. Şunu iyi bilin ki, Allah tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever. ﴾222﴿ (Bakara Sûresi, 2/222)
Tefsir
Medine’de yaşayan müslümanların yahudilerle yakın ilişkileri vardı ve bazı örf ve âdetlerinde Medineliler’in tamamı veya bazı kabileler onlardan etkilenmiş bulunuyorlardı. Bunlardan biri de aybaşı hallerinde kadınlarla ilişki meselesi idi. Yahudiler Tevrat hükümlerine uyarak ay halindeki kadınları pis sayarlar, onlardan her mânada uzak dururlardı. Âdet geçiren kadına dokunan hatta onun yatağında yatan, minderinde oturan kimseleri bile pis sayarlar, yıkanmaları gerektiğine inanırlardı (Levililer, 15). Yahudilerin tesirinde kalan bazı kabileler de âdet halindeki kadınlara buna yakın bir şekilde davranıyorlardı. Hz. Peygamber Medine’ye hicret edince bu durum kendisine vâkıa ve soru şekillerinde intikal ettirildi, gelen âyetler meseleyi çözüme kavuşturdu.
Açıklayıcı hadislerden (meselâ bk. Müslim, “Hayz”, 16) ve uygulamadan anlaşıldığına göre bu âyetlerde geçen “uzak durma ve yaklaşmama” emirleri, bedenlerin birbirinden uzak ve ayrı olmasına değil cinsel ilişkiye yöneliktir. Cinsel ilişkide bulunmamak şartıyla aybaşı halindeki kadın ile kocası arasında başkaca bir sınırlama yoktur.
Âyette geçen ve “rahatsızlık” diye çevirdiğimiz ezâ kelimesi, “aşırı olmayan zarar” mânasında kullanılmaktadır. Allah Teâlâ kadın kullarına mahsus kıldığı aybaşı halini onlar için az da olsa “zarar ve zararlı” olsun diye takdir buyurmamıştır.
Aybaşı hali birleşme kabiliyetini yitiren yumurtaların atılmasını, erkeğin spermi ile birleşecek yeni bir yumurtanın gelmesini beklemek ve aşılanma sonrası beslenmesine zemin olmak üzere kadın rahminin hazırlanmasını sağlayan tabii ve gerekli bir oluşumdur. Bu durumda vücudun dengelerinde bazı değişiklikler yaşanmakta, bu da kadının fizyolojisi yanında psikolojisini de etkilemektedir.
Eski yumurtanın atılması ve rahimin temizlenmesi kan vasıtasıyla olmakta, aybaşı devam ettiği müddetçe rahimden üreme organı yoluyla dışarıya kan atılmaktadır. Bu durumda kadınla cinsel ilişkide bulunulması halinde bundan hem erkeğin hem de kadının çeşitli rahatsızlıklar kapması ve genel olarak rahatsız olmaları, tiksinti duymaları ihtimali galiptir. Hem böyle bir zarara (ezâ) meydan verilmemesi hem de Allah’ın buyruğuna uyarak şehvete karşı direnme imtihanı verilmesi ve irade egzersizi yapılması için “âdet gören kadınla cinsel ilişki” haram kılınmış, bunun dışında kalan ilişkiler serbest bırakılmıştır.
“Temizlenmedikçe” ve “iyice temizlendikten sonra” kayıtları, okuma farkları da göz önüne alınarak yorumlanmış ve hangi temizlenmeden sonra cinsel ilişki yasağının ortadan kalkacağı konusunda farklı hükümler ortaya çıkmıştır. Kanama sona erinceye kadar temasın yasak olduğunda ittifak vardır. Âlimlerin büyük çoğunluğuna göre kanama bitince birleşmenin câiz olması için gusül abdesti gerekir (konuya ilişkin başka ayrıntılar için bk. Yunus Vehbi Yavuz, “Hayız”, DİA, XVII, 51-53).
Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 353-354
https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-tefsir-1/bakara-suresi-2/ayet-222/diyanet-vakfi-meali-4
2. Cinsel Birleşme Nasıl Olmalıdır?
Meal
Kadınlarınız sizin için bir tarladır. Tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın. Kendiniz için önceden (uygun davranışlarla) hazırlık yapın. Allah’tan korkun, biliniz ki siz O’na kavuşacaksınız. (Yâ Muhammed!) müminleri müjdele! ﴾223﴿ (Bakara Sûresi, 2/223)
Tefsir
“Kadınlarınız sizin ekeneğinizdir” cümlesi hem cinsel ilişkinin şekilleri konusundaki hükmün gerekçesidir hem de üreme hadisesinde kadının rolüyle ilgili bir benzetmedir. Doğum yoluyla üreme, insanlığın devamı için Allah Teâlâ’nın koyduğu bir kanundur. İslâm’a göre bunun meşruiyeti (helâl, hukuk ve ahlâka göre geçerli, makbul olması), anne-babanın evlilik içinde birleşmesine bağlanmıştır.
Bilindiği üzere rahimdeki çocuğun (cenin) ilk aşaması, erkeğin spermi ile kadının yumurtasının birleşmesidir. Bu birleşmede sperm tohuma, kadının yumurtası ve rahimi de ekeneğe ve tarlaya benzetilmiştir.
Cinsî birleşmenin yolu ve şekli konusunda insanlık âleminin farklı anlayış, tutum ve uygulamaları vardır. İslâm’a göre meşrû cinsel ilişki, birbiriyle evli bulunan bir kadınla bir erkek arasında olacak (kadın kadına ve erkek erkeğe olamaz); birleşme kadının üreme organından yapılacaktır. Sapık cinsel ilişki (arkadan, anal seks) câiz değildir. İlk dönemde bazı fıkıhçıların yanlış anlamaları tashih edilmiş ve bu konuda da ittifak hâsıl olmuştur (ilgili hadisleri tenkit ve tahlilleriyle görmek için bk. İbn Kesîr, I, 380-389).
Hayız ve lohusalık durumlarında olmayan zevce ile bu sınırlar içinde yapılan cinsel ilişki câizdir, şekil (pozisyon) konusunda bir sınırlama yoktur. “… Hangi taraftan isterseniz oradan varın” cümlesi, cinsî temasın yoluyla değil (çünkü bu tektir ve bellidir) şekliyle (pozisyonlar) ilgilidir. Yahudiler “Kadının üreme organına arka taraftan yaklaşılırsa doğacak çocuk şaşı olur” gibi bâtıl inançlara sahip idiler; âyet bu gibi hurafeleri reddetmektedir (Buhârî, “Tefsîr”, 2/39).
“Tohum” ve “tarla” benzetmesi de cinsel ilişkinin nereden yapılacağına ışık tutmaktadır. Çünkü birleşmenin ürünü olan çocuğu alabilmek için tohum, ürün mahalli olan tarlaya atılır.
Her iki âyetteki “hangi şekilde”, “hangi taraftan” kayıtları hadislerde “Kadının üreme organından olmak şartıyla hangi şekilde olursa olsun” diye açıklanmıştır (Müsned, I, 268; Dârimî, “Vudû’”, 113-114; İbn Mâce, “Nikâh”, 29).
Ca‘ferî-Şiîler’in kadınla, anal seks yapmayı câiz gördükleri söylentisi yaygınsa da muteber kitaplarına bakıldığında bunu câiz görmedikleri ve en azından tahrîmen mekruh saydıkları anlaşılmaktadır (Tabâtabâî, I, 228).
“Kendiniz için önceden hazırlık yapın” cümlesi “Ölmeden önce âhiret hayatı için iyi amellerinizden oluşan yatırım yapın”, “Sizden sonra ailenizi ve davanızı devam ettirecek nesiller yetiştirmeye niyet ve gayret edin” vb. şekillerde yorumlanmıştır. Bunlara, “Eşinizle cinsel ilişki öncesinde ona uygun sözler söyleyin, okşayın, onu ve kendinizi güzel bir temas için hazırlayın, işi aceleye getirmeyin” şeklinde bir yorum ekleyen yazarlar da vardır.
Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 354-355
https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-tefsir-1/bakara-suresi-2/ayet-223/diyanet-vakfi-meali-4
(NOT: Bu bölümde verilen okuma parçalarında anlamını bilmediğiniz kelimeler için sayfa altlarında verilen sözlüğe bakınız. Ayrıca metinlerin altında verilen internet sayfası bağlantısına tıklayarak ilgili sayfaya gidebilir ve anlamını bilmediğiniz kelimenin üzerine gelerek de anlamına bakabilirsiniz.)
Yirmi Dördüncü Lem’a
Tesettür hakkındadır
On Beşinci Notanın İkinci ve Üçüncü Meseleleri iken, ehemmiyetine binaen Yirmi Dördüncü Lem’a olmuştur.
يَۤا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ ِلاَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَۤاءِ الْمُؤْمِنِينَ يُدْنِينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلاَبِيبِهِنَّ 1
Dipnot-1
“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin hanımlarına söyle, (evlerinden çıktıklarında) dış örtülerini üzerlerine alsınlar.” Ahzâb Sûresi, 33:59.
(ilâ âhir) âyeti, tesettürü emrediyor. Medeniyet-i sefihe ise, Kur’ân’ın bu hükmüne karşı muhalif gidiyor. Tesettürü fıtrî görmüyor, bir esarettir diyor. HAŞİYE-1
Haşiye-1
Mahkemeye karşı ve mahkemeyi susturan Lâyiha-i Temyizin müdafaatından bir parça: “Ben de Adliyenin mahkemesine derim ki: Bin üç yüz elli senede ve her asırda üç yüz elli milyon insanların hayat-ı içtimaiyesinde en kudsî ve hakikî ve hakikatlı bir düstûr-u İlâhîyi, üç yüz elli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve bin üçyüz elli sene zarfından geçmiş ecdadımızın itikadlarına iktidâen tefsir eden bir adamı mahkûm eden haksız bir kararı, elbette rûy-i zeminde adalet varsa, o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir.”
Elcevap: Kur’ân-ı Hakîmin bu hükmü tam fıtrî olduğuna ve muhalifi gayr-ı fıtrî olduğuna delâlet eden çok hikmetlerinden yalnız dört hikmetini beyan ederiz.
BİRİNCİ HİKMET
Tesettür, kadınlar için fıtrîdir ve fıtratları iktiza ediyor. Çünkü kadınlar hilkaten zayıf ve nazik olduklarından, kendilerini ve hayatından ziyade sevdiği
http://www.erisale.com/#content.tr.3.317
asır: yüzyıl âyet: Kur’ân’da yer alan her bir cümle beyan etmek: açıklamak, anlatmak binaen: dayanarak delâlet etmek: delil olmak, işaret etmek düstûr-u İlâhî: İlâhi kural, kanun ecdad: atalar, dedeler ehemmiyet: önem esaret: esirlik, tutsaklık fıtrat: yaratılış, mizaç fıtrî: doğal, yaratılıştan gelen gayr-ı fıtrî: yaratılışa uygun olmayan hakikatli: gerçek haşiye: dipnot hayat-ı içtimaiye: sosyal hayat hikmet: fayda, gaye | hilkaten: yaratılış gereği hüküm: kural iktidâen: uyarak iktiza etmek: gerektirmek ilâ âhir: sonuna kadar istinaden: dayanarak itikad: inanç ittifak: birleşme, fikir birliği kudsî: kutsal Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân Lâyiha-i Temyiz: mahkemelerce verilen bir kararın kanun ve usul yönünden incelenmesi için verilen dilekçe lem’a: parıltı mahkûm etmek: bir kişiyi cezalandırmak için hüküm vermek | medeniyet-i sefihe: insanları zevk ve eğlenceye yönelten medeniyet; Batı medeniyeti müdafaat: savunmalar muhalif: karşıt, zıt nakzetmek: bozmak nazik: ince, zarif nota: bildiri rûy-i zemin: yeryüzü tasdik: kabul etme, onaylama tefsir: yorumlama; Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan kitap tesettür: örtünme zarfında: içinde ziyade: çok, fazla |
yavrularını himaye edecek bir erkeğin himaye ve yardımına muhtaç bulunduğundan, kendini sevdirmek ve nefret ettirmemek ve istiskale mâruz kalmamak için fıtrî bir meyli var.
Hem kadınların on adetten altı yedisi, ya ihtiyardır, ya çirkindir ki, ihtiyarlığını ve çirkinliğini herkese göstermek istemezler. Ya kıskançtır, kendinden daha güzellere nisbeten çirkin düşmemek veya tecavüzden ve ittihamdan korkar; taarruza mâruz kalmamak ve kocası nazarında hıyanetle müttehem olmamak için, fıtraten tesettür isterler. Hattâ dikkat edilse, en ziyade kendini saklayan, ihtiyarlardır. Ve on adetten ancak iki üç tanesi bulunabilir ki, hem genç olsun, hem güzel olsun, hem kendini göstermekten sıkılmasın.
Malûmdur ki, insan sevmediği ve istiskal ettiği adamların nazarından sıkılır, müteessir olur. Elbette açık saçıklık kıyafetine giren güzel bir kadın, bakmasına hoşlandığı nâmahrem erkeklerden onda iki üçü varsa, yedi sekizinden istiskal eder. Hem tefahhuş ve tefessüh etmeyen bir güzel kadın, nazik ve serîütteessür olduğundan, maddeten tesiri tecrübe edilen, belki semlendiren pis nazarlardan elbette sıkılır. Hattâ işitiyoruz, açık saçıklık yeri olan Avrupa’da çok kadınlar, bu dikkat-i nazardan sıkılarak, “Bu alçaklar bizi göz hapsine alıp sıkıyorlar” diye polislere şekvâ ediyorlar. Demek, medeniyetin ref-i tesettürü hilâf-ı fıtrattır. Kur’ân’ın tesettür emri fıtrî olmakla beraber, o maden-i şefkat ve kıymettar birer refika-i ebediye olabilen kadınları, tesettür ile sukuttan, zilletten ve mânevî esaretten ve sefaletten kurtarıyor.
Hem kadınlarda ecnebî erkeklere karşı, fıtraten korkaklık, tahavvüf var. Tahavvüf ise, fıtraten, tesettürü iktiza ediyor. Çünkü, sekiz dokuz dakika bir zevki cidden acılaştıracak sekiz dokuz ay ağır bir veled yükünü zahmetle çekmekle beraber, hâmisiz bir veledin terbiyesiyle, sekiz dokuz sene, o sekiz dokuz dakika gayr-ı meşru zevkin belâsını çekmek ihtimali var. Ve kesretle vâki olduğundan, cidden şiddetle nâmahremlerden fıtratı korkar ve cibilliyeti sakınmak ister. Ve tesettürle, nâmahremin iştihasını açmamak ve tecavüzüne meydan vermemek, zayıf hilkati emreder ve kuvvetli ihtar eder. Ve bir siperi ve kalesi, çarşafı
http://www.erisale.com/#content.tr.3.318
Avrupa: (bk. bilgiler) belâ: büyük sıkıntı cibilliyet: yaratılıştan gelen huy, karakter cidden: gerçekten dikkat-i nazar: dikkatle bakmak ecnebî: yabancı esaret: esirlik, tutsaklık fıtrat: yaratılış, mizaç fıtraten: yaratılış açısından fıtrî: doğal, yaratılıştan gelen gayr-ı meşru: helâl olmayan, dine aykırı hâmisiz: koruyucusuz hilâf-ı fıtrat: yaratılışa ters hilkat: yaratılış himaye: koruma hıyanet: ihanet, hainlik ihtar etmek: uyarmak iktiza etmek: gerektirmek istiskal: hoşlanmama, yüz vermeme, küçümseme | ittiham: suçlama kesretle: çoklukla kıymettar: değerli maddeten: maddî olarak maden-i şefkat: şefkat kaynağı malûm: bilinen mâruz: bir şeyin karşısında ve tesiri altında kalma meyil: eğilim, istek müteessir olmak: üzülmek, etkilenmek müttehem: suçlanan nâmahrem: nikahlanmanın haram olmadığı kişi, yabancı nazar: bakış nazik: ince, zarif nisbeten: kıyasla ref-i tesettür: tesettürün kaldırılması refika-i ebediye: sonsuz hayatta hayat arkadaşı olacak kadın sefalet: perişanlık, yoksulluk | şekvâ etmek: şikâyet etmek semlendiren: zehirleyen, kirleten serîütteessür: çabuk üzülen, çabuk ve kolay etkilenen sukut: alçalma, düşüş taarruz: saldırı tahavvüf: korkuya düşme, korkma tecavüz: saldırı, sataşma tecrübe etmek: denemek tefahhuş: fuhşa girme, ahlâksızlık tefessüh etmek: bozulmak tesettür: örtünme vâki olmak: meydana gelmek veled: evlat, çocuk zillet: hor ve hakir duruma düşme ziyade: çok, fazla |
olduğunu gösteriyor. Mesmûâtıma göre, merkez ve payitaht-ı hükûmette, çarşı içinde, gündüzde, ahalinin gözleri önünde, gayet âdi bir kundura boyacısı, dünyaca rütbeten büyük bir adamın açık bacaklı karısına bilfiil sarkıntılık etmesi, tesettür aleyhinde olanların hayâsız yüzlerine bir şamar vuruyor!
İKİNCİ HİKMET
Kadın ve erkek ortasında gayet esaslı ve şiddetli münasebet, muhabbet ve alâka, yalnız dünyevî hayatın ihtiyacından ileri gelmiyor. Evet, bir kadın, kocasına yalnız hayat-ı dünyeviyeye mahsus bir refika-i hayat değildir. Belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayattır.
Madem hayat-ı ebediyede dahi kocasına refika-i hayattır; elbette, ebedî arkadaşı ve dostu olan kocasının nazarından gayrı, başkasının nazarını kendi mehâsinine celb etmemek ve onu darıltmamak ve kıskandırmamak lâzım gelir. Madem mü’min olan kocası, sırr-ı imana binaen, onunla alâkası hayat-ı dünyeviyeye münhasır ve yalnız hayvânî ve güzellik vaktine mahsus, muvakkat bir muhabbet değil, belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayat noktasında esaslı ve ciddî bir muhabbetle, bir hürmetle alâkadardır. Hem yalnız gençliğinde ve güzellik zamanında değil, belki ihtiyarlık ve çirkinlik vaktinde dahi o ciddî hürmet ve muhabbeti taşıyor. Elbette ona mukabil, o da kendi mehâsinini onun nazarına tahsis ve muhabbetini ona hasretmesi, mukteza-yı insaniyettir. Yoksa pek az kazanır, fakat pek çok kaybeder.
Şer’an koca, karıya küfüv olmalı, yani, birbirine münasip olmalı. Bu küfüv ve denk olmak, en mühimi, diyanet noktasındadır.
Ne mutlu o kocaya ki, kadınının diyanetine bakıp taklit eder; refikasını hayat-ı ebediyede kaybetmemek için mütedeyyin olur.
Bahtiyardır o kadın ki, kocasının diyanetine bakıp “Ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim” diye takvâya girer.
Veyl o erkeğe ki, saliha kadınını ebedî kaybettirecek olan sefahete girer.
http://www.erisale.com/#content.tr.3.319
âdi: basit, sıradan ahali: halk alâkadar: alakalı, ilgili aleyhinde: karşısında bahtiyar: talihli, mutlu bilfiil: fiilen, uygulamaya koyarak binaen: dayanarak celb etmek: çekmek ciddî: gerçek diyanet: dindarlık dünyevî: dünya ile ilgili ebedî: sonsuz esaslı: köklü gayr: hariç, başka hasretmek: yalnız birşeye mahsus kılma, yalnız birşeye kullanma hayâsız: utanmaz hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı hayat-ı ebediye: sonsuz hayat, âhiret hayatı hayvânî: hayvansal, cismanî özellik | hikmet: fayda, gaye hürmet: saygı küfüv olmak: denk, uygun olmak mahsus: has, özel mehâsin: güzellikler mesmûât: işitilenler, duyulanlar mü’min: Allah’a inanan muhabbet: sevgi mühim: önemli mukabil: karşılık mukteza-yı insaniyet: insanlığın gereği münasebet: bağlantı, ilişki münasip olmak: uygun olmak münhasır: ait, sınırlı mütedeyyin: dinin emirlerini eksiksiz yerine getiren, dindar muvakkat: gelip geçici nazar: bakış payitaht-ı hükûmet: başkent | refika: eş, hanım refika-i hayat: hayat arkadaşı, eş rütbeten: rütbece saliha: dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden, Allah’ın sevgili kulu olan kadın şamar: tokat sefahet: yasak zevk ve eğlenceye düşkünlük şer’an: şeriat hükmünce, dine göre sırr-ı iman: iman sırrı tahsis: özel olarak belirleme takvâ: Allah’ın emirlerini tutup, günahlardan sakınmak tesettür: örtünme veyl: yazık |
Ne bedbahttır o kadın ki, müttakî kocasını taklit etmez, o mübarek ebedî arkadaşını kaybeder.
Binler veyl o iki bedbaht zevc ve zevceye ki, birbirinin fıskını ve sefahetini taklit ediyorlar, birbirine ateşe atılmasında yardım ediyorlar.
ÜÇÜNCÜ HİKMET
Bir ailenin saadet-i hayatiyesi, koca ve karı mâbeyninde bir emniyet-i mütekabile ve samimî bir hürmet ve muhabbetle devam eder. Tesettürsüzlük ve açık saçıklık, o emniyeti bozar, o mütekabil hürmet ve muhabbeti de kırar. Çünkü, açık saçıklık kılığına giren on kadından ancak bir tanesi bulunur ki, kocasından daha güzeli görmediğinden, kendini ecnebîye sevdirmeye çalışmaz. Dokuzu, kocasından daha iyisini görür. Ve yirmi adamdan ancak bir tanesi, karısından daha güzelini görmüyor. O vakit o samimî muhabbet ve hürmet-i mütekabile gitmekle beraber, gayet çirkin ve gayet alçakça bir his uyandırmaya sebebiyet verebilir. Şöyle ki:
İnsan, hemşire misilli mahremlerine karşı fıtraten şehvânî his taşıyamıyor. Çünkü mahremlerin simaları, karâbet ve mahremiyet cihetindeki şefkat ve muhabbet-i meşruayı ihsas ettiği cihetle, nefsî, şehvânî temâyülâtı kırar. Fakat bacaklar gibi şer’an mahremlere de göstermesi caiz olmayan yerlerini açık saçık bırakmak, süflî nefislere göre, gayet çirkin bir hissin uyanmasına sebebiyet verebilir. Çünkü mahremin siması mahremiyetten haber verir ve nâmahreme benzemez. Fakat meselâ açık bacak, mahremin gayrıyla müsavidir. Mahremiyeti haber verecek bir alâmet-i farikası olmadığından, hayvânî bir nazar-ı hevesi, bir kısım süflî mahremlerde uyandırmak mümkündür. Böyle nazar ise, tüyleri ürpertecek bir sukut-u insaniyettir!
DÖRDÜNCÜ HİKMET
Malûmdur ki, kesret-i nesil, herkesçe matluptur. Hiçbir millet ve hükûmet
http://www.erisale.com/#content.tr.3.320
alâmet-i farika: ayırt edici işaret bedbaht: talihsiz, bahtsız caiz olmayan: dinen izin verilmeyen cihet: yön ebedî: sonsuz ecnebî: yabancı emniyet: güven, korkusuzluk emniyet-i mütekabile: karşılıklı güven fısk: günah fıtraten: yaratılış itibariyle gayr: diğer, başkası, yabancı hayvânî: hayvansal hemşire: kız kardeş hikmet: sebep, ince sır hükûmet: idare, yönetim hürmet: saygı hürmet-i mütekabile: karşılıklı saygı göstermek ihsas etmek: hissettirmek karâbet: yakınlık kesret-i nesil: neslin çokluğu | mâbeyn: ara, iki şeyin arası mahrem: nikâh düşmeyen, evlenilmesi haram olan mahremiyet: mahremlik, nikâh düşmeme özelliği malûm: bilinen matlup: istenen, talep edilen misilli: benzeri, gibi mübarek: hayırlı muhabbet: sevgi muhabbet-i meşrua: dine uygun, helâl sevgi müsavi: eşit, denk mütekabil: karşılıklı müttakî: takva sahibi, Allah’tan korkup emir ve yasaklarını titizlikle uyan nâmahrem: nikahlanmanın haram olmadığı kişi, yabancı nazar: bakış nazar-ı heves: arzulu bakış nefis: insanı kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu | nefsî: nefisle ilgili saadet-i hayatiye: hayat mutluluğu sebebiyet: sebep olma sefahet: zevk ve eğlenceye düşkünlük şefkat: içten ve karşılık beklemeden duyulan merhamet, sevgi şehvânî: şehvetle ilgili, nefsânî arzularla ilgili şer’an: şeriat hükmünce, şeriata göre sima: yüz süflî: alçak, âdi sukut-u insaniyet: insanlığın alçalışı temâyülât: eğilimler tesettürsüzlük: açık saçıklık veyl: yazık zevc: erkek eş, koca zevce: eş, hanım |
yoktur ki, kesret-i tenasüle taraftar olmasın. Hattâ Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş:
تَنَاكَحُوا تَكَاثَرُوا فَاِنِّى اُبَاهِى بِكُمُ اْلاُمَمَ 1
(ev kemâ kàl.) Yani, “İzdivaç ediniz, çoğalınız. Ben kıyamette sizin kesretinizle iftihar edeceğim.”
Halbuki tesettürün ref’i, izdivacı teksir etmeyip çok azaltıyor. Çünkü, en serseri ve asrî bir genç dahi refika-i hayatını namuslu ister. Kendi gibi asrî, yani açık saçık olmasını istemediğinden bekâr kalır, belki de fuhşa sülûk eder.
Kadın öyle değil; o derece kocasını inhisar altına alamaz. Çünkü kadının—aile hayatında müdir-i dahilî olmak haysiyetiyle kocasının bütün malına, evlâdına ve herşeyine muhafaza memuru olduğundan—en esaslı hasleti sadakattir, emniyettir. Açık saçıklık ise, bu sadakati kırar, kocası nazarında emniyeti kaybeder, ona vicdan azabı çektirir. Hattâ erkeklerde iki güzel haslet olan cesaret ve sehâvet kadınlarda bulunsa, bu emniyete ve sadakate zarar olduğu için, ahlâk-ı seyyiedendir, kötü haslet sayılırlar. Fakat kocasının vazifesi, ona hazinedarlık ve sadakat değil, belki himâyet ve merhamet ve hürmettir.Onun için, o erkek inhisar altına alınmaz, başka kadınları da nikâh edebilir.
Memleketimiz Avrupa’ya kıyas edilmez. Çünkü orada, düello gibi çok şiddetli vasıtalarla, açık saçıklık içinde namus bir derece muhafaza edilir. İzzet-i nefis sahibi birisinin karısına pis nazarla bakan, boynuna kefenini takar, sonra bakar. Hem memâlik-i bâride olan Avrupa’daki tabiatlar, o memleket gibi bârid ve câmiddirler. Bu Asya, yani âlem-i İslâm kıt’ası, ona nisbeten memâlik-i harredir. Malûmdur ki, muhitin, insanın ahlâkı üzerinde tesiri vardır. O bârid memlekette, soğuk insanlarda hevesât-ı hayvâniyeyi tahrik etmek ve iştahı açmak için
Dipnot-1
el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 3:269, no: 3366; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1021.
http://www.erisale.com/#content.tr.3.321
ahlâk-ı seyyie: kötü ahlâk âlem-i İslâm kıtası: İslâm dünyasının üzerinde bulunduğu bölge Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun asrî: çağdaş, modern Asya: (bk. bilgiler) Avrupa: (bk. bilgiler) azab: sıkıntı bârid: soğuk câmid: cansız, donuk düello: iki kişi arasında, tanıklar önünde yapılan silâhlı vuruşma emniyet: güven, korkusuzluk esaslı: köklü ev kemâ kâl: veya söylediği gibi evlâd: çocuklar ferman etmek: buyurmak fuhş: çok çirkin, aşağılık, helâl olmayan iş haslet: huy, özellik | haysiyet: özellik hazinedarlık: hazine bekçiliği hevesât-ı hayvâniye: hayvansal hisler, arzular himâyet: koruma altına alma hürmet: saygı iftihar etmek: övünmek inhisar: sınırlandırma, kontrol izdivac: evlenme izdivaç etmek: evlenmek izzet-i nefis: onur, öz saygı kesret: çokluk kesret-i tenasül: neslin çoğalması kıyamet: dünyanın yıkılıp, âhiret hayatının başlaması malûm: bilinen memâlik-i bâride: soğuk memleketler memâlik-i harre: sıcak memleketler merhamet: acıma, şefkat müdir-i dahilî: iç işleri yöneten | muhafaza: koruma, saklama muhit: coğrafî bölge, doğal çevre nazarında: gözünde, düşüncesinde nikâh etmek: evlenmek nisbeten: kıyasla ref’: ortadan kaldırma refika-i hayat: hayat arkadaşı, eş Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) sadakat: bağlılık sehâvet: cömertlik sülûk etmek: yönelmek, bir yola girmek tabiat: insanların genel yapısı tahrik etmek: harekete geçirmek teksir etmek: çoğaltmak tesettür: örtünme tesir: etki vasıta: araç |
açık saçıklık belki çok sû-i istimâlâta ve isrâfâta medar olmaz. Fakat seriütteessür ve hassas olan memâlik-i harredeki insanların hevesât-ı nefsâniyesini mütemadiyen tehyiç edecek açık saçıklık, elbette çok sû-i istimâlâta ve isrâfâta ve neslin zaafiyetine ve sukut-u kuvvete sebeptir. Bir ayda veya yirmi günde ihtiyac-ı fıtrîye mukabil, her birkaç günde kendini bir israfa mecbur zanneder. O vakit, her ayda on beş gün kadar hayız gibi arızalar münasebetiyle kadından tecennüp etmeye mecbur olduğundan, nefsine mağlûp ise fuhşiyata da meyleder.
Şehirliler, köylülere, bedevîlere bakıp tesettürü kaldıramaz. Çünkü köylerde, bedevîlerde, derd-i maişet meşgalesiyle ve bedenen çalışmak ve yorulmak münasebetiyle, hem şehirlilere nisbeten nazar-ı dikkati az celb eden, mâsûme işçi ve bir derece kaba kadınların kısmen açık olmaları, hevesât-ı nefsâniyeyi tehyice medar olamadığı gibi, serseri ve işsiz adamlar az bulunduğundan, şehirdeki mefâsidin onda biri onlarda bulunmaz. Öyleyse onlara kıyas edilmez.
http://www.erisale.com/#content.tr.3.322
bedevî: çölde yaşayan, göçebe derd-i maişet: geçim derdi fuhşiyat: dinen yasaklanan ve haram sayılan davranışlar hassas: duyarlı hayız: kadınların âdet, kanama hâli hevesât-ı nefsaniye: nefsin hevesleri, arzu ve istekleri ihtiyac-ı fıtrî: yaratılıştan gelen doğal ihtiyaç isrâfât: israflar, lüzumsuz yere kullanmalar kısmen: bir miktar kıyas etmek: karşılaştırmak | mağlûp: yenik düşen mâsûme: masum ve günahsız olan medar olmak: sebep olmak, vesile olmak mefâsid: ahlâkı bozan şeyler memâlik-i harre: sıcak memleketler meşgale: meşguliyet, çalışma meyletmek: eğilim göstermek mukabil: karşılık münasebetiyle: vesilesiyle, sebebiyle mütemadiyen: sürekli olarak nazar-ı dikkat: dikkati celb eden; dikkat çeken nefis: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu | nesil: soy nisbeten: kıyasla seriütteessür: çabuk ve kolay etkilenen sû-i istimâlât: kötüye kullanmalar sukut-u kuvvet: kuvvetten düşme tecennüp etmek: sakınmak, uzak durmak tehyiç etmek: harekete geçirmek, heyecanlandırmak tesettür: örtünme zaafiyet: zayıflık, güçsüzlük |
Ders Dünyası - WORLD OF COURSES sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.