https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Bir kavle göre, Kitâb-ı Mübîn, Kur’ân’dan ibarettir. Yaş ve kuru herşey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime beyan ediyor. Öyle mi?” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden Yirminci Söz İkinci Makam.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Yirminci Sözün İkinci Makamı
Mu’cizât-ı enbiya yüzünde parlayan bir lem’a-i i’câz-ı Kur’ân
(Âhirdeki iki sual ve iki cevaba dikkat et.)
وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ 1
ON DÖRT SENE EVVEL (şimdi otuz seneden geçti)2, şu âyetin bir sırrına dair, İşârâtü’l-İ’câz namındaki tefsirimde, Arabiyyü’l-ibâre bir bahis yazmıştım. Şimdi, arzuları bence ehemmiyetli olan iki kardeşim, o bahse dair Türkçe olarak bir parça izah istediler. Ben de Cenâb-ı Hakkın tevfikine itimaden ve Kur’ân’ın feyzine istinaden diyorum ki:
Bir kavle göre, Kitâb-ı Mübîn, Kur’ân’dan ibarettir. Yaş ve kuru herşey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime beyan ediyor. Öyle mi? Evet, herşey içinde bulunur. Fakat herkes herşeyi içinde göremez. Zira muhtelif derecelerde bulunur. Bazan çekirdekleri, bazan nüveleri, bazan icmalleri, bazan düsturları, bazan alâmetleri, ya sarahaten, ya işareten, ya remzen, ya ibhâmen, ya ihtar tarzında bulunurlar. Fakat ihtiyaca göre ve maksad-ı Kur’ân’a münasip bir tarzda ve iktizâ-yı makam münasebetinde, şu tarzların birisiyle ifade ediliyor. Ezcümle:
Beşerin san’at ve fen cihetindeki terakkiyatlarının neticesi olan havârık-ı san’at ve garâib-i fen olarak tayyare, elektrik, şimendifer, telgraf gibi şeyler vücuda gelmiş ve beşerin hayat-ı maddiyesinde en büyük mevki almışlar. Elbette, umum nev-i beşere hitap eden Kur’ân-ı Hakîm, şunları mühmel bırakmaz. Evet, bırakmamış, iki cihetle onlara da işaret etmiştir.
Birinci cihet: Mu’cizât-ı enbiya suretiyle.
İkinci kısım şudur ki: Bazı hâdisât-ı tarihiye suretinde işaret eder. Ezcümle:
Dipnot-1
“Ne yaş, ne de kuru hiçbir şey yoktur ki, ap açık bir kitapta yazılmış olmasın.” En’âm Sûresi, 6:59.
Dipnot-2
Bu ifade 1957 senesine aittir.
âhir: son (bk. e-ḫ-r) alâmet: işaret Arabiyyü’l-ibâre: Arapça yazılmış yazı beşer: insan beyan: açıklama (bk. b-y-n) düstur: prensip, kural ezcümle: özetle, böylece fen: bilim dalı feyz: ilham, bereket ve ilim bolluğu (bk. f-y-ḍ) garâib-i fen: ilimdeki şaşırtıcı ve hayret verici şeyler hâdisât-ı tarihiye: tarihî olaylar havârık-ı san’at: san’at harikaları (bk. ṣ-n-a) hayat-ı maddiye: maddî hayat ibhâmen: üstü kapalı olarak icmal: kısaca, özet olarak (bk. c-m-l) | ihtar: hatırlatma iktizâ-yı makam: makamın gereği istinaden: dayanarak (bk. ṣ-n-d) itimaden: güvenerek izah: açıklama kavl: söz Kitab-ı Mübîn: herşeyin açıkça yazılı olduğu, Allah katındaki kitap (bk. k-t-b; b-y-n) Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m) lem’a-i i’câz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın mu’cizelik parıltısı (bk. a-c-z) maksad-ı Kur’ân: Kur’ân’ın maksadı (bk. ḳ-ṣ-d) mu’cizât-ı enbiya: peygamberlerin mu’cizeleri (bk. a-c-z; n-b-e) | mühmel bırakmak: ihmal etmek muhtelif: çeşitli münasebet: ilişki, bağlantı (bk. n-s-b) münasip: uygun (bk. n-s-b) nev-i beşer: insanlık nüve: çekirdek remzen: işareten sarahaten: açıkça şimendifer: tren sır: gizem, gizli gerçek suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r) tayyare: uçak tefsir: Kur’ân’ın mânâ bakımından açıklaması, yorumu (bk. f-s-r) terakkiyat: ilerlemeler tevfik: yardım umum: bütün vücuda gelme: var olma (bk. v-c-d) |
قُتِلَ اَصْحَابُ اْلاُخْدُودِ اَلنَّارِذَاتِ الْوَقُودِ اِذْ هُمْ عَلَيْهَا قُعُودٌ وَهُمْ عَلٰى مَا يَفْعَلُونَ بِالْمُؤْمِنِينَ شُهُودٌ وَمَا نَقَمُوا مِنْهُمْ اِلاَّۤ اَنْ يُؤْمِنُوا بِاللهِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ 1
HAŞİYE-1
Kezâ
فِى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ وَخَلَقْنَا لَهُمْ مِنْ مِثْلِهِ مَا يَرْكَبُونَ 2
gibi âyetlerle şimendifere işaret ettiği gibi,
اَللهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكٰوةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ اَلْمِصْبَاحُ فِى زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّىٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ
HAŞİYE-2
لاَ شَرْقِيَّةٍ وَلاَ غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِۤئُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ عَلٰى نُورٍ يَهْدِي اللهُ لِنُورِهِ مَنْ يَشَۤاءُ 3
âyeti, pek çok envâra, esrâra işaretle beraber, elektriğe dahi remzediyor.
Şu ikinci kısım, hem çok zatlar onlarla uğraştığından, hem çok dikkat ve izaha muhtaç olduğundan ve hem çok olduğundan, şimdilik şimendifer ve elektriğe işaret eden şu âyetlerle iktifâ edip o kapıyı açmayacağım.
Birinci kısım ise, mu’cizât-ı enbiya suretinde işaret ediyor. Biz dahi o kısımdan bazı nümuneleri misal olarak zikredeceğiz.
Mukaddime
İşte, Kur’ân-ı Hakîm, enbiyaları, insanın cemaatlerine terakkiyât-ı mâneviye cihetinde birer pişdar ve imam gönderdiği gibi, yine insanların terakkiyât-ı maddiye
Dipnot-1
“Uhdud Ashabına lânet olundu. Onlar tutuşturdukları ateşin karşısına oturur, mü’minlere yaptıkları işkenceyi seyrederlerdi. O mü’minlerden intikam almalarının sebebi ise, kudreti herşeye galip olan ve her türlü övgüye lâyık bulunan Allah’a iman etmiş olmalarından başka birşey değildi.” Burûc Sûresi, 85:4-8.
Dipnot-2
“Onlar için bir delil de, insan neslini, dolu gemilerde taşımamız ve bunun gibi daha nice binekleri onlar için yaratmış olmamızdır.” Yâsin Sûresi, 36:41-42.
Haşiye-1
Şu cümle işaret ediyor ki, şimendiferdir; âlem-i İslâmı esaret altına almıştır. Kâfirler onunla İslâmı mağlûp etmiştir.
Haşiye-2
يَكَادُ زَيْتُهَا يُض۪ٓئُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ ﱬ نُورٍ
(Nur Sûresi, 24:35) cümlesi, o remzi ışıklandırıyor.
Dipnot-3
“Allah göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun misali, bir lâmba yuvası gibidir ki, onda bir kandil vardır. Kandil de cam fanus içindedir. Cam fanus ise, inci gibi parlayan bir yıldıza benzer ki, ne doğuya, ne de batıya ait olmayan mübarek bir ağacın yakıtından tutuşturulur. Onun yakıtı, kendisine ateş dokunmasa bile ışık verecek kabiliyettedir. O nur üstüne nurdur. Allah dilediğini nuruna kavuşturur.” Nur Sûresi, 24:35.
âlem-i İslâm: İslâm dünyası (bk. a-l-m; s-l-m) enbiya: peygamberler (bk. n-b-e) envâr: nurlar (bk. n-v-r)esrâr: sırlar, gizli hakikatler haşiye: dipnot, açıklayıcı not iktifa: yetinme | Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m) mu’cizât-ı enbiya: peygamberlerin mu’cizeleri (bk. a-c-z; n-b-e) mukaddime: başlangıç, giriş (bk. ḳ-d-m) | pişdar: öncü remz: işaret şimendifer: tren terakkiyat-ı maddiye: maddî ilerlemeler terakkiyat-ı mâneviye: mânevî ilerlemeler (bk. a-n-y) zikretmek: bildirmek, belirtmek |
suretinde dahi, o enbiyanın herbirisinin eline bazı harikalar verip yine o insanlara birer ustabaşı ve üstad etmiştir; onlara mutlak olarak ittibâa emrediyor.
İşte, enbiyaların mânevî kemâlâtını bahsetmekle insanları onlardan istifadeye teşvik ettiği gibi, mu’cizatlarından bahis dahi, onların nazirelerine yetişmeye ve taklitlerini yapmaya bir teşviki işmam ediyor. Hattâ denilebilir ki, mânevî kemâlât gibi, maddî kemâlâtı ve harikaları dahi, en evvel mu’cize eli nev-i beşere hediye etmiştir. İşte, Hazret-i Nuh’un (aleyhisselâm) bir mu’cizesi olan sefine ve Hazret-i Yusuf’un (aleyhisselâm) bir mu’cizesi olan saati, en evvel beşere hediye eden, dest-i mu’cizedir. Bu hakikate lâtif bir işarettir ki, san’atkârların ekseri, herbir san’atta birer peygamberi pîr ittihaz ediyor. Meselâ gemiciler Hazret-i Nuh’u (aleyhisselâm), saatçiler Hazret-i Yusuf’u (aleyhisselâm), terziler Hazret-i İdris’i (aleyhisselâm)…
Evet, madem Kur’ân’ın herbir âyeti çok vücuh-u irşadî ve müteaddit cihât-ı hidayeti olduğunu ehl-i tahkik ve ilm-i belâğat ittifak etmişler. Öyle ise, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın en parlak âyetleri olan mu’cizât-ı enbiya âyetleri, birer hikâye-i tarihiye olarak değil; belki onlar çok maânî-yi irşâdiyeyi tazammun ediyorlar. Evet, mu’cizât-ı enbiyayı zikretmesiyle, fen ve san’at-ı beşeriyenin nihayet hududunu çiziyor. En ileri gayâtına parmak basıyor. En nihayet hedeflerini tayin ediyor. Beşerin arkasına dest-i teşviki vurup o gayeye sevk ediyor. Zaman-ı mazi, zaman-ı müstakbel tohumlarının mahzeni ve şuûnâtının âyinesi olduğu gibi; müstakbel dahi, mazinin tarlası ve ahvâlinin âyinesidir. Şimdi, misal olarak, o çok vâsi menbadan yalnız birkaç nümunelerini beyan edeceğiz.
Meselâ, Hazret-i Süleyman aleyhisselâmın bir mu’cizesi olarak teshir-i havayı beyan eden
وَلِسُلَيْمٰنَ الرِّيحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌ 1
âyeti, “Hazret-i Süleyman, bir günde havada tayeran ile iki aylık bir mesafeyi kat’ etmiştir” der.
Dipnot-1
“Rüzgârı da Süleyman’a boyun eğdirdik ki, sabahtan bir aylık, öğleden sonra da bir aylık yol giderdi.” Sebe’ Sûresi, 34:12.
ahval: durumlar Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m) âyine: aynabeşer: insan beyan: açıklama (bk. b-y-n) cihât-ı hidayet: doğru yola götüren yönler (bk. h-d-y) dest-i mu’cize: mu’cize eli (bk. a-c-z) dest-i teşvik: teşvik eli ehl-i tahkik: gerçeği araştıranlar (bk. ḥ-ḳ-ḳ) ekser: çoğunluk (bk. k-s̱-r) enbiya: peygamberler (bk. n-b-e) evvel: önce fen ve san’at-ı beşeriye: insanlara ait bilim ve sanat (bk. ṣ-n-a) gayât: gayeler hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) Hazret-i İdris: (bk. bilgiler) Hazret-i Nuh: (bk. bilgiler) Hazret-i Süleyman: (bk. bilgiler) | Hazret-i Yusuf: (bk. bilgiler) hikâye-i tarihiye: tarihî hikâye hudut: sınır ilm-i belâğat: belâğat ilmi (bk. a-l-m; b-l-ğ) işmam: koklatma, hissettirme ittibâ: uymak ittifak etmek: birleşmek ittihaz etmek: edinmek kat’ etmek: aşmak kemâlât: üstünlükler (bk. k-m-l) Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: ifade ve açıklamalarıyla mu’cize olan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n) lâtif: ince, hoş, güzel (bk. l-ṭ-f) maânî-yi irşâdiye: doğru yolu gösteren ifadeler (bk. a-n-y; r-ş-d) mahzen: depo mazi: geçmiş menba: kaynak mu’cizat: mu’cizeler (bk. a-c-z) mu’cizat-ı enbiya: peygamberlerin mu’cizeleri (bk. a-c-z; n-b-e) | mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z) müstakbel: gelecek müteaddit: çeşitli mutlak: kayıtsız, sınırsız (bk. ṭ-l-ḳ) nazire: benzer (bk. n-ẓ-r) nev-i beşer: insanlık nihayet: son pîr: önder sefine: gemi suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r) şuûnat: haller, hadiseler (bk. ş-e-n) tayeran: uçma tazammun etmek: içine almak teshir-i hava: havaya hükmetme vâsi: geniş vücuh-u irşadî: doğru yolu gösterici yönler (bk. r-ş-d) zaman-ı mazi: geçmiş zaman zaman-ı müstakbel: gelecek zaman zikretmek: anmak, b |
İşte, bunda işaret ediyor ki: Beşere yol açıktır ki, havada böyle bir mesafeyi kat’ etsin. Öyle ise, ey beşer! Madem sana yol açıktır; bu mertebeye yetiş ve yanaş.
Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisanıyla mânen diyor: “Ey insan! Bir abdim hevâ-i nefsini terk ettiği için havaya bindirdim. Siz de nefsin tembelliğini bırakıp bazı kavânîn-i âdetimden güzelce istifade etseniz, siz de binebilirsiniz.”
Hem Hazret-i Mûsâ aleyhisselâmın bir mu’cizesini beyan eden
فَقُلْنَا اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ فَانْفَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًا 1
ilh.; bu âyet işaret ediyor ki, zemin tahtında gizli olan rahmet hazinelerinden, basit aletlerle istifade edilebilir. Hattâ taş gibi bir sert yerde, bir asâ ile âb-ı hayat celb edilebilir. İşte, şu âyet, bu mânâ ile beşere der ki: Rahmetin en lâtif feyzi olan âb-ı hayatı, bir asâ ile bulabilirsiniz. Öyle ise haydi, çalış, bul.
Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisan-ı remziyle, mânen diyor ki: “Ey insan! Madem Bana itimat eden bir abdimin eline öyle bir asâ veriyorum ki, her istediği yerde âb-ı hayatı onunla çeker. Sen de benim kavânîn-i rahmetime istinat etsen, şöyle ona benzer veyahut ona yakın bir aleti elde edebilirsin. Haydi, et!”
İşte, beşer terakkiyâtının mühimlerinden birisi, bir aletin icadıdır ki, ekser yerlerde vurulduğu vakit suyu fışkırtıyor. Şu âyet, ondan daha ileri nihâyât ve gayât-ı hududunu çizmiştir. Nasıl ki evvelki âyet, şimdiki halihazır tayyareden çok ileri nihayetlerinin noktalarını tayin etmiştir.
Hem meselâ, Hazret-i İsâ aleyhisselâmın bir mu’cizesine dair:
وَ اُبْرِئُ اْلاَكْمَهَ وَاْلاَبْرَصَ وَاُحْيِى الْمَوْتٰى بِاِذْنِ اللهِ 2
Kur’ân, Hazret-i İsâ aleyhisselâmın nasıl ahlâk-ı ulviyesine ittibâa beşeri sarihan teşvik eder. Öyle de, şu elindeki san’at-ı âliyeye ve tıbb-ı Rabbânîye remzen tergib ediyor. İşte, şu âyet işaret ediyor ki, en müzmin dertlere dahi derman bulunabilir. Öyle ise, ey insan ve ey musibetzede benî Âdem! Meyus olmayınız. Her dert, ne olursa olsun, dermanı mümkündür. Arayınız, bulunuz. Hattâ ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür.
Dipnot-1
“Mûsâ’ya ‘Vur asânı taşa’ buyurduk. Asâsını vurduğu yerden, on iki pınar fışkırıverdi.” Bakara Sûresi, 2:60.
Dipnot-2
“Allah’ın izniyle, anadan doğma körleri ve alaca hastalığına tutulanları iyileştirir ve ölüleri diriltirim.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:49.
âb-ı hayat: hayat suyu (bk. ḥ-y-y) abd: kul (bk. a-b-d) ahlâk-ı ulviye: yüksek ahlâk (bk. ḫ-l-ḳ) Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m) asâ: benî Âdem: Âdemoğulları, insanlar beşer: insan beyan: açıklama (bk. b-y-n celb etmek: çekmek ekser: pek çok (bk. k-s̱-r) evvelki: önceki feyz: bereket, nimet (bk. f-y-ḍ) gâyât-ı hudud: en son sınırlar halihazır: halen var olan Hazret-i İsâ: (bk. bilgiler) Hazret-i Mûsâ: (bk. bilgiler) | hevâ-i nefs: kabiliyet ve duyguları nefsin yasak arzu ve isteklerinin emrine verme (bk. h-v-y; n-f-s) icad: yapma, meydana getirme (bk. v-c-d) istinat: dayanma (bk. s-n-d) ittibâ: uyma kat etmek: aşmak, kesmek kavânin-i âdet: Allah’ın kâinata koyduğu tabiat kanunları (bk. ḳ-n-n) kavânin-i rahmet: rahmet kanunları (bk. ḳ-n-n; r-ḥ-m) lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f) lisan: dil lisan-ı remz: işaret dili mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y) | meyus: ümitsiz musibetzede: felâkete uğramış muvakkat: geçici müzmin: iyice yerleşmiş, kronik nihâyât: sonlar nihayet: son rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m) remzen: işareten san’at-ı âliye: yüksek san’at (bk. ṣ-n-a) sarihan: açık şekilde tayyare: uçak terakkiyat: ilerlemeler tergib etmek: rağbet uyandırmak tıbb-ı Rabbânî: Allah’ın Rablığına ait olan tıb ilmi (bk. r-b-b) zemin tahtı: yer altı |
Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisan-ı işaretiyle, mânen diyor ki: “Ey insan! Benim için dünyayı terk eden bir abdime iki hediye verdim: biri mânevî dertlerin dermanı, biri de maddî dertlerin ilâcı. İşte, ölmüş kalbler nur-u hidayetle diriliyor. Ölmüş gibi hastalar dahi onun nefesiyle ve ilâcıyla şifa buluyor. Sen de Benim eczahane-i hikmetimde her derdine deva bulabilirsin. Çalış, bul. Elbette ararsan bulursun.”
İşte, beşerin tıp cihetindeki şimdiki terakkiyâtından çok ilerideki hududunu şu âyet çiziyor ve ona işaret ediyor ve teşvik yapıyor.
abd: kul (bk. a-b-d) Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m) benî Âdem: Âdemoğulları, insanlar beşer: insan Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) eczahane-i hikmet: fayda ve şifa eczahanesi (bk. ḥ-k-m) ekser: pek çok (bk. k-s̱-r) evâmir-i teklifiye: Allah’ın kullarını uymakla yükümlü tuttuğu emirler fasletmek: ayırmak fazl: fazilet, üstünlük, erdem (bk. f-ḍ-l) hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) | hâkim: idareci, hükümdâr (bk. ḥ-k-m) halife: yeryüzünde Allah namına hareket eden insan (bk. ḫ-l-f) halife-i zemin: yeryüzü halifesi (bk. ḫ-l-f) hayat-ı içtimaiye: toplum hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a) Hazret-i Dâvud: (bk. bilgiler) Hazret-i Süleyman: (bk. bilgiler) hikmet: herşeyin bir gayeye yönelik olarak, anlamlı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) kemâl-i vuzuh: tam bir açıklık (bk. k-m-l) lisan-ı işaret: işaret dili mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y) | medar: sebep, vesile nimet-i İlâhiye: Allah’ın nimeti (bk. n-a-m; e-l-h) nuhâs: bakır nur-u hidayet: doğru ve hak yolu gösterme nuru (bk. n-v-r; h-d-y) resul: peygamber (bk. r-s-l) sanayi-i beşeriye: insanlığa ait san’atlar, endüstri (bk. ṣ-n-a) sanayi-i umumiye: genel sanayi, endüstri (bk. ṣ-n-a) sarihan: açık şekilde telyîn-i hadid: demirin yumuşatılması terakkiyat: ilerlemeler tergib: rağbet uyandırma |
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirminci Söz, İkinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
http://www.erisale.com/#content.tr.1.342
https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirminci-soz/ikinci-makam/342
CUMARTESİ DERSLERİ
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
CUMARTESİ DERSLERİ
13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır
13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı
13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret
12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas
12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas
12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas
11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2
10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat
10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat
10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat
10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat
10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat
10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat
10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat
10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat
10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat
10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat
10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat
10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat
10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .
10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret
10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler
9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte
9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler
Ders Dünyası - WORLD OF COURSES sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
“Bir kavle göre, Kitâb-ı Mübîn, Kur’ân’dan ibarettir. Yaş ve kuru herşey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime beyan ediyor. Öyle mi? – Cumartesi Dersleri 20. 4.” için bir yanıt