KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan On Üçüncü Sözün İkinci Makamı bu haftaki Cumartesi Dersinin konusunu oluşturuyor.
On Üçüncü Sözün İkinci Makamı
Cazibedar bir fitne içinde bulunan ve daha aklını kaybetmeyen bazı gençlerle bir muhaveredir.
BİR KISIM GENÇLER tarafından, şimdiki aldatıcı ve cazibedar lehviyat ve hevesatın hücumları karşısında, “Âhiretimizi ne suretle kurtaracağız?” diye, Risale-i Nur’dan medet istediler. Ben de Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsi namına onlara dedim ki:
Kabir var; hiç kimse inkâr edemez. Herkes, ister istemez oraya girecek. Ve oraya girmek için de üç tarzda, üç yoldan başka yol yok.
Birinci yol:
O kabir, ehl-i iman için bu dünyadan daha güzel bir âlemin kapısıdır.1
İkinci yol:
Âhireti tasdik eden, fakat sefahet ve dalâlette gidenlere, bir haps-i ebedî ve bütün dostlarından bir tecrit içinde bir haps-i münferit, yalnız başına bir hapis kapısıdır.2 Öyle gördüğü ve itikad ettiği; ve inandığı gibi hareket etmediği için, öyle muamele görecek.
Üçüncü yol:
Âhirete inanmayan ehl-i inkâr ve dalâlet için, bir idam-ı ebedî kapısı, yani hem kendisini, hem bütün sevdiklerini idam edecek bir darağacıdır. Öyle bildiği için, cezası olarak aynını görecek.
Bu iki şık bedihîdir; delil istemiyor, gözle görünür. Madem ecel gizlidir; her vakit ölüm, başını kesmek için gelebiliyor ve genç, ihtiyar farkı yoktur. Elbette, daima gözü önünde öyle büyük, dehşetli bir mesele karşısında biçare insan, o idam-ı ebedî, o dipsiz, nihayetsiz haps-i münferitten kurtulmak çaresini aramak
Dipnot-1
bk. Buharî, Cenâiz 68, 87; Müslim, Cennet 70; Tirmizî, Cenâiz 70, Kıyâmet 26; Nesâî, Cenâiz 110; Müsned 3:3; 4:287.
Dipnot-2
bk. Dârimî, Rikak 94; Müsned 3:38; İbni Ebû Şeybe, el-Musannef 7:58; Abd b. Humeyd, el-Müsned s. 290; Ebû Ya’lâ, el-Müsned 2:491, 11:522; İbni Hibbân, es-Sahîh 7:391, 392.
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r) âlem: dünya (bk. a-l-m) âlem-i bâkî: devamlı ve kalıcı olan âhiret âlemi (bk. a-l-m; b-ḳ-y) bedihî: ap açık, âşikar biçare: çaresiz cazibedar: cazibeli, çekici dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l) darağacı: idam sehpası dehşetli: korkunç ecel: ölüm vakti ehl-i iman: iman edenler, inananlar (bk. e-m-n) ehl-i inkâr ve dalâlet: hak yoldan sapmış, inançsız kimseler (bk. n-k-r; ḍ-l-l) | fitne: ahlâkta ve toplum düzeninde azgınlık ve bozgunculuk; baştan çıkarma haps-i ebedî: sonsuz bir hapis, Cehennem (bk. e-b-d) haps-i münferit: tek başına hapis, hücre hapsi (bk. f-r-d) hevesat: nefsin hoşuna giden yasak istek ve arzular idam-ı ebedî: dirilmemek üzere sonsuz yok oluş (bk. e-b-d) inkâr etmek: kabul etmemek, reddetmek (bk. n-k-r) itikad etme: inanma lehviyat: haram eğlenceler, oyunlar | medet: yardım muamele: davranış; karşılık muhavere: karşılıklı konuşma nihayetsiz: sonsuz şahs-ı mânevî: mânevî kişilik (bk. a-n-y) sefahet: zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük; beyinsizlik suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r) tarz: şekil tasdik etmek: kabul etmek, doğrulamak (bk. ṣ-d-ḳ) tecrit: yalnız başına bırakma |
ve kabir kapısını bir âlem-i bâkîye, bir saadet-i ebediyeye ve âlem-i nura açılan bir kapıya kendi hakkında çevirmek hadisesi, o insanın dünya kadar büyük bir meselesidir.
Bu kat’î hakikat, bu üç yol ile bulunduğunda ve bu üç yolun da mezkûr üç hakikat ile olacağını ihbar eden yüz yirmi dört bin muhbir-i sadık,1 ellerinde nişane-i tasdik olan mu’cizeler bulunan enbiyalar; ve o enbiyaların haber verdikleri aynı haberleri keşif ve zevk ve şuhud ile tasdik eden ve imza basan yüz yirmi dört milyon evliyanın aynı hakikate şehadetleri; ve hadd ü hesaba gelmeyen muhakkiklerin, kat’î delilleriyle, o enbiya ve evliyanın verdikleri aynı haberleri aklen, ilmelyakîn derecesinde HAŞİYE-1 ispat ettikleri ve yüzde doksan dokuz ihtimal-i kat’î ile, “İdam ve zindan-ı ebedîden kurtulmak ve o yolu saadet-i ebediyeye çevirmek, yalnız iman ve itaat iledir” diye, ittifakan haber veriyorlar.
Acaba yüzde bir ihtimal-i helâket bulunan bir tehlike yolunda gitmemek için birtek muhbirin sözü nazara alınsa ve onun sözünü dinlemeyip o yolda giden adamın, endişe-i helâketten gelen elem-i mânevî onun yemek iştihasını kaçırdığı halde; böyle yüz binler sadık ve musaddak muhbirlerin, yüzde yüz ihtimalle, dalâlet ve sefahet, göz önündeki kabir darağacına ve ebedî haps-i münferidine kat’î sebep olduğunu ve “İman, ubûdiyet, yüzde yüz ihtimalle o darağacını kaldırıp, o haps-i münferidi kapatıp, şu göz önündeki kabri bir hazine-i ebediyeye, bir saray-ı saadete açılan bir kapıya çeviriyor” diye ihbar eden ve emarelerini ve âsarlarını gösterdikleri halde, bu acip ve garip ve dehşetli ve azametli mesele karşısında bulunan biçare insan ve bahusus Müslüman, eğer iman ve ubûdiyeti
Dipnot-1
Yüz yirmi dört bin nebî, üç yüz on beş (veya üç yüz on üç) resûl olduğuna dair bk. Müsned 5:265; İbni Hibbân, es-Sahîh 2:77; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr 8:217; el-Hâkim, el-Müstedrek 2:652: İbni Sa’d, et-Tabakatü’l-Kübrâ 1:32, 54.
Haşiye-1
Onlardan birisi Risale-i Nur’dur. Meydandadır.
acip: hayret verici, şaşırtıcı âlem-i bâkî: devamlı ve kalıcı olan âhiret âlemi (bk. a-l-m; b-ḳ-y) âlem-i nur: nur âlemi (bk. a-l-m; n-v-r) âsar: eserler azametli: büyük (bk. a-ẓ-m) bahusus: özellikle biçare: çaresiz dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l) darağacı: idam sehpası ebedî: sonu olmayan, sonsuz (bk. e-b-d) elem-i mânevî: mânevî acı, vicdan azabı (bk. a-n-y) emare: işaret, belirti enbiya: peygamberler (bk. n-b-e) endişe-i helâket: yok olma endişesi evliya: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y) hadd ü hesaba gelmemek: sonsuz ve sınırsız olmak hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) haps-i münferit: tek başına hapis, hücre hapsi (bk. f-r-d) haşiye: dipnot, açıklayıcı not | hazine-i ebediye: sonu olmayan hazine (bk. e-b-d) ihbar eden: haber veren ihtimal-i helâket: yok olma ihtimali ihtimal-i kat’î: kesin ihtimal, olabilirlik ilmelyakin: kesin bilgiye dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde öğrenme (bk. a-l-m; y-ḳ-n) itaat: Allah’ın emirlerine uyma, yasaklarından sakınma ittifakan: birlik halinde, birleşerek kat’î: kesin keşif: Allah tarafından ilham olunmasıyla gizli bir şeyin meydana çıkarılması (bk. k-ş-f) mezkûr: sözü geçen mu’cize: peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan ve imana gelmelerine sebep olan olağanüstü hal ve hareketler (bk. a-c-z) muhakkik: gerçekleri araştıran, hakikatleri delilleriyle bilen âlimler (bk. ḥ-ḳ-ḳ) | muhbir: haber veren muhbir-i sadık: doğru sözlü haber verici, peygamber (bk. ṣ-d-ḳ) musaddak: doğrulanan, onaylanan (bk. ṣ-d-ḳ) nazar: dikkat (bk. n-ẓ-r) nişane-i tasdik: doğrulayıcı nişan, alamet (bk. ṣ-d-ḳ) saadet-i ebediye: sonu olmayan, sonsuz mutluluk (bk. e-b-d) sadık: doğru (bk. ṣ-d-ḳ) saray-ı saadet: mutluluk sarayı sefahet: zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük; beyinsizce davranış, budalalık şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d) şuhud: kalp gözüyle görme (bk. ş-h-d) ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d) zevk: mânevî âlemlerde iman hakikatlerinin hazzına erişme zindan-ı ebedî: sonsuz hapis (bk. e-b-d) |
olmazsa, bütün dünya saltanatı ve lezzeti birtek insana verilse, acaba o göz önündeki her vakit oraya çağırılmasına nöbetini bekleyen bir insana verdiği o endişeden gelen elîm elemi kaldırabilir mi? Sizden soruyorum.
Madem ihtiyarlık, hastalık, musibet ve her tarafta vefiyatlar o dehşetli elemi deşiyorlar ve ihtar ediyorlar. Elbette o ehl-i dalâlet ve sefahet, yüz bin lezzeti ve zevki alsa da, yine o mânevî bir cehennem kalbinde yaşar ve yakar. Fakat pek kalın gaflet sersemliği muvakkaten hissettirmez.
Madem ehl-i iman ve taat, göz önünde gördüğü kabri bir hazine-i ebediyeye, bir saadet-i lâyezâlîye kendisi hakkında bir kapı olduğunu ve o ezelî mukadderat piyangosundan milyarlar altın ve elmasları kazandıracak bir bilet dahi iman vesikasıyla ona çıkmış; her vakit “Gel, biletini al” diye beklemesinden, derin, esaslı, hakikî lezzet ve zevk-i mânevî öyle bir lezzettir ki, eğer tecessüm etse ve o çekirdek bir ağaç olsa, o adama hususî bir cennet hükmüne geçtiği halde, o zevk ve lezzet-i azîmeyi terk edip, gençlik saikasıyla, o hadsiz elemlerle âlûde zehirli bir bala benzeyen sefihâne ve heveskârâne, muvakkat bir lezzet-i gayr-ı meşruayı ihtiyar eden, hayvandan yüz derece aşağı düşer. Ecnebî dinsizleri gibi de olamaz. Çünkü onlar Peygamberi inkâr etseler, diğerlerini tanıyabilirler. Peygamberleri bilmeseler de Allah’ı tanıyabilirler. Allah’ı bilmeseler de, kemâlâta medar olacak bazı güzel hasletler bulunabilir.
Fakat bir Müslüman, hem enbiyayı, hem Rabbini, hem bütün kemâlâtı Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâm vasıtasıyla biliyor. Onun terbiyesini bırakan ve zincirinden çıkan, daha hiçbir peygamberi tanımaz ve Allah’ı da tanımaz ve ruhunda kemâlâtı muhafaza edecek hiçbir esasatı bilemez. Çünkü, peygamberlerin en âhiri ve en büyükleri ve dini ve daveti umum nev-i beşere baktığı için ve mucizatça ve dince umuma faik ve bütün nev-i beşere bütün hakaikte üstadlık edip on dört asırda parlak bir surette ispat eden ve nev-i beşerin
âhiri: sonuncusu (bk. e-ḫ-r) Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m) âlûde: bulaşmış, karışmış ecnebî: yabancı ehl-i dalâlet ve sefahet: doğru ve hak yoldan sapmış ve yasak zevk ve eğlenceye düşkün kimseler (bk. ḍ-l-l) ehl-i iman ve taat: iman eden ve dinin emirlerine uyanlar (bk. e-m-n) elem: acı, sıkıntı elîm: elemli, acı verici enbiya: peygamberler (bk. n-b-e) esasat: esaslar, prensipler ezelî: başlangıcı olmayan, sonsuzluk (bk. e-z-l) faik: üstün gaflet: umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l) hadsiz: sınırsız hakaik: hakikatler, gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) haslet: huy, özellik | hazine-i ebediye: sonu olmayan hazine (bk. e-b-d) heveskârâne: hevesine, gelip geçici istek ve arzularına düşkün bir şekilde ihtar: hatırlatma ihtiyar: seçme, tercih etme, irade (bk. ḫ-y-r) inkâr: inanmama, reddetme (bk. n-k-r) kemâlât: faziletler, iyilikler, ahlâk ve huy güzellikleri (bk. k-m-l) lezzet ve zevk-i mânevî: mânevî lezzet ve zevk (bk. a-n-y) lezzet-i gayr-ı meşrua: dinen helâl olmayan, yasaklanmış lezzet (bk. ş-r-a) medar: sebep, vesile mu’cizatça: mu’cizeler açısından (bk. a-c-z) muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ) Muhammed-i Arabî: Arapların içinden çıkan peygamberimiz Muhammed (a.s.m.) (bk. ḥ-m-d) mukadderat: Allah tarafından takdir olunmuş işler, başa gelecek olaylar, kader (bk. ḳ-d-r) | musibet: belâ, felaket muvakkat: geçici muvakkaten: geçici olarak nev-i beşer: insanlık, insan türü Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b) saadet-i lâyezâlî: hiç bitmeyen mutluluk, tükenmez saadet saika: sevk etme saltanat: egemenlik, hükümranlık (bk. s-l-ṭ) sefihâne: yasak zevk ve eğlencelere düşkün bir şekilde; beyinsizce suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r) tecessüm: cisimleşme, cisim halinde belirme umum: bütün, genel üstad: hoca, öğretmen vefiyat: vefatlar, ölümler vesika: belge zevk ve lezzet-i azîme: büyük zevk ve lezzet (bk. a-ẓ-m) |
medar-ı iftiharı bir zatın terbiye-i esasiyelerini ve usul-ü dinini terk eden, elbette hiçbir cihette bir nur, bir kemâl bulamaz. Sukut-u mutlaka mahkûmdur.
İşte, ey hayat-ı dünyeviyenin zevkine müptelâ ve endişe-i istikbal ile istikbalini ve hayatını temin için çabalayan biçareler! Dünyanın lezzetini, zevkini, saadetini, rahatını isterseniz, meşru dairedeki keyfe iktifa ediniz. O keyfinize kâfidir. Haricinde ve gayr-ı meşru dairedeki bir lezzetin içinde bin elem olduğunu, sabık beyanatta elbette anladınız. Eğer mazi, yani geçmiş zamanın hadisatını sinema ile halihazırda gösterdikleri gibi, istikbaldeki ahval dahi, meselâ elli sene sonraki halleri bir sinema ile gösterilseydi, ehl-i sefahet şimdiki güldüklerine yüz binlerce nefrin ve nefret edip ağlayacaktılar.
Dünya ve âhirette ebedî ve daimî süruru isteyen, iman dairesindeki terbiye-i Muhammediyeyi (a.s.m.) kendine rehber etmek gerektir.
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. eḫ-r) ahval: haller, vaziyetler bâki: kalıcı ve devamlı (bk. b-ḳ-y) beyanat: açıklamalar (bk. b-y-n) biçare: çaresiz, zavallı cihet: yön daire-i meşrua: dinin uygun gördüğü helâl daire (bk. ş-r-a) ebedî: sonsuz (bk. e-b-d) ehl-i sefahet: zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkün olan kimseler elem: acı, keder, üzüntü endişe-i istikbal: gelecek endişesi gayr-i meşru: helâl olmayan, dine aykırı (bk. ş-r-a) hadisat: hadiseler, olaylar halihazırda: şimdi, şu anda | haricinde: dışında hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y) hevesat: nefsin hoşuna giden gelip geçici istek ve arzular iffet: namus ihtar: hatırlatma iktifa: yetinme istikbal: gelecek kâfi: yeterli kat’iyen: kesinlikle kemâl: mükemmellik, fazilet, erdem (bk. k-m-l) mazi: geçmiş medar-ı iftihar: övünme vesilesi, övünç kaynağı medet: yardım meşru: helâl, dine uygun (bk. ş-r-a) müptelâ: düşkün, tutulmuş nefrin/nefret etmek: tiksinmek nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r) saadet: mutluluk sabık: geçen sarf etmek: harcamak, kullanmak | sukut-u mutlak: kesin bir şekilde düşüş, alçalış (bk. ṭ-l-ḳ) sürur: sevinç, mutluluk taat: itaat, Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınma tenbih: ikaz, uyarı terbiye-i esasiye: esas terbiye, temel eğitim (bk. r-b-b) terbiye-i İslâmiye: İslâm terbiyesi (bk. r-b-b; s-l-m) terbiye-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in insanlığa getirdiği terbiye (bk. r-b-b; ḥ-m-d) usul-ü din: dinin usulü, temel prensipleri zahirî: görünürde (bk. ẓ-h-r) zayi: kaybolup gitme ziyade: çok, fazla |
KAYNAK:
http://www.erisale.com/#content.tr.1.207
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Üçüncü Söz, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Ders Dünyası - WORLD OF COURSES sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.