Yeni eğitim – öğretim dönemine girdiğimiz şu günlerde bilgi, bilim ve teknolojinin öğrenilmesi ve öğretilmesinde peygamberler ve mucizelerinin ne gibi etkisi olduğunu anlatan çok güzel birkaç özeti paylaşmak istiyoruz.
Aslında bu eser ve çalışmada sadece bu eğitim ve öğretiminin başında değil, belki her eğitim ve öğretim dönemi başında, hatta tüm eğitim ve öğretim dönemi boyunca bilgi, bilim ve teknoloji ne için, hangi amaca yönelik olarak ve nasıl öğrenmek ve öğretmek gerektiğini göz önünde bulundurmamız gereken önemli açıklamalara ve hedeflere yer verilmektedir.

Bu çalışmanın ilk bölümünde verilen eser; Üstad (Alim, Profesör, Usta, Hoca, Öğretmen vd.) Bediüzzaman (Zamanın Bedîi, Garibi, İlginci, Harikası, Güzeli, vd.) olan Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan Sözler isimli eserinden Yirminci Sözün İkinci Makamı olarak yayınlanmıştır.
Ayrıca ikinci bölümde verilen metinde yine Üstad Bediüzzaman Said Nusi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan İşaratül İcaz eserinden, Bakara Sûresi 31 – 33. âyetlerinin tefsirinde; bilgi, bilim, teknoloji ve peygamberler ve mucizeleri arasındaki ilişki ile eğitim – öğretim arasındaki bağlantı verilmiştir.
Risale-i Nur Külliyatı, İşaratül İcaz, Bakara Sûresi 31-33. âyetlerin tefsiri
﴿ وَعَلَّمَ اٰدَمَ اْلاَسْمَۤاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلٰۤئِكَةِ فَقَالَ اَنْبِؤُنِى بِأَسْمَۤاءِ هَۤؤُلاَءِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ قَالُوا سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَۤا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ قَالَ يَۤا اٰدَمُ اَنْبِئْهُمْ بِاَسْمَۤائِهِمْ فَلَمَّۤا اَنْبَاَهُمْ بِاَسْمَۤائِهِمْ قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنِّى اَعْلَمُ غَيْبَ السَّمَوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَ 1 ﴾
Cenâb-ı Hak, bütün eşyanın isimlerini Âdem’e (a.s.) öğretti. Sonra o eşyayı melâikeye göstererek dedi ki: “Eğer iddianızda sadık iseniz, bunların isimlerini bana söyleyiniz.” Melâike, dediler ki: “Seni her nekaisden tenzih ve bütün sıfât-ı kemâliye ile muttasıf olduğunu ikrar ederiz. Senin bize öğrettiğin ilimden başka bir ilmimiz yoktur; herşeyi bilici ve her kimseye liyakatine göre ilim ve irfan ihsan edici Sensin.” Cenâb-ı Hak dedi ki: “Ya Âdem! Bunların isimlerini onlara söyle.” Vakta ki Âdem, isimlerini onlara söyledi, Cenâb-ı Hak dedi ki: “Size demedim mi semavat ve arzın gaybını bilirim ve sizin Âdem hakkında lisan ile izhar ettiğinizi ve kalben gizlediğinizi bilirim.”
Mukaddeme
Bu tâlim-i esmâ meselesi, ya Hazret-i Âdem aleyhisselâmın melâikenin inkârlarına karşı mu’cizesi olup, melâikeyi inkârdan ikrara icbar etmiştir; yahut melâikenin, hilâfetine itiraz ettikleri nev-i beşerin hilâfete liyakatini melâikeye kabul ettirmek için izhar ettiği bir mu’cizedir.
Ey arkadaş! Herşeyin Kitab-ı Mübînde mevcut olduğunu tasrih eden
وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ 2
âyet-i kerimesinin hükmüne göre;
Dipnot-1
Bakara Sûresi, 2:31-33.
Dipnot-2
“Yaş ve kuru ne varsa ap açık bir kitapta yazılmıştır.” En’âm Sûresi, 6:59.
Âdem: [bk. bilgiler – Âdem (a.s.)] Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun arz: yeryüzü, dünya âyet-i kerime: şerefli âyet, Kur’ân’ın herbir cümlesi Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah gayb: görünmeyen âlem Hazret-i Âdem: [bk. bilgiler – Adem (a.s.)] hilâfet: halifelik; yeryüzünde Allah’ın izni dairesinde ve Onun adına icraatta bulunma şeklinde, insana verilen görev | icbâr etme: mecbur etme, zorlama ihsan: bağış, ikram, lütuf ikrar: kabul etme, doğrulama irfan: bilme, anlayış izhar: gösterme, açığa çıkarma Kitâb-ı Mübîn: herşeyi açıkça beyan eden kitap, Kur’ân-ı Kerim lisan: dil liyakat: lâyık olma melâike: melekler mevcut: var olan mu’cize: Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü şey mukaddeme: başlangıç, giriş | muttasıf: vasıflanmış, nitelenmiş nekais: eksiklikler, kusurlar nev-i beşer: insanlar, insanlık sadık: bağlı, doğru semavat: gökler sıfât-ı kemâliye: Allah’ın her türlü kusur ve eksiklikten uzak olduğunu ve mükemmelliğini bildiren sıfatları tâlim-i esmâ: Hz. Âdem’e Allah tarafından isimlerin öğretilmesi tasrih etme: açık şekilde bildirme tenzih: eksik ve çirkinliklerden arındırma, uzak tutma vakta ki: ne zaman ki |
Kur’ân-ı Kerim, zahiren ve bâtınen, nassen ve delâleten, remzen ve işareten, her zamanda vücuda gelmiş veya gelecek herşeyi ifade ediyor. Buna binaen, gerek enbiyanın kıssa ve hikâyeleri, gerek mu’cizeleri hakkında Kur’ân-ı Kerimin işârâtından fehmettiğime göre, HAŞİYE-1 mu’cizat-ı enbiyadan iki gaye ve hikmet takip edilmiştir.
Birincisi: Nübüvvetlerini halka tasdik ve kabul ettirmektir.
İkincisi: Terakkiyat-ı maddiye için lâzım olan örnekleri nev-i beşere göstererek, o mu’cizelerin benzerlerini meydana getirmek için nev-i beşeri teşvik ve teşci etmektir. Sanki Kur’ân-ı Kerim, enbiyanın kıssa ve hikâyeleriyle terakkiyatın esaslarına, temellerine parmakla işaret ederek, “Ey beşer! Şu gördüğün mu’cizeler, birtakım örnek ve nümunelerdir. Telâhuk-u efkârınızla, çalışmalarınızla şu örneklerin emsalini yapacaksınız” diye ihtar etmiştir.
Evet, mâzi, istikbalin âyinesidir; istikbalde vücuda gelecek icatlar, mâzide kurulan esas ve temeller üzerine bina edilir. Evet, şu terakkiyat-ı hâzıra, tamamıyla dinlerden alınan işaretlerden, vecizelerden hasıl olan ilhamlar üzerine vücuda gelmişlerdir. Evet:
1. İlk saat ve sefine, mu’cize eliyle beşere verilmiştir.
2. Kâinatın ihtiva ettiği bütün nevilerin isimlerini, sıfatlarını, hassalarını beyan zımnında beşerin telâhuk-u efkârıyla meydana gelen binlerce fünun sayesinde,
وَعَلَّمَ اٰدَمَ اْلاَسْمَۤاءَ كُلَّهَا 1
âyetiyle işaret edilen Hazret-i Âdem’in mu’cizesine mazhar olmuştur.
Haşiye-1
Eğer Müellifin, tenzilin nazmından çıkardığı letâifte şüphen varsa, ben derim ki, İbnü’l-Fârıd’ın kitabından tefe’ül ederken şu beyit çıktı:
كَأَنَّ الْكِرَامَ الْكٰاتِب۪ـينﭯ تَنَـزَّلُوا ﱬ قَلْبِه۪ وَحْيًا بِمَا ﯺﰍ صَح۪يفَةٍ
(Sanki Kirâmen Kâtibîn yazılı bir sayfayı onun kalbine ilhâm ediyordu.) Habib.
Dipnot-1
“Allah, Âdem’e bütün isimleri öğretti.” Bakara Sûresi, 2:31.
bâtınen: içyüzünde beşer: insan, insanlık beyan: açıklama binaen: -dayanarak delâlet: delil olma, işaret etme emsal: benzerler, örnekler enbiya: nebiler, peygamberler fehmetme: anlama fünun: fenler, bilimler Habib: (bk. bilgiler – Molla Habib) haşiye: dipnot, açıklayıcı not hasıl olma: ortaya çıkma, meydana gelme hassa: nitelik, özellik Hazret-i Âdem: [bk. bilgiler – Âdem (a.s.)] hikmet: amaç, fayda İbnü’l-Fârıd: (bk. bilgiler) ihtar: hatırlatma, ikaz ihtivâ: içine alma, kapsama ilhâm: Allah tarafından insanın kalbine indirilen mânâ işârât: işaretler, belirtiler istikbal: gelecek kâinat: evren, yaratılmış herşey Kirâmen Kâtibîn: sağ ve sol yanımızdaki sevap ve günah yazan melekler | letâif: incelikler, sırlar mazhar olma: ayna olma, nail olma, erişme mâzi: geçmiş mu’cizat-ı enbiya: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) gösterdiği mu’cizeler mu’cize: Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü şey müellif: telif eden, yazan nass: metin; te’vil ve yorum kabul etmeyen ve açık ve kesin hüküm ifade eden âyet veya hadis nazm: diziliş, tertip ve vezin nev-i beşer: insan, insanlar nevi: çeşit, tür nübüvvet: peygamberlik, elçilik nümune: örnek, misal remzen: gizli bir mânâyı ince bir işaretle göstererek sefine: gemi | tasdik: doğrulama, onaylama tefe’ül: bir kitabı rastgele açarak çıkan yeri kendisine yazılmış gibi okumak telâhuk-u efkâr: fikirlerin birikimi tenzil: indirme; burada isim olarak Kur’ân kastediliyor terakkiyat: ilerlemeler, yükselmeler terakkiyât-ı hâzıra: şimdiki gelişmeler, ilim ve fen alanındaki ilerlemeler terakkiyat-ı maddiye: maddî ilerlemeler teşcî: cesaretlendirme teşvik: şevklendirme, gayretlendirme vecize: geniş bir mânâyı kısa ve özlü ifadelerle anlatma vücuda gelme: meydana gelme zahiren: dış görünüş itibariyle |
3. Bütün san’atların medarı olan demirin yumuşatılıp kullanılması sayesinde icad edilen bu kadar terakkiyatla nev-i insan,
وَ أَلَنَّا لَهُ الْحَدِيدَ 1
âyetiyle işaret edilen Hazret-i Davud’un mu’cizesine mazhardır.
4. Yine telâhuk-u efkâr ile, tayyare gibi, icad edilen terakkiyat-ı havaiye sayesinde nev-i beşer
غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌ 2
âyetiyle sür’ati beyan edilen Hazret-i Süleyman’ın mu’cizesine yaklaşıyor.
5. Kıraç ve kumlu yerlerden suları çıkartan santrifüj âleti,
اِضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ 3
âyetiyle işaret edilen Hazret-i Mûsâ’nın (a.s.) asâsından ders almıştır.
6. Tecrübeler sayesinde ve telâhuk-u efkâr ile husule gelen terakkiyat-ı tıbbiye, Hazret-i İsa’nın (a.s.) mu’cizesinin ilhamatındandır.
Hakikaten şu mu’cizelerle bu terakkiyat arasında pek büyük münasebet ve muvafakat vardır. Evet, dikkat eden adam, bilâ-tereddüt, o mu’cizeler bu terakkiyata birer mikyas ve nümunelerdir diye hükmeder.
Ve keza,
يَا نَارُ كُونِى بَرْدًا وَسَلاَمًا 4
âyet-i kerimesinin delâletine göre, Hazret-i İbrahim ateşe atıldığı zaman, ateşin harareti burudete inkılâp etmesi, beşerin keşfettiği yakıcı olmayan mertebe-i nâriyeye örnek ve me’hazdır.
7.
لَوْلاَ اَنْ رَاٰ بُرْهَانَ رَبِّهِ 5
âyet-i kerimesinin—bir kavle göre—işaret ettiği
Dipnot-1
“Demiri de onun için yumuşattık.” Sebe’ Sûresi, 34:10.
Dipnot-2
“Süleyman’a da, sabah gidişi bir aylık, akşam gidişi de bir aylık mesafe olan rüzgârı verdik, ve onun için erimiş bakırı da kaynağından sel gibi akıttık.” Sebe’ Sûresi, 34:12.
Dipnot-3
“Mûsâ’ya ‘Âsânı taşa vur’ dedik. Derhal (taştan) on iki pınar su aktı.” Bakara Sûresi, 2:60.
Dipnot-4
“Ey ateş, serin ve selâmetli ol.” Enbiyâ Sûresi, 21:69.
Dipnot-5
“Eğer Rabbinin delilini görmeseydi.” Yûsuf Sûresi, 12:24.
asâ: baston, değnek âyet-i kerime: şerefli âyet, Kur’ân’ın herbir cümlesi beşer: insanlık beyan: açıklama, anlatma bilâtereddüt: tereddütsüz burudet: soğukluk delâlet: delil olma, işaret etme Hazret-i Davud: [bk. bilgiler – Dâvûd (a.s.)] Hazret-i İbrahim: [bk. bilgiler – İbrahim (a.s.)] Hazret-i İsa: [bk. bilgiler – Îsâ (a.s.)] Hazret-i Mûsa: [bk. bilgiler – Mûsâ (a.s.)] Hazret-i Süleyman: [bk. bilgiler – Süleyman (a.s.)] | husule gelme: meydana gelme icad: var etme, yapma ilhamat: ilhamlar, Allah tarafından kalbe gelen mânâlar inkılâp: dönüşme keza: bunun gibi kıraç: çorak, verimsiz mazhar: ayna; nail olan me’haz: kaynak medar: kaynak, dayanak mertebe-i nâriye: yakıcılık, sıcaklık derecesi mikyas: ölçek mu’cize: Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü şey | münasebet: alâka, ilgi muvafakat: uygunluk nev-i beşer: insan türü, insanlar nev-i insan: insan türü, insanlık nümune: örnek, misal santrifüj âleti: su çıkarmaya yarayan pompalı alet sür’at: hız tayyare: uçak telâhuk-u efkâr: fikirlerin birikimi terakkiyat: ilerlemeler, kalkınmalar terakkiyat-ı havaiye: hava ile ilgili ilerlemeler, uzayla ilgili gelişmeler terakkiyat-ı tıbbiye: tıp alanında ilerlemeler, gelişmeler |
gibi, Hazret-i Yusuf’un (a.s.), Kenan’da bulunan babasının timsâlini görür görmez Züleyha’dan geri çekilmesi ve kervanları Mısır’dan avdet ettiğinde Hazret-i Yakub’un
اِنِّى لاََجِدُ رِيحَ يُوسُفَ 1
yani, “Ben Yusuf’un kokusunu alıyorum” demesi ve bir ifritin Hazret-i Süleyman’a “Gözünü açıp yummazdan evvel Belkıs’ın tahtını getiririm” demesine işaret eden
أَنَا اٰتِيكَ بِهِ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَ 2
âyet-i kerimesi, pek uzak mesafelerden celb-i savt, suret vesaire gibi beşerin keşfettiği veya edeceği icâdâta nümûne ve me’hazdırlar.
8. “Hazret-i Süleyman’a kuş dilini öğrettik” mânâsında
عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ 3
olan âyet-i kerime, beşerin keşfiyatından radyo, papağan, güvercin gibi âlât ve hayvanların konuşmalarına ve mühim işlerde kullanılmasına me’hazdır.
Ve hâkezâ, beşerin henüz keşfedemediği çok mu’cizeler vardır; istikbalde yavaş yavaş keşfine muvaffak olur.Bu âyetin nazmında dahi emsâli gibi üç vecih vardır.
· Birinci vecih: Evvelki âyetle irtibatıdır. Şöyle ki:
1. İnsanın hilkati hakkında melâikenin itirazlarına, evvelki âyette umumî, fehmi kolay, ikna edici bir cevap verilmiştir. Bu âyetle, avam ve havassı ikna eden tafsilâtlı bir cevap verilmiştir.
2. Evvelki âyette, beşerin hilâfet meselesi tasrih edilmiştir. Bu âyette ise, nev-i beşerin melâikeye karşı gösterdiği mu’cize ile, dâvâ-yı hilâfeti ispat edilmiştir.
3. Evvelki âyette, beşerin melâikeye tereccuh etmesine işaret edilmiştir. Bu âyette, tereccuhunun illetine işaret edilmiştir.
4. Beşerin arzda hilâfet-i kübrâya mazhar olmasına evvelki âyetle
Dipnot-1
Yûsuf Sûresi, 12:94.
Dipnot-2
“Sen daha gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm.” Neml Sûresi, 27:40.
Dipnot-3
“Bize kuşların dili öğretildi.” Neml Sûresi, 27:16.
âlât: aletler arz: yeryüzü, dünya avam: tahsil görmemiş sıradan halk avdet: dönüş, dönme Belkıs: (bk. bilgiler) beşer: insanlık celb-i savt ve sûret: sesleri ve resimleri bir yerden bir yere çekme, nakletme dâvâ-yı hilâfet: halifelik iddiası emsal: benzerler, örnekler fehm: anlama ve kavrama hâkezâ: böylece, bunun gibi havas: ilim sahibi âlimler, aydınlar sınıfı Hazret-i Süleyman: [bk. bilgiler – Süleyman (a.s.)] Hazret-i Yakub: [bk. bilgiler – Yâkûb (a.s.)] | Hazret-i Yusuf: [bk. bilgiler – Yûsuf (a.s.)] hilâfet: halifelik hilâfet-i kübrâ: en büyük halifelik hilkat: yaratılış icâdât: buluşlar, keşifler ifrit: korkunç ve zararlı cin illet: asıl sebep istikbal: gelecek Kenan: (bk. bilgiler) kervan: yolculuk kafilesi keşfiyat: keşifler; icatlar, buluşlar mazhar: ayna; nail olma me’haz: kaynak melâike: melekler Mısır: (bk. bilgiler) mu’cize: Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü şey | muvaffak olma: başarılı olma, erişme nazm: diziliş, tertip ve vezin nev-i beşer: insan türü, insanlık nümûne: örnek tafsilâtlı: ayrıntılı tasrih: açık şekilde bildirme tereccuh etme: üstün gelme, ağır basma timsal: görüntü; akis umumî: genel, herkese ait vecih: şekil, tarz, yön, yüz vesaire: ve diğer Züleyha: (bk. bilgiler) |
delâlet edilmiştir. Burada ise, bütün tecelliyata mazhar bir nüsha-i camia olarak gösterilmiştir. Bu da, ayrı ayrı istidatlara mâlik ve ilim ve istifadelerinin yolları çok olduğundandır. Evet, beşer, zahir ve bâtın havas ve duygularıyla, bilhassa derinliğine nihayet olmayan vicdanıyla kâinatı ihata etmiş bir kabiliyettedir.
· İkinci vecih: Cümlelerin birbiriyle irtibatlarıdır. Şöyle ki:
وَعَلَّمَ اٰدَمَ اْلاَسْمَۤاءَ كُلَّهَا 1
cümlesi,
اِنِّىۤ اَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ 2
cümlesinin mazmununu tahkik ve icmâlini tafsil ve ibhamını tefsirdir.
Ve keza, Cenâb-ı Hakkın arzında beşerin halife olması, Allah’ın hükümlerini icra ve kanunlarını tatbik etmesi içindir. Bu ise, tam bir ilme mütevakkıftır.
Ve keza, birinci âyette, kelâmın sevkiyatı iktizasınca şöyle bir takdir olacaktır: Âdem’i halk etti, tesviye etti, cesedine nefh-i ruh etti, terbiye etti, sonra esmâyı tâlim etti ve hilâfete namzet kıldı. Sonra vaktâ ki Âdem’i melâikeye tercih etmekle rüçhan meselesinde ve hilâfet istihkakında ilm-i esmâ ile mümtaz kıldı; makamın iktizası üzerine, eşyayı melâikeye arz ve onlardan muarazayı talep etti; sonra melâike aczlerini hissetmekle Cenâb-ı Hakkın hikmetini ikrar ettiler. Kur’ân-ı Kerim, buna işareten,
ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلٰۤئِكَةِ فَقَالَ اَنْبِؤُنِى بِأَسْمَۤاءِ هٰۤؤُلاَءِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ 3
dedikten sonra,
قَالُوا
evvelce İblisin enaniyet ve kibrine kanarak yaptıkları
Dipnot-1
“Allah, Âdem’e bütün isimleri öğretti.” Bakara Sûresi, 2:31.
Dipnot-2
“Şüphesiz ki ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” Bakara Sûresi, 2:29
Dipnot-3
“Sonra Allah bütün varlıkları melâikeye göstererek dedi ki: ‘Eğer iddianızda sadık iseniz, bunların isimlerini bana söyleyiniz.’” Bakara Sûresi, 2:31.
acz: acizlik, güçsüzlük Âdem: [bk. bilgiler – Âdem (a.s.)] arz: yeryüzü, dünya bâtın (duygu): görünmeyen, kalb, vicdan ve lâtifeler gibi iç duygular beşer: insanlık bilhassa: özellikle Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah delâlet: delil olma, işaret etme enaniyet: benlik esmâ: isimler halife: yeryüzünde Allah’ın emirlerini yerine getirip Onun namına tasarrufta bulunan ve varlıklar üzerinde Onun adına egemen olan insan halk etme: yaratma havas: duygular hikmet: amaç, gaye hilâfet: halifelik ibham: belirsiz, kapalı bırakma İblis: şeytan icmâl: özet, kısaltılmış | icra: yerine getirme, yürütme ihata: içine alma, kapsama ikrar: kabul etme, doğrulama iktiza: bir şeyin gereği ilm-i esmâ: isimleri bilme, isimlerin bilgisi irtibat: ilişki, alâka istidat: aşçılık, yazarlık gibi ruha konulan sayısız beceri ve meziyetlerin her biri istifade: faydalanma, yararlanma istihkak: lâyık olma, hak etme kabiliyet: yetenek kâinat: evren, yaratılmış herşey kelâm: kelime, ifade keza: bunun gibi mâlik: sahip mazhar: ayna, nail olma mazmun: kapsam, içerik, anlam, mânâ melâike: melekler muâraza: sözle mücadele, karşı gelme mümtaz: seçkin, üstün mütevakkıf: –e bağlı namzet: aday nefh-i ruh: ruh üfürme, ruh verme | nihayet: son nüsha-i câmia: çok geniş ve kapsamlı nüsha rüçhan: üstünlük sevkiyât: sevkler, bir yere göndermeler tafsil: ayrıntılı olarak açıklama tahkik: kesinleştirme takdir: lâfız olarak zikredilmediği halde, görünen lâfzın altında kapalı olarak bulunan sözü belirleme talim: öğretme tatbik: uygulama tecelliyât: yansımalar, İlâhî isimlerin varlıklar üzerinde eserini göstermesi tefsir: açıklama, yorum terbiye etme: belli bir amaca erişecek şekilde geliştirme, yetiştirme tesviye: düzeltme vaktâ: ne zaman vecih: şekil, tarz, yön, yüz zahir (duygu): görünen dış duyular |
istifsardan pişman olarak
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَۤا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ 1
dediler.
Sonra vaktâ ki istidatlarının adem-i camiiyetinden dolayı, melâikenin aczi zahir oldu; makamın iktizası üzerine, Âdem’in iktidarının beyanı icap etti ki, muaraza tamam olsun. Bunun için,
قَالَ يَۤا اٰدَمُ اَنْبِئْهُمْ بِاَسْمَۤائِهِمْ 2
hitabıyla Âdem’e ferman etti.
Sonra, vakta ki mesele tebeyyün etti ve hikmetin sırrı zahir oldu, geçen cevab-ı icmâlînin bu tafsilâta netice kılınması makamın iktizasından olduğuna binaen,
قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنِّىۤ اَعْلَمُ غَيْبَ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَ 3
Yani, “Sizin ketmettiğiniz şeyi bilirim.”
Şu mukavele ve mükâlemeden anlaşılıyor ki, İblisin enaniyeti, kibri, melâikeye sirayet etmiştir ve yaptıkları istifsara, bir taifenin itirazı da karışmıştır.
· Üçüncü vecih: Cümlelerin heyet ve nükteleri:
﴾ وَعَلَّمَ اٰدَمَ اْلاَسْمَۤاءَ كُلَّهَا4 ﴿
Yani, Cenâb-ı Hak, Âdem’i (a.s.) bütün kemâlâtın mebâdisini tazammun eden âli bir fıtratla tasvir etmiştir ve bütün maâlînin tohumlarına mezraa olarak yüksek bir istidatla halk etmiştir ve mevcudatı ihata eden ulvî bir vicdan ve ihatalı on duyguyla teçhiz etmiştir ve bu üç meziyet
Dipnot-1
“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.” Bakara Sûresi, 2:32.
Dipnot-2
“Cenab-ı Hak dedi ki: ‘Ya Âdem! Bunların isimlerini onlara söyle.’” Bakara Sûresi, 2:33.
Dipnot-3
“Cenab-ı Hak dedi ki: ‘Size demedim mi semavat ve arzın gaybını bilirim ve sizin izhar ettiğinizi ve gizlediğinizi bilirim.’” Bakara Sûresi, 2:33.
Dipnot-4
“Allah, Âdem’e bütün isimleri öğretti.” Bakara Sûresi, 2:31.
acz: acizlik, güçsüzlük Âdem: [bk. bilgiler – Âdem (a.s.)] adem-i câmiiyet: kapsamlı olmama âlî: yüce, yüksek beyan: açıklama, anlatım binaen: -dayanarak Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah cevab-ı icmâlî: kısa cevap enaniyet: benlik ferman: buyruk, emir fıtrat: mizaç, karakter halk etme: yaratma heyet: bileşenler; cümlenin parçalarından, bölümlerinden oluşan genel yapı hikmet: amaç, gaye hitab: konuşma | İblis: şeytan icap etmek: gerektirmek ihata: içine alma, kapsama iktidar: kudret, güç iktiza: gerektirme istidat: aşçılık, yazarlık gibi ruha konulan sayısız beceri ve meziyetlerin her biri, kabiliyet istifsâr: açıklamasını isteyerek soru sorma kemâlât: mükemmellikler, faziletler ketmetme: gizleme örtme kibir: büyüklenme, kendini büyük görme maâlî: şerefler, yükseklikler mebâdi: başlangıçlar, çekirdekler, prensipler, ilkeler melâike: melekler | mevcudat: varlıklar, var edilenler meziyet: üstün özellik mezraa: tarla muâraza: sözle mücadele mükâleme: karşılıklı konuşma mukavele: sözleşme nükte: ince ve derin mânâ sirayet etme: geçme, bulaşma tafsilât: ayrıntılar taife: grup, topluluk tasvir: anlatım, ifade etme tazammun: içerme, içine alma tebeyyün: açıklığa kavuşma, açıklanma teçhiz: cihazlandırma, donatma ulvî: yüksek, yüce vaktâ: ne zaman vecih: şekil, tarz, yön, yüz zahir: açık |
sayesinde, bütün hakaik-i eşyayı öğretmeye hazırlamıştır, sonra bütün esmâyı kendisine öğretmiştir. Demek bu cümlenin evvelindeki
وَ
şu mukadder olan üç cümleye işarettir.
عَلَّمَ 1
Bu kelimenin ihtiyar edilmesi, ilmin ulüvv-ü kadrine ve kadrinin yüksek derecesine ve hilâfete mihver olduğuna işarettir.
Ve keza, esmânın tevkîfine, yani Şâri’ tarafından bildirilmiş olduğuna remzdir. Zaten esmâ ile müsemmeyat arasında takip edilen münasebât-ı vaz’iye, bunu teyid ediyor.
Ve keza, mu’cizenin vasıtasız Allah’ın fiili olduğuna imadır. Fakat felâsifeye göre harikalar, ervah-ı harikanın fiilidir.
اٰدَمُ
hilâfeti irade edilen ve Âdem ismiyle tesmiye edilen küre-i arzın sahibi şahs-ı mâhuttur. İsminin tasrihi, teşrif ve teşhiri içindir.
اَلْاَسْمَۤاءَ 2
isim ve sıfat ve hâsiyet gibi eşyayı birbirinden ayırıp temyiz ve tayin eden alâmet ve nişanlardır; yahut insanlar arasında münkasım olan lügatlardır.
عَرَضَهُمْ 3
Arz edilen eşya olduğu halde, zamirin esmaya rücûundan, ismin ayn-ı müsemmâ olduğuna kail olan Ehl-i Sünnetin mezhebine işarettir.
كُلَّهَا 4
Âdem’in melâikeden cihet-i imtiyazı ve melâikenin muarazadan sebep
Dipnot-1
Öğretti.
Dipnot-2
İsimler.
Dipnot-3
Onlara arzetti, sundu.
Dipnot-4
Hepsini, tamamını.
Âdem: [bk. bilgiler – Âdem (a.s.)]alâmet: belirti, işaret arz: sunma ayn-ı müsemmâ: isimlendirilenin tâ kendisi cihet-i imtiyaz: üstünlük yönü, üstünlük tarafı Ehl-i Sünnet: (bk. bilgiler – Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat) ervah-ı harika: harika ruhlar, üstün ruhlar esmâ: isimler; Allah’ın veya eşyanın isimleri eşya: şeyler, varlıklar felâsife: felsefeciler, filozoflar hakaik-i eşya: varlıkların hakikatleri, gerçek mahiyetleri hâsiyet: özellik, hususiyet hilâfet: halifelik; yeryüzünde Allah’ın izni dairesinde ve Onun adına icraatta bulunma şeklinde, insana verilen görev ihtiyar etme: seçme, tercih etme | ilmin ulüvv-ü kadri: ilmin değer ve kıymetinin yüksekliği ima: gizli ve ince bir mânâyı işaret etme, gösterme kail olmak: inanmak, görüş sahibi olmak keza: bunun gibi küre-i arz: yer küre, dünya lügat: konuşulan dil melâike: melekler mezhep: dinde tutulan yol mihver: eksen mu’cize: Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü hal ve hareket muâraza: muhalefet etme, itiraz etme mukadder: gr. lâfız olarak zikredilmediği halde gizli olarak kastedilen mânâ, söz münasebât-ı vaz’iye: eşyaya verilen isimlerin, veriliş münasebetleri, alâkaları | münkasım: kısımlara ayrılmış müsemmeyat: isimlendirilenler remiz: gizli bir mânâyı ince bir işaretle gösterme rücû: dönme, geri dönme şahs-ı mâhud: bilinen ve bahsi geçen şahıs Şâri: kanun koyucu, şeriatı gönderen Allah tasrih: açık şekilde bildirme tayin: belirleme, belirli kılma temyiz: ayırma, ayırd etme teşhir: ilân etme, duyurma tesmiye edilme: isimlendirilme teşrif: şereflendirme tevkîfî: Şeriatın sahibi Cenab-ı Hakkın vahyetmesi, bildirmesi; tartışmasız hüküm teyid: destekleme, kuvvetlendirmeوَ: (bk. ḥ-r-f |
ve medâr-ı aczi, esmânın heyet-i mecmuası olduğuna işarettir. Yoksa esmânın bir kısmını, belki kısm-ı âzamını melekler de bilirler.
﴾ ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلٰۤئِكَةِ فَقَالَ اَنْبِؤُنِى بِأَسْمَۤاءِ هٰۤؤُلاَءِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ ﴿ 1
ثُمَّ 2
terâhî ve bu’d-u mesafeyi ifade ettiği cihetle, şöyle bir takdire işarettir.
هُوَ اَكْرَمُ مِنْكُمْ وَاَحَقُّ بِالْخِلاَفَةِ
Yani, “Âdem sizden daha kerim ve hilâfete daha müstahak ve lâyıktır.”
عَرَضَهُمْ
Müşterilere gösterilmek üzere kumaş toplarının açılıp arz edildiği gibi, eşyanın envâı da bast edilerek enzar-ı melâikeye gösterilmiştir. Bu tâbirden şöyle bir işaret çıkıyor ki: Mevcudat, müdrik ve âlimin malıdır. İlimle alır, isimle ahzeder, suretlerinin temessülüyle temellük eder.
هُمْ 3
müzekker ve âkıllar cemaatinden kinayedir. Burada müzekkerin müennese ve âkılın gayr-ı âkıla tağlib ve teşmiliyle, mecazen envâ-ı eşyaya ircâ edilmiştir. Bu itibarla,
هُمْ
kelimesinde bir mecaz, iki tağlib vardır. Bu mecaz ile o tağlibleri icbar eden esbab,
عَرَضَ 4
kelimesinin işaret ettiği üslûptur. Çünkü melâikeye envâ-ı eşyanın arzı, mânevî bir resm-i geçit manzarasını andırıyor.
Dipnot-1
“Sonra Allah bütün varlıkları melâikeye göstererek dedi ki: ‘Eğer iddianızda sadık iseniz, bunların isimlerini bana söyleyiniz.’” Bakara Sûresi, 2:31.
Dipnot-2
Sonra (bk. Harf/Atıf harfleri).
Dipnot-3
Onlar.
Dipnot-4
Arzetti, sundu.
Âdem: [bk. bilgiler – Âdem (a.s.)] ahzetme: alma âkıl: akıl sahibi âlim: ilim sahibi arz: sunma bast etmek: yaymak, sermek, sergilemek bu’d-u mesâfe: mesafe uzaklığı cemaat: topluluk, grup cihet: tarz, yön envâ: çeşitler, türler envâ-ı eşya: eşyanın türleri, çeşitleri enzâr-ı melâike: meleklerin nazarları ve görüşleri esbab: sebepler esmâ: Allah’ın isimleri eşya: şeyler, varlıklar gayr-ı âkıl: akıl sahibi olmayan heyet-i mecmua: bireylerinin hepsi; İlâhî isimlerin tamamı hilâfet: halifelik; yeryüzünde Allah’ın izni dairesinde ve Onun adına icraatta bulunma şeklinde, insana verilen görev | icbar: zorlama, mecbur kılma ircâ: döndürme itibar: özellik kerîm: cömertlik ve ikram sahibi kinaye: bir sözü gerçek mânâsına da gelebilecek şekilde, onun dışında başka bir mânâda kullanma san’atı kısm-ı âzam: büyük bir kısmı mecaz: bir ilgi veya benzetme sonucu gerçek anlamından başka anlamda kullanılan söz medâr-ı acz: acizlik, güçsüzlük sebebi, kaynağı melâike: melekler mevcudat: varlıklar, var edilenler müdrik: idrak eden, anlayan müennes: (Ar. gr.) dişi kip müstahak: hak etmiş, lâyık müzekker: (Ar. gr.) erkek kipi | tabir: ifade tağlib: bir alâka ve ilgiden dolayı bir kelimeyi, başka bir mânâyı da içine alacak şekilde kullanma, ana-babaya ebeveyn denilmesi gibi takdir: lâfız olarak zikredilmediği halde, görünen lâfzın altında kapalı olarak bulunan sözü, mânâyı gösterme temellük: sahiplenme temessül: görünme, yansıma terâhî: gecikme, sonraya bırakma, sonraya kalma teşmil: içine alma, genelleme |
Malûm ya, resm-i geçitleri yapan, müzekker ve âkil insanlardır. Bunun için, burada iki tağlibe ve dolayısıyla bir mecaza mecburiyet hasıl olmuştur.
عَلٰى
arz edilenin levh-i a’lâda nakşedilen sûretler olduğuna işarettir.
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَۤا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ 1
HAŞİYE-1
وَاٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ 2
Allah’ın avn ü inayetiyle; ümidimin, iktidarımın fevkinde şu tercümeyi iyi-kötü yaptım. Noksanları çoktur, Müellifçe ıslahları lâzımdır. Zaten onun himmetiyle bu kadarını ancak yapabildim. Yoksa, nazm-ı Kur’ân’daki îcazlı olan i’câzı, kısa ve veciz olarak beyan eden bu tefsiri sönük, kör bir fikirle tercüme etmek, Abdülmecid’in işi değildir. Yine onun fart-ı şefkatinden himmeti yetişti, ikmâline muvaffak oldum.
Müellifin küçük kardeşi ve Nur talebesi
Abdülmecid
Dipnot-1
“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.” Bakara Sûresi, 2:32.
Haşiye-1
İntihabım olmayarak, ihtiyarsız bir tarzda, âdeta umum Sözlerin ve Mektupların âhirlerinde şu âyet )
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَٓا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ
( Bakara Sûresi, 2:32.) bana söylettirilmiş. Şimdi anladım ki, tefsirim de, şu âyetle hitam buluyor. Demek inşaallah bütün Sözler, hakikî bir tefsir ve şu âyetin bahrinden birer cetveldir. En nihayet, yine o denize dökülüyorlar. Şu tefsirin hitamında, güya her Söz, mânen şu âyetten başlıyor. Demek, o zamandan beri, yirmi senedir daha şu âyeti tefsir ediyorum; bitiremedim ki tefsirin ikinci cildini yazayım. (Said Nursî).
Dipnot-2
“Onların duaları ise şu sözlerle sona erer: ‘Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.’” Yûnus Sûresi, 10:10.
Abdülmecid: (bk. bilgiler) âhir: son âkil: akıl sahibi, akıllı arz edilen: sunulan avn ü inayet: yardım ve ikram bahr: deniz beyan: açıklama, anlatım fart-ı şefkat: aşırı şefkat ve acıma fevkinde: üstünde haşiye: dipnot, açıklayıcı not hasıl olmak: meydana gelmek himmet: ciddi yardım ve gayret hitam: son hitam bulma: son bulma, sona erme i’câz: mu’cizelik, bir benzerini yapma konusunda başkalarını acze düşürecek derecede olağanüstü olma | îcaz: Kur’ân’ın vecizliği, geniş bir mânâyı az sözle anlatması ihtiyar: irade, tercih, seçme ikmâl: tamamlama intihab: seçme, irade ıslah: düzeltme, iyileştirme levh-i a’lâ: Levh-i Mahfûz; herşeyin bütün ayrıntılarıyla yazıldığı kader levhası, Allah’ın ilminin bir adı malûm: bilinen, belli mecaz: bir ilgi veya benzetme sonucu gerçek anlamından başka anlamda kullanılan söz müellif: telif eden, yazan | muvaffak: başarılı olma müzekker: erkek nakşedilen: işlenen nazm-ı Kur’ân: Kur’ân nazmı, Kur’ân’ın kelime ve âyetlerinin dizilişi nihayet: son tağlib: bir alâka ve ilgiden dolayı bir kelimeyi, başka bir mânâyı da içine alacak şekilde kullanma, ana-babaya ebeveyn denilmesi gibi tefsir: açıklama, yorum veciz: kısa, özlü söz |
Bilgi – Bilim – Teknoloji: Peygamberler ve Mucizeleri ve Eğitim – Öğretim – 1
KAYNAK:
Sözler – Bediüzzaman Said Nursi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2016, Ankara.
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirminci Söz, Bediüzzaman Said Nursi, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
http://www.erisale.com/#content.tr.1.342
İşaratül İcaz Fi Mezannil İcaz, Bakara Sûresi 31-33. âyetlerin tefsiri, Bediüzzaman Said Nursi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yay.,
Risale-i Nur Külliyatı, İşaratül İcaz, Bakara Sûresi 31-33. âyetlerin tefsiri, Bediüzzaman Said Nursi, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
http://www.erisale.com/#content.tr.6.352
Bu çalışmalarda “Bilgi, Bilim, Teknoloji, Peygamberler, Mucizeler, Eğitim ve Öğretim” ile ilgili ne verilmeye çalışıldı?
Bu çalışmalarda Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan Sözler isimli eserinden Yirminci Sözün İkinci Makamı ile İşaratül İcaz eserinden, Bakara Sûresi 31 – 33. âyetlerinin tefsiri; bilgi, bilim, teknoloji ve peygamberler ve mucizeleri arasındaki ilişki ile eğitim – öğretim arasındaki bağlantı verilmiştir.
Yeni eğitim – öğretim dönemine girdiğimiz şu günlerde bilgi, bilim ve teknoloji ile bunların öğrenilmesi ve öğretilmesinde peygamberler ve mucizelerinin ne gibi etkisi olduğunu anlamak eğitim ve öğretim açısından özellikle vizyon, misyon, amaçlar ve hedefler konusunda son derece önemlidir.