Onuncu Söz Zeylin İkinci Parçası ve OTUZUNCU LEM’ANIN BEŞİNCİ NÜKTESİNİN DÖRDÜNCÜ REMZİ – Cumartesi Dersleri 10. 19.


Zeylin İkinci Parçası

Baştaki âyetin mu’cizâne işaret ettikleri dokuz tabaka berahin-i haşriyeye dair ‘Dokuz Makam’dan ‘Birinci Makam’:

فَسُبْحَانَ اللهِ حِينَ تُمْسُونَ وَحِينَ تُصْبِحُونَ     وَلَهُ الْحَمْدُ فِى السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَعَشِيًّا وَحِينَ تُظْهِرُونَ     يُخْرِجُ الْحَىَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَىِّ وَيُحْيِى اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَكَذٰلِكَ تُخْرَجُونَ     1

olan fıkradaki ferman-ı haşre dair buradaki gösterdiği bürhan-ı bâhiri ve hüccet-i kàtıası beyan ve izah edilecek inşaallah. HAŞİYE-1

OTUZUNCU LEM’ANIN BEŞİNCİ NÜKTESİNİN
DÖRDÜNCÜ REMZİ HAŞİYE-2

Hayatın yirmi sekizinci hassasında beyan edilmiştir ki: Hayat, imanın altı erkânına bakıp ispat ediyor, onların tahakkukuna işaretler ediyor.

Evet, madem bu kâinatın en mühim neticesi ve meyvesi ve hikmet-i hilkati hayattır; elbette o hakikat-i âliye, bu fâni, kısacık, noksan, elemli hayat-ı dünyeviyeye münhasır değildir. Belki, hayatın yirmi dokuz hassasıyla mahiyetinin azameti anlaşılan şecere-i hayatın gayesi, neticesi ve o şecerenin azametine lâyık meyvesi, hayat-ı ebediyedir ve hayat-ı uhreviyedir, taşıyla ve ağacıyla,


Dipnot-1

“Akşama erdiğinizde ve sabaha kavuştuğunuzda Allah’ı tesbih edin. Göklerde ve yerde olanların hamd ve senâsı Ona mahsustur. Gündüzün sonuna doğru ve öğle vaktine erişince de Allah’ı tesbih edip namaz kılın. Ölüden diriyi, diriden ölüyü O çıkarır. Ölümünden sonra yeryüzünü O diriltir. Siz de kabirlerinizden böyle çıkarılacaksınız.” Rum Sûresi, 30:17-19.

Haşiye-1

O makam daha yazılmamış.

Haşiye-2

Hayat meselesi haşre münasebeti için buraya girmiş. Fakat hayatın âhirinde kader rüknüne işareti pek ince ve derindir.


http://www.erisale.com/#content.tr.1.159


âhirinde: sonunda (bk. e-ḫ-r)
azamet: büyüklük, yücelik (bk. a-ẓ-m)
berahin-i haşriye: haşre ait deliller (bk. ḥ-ş-r)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
bürhan-ı bâhir: çok açık delil
elemli: sıkıntılı, acı verici
erkân: esaslar, şartlar (bk. r-k-n)
fâni: gelip geçici, ölümlü (bk. f-n-y)
ferman-ı haşr: haşirle ilgili ferman, buyruk (bk. ḥ-ş-r)
fıkra: bölüm
hakikat-i âliye: yüce gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hassa: özellik
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y)
hayat-ı ebediye: sonsuz âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y; e-b-d)
hayat-ı uhreviye: âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y; e-ḫ-r)
hikmet-i hilkat: yaratılış gayesi (bk. ḥ-k-m; ḫ-l-ḳ)
hüccet-i kàtıa: kesin delil
inşaallah: Allah’ın izniyle
izah: açıklama
kader: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, planlaması (bk. ḳ-d-r)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
lem’a: parıltı
mahiyet: özellik, esas, içyüz
mu’cizâne: mu’cizeli bir şekilde (bk. a-c-z)
münasebet: ilişki, bağlantı (bk. n-s-b)
münhasır: ait
nükte: ince anlamlı söz
remz: işaret
rükn: esas, şart (bk. r-k-n)
şecere: ağaç
şecere-i hayat: hayat ağacı (bk. ḥ-y-y)
tahakkuk: gerçekleşme (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
zeyl: ilâve, ek

toprağıyla hayattar olan dâr-ı saadetteki hayattır. Yoksa, bu hadsiz cihazat-ı mühimme ile teçhiz edilen hayat şeceresi, zîşuur hakkında, hususan insan hakkında meyvesiz, faidesiz, hakikatsiz olmak lâzım gelecek. Ve sermayece ve cihazatça serçe kuşundan meselâ yirmi derece ziyade ve bu kâinatın ve zîhayatın en mühim, yüksek ve ehemmiyetli mahlûku olan insan, serçe kuşundan, saadet-i hayat cihetinde yirmi derece aşağı düşüp en bedbaht, en zelîl bir biçare olacak. Hem en kıymettar bir nimet olan akıl dahi, geçmiş zamanın hüzünlerini ve gelecek zamanın korkularını düşünmekle kalb-i insanı mütemadiyen incitip bir lezzete dokuz elemleri karıştırdığından, en musibetli bir belâ olur. Bu ise yüz derece bâtıldır. Demek bu hayat-ı dünyeviye, âhirete iman rüknünü kat’î ispat ediyor ve her baharda haşrin üç yüz binden ziyade nümunelerini gözümüze gösteriyor.

Acaba senin cisminde, senin bahçende ve senin vatanında senin hayatına lâzım ve münasip bütün levazımatı ve cihazatı hikmet ve inâyet ve rahmetle ihzar eden ve vaktinde yetiştiren, hattâ senin midenin bekà ve yaşamak arzusuyla ettiği hususî ve cüz’î olan rızık duasını bilen ve işiten ve hadsiz leziz taamlarla o duanın kabulünü gösteren ve mideyi memnun eden bir Mutasarrıf-ı Kadîr, hiç mümkün müdür ki, seni bilmesin ve görmesin? Ve nev-i insanın en büyük gayesi olan hayat-ı ebediyeye lâzım esbabı ihzar etmesin? Ve nev-i insanın en büyük, en ehemmiyetli, en lâyık ve umumî olan bekà duasını, hayat-ı uhreviyenin inşasıyla ve Cennetin icadıyla kabul etmesin? Ve kâinatın en mühim mahlûku, belki zeminin sultanı ve neticesi olan nev-i insanın Arş ve ferşi çınlatan umumî ve gayet kuvvetli duasını işitmeyip, küçük bir mide kadar ehemmiyet vermesin, memnun etmesin, kemâl-i hikmetini ve nihayet rahmetini inkâr ettirsin? Hâşâ, yüz bin defa hâşâ!

Hem hiç kabil midir ki, hayatın en cüz’îsinin pek gizli sesini işitsin, derdini dinlesin, derman versin ve nazını çeksin ve kemâl-i itinâ ve ihtimamla beslesin


http://www.erisale.com/#content.tr.1.160


âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
Arş: en yüksek gök tabakası (bk. a-r-ş)
bâtıl: gerçek dışı, yalan
bedbaht: talihsiz
bekà: süreklilik ve kalıcılık (bk. b-ḳ-y)
biçare: çaresiz, zavallı
cihazat: cihazlar, donanım
cihazat-ı mühimme: önemli cihazlar
cihazatça: donanımca
cihet: yön
cüz’î: küçük (bk. c-z-e)
dâr-ı saadet: mutluluk yurdu
elem: acı, sıkıntı, keder
esbap: sebepler (bk. s-b-b)
ferş: yer
hadsiz: sayısız
hakikat: gerçek mahiyet, asıl, esas, (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâşâ: asla öyle değil
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y)
hayat-ı ebediye: sonsuz hayat (bk. ḥ-y-y; e-b-d)
hayat-ı uhreviye: âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y; e-ḫ-r)
hayattar: canlı (bk. ḥ-y-y)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hususan: özellikle
hususî: özel
icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)
ihzar: hazırlama (bk. ḥ-ḍ-r)
inayet: yardım, lütuf; bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenlilik (bk. a-n-y)
inkâr: inanmama, kabul etmeme (bk. n-k-r)
inşa: yaratma (bk. n-ş-e)
kabil: mümkün, olabilir
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kalb-i insan: insanın kalbi
kat’î: kesin
kemâl-i hikmet: hikmetin mükemmelliği (bk. k-m-l; ḥ-k-m)
kemâl-i itinâ ve ihtimam: son derece dikkat ve özen (bk. k-m-l)
kıymettar: kıymetli, değerli
levazımat: gerekli şeyler
leziz: lezzetli
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
münasip: uygun (bk. n-s-b)
Mutasarrıf-ı Kadîr: herşeyde istediği gibi tasarruf eden ve herşeye gücü yeten Allah (bk. ṣ-r-f; ḳ-d-r)
mütemadiyen: sürekli olarak
nev-i insan: insanlık, insan türü
nümune: örnek
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
rükün: esas, şart (bk. r-k-n)
saadet-i hayat: hayattan alınan mutluluk (bk. ḥ-y-y)
şecere: ağaç
taam: yiyecek
teçhiz edilen: cihazlanan, donanan
umumî: genel
zelîl: alçak, aşağılık
zemin: yeryüzü
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
zîşuur: şuur sahibi, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)
ziyade: çok, fazla

ve ona dikkatle hizmet ettirsin ve büyük mahlûkatını ona hizmetkâr yapsın; ve sonra en büyük ve kıymettar ve bâki ve nazdar bir hayatın gök sadâsı gibi yüksek sesini işitmesin? Ve onun çok ehemmiyetli bekà duasını ve nazını ve niyazını nazara almasın? Adeta bir neferin kemâl-i itinâ ile teçhiz ve idaresini yapsın ve mutî ve muhteşem orduya hiç bakmasın? Ve zerreyi görsün, güneşi görmesin? Sivrisineğin sesini işitsin, gök gürültüsünü işitmesin? Hâşâ, yüz bin defa hâşâ!

Hem hiçbir cihetle akıl kabul eder mi ki, hadsiz rahmetli, muhabbetli ve nihayet derecede şefkatli ve kendi san’atını çok sever ve kendini sevdirir ve kendini sevenleri ziyade sever bir Zât-ı Kadîr-i Hakîm, en ziyade kendini seven ve sevimli ve sevilen ve Sâniini fıtraten perestiş eden hayatı ve hayatın zâtı ve cevheri olan ruhu, mevt-i ebedî ile idam edip, kendinden o sevgili muhibbini ve habibini ebedî bir surette küstürsün, darıltsın, dehşetli rencide ederek sırr-ı rahmetini ve nur-u muhabbetini inkâr etsin ve ettirsin? Hâşâ, yüz bin defa hâşâ ve kellâ! Bu kâinatı cilvesiyle süslendiren bir cemâl-i mutlak ve umum mahlûkatı sevindiren bir rahmet-i mutlaka, böyle hadsiz bir çirkinlikten ve kubh-u mutlaktan ve böyle bir zulm-ü mutlaktan, bir merhametsizlikten, elbette nihayetsiz derece münezzehtir ve mukaddestir.

Netice: Madem dünyada hayat var; elbette insanlardan hayatın sırrını anlayanlar ve hayatını sû-i istimal etmeyenler, dâr-ı bekàda ve Cennet-i bâkiyede hayat-ı bâkiyeye mazhar olacaklardır. Âmennâ.

Ve hem nasıl ki yeryüzünde bulunan parlak şeylerin güneşin akisleriyle parlamaları ve denizlerin yüzlerinde kabarcıkları ziyanın lem’alarıyla parlayıp sönmeleri, arkalarından gelen kabarcıklar gidenler gibi yine hayalî güneşçiklere âyinelik etmeleri bilbedâhe gösteriyor ki, o lem’alar, yüksek birtek güneşin


http://www.erisale.com/#content.tr.1.161


âmennâ: “iman ettik” (bk. e-m-n)
âyine: ayna
bâki: devamlı ve kalıcı (bk. b-ḳ-y)
bekà: devamlılık, sonsuzluk (bk. b-ḳ-y)
bilbedâhe: ap açık şekilde
cemâl-i mutlak: sınırsız güzellik (bk. c-m-l; ṭ-l-ḳ)
Cennet-i bâkiye: devamlı ve sonsuz Cennet hayatı (bk. b-ḳ-y)
cevher: asıl, temel, öz
cihet: yön
cilve: parıltı, yansıma (bk. c-l-y)
dâr-ı bekà: daimî ve kalıcı yer (bk. b-ḳ-y)
dehşetli: korkunç
ebedî: sonsuz (bk. e-b-d)
fıtraten: yaratılış gereği (bk. f-ṭ-r)
habib: sevgili (bk. ḥ-b-b)
hadsiz: sınırsız
haşâ ve kellâ: asla ve asla, kesinlikle öyle değil
hayat-ı bâkiye: devamlı, sonsuz hayat (bk. ḥ-y-y; b-ḳ-y)
hizmetkâr: hizmetçi
idam etmek: yok etmek
inkâr: inanmama, kabul etmeme (bk. n-k-r)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kemâl-i itinâ: son derece dikkat (bk. k-m-l)
kıymettar: kıymetli, değerli
kubh-u mutlak: tam ve sınırsız çirkinlik (bk. ṭ-l-ḳ)
lem’a: parıltı
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
mazhar: nail olma, erişme (bk. ẓ-h-r)
mevt-i ebedî: sonsuz bir ölüm (bk. m-v-t; e-b-d)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
muhib: seven (bk. ḥ-b-b)
muhteşem: ihtişamlı, gösterişli
mukaddes: her türlü çirkinlik ve eksiklikten yüce, kutsal (bk. ḳ-d-s)
münezzeh: her türlü kusur ve noksandan arınmış, temiz (bk. n-z-h)
mutî: itaat eden, emre uyan
nazar: dikkat (bk. n-ẓ-r)
nazdar: nazlı
nefer: asker, er
netice: sonuç
nihayet: son
niyaz: dua, yalvarış
nur-u muhabbet: sevgi nuru (bk. n-v-r; ḥ-b-b)
perestiş: kulluk, ibadet
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
rahmet-i mutlaka: tam ve kesin rahmet (bk. r-ḥ-m; ṭ-l-ḳ)
rencide etmek: incitmek
sadâ: ses
Sâni: herşeyi sanatla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)
sır: gizem, gizli gerçek
sırr-ı rahmet: rahmet sırrı (bk. r-ḥ-m)
sû-i istimal: kötü kullanma
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
teçhiz: cihazlandırma, donatma
umum: bütün
zât: kendi, öz
Zât-ı Kadîr-i Hakîm: sonsuz güç ve kudret sahibi ve herşeyi hikmetle yapan Zât, Allah (bk. ḳ-d-r; ḥ-k-m)
zerre: atom, en küçük madde parçası
ziya: ışık
ziyade: çok, fazla
zulm-ü mutlak: tam ve sınırsız zulüm (bk. ẓ-l-m; ṭ-l-ḳ)

cilve-i in’ikâsıdırlar ve güneşin vücudunu muhtelif dillerle yad ediyorlar ve ışık parmaklarıyla ona işaret ediyorlar. Aynen öyle de, Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun Muhyî isminin cilve-i âzamıyla berrin yüzünde ve bahrin içindeki zîhayatların kudret-i İlâhiye ile parlayıp, arkalarından gelenlere yer vermek için “Yâ Hayy” deyip perde-i gaybda gizlenmeleri, bir hayat-ı sermediye sahibi olan Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun hayatına ve vücub-u vücuduna şehadetler, işaretler ettikleri gibi; umum mevcudatın tanziminde eseri görünen ilm-i İlâhîye şehadet eden bütün deliller ve kâinata tasarruf eden kudreti ispat eden bütün burhanlar ve tanzim ve idare-i kâinatta hükümfermâ olan irade ve meşieti ispat eden bütün hüccetler ve kelâm-ı Rabbânî ve vahy-i İlâhiyenin medarı olan risaletleri ispat eden bütün alâmetler, mucizeler ve hâkezâ yedi sıfât-ı İlâhiyeye şehadet eden bütün delâil, bil’ittifak Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun hayatına delâlet, şehadet, işaret ediyorlar. Çünkü, nasıl bir şeyde görmek varsa hayatı da vardır; işitmek varsa hayatın alâmetidir; söylemek varsa hayatın vücuduna işaret eder; ihtiyar, irade varsa hayatı gösterir. Aynen öyle de, bu kâinatta âsârıyla vücutları muhakkak ve bedihî olan kudret-i mutlaka ve irade-i şâmile ve ilm-i muhit gibi sıfatlar, bütün delâilleriyle, Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun hayatına ve vücub-u vücuduna şehadet ederler ve bütün kâinatı bir gölgesiyle ışıklandıran ve bir cilvesiyle bütün dâr-ı âhireti zerrâtıyla beraber hayatlandıran hayat-ı sermediyesine şehadet ederler.

Hem hayat, melâikeye iman rüknüne dahi bakar, remzen ispat eder. Çünkü, madem kâinatta en mühim netice hayattır ve en ziyade intişar eden ve kıymettarlığı için nüshaları teksir edilen ve zemin misafirhanesini gelip geçen kafilelerle


http://www.erisale.com/#content.tr.1.162


alâmet: işaret, belirti
âsâr: eserler
bahr: deniz
bedihî: ap açık
berr: yer, kara
bil’ittifak: ittifakla, birleşerek
burhan: delil
cilve: görünüm, yansıma (bk. c-l-y)
cilve-i âzam: en büyük görüntü (bk. c-l-y; a-ẓ-m)
cilve-i in’ikâs: yansımadan ileri gelen görüntü (bk. c-l-y)
dâr-ı âhiret: âhiret yurdu (bk. e-ḫ-r)
delâil: deliller
delâlet: delil olma, işaret etme
hâkeza: böylece
hayat-ı sermediye: devamlı, sürekli hayat (bk. ḥ-y-y)
hüccet: delil
hükümfermâ: hüküm süren (bk. ḥ-k-m)
idare-i kâinat: evrenin idaresi (bk. k-v-n)
ihtiyar: irade, seçme gücü, tercih (bk. ḫ-y-r)
ilm-i İlâhî: Allah’ın herşeyi kuşatan ilmi (bk. a-l-m; e-l-h)
ilm-i muhit: herşeyi içine alan ilim (bk. a-l-m)
iman: inanma (bk. e-m-n)
intişar etmek: yayılmak
irade: dileme, tercih, isteme (bk. r-v-d)
irade-i şâmile: herşeyi kuşatan irade (bk. r-v-d)
kafile: topluluk, grup
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kelâm-ı Rabbânî: herşeyin Rabbi olan Allah’ın kelamı (bk. k-l-m; r-b-b)
kıymettarlık: kıymetlilik, değerlilik
kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)
kudret-i İlâhiye: Allah’ın güç ve kudret (bk. ḳ-d-r; e-l-h)
kudret-i mutlaka: sınırsız güç, kuvvet ve iktidar (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
medar: eksen, dayanak
melâike: melekler (bk. m-l-k)
meşiet: irade, istek, arzu
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
muhakkak: gerçekliği kesin olarak bilinen (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
muhtelif: çeşitli
Muhyî: bütün canlılara hayat veren Allah (bk. ḥ-y-y)
nüsha: kopya
perde-i gayb: mânevî âlemleri gözümüzden saklayan perde (bk. ğ-y-b)
remzen: işareten
risalet: peygamberlik (bk. r-s-l)
rükün: esas, şart (bk. r-k-n)
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
sıfât-ı İlâhiye: Allah’ın sıfatları, mukaddes özellikleri, nitelikleri (bk. v-ṣ-f; e-l-h)
tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)
tasarruf eden: herşeyi dilediği gibi kullanan ve yöneten (bk. ṣ-r-f)
teksir edilmek: çoğaltılmak (bk. k-s̱-r)
umum: bütün
vahy-i İlâhiye: Allah tarafından vahiyle gelen emir ve yasaklar (bk. v-ḥ-y; e-l-h)
vücub-u vücud: varlığının gerekli oluşu ve var olmak için bir nedene ihtiyacının olmayışı (bk. v-c-b; v-c-d)
vücut: varlık (bk. v-c-d)
yâ Hayy: ey gerçek hayat sahibi olan ve her canlıya hayat veren Allah (bk. ḥ-y-y)
yad etmek: anmak
Zât-ı Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Zât, Allah (bk. ḥ-y-y; ḳ-v-m)
zemin: yer
zerrât: zerreler, atomlar
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
ziyade: çok, fazla

şenlendiren zîhayatlardır. Ve madem küre-i arz bu kadar zîhayatın envâıyla dolmuş ve mütemadiyen zîhayat envâlarını tecdit ve teksir etmek hikmetiyle, her vakit dolar boşalır ve en hasis ve çürümüş maddelerinde dahi kesretle zîhayatlar halk edilerek bir mahşer-i huveynat oluyor. Ve madem hayatın süzülmüş en sâfi hülâsası olan şuur ve akıl ve en lâtif ve sabit cevheri olan ruh, bu küre-i arzda gayet kesretli bir surette halk olunuyorlar; adeta küre-i arz, hayat ve akıl ve şuur ve ervah ile ihyâ olup öyle şenlendirilmiş. Elbette küre-i arzdan daha lâtif, daha nuranî, daha büyük, daha ehemmiyetli olan ecrâm-ı semâviye, ölü, câmid, hayatsız, şuursuz kalması imkân haricindedir. Demek gökleri, güneşleri, yıldızları şenlendirecek ve hayattar vaziyetini verecek ve netice-i hilkat-i semâvâtı gösterecek ve hitâbât-ı Sübhâniyeye mazhar olacak olan zîşuur, zîhayat ve semâvâta münasip sekeneler, herhalde sırr-ı hayatla bulunuyorlar ki, onlar da melâikelerdir.

Hem hayatın sırr-ı mahiyeti, peygamberlere iman rüknüne bakıp remzen ispat eder. Evet, madem kâinat, hayat için yaratılmış ve hayat dahi Hayy-ı Kayyûm-u Ezelînin bir cilve-i âzamıdır, bir nakş-ı ekmelidir, bir san’at-ı ecmelidir. Madem hayat-ı sermediye, resullerin gönderilmesiyle ve kitapların indirilmesiyle kendini gösterir. (Evet, eğer kitaplar ve peygamberler olmazsa, o hayat-ı ezeliye bilinmez. Nasıl ki bir adamın söylemesiyle diri ve hayattar olduğu anlaşılır; öyle de, bu kâinatın perdesi altında olan âlem-i gaybın arkasında söyleyen, konuşan, emir ve nehyedip hitap eden bir Zâtın kelimâtını, hitâbâtını gösterecek, peygamberler ve nâzil olan kitaplardır.) Elbette kâinattaki hayat, kat’î bir surette Hayy-ı Ezelînin vücûb-u vücud una kat’î şehadet ettiği gibi; o hayat-ı Ezeliyenin şuââtı, celevâtı, münâsebâtı olan “irsâl-i rusül” ve “inzâl-i kütüb” rükünlerine bakar,


http://www.erisale.com/#content.tr.1.163


âlem-i gayb: görünmeyen, fakat varlığı kesin olan ve mahiyeti Allah tarafından bilinen başka dünyalar (bk. a-l-m; ğ-y-b)
câmid: cansız
celevât: cilveler, yansımalar (bk. c-l-y)
cevher: asıl, temel, öz
cilve-i âzam: en büyük görünüm (bk. c-l-y; a-ẓ-m)
ecrâm-ı semâviye: gök cisimleri (bk. s-m-v)
envâ: çeşitler, türler
ervah: ruhlar (bk. r-v-ḥ)
halk edilmek: yaratılmak (bk. ḫ-l-ḳ)
hariç: dışında
hasis: değersiz
hayat-ı ezeliye: başlangıcı olmayan sonsuz hayat (bk. ḥ-y-y; e-z-l)
hayat-ı sermediye: sürekli, devamlı hayat (bk. ḥ-y-y)
hayattar: canlı (bk. ḥ-y-y)
Hayy-ı Ezelî: başlangıcı olmaksızın devamlı hayat sahibi olan Allah (bk. ḥ-y-y; e-z-l)
Hayy-ı Kayyûm-u Ezelî: varlığının ve diriliğinin başlangıcı olmayıp her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Allah (bk. ḥ-y-y; ḳ-v-m; e-z-l)
hikmet: gaye, maksat (bk. ḥ-k-m)
hitâbât: hitâplar (bk. ḫ-ṭ-b)
hitâbât-ı Sübhâniye: her türlü kusur ve noksanlıktan uzak olan Allah’ın kendine has hitap ve konuşmaları (bk. ḫ-ṭ-b; s-b-ḥ)
hülâsa: esas, öz
ihyâ: hayat verme (bk. ḥ-y-y)
inzâl-i kütüb: kitapların indirilmesi (bk. n-z-l; k-t-b)
irsâl-i rusül: peygamberlerin gönderilmesi (bk. r-s-l)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kat’î: kesin
kelimât: kelimeler (bk. k-l-m)
kesretle: çoklukla (bk. k-s̱-r)
kesretli: çok (bk. k-s̱-r)
küre-i arz: yerküre, dünya
lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)
mahşer-i huveynat: küçük canlıların toplanma yeri (bk. ḥ-ş-r)
mazhar: nail olma, erişme (bk. ẓ-h-r)
melâike: melekler (bk. m-l-k)
münâsebât: bağlantılar, ilişkiler (bk. n-s-b)
münasip: uygun (bk. n-s-b)
mütemadiyen: sürekli olarak
nakş-ı ekmel: en mükemmel nakış (bk. n-ḳ-ş; k-m-l)
nâzil olmak: inmek (bk. n-z-l)
nehyetmek: yasaklamak
netice-i hilkat-i semâvât: göklerin yaratılış neticesi, gayesi (bk. ḫ-l-ḳ; s-m-v)
nuranî: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)
remzen: işareten
resul: peygamber (bk. r-s-l)
rükün: esas, şart (bk. r-k-n)
sâfi: saf, temiz (bk. ṣ-f-y)
san’at-ı ecmel: en güzel sanat (bk. ṣ-n-a; c-m-l)
şehadet: şahitlik (bk. ş-h-d)
sekene: sakinler (bk. s-k-n)
semâvât: gökler (bk. s-m-v)
sırr-ı hayat: hayat sırrı (bk. ḥ-y-y)
sırr-ı mahiyet: mahiyetinin, içyüzünün sırrı
şuâât: ışınlar, parıltılar
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şuur: bilinç, idrak (bk.ş-a-r)
tecdit: yenileme
teksir: çoğaltma (bk. k-s̱-r)
vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir nedene ihtiyacının olmaması (bk. v-c-b; v-c-d)
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
zîşuur: şuur sahibi, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)

remzen ispat eder. Ve bilhassa risalet-i Muhammediye (a.s.m.) ve vahy-i Kur’ânî hayatın ruhu ve aklı hükmünde olduğundan, bu hayatın vücudu gibi hakkaniyetleri kat’îdir denilebilir.

Evet, nasıl ki hayat bu kâinattan süzülmüş bir hülâsadır. Ve şuur ve his dahi hayattan süzülmüş, hayatın bir hülâsasıdır. Ve akıl dahi şuurdan ve histen süzülmüş, şuurun bir hülâsasıdır. Ve ruh dahi, hayatın hâlis ve sâfi bir cevheri ve sabit ve müstakil zâtıdır. Öyle de, maddî ve mânevî hayat-ı Muhammediye (a.s.m.) dahi, hayattan ve ruh-u kâinattan süzülmüş hülâsatü’l-hülâsadır ve risalet-i Muhammediye (a.s.m.) dahi, kâinatın his ve şuur ve aklından süzülmüş en sâfi hülâsasıdır. Belki maddî ve mânevî hayat-ı Muhammediye (a.s.m.) dahi âsârının şehadetiyle, hayat-ı kâinatın hayatıdır. Ve risalet-i Muhammediye (a.s.m.), şuur-u kâinatın şuurudur ve nurudur. Ve vahy-i Kur’ân dahi, hayattar hakaikinin şehadetiyle, hayat-ı kâinatın ruhudur ve şuur-u kâinatın aklıdır.

Evet, evet, evet! Eğer kâinattan risalet-i Muhammediyenin (a.s.m.) nuru çıksa, gitse, kâinat vefat edecek. Eğer Kur’ân gitse,1 kâinat divâne olacak ve küre-i arz kafasını, aklını kaybedecek, belki şuursuz kalmış olan başını bir seyyareye çarpacak, bir kıyameti koparacak.

Hem hayat, iman-ı bilkader rüknüne bakıyor, remzen ispat eder. Çünkü madem hayat âlem-i şehadetin ziyasıdır ve istilâ ediyor; ve vücudun neticesi ve gayesidir; ve Hâlık-ı Kâinatın en câmi’ âyinesidir; ve faaliyet-i Rabbâniyenin en mükemmel enmuzeci ve fihristesidir, temsilde hata olmasın, bir nevi programı hükmündedir. Elbette âlem-i gayb, yani mazi, müstakbel, yani geçmiş ve gelecek mahlûkatın hayat-ı mâneviyeleri hükmünde olan intizam ve nizam ve mâlûmiyet ve meşhudiyet ve taayyün ve evâmir-i tekvîniyeyi imtisale müheyyâ bir vaziyette bulunmalarını sırr-ı hayat iktiza ediyor.


Dipnot-1

Peygamber Efendimiz (a.s.m.), kıyamete yakın bir dönemde, Kur’ân’ın yeryüzünden çekilip alınacağını ifade buyurmaktadır: İbni Mâce, Fiten 26; İbni Hibbân, es-Sahîh 15:267; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:520, 587.


http://www.erisale.com/#content.tr.1.164


âlem-i gayb: görünmeyen, fakat varlığı kesin olan ve mahiyeti Allah tarafından bilinen başka dünyalar (bk. a-l-m; ğ-y-b)
âlem-i şehadet: görünen âlem (bk. a-l-m; ş-h-d)
âsâr: eserler
âyine: ayna
câmi’: kapsamlı
cevher: asıl, temel, öz
divane: akılsız, deli
enmuzec: örnek, model
evâmir-i tekvîniye: yaratılışa ait işler (bk. k-v-n)
faaliyet-i Rabbâniye: herşeyi terbiye ve idare eden Allah’ın faaliyeti (bk. f-a-l; r-b-b)
hakaik: gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakkaniyet: doğruluk (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâlis: temiz, katıksız (bk. ḫ-l-ṣ)
Hâlık-ı Kâinat: evreni ve herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; k-v-n)
hayat-ı kâinat: evrenin hayatı (bk. ḥ-y-y; k-v-n)
hayat-ı mâneviye: mânevî hayat (bk. ḥ-y-y; a-n-y)
hayat-ı Muhammediye: Hz. Muhammed’in hayatı (bk. ḥ-y-y; ḥ-m-d)
hayattar: canlı (bk. ḥ-y-y)
his: duygu
hülâsa: öz, özet
hülâsatü’l-hülâsa: özün özü
iktiza: gerektirme
iman-ı bilkader: kadere iman (bk. e-m-n; ḳ-d-r)
imtisal: uyma, yerine getirme
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
istilâ: işgal, kaplama
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kat’î: kesin
kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m)
küre-i arz: yerküre, dünya
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
mâlûmiyet: bilinme, belli olma (bk. a-l-m)
mazi: geçmiş
meşhudiyet: şahit olunma hali (bk. ş-h-d)
müheyyâ: hazır
müstakbel: gelecek
müstakil: başlı başına, bağımsız
nevi: çeşit
nizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
remzen: işareten
risalet-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliği (bk. r-s-l; ḥ-m-d)
ruh-u kâinat: evrenin ruhu (bk. r-v-ḥ; k-v-n)
rükün: esas, şart (bk. r-k-n)
sâfi: saf, duru (bk. ṣ-f-y)
şehadet: şahitlik (bk. ş-h-d)
seyyare: gezegen
sırr-ı hayat: hayatın sırrı (bk. ḥ-y-y)
şuur: bilinç, idrak (bk. ş-a-r)
şuur-u kâinat: evrenin şuuru, bilinci (bk. ş-a-r; k-v-n)
taayyün: meydana çıkma, belirlenme
temsil: benzetme, örnek (bk. m-s̱-l)
vahy-i Kur’ânî: vahiyle gelen Kur’ân-ı Kerim (bk. v-ḥ-y)
vücud: varlık (bk. v-c-d)
ziya: ışık

Nasıl ki bir ağacın çekirdek-i aslîsi ve kökü ve müntehâsında ve meyvelerindeki çekirdekleri dahi, aynen ağaç gibi, bir nevi hayata mazhardırlar, belki ağacın kavânin-i hayatiyesinden daha ince kavânin-i hayatı taşıyorlar. Hem nasıl ki bu hazır bahardan evvel geçmiş güzün bıraktığı tohumlar ve kökler, bu bahar gittikten sonra gelecek baharlarda bırakacağı çekirdekler, kökler, bu bahar gibi cilve-i hayatı taşıyorlar ve kavânin-i hayatiyeye tâbidirler. Aynen öyle de, şecere-i kâinatın bütün dal ve budaklarıyla herbirinin bir mazisi ve müstakbeli var; geçmiş ve gelecek tavırlarından ve vaziyetlerinden müteşekkil bir silsilesi bulunur. Her nevi ve her cüz’ünün ilm-i İlâhiyede muhtelif tavırlarla müteaddit vücutları bir silsile-i vücud-u ilmî teşkil eder. Ve vücud-u hâricî gibi, o vücud-u ilmî dahi, hayat-ı umumiyenin mânevî bir cilvesine mazhardır ki, mukadderât-ı hayatiye, o mânidar ve canlı elvâh-ı kaderiyeden alınır.

Evet, âlem-i gaybın bir nev’i olan âlem-i ervah, ayn-ı hayat ve madde-i hayat ve hayatın cevherleri ve zâtları olan ervah ile dolu olması, elbette mazi ve müstakbel denilen âlem-i gaybın bir diğer nev’i de ve ikinci kısmı dahi, cilve-i hayata mazhariyetini ister ve istilzam eder. Hem bir şeyin vücud-u ilmîsindeki intizam-ı ekmeli ve mânidar vaziyetleri ve canlı meyveleri, tavırları, bir nevi hayat-ı mâneviyeye mazhariyetini gösterir. Evet, hayat-ı ezeliye güneşinin ziyası olan bu gibi cilve-i hayat, elbette yalnız bu âlem-i şehadete ve bu zaman-ı hazıra ve bu vücud-u hâricîye münhasır olamaz. Belki herbir âlem, kabiliyetine göre, o ziyanın cilvesine mazhardır. Ve kâinat, bütün âlemleriyle o cilve ile hayattar ve ziyadardır. Yoksa, nazar-ı dalâletin gördüğü gibi muvakkat ve zâhirî bir hayat altında herbir âlem, büyük ve müthiş birer cenaze ve karanlıklı birer virane âlem olacaktı.

İşte, kadere ve kazâya iman rüknünün dahi, geniş bir vecihte sırr-ı hayatla


http://www.erisale.com/#content.tr.1.165


âlem: dünya (bk. a-l-m)
âlem-i ervah: ruhlar âlemi (bk. a-l-m; r-v-ḥ)
âlem-i gayb: görünmeyen, fakat varlığı kesin olan ve mahiyeti Allah tarafından bilinen başka dünyalar (bk. a-l-m; ğ-y-b)
âlem-i şehadet: görünen âlem (bk. a-l-m; ş-h-d)
ayn-ı hayat: hayatın kendisi (bk. ḥ-y-y)
çekirdek-i aslî: asıl çekirdek, tohum
cevher: öz, esas
cilve: yansıma, görüntü (bk. c-l-y)
cilve-i hayat: hayat görüntüsü, yansıması (bk. c-l-y; ḥ-y-y)
cüz: parça (bk. c-z-e)
elvâh-ı kaderiye: kader çizgilerini içeren levhalar (bk. ḳ-d-r)
ervah: ruhlar (bk. r-v-ḥ)
güz: sonbahar
hayat-ı ezeliye: başlangıcı olmayan devamlı hayat (bk. ḥ-y-y; e-z-l)
hayat-ı mâneviye: maddî olmayan hayat (bk. ḥ-y-y; a-n-y)
hayat-ı umumiye: umuma ait, genel hayat (bk. ḥ-y-y)
hayattar: canlı (bk. ḥ-y-y)
ilm-i İlâhiye: Allah’ın herşeyi kuşatan sınırsız ilmi (bk. a-l-m; e-l-h)
intizam-ı ekmel: çok mükemmel düzen (bk. n-ẓ-m; k-m-l)
istilzam: gerektirme
kader: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, planlaması (bk. ḳ-d-r)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kavânin-i hayatiye: hayat kanunları (bk. ḳ-n-n; ḥ-y-y)
kazâ: olacağı Cenab-ı Hak tarafından bilinen ve takdir olunan şeylerin zamanı gelince yaratılması (bk. ḳ-ḍ-y)
madde-i hayat: hayat maddesi (bk. ḥ-y-y)
mânidar: anlamlı (bk. a-n-y)
mazhar: sahip (bk. ẓ-h-r)
mazhariyet: sahip olma (bk. ẓ-h-r)
mazi: geçmiş zaman
muhtelif: çeşitli
mukadderât-ı hayatiye: kader kalemiyle yazılmış hayat programı (bk. ḳ-d-r; ḥ-y-y)
münhasır: ait, sınırlı
müntehâ: uç, son nokta
müstakbel: gelecek zaman
müteaddit: birçok, çeşitli
müteşekkil: oluşmuş
muvakkat: geçici
nazar-ı dalâlet: inançsızlık ve sapkınlık bakışı (bk. n-ẓ-r; ḍ-l-l)
nev: çeşit, tür
nevi: çeşit
rükün: esas, şart (bk. r-k-n)
şecere-i kâinat: kâinat ağacı (bk. k-v-n)
silsile: zincir
silsile-i vücud-u ilmî: ilim halinde olan varlıklar zinciri (bk. v-c-d; a-l-m)
sırr-ı hayat: hayatın sırrı (bk. ḥ-y-y)
tâbi: ait, uyan
teşkil etme: oluşturma, meydana getirme
vecih: tarz, şekil
virane: harap
vücud-u haricî: ortaya çıkan, görünen varlık (bk. v-c-d)
vücud-u ilmî: ilim halinde olan varlık (bk. v-c-d; a-l-m)
vücut: varlık (bk. v-c-d)
zâhirî: görünürdeki (bk. ẓ-h-r)
zaman-ı hazır: şimdiki zaman
ziya: ışık
ziyadar: ışıklı

anlaşılıyor ve sabit oluyor. Yani, nasıl ki âlem-i şehadet ve mevcut hazır eşya, intizamlarıyla ve neticeleriyle hayattarlıkları görünüyor; öyle de, âlem-i gaybdan sayılan geçmiş ve gelecek mahlûkatın dahi mânen hayattar bir vücud-u mânevîleri ve ruhlu birer sübut-u ilmîleri vardır ki, Levh-i Kazâ ve Kader vasıtasıyla o mânevî hayatın eseri, mukadderat namıyla görünür, tezahür eder.


http://www.erisale.com/#content.tr.1.166


âlem-i gayb: görünmeyen, fakat varlığı kesin olan ve mahiyeti Allah tarafından bilinen başka dünyalar (bk. a-l-m; ğ-y-b)
âlem-i şehadet: görünen âlem (bk. a-l-m; ş-h-d)
eşya: varlıklar
hayattar: canlı (bk. ḥ-y-y)
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
Levh-i Kazâ ve Kader: olmuş ve olacak şeylerin Allah’ın ilmindeki varlıkları (bk. ḳ-ḍ-y; ḳ-d-r)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)
mevcut: var olan (bk. v-c-d)
mukadderat: Allah tarafından takdir olunmuş işler, başa gelecek olaylar (bk. ḳ-d-r)
nam: ad
sübut-u ilmî: ilmî gerçeklik (bk. a-l-m)
tezahür etmek: görünmek, ortaya çıkmak (bk. ẓ-h-r)
vücud-u mânevî: mânevî varlık (bk. v-c-d; a-n-y)


Ders Dünyası - WORLD OF COURSES sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

“Onuncu Söz Zeylin İkinci Parçası ve OTUZUNCU LEM’ANIN BEŞİNCİ NÜKTESİNİN DÖRDÜNCÜ REMZİ – Cumartesi Dersleri 10. 19.” için bir yanıt

Feel free to comment. Yorum yapmaktan çekinmeyin.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.