Cumartesi Derslerinde bu hafta:
“Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Elde Kur’ân gibi bir mu’cize-i bâki varken, Başka burhan aramak aklıma zâid görünür. Elde Kur’ân gibi bir burhan-ı hakikat varken, Münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir? ”
konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mukaddime – BİRİNCİ CÜZ.

KISA VİDEO
UZUN VİDEO
SHORTS
Yirmi Beşinci Söz
Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi
Elde Kur’ân gibi bir mu’cize-i bâki varken,
Başka burhan aramak aklıma zâid görünür.
Elde Kur’ân gibi bir burhan-ı hakikat varken,
Münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir?
İHTAR: Şu Sözün başında Beş Şuleyi yazmak niyet ettik. Fakat Birinci Şulenin âhirlerinde, eski hurufatla tab etmek için gayet sür’atle yazmaya mecbur olduk. Hattâ bazı gün yirmi otuz sahifeyi iki üç saat içinde yazıyorduk. Onun için, Üç Şuleyi ihtisaren, icmâlen yazarak, İki Şuleyi de şimdilik terk ettik. Bana ait kusurlar ve noksaniyetler ve işkâl ve hatalara nazar-ı insaf ve müsamaha ile bakmalarını, ihvanlarımızdan bekleriz.
Bu Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesindeki ekser âyetlerin herbiri, ya mülhidler tarafından medar-ı tenkit olmuş veya ehl-i fen tarafından itiraza uğramış veya cinnî ve insî şeytanların vesvese ve şüphelerine maruz olmuş âyetlerdir. İşte, bu Yirmi Beşinci Söz öyle bir tarzda o âyetlerin hakikatlerini ve nüktelerini beyan etmiş ki, ehl-i ilhad ve fennin kusur zannettikleri noktalar i’câzın lemeâtı ve belâğat-i Kur’âniyenin kemâlâtının menşeleri olduğu, ilmî kaideleriyle ispat edilmiş. Bulantı vermemek için, onların şüpheleri zikredilmeden cevab-ı kat’î verilmiş.
وَالشَّمْسُ تَجْرِي وَالْجِبَالَ اَوْتاَدًا 1
gibi, yalnız Yirminci Sözün Birinci Makamında üç dört âyette şüpheleri söylenmiş.
Dipnot-1
“Güneş de akıp gider.” Yâsin Sûresi, 36:38. • “Dağları da birer kazık yaptık.” Nebe’ Sûresi, 78:7.
âhir: son (bk. e-ḫ-r) âyet: Kur’ân’ın herbir cümlesi belâğat-i Kur’âniye: Kur’ân’ın belâğati (bk. b-l-ğ) beyan: açıklama (bk. b-y-n) burhan: güçlü, mantıkî delil burhan-ı hakikat: gerçeklik delili (bk. ḥ-ḳ-ḳ) cevab-ı kat’i: şüphe bırakmayacak kesin cevap (bk. c-v-b) cinnî: cin taifesinden olan ehl-i fen: bilim adamları ehl-i ilhad ve fen: dinsizler ve bilim adamları ekser: pekçok (bk. k-s̱-r) hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) | hurufat: harfler i’câz: mu’cize oluş (bk. a-c-z) icmâlen: kısaca, özet olarak (bk. c-m-l) ihtar: hatırlatma ihtisaren: kısaca, özetleyerek ihvan: kardeşler ilzam: susturma insî: insan cinsinden olan işkâl: zorlaştırma, güçleştirme kaide: esas, düstur kemâlat: mükemmellikler, kusur-suzluklar (bk. k-m-l) lemeât: parıltılar maruz: bir şeyin karşısında engelsiz şekilde bulunan medar-ı tenkit: tenkit nedeni menşe: kaynak, esas Mu’cizât-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın mu’cizeleri (bk. a-c-z) | mu’cize-i bâki: devamlı ve kalıcı mu’cize (bk. a-c-z; b-ḳ-y) mülhid: dinsiz, inkâr eden münkir: inkârcı (bk. n-k-r) müsamaha: hoşgörü nazar-ı insaf: insaf bakışı (bk. n-ẓ-r) noksaniyet: eksiklik nükte: ince ve anlamlı söz sıklet: ağırlık, mânevî sıkıntı sür’at: hız şule: ışık hüzmesi tab etmek: basmak vesvese: şüphe, kuruntu zâid: fazlalık zikredilmek: belirtilmek, hatırlatılmak |
Hem bu Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi gerçi gayet muhtasar ve acele yazılmış ise de, fakat ilm-i belâğat ve ulûm-u Arabiye noktasında, âlimlere hayret verecek derecede âlimâne ve derin ve kuvvetli bir tarzda beyan edilmiş. Gerçi her bahsini her ehl-i dikkat tam anlamaz, istifade etmez. Fakat o bahçede herkesin ehemmiyetli hissesi var. Pek acele ve müşevveş hâletler içinde telif edildiğinden ifade ve ibaresinde kusur var olmasıyla beraber, ilim noktasında çok ehemmiyetli meselelerin hakikatini beyan etmiş.
Said Nursî
âlimane: âlimlere yakışır surette (bk. a-l-m) bahis: konu beyan: açıklama (bk. b-y-n) ehl-i dikkat: dikkat sahipleri hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) | hâlet: hal, durum ibare: yazılış ilm-i belâğat: belâğat ilmi (bk. a-l-m; b-l-ğ) istifade: faydalanma Mu’cizât-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın mu’cizeleri (bk. a-c-z) | muhtasar: kısaca, sınırlandırılmış müşevveş: dağınık, karışık, düzensiz telif edilmek: yazılmak ulûm-u Arabiye: Arapça ilimler (bk. a-l-m) |
Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ اْلاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰۤى اَنْ يَاْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لاَ يَاْتُونَ بِمِثْلِهِ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهِيرًا 1
Mahzen-i mu’cizat ve mu’cize-i kübrâ-yı Ahmediye (a.s.m.) olan Kur’ân-ı Hakîm-i Mu’cizü’l-Beyanın hadsiz vücuh-u i’câzından kırka yakın vücuh-u i’câziyeyi Arabî risalelerimde ve Arabî Risale-i Nur’da ve İşârâtü’l-İ’câz namındaki tefsirimde ve geçen şu yirmi dört Sözlerde işaretler etmişiz. Şimdi, onlardan yalnız beş vechini bir derece beyan ve sair vücuhu içlerinde icmâlen derc ederek ve bir mukaddime ile onun tarif ve mahiyetine işaret edeceğiz.
Mukaddime
Üç cüzdür.
BİRİNCİ CÜZ:
Kur’ân nedir, tarifi nasıldır?
Elcevap: On Dokuzuncu Sözde beyan edildiği ve sair Sözlerde ispat edildiği gibi,
Kur’ân,
· şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi,
· ve âyât-ı tekvîniyeyi okuyan mütenevvi dillerinin tercüman-ı ebedîsi,
· ve şu âlem-i gayb ve şehadet kitabının müfessiri,
· ve zeminde ve gökte gizli esmâ-i İlâhiyenin mânevî hazinelerinin keşşafı,
· ve sutûr-u hâdisâtın altında muzmer hakaikin miftahı,
Dipnot-1
“De ki: And olsun, eğer bu Kur’ân’ın benzerini getirmek için insanlar ve cinler bir araya toplanıp da hepsi birbirine yardımcı olsalar, yine de onun benzerini getiremezler.” İsrâ Sûresi, 17:88.
âlem-i gayb: görünmeyen âlem (bk. a-l-m; ğ-y-b) âlem-i şehadet: görünen âlem (bk. a-l-m; ş-h-d) Arabî: Arapça âyât-ı tekvîniye: yaratılışa ait âyetler, deliller (bk. k-v-n) beyan: açıklama (bk. b-y-n) cüz: kısım, bölüm (bk. c-z-e) derc etmek: yerleştirmek esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h) hadsiz: sayısız hakaik: hakikatler, gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ) icmâlen: kısaca, özetle keşşaf: keşf edici, açığa çıkarıcı (bk. k-ş-f) kitab-ı kebir-i kâinat: büyük kâinat kitabı (bk. k-t-b; k-b-r; k-v-n) | Kur’ân-ı Hakîm-i Mu’cizü’l-Beyan: ifade ve açıklamalarıyla mu’cize olan ve sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m; a-c-z; b-y-n) mahiyet: iç yüz, asıl esas mahzen-i mu’cizât: mu’cizeler mahzeni, deposu (bk. a-c-z) miftah: anahtar Mu’cizât-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın mu’cizeleri (bk. a-c-z) mu’cize-i kübrâ-yı Ahmediye: Peygamberimizin en büyük mu’cizesi (bk. a-c-z; k-b-r; ḥ-m-d) mukaddime: giriş (bk. ḳ-d-m) muzmer: gizli, saklı müfessir: tefsirci, yorumcu (bk. f-s-r) | mütenevvi: çeşitli nam: ad risale: küçük kitap (bk. r-s-l)sair: diğer sutûr-u hâdisât: olaylar dizisi tarif: tanım, açıklama (bk. a-r-f) tefsir: Kur’ân’ın mânâ bakımından izahı, yorumu (bk. f-s-r) tercüman-ı ebedî: ebedî, sonsuz tercüman (bk. e-b-d) tercüme-i ezeliye: zamanüstü tercüme (bk. e-z-l) vech: yön vücuh: yönler vücuh-u i’câz: mu’cizelik yönleri (bk. a-c-z) zemin: yeryüzü |
· ve âlem-i şehadette âlem-i gaybın lisanı,
· ve şu âlem-i şehadet perdesi arkasında olan âlem-i gayb cihetinden gelen iltifâtât-ı ebediye-i Rahmâniye ve hitâbât-ı ezeliye-i Sübhâniyenin hazinesi,
· ve şu İslâmiyet âlem-i mânevîsinin güneşi, temeli, hendesesi,
· ve avâlim-i uhreviyenin mukaddes haritası,
· ve Zât ve sıfât ve esmâ ve şuûn-u İlâhiyenin kavl-i şârihi, tefsir-i vâzıhı, burhan-ı kàtıı, tercüman-ı sâtıı,
· ve şu âlem-i insaniyetin mürebbîsi,
· ve insaniyet-i kübrâ olan İslâmiyetin mâ ve ziyası,
· ve nev-i beşerin hikmet-i hakikiyesi,
· ve insaniyeti saadete sevk eden hakikî mürşidi ve hâdîsi,
· ve insana hem bir kitab-ı şeriat,
· hem bir kitab-ı dua,
· hem bir kitab-ı hikmet,
· hem bir kitab-ı ubûdiyet,
· hem bir kitab-ı emir ve davet,
· hem bir kitab-ı zikir,
· hem bir kitab-ı fikir,
· hem bütün insanın bütün hâcât-ı mâneviyesine merci olacak çok kitapları tazammun eden tek, câmi’ bir kitab-ı mukaddestir.
· Hem bütün evliya ve sıddıkîn ve urefâ ve muhakkıkînin muhtelif meşreplerine ve ayrı ayrı mesleklerine, herbirindeki meşrebin mezâkına lâyık ve o meşrebi tenvir edecek ve herbir mesleğin mesâkına muvafık ve onu tasvir edecek birer risale ibraz eden mukaddes bir kütüphane hükmünde bir kitab-ı semâvîdir.
âlem-i gayb: görünmeyen âlem (bk. a-l-m; ğ-y-b) âlem-i insaniyet: insanlık âlemi (bk. a-l-m) âlem-i mânevî: mânevî alem (bk. a-l-m; a-n-y) âlem-i şehadet: görünen âlem (bk. a-l-m; ş-h-d) avâlim-i uhreviye: âhiret âlemleri (bk. a-l-m; e-ḫ-r) burhan-ı katı: kesin delil câmi’: kapsamlı (bk. c-m-a) cihet: yön, taraf esmâ: isimler (bk. s-m-v) evliya: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y) hâcât-ı mâneviye: mânevî ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c; a-n-y) hâdî: hidâyet edici (bk. h-d-y) hendese: plan ve geometri hikmet-i hakikiye: her şeyin belirli gayelere yönelik olarak, olması gereken keyfiyette bulunduğunu gösteren gerçek ilim, bilgi (bk. ḥ-k-m; ḥ-ḳ-ḳ) hitâbât-ı ezeliye-i Sübhâniye: kusur ve aczden yüce olan Allah’ın ezelî konuşmaları (bk. ḫ-ṭ-b; e-z-l; s-b-ḥ) ibraz etmek: meydana koymak | iltifâtât-ı ebediye-i Rahmâniye: sonsuz merhamet sahibi Allah’ın teveccühleri (bk. e-b-d; r-ḥ-m) insaniyet-i kübrâ: en büyük insanlık (bk. k-b-r) kavl-i şârih: açıklayıcı söz kitab-ı dua: dua kitabı (bk. k-t-b; d-a-v) kitab-ı emir ve davet: davet ve emir kitabı (bk. k-t-b) kitab-ı fikir: fikir kitabı (bk. k-t-b; f-k-r) kitab-ı hikmet: hikmet kitabı (bk. k-t-b; ḥ-k-m) kitab-ı mukaddes: her türlü kusur ve noksandan yüce kutsal kitap (bk. k-t-b; ḳ-d-s) kitab-ı semâvî: Allah’ın gönderdiği kitap (bk. k-t-b; s-m-v) kitab-ı şeriat: şeriat kitabı (bk. k-t-b; ş-r-a) kitab-ı ubûdiyet: kulluk kitabı (bk. k-t-b; a-b-d) kitab-ı zikir: zikir kitabı (bk. k-t-b) lisan: dil mâ: su merci: kaynak mesâk: maksat meslek: yol, usül meşreb: manevi haz ve feyiz alınan yol mezâk: zevk muhakkikîn: gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen âlimler (bk. ḥ-ḳ-ḳ) | muhtelif: çeşitli mukaddes: kutsal, her türlü kusur ve noksandan uzak (bk. ḳ-d-s) muvafık: uygun mürebbî: terbiye edici (bk. r-b-b) mürşid: doğru yolu gösterici (bk. r-ş-d) nev-i beşer: insanlık risale: kitap (bk. r-s-l) saadet: mutluluk sıddıkîn: daima doğruluk üzere ve Allah’a ve peygambere sadakatte en ileride olanlar (bk. ṣ-d-ḳ) sıfât: vasıflar, özellikler (bk. v-ṣ-f) şuûn-u İlâhiye: İlâhî fiiller, işler (bk. ş-e-n; e-l-h) tasvir etmek: anlatmak, ifade etmek (bk. ṣ-v-r) tazammun etmek: içine almak tefsir-i vâzıh: açık yorum (bk. f-s-r) tenvir etmek: nurlandırmak (bk. n-v-r) tercüman-ı satı: parlak tercüman urefâ: ârifler, Allah’ı isim ve sıfatlarıyla hakkıyla tanıyanlar (bk. a-r-f) ziya: ışık |
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mukaddime – BİRİNCİ CÜZ, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
http://www.erisale.com/#content.tr.1.488
https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/489
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
CUMARTESİ DERSLERİ
- İnsan, eğer kesrete dalıp, kâinat içinde boğulup, dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasârete düşer. Hem fenâ, hem fâni, hem ademe düşer. Hem mânen kendini idam eder. Eğer lisan-ı Kur’ân’dan kalb kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubûdiyetin miracıyla arş-ı kemâlâta çıkabilir, bâki bir insan olur. – Cumartesi Dersleri 25. 5. 5.
- Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp, surî ziynet ve aldatıcı gayr-ı meşru lezzetlerine aldanıp taklit etme. Çünkü sen onları taklit etsen, onlar gibi olamazsın. Pek çok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsın. Çünkü senin başındaki akıl, meş’um bir âlet olur; senin başını daima dövecektir. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 4.
- Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen; ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen; ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalb etmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et. Çünkü, bir muamele-i şer’iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibadet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 3.
- Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenâb-ı Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen daima rahmet ve keremine iltica et, Ona güven ve şu fermanı dinle: “Onlara söyle ki: Allah’ın lütfuyla ve rahmetiyle—ancak bununla ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır.” Yunus Sûresi, 10:58. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 2.
- Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 1.
- Şu kâinat sarayında bir nevi hademe olan insanlar hem melâikeye benzer, hem hayvânâta benzer. Melâikeye, ubûdiyet-i külliyede, nezaretin şümulünde, marifetin ihatasında, Rububiyetin dellâllığında meleklere benzer. Belki insan daha câmi’dir. Fakat insanın şerîre ve iştihalı bir nefsi bulunduğundan, melâikenin hilâfına olarak, pek mühim terakkiyat ve tedenniyâta mazhardır. Hem insan, amelinde nefsi için bir haz ve zâtı için bir hisse aradığı için, hayvana benzer. – Cumartesi Dersleri 24. 4. 4.
- Fâtır-ı Hakîm ve Kadîr-i Alîm, kemâl-i intizamla, herşeyi güzel yaratmış, güzel teçhiz etmiş, güzel gayelere tevcih etmiş, güzel vazifelerle tavzif etmiş, güzel tesbihat yaptırıyor, güzel ibadet ettiriyor. Ey insan! İnsan isen, şu güzel işlere tabiatı, tesadüfü, abesiyeti, dalâleti karıştırma, çirkin etme, çirkin yapma, çirkin olma. – Cumartesi Dersleri 24. 4. 3.
- Meşhur bülbül kuşu, gülün aşkıyla maruf o hayvancığı, Fâtır-ı Hakîm istihdam ediyor. Beş gaye için onu istimal ediyor: Birincisi: Hayvânat kabileleri namına, nebâtat taifelerine karşı olan münasebât-ı şedideyi ilâna memurdur. – Cumartesi Dersleri 24. 4. 2.
- Kur’ân-ı Hakîm tasrih ediyor ki, Arştan ferşe, yıldızlardan sineklere, meleklerden semeklere, seyyârâttan zerrelere kadar herşey Cenâb-ı Hakka secde ve ibadet ve hamd ve tesbih eder. Fakat ibadetleri, mazhar oldukları esmâlara ve kabiliyetlerine göre ayrı ayrıdır, çeşit çeşittir. – Cumartesi Dersleri 24. 4. 1.
- Zemin, semâya nisbeten maddeten küçüklüğüyle ve hakaretiyle beraber, mânen ve san’aten bütün kâinatın kalbi, merkezi; bütün mu’cizât-ı san’atının meşheri, sergisi; bütün tecelliyât-ı esmâsının mazharı, nokta-i mihrakiyesi; nihayetsiz faaliyet-i Rabbâniyenin mahşeri, mâkesi; hadsiz hallâkıyet-i İlâhiyenin, hususan nebâtat ve hayvânâtın kesretli envâ-ı sağiresinden cevâdâne icadın medarı, çarşısı; ve pek geniş âhiret âlemlerindeki masnuâtın küçük mikyasta nümunegâhı; ve mensucât-ı ebediyenin sür’atle işleyen destgâhı; ve menâzır-ı sermediyenin çabuk değişen taklitgâhı; ve besâtîn-i daimenin tohumcuklarına sür’atle sünbüllenen dar ve muvakkat mezraası ve terbiyegâhı olmuştur. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 5.
- Hilâf-ı hakikat ve kat’î muhalif-i vaki gördüğün bir rivâyeti bahane ederek ehâdis-i şerifeye ve dolayısıyla Resul-ü Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın mertebe-i ismetine halel verecek itiraz parmağını uzatma. Aklın hilâf-ı hakikat gördüğü bir hadisin inkârına kalkışma. “Ya bir tefsiri, ya bir tevili, ya bir tabiri vardır” de, ilişme. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 4.
- Hem dünyanın iki yüzü var, belki (hatta, aslında, gerçekte) üç yüzü var: Biri, Cenâb-ı Hakkın esmâsının âyineleridir. Diğeri âhirete bakar, âhiret tarlasıdır. Diğeri fenâya, ademe bakar. Bildiğimiz, marzî-i İlâhî olmayan, ehl-i dalâletin dünyasıdır. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 3.
- Bu dünya tecrübe meydanıdır. Akla kapı açılır, fakat ihtiyarı elinden alınmaz. Öyle ise, o eşhas, hattâ o müthiş Deccal dahi çıktığı zaman, çokları, hattâ kendisi de bidâyeten Deccal olduğunu bilmez. Belki nur-u imanın dikkatiyle o eşhas-ı âhirzaman (Mehdi, Süfyan, Deccal vb.) tanınabilir. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 2.
- Din bir imtihandır, bir tecrübedir; ervâh-ı âliyeyi ervâh-ı sâfileden tefrik eder. Öyle ise, ileride herkese gözle görülecek vukuatı öyle bir tarzda bahsedecek ki, ne bütün bütün meçhul kalsın, ne de bedihî olup herkes ister istemez tasdike mecbur kalsın. Akla kapı açacak, ihtiyarı elinden almayacak. Zira, eğer tamamen bedâhet derecesinde bir alâmet-i kıyamet görülse, herkes tasdike muztar olsa, o vakit kömür gibi bir istidat, elmas gibi bir istidatla beraber kalır. Sırr-ı teklif ve netice-i imtihan zayi olur. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 1.
- Bir Zât-ı Kerîm, ihsanıyla bizi gayet derece tezyin ve tenvir ve terbiye ediyor. İnsan ise, ihsan edene perestiş eder. Perestişe lâyık olana kurbiyet ister ve görmek talep eder. Öyle ise, herbirimiz, istidadımıza göre, o muhabbet cazibesiyle sülûk edeceğiz. – Cumartesi Dersleri 24. 2.
- Cenâb-ı Hakkı bir isim, bir unvanla, bir rububiyetle, ve hâkezâ, tanısa, başka ünvanları, rububiyetleri, şe’nleri içinde inkâr etmesin. Belki, herbir ismin cilvesinden sair esmâya intikal etmezse zarar eder. Meselâ, Kadîr ve Hâlık isminin eserini görse, Alîm ismini görmezse, gaflet ve tabiat dalâletine düşebilir. – Cumartesi Dersleri 24. 1.
Ders Dünyası - WORLD OF COURSES sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
“Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Elde Kur’ân gibi bir mu’cize-i bâki varken, Başka burhan aramak aklıma zâid görünür. Elde Kur’ân gibi bir burhan-ı hakikat varken, Münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir? – Cumartesi Dersleri 25. 1. 1.” için 5 yanıt