https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlemiş olduğumuz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Deprem İlahi İkazdır” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan Sözler isimli eserinden On Dördüncü Sözün Zeyli.

KISA VİDEO
UZUN VİDEO
On Dördüncü Sözün Zeyli

اِذَا زُلْزِلَتِ اْلاَرْضُ زِلْزَالَهَا وَاَخْرَجَتِ اْلاَرْضُ اَثْقَالَهَا وَقَالَ اْلاِنْسَانُ مَا لَهَا يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ اَخْبَارَهَا بِاَنَّ رَبَّكَ اَوْحٰى لَهَا .. الخ 1
ŞU SÛRE kat’iyen ifade ediyor ki, küre-i arz, hareket ve zelzelesinde vahiy ve ilhama mazhar olarak emir tahtında depreniyor. Bazan da titriyor.
Mânevî ve ehemmiyetli bir canipten, şimdiki zelzele münasebetiyle, altı yedi cüz’î suale karşı, yine mânevî ihtar yardımıyla cevapları kalbe geldi. Tafsilen yazmak kaç defa niyet ettimse de izin verilmedi. Yalnız icmalen kısacık yazılacak.
Birinci sual: Bu büyük zelzelenin maddî musibetinden daha elîm, mânevî bir musibeti olarak, şu zelzelenin devamından gelen korku ve meyusiyet, ekser halkın ekser memlekette gece istirahatini selb ederek dehşetli bir azap vermesi nedendir?
Yine mânevî cevap: Şöyle denildi ki, Ramazan-ı Şerifin teravih vaktinde kemâl-i neş’e ve sürurla, sarhoşçasına, gayet heveskârâne şarkıları ve bazan kızların sesleriyle, radyo ağzıyla bu mübarek merkez-i İslâmiyetin her köşesinde cazibedârâne işittirilmesi, bu korku azabını netice verdi.
İkinci sual: Niçin gâvurların memleketlerinde bu semâvî tokat başlarına gelmiyor, bu biçare Müslümanlara iniyor?
Elcevap: Büyük hatalar ve cinayetler tehirle büyük merkezlerde ve küçücük cinayetler tâcille küçük merkezlerde verildiği gibi, mühim bir hikmete binaen,
Dipnot-1
“Ne zaman ki yer müthiş bir sarsıntıyla sarsılır. Ve yeryüzü bütün ağırlıklarını dışarı çıkarır. Ve insan ‘Ne oluyor buna?’ der. O gün yeryüzü, üzerinde herkesin ne iş yaptığını haber verir. Çünkü Rabbin ona konuşmasını emretmiştir.” Zilzal Sûresi, 99:1-5.
biçare: çaresiz binaen: –dayanarak canip: yön, taraf cazibedârâne: çekici, baştan çıkarıcı bir şekilde cüz’î: küçük (bk. c-z-e) ekser: pekçok (bk. k-s̱-r) elîm: acı veren, üzücü emir tahtında: emir altında heveskârâne: hevesli bir şekilde, nefsin arzu ve isteklerine uyarak hikmet: sebep, gaye, fayda (bk. ḥ-k-m) icmalen: kısaca, özetle (bk. c-m-l) | ihtar: hatırlatma kat’iyen: kesinlikle kemâl-i neş’e ve sürur: tam bir neşe ve sevinç (bk. k-m-l) küre-i arz: yerküre, dünya mazhar: yansıma ve görünme yeri (bk. ẓ-h-r) merkez-i İslâmiyet: İslâm merkezi (bk. s-l-m) meyusiyet: ümitsizlik mübarek: bereketli, uğurlu (bk. b-r-k) mühim: önemli musibet: felaket, belâ selb etme: ortadan kaldırma | semavî: vahiyle gelen (bk. s-m-v) tâcil: çabuklaştırma tafsilen: ayrıntılı olarak tehir: erteleme, sonraya bırakma vahiy/ilham: Allah tarafından varlıklara verilmiş duygu; yaratılışa ait kalbe doğuş (bk. v-ḥ-y) zelzele: deprem, sarsıntı zeyl: ilâve, ek |
ehl-i küfrün cinayetlerinin kısm-ı âzamı Mahkeme-i Kübrâ-yı Haşre tehir edilerek, ehl-i imanın hataları kısmen bu dünyada cezası verilir. HAŞİYE-1
Üçüncü sual: Bazı eşhâsın hatasından gelen bu musibet bir derece memlekette umumî şekle girmesinin sebebi nedir?
Elcevap: Umumî musibet, ekseriyetin hatasından ileri gelmesi cihetiyle, ekser nâsın o zalim eşhâsın harekâtına fiilen veya iltizamen veya iltihaken taraftar olmasıyla mânen iştirak eder, musibet-i âmmeye sebebiyet verir.
Dördüncü sual: Madem bu zelzele musibeti hataların neticesi ve keffâretü’z-zünubdur. Masumların ve hatasızların o musibet içinde yanması nedendir? Âdaletullah nasıl müsaade eder?
Yine mânevî canipten elcevap: Bu mesele sırr-ı kadere taallûk ettiği için, Risale-i Kadere havale edip, yalnız burada bu kadar denildi:
وَاتَّقُوا فِتْنَةً لاَ تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَۤاصَّةً 1
Yani, “Bir belâ, bir musibetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp masumları da yakar.”
Şu âyetin sırrı şudur ki: Bu dünya bir meydan-ı tecrübe ve imtihandır ve dar-ı teklif ve mücahededir. İmtihan ve teklif, iktiza ederler ki, hakikatler perdeli kalıp, ta müsabaka ve mücahede ile Ebu Bekir’ler âlâ-yı illiyyîne çıksınlar ve Ebu Cehil’ler esfel-i sâfilîne girsinler. Eğer masumlar böyle musibetlerde sağlam kalsaydılar, Ebu Cehil’ler, aynen Ebu Bekir’ler gibi teslim olup, mücahede ile mânevî terakki kapısı kapanacaktı ve sırr-ı teklif bozulacaktı.
Madem mazlum zalim ile beraber musibete düşmek hikmet-i İlâhiyece lâzım geliyor. Acaba o biçare mazlumların rahmet ve adaletten hisseleri nedir?
Haşiye-1
Hem Rus gibi olanlar (Bu tâbir SSCB dönemi Rusya’sına aittir), mensuh ve tahrif edilmiş bir dini terk etmekle, hak ve ebedî ve kabil-i nesh olmayan bir dine ihanet etmek derecesinde gayretullaha dokunmadığından, zemin şimdilik onları bırakıp bunlara hiddet ediyor.
Dipnot-1
Enfâl Sûresi, 8:25.
adaletullah: Allah’ın adaleti (bk. a-d-l) âlâ-yı illiyyîn: yücelerin en yücesi biçare: çaresiz canip: taraf, yön cihet: yön, taraf dar-ı teklif ve mücahede: sorumluluk ve mücadele yeri (bk. c-h-d) ebedî: sonsuz (bk. e-b-d) Ebu Bekir: (bk. bilgiler) Ebu Cehil: (bk. bilgiler) ehl-i iman: iman edenler, mü’minler (bk. e-m-n) ehl-i küfür: küfür ehli, inanmayanlar (bk. k-f-r) ekseriyet: çoğunluk (bk. k-s̱-r) esfel-i sâfilin: aşağıların en aşağısı eşhâs: şahıslar, kişiler fiilen: davranışla (bk. f-a-l) gayretullah: Allah’ın hak dinini koruma sıfatı (bk. ğ-y-r) hak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) harekât: hareketler, davranışlar | haşiye: dipnot, açıklayıcı not hikmet-i İlâhî: Allah’ın herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratması (bk. ḥ-k-m; e-l-h) iktiza: gerektirme iltihaken: katılarak iltizamen: taraftar olarak iştirak: ortak olma, katılma kabil-i nesh olmayan: hükmü kaldırılamayan keffâretü’z-zünub: günahlara keffaret, günahların bağışlanmasına vesile kısm-ı âzam: büyük kısım (bk. a-ẓ-m) Mahkeme-i Kübrâ-yı Haşr: öldükten sonra âhirette Allah’ın huzurunda kurulacak olan büyük mahkeme (bk. ḥ-k-m; k-b-r; ḥ-ş-r) mazlum: zulme uğrayan (bk. ẓ-l-m) mensuh: hükmü yürürlükten kalkmış olan meydan-ı tecrübe ve imtihan: deneme ve imtihan meydanı | mücahede: nefisle mücadele, cihad (bk. c-h-d) müsabaka: yarışma musibet-i âmme: büyük ve genel musibet nâs: insanlar rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m) Risale-i Kader: Kader Risalesi (Yirmi Altıncı Söz) (bk. r-s-l; ḳ-d-r) sır: gizli gerçek, gizem sırr-ı kader: kader sırrı (bk. ḳ-d-r) sırr-ı teklif: kulluk sırrı, insanların Allah tarafından görevlendirilerek dünyaya gönderilmesinin anlamı taallûk etmek: ilgili olmak tahrif edilmek: değiştirilmek, bozulmak tehir: erteleme, sonraya bırakma teklif: görev yükleme, sorumluluk terakki: ilerleme zelzele: deprem, sarsıntı |
Bu suale karşı, cevaben denildi ki: O musibetteki gazap ve hiddet içinde, onlara bir rahmet cilvesi var. Çünkü o masumların fâni malları, onların hakkında sadaka olup bâki bir mal hükmüne geçtiği gibi, fâni hayatları dahi bir bâki hayatı kazandıracak derecede bir nevi şehadet hükmünde olarak, nisbeten az ve muvakkat bir meşakkat ve azaptan büyük ve daimî bir kazancı kazandıran bu zelzele, onlar hakkında ayn-ı gazap içinde bir rahmettir.
Beşinci sual: Âdil ve Rahîm, Kadîr ve Hakîm, neden hususî hatalara hususî ceza vermeyip koca bir unsuru musallat eder? Bu hal cemâl-i rahmetine ve şümul-u kudretine nasıl muvafık düşer?
Elcevap: Kadîr-i Zülcelâl herbir unsura çok vazifeler vermiş ve herbir vazifede çok neticeler verdiriyor. Bir unsurun birtek vazifesinde bir tek neticesi çirkin ve şer ve musibet olsa da, sair güzel neticeler, bu neticeyi de güzel hükmüne getirir. Eğer bu tek çirkin netice vücuda gelmemek için, insana karşı hiddete gelmiş o unsur o vazifeden men edilse, o vakit o güzel neticeler adedince hayırlar terk edilir; ve lüzumlu bir hayrı yapmamak şer olması haysiyetiyle, o hayırlar adedince şerler yapılır—ta birtek şer gelmesin gibi, gayet çirkin ve hilâf-ı hikmet ve hilâf-ı hakikat bir kusurdur. Kudret ve hikmet ve hakikat, kusurdan münezzehtirler. Madem bir kısım hatalar, unsurları ve arzı hiddete getirecek derecede bir şümullü isyandır ve çok mahlûkatın hukukuna bir tahkirli tecavüzdür. Elbette, o cinayetin fevkalâde çirkinliğini göstermek için, koca bir unsura, küllî vazifesi içinde, “Onları terbiye et” diye emir verilmesi ayn-ı hikmettir ve adalettir ve mazlumlara ayn-ı rahmettir.
Altıncı sual: Zelzele, küre-i arzın içinde inkılâbât-ı madeniyenin neticesi olduğunu ehl-i gaflet işâa edip, adeta tesadüfî ve tabiî ve maksatsız bir hadise nazarıyla bakarlar. Bu hadisenin mânevî esbabını ve neticelerini görmüyorlar, ta ki intibaha gelsinler. Bunların istinad ettiği maddenin bir hakikati var mıdır?
Âdil: adaletle iş gören, sonsuz adalet sahibi Allah (bk. a-d-l) arz: yer, dünya ayn-ı gazap: hiddetin, öfkenin kendisi ayn-ı hikmet ve adalet: hikmet ve adaletin tâ kendisi (bk. ḥ-k-m; a-d-l) ayn-ı rahmet: rahmetin tâ kendisi (bk. r-ḥ-m) bâki: devamlı, kalıcı (bk. b-ḳ-y) cemâl-i rahmet: rahmetin güzelliği (bk. c-m-l; r-ḥ-m) cilve: yansıma, görüntü (bk. c-l-y) ehl-i gaflet: âhiretten habersiz, mânevî sorumluluklarına karşı duyarsız kimseler (bk. ğ-f-l) esbab: sebepler (bk. s-b-b) fâni: geçici, yok olucu (bk. f-n-y) fevkalâde: olağanüstü gazap: öfke, kızgınlık hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah (bk. ḥ-k-m) | haysiyet: itibar hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) hilâf-ı hakikat: gerçeğe aykırı (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hilâf-ı hikmet: yaratılıştaki hikmete, İlâhî gayeye zıt (bk. ḥ-k-m) inkılâbât-ı madeniye: madenlerin alt üst olması, değişmesi intibah: uyanış işâa etme: yayma, duyurma istinad: dayanma (bk. s-n-d) Kadîr: herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r) Kadîr-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeye gücü yeten Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l) kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r) küllî: büyük, çok (bk. k-l-l) küre-i arz: yerküre, dünya mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ) maksat: gaye (bk. ḳ-ṣ-d) mazlum: zulme uğramış (bk. ẓ-l-m) | men edilme: yasaklanma meşakkat: zahmet, sıkıntı münezzeh: kusur ve eksiklikten uzak, temiz (bk. n-z-h) musallat: sataşma muvafık: uygun muvakkat: geçici nazarıyla: gözüyle, bakışıyla nevi: çeşit, tür nisbeten: oranla, kıyasla (bk. n-s-b) Rahîm: sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan Allah (bk. r-ḥ-m) rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m) sadaka: Allah rızası için ihtiyaç sahibi kişilere yapılan yardım sair: diğer şer: kötülük şümul: kapsam şümul-u kudret: kudretin herşeyi kaplaması (bk. ḳ-d-r) tabiî: tabiat gereği, kendiliğinden (bk. ṭ-b-a) tahkir: hakaret, aşağılama tecavüz: haddi aşma, ileri gitme tesadüfî: rastgele, tesadüfen vücud: varlık (bk. v-c-d) zelzele: deprem, sarsıntı |
Elcevap: Dalâletten başka hiçbir hakikati yoktur. Çünkü, her sene elli milyondan ziyade münakkaş, muntazam gömlekleri giyen ve değiştiren küre-i arzın üstünde binler envâın birtek nev’i olan, meselâ sinek taifesinden hadsiz efradından birtek ferdin yüzer âzâsından birtek uzvu olan kanadının kast ve irade ve meşiet ve hikmet cilvesine mazhariyeti ve ona lâkayt kalmaması ve başıboş bırakmaması gösteriyor ki, değil hadsiz zîşuurun beşiği ve anası ve mercii ve hâmisi olan koca küre-i arzın ehemmiyetli ef’al ve ahvali, belki hiçbir şeyi—cüz’î olsun küllî olsun—irade ve ihtiyar ve kasd-ı İlâhî haricinde olmaz. Fakat Kadîr-i Mutlak, hikmetinin muktezasıyla, zahir esbabı tasarrufatına perde ediyor. Zelzeleyi irade ettiği vakit, bazan da bir madeni harekete emredip ateşlendiriyor.
Haydi, madenî inkılâbat dahi olsa, yine emir ve hikmet-i İlâhî ile olur, başka olamaz. Meselâ bir adam bir tüfekle birisini vurdu. Vuran adama hiç bakılmasa, yalnız fişekteki barutun ateş alması noktasına hasr-ı nazar edip biçare maktulün büs bütün hukukunu zayi etmek ne derece belâhet ve divaneliktir. Aynen öyle de, Kadîr-i Zülcelâlin musahhar bir memuru, belki bir gemisi, bir tayyaresi olan küre-i arzın içinde bulunan ve hikmet ve irade ile iddihar edilen bir bombayı, “Ehl-i gaflet ve tuğyanı uyandırmak için ateşlendir” diye olan emr-i Rabbânîyi unutmak ve tabiata sapmak, hamâkatin en eşneidir.
Altıncı sualin tetimmesi ve haşiyesi: Ehl-i dalâlet ve ilhad, mesleklerini muhafaza ve ehl-i imanın intibahlarına mukabele ve mümanaat etmek için, o derece garip bir temerrüd ve acip bir hamâkat gösteriyorlar ki, insanı insaniyetten pişman eder. Meselâ, bu âhirde beşerin bir derece umumiyet şeklini alan zulümlü, zulümatlı isyanından, kâinat ve anâsır-ı külliye kızdıklarından; ve Hâlık-ı Arz ve Semâvât
âhir: son (bk. e-ḫ-r) ahval: haller, vaziyetler anâsır-ı külliye: büyük unsurlar; toprak, hava, su, ateş (bk. k-l-l) âzâ: organlar belâhet: aptallık beşer: insan biçare: çaresiz cilve: görünüm, yansıma (bk. c-l-y) cüz’î: az, küçük (bk. c-z-e) dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l) divanelik: delilik, akılsızlık ef’al: fiiller, işler (bk. f-a-l) efrad: fertler, bireyler (bk. f-r-d) ehl-i dalâlet ve ilhad: sapıklık ve inkâr ehli, dinsizler (bk. ḍ-l-l) ehl-i gaflet ve tuğyan: gaflete dalanlar ve zulüm ve taşkınlıkta çok ileri gidenler (bk. ğ-f-l; ṭ-ğ-y) ehl-i iman: iman edenler, mü’minler (bk. e-m-n) emr-i Rabbânî: herşeyi terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’ın emri (bk. r-b-b) envâ: çeşitler, türler esbab: sebepler (bk. s-b-b) eşne: en çirkin ve fena, iğrenç hadsiz: sayısız hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) | Hâlık-ı Arz ve Semavat: gökleri ve yeri yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; s-m-v) hamâkat: ahmaklık hâmi: koruyucu hariç: dış hâşiye: dipnot, açıklayıcı not hasr-ı nazar etmek: bakışı tek bir yere yöneltmek (bk. n-ẓ-r) hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) hikmet-i İlâhî: Allah’ın herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratması (bk. ḥ-k-m; e-l-h) iddihar edilmek: biriktirilmek, depolanmak ihtiyar: irade, istek, tercih (bk. ḫ-y-r) inkılâbat: inkılaplar, büyük değişimler intibah: uyanış irade: istek, tercih, dileme (bk. r-v-d) Kadîr-i Mutlak: sınırsız güç ve kudret sahibi, herşeye gücü yeten Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ) Kadîr-i Zülcelâl: sonsuz yücelik ve haşmet sahibi ve herşeye gücü yeten, sonsuz kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l) | kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kasd-ı İlâhî: Allah’ın kasdı, isteği, hedefi (bk. ḳ-ṣ-d; e-l-h) küllî: çok, büyük (bk. k-l-l) küre-i arz: yerküre, dünya lâkayt: duyarsız, ilgisiz maktul: öldürülen mazhariyet: sahip olma, üzerinde gösterme (bk. ẓ-h-r) merci: başvurulacak, sığınılacak yer meşiet: dileme, irade, istek meslek: gidilen yol, usul mukabele: karşılık mukteza: gerektirme mümanaat etmek: engel olmak münakkaş: nakışlı (bk. n-ḳ-ş) muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m) musahhar: emir altına girmiş, boyun eğmiş nev’: çeşit, tür taife: topluluk, grup tasarrufat: faaliyetler, uygulamalar (bk. ṣ-r-f) temerrüd: inat etme tetimme: ek, tamamlayıcı not umumiyet: genellik uzuv: organ zahir: görünen (bk. ẓ-h-r) zayi: ziyan, kayıp zelzele: deprem, sarsıntı zîşuur: şuur sahibi, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r) ziyade: fazla, çok zulümatlı: karanlıklı (bk. ẓ-l-m) |
dahi, değil hususî bir Rububiyet, belki bütün kâinatın, bütün âlemlerin Rabbi ve Hâkimi haysiyetiyle, küllî ve geniş bir tecellî ile, kâinatın heyet-i mecmuasında ve Rububiyetin daire-i külliyesinde nev-i insanı uyandırmak ve dehşetli tuğyanından vazgeçirmek ve tanımak istemedikleri Kâinat Sultanını tanıttırmak için, emsalsiz, kesilmeyen bir su, hava ve elektrikten, zelzeleyi, fırtınayı ve harb-i umumî gibi umumî ve dehşetli âfâtı nev-i insanın yüzüne çarparak onunla hikmetini, kudretini, adaletini, kayyumiyetini, iradesini ve hâkimiyetini pek zahir bir surette gösterdiği halde; insan suretinde bir kısım ahmak şeytanlar ise, o küllî işârât-ı Rabbâniyeye ve terbiye-i İlâhiyeye karşı eblehâne bir temerrüdle mukabele edip diyorlar ki, “Tabiattır, bir madenin patlamasıdır, tesadüfîdir. Güneşin harareti elektrikle çarpmasıdır ki, Amerika’da beş saat bütün makineleri durdurmuş ve Kastamonu vilâyeti cevvinde ve havasında semâyı kızartmış, yangın suretini vermiş” diye, mânâsız hezeyanlar ediyorlar.
Dalâletten gelen hadsiz bir cehalet ve zındıkadan neş’et eden çirkin bir temerrüd sebebiyle, bilmiyorlar ki, esbab yalnız birer bahanedirler, birer perdedirler. Dağ gibi bir çam ağacının cihazatını dokumak ve yetiştirmek için bir köy kadar yüz fabrika ve destgâh yerine küçücük çekirdeği gösterir; “İşte bu ağaç bundan çıkmış” diye, Sâniinin o çamdaki gösterdiği bin mucizâtı inkâr eder misillü, bazı zahirî sebepleri irâe eder. Hâlıkın ihtiyar ve hikmetle işlenen pek büyük bir fiil-i rububiyetini hiçe indirir. Bazan gayet derin ve bilinmez ve çok ehemmiyetli, bin cihette de hikmeti olan bir hakikate fennî bir nam takar. Güya o nam ile mahiyeti anlaşıldı, âdileşti, hikmetsiz, mânâsız kaldı!
âdileşmek: basitleşmek, sıradanlaşmak âfât: afetler, musibetler âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m) Amerika: (bk. bilgiler) cehalet: cahillik cevv: hava, gökyüzü cihazat: organlar, donanım cihet: yön, taraf daire-i külliye: geniş, kapsamlı, herşeyi içine alan daire (bk. k-l-l) dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l) destgâh: tezgâh, işyeri eblehâne: ahmakçasına emsalsiz: benzersiz (bk. m-s̱-l) esbab: sebepler (bk. s-b-b) fennî: bilimsel fiil-i rububiyet: Cenab-ı Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan terbiye ve idare edicilik fiili (bk. f-a-l; r-b-b) hadsiz: sınırsız hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) Hâkim: herşeyi hükmü altında tutan, herşeye galip olan Allah (bk. ḥ-k-m) hâkimiyet: egemenlik (bk. ḥ-k-m) Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ) hararet: sıcaklık, ısı harb-i umumî: dünya savaşı haysiyetiyle: özelliğiyle | heyet-i mecmua: genel yapı, bütün (bk. c-m-a) hezeyan: saçmalama hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) ihtiyar: irade, dileme, tercih (bk. ḫ-y-r) inkâr: kabul etmeme, reddetme (bk. n-k-r) irade: dileme, tercih ve seçim yapma gücü (bk. r-v-d) irâe etmek: göstermek işârât-ı Rabbâniye: herşeyi terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’ın işaretleri (bk. r-b-b) kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) Kastamonu: (bk. bilgiler) kayyumiyet: Allah’ın daimî mevcudiyeti ve herşeyi her an ayakta tutması (bk. ḳ-v-m) kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r) küllî: genel, kapsamlı (bk. k-l-l) mahiyet: esas, nitelik, özellik mânâ: anlam (bk. a-n-y) misillü: gibi (bk. m-s̱-l) mu’cizât: mu’cizeler (bk. a-c-z) mukabele: karşılıknam: ad neş’et eden: doğan, meydana gelen | nev-i insan: insanlık Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b) Rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b) Sâni: herşeyi sanatla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a) sema: gök (bk. s-m-v) suret: şekil, biçim, görüntü (bk. ṣ-v-r) tecelli: yansıma, görünme (bk. c-l-y) temerrüd: inat etme terbiye-i İlâhiye: Cenab-ı Allah’ın terbiyesi (bk. r-b-b; e-l-h) tuğyan: azgınlık, taşkınlık, zulüm ve küfürde çok ileri gitme (bk. ṭ-ğ-y) umumî: genel zahir: açık, görünür (bk. ẓ-h-r) zahirî: görünürdeki (bk. ẓ-h-r) zındıka: dinsizlik |
İşte, gel, belâhet ve hamâkatin nihayetsiz derecelerine bak ki, yüz sahife ile tarif edilse ve hikmetleri beyan edilse ancak tamamıyla bilinecek derin ve geniş bir hakikat-i meçhuleye bir nam takar; malûm bir şey gibi, “Bu budur” der. Meselâ, “Güneşin bir maddesi, elektrikle çarpmasıdır.”
Hem birer irade-i külliye ve birer ihtiyar-ı âmm ve birer hâkimiyet-i nev’iyenin ünvanları bulunan ve “âdetullah” namıyla yad edilen fıtrî kanunların birisine, hususî ve kasdî bir hadise-i Rububiyeti ircâ eder. O ircâ ile, onun nisbetini irade-i ihtiyariyeden keser; sonra tutar, tesadüfe, tabiata havale eder, Ebu Cehil’den ziyade muzaaf bir echeliyet gösterir. Bir neferin veya bir taburun zaferli harbini bir nizam ve kanun-u askeriyeye isnad edip kumandanından, padişahından, hükûmetinden ve kasdî harekâttan alâkasını keser misillü, âsi bir divane olur.
Hem meyvedar bir ağacın bir çekirdekten icadı gibi, bir tırnak kadar bir odun parçasından, çok mucizatlı bir usta, yüz okka muhtelif taamları, yüz arşın muhtelif kumaşları yapsa, bir adam o odun parçasını gösterip dese, “Bu işler tabiî ve tesadüfî olarak bundan olmuş”; o ustanın harika san’atlarını, hünerlerini hiçe indirse, ne derece bir hamâkattir. Aynen öyle de…
Yedinci sual: Bu hadise-i arziye, bu memleketin ahali-i İslâmiyesine bakması ve onları hedef etmesi neyle anlaşılıyor? Ve neden Erzincan ve İzmir taraflarına daha ziyade ilişiyor?
Elcevap: Bu hadise hem şiddetli kışta, hem karanlıklı gecede, hem dehşetli soğukta, hem Ramazan’ın hürmetini tutmayan bu memlekete mahsus olması, hem tahribatından intibaha gelmediklerinden, hafifçe gafilleri uyandırmak için o zelzelenin devam etmesi gibi çok emarelerin delâletiyle, bu hadise ehl-i imanı hedef edip, onlara bakıp, namaza ve niyaza uyandırmak için sarsıyor ve kendisi de titriyor.
Biçare Erzincan gibi yerlerde daha ziyade sarsmasının iki vechi var:
âdetullah: Allah’ın tabiatta yürürlükte olan kanun ve kuralları ahali-i İslâmiye: Müslüman halk (bk. s-l-m) arşın: yaklaşık 68 cm’lik bir ölçü birimi âsi: isyan eden, başkaldıran belâhet: aptallık beyan edilmek: açıklanmak (bk. b-y-n) biçare: çaresiz delâlet: delil olma, işaret etme divane: deli, akılsız Ebu Cehil: (bk. bilgiler) echeliyet: son derece cahillik ehl-i iman: iman edenler, mü’minler (bk. e-m-n) emare: belirti, işaret Erzincan: (bk. bilgiler) fıtrî: yaratılıştan gelen, doğal (bk. f-ṭ-r) gafil: duyarsız, sorumsuz, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan (bk. ğ-f-l) hadise-i arziye: yerle ilgili olay hadise-i Rububiyet: herşeyi terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’ın gerçekleştirdiği hadise (bk. r-b-b) | hakikat-i meçhule: bilinmeyen gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hâkimiyet-i nev’iye: bir sınıfın üstün olduğu egemenlik (bk. ḥ-k-m) hamâkat: ahmaklık harb: savaş harekât: hareketler hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) hürmet: saygı (bk. ḥ-r-m) icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d) ihtiyar-ı âmm: Allah’ın herşeyi kuşatan iradesi, seçme ve tercih gücü (bk. ḫ-y-r) intibah: uyanış irade-i ihtiyariye: hür tercih, hür seçim (bk. r-v-d; ḫ-y-r) irade-i külliye: Allah’ın herşeyi kaplayan iradesi (bk. r-v-d; k-l-l) irca: döndürme, yönlendirme isnad: dayandırma (bk. s-n-d )İzmir: (bk. bilgiler) kanun-u askeriye: askerlik kanunu (bk. ḳ-n-n) | kasdî: isteyerek (bk. ḳ-ṣ-d) mahsus: özel mâlum: bilinen (bk. a-l-m) meyvedar: meyveli misillü: gibi (bk. m-s̱-l) mu’cizatlı: mu’cizeler gösteren (bk. a-c-z) muhtelif: çeşitli muzaaf: kat kat nam: ad nefer: asker, er nihayetsiz: sonsuz nisbet: bağ (bk. n-s-b) niyaz: dua, yalvarma nizam: düzen (bk. n-ẓ-m) okka: 1.283 grama karşılık gelen ağırlık ölçüsü taam: yiyecek tabiat: doğa, canlı cansız varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a) tabiî: tabiat gereği, kendiliğinden (bk. ṭ-b-a) tahribat: yıkımlar, bozulmalar vecih: yön, taraf ziyade: fazla, çok |
Biri: Hataları az olmak cihetiyle, temizlemek için tâcil edildi.
İkincisi: O gibi yerlerde kuvvetli ve hakikatli iman muhafızları ve İslâmiyet hâmileri az veya tam mağlûp olmak fırsatıyla, ehl-i zındıkanın orada tesirli bir merkez-i faaliyet tesisleri cihetiyle, en evvel oraları tokatladı ihtimali var. Lâ ya’lemu’l-ğaybe illâllah.1
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَۤا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ 2
Dipnot-1
Gaybı Allah’tan başkası bilemez.
Dipnot-2
“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Sensin.” Bakara Sûresi, 2:32.
ehl-i zındıka: dinsizler hâmi: koruyucu mağlûp olmak: yenilmek | merkez-i faaliyet: faaliyet merkezi (bk. f-a-l) | tâcil edilmek: çabuklaştırılmak |
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Dördüncü Söz, On Dördüncü Sözün Zeyli, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
http://www.erisale.com/#content.tr.1.241
Ders Dünyası - WORLD OF COURSES sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
Tam günümüzü yansıtıyor. Allah hepimizin tövbelerini kabul etsin ve bizlere merhametiyle muamele etsin. Amin.