Evet, hakikî terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyetle meşgul olmaktadır. Yoksa, ehl-i dalâletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmâreye musahhar edip yardımcı verse, o terakki değil, sukuttur. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 2.

Evet, hakikî terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyetle meşgul olmaktadır. Yoksa, ehl-i dalâletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmâreye musahhar edip yardımcı verse, o terakki değil, sukuttur. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 2.

Dersdunyasi.net olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Evet, hakikî terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyetle meşgul olmaktadır. Yoksa, ehl-i dalâletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmâreye musahhar edip yardımcı verse, o terakki değil, sukuttur.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Üçüncü Söz İkinci Mebhas İkinci Nükte.

Evet, hakikî terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyetle meşgul olmaktadır. Yoksa, ehl-i dalâletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmâreye musahhar edip yardımcı verse, o terakki değil, sukuttur. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 2.
Evet, hakikî terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyetle meşgul olmaktadır. Yoksa, ehl-i dalâletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmâreye musahhar edip yardımcı verse, o terakki değil, sukuttur. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 2.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Üçüncü Söz

İkinci Mebhas

İKİNCİ NÜKTE

İnsanda iki vecih var. Birisi, enâniyet cihetinde şu hayat-ı dünyeviyeye nâzırdır. Diğeri, ubûdiyet cihetinde hayat-ı ebediyeye bakar.

Evvelki vecih itibarıyla öyle bir biçare mahlûktur ki, sermayesi, yalnız, ihtiyardan bir şa’re (saç) gibi cüz’î bir cüz-ü ihtiyarî; ve iktidardan zayıf bir kesb; ve hayattan, çabuk söner bir şule; ve ömürden çabuk geçer bir müddetçik; ve mevcudiyetten çabuk çürür küçük bir cisimdir. O haliyle beraber, kâinatın tabakatında serilmiş hadsiz envâın hesapsız efradından nazik, zayıf bir fert olarak bulunuyor.

İkinci vecih itibarıyla ve bilhassa ubûdiyete müteveccih acz ve fakr cihetinde, pek büyük bir vüs’ati var, pek büyük bir ehemmiyeti bulunuyor. Çünkü, Fâtır-ı Hakîm, insanın mahiyet-i mâneviyesinde nihayetsiz azîm bir acz ve hadsiz cesîm bir fakr derc etmiştir—tâ ki, kudreti nihayetsiz bir Kadîr-i Rahîm ve gınâsı nihayetsiz bir Ganiyy-i Kerîm bir Zâtın hadsiz tecelliyâtına cami’ geniş bir âyine olsun.

Evet, insan bir çekirdeğe benzer. Nasıl ki o çekirdeğe kudretten mânevî ve ehemmiyetli cihazat ve kaderden ince ve kıymetli program verilmiş; tâ ki toprak altında çalışıp, tâ o dar âlemden çıkıp, geniş olan hava âlemine girip, Hâlıkından istidat lisanıyla bir ağaç olmasını isteyip, kendine lâyık bir kemâl bulsun. Eğer o çekirdek, sû-i mizacından dolayı, ona verilen cihâzât-ı mâneviyeyi toprak altında bazı mevadd-ı muzırrayı celbine sarf etse, o dar yerde, kısa bir zamanda, faidesiz tefessüh edip çürüyecektir. Eğer o çekirdek, o mânevî cihâzâtını, 

فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰى 

‘nın emr-i tekvînîsini imtisal edip hüsn-ü istimal etse, o dar âlemden çıkacak, meyvedar koca bir ağaç olmakla, küçücük cüz’î hakikati ve ruh-u mânevîsi büyük bir hakikat-i külliye suretini alacaktır.


Dipnot-1

Taneleri ve çekirdekleri çatlatan (Şüphesiz Allah’tır).


acz: güçsüzlük (bk. a-c-z)
azîm: çok büyük (bk. a-z-m)
biçare: çaresiz
bilhassa: özellikle
cami’: toplayan, kapsamlı (bk. c-m-a)
celb etmek: çekmek
cesîm: büyük
cihâzât: donanımlar
cihâzât-ı mâneviye: mânevî donanım, cihazlar (bk. a-n-y)
cihet: yön, taraf
cüz-ü ihtiyarî: insanın elindeki seçim gücü, irade (bk. c-z-e; ḫ-y-r)cüz’î: küçük, az (bk. c-z-e)
derc etmek: içine yerleştirmek
efrad: fertler, bireyler (bk. f-r-d)
ehemmiyet: önem
emr-i tekvinî: yaratılışa dair emir (bk. k-v-n)
enaniyet: benlik
envâ: türler
evvelki: önceki
fakr: ihtiyaç hali (bk. f-ḳ-r)
Fâtır-ı Hakîm: her şeyi hikmetle ve benzersiz şeyleri üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ḥ-k-m)
Ganiyy-i Kerîm: sonsuz cömertlik ve zenginlik sahibi olan Allah (bk. ğ-n-y; k-r-m)
gınâ: zenginlik (bk. ğ-n-y)
hadsiz: sınırsız
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat-i külliye: kapsamlı hakikat (bk. ḥ-ḳ-ḳ; k-l-l)
Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y)
hayat-ı ebediye: sonsuz âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y; e-b-d)
hüsn-ü istimal etmek: güzel kullanmak (bk. ḥ-s-n)
ihtiyar: irade, tercih, seçme gücü (bk. ḫ-y-r)
imtisal: yerine getirme
istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
itibariyle: özelliğiyle
kader: Allah’ın meydana gelecek herşeyi olmadan önce takdir etmesi, planlaması (bk. ḳ-d-r)
Kadîr-i Rahîm: gücü her şeye yeten, rahmeti her şeyi kuşatan Allah (bk. ḳ-d-r; r-ḥ-m)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l)
kesb: kazanma
kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)
mahiyet-i mâneviye: mânevî yapı (bk. a-n-y)
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mevadd-ı muzırra: zararlı maddeler
mevcudiyet: varlık (bk. v-c-d)
müteveccih: yönelik
nazik: ince, zarif
nâzır: bakan (bk. n-ẓ-r)
nihayetsiz: sonsuz
ruh-u mânevî: mânevî ruh (bk. r-v-ḥ; a-n-y)
sû-i mizaç: kötü huy
şule: alev
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tabakat: tabakalar
tecelliyât: yansımalar (bk. c-l-y)
tefessüh etmek: bozulmak
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
vecih: yön, yüz
vüs’at: genişlik

İşte, aynen onun gibi, insanın mahiyetine, kudretten ehemmiyetli cihazat ve kaderden kıymetli programlar tevdi edilmiş. Eğer insan, şu dar âlem-i arzîde, hayat-ı dünyeviye toprağı altında o cihâzât-ı mâneviyesini nefsin hevesâtına sarf etse; bozulan çekirdek gibi, bir cüz’î telezzüz için, kısa bir ömürde, dar bir yerde ve sıkıntılı bir halde çürüyüp tefessüh ederek, mes’uliyet-i mâneviyeyi bedbaht ruhuna yüklenecek, şu dünyadan göçüp gidecektir.

Eğer o istidat çekirdeğini İslâmiyet suyuyla, imanın ziyasıyla, ubûdiyet toprağı altında terbiye ederek, evâmir-i Kur’âniyeyi imtisal edip cihâzât-ı mâneviyesini hakikî gayelerine tevcih etse; elbette âlem-i misal ve berzahta dal ve budak verecek ve âlem-i âhiret ve Cennette hadsiz kemâlât ve nimetlere medar olacak bir şecere-i bâkiyenin ve bir hakikat-i daimenin cihâzâtına cami’, kıymettar bir çekirdek ve revnakdâr bir makine ve bu şecere-i kâinatın mübarek ve münevver bir meyvesi olacaktır.

Evet, hakikî terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyetle meşgul olmaktadır. Yoksa, ehl-i dalâletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmâreye musahhar edip yardımcı verse, o terakki değil, sukuttur.

Şu hakikati, bir vakıa-i hayaliyede şöyle bir temsilde gördüm ki: Ben büyük bir şehre giriyorum. Baktım ki, o şehirde büyük saraylar var. Bazı sarayların kapısına bakıyorum; gayet şenlik, parlak bir tiyatro gibi nazar-ı dikkati celb eder, herkesi eğlendirir bir cazibedarlık vardı. Dikkat ettim ki, o sarayın efendisi kapıya gelmiş, itle oynuyor ve oynamasına yardım ediyor. Hanımlar yabanî gençlerle tatlı sohbetler ediyorlar. Yetişmiş kızlar dahi çocukların oynamasını


âlem-i âhiret: âhiret âlemi (bk. a-l-m; e-ḫ-r)
âlem-i arzî: dünya âlemi (bk. a-l-m)
âlem-i misal: görüntüler âlemi (bk. a-l-m; m-s̱-l)
bedbaht: talihsiz
berzah: kabir âlemi
cami’: kapsayan, içine alan (bk. c-m-a)
cazibedarlık: çekicilik
celb etmek: çekmek
cihazat: cihazlar, donanım
cihâzât-ı mâneviye: mânevî duygular (bk. a-n-y)
cüz’î: küçük, az (bk. c-z-e)
ehemmiyetli: önemli
ehl-i dalâlet: sapıklık ve inkâr ehli (bk. ḍ-l-l)
evâmir-i Kur’âniye: Kur’ân’ın emirleri
hadsiz: sınırsız
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat-i daime: devamlı hakikat (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y)
hayat-ı ebediye: sonsuz âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y; e-b-d)
hevesât: hevesler, gelip geçici arzular
hususî: özel
imtisal: yerine getirme
istidat: yetenek, kabiliyet (bk. a-d-d)
kader: Allah’ın meydana gelecek herşeyi olmadan önce takdir etmesi, planlaması (bk. ḳ-d-r)
kemâlât: mükemmellikler (bk. k-m-l)
kıymettar: değerli
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
kuvve: duyu
letâif: insanın mânevi yapısındaki ince duygular (bk. l-ṭ-f)
mahiyet: öz nitelik, asıl yapı
medar: eksen, vesile
mes’uliyet-i maneviye: mânevî sorumluluk (bk. a-n-y)
mübarek: bereketli (bk. b-r-k)
münevver: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)
musahhar etmek: boyun eğdirmek, hizmetine vermek
nazar-ı dikkat: dikkatle bakış (bk. n-ẓ-r)
nefis: can, kişinin kendisi (bk. n-f-s)
nefs-i emmâre: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden güç (bk. n-f-s)
revnaktar: süslü, hoş, güzel
sair: diğer
şecere-i bâkiye: ölümsüz ağaç (bk. b-ḳ-y)
şecere-i kâinat: kainat ağacı, evren (bk. k-v-n)
süflî: aşağı
sukut: düşüş, alçalma
tefessüh: bozulma, kokuşma
telezzüz: lezzetlenme, tad alma
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
terakkî: ilerleme
tevcih: yöneltme
tevdi etmek: emânet vermek
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
vakıa-i hayaliye: hayalî olay (bk. ḥ-y-l)
vazife-i ubûdiyet: kulluk görevi (bk. a-b-d)
yabanî: yabancı
ziya: ışık

tanzim ediyorlar. Kapıcı da onlara kumandanlık eder gibi bir aktör tavrını almış. O vakit anladım ki, o koca sarayın içerisi bom boş, hep nazik vazifeler muattal kalmış, ahlâkları sukut etmiş ki, kapıda bu sureti almışlardır.

Sonra geçtim, bir büyük saraya daha rast geldim. Gördüm ki, kapıda uzanmış vefadar bir it ve kaba, sert, sakin bir kapıcı ve sönük bir vaziyet vardı. Merak ettim, niçin o öyle, bu böyle? İçeriye girdim. Baktım ki, içerisi çok şenlik. Daire daire üstünde, ayrı ayrı nazik vazifelerle saray ehli meşguldürler. Birinci dairedeki adamlar, sarayın idaresini, tedbirini görüyorlar. Üstündeki dairede kızlar, çocuklar ders okuyorlar. Daha üstünde hanımlar, gayet lâtif san’atlar, güzel nakışlarla iştigal ediyorlar. En yukarıda efendi, padişahla muhabere edip halkın istirahatini temin için ve kendi kemâlâtı ve terakkiyâtı için, kendine has ve ulvî vazifelerle iştigal ediyor gördüm. Ben onlara görünmediğim için, yasak demediler, gezebildim.

Sonra çıktım, baktım. O şehrin her tarafında bu iki kısım saraylar var. Sordum.

Dediler: “O kapısı şenlik ve içi boş saraylar, kâfirlerin ileri gelenlerinindir ve ehl-i dalâletindir. Diğerleri, namuslu Müslüman büyüklerinindir.”

Sonra bir köşede bir saraya rast geldim. Üstünde “Said” ismini gördüm. Merak ettim. Daha dikkat ettim, suretimi üstünde gördüm gibi bana geldi. Kemâl-i taaccübümden bağırarak aklım başıma geldi, ayıldım.

İşte, o vakıa-i hayaliyeyi sana tabir edeceğim. Allah hayır etsin.

İşte, o şehir ise, hayat-ı içtimaiye-i beşeriye ve medine-i medeniyet-i insaniyedir. O saraylar, herbirisi birer insandır. O saray ehli ise, insandaki göz, kulak, kalb, sır, ruh, akıl gibi letâif ve nefis ve hevâ ve kuvve-i şeheviye ve kuvve-i gadabiye gibi şeylerdir. Herbir insanda herbir lâtifenin ayrı ayrı vazife-i ubûdiyetleri var. Ayrı ayrı lezzetleri, elemleri var. Nefis ve hevâ, kuvve-i şeheviye ve gadabiye, bir kapıcı ve it hükmündedirler. İşte o yüksek letâifi nefis ve hevâya musahhar etmek ve vazife-i asliyelerini unutturmak, elbette sukuttur, terakki değildir.

Sair cihetleri sen tabir edebilirsin.


âciz: zayıf, güçsüz (bk. a-c-z)
amel: davranış, iş
ehl-i dalâlet: sapıklık ve inkâr ehli (bk. ḍ-l-l)
elem: acı, sıkıntı
fiil: iş, hareket (bk. f-a-l)
has: özel
hayat-ı içtimaiye-i beşeriye: insanların toplumsal hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a)
hevâ: kabiliyet ve duyguları nefsin yasak arzu ve isteklerinin emrine verme (bk. h-v-y)
iştigal etmek: meşgul olmak
istirahat: rahatlık, huzur
itibar: özellik
kâfir: Allah’ı veya Onun kesin olarak emrettiği şeylerden birini inkâr eden kimse (bk. k-f-r)
kemâl-i taaccüp: tam bir şaşkınlık (bk. k-m-l)
kemâlât: mükemmellikler, kusursuzluklar (bk. k-m-l)
kuvve-i gadabiye: öfke gücü
kuvve-i şeheviye: şehvet gücü
lâtif: ince, hoş (bk. l-ṭ-f)
letâif: insanın mânevî yapısındaki ince duygular (bk. l-ṭ-f)
medine-i medeniyet-i insaniye: insanlığın uygarlık şehri
muattal kalma: kullanılmaz olma
muhabere: haberleşme
musahhar etmek: boyun eğdirmek, hizmetine vermek
nazik: ince, zarif
nefis: can, bir kimsenin kendisi (bk. n-f-s)
sa’y-i maddî: maddi çalışma
sair: diğer
sukut: düşme, alçalma
suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r)
tabir: yorumlama (bk. a-b-r)
tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)
tedbir: idare etme, çekip çevirme (bk. d-b-r)
terakki: ilerleme
terakkiyât: ilerlemeler
ulvî: yüce
vakıa-i hayaliye: hayalî olay (bk. ḫ-y-l)
vazife-i asliye: esas vazife
vazife-i ubûdiyet: kulluk görevi (bk. a-b-d)
vefadar: vefalı

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, İkinci Mebhas, İkinci Nükte, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.431

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ucuncu-soz/431


CUMARTESİ DERSLERİ

İnsan, kâinatın ekser envâına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyâcâtı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi, Cemîl-i Zülcelâli de görmeye müştaktır. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 1.
İnsan, kâinatın ekser envâına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyâcâtı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi, Cemîl-i Zülcelâli de görmeye müştaktır. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 1.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

“Allah, iman edenlerin dostu ve yardımcısıdır; onları inkâr karanlıklarından kurtarıp hidayet nuruna kavuşturur. İnkâr edenlerin dostu ise tâğutlarıdır; onları iman nurundan mahrum bırakıp inkâr karanlıklarına sürüklerler.” Bakara Sûresi, 2:257. – Cumartesi Dersleri 23. 1. 2.

Allah, iman edenlerin dostu ve yardımcısıdır; onları inkâr karanlıklarından kurtarıp hidayet nuruna kavuşturur. İnkâr edenlerin dostu ise tâğutlarıdır; onları iman nurundan mahrum bırakıp inkâr karanlıklarına sürüklerler. Bakara Sûresi, 2257. - Cumartesi Dersleri 23. 1. 2.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Allah, iman edenlerin dostu ve yardımcısıdır; onları inkâr karanlıklarından kurtarıp hidayet nuruna kavuşturur. İnkâr edenlerin dostu ise tâğutlarıdır; onları iman nurundan mahrum bırakıp inkâr karanlıklarına sürüklerler.” Bakara Sûresi, 2:257.

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Üçüncü Söz Birinci Mebhas İkinci Nokta.

Allah, iman edenlerin dostu ve yardımcısıdır; onları inkâr karanlıklarından kurtarıp hidayet nuruna kavuşturur. İnkâr edenlerin dostu ise tâğutlarıdır; onları iman nurundan mahrum bırakıp inkâr karanlıklarına sürüklerler. Bakara Sûresi, 2257. - Cumartesi Dersleri 23. 1. 2.
Cumartesi Derslerinde bu hafta: “Allah, iman edenlerin dostu ve yardımcısıdır; onları inkâr karanlıklarından kurtarıp hidayet nuruna kavuşturur. İnkâr edenlerin dostu ise tâğutlarıdır; onları iman nurundan mahrum bırakıp inkâr karanlıklarına sürüklerler.” Bakara Sûresi, 2:257. konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Üçüncü Söz Birinci Mebhas İkinci Nokta.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Üçüncü Söz

Birinci Mebhas

İKİNCİ NOKTA

İman nasıl ki bir nurdur; insanı ışıklandırıyor, üstünde yazılan bütün mektubât-ı Samedâniyeyi okutturuyor. Öyle de, kâinatı dahi ışıklandırıyor. Zaman-ı mazi ve müstakbeli, zulümattan kurtarıyor. Şu sırrı, bir vakıada

 اَللهُ وَلِىُّ الَّذِينَ اٰمَنُوا يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ 

âyet-i kerimesinin bir sırrına dair gördüğüm bir temsille beyan ederiz. Şöyle ki:

Bir vakıa-i hayaliyede gördüm ki: İki yüksek dağ var, birbirine mukabil. Üstünde dehşetli bir köprü kurulmuş. Köprünün altında pek derin bir dere. Ben o köprünün üstünde bulunuyorum. Dünyayı da, her tarafı, karanlık, kesif bir zulümat istilâ etmişti.

Ben sağ tarafıma baktım, nihayetsiz bir zulümat içinde bir mezar-ı ekber gördüm, yani tahayyül ettim. Sol tarafıma baktım; müthiş zulümat dalgaları içinde azîm fırtınalar, dağdağalar, dâhiyeler hazırlandığını görüyor gibi oldum. Köprünün altına baktım; gayet derin bir uçurum görüyorum zannettim. Bu müthiş zulümâta karşı, sönük bir cep fenerim vardı, onu istimal ettim. Yarım yamalak ışığıyla baktım; pek müthiş bir vaziyet bana göründü. Hattâ önümdeki köprünün başında ve etrafında öyle müthiş ejderhalar, arslanlar, canavarlar göründü ki, “Keşke bu cep fenerim olmasaydı, bu dehşetleri görmeseydim!” dedim. O feneri hangi tarafa çevirdimse, öyle dehşetler aldım. “Eyvah, şu fener başıma belâdır” dedim.

Ondan kızdım, o cep fenerini yere çarptım, kırdım. Güya onun kırılması, dünyayı ışıklandıran büyük elektrik lâmbasının düğmesine dokundum gibi, birden o zulümat boşaldı. Her taraf o lâmbanın nuruyla doldu, herşeyin hakikatini gösterdi. Baktım ki, o gördüğüm köprü, gayet muntazam yerde, ova içinde bir caddedir. Ve sağ tarafımda gördüğüm mezar-ı ekber, baştan başa güzel, yeşil bahçelerle nuranî insanların taht-ı riyasetinde ibadet ve hizmet ve sohbet ve zikir meclisleri olduğunu fark ettim. Ve sol tarafımda, fırtınalı, dağdağalı zannettiğim uçurumlar, şahikalar ise, süslü, sevimli, cazibedar olan dağların arkalarında azîm bir ziyafetgâh, güzel bir seyrangâh, yüksek bir nüzhetgâh bulunduğunu hayal meyal gördüm. Ve o müthiş canavarlar, ejderhalar zannettiğim mahlûklar ise, mûnis deve, öküz, koyun, keçi gibi hayvânât-ı ehliye olduğunu gördüm. “Elhamdü lillâhi alâ nûri’l-îmân” diyerek,


Dipnot-1

“Allah, iman edenlerin dostu ve yardımcısıdır; onları inkâr karanlıklarından kurtarıp hidayet nuruna kavuşturur.” Bakara Sûresi, 2:257.


azîm: büyük (bk. a-z-m)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
cazibedar: çekici
dağdağa: sıkıntı, gürültü
dâhiye: korkunç belâ
el-hamdü lillâhi alâ nûri’l-îmân: iman nuru için Allah’a hamd olsun (bk. ḥ-m-d; e-l-h; n-v-r; e-m-n)
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hayvanat-ı ehliye: evcil hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
istimal etmek: kullanmak
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kesif: yoğun
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mektubat-ı Samedâniye: Allah’ın birer mektup gibi yazdığı ve san’atla yarattığı eserleri (bk. k-t-b; ṣ-m-d)
mezar-ı ekber: çok büyük mezar (bk. k-b-r)
mukabil: karşılık
mûnis: cana yakın
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
müstakbel: gelecek zaman
nur: aydınlık, ışık (bk. n-v-r)
nuranî: nurlu (bk. n-v-r)
nüzhetgâh: gezi ve dinlenme yeri (bk. n-z-h)
şahika: zirve
seyrangâh: gezi ve seyir yeri
tahayyül: hayal etme (bk. ḫ-y-l)
taht-ı riyasetinde: başkanlığı altında
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
vakıa: olay
vâkıa-i hayaliye: hayalî olay, keşif (bk. ḫ-y-l)
zaman-ı mazi: geçmiş zaman
zikir: Allah’ı anmak
ziyafetgâh: ziyafet yeri
zulümat: karanlıklar (bk. ẓ-l-m)

اَللهُ وَلِىُّ الَّذِينَ اٰمَنُوا يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ 

âyet-i kerimesini okudum, o vakıadan ayıldım.

İşte, o iki dağ mebde-i hayat, âhir-i hayat, yani âlem-i arz ve âlem-i berzahtır. O köprü ise hayat yoludur. O sağ taraf ise geçmiş zamandır. Sol taraf ise istikbaldir. O cep feneri ise, hodbin ve bildiğine itimad eden ve vahy-i semâvîyi dinlemeyen enâniyet-i insaniyedir. O canavarlar zannolunan şeyler ise, âlemin hâdisâtı ve acip mahlûkatıdır. İşte, enâniyetine itimad eden, zulümât-ı gaflete düşen, dalâlet karanlığına müptelâ olan adam, o vakıada evvelki halime benzer ki, o cep feneri hükmünde nâkıs ve dalâlet-âlûd malûmatla, zaman-ı maziyi bir mezar-ı ekber suretinde ve adem-âlûd bir zulümat içinde görüyor. İstikbali, gayet fırtınalı ve tesadüfe bağlı bir vahşetgâh gösterir. Hem, herbirisi bir Hakîm-i Rahîmin birer memur-u musahharı olan hâdisat ve mevcudatı, muzır birer canavar hükmünde bildirir,

وَالَّذِينَ كَفَرُۤوا اَوْلِيَۤاؤُهُمُ الطَّاغُوتُ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى الظُّلُمَاتِ     2

hükmüne mazhar eder.

Eğer hidayet-i İlâhiye yetişse, iman kalbine girse, nefsin firavuniyeti kırılsa, kitabullahı dinlese, o vakıada ikinci halime benzeyecek. O vakit, birden kâinat bir gündüz rengini alır, nur-u İlâhî ile dolar. Âlem 

اَللهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ 

âyetini okur. O vakit, zaman-ı mazi, bir mezar-ı ekber değil, belki herbir asrı bir nebînin veya evliyanın taht-ı riyasetinde vazife-i ubûdiyeti ifa eden ervâh-ı sâfiye cemaatlerinin, vazife-i hayatlarını bitirmekle Allahu ekber diyerek makamât-ı âliyeye


Dipnot-1

“Allah, iman edenlerin dostu ve yardımcısıdır; onları inkâr karanlıklarından kurtarıp hidayet nuruna kavuşturur.” Bakara Sûresi, 2:257.

Dipnot-2

“İnkâr edenlerin dostu ise tâğutlarıdır; onları iman nurundan mahrum bırakıp inkâr karanlıklarına sürüklerler.” Bakara Sûresi, 2:257.

Dipnot-3

“Allah göklerin ve yerin nurudur.” Nur Sûresi, 24:35.


acîp: şaşırtıcı
adem-âlûd: yoklukla karışık
âhir-i hayat: hayatın sonu (bk. e-ḫ-r; ḥ-y-y)
âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m)
âlem-i arz: dünya âlemi (bk. a-l-m)
âlem-i berzah: kabir âlemi (bk. a-l-m)
Allahu ekber: Allah en büyüktür (bk. k-b-r)
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
dalâlet-âlûd: sapkınlık ve inançsızlıkla karışık (bk. ḍ-l-l)
enâniyet: benlik
enaniyet-i insaniye: insanın benliği
ervâh-ı sâfiye: temiz ruhlar (bk. r-v-ḥ; ṣ-f-y)
evliya: Allah dostu, veli (bk. v-l-y)
evvelki: önceki
firavuniyet: kendisini Firavun gibi ilâh seviyesine çıkaracak derecede büyük görme
hâdisât: olaylar (bk. ḥ-d-s̱)
Hakîm-i Rahîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan, rahmeti herşeyi kuşatan Allah (bk. ḥ-k-m; r-ḥ-m)
hidayet-i İlâhiye: Allah’ın doğru yola erdirmesi (bk. h-d-y; e-l-h)
hodbin: bencil
ifa etmek: yerine getirmek
istikbal: gelecek zaman
itimad: güvenme
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kitabullah: Allah’ın kitabı (bk. k-t-b)
mahluk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
malûmat: bilgiler (bk. a-l-m)
mazhar: eriştirme (bk. ẓ-h-r)
mebde-i hayat: hayatın başlangıcı (bk. ḥ-y-y)
memur-u musahhar: emre itaat eden memur
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mezar-ı ekber: çok büyük mezar (bk. k-b-r)
müptelâ: bağımlı
muzır: zararlı
nâkıs: eksik
nebî: peygamber (bk. n-b-e)
nefis: insanı kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)
nur-u İlâhî: Allah’ın nuru (bk. n-v-r; e-l-h)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
taht-ı riyasetinde: başkanlığında
vahşetgâh: vahşet yeri
vahy-i semâvî: Allah’ın peygamberlerine vahyettiği şeyler, din (bk. v-ḥ-y; s-m-v)
vakıa: olay
vazife-i hayat: hayat vazifesi (bk. ḥ-y-y)
vazife-i ubûdiyet: kulluk vazifesi (bk. a-b-d)
zaman-ı mazi: geçmiş zaman
zulümat: karanlıklar (bk. ẓ-l-m)
zulümât-ı gaflet: gaflet karanlıkları (bk. ẓ-l-m; ğ-f-l)

uçmalarını ve müstakbel tarafına geçmelerini kalb gözüyle görür. Sol tarafına bakar ki, dağlar misal bazı inkılâbât-ı berzahiye ve uhreviye arkalarında, Cennetin bağlarındaki saadet saraylarında kurulmuş bir ziyafet-i Rahmâniyeyi, o nur-u imanla uzaktan uzağa fark eder. Ve fırtına ve zelzele, tâun gibi hadiseleri, birer musahhar memur bilir. Bahar fırtınası ve yağmur gibi hâdisâtı, sureten haşin, mânen çok lâtif hikmetlere medar görüyor. Hattâ, mevti, hayat-ı ebediyenin mukaddimesi ve kabri, saadet-i ebediyenin kapısı görüyor. Daha sair cihetleri sen kıyas eyle; hakikati, temsile tatbik et.


berzah: kabir âlemi
Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
cihet: yön
dağlarvâri: dağlar gibi
dest-i kudret: Allah’ın kudret eli (bk. ḳ-d-r)
dua-yı fiilî: fiilî dua, gerekli şartları ve sebepleri yerine getirme (bk. d-a-v; f-a-l)
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
esfel-i sâfilîn: aşağıların en aşağısı
hâdisat: olaylar (bk. ḥ-d-s̱)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
haşin: kırıcı, sert
hayat-ı ebediye: sonsuz hayat (bk. ḥ-y-y; e-b-d)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
iktiza: gerektirme
inkılâbât-ı berzahiye ve uhreviye: kabir ve âhiret âlemlerinde meydana gelen büyük değişiklikler (bk. e-ḫ-r)
istirahat: dinlenme
Kadîr-i Mutlak: sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kemâl-i emniyet: tam bir emniyet (bk. k-m-l; e-m-n)
lâtif: lütuf içeren, hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)
makamât-ı âliye: yüce makamlar
mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)
medar: sebep, vesile
mevt: ölüm (bk. m-v-t)
minnettar olmak: şükran duymak
misal: örnek (bk. m-s̱-l)
mukaddime: başlangıç, giriş (bk. ḳ-d-m)
musahhar: boyun eğen, uysal
müsebbebat: sebeplerin sonuçları (bk. s-b-b)
müstakbel: gelecek zaman
nevi: tür, çeşit
nezaret etme: gözetme (bk. n-ẓ-r)
nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r)
nur-u iman: iman nuru (bk. n-v-r; e-m-n)
riayet etmek: uymak
saadet: mutluluk
saadet-i dâreyn: dünya ve âhiret mutluluğu
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)
sair: diğer
sefine: gemi
sefine-i hayat: hayat gemisi (bk. ḥ-y-y)
seyran etmek: seyretmek
sureten: görünüşte (bk. ṣ-v-r)
tatbik: uygulama
tâun: veba, bulaşıcı ve ölümcül hastalık
tazyikat: baskılar, sıkıştırmalar
telâkki etmek: kabul etmek
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
teşebbüs: başvurma
tevekkeltü alâllah: “Allah’a tevekkül ettim, dayandım” (bk. v-k-l)
tevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme (bk. v-k-l)
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)
yed-i kudret: Allah’ın kudret eli (bk. ḳ-d-r)
ziyafet-i Rahmâniye: Allah’ın sonsuz rahmetiyle kullarına sunduğu ziyafetler (bk. r-ḥ-m)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, Birinci Mebhas, İkinci Nokta, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.419

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ucuncu-soz/419


CUMARTESİ DERSLERİ

"And olsun ki, Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonra da onu en aşağı seviyeye indirdik - ancak iman eden ve güzel işler yapanlar müstesna." Tîn Sûresi, 95:4-6. - Cumartesi Dersleri 23. 1. 1.
“And olsun ki, Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonra da onu en aşağı seviyeye indirdik – ancak iman eden ve güzel işler yapanlar müstesna.” Tîn Sûresi, 95:4-6. – Cumartesi Dersleri 23. 1. 1.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Ey sersem nefsim! Acaba şu vazife-i ubûdiyet neticesiz midir? Ücreti az mıdır ki sana usanç veriyor? – Cumartesi Dersleri 21. 4.

Ey sersem nefsim! Acaba şu vazife-i ubûdiyet neticesiz midir? Ücreti az mıdır ki sana usanç veriyor? - Cumartesi Dersleri 21. 4.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Ey sersem nefsim! Acaba şu vazife-i ubûdiyet neticesiz midir? Ücreti az mıdır ki sana usanç veriyor?” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Birinci Söz Birinci Makam Dördüncü İkaz

Ey sersem nefsim! Acaba şu vazife-i ubûdiyet neticesiz midir? Ücreti az mıdır ki sana usanç veriyor? - Cumartesi Dersleri 21. 4.
Ey sersem nefsim! Acaba şu vazife-i ubûdiyet neticesiz midir? Ücreti az mıdır ki sana usanç veriyor? – Cumartesi Dersleri 21. 4.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi Birinci Söz

Birinci Makam

DÖRDÜNCÜ İKAZ

Ey sersem nefsim! Acaba şu vazife-i ubûdiyet neticesiz midir? Ücreti az mıdır ki sana usanç veriyor? Halbuki bir adam sana birkaç para verse veyahut seni korkutsa, akşama kadar seni çalıştırır; ve fütursuz çalışırsın. Acaba bu misafirhane-i dünyada âciz ve fakir kalbine kut ve gınâ; ve elbette bir menzilin olan kabrinde gıda ve ziya; ve herhalde mahkemen olan mahşerde sened ve berat; ve ister istemez üstünden geçilecek Sırat köprüsünde nur ve burâk olacak bir namaz neticesiz midir veyahut ücreti az mıdır?

Bir adam sana yüz liralık bir hediye va’d etse, yüz gün seni çalıştırır. Hulfü’l-va’d edebilir o adama itimad edersin, fütursuz işlersin. Acaba hulfü’l-va’d hakkında muhal olan bir Zât, Cennet gibi bir ücreti ve saadet-i ebediye gibi bir hediyeyi sana va’d etse, pek az bir zamanda, pek güzel bir vazifede seni istihdam etse; sen hizmet etmezsen veya isteksiz, suhre gibi veya usançla, yarım yamalak hizmetinle Onu va’dinde itham ve hediyesini istihfaf etsen, pek şiddetli bir tedibe ve dehşetli bir tâzibe müstehak olacağını düşünmüyor musun? Dünyada hapsin korkusundan en ağır işlerde fütursuz hizmet ettiğin halde, Cehennem gibi bir haps-i ebedînin havfı, en hafif ve lâtif bir hizmet için sana gayret vermiyor mu?


âciz: güçsüz (bk. a-c-z)
âkıl: akıllı
berat: kurtuluş
burak: iman ehlini Sırat köprüsünden geçirecek olan binek, âhiret bineği
Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
cihet: yön
divanelik: akılsızlık
elem: acı, sıkıntı
fütur: usanç
fütursuz: usanmadan
gınâ: zenginlik (bk. ğ-n-y)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
haps-i ebedi: sonsuz hapis (bk. e-b-d)
havf: korku
hulfü’l-va’d: sözünden dönme (bk. v-a-d)
iltihak etmek: katılmak
inkılâb etmek: dönüşmek
istihdam etmek: çalıştırmak
istihfaf: hafife alma
itham: suçlama
kalb olmak: dönüşmek
keramet: Allah’ın bir ikramı olarak, veli kullarda görünen olağanüstü haller (bk. k-r-m)
külfet: yük, zorluk
kut: gıda
lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)
mahşer: haşir meydanı (bk. ḥ-ş-r)
mâsiyet: günah, isyan
menzil: ev, mekân (bk. n-z-l)
merdâne: mertçe
meşakkat: güçlük, sıkıntı
misafirhane-i dünya: dünya misafirhanesi
muhal: imkânsız
mükellef: yükümlü
musibet: belâ, felaket
müstehak: hak eden (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
nefis: kişinin kendisi; insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu (bk. n-f-s)
nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)
Sabûr: günahkârlara ve isyan edenlere ceza vermekte acele etmeyen ve kullarına sabır gücü ihsan eden Allah (bk. ṣ-b-r)
sarf etmek: harcamak
şevk: şiddetli arzu ve istek
Sırat köprüsü: Cehennem üzerine kurulu olan ve Cennete girmek için üzerinden geçilmesi gereken köprü
suhre: zoraki, angarya iş gören
taat: itaat, Allah’ın emirlerine uyma
târumâr etmek: dağıtmak
tâzip: azap verme, cezalandırma
tedip: edeplendirme, haddini bildirme
ulvî: yüce
va’d etmek: söz vermek (bk. v-a-d)
vazife-i ubûdiyet: kulluk görevi (bk. a-b-d)
ziya: ışık

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Birinci Söz, Birinci Makam, Dördüncü İkaz, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.364

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-birinci-soz/364


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı

13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret

12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas

12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas

12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas

11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2

10.16. Onuncu Söz Hatime

10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat

10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat

10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat

10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat

10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat

10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat

10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat

10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat

10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat

10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat

10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat

10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat

10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .

10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret

10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler

9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte

9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler

8. Sekizinci Söz

7. Yedinci Söz

6. Altıncı Söz

5. Beşinci Söz

4. Dördüncü Söz

3. Üçüncü Söz

2. İkinci Söz

1. Birinci Söz