https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun?” konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Birinci Söz Birinci Makam Beşinci İkaz.

KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Yirmi Birinci Söz
Birinci Makam
…
BEŞİNCİ İKAZ
Ey dünyaperest nefsim! Acaba ibadetteki füturun ve namazdaki kusurun meşâgıl-i dünyeviyenin kesretinden midir veyahut derd-i maişetin meşgalesiyle vakit bulamadığından mıdır? Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun?
Sen istidat cihetiyle bütün hayvânâtın fevkinde olduğunu ve hayat-ı dünyeviyenin levâzımâtını tedarikte iktidar cihetiyle bir serçe kuşuna yetişemediğini biliyorsun. Bundan neden anlamıyorsun ki, vazife-i asliyen hayvan gibi çabalamak değil, belki hakikî bir insan gibi hakikî bir hayat-ı daime için sa’y etmektir?
Bununla beraber, meşâgıl-i dünyeviye dediğin, çoğu sana ait olmayan ve fuzulî bir surette karıştığın ve karıştırdığın mâlâyâni meşgalelerdir. En elzemini bırakıp, güya binler sene ömrün var gibi, en lüzumsuz malûmatla vakit geçiriyorsun. Meselâ “Zuhal’in etrafındaki halkaların keyfiyeti nasıldır?” ve “Amerika tavukları ne kadardır?” gibi kıymetsiz şeylerle, kıymettar vaktini geçiriyorsun. Güya kozmoğrafya ilminden ve istatistikçi fenninden bir kemâl alıyorsun!
Eğer desen, “Beni namazdan ve ibadetten alıkoyan ve fütur veren öyle lüzumsuz şeyler değil, belki derd-i maişetin zarurî işleridir.” Öyle ise, ben de sana derim ki:
Eğer yüz kuruş bir gündelikle çalışsan, sonra biri gelse, dese ki: “Gel, on dakika kadar şurayı kaz; yüz lira kıymetinde bir pırlanta ve bir zümrüt bulacaksın.” Sen ona “Yok, gelmem. Çünkü on kuruş gündeliğimden kesilecek, nafakam azalacak” desen, ne kadar divanece bir bahane olduğunu elbette bilirsin.
Aynen onun gibi, sen şu bağında nafakan için işliyorsun. Eğer farz namazı terk etsen, bütün sa’yin semeresi, yalnız dünyevî ve ehemmiyetsiz ve bereketsiz bir nafakaya münhasır kalır. Eğer sen istirahat ve teneffüs vaktini, ruhun rahatına, kalbin teneffüsüne medar olan namaza sarf etsen, o vakit, bereketli
derd-i maişet: geçim derdi (bk. a-y-ş) divanece: akılsızca dünyaperest: dünyaya tutkun dünyevî: dünyaya ait elzem: çok gerekli olan fen: bilim fevkinde: üstünde fütur: usanç fütursuz: usanmadan fuzulî: lüzumsuz hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) haps-i ebedi: sonsuz hapis (bk. e-b-d) havf: korku hayat-ı daime: devamlı hayat (bk. ḥ-y-y) hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y) hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y) | iktidar: kuvvet, güç (bk. ḳ-d-r) istidat: yetenek, kabiliyet (bk. a-d-d) istihfaf: hafife alma itham: suçlama kemâl: kusursuzluk, mükemmellik (bk. k-m-l) kesret: çokluk (bk. k-s̱-r) keyfiyet: nitelik, özellik kıymettar: kıymetli, değerli kozmoğrafya: gökbilimi, astronomi lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f) levâzımat: gerekli şeyler mâlâyâni: anlamsız, faydasız (bk. mâ-lâ) malûmat: bilgiler (bk. a-l-m) medar: sebep, vesile | meşâgıl-i dünyeviye: dünya meşguliyetleri meşgale: meşguliyet, iş münhasır: sınırlı müstehak: hak eden (bk. ḥ-ḳ-ḳ) nafaka: geçim için gerekli olan şey sa’y: çalışma semere: ürün suhre: zoraki, angarya iş gören suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r) tâzip: azap verme, cezalandırma tedarik: elde etme tedip: edeplendirme, haddini bildirme vazife-i asliye: asıl görev Zuhal: Satürn gezegeni |
nafaka-i dünyeviye ile beraber, senin nafaka-i uhreviyene ve zâd-ı âhiretine ehemmiyetli bir menba olan iki maden-i mânevî bulursun.
Birinci maden: Bütün bağındaki HAŞİYE-1 yetiştirdiğin, çiçekli olsun, meyveli olsun, her nebatın, her ağacın tesbihatından, güzel bir niyetle, bir hisse alıyorsun.
İkinci maden: Hem bu bağdan çıkan mahsulâttan kim yese-hayvan olsun, insan olsun, inek olsun, sinek olsun, müşteri olsun, hırsız olsun-sana bir sadaka hükmüne geçer. Fakat o şartla ki, sen Rezzâk-ı Hakikî namına ve izni dairesinde tasarruf etsen ve Onun malını Onun mahlûkatına veren bir tevziat memuru nazarıyla kendine baksan…
İşte, bak, namazı terk eden ne kadar büyük bir hasâret eder. Ne kadar ehemmiyetli bir serveti kaybeder. Ve sa’ye pek büyük bir şevk veren ve amelde büyük bir kuvve-i mânevî temin eden o iki neticeden ve o iki madenden mahrum kalır, iflâs eder. Hattâ ihtiyarlandıkça bahçecilikten usanır, fütur gelir. “Neme lâzım,” der. “Ben zaten dünyadan gidiyorum. Bu kadar zahmeti niçin çekeceğim?” diyecek, kendini tembelliğe atacak. Fakat evvelki adam der: “Daha ziyade ibadetle beraber sa’y-i helâle çalışacağım. Tâ kabrime daha ziyade ışık göndereceğim, âhiretime daha ziyade zahîre tedarik edeceğim.”
Elhasıl: Ey nefis! Bil ki, dünkü gün senin elinden çıktı. Yarın ise, senin elinde senet yok ki ona mâliksin. Öyle ise, hakikî ömrünü, bulunduğun gün bil; lâakal günün bir saatini, ihtiyat akçesi gibi, hakikî istikbal için teşkil olunan bir sandukça-i uhreviye olan bir mescide veya bir seccadeye at.
Hem bil ki, her yeni gün, sana, hem herkese bir yeni âlemin kapısıdır. Eğer namaz kılmazsan, senin o günkü âlemin zulümatlı ve perişan bir halde gider, senin aleyhinde âlem-i misalde şehadet eder. Zira herkesin, her günde, şu âlemden bir mahsus âlemi var.
Hem o âlemin keyfiyeti, o adamın kalbine ve ameline tâbidir. Nasıl ki, âyinende görünen muhteşem bir saray, âyinenin rengine bakar. Siyah ise siyah görünür; kırmızı ise kırmızı görünür. Hem onun keyfiyetine bakar. O âyine şişesi düzgünse, sarayı güzel gösterir. Düzgün değilse çirkin gösterir. En nazik şeyleri kaba gösterdiği misillü, sen kalbinle, aklınla, amelinle, gönlünle, kendi
Haşiye-1
Bu Makam, bir bağda, bir zâta bir derstir ki, bu tarzla beyan edilmiş.
âlem-i misal: görüntüler âlemi (bk. a-l-m; m-s̱-l) amel: iş, fiil âyine: ayna beyan: açıklama (bk. b-y-n) elhasıl: kısaca, özetle fütur: usanç hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hasâret: ziyan haşiye: dipnot açıklayıcı not ihtiyat akçesi: tedbir akçesi, yedek para istikbal: gelecek keyfiyet: nitelik, özellik kuvve-i mânevî: mânevî kuvvet (bk. a-n-y) lâakal: en az maden-i mânevî: mânevî kaynak (bk. a-n-y) mahlukât: yaratılmışlar (bk. ḫ-l-ḳ) | mahsulât: ürünler mahsus: özel mâlik: sahip (bk. m-l-k) menba: kaynak misillü: gibi (bk. m-s̱-l) nafaka-i dünyeviye: dünya hayatında geçinmek için lüzumlu olan şey nafaka-i uhreviye: âhiret hayatında geçinmek için lüzumlu olan şey (bk. e-ḫ-r) nazar: bakış (bk. n-ẓ-r) nebat: bitki Rezzâk-ı Hakikî: gerçek rızık verici olan Allah (bk. r-z-ḳ; ḥ-ḳ-ḳ)sa’y: çalışma sa’y-i helâl: helâl çalışma sandukça-i uhreviye: âhiret sandığı (bk. e-ḫ-r) | şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d) şevk: şiddetli arzu ve istek tâbi: uyan tasarruf etmek: kullanmak (bk. ṣ-r-f) tedarik: elde etme tesbihat: Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler (bk. s-b-ḥ) teşkil olunmak: oluşturulmak tevziat: dağıtım zâd-ı âhiret: âhiret azığı (bk. e-ḫ-r) zahîre: azık ziyade: çok, fazla zulümatlı: karanlık (bk. ẓ-l-m) |
âleminin şeklini değiştirirsin. Ya aleyhinde, ya lehinde şehadet ettirebilirsin. Eğer namazı kılsan, o namazınla o âlemin Sâni-i Zülcelâline müteveccih olsan, birden, sana bakan âlemin tenevvür eder. Adeta namazın bir elektrik lâmbası ve namaza niyetin onun düğmesine dokunması gibi, o âlemin zulümâtını dağıtır ve o hercümerc-i dünyeviyedeki karma karışık perişaniyet içindeki tebeddülât ve harekât, hikmetli bir intizam ve mânidar bir kitabet-i kudret olduğunu gösterir.
اَللهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ 1
âyet-i pür-envârından bir nuru senin kalbine serper. Senin o günkü âlemini, o nurun in’ikâsıyla ışıklandırır, senin lehinde nuraniyetle şehadet ettirir.
Sakın deme, “Benim namazım nerede, şu hakikat-i namaz nerede?” Zira, bir hurma çekirdeği, bir hurma ağacı gibi, kendi ağacını tavsif eder. Fark yalnız icmal ve tafsil ile olduğu gibi; senin ve benim gibi bir âmînin—velev hissetmezse—namazı, büyük bir velînin namazı gibi şu nurdan bir hissesi var, şu hakikatten bir sırrı vardır—velev şuurun taallûk etmezse. Fakat derecâta göre inkişaf ve tenevvürü ayrı ayrıdır. Nasıl bir hurma çekirdeğinden tâ mükemmel bir hurma ağacına kadar, ne kadar merâtip bulunur. Öyle de, namazın derecatında da daha fazla meratip bulunabilir. Fakat bütün o merâtipte, o hakikat-i nuraniyenin esası bulunur.
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى مَنْ قَالَ ﴿ اَلصَّلٰوةُ عِمَادُ الدِّينِ ﴾ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَصَحْبِهِۤ اَجْمَعِينَ 2
Dipnot-1
“Allah göklerin ve yerin nurudur.” Nur Sûresi, 24:35.
Dipnot-2
Allahım! “Namaz dinin direğidir”(Tirmizî, İmân: 8; İbni Mâce, Fiten: 12; Müsned, 5:231, 237; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:76.) buyuran zâta ve bütün âl ve ashâbına salât ve selâm et.
âmî: cahil âyet-i pür-envâr: nurlarla dolu âyet (bk. n-v-r) derecât: dereceler hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikat-i namaz: gerçek namaz; namazın gerçek mahiyeti, esası (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikat-i nuraniye: parlak hakikat (bk. ḥ-ḳ-ḳ; n-v-r) harekât: hareketler hercümerc-i dünyeviye: dünyanın kargaşaları hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) | icmal: özet (bk. c-m-l) in’ikâs: yansıma inkişaf: açığa çıkma (bk. k-ş-f) intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m) kitabet-i kudret: kudret yazması (bk. k-t-b; ḳ-d-r) mânidar: anlamlı (bk. a-n-y) merâtip: mertebeler müteveccih: yönelme nuraniyet: parlaklık, aydınlık (bk. n-v-r) Sâni-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan ve herşeyi sanatla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l) | şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d) taallûk etmek: ilgili olmak tafsil: ayrıntılandırma tavsif etmek: özelliklerini anlatmak (bk. v-ṣ-f) tebeddülât: değişiklikler tenevvür: nurlanma, aydınlanma (bk. n-v-r)velev: eğer, gerçi velî: Allah dostu (bk. v-l-y) zulümat: karanlıklar (bk. ẓ-l-m) |
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Birinci Söz, Birinci Makam, Beşinci İkaz, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
http://www.erisale.com/#content.tr.1.365
https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-birinci-soz/365
Ders Dünyası - WORLD OF COURSES sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
“Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun? – Cumartesi Dersleri 21. 5.” için 6 yanıt