https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta:
“İnsanın vazife-i fıtriyesi, taallümle tekemmüldür, dua ile ubûdiyettir. Yani, ‘Kimin merhametiyle böyle hakîmâne idare olunuyorum? Kimin keremiyle böyle müşfikane terbiye olunuyorum? Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nazeninâne besleniyorum ve idare ediliyorum?’ bilmektir.”
konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Üçüncü Söz Birinci Mebhas Dördüncü Nokta.

KISA VİDEO
UZUN VİDEO
SHORTS
Yirmi Üçüncü Söz
Birinci Mebhas
DÖRDÜNCÜ NOKTA
İman, insanı insan eder. Belki insanı sultan eder. Öyle ise, insanın vazife-i asliyesi, iman ve duadır. Küfür, insanı gayet âciz bir canavar hayvan eder.
Şu meselenin binler delillerinden, yalnız hayvan ve insanın dünyaya gelmelerindeki farkları, o meseleye vâzıh bir delildir ve bir burhan-ı kàtıdır. Evet, insaniyet, iman ile insaniyet olduğunu, insan ile hayvanın dünyaya gelişindeki farkları gösterir. Çünkü, hayvan, dünyaya geldiği vakit, adeta başka bir âlemde tekemmül etmiş gibi, istidadına göre mükemmel olarak gelir, yani gönderilir. Ya iki saatte, ya iki günde veya iki ayda bütün şerâit-i hayatiyesini ve kâinatla olan münasebetini ve kavânîn-i hayatını öğrenir, meleke sahibi olur. İnsanın yirmi
âciz: güçsüz (bk. a-c-z) acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z) âlem: dünya (bk. a-l-m) biçare: çaresiz, zavallı burhan-ı kâtı: sağlam, keskin delil divane: deli dua: Allah’a yalvarma, yakarma (bk. d-a-v) ehl-i dikkat: dikkat sahipleri emniyetli: güvenli (bk. e-m-n) hodfuruşkluk: kendini beğendirmeye çalışmak istidad: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d) istihzâ: alay etme itham: suçlama kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) | kavânîn-i hayat: hayat yasaları, kanunları (bk. ḳ-n-n; ḥ-y-y) küfür: inkâr, inançsızlık (bk. k-f-r) mağrur: gururlu maskara: gülünç, rezil meleke: maharet, kabiliyet (bk. m-l-k) müdhike: gülünç, komedi muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ) münasebet: bağlantı, ilişki (bk. n-s-b) nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r) riya: gösteriş sefine-i sultaniye: hükümdarlık gemisi (bk. s-l-ṭ) şekavet-i uhreviye: âhiretteki mutsuzluk (bk. e-ḫ-r) | şerâit-i hayatiye: hayat şartları (bk. ḥ-y-y) takat: güç, kuvvet tard: kovma tasannu: yapmacık (bk. ṣ-n-a) tazyikat-ı dünyeviye: dünyadaki sıkıntılar tekebbür: büyüklenme, gururlanma (bk. k-b-r) tekemmül: mükemmelleşme, olgunlaşma (bk. k-m-l) tevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme (bk. v-k-l) vazife-i asliye: asıl vazife vâzıh: açık, âşikar zaaf: zayıflık zayi: kayıp, ziyan zillet: alçaklık, aşağılık ziyade: çok, fazla |
senede kazandığı iktidar-ı hayatiyeyi ve meleke-i ameliyeyi, yirmi günde serçe ve arı gibi bir hayvan tahsil eder, yani ona ilham olunur.
Demek, hayvanın vazife-i asliyesi, taallümle tekemmül etmek değildir; ve marifet kesbetmekle terakki etmek değildir; ve aczini göstermekle medet istemek, dua etmek değildir. Belki vazifesi, istidadına göre taammüldür, amel etmektir, ubûdiyet-i fiiliyedir.
İnsan ise, dünyaya gelişinde, herşeyi öğrenmeye muhtaç ve hayat kanunlarına cahil; hattâ yirmi senede tamamen şerâit-i hayatı öğrenemiyor. Belki âhir ömrüne kadar öğrenmeye muhtaç, hem gayet âciz ve zayıf bir surette dünyaya gönderilip, bir iki senede ancak ayağa kalkabiliyor. On beş senede ancak zarar ve menfaati fark eder; hayat-ı beşeriyenin muavenetiyle, ancak menfaatlerini celp ve zararlardan sakınabilir. Demek ki, insanın vazife-i fıtriyesi, taallümle tekemmüldür, dua ile ubûdiyettir. Yani, “Kimin merhametiyle böyle hakîmâne idare olunuyorum? Kimin keremiyle böyle müşfikane terbiye olunuyorum? Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nazeninâne besleniyorum ve idare ediliyorum?” bilmektir; ve binden ancak birisine eli yetişemediği hâcâtına dair Kàdıu’l-Hâcâta lisan-ı acz ve fakr ile yalvarmaktır ve istemek ve dua etmektir. Yani, aczin ve fakrın cenahlarıyla makam-ı âlâ-yı ubûdiyete uçmaktır.
Demek, insan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Mahiyet ve istidat itibarıyla herşey ilme bağlıdır. Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esası ve madeni ve nuru ve ruhu marifetullahtır ve onun üssü’l-esası da iman-ı billâhtır.
Hem insan, nihayetsiz acziyle nihayetsiz beliyyâta maruz ve hadsiz âdânın hücumuna müptelâ; ve nihayetsiz fakrıyla beraber nihayetsiz hâcâta giriftar ve nihayetsiz metâlibe muhtaç olduğundan, vazife-i asliye-i fıtriyesi, imandan sonra, duadır. Dua ise, esas-ı ubûdiyettir.
âciz: güçsüz, zayıf (bk. a-c-z) acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z) âdâ: düşmanlar âhir: son (bk. e-ḫ-r) âlem: dünya (bk. a-l-m) beliyyât: belalar celp: çekme cenah: kanat dua: Allah’a yalvarma (bk. d-a-v) esas-ı ubûdiyet: kulluğun esası, özü (bk. a-b-d) fakr: fakirlik, ihtiyaç hali (bk. f-ḳ-r) giriftar: tutulmuş, yakalanmış hâcât: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c) hadsiz: sınırsız hakîmâne: hikmetli biçimde (bk. ḥ-k-m) hayat-ı beşeriye: insan hayatı (bk. ḥ-y-y) iktidar-ı hayatiye: yaşama gücü (bk. ḳ-d-r; ḥ-y-y) ilham: kalbe gelme iman-ı billâh: Allah’a iman (bk. e-m-n) istidad: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d) Kàdıu’l-Hâcât: bütün ihtiyaçları karşılayan Allah (bk. h-v-c) | kerem: iyilik, ikram, cömertlik (bk. k-r-m) kesbetmek: kazanmak lisan-ı acz ve fakr: fakirlik ve acizlik dili (bk. a-c-z; f-ḳ-r) lütuf: iyilik, ihsan (bk. l-ṭ-f) maden: kaynak mahiyet: nitelik, özellik makam-ı âlâ-yı ubûdiyet: Allah’a kulluğun yüce makamı (bk. a-b-d) marifet: geniş bilgi ve beceri (bk. a-r-f) marifetullah: Allah’ı bilme ve tanıma (bk. a-r-f) maruz: tesiri altında olan medet: yardım meleke-i ameliye: iş yapma mahareti, kabiliyeti menfaat: çıkar, yarar metâlib: istekler (bk. ṭ-l-b) muavenet: yardım müptelâ: bağımlı, tutulmuş müşfikane: şefkatli bir şekilde (bk. ş-f-ḳ) nazeninâne: nazikçesine nihayetsiz: sonsuz | nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r) şerâit-i hayat: hayat şartları (bk. ḥ-y-y) suret: şekil (bk. ṣ-v-r) taallüm: öğrenme (bk. a-l-m) taammül: amel etmek, hareket etmek tahsil etmek: öğrenmek tekemmül: mükemmelleşme, olgunlaşma (bk. k-m-l) terakki: ilerleme ubûdiyet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d) ubûdiyet-i fiiliye: fiilî ibadetler (bk. a-b-d; f-a-l) ulûm-u hakikiye: gerçek ilimler (bk. a-l-m; ḥ-ḳ-ḳ) üssü’l-esas: temel esas vazife-i asliye: asıl vazife vazife-i asliye-i fıtriye: yaratılıştan gelen asıl vazife (bk. f-ṭ-r) vazife-i fıtriye: yaratılıştan gelen görev (bk. f-ṭ-r) |
Nasıl bir çocuk, eli yetişmediği bir meramını, bir arzusunu elde etmek için ya ağlar, ya ister. Yani, ya fiilî, ya kavlî lisan-ı acziyle bir dua eder, maksuduna muvaffak olur. Öyle de, insan, bütün zîhayat âlemi içinde nazik, nazenin, nazdar bir çocuk hükmündedir. Rahmânü’r-Rahîmin dergâhında, ya zaaf ve acziyle ağlamak veya fakr ve ihtiyacıyla dua etmek gerektir. Tâ ki, makàsıdı ona musahhar olsun veya teshirin şükrünü eda etsin. Yoksa, bir sinekten vâveylâ eden ahmak ve haylaz bir çocuk gibi, “Ben kuvvetimle, bu kabil-i teshir olmayan ve bin derece ondan kuvvetli olan acip şeyleri teshir ediyorum ve fikir ve tedbirimle kendime itaat ettiriyorum” deyip küfran-ı nimete sapmak, insaniyetin fıtrat-ı asliyesine zıt olduğu gibi, şiddetli bir azâba kendini müstehak eder.
acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z) ahmak: sersem âyet: Kur’an’ın herbir cümlesi ayn-ı matlub: istenilen şeyin kendisi (bk. ṭ-l-b) Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) dergâh: Allah’ın yüce katı dua: Allah’a yalvarma, niyaz (bk. d-a-v) eda etmek: yerine getirmek fakr: fakirlik, ihtiyaç hâli (bk. f-ḳ-r) ferman etmek: buyurmak fiilî: fiilen, çalışarak (bk. f-a-l) fıtrat-ı asliye: esas yaratılış gayesi (bk. f-ṭ-r) fıtrat-ı insaniye: insanın yaratılışı, tabiatı (bk. f-ṭ-r) | haylaz: yaramaz hekim: doktor hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) ihtiyacat: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c) iktiza: gerektirme kabil-i teshir olmayan: boyun eğdirilmesi mümkün olmayan kavlî: sözlü olarak küfran-ı nimet: nimete karşı nankörlük (bk. k-f-r; n-a-m) lebbeyk: buyurunuz lisan-ı acz: âcizlik dili (bk. a-c-z) makàsıd: gayeler, istenilen şeyler (bk. ḳ-s-d) maksud: istek (bk. ḳ-s-d) meâl: anlam meram: arzu, istek musahhar: boyun eğmiş | müstehak: hak etmiş, layık (bk. ḥ-ḳ-ḳ) muvaffak olmak: başarmak nazdar: nazlı nazenin: ince, nazik, duyarlı nazik: zarif, ince Rahmânü’r-Rahîm: sonsuz merhamet sahibi, her yaratığa uygun rızık veren ve yarattıklarına karşı çok şefkat eden Allah (bk. r-ḥ-m) tâbi: uyan tedbir: idare etme, çekip çevirme (bk. d-b-r) teshir: boyun eğdirme umumî: genel vâveylâ: feryad vesile-i kât’iye: kesin aracı zaaf: zayıflık zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y) |
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, Birinci Mebhas, Dördüncü Nokta, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
http://www.erisale.com/#content.tr.1.422
https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ucuncu-soz/422
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
CUMARTESİ DERSLERİ
- İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, hâdisâtın tazyikatından kurtulabilir. – Cumartesi Dersleri 23. 1. 3.
- “Allah, iman edenlerin dostu ve yardımcısıdır; onları inkâr karanlıklarından kurtarıp hidayet nuruna kavuşturur. İnkâr edenlerin dostu ise tâğutlarıdır; onları iman nurundan mahrum bırakıp inkâr karanlıklarına sürüklerler.” Bakara Sûresi, 2:257. – Cumartesi Dersleri 23. 1. 2.
- “And olsun ki, Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonra da onu en aşağı seviyeye indirdik – ancak iman eden ve güzel işler yapanlar müstesna.” Tîn Sûresi 95:4-6. – Cumartesi Dersleri 23. 1. 1.
- On İki Lem’ayı birden elinde tut; binler elektrik kuvvetinde bir sirac-ı hakikat bularak, Arş-ı Âzamdan uzatılıp gelen âyât-ı Kur’âniyeye yapış; burâk-ı tevfike bin, semâvât-ı hakaikte urûc et, arş-ı marifetullaha çık, “Senden başka hak mâbud olmadığına şehadet ederim. Sen birsin ve Senin hiçbir şerikin yoktur.” de. – Cumartesi Dersleri 22. 26.
- Tuuuh, tuf senin o münkir aklına! Nasıl o iki lisan-ı gayb ve şehadet, bütün âlemlerin Rabbi ve şu kâinatın Sahibi namına ve Onun hesabına söyledikleri sözleri ve dâvâları inkâr edebilirsin? Ey biçare ve sinekten daha âciz, daha hakir! Sen necisin ki, şu kâinatın Sahib-i Zülcelâlini tekzibe yelteniyorsun? – Cumartesi Dersleri 22. 25.
- Yer ve gökler var oldukça salâvâtın en efdali ve selâmetin en etemmi, biz Âdemoğulları topluluğunun efendisi ve biz mü’minler topluluğunun imana hidayet edicisi olan Abdullah ibnü Abdilmuttalib oğlu Muhammed’in üzerine olsun. – Cumartesi Dersleri 22. 24.
- Şu mevcudat-ı seyyâle, vücutlarıyla ve hayatlarıyla Vâcibü’l- Vücudun vücub-u vücuduna ve ehadiyetine şehadet ettikleri gibi; zevâlleriyle, ölümleriyle o Vâcibü’l- Vücudun ezeliyetine, sermediyetine ve ehadiyetine şehadet ederler. – Cumartesi Dersleri 22. 23.
- Eğer, gayet mebzûliyetle elimize geçen şu san’atlı meyveler Vâhid-i Ehadin malı olmazsa, bütün dünyayı verseydik birtek narı yiyemezdik. – Cumartesi Dersleri 22. 22.
- Nasıl ki bir tarlada ekilen bir nevi tohum delâlet eder ki, o tarla herhalde tohum sahibinin taht-ı tasarrufatında olduğunu, hem o tohum dahi tarla mutasarrıfının taht-ı tasarrufunda olduğunu gösterir. – Cumartesi Dersleri 22. 21.
- Bak, nasıl sahife-i arz üstünde Zât-ı Ehad-i Samedin hâtemlerini az dikkatle görebilirsin. Başını kaldır, gözünü aç, şu kâinat kitab-ı kebirine bir bak. Göreceksin ki, o kâinatın heyet-i mecmuası üstünde, büyüklüğü nisbetinde bir vuzuhla hâtem-i vahdet okunuyor. – Cumartesi Dersleri 22. 20.
- Nakkâş-ı Ezelî, zeminin yüzünde, yaz, bahar zamanında en az üç yüz bin nebatat ve hayvânâtın envâını, nihayetsiz ihtilât, karışıklık içinde nihayet derecede imtiyaz ve teşhis ile ve gayet derecede intizam ve tefrik ile haşir ve neşretmesi, bahar gibi zahir ve bahir, parlak bir sikke-i tevhiddir. – Cumartesi Dersleri 22. 19.
- Şu kitab-ı kâinatı, kalem-i kudret-i Samedâniyenin yazması ve Zât-ı Ehadiyetin mektubu desen, vücub derecesinde bir suhulet ve lüzum derecesinde bir mâkuliyet yoluna gidersin. Eğer tabiata ve esbaba isnat etsen, imtinâ derecesinde suûbetli ve muhal derecesinde müşkülâtlı ve hiçbir vehim kabul etmeyen hurafatlı şöyle bir yola gidersin ki, – Cumartesi Dersleri 22. 18.
- Herbir zerre, acz-i mutlakıyla beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldırıyor. Ve cumudiyetiyle beraber, bir şuur-u küllî gösteren intizamperverâne nizam-ı umumîye tevfik-i hareket eder. – Cumartesi Dersleri 22. 17.
- İşte, eğer o zerre, bir Kadîr-i Mutlakın memuru olmazsa ve nisbeti o Kadîr-i Mutlaktan kesilse, o vakit o zerreye herşeyi görür bir göz, herşeye muhit bir şuur vermek lâzımdır. – Cumartesi Dersleri 22. 16.
- O zîhayat, meselâ şu insan, adeta kâinatın bir misal-i musağğarı, şecere-i hilkatin bir semeresi ve şu âlemin bir çekirdeği gibi ki envâ-ı âlemin ekser nümunelerini cami’dir. – Cumartesi Dersleri 22. 15.
- “Birşeyden herşey yapar; hem herşeyden birtek şey yapar.” Çünkü, nutfe suyundan ve hem içilen basit bir sudan, hesapsız âzâ ve cihâzât-ı hayvaniyeyi yapar. – Cumartesi Dersleri 22. 14.
- Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab, perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden. – Cumartesi Dersleri 22. 13.
- İşte, bak: Yukarıdan inen ve herkes ona hayretinden veya hürmetinden kemâl-i dikkatle bakan, şu nuranî fermana bak. – Cumartersi Dersleri 22. 12.
- O zat o kadar parlak bir burhan-ı tevhiddir ki, zeminin baştan başa yüzünü ve zamanın geçmiş ve gelecek iki yüzünü ışıklandırmış, küfür ve dalâlet zulümâtını dağıtmıştır. -Cumartesi Dersleri 22. 11.
- Nasıl ki bir ırmağın kabarcıkları gidiyor; arkasından gelen kabarcıklar, gidenler gibi parladığından anlaşılıyor ki, onları parlattıran, daimî ve yüksek bir ışık sahibidir. – Cumartesi Dersleri 22. 10.
- Eğer o ağacın meyveleri ayrı ayrı merkeze ve köke, ayrı ayrı kanunla raptedilse, herbir meyve bütün ağaç kadar müşkülâtlı olur. – Cumartesi Dersleri 22. 9.
- Demek o maddeler – hava, su, ziya (ışık), toprak – kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur. – Cumartesi Dersleri 22. 8.
- Şu saray-ı acibin ustasına, yani şu garip âlemin sahibine herşey musahhardır. Herşey onun hesabına çalışır. Herşey ona bir emirber nefer hükmündedir. Herşey Onun kuvvetiyle döner. Herşey Onun emriyle hareket eder. – Cumartesi Dersleri 22. 7.
- Hem öyle sehâvetperverâne sofralar kuruyor ki, bütün bu memleketin halklarına, hayvanlarına, herbir taifesine has ve lâyık, belki herbir ferdine mahsus ismiyle ve resmiyle bir tabla-i nimet veriliyor. – Cumartesi Dersleri 22. 6.
- Madem bir harf, kâtibini göstermeksizin olmaz. San’atlı bir nakış, nakkaşını bildirmemek olmaz. Nasıl olur ki, bir harfte koca bir kitabı yazan, bir nakışta bin nakşı nakşeden nakkaş, kendi kitabıyla ve nakşıyla bilinmesin? – Cumartesi Dersleri 22. 5.
- Bir köyde iki müdür, bir şehirde iki vali, bir memlekette iki padişah bulunsa, karıştırır. Nerede kaldı, hadsiz hâkim-i mutlak beraber bulunsun! – Cumartesi Dersleri – 22. 4.
Ders Dünyası - WORLD OF COURSES sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
“İnsanın vazife-i fıtriyesi, taallümle tekemmüldür, dua ile ubûdiyettir. Yani, “Kimin merhametiyle böyle hakîmâne idare olunuyorum? Kimin keremiyle böyle müşfikane terbiye olunuyorum? Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nazeninâne besleniyorum ve idare ediliyorum?” bilmektir. – Cumartesi Dersleri 23. 1. 4.” için 6 yanıt