Cumartesi Derslerinde bu hafta:
“Allah, iman edenlerin dostu ve yardımcısıdır; onları inkâr karanlıklarından kurtarıp hidayet nuruna kavuşturur. İnkâr edenlerin dostu ise tâğutlarıdır; onları iman nurundan mahrum bırakıp inkâr karanlıklarına sürüklerler.” Bakara Sûresi, 2:257.
konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Üçüncü Söz Birinci Mebhas İkinci Nokta.

KISA VİDEO
UZUN VİDEO
SHORTS
Yirmi Üçüncü Söz
Birinci Mebhas
İKİNCİ NOKTA
İman nasıl ki bir nurdur; insanı ışıklandırıyor, üstünde yazılan bütün mektubât-ı Samedâniyeyi okutturuyor. Öyle de, kâinatı dahi ışıklandırıyor. Zaman-ı mazi ve müstakbeli, zulümattan kurtarıyor. Şu sırrı, bir vakıada
اَللهُ وَلِىُّ الَّذِينَ اٰمَنُوا يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ 1
âyet-i kerimesinin bir sırrına dair gördüğüm bir temsille beyan ederiz. Şöyle ki:
Bir vakıa-i hayaliyede gördüm ki: İki yüksek dağ var, birbirine mukabil. Üstünde dehşetli bir köprü kurulmuş. Köprünün altında pek derin bir dere. Ben o köprünün üstünde bulunuyorum. Dünyayı da, her tarafı, karanlık, kesif bir zulümat istilâ etmişti.
Ben sağ tarafıma baktım, nihayetsiz bir zulümat içinde bir mezar-ı ekber gördüm, yani tahayyül ettim. Sol tarafıma baktım; müthiş zulümat dalgaları içinde azîm fırtınalar, dağdağalar, dâhiyeler hazırlandığını görüyor gibi oldum. Köprünün altına baktım; gayet derin bir uçurum görüyorum zannettim. Bu müthiş zulümâta karşı, sönük bir cep fenerim vardı, onu istimal ettim. Yarım yamalak ışığıyla baktım; pek müthiş bir vaziyet bana göründü. Hattâ önümdeki köprünün başında ve etrafında öyle müthiş ejderhalar, arslanlar, canavarlar göründü ki, “Keşke bu cep fenerim olmasaydı, bu dehşetleri görmeseydim!” dedim. O feneri hangi tarafa çevirdimse, öyle dehşetler aldım. “Eyvah, şu fener başıma belâdır” dedim.
Ondan kızdım, o cep fenerini yere çarptım, kırdım. Güya onun kırılması, dünyayı ışıklandıran büyük elektrik lâmbasının düğmesine dokundum gibi, birden o zulümat boşaldı. Her taraf o lâmbanın nuruyla doldu, herşeyin hakikatini gösterdi. Baktım ki, o gördüğüm köprü, gayet muntazam yerde, ova içinde bir caddedir. Ve sağ tarafımda gördüğüm mezar-ı ekber, baştan başa güzel, yeşil bahçelerle nuranî insanların taht-ı riyasetinde ibadet ve hizmet ve sohbet ve zikir meclisleri olduğunu fark ettim. Ve sol tarafımda, fırtınalı, dağdağalı zannettiğim uçurumlar, şahikalar ise, süslü, sevimli, cazibedar olan dağların arkalarında azîm bir ziyafetgâh, güzel bir seyrangâh, yüksek bir nüzhetgâh bulunduğunu hayal meyal gördüm. Ve o müthiş canavarlar, ejderhalar zannettiğim mahlûklar ise, mûnis deve, öküz, koyun, keçi gibi hayvânât-ı ehliye olduğunu gördüm. “Elhamdü lillâhi alâ nûri’l-îmân” diyerek,
Dipnot-1
“Allah, iman edenlerin dostu ve yardımcısıdır; onları inkâr karanlıklarından kurtarıp hidayet nuruna kavuşturur.” Bakara Sûresi, 2:257.
azîm: büyük (bk. a-z-m) beyan: açıklama (bk. b-y-n) cazibedar: çekici dağdağa: sıkıntı, gürültü dâhiye: korkunç belâ el-hamdü lillâhi alâ nûri’l-îmân: iman nuru için Allah’a hamd olsun (bk. ḥ-m-d; e-l-h; n-v-r; e-m-n) hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hayvanat-ı ehliye: evcil hayvanlar (bk. ḥ-y-y) istimal etmek: kullanmak kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) | kesif: yoğun mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ) mektubat-ı Samedâniye: Allah’ın birer mektup gibi yazdığı ve san’atla yarattığı eserleri (bk. k-t-b; ṣ-m-d) mezar-ı ekber: çok büyük mezar (bk. k-b-r) mukabil: karşılık mûnis: cana yakın muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m) müstakbel: gelecek zaman nur: aydınlık, ışık (bk. n-v-r) nuranî: nurlu (bk. n-v-r) nüzhetgâh: gezi ve dinlenme yeri (bk. n-z-h) | şahika: zirve seyrangâh: gezi ve seyir yeri tahayyül: hayal etme (bk. ḫ-y-l) taht-ı riyasetinde: başkanlığı altında temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l) vakıa: olay vâkıa-i hayaliye: hayalî olay, keşif (bk. ḫ-y-l) zaman-ı mazi: geçmiş zaman zikir: Allah’ı anmak ziyafetgâh: ziyafet yeri zulümat: karanlıklar (bk. ẓ-l-m) |
اَللهُ وَلِىُّ الَّذِينَ اٰمَنُوا يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ 1
âyet-i kerimesini okudum, o vakıadan ayıldım.
İşte, o iki dağ mebde-i hayat, âhir-i hayat, yani âlem-i arz ve âlem-i berzahtır. O köprü ise hayat yoludur. O sağ taraf ise geçmiş zamandır. Sol taraf ise istikbaldir. O cep feneri ise, hodbin ve bildiğine itimad eden ve vahy-i semâvîyi dinlemeyen enâniyet-i insaniyedir. O canavarlar zannolunan şeyler ise, âlemin hâdisâtı ve acip mahlûkatıdır. İşte, enâniyetine itimad eden, zulümât-ı gaflete düşen, dalâlet karanlığına müptelâ olan adam, o vakıada evvelki halime benzer ki, o cep feneri hükmünde nâkıs ve dalâlet-âlûd malûmatla, zaman-ı maziyi bir mezar-ı ekber suretinde ve adem-âlûd bir zulümat içinde görüyor. İstikbali, gayet fırtınalı ve tesadüfe bağlı bir vahşetgâh gösterir. Hem, herbirisi bir Hakîm-i Rahîmin birer memur-u musahharı olan hâdisat ve mevcudatı, muzır birer canavar hükmünde bildirir,
وَالَّذِينَ كَفَرُۤوا اَوْلِيَۤاؤُهُمُ الطَّاغُوتُ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى الظُّلُمَاتِ 2
hükmüne mazhar eder.
Eğer hidayet-i İlâhiye yetişse, iman kalbine girse, nefsin firavuniyeti kırılsa, kitabullahı dinlese, o vakıada ikinci halime benzeyecek. O vakit, birden kâinat bir gündüz rengini alır, nur-u İlâhî ile dolar. Âlem
اَللهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ 3
âyetini okur. O vakit, zaman-ı mazi, bir mezar-ı ekber değil, belki herbir asrı bir nebînin veya evliyanın taht-ı riyasetinde vazife-i ubûdiyeti ifa eden ervâh-ı sâfiye cemaatlerinin, vazife-i hayatlarını bitirmekle Allahu ekber diyerek makamât-ı âliyeye
Dipnot-1
“Allah, iman edenlerin dostu ve yardımcısıdır; onları inkâr karanlıklarından kurtarıp hidayet nuruna kavuşturur.” Bakara Sûresi, 2:257.
Dipnot-2
“İnkâr edenlerin dostu ise tâğutlarıdır; onları iman nurundan mahrum bırakıp inkâr karanlıklarına sürüklerler.” Bakara Sûresi, 2:257.
Dipnot-3
“Allah göklerin ve yerin nurudur.” Nur Sûresi, 24:35.
acîp: şaşırtıcı adem-âlûd: yoklukla karışık âhir-i hayat: hayatın sonu (bk. e-ḫ-r; ḥ-y-y) âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m) âlem-i arz: dünya âlemi (bk. a-l-m) âlem-i berzah: kabir âlemi (bk. a-l-m) Allahu ekber: Allah en büyüktür (bk. k-b-r) dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l) dalâlet-âlûd: sapkınlık ve inançsızlıkla karışık (bk. ḍ-l-l) enâniyet: benlik enaniyet-i insaniye: insanın benliği ervâh-ı sâfiye: temiz ruhlar (bk. r-v-ḥ; ṣ-f-y) evliya: Allah dostu, veli (bk. v-l-y) evvelki: önceki firavuniyet: kendisini Firavun gibi ilâh seviyesine çıkaracak derecede büyük görme hâdisât: olaylar (bk. ḥ-d-s̱) | Hakîm-i Rahîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan, rahmeti herşeyi kuşatan Allah (bk. ḥ-k-m; r-ḥ-m) hidayet-i İlâhiye: Allah’ın doğru yola erdirmesi (bk. h-d-y; e-l-h) hodbin: bencil ifa etmek: yerine getirmek istikbal: gelecek zaman itimad: güvenme kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kitabullah: Allah’ın kitabı (bk. k-t-b) mahluk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ) malûmat: bilgiler (bk. a-l-m) mazhar: eriştirme (bk. ẓ-h-r) mebde-i hayat: hayatın başlangıcı (bk. ḥ-y-y) memur-u musahhar: emre itaat eden memur mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d) mezar-ı ekber: çok büyük mezar (bk. k-b-r) | müptelâ: bağımlı muzır: zararlı nâkıs: eksik nebî: peygamber (bk. n-b-e) nefis: insanı kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s) nur-u İlâhî: Allah’ın nuru (bk. n-v-r; e-l-h) suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r) taht-ı riyasetinde: başkanlığında vahşetgâh: vahşet yeri vahy-i semâvî: Allah’ın peygamberlerine vahyettiği şeyler, din (bk. v-ḥ-y; s-m-v) vakıa: olay vazife-i hayat: hayat vazifesi (bk. ḥ-y-y) vazife-i ubûdiyet: kulluk vazifesi (bk. a-b-d) zaman-ı mazi: geçmiş zaman zulümat: karanlıklar (bk. ẓ-l-m) zulümât-ı gaflet: gaflet karanlıkları (bk. ẓ-l-m; ğ-f-l) |
uçmalarını ve müstakbel tarafına geçmelerini kalb gözüyle görür. Sol tarafına bakar ki, dağlar misal bazı inkılâbât-ı berzahiye ve uhreviye arkalarında, Cennetin bağlarındaki saadet saraylarında kurulmuş bir ziyafet-i Rahmâniyeyi, o nur-u imanla uzaktan uzağa fark eder. Ve fırtına ve zelzele, tâun gibi hadiseleri, birer musahhar memur bilir. Bahar fırtınası ve yağmur gibi hâdisâtı, sureten haşin, mânen çok lâtif hikmetlere medar görüyor. Hattâ, mevti, hayat-ı ebediyenin mukaddimesi ve kabri, saadet-i ebediyenin kapısı görüyor. Daha sair cihetleri sen kıyas eyle; hakikati, temsile tatbik et.
berzah: kabir âlemi Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) cihet: yön dağlarvâri: dağlar gibi dest-i kudret: Allah’ın kudret eli (bk. ḳ-d-r) dua-yı fiilî: fiilî dua, gerekli şartları ve sebepleri yerine getirme (bk. d-a-v; f-a-l) esbab: sebepler (bk. s-b-b) esfel-i sâfilîn: aşağıların en aşağısı hâdisat: olaylar (bk. ḥ-d-s̱) hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) haşin: kırıcı, sert hayat-ı ebediye: sonsuz hayat (bk. ḥ-y-y; e-b-d) hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) iktiza: gerektirme inkılâbât-ı berzahiye ve uhreviye: kabir ve âhiret âlemlerinde meydana gelen büyük değişiklikler (bk. e-ḫ-r) | istirahat: dinlenme Kadîr-i Mutlak: sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ) kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kemâl-i emniyet: tam bir emniyet (bk. k-m-l; e-m-n) lâtif: lütuf içeren, hoş, güzel (bk. l-ṭ-f) makamât-ı âliye: yüce makamlar mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y) medar: sebep, vesile mevt: ölüm (bk. m-v-t) minnettar olmak: şükran duymak misal: örnek (bk. m-s̱-l) mukaddime: başlangıç, giriş (bk. ḳ-d-m) musahhar: boyun eğen, uysal müsebbebat: sebeplerin sonuçları (bk. s-b-b) müstakbel: gelecek zaman nevi: tür, çeşit nezaret etme: gözetme (bk. n-ẓ-r) nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r) nur-u iman: iman nuru (bk. n-v-r; e-m-n) riayet etmek: uymak saadet: mutluluk saadet-i dâreyn: dünya ve âhiret mutluluğu | saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d) sair: diğer sefine: gemi sefine-i hayat: hayat gemisi (bk. ḥ-y-y) seyran etmek: seyretmek sureten: görünüşte (bk. ṣ-v-r) tatbik: uygulama tâun: veba, bulaşıcı ve ölümcül hastalık tazyikat: baskılar, sıkıştırmalar telâkki etmek: kabul etmek temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l) teşebbüs: başvurma tevekkeltü alâllah: “Allah’a tevekkül ettim, dayandım” (bk. v-k-l) tevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme (bk. v-k-l) tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d) yed-i kudret: Allah’ın kudret eli (bk. ḳ-d-r) ziyafet-i Rahmâniye: Allah’ın sonsuz rahmetiyle kullarına sunduğu ziyafetler (bk. r-ḥ-m) |
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, Birinci Mebhas, İkinci Nokta, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
http://www.erisale.com/#content.tr.1.419
https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ucuncu-soz/419
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
CUMARTESİ DERSLERİ
- “And olsun ki, Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonra da onu en aşağı seviyeye indirdik – ancak iman eden ve güzel işler yapanlar müstesna.” Tîn Sûresi 95:4-6. – Cumartesi Dersleri 23. 1. 1.
- On İki Lem’ayı birden elinde tut; binler elektrik kuvvetinde bir sirac-ı hakikat bularak, Arş-ı Âzamdan uzatılıp gelen âyât-ı Kur’âniyeye yapış; burâk-ı tevfike bin, semâvât-ı hakaikte urûc et, arş-ı marifetullaha çık, “Senden başka hak mâbud olmadığına şehadet ederim. Sen birsin ve Senin hiçbir şerikin yoktur.” de. – Cumartesi Dersleri 22. 26.
- Tuuuh, tuf senin o münkir aklına! Nasıl o iki lisan-ı gayb ve şehadet, bütün âlemlerin Rabbi ve şu kâinatın Sahibi namına ve Onun hesabına söyledikleri sözleri ve dâvâları inkâr edebilirsin? Ey biçare ve sinekten daha âciz, daha hakir! Sen necisin ki, şu kâinatın Sahib-i Zülcelâlini tekzibe yelteniyorsun? – Cumartesi Dersleri 22. 25.
- Yer ve gökler var oldukça salâvâtın en efdali ve selâmetin en etemmi, biz Âdemoğulları topluluğunun efendisi ve biz mü’minler topluluğunun imana hidayet edicisi olan Abdullah ibnü Abdilmuttalib oğlu Muhammed’in üzerine olsun. – Cumartesi Dersleri 22. 24.
- Şu mevcudat-ı seyyâle, vücutlarıyla ve hayatlarıyla Vâcibü’l- Vücudun vücub-u vücuduna ve ehadiyetine şehadet ettikleri gibi; zevâlleriyle, ölümleriyle o Vâcibü’l- Vücudun ezeliyetine, sermediyetine ve ehadiyetine şehadet ederler. – Cumartesi Dersleri 22. 23.
- Eğer, gayet mebzûliyetle elimize geçen şu san’atlı meyveler Vâhid-i Ehadin malı olmazsa, bütün dünyayı verseydik birtek narı yiyemezdik. – Cumartesi Dersleri 22. 22.
- Nasıl ki bir tarlada ekilen bir nevi tohum delâlet eder ki, o tarla herhalde tohum sahibinin taht-ı tasarrufatında olduğunu, hem o tohum dahi tarla mutasarrıfının taht-ı tasarrufunda olduğunu gösterir. – Cumartesi Dersleri 22. 21.
- Bak, nasıl sahife-i arz üstünde Zât-ı Ehad-i Samedin hâtemlerini az dikkatle görebilirsin. Başını kaldır, gözünü aç, şu kâinat kitab-ı kebirine bir bak. Göreceksin ki, o kâinatın heyet-i mecmuası üstünde, büyüklüğü nisbetinde bir vuzuhla hâtem-i vahdet okunuyor. – Cumartesi Dersleri 22. 20.
- Nakkâş-ı Ezelî, zeminin yüzünde, yaz, bahar zamanında en az üç yüz bin nebatat ve hayvânâtın envâını, nihayetsiz ihtilât, karışıklık içinde nihayet derecede imtiyaz ve teşhis ile ve gayet derecede intizam ve tefrik ile haşir ve neşretmesi, bahar gibi zahir ve bahir, parlak bir sikke-i tevhiddir. – Cumartesi Dersleri 22. 19.
- Şu kitab-ı kâinatı, kalem-i kudret-i Samedâniyenin yazması ve Zât-ı Ehadiyetin mektubu desen, vücub derecesinde bir suhulet ve lüzum derecesinde bir mâkuliyet yoluna gidersin. Eğer tabiata ve esbaba isnat etsen, imtinâ derecesinde suûbetli ve muhal derecesinde müşkülâtlı ve hiçbir vehim kabul etmeyen hurafatlı şöyle bir yola gidersin ki, – Cumartesi Dersleri 22. 18.
- Herbir zerre, acz-i mutlakıyla beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldırıyor. Ve cumudiyetiyle beraber, bir şuur-u küllî gösteren intizamperverâne nizam-ı umumîye tevfik-i hareket eder. – Cumartesi Dersleri 22. 17.
- İşte, eğer o zerre, bir Kadîr-i Mutlakın memuru olmazsa ve nisbeti o Kadîr-i Mutlaktan kesilse, o vakit o zerreye herşeyi görür bir göz, herşeye muhit bir şuur vermek lâzımdır. – Cumartesi Dersleri 22. 16.
- O zîhayat, meselâ şu insan, adeta kâinatın bir misal-i musağğarı, şecere-i hilkatin bir semeresi ve şu âlemin bir çekirdeği gibi ki envâ-ı âlemin ekser nümunelerini cami’dir. – Cumartesi Dersleri 22. 15.
- “Birşeyden herşey yapar; hem herşeyden birtek şey yapar.” Çünkü, nutfe suyundan ve hem içilen basit bir sudan, hesapsız âzâ ve cihâzât-ı hayvaniyeyi yapar. – Cumartesi Dersleri 22. 14.
- Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab, perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden. – Cumartesi Dersleri 22. 13.
- İşte, bak: Yukarıdan inen ve herkes ona hayretinden veya hürmetinden kemâl-i dikkatle bakan, şu nuranî fermana bak. – Cumartersi Dersleri 22. 12.
- O zat o kadar parlak bir burhan-ı tevhiddir ki, zeminin baştan başa yüzünü ve zamanın geçmiş ve gelecek iki yüzünü ışıklandırmış, küfür ve dalâlet zulümâtını dağıtmıştır. -Cumartesi Dersleri 22. 11.
- Nasıl ki bir ırmağın kabarcıkları gidiyor; arkasından gelen kabarcıklar, gidenler gibi parladığından anlaşılıyor ki, onları parlattıran, daimî ve yüksek bir ışık sahibidir. – Cumartesi Dersleri 22. 10.
- Eğer o ağacın meyveleri ayrı ayrı merkeze ve köke, ayrı ayrı kanunla raptedilse, herbir meyve bütün ağaç kadar müşkülâtlı olur. – Cumartesi Dersleri 22. 9.
- Demek o maddeler – hava, su, ziya (ışık), toprak – kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur. – Cumartesi Dersleri 22. 8.
- Şu saray-ı acibin ustasına, yani şu garip âlemin sahibine herşey musahhardır. Herşey onun hesabına çalışır. Herşey ona bir emirber nefer hükmündedir. Herşey Onun kuvvetiyle döner. Herşey Onun emriyle hareket eder. – Cumartesi Dersleri 22. 7.
- Hem öyle sehâvetperverâne sofralar kuruyor ki, bütün bu memleketin halklarına, hayvanlarına, herbir taifesine has ve lâyık, belki herbir ferdine mahsus ismiyle ve resmiyle bir tabla-i nimet veriliyor. – Cumartesi Dersleri 22. 6.
- Madem bir harf, kâtibini göstermeksizin olmaz. San’atlı bir nakış, nakkaşını bildirmemek olmaz. Nasıl olur ki, bir harfte koca bir kitabı yazan, bir nakışta bin nakşı nakşeden nakkaş, kendi kitabıyla ve nakşıyla bilinmesin? – Cumartesi Dersleri 22. 5.
- Bir köyde iki müdür, bir şehirde iki vali, bir memlekette iki padişah bulunsa, karıştırır. Nerede kaldı, hadsiz hâkim-i mutlak beraber bulunsun! – Cumartesi Dersleri – 22. 4.
- “Biz öyle bir zâtın san’atıyız ki, bütün bu âlemimizi, bizi yaptığı ve suhuletle icad ettiği gibi kolaylıkla yapabilir bir zattır.” – Cumartesi Dersleri 22. 3.
- Hem de bak, bu demiri, toprağı, suyu, kömürü, bakırı, gümüşü, altını gaybî avucuna aldı, bir et parçası yaptı. Bak, gör! – Cumartesi Dersleri 22. 2.
- Bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibi şu memleketin tek bir ustası vardır. – Cumartesi Dersleri 22. 1.
- Bu derece mü’minlere muzır ve müz’iç olan vesvese ne hikmete binaen bize belâ olmuş? – Cumartesi Dersleri 21. 10.
- İşlediğin ameline “Acaba sahih olmuş mu?” deyip vesvese etme. Fakat “Kabul olmuş mu?” de, gururlanma, ucbe girme. – Cumartesi Dersleri 21. 9.
- Tedâi-yi efkâr, galiben ihtiyarsızdır; onda mes’uliyet yoktur. – Cumartesi Dersleri 21. 8.
- Mânâlar kalbden çıktıkları vakit, suretlerden çıplak olarak hayale girerler, oradan suretleri giyerler. – Cumartesi Dersleri 21. 7.
- EY MARAZ-I VESVESE İLE MÜPTELÂ! Biliyor musun, vesvesen neye benzer? Musibete benzer. Ehemmiyet verdikçe şişer; ehemmiyet vermezsen söner. – Cumartesi Dersleri 21. 6.
- Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun? – Cumartesi Dersleri 21. 5.
- Ey sersem nefsim! Acaba şu vazife-i ubûdiyet neticesiz midir? Ücreti az mıdır ki sana usanç veriyor? – Cumartesi Dersleri 21. 4.
- Sen üç sabırla mükellefsin. Birisi, taat üstünde sabırdır. Birisi, mâsiyetten sabırdır. Diğeri, musibete karşı sabırdır. – Cumartesi Dersleri 21. 3.
- Kalbimin gıdası, ruhumun âb-ı hayatı ve lâtife-i Rabbâniyemin havâ-yı nesîmini cezb ve celb eden namaz dahi seni usandırmamak gerektir. – Cumartesi Dersleri 21. 2.
Ders Dünyası - WORLD OF COURSES sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
““Allah, iman edenlerin dostu ve yardımcısıdır; onları inkâr karanlıklarından kurtarıp hidayet nuruna kavuşturur. İnkâr edenlerin dostu ise tâğutlarıdır; onları iman nurundan mahrum bırakıp inkâr karanlıklarına sürüklerler.” Bakara Sûresi, 2:257. – Cumartesi Dersleri 23. 1. 2.” için 7 yanıt