Cumartesi Derslerinde bu hafta:
“İnsan, kâinatın ekser envâına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyâcâtı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi, Cemîl-i Zülcelâli de görmeye müştaktır.”
konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Üçüncü Söz İkinci Mebhas Birinci Nükte.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
SHORTS
Yirmi Üçüncü Söz
İkinci Mebhas
İnsanın saadet ve şekavetine medar Beş Nükteden ibarettir.
İNSAN ahsen-i takvimde yaratıldığı ve ona gayet cami’ bir istidat verildiği için, esfel-i sâfilînden tâ âlâ-yı illiyyîne, ferşten tâ Arşa, zerreden tâ şemse kadar dizilmiş olan makamâta, merâtibe, derecâta, derekâta girebilir ve düşebilir (1) bir meydan-ı imtihana atılmış, nihayetsiz sukut ve suûda giden iki yol onun önünde açılmış bir mu’cize-i kudret ve netice-i hilkat ve acube-i san’at olarak şu dünyaya gönderilmiştir. İşte, insanın şu dehşetli terakkî ve tedennîsinin sırrını Beş Nüktede beyan edeceğiz.
BİRİNCİ NÜKTE
İnsan, kâinatın ekser envâına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyâcâtı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi, Cemîl-i Zülcelâli de görmeye müştaktır. Başka bir menzilde duran bir sevdiğini ziyaret etmek için o menzilin kapısını açmaya muhtaç olduğu gibi; berzaha göçmüş yüzde doksan dokuz ahbabını ziyaret etmek ve firâk-ı ebedîden kurtulmak için, koca dünyanın kapısını kapayacak ve bir mahşer-i acaip olan âhiret kapısını açacak, dünyayı kaldırıp âhireti yerine kuracak ve koyacak bir Kadîr-i Mutlakın dergâhına ilticaya muhtaçtır.
İşte, şu vaziyette bir insana hakikî mâbud olacak, yalnız, herşeyin dizgini elinde, herşeyin hazinesi yanında, herşeyin yanında nâzır, her mekânda hazır, mekândan münezzeh, aczden müberrâ, kusurdan mukaddes, nakstan muallâ bir
Dipnot-1
bk. Tîn Sûresi, 95:4-6.
acube-i san’at: san’at yönüyle hayret verici olan (bk. ṣ-n-a) acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z) ahbap: sevilenler, dostlar (bk. ḥ-b-b) âhiret: öteki dünya (bk. e-ḫ-r) ahsen-i takvim: insanın en güzel suret ve kıvamda yaratılmış olması (bk. ḥ-s-n) âlâ-yı illiyyîn: yücelerin en yücesi alâkadar: alâkalı, ilgili âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m) Arş: göğün en yüksek katı; Allah’ın büyüklüğünün ve yüceliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş) berzah: kabir âlemi beyan: açıklama (bk. b-y-n) cami’: kapsamlı (bk. c-m-a) Cemîl-i Zülcelâl: heybet ve yücelik sahibi, güzelliği sonsuz olan Allah (bk. c-m-l; ẕü; c-l-l) derecât: dereceler derekât: aşağı mertebeler | dergâh: huzur, makam ebed: sonsuzluk (bk. e-b-d) ekser: pekçok (bk. k-s̱-r) envâ: neviler, türler esfel-i sâfilîn: aşağıların en aşağısı ferş: yer firâk-ı ebedî: sonsuz ayrılık (bk. f-r-ḳ; e-b-d) hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) ihtiyâcât: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c) iltica: sığınma istidat: potansiyel kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d) Kadîr-i Mutlak: sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ) kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) mâbud: ibadet edilen (bk. a-b-d) mahşer-i acaip: hayret verici şeylerin toplandığı yer (bk. ḥ-ş-r) makamât: dereceler, makamlar mebhas: bölüm, konu medar: sebep, vesile menzil: ev, mekân (bk. n-z-l) | merâtib: mertebeler meydan-ı imtihan: imtihan meydanı muallâ: yüksek, yüce müberrâ: arınmış, uzak mucize-i kudret: Allah’ın kudret mu’cizesi (bk. a-c-z; ḳ-d-r) mukaddes: kusur ve eksiklikten yüce, kutsal (bk. ḳ-d-s) münezzeh: arınmış, yüce (bk. n-z-h) müştak: arzulu, çok istekli naks: noksanlık, eksiklik nâzır: bakan, gözlemci (bk. n-ẓ-r) netice-i hilkat: yaratılış neticesi (bk. ḫ-l-ḳ) nihayetsiz: sınırsız nükte: ince anlamlı söz saadet: mutluluk şekavet: mutsuzluk, sıkıntı şems: güneş sır: gizem, gizli gerçek sukut: düşüş, alçalış suûd: yükseliş tedennî: gerileme, alçalma terakkî: ilerleme, yükselme zerre: atom |
Kadîr-i Zülcelâl, bir Rahîm-i Zülcemâl, bir Hakîm-i Zülkemâl olabilir. Çünkü, nihayetsiz hâcât-ı insaniyeyi ifa edecek, ancak nihayetsiz bir kudret ve muhit bir ilim sahibi olabilir. Öyle ise, mâbudiyete lâyık yalnız O’dur.
İşte, ey insan! Eğer yalnız Ona abd olsan, bütün mahlûkat üstünde bir mevki kazanırsın. Eğer ubûdiyetten istinkâf etsen, âciz mahlûkata zelil bir abd olursun. Eğer enâniyetine ve iktidarına güvenip, tevekkül ve duayı bırakıp, tekebbür ve dâvâya sapsan, o vakit iyilik ve icad cihetinde arı ve karıncadan daha aşağı, örümcek ve sinekten daha zayıf düşersin; şer ve tahrip cihetinde dağdan daha ağır, tâundan daha muzır olursun.
Evet, ey insan, sende iki cihet var: Birisi, icad ve vücut ve hayır ve müsbet ve fiil cihetidir. Diğeri, tahrip, adem, şer, nefy, infial cihetidir. Birinci cihet itibarıyla arıdan, serçeden aşağı, sinekten, örümcekten daha zayıfsın. İkinci cihet itibarıyla dağ, yer, göklerden geçersin. Onların çekindiği ve izhar-ı acz ettikleri bir yükü kaldırırsın. Onlardan daha geniş, daha büyük bir daire alırsın. Çünkü sen iyilik ve icad ettiğin vakit, yalnız vüs’atin nisbetinde, elin ulaşacak derecede, kuvvetin yetişecek mertebede iyilik ve icad edebilirsin. Eğer fenalık ve tahrip etsen, o vakit fenalığın tecavüz ve tahribin intişar eder.
Meselâ küfür bir fenalıktır, bir tahriptir, bir adem-i tasdiktir. Fakat o tek seyyie, bütün kâinatın tahkirini ve bütün esmâ-i İlâhiyenin tezyifini, bütün insaniyetin terzilini tazammun eder. Çünkü şu mevcudatın âli bir makamı, ehemmiyetli bir vazifesi vardır. Zira onlar mektubât-ı Rabbâniye ve merâyâ-yı Sübhâhiye ve memurîn-i İlâhiyedirler. Küfür ise, onları âyinedarlık ve vazifedarlık ve mânidarlık makamından düşürüp, abesiyet ve tesadüfün oyuncağı derekesine ve zevâl ve firâkın tahribiyle çabuk bozulup değişen mevadd-ı fâniyeye ve
abd: kul (bk. a-b-d) abesiyet: faydasız ve gayesiz oluş âciz: güçsüz, zavallı (bk. a-c-z) adem: yokluk adem-i tasdik: doğruyu kabul etmeme, tasdik etmeme (bk. ṣ-d-ḳ) âli: yüksek, yüce âyinedarlık: aynalık, ayna tutucu cihet: yön, taraf dâvâ: iddia dereke: aşağı derece enâniyet: benlik, gurur esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h) fenâlık: kötülük (bk. f-n-y) fiil: hareket, iş, etki (bk. f-a-l) firâk: ayrılık (bk. f-r-ḳ) hâcât-ı insaniye: insanın ihtiyaçları (bk. ḥ-v-c) Hakîm-i Zülkemâl: sonsuz mükemmellik sahibi, herşeyi hikmetle yaratan Allah (bk. ḥ-k-m; ẕü; k-m-l) hayır: iyilik (bk. ḫ-y-r) icad: yapma, meydana getirme (bk. v-c-d) ifa etme: yerine getirme iktidar: güç, kudret (bk. ḳ-d-r) infial: fiilden etkilenme, bir tesirin gücü altında hareket etme (bk. f-a-l) | insaniyet: insanlık intişar: yayılma istinkâf: kabul etmeme, çekimserlik izhar-ı acz: âcizliğini ortaya koyma (bk. ẓ-h-r; a-c-z) Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l) kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r) küfür: inkâr, inançsızlık (bk. k-f-r) mâbudiyet: ibadet edilmeye layık olma (bk. a-b-d) mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ) mânidarlık: anlamlılık (bk. a-n-y) mektubât-ı Rabbâniye: Allah’ın birer mektup gibi yazdığı ve san’atla yarattığı eserler, varlıklar (bk. k-t-b; r-b-b) memurîn-i İlâhiye: Allah’ın emriyle hareket eden memurlar (bk. e-l-h) merâyâ-yı Sübhâniye: Allah’ın isim ve sıfatlarını gösteren aynalar, varlıklar (bk. s-b-ḥ) mevadd-ı fâniye: geçici maddeler (bk. f-n-y) | mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d) muhit: herşeyi kuşatan, kapsamlı müsbet: olumlu muzır: zararlı nefy: olumsuzluk nihayetsiz: sınırsız nisbet: ölçü (bk. n-s-b) Rahîm-i Zülcemâl: güzelliği ve rahmeti sınırsız olan Allah (bk. r-ḥ-m; ẕü; c-m-l) şer: kötülük seyyie: kötülük, günah tahkir: hakaret, aşağılama tahrip: yıkıp bozma, yok etme tâun: salgın ve ölümcül hastalık tazammun: içine alma, içerme tecavüz: haddi aşma, ileri gitme tekebbür: büyüklenme, gururlanma (bk. k-b-r) terzil: rezil ve alçak gösterme tesadüf: rastlantı tevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme (bk. v-k-l) tezyif: hakaret, küçük düşürme ubûdiyet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d) vücud: varlık (bk. v-c-d) vüs’at: genişlik zelil: alçak zevâl: geçip gitme (bk. z-v-l) |
ehemmiyetsizlik, kıymetsizlik, hiçlik mertebesine indirdiği gibi; bütün kâinatta ve mevcudatın âyinelerinde nakışları ve cilveleri ve cemâlleri görünen esmâ-i İlâhiyeyi inkâr ile tezyif eder. Ve insanlık denilen, bütün esmâ-i kudsiye-i İlâhiyenin cilvelerini güzelce ilân eden bir kaside-i manzume-i hikmet ve bir şecere-i bâkiyenin cihâzâtını cami’ çekirdek-misal bir mu’cize-i kudret-i bâhire ve emanet-i kübrâyı uhdesine almakla yer, gök, dağa tefevvuk eden ve melâikeye karşı rüçhâniyet kazanan bir sahib-i mertebe-i hilâfet-i arziyeyi, en zelil bir hayvan-ı fâni-i zâilden daha zelil, daha zayıf, daha âciz, daha fakir bir derekeye atar ve mânâsız, karma karışık, çabuk bozulur bir âdi levha derekesine indirir.
Elhasıl: Nefs-i emmâre, tahrip ve şer cihetinde nihayetsiz cinayet işleyebilir. Fakat icad ve hayırda iktidarı pek azdır ve cüz’îdir. Evet, bir haneyi bir günde harap eder, yüz günde yapamaz. Lâkin, eğer enâniyeti bıraksa, hayrı ve vücudu tevfik-i İlâhiyeden istese, şer ve tahripten ve nefse itimattan vazgeçse, istiğfar ederek tam abd olsa, o vakit
يُبَدِّلُ اللهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ 1
sırrına mazhar olur. Ondaki nihayetsiz kabiliyet-i şer, nihayetsiz kabiliyet-i hayra inkılâb eder. Ahsen-i takvim kıymetini alır, âlâ-yı illiyyîne çıkar.
İşte, ey gafil insan! Bak Cenab-ı Hakkın fazlına ve keremine: Seyyieyi bir iken bin yazmak, haseneyi bir yazmak veya hiç yazmamak adalet olduğu halde, bir seyyieyi bir yazar; bir haseneyi on, bazan yetmiş, bazan yedi yüz, bazan yedi bin yazar. Hem şu Nükteden anla ki, o müthiş Cehenneme girmek ceza-yı ameldir, ayn-ı adldir; fakat Cennete girmek mahz-ı fazldır.
Dipnot-1
“Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir.” Furkan Sûresi, 25:70.
abd: kul (bk. a-b-d) âciz: güçsüz, zayıf (bk. a-c-z) âdi: değersiz, basit ahsen-i takvim: insanın en güzel bir şekilde ve tam kıvamında yaratılması (bk. ḥ-s-n) âlâ-yı illiyyîn: yücelerin en yücesi âyine: ayna ayn-ı adl: adeletin ta kendisi (bk. a-d-l) cami’: içine alan, kapsayan (bk. c-m-a) çekirdek-misal: çekirdek gibi (bk. m-s̱-l) cemâl: güzellik (bk. c-m-l) ceza-yı amel: amelin cezası cihâzât: cihazlar, donanım cihet: yön, taraf cilve: yansıma, akis (bk. c-l-y) cüz’î: az, küçük (bk. c-z-e) dereke: aşağı derece ehemmiyetsizlik: önemsizlik elhasıl: özetle, sonuç olarak emanet-i kübrâ: en büyük emânet, halifelik (bk. e-m-n; k-b-r) enâniyet: benlik, gurur esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h) esmâ-i kudsiye-i İlâhiye: Allah’ın her türlü kusur ve noksandan uzak isimleri (bk. s-m-v; ḳ-d-s; e-l-h) | fazl: cömertlik, ihsan (bk. f-ḍ-l) gafil: duyarsız, sorumsuz, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan (bk. ğ-f-l) hane: ev harap etme: yıkma, yok etme hasene: iyilik (bk. ḥ-s-n) hayır: iyilik (bk. ḫ-y-r) hayvan-ı fâni-i zâil: yok olup giden hayvan (bk. ḥ-y-y; f-n-y; z-v-l) icad: yapma, meydana getirme (bk. v-c-d) inkılâb etmek: dönüşmek istiğfar: Allah’tan bağışlanma dileme (bk. ğ-f-r) itimat: güvenme kabiliyet-i hayr: hayır kabiliyeti (bk. a-d-d; ḫ-y-r) kabiliyet-i şer: kötülük kabiliyeti (bk. a-d-d) kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kaside-i manzume-i hikmet: hikmetle ve düzenli bir şekilde yazılmış kaside, şiir (bk. n-ẓ-m; ḥ-k-m) kerem: ikram, iyilik, bağış (bk. k-r-m) kıymetsizlik: değersizlik lâkin: fakat mahz-ı fazl: iyilik ve bağışın ta kendisi (bk. f-ḍ-l) | mazhar: erişme, nail olma (bk. ẓ-h-r) melâike: melekler (bk. m-l-k) mertebe: derece mevcudât: varlıklar (bk. v-c-d) mucize-i kudret-i bâhire: ap açık kudret mucizesi (bk. a-c-z; ḳ-d-r) nakış: işleme, süsleme (bk. n-ḳ-ş) nefs-i emmâre: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden güç (bk. n-f-s) nihayetsiz: sınırsız nükte: ince ve derin mânâ rüçhâniyet: üstünlük sahib-i mertebe-i hilâfet-i arziye: yeryüzü halifeliğinin mertebesinin sahibi (bk. ḫ-l-f) şecere-i bâkiye: devamlı ve kalıcı ağaç (bk. b-ḳ-y) şer: kötülük seyyie: kötülük tahrip: bozup yıkma tefevvuk: üstün gelme tevfik-i İlâhiye: Allah’ın yardımı (bk. e-l-h) tezyif: hakaret, küçük düşürme uhde: üstüne alma, sorumluluk vücud: varlık (bk. v-c-d) zelil: aşağı, alçak |
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, İkinci Mebhas, Birinci Nükte, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
http://www.erisale.com/#content.tr.1.428
https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ucuncu-soz/428
CUMARTESİ DERSLERİ
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
CUMARTESİ DERSLERİ
- “Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?” – De ki: “Kulluğunuz ve niyazınız olmasa Allah size ne diye değer versin! (Furkân Sûresi 25:77), “Bana dua edin, size cevap vereyim.” (Mü’min Sûresi 40:60.) – Cumartesi Dersleri 23. 1. 5.
- İnsanın vazife-i fıtriyesi, taallümle tekemmüldür, dua ile ubûdiyettir. Yani, “Kimin merhametiyle böyle hakîmâne idare olunuyorum? Kimin keremiyle böyle müşfikane terbiye olunuyorum? Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nazeninâne besleniyorum ve idare ediliyorum?” bilmektir. – Cumartesi Dersleri 23. 1. 4.
- İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, hâdisâtın tazyikatından kurtulabilir. – Cumartesi Dersleri 23. 1. 3.
- “Allah, iman edenlerin dostu ve yardımcısıdır; onları inkâr karanlıklarından kurtarıp hidayet nuruna kavuşturur. İnkâr edenlerin dostu ise tâğutlarıdır; onları iman nurundan mahrum bırakıp inkâr karanlıklarına sürüklerler.” Bakara Sûresi, 2:257. – Cumartesi Dersleri 23. 1. 2.
- “And olsun ki, Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonra da onu en aşağı seviyeye indirdik – ancak iman eden ve güzel işler yapanlar müstesna.” Tîn Sûresi 95:4-6. – Cumartesi Dersleri 23. 1. 1.
- On İki Lem’ayı birden elinde tut; binler elektrik kuvvetinde bir sirac-ı hakikat bularak, Arş-ı Âzamdan uzatılıp gelen âyât-ı Kur’âniyeye yapış; burâk-ı tevfike bin, semâvât-ı hakaikte urûc et, arş-ı marifetullaha çık, “Senden başka hak mâbud olmadığına şehadet ederim. Sen birsin ve Senin hiçbir şerikin yoktur.” de. – Cumartesi Dersleri 22. 26.
- Tuuuh, tuf senin o münkir aklına! Nasıl o iki lisan-ı gayb ve şehadet, bütün âlemlerin Rabbi ve şu kâinatın Sahibi namına ve Onun hesabına söyledikleri sözleri ve dâvâları inkâr edebilirsin? Ey biçare ve sinekten daha âciz, daha hakir! Sen necisin ki, şu kâinatın Sahib-i Zülcelâlini tekzibe yelteniyorsun? – Cumartesi Dersleri 22. 25.
- Yer ve gökler var oldukça salâvâtın en efdali ve selâmetin en etemmi, biz Âdemoğulları topluluğunun efendisi ve biz mü’minler topluluğunun imana hidayet edicisi olan Abdullah ibnü Abdilmuttalib oğlu Muhammed’in üzerine olsun. – Cumartesi Dersleri 22. 24.
- Şu mevcudat-ı seyyâle, vücutlarıyla ve hayatlarıyla Vâcibü’l- Vücudun vücub-u vücuduna ve ehadiyetine şehadet ettikleri gibi; zevâlleriyle, ölümleriyle o Vâcibü’l- Vücudun ezeliyetine, sermediyetine ve ehadiyetine şehadet ederler. – Cumartesi Dersleri 22. 23.
- Eğer, gayet mebzûliyetle elimize geçen şu san’atlı meyveler Vâhid-i Ehadin malı olmazsa, bütün dünyayı verseydik birtek narı yiyemezdik. – Cumartesi Dersleri 22. 22.
- Nasıl ki bir tarlada ekilen bir nevi tohum delâlet eder ki, o tarla herhalde tohum sahibinin taht-ı tasarrufatında olduğunu, hem o tohum dahi tarla mutasarrıfının taht-ı tasarrufunda olduğunu gösterir. – Cumartesi Dersleri 22. 21.
- Bak, nasıl sahife-i arz üstünde Zât-ı Ehad-i Samedin hâtemlerini az dikkatle görebilirsin. Başını kaldır, gözünü aç, şu kâinat kitab-ı kebirine bir bak. Göreceksin ki, o kâinatın heyet-i mecmuası üstünde, büyüklüğü nisbetinde bir vuzuhla hâtem-i vahdet okunuyor. – Cumartesi Dersleri 22. 20.
- Nakkâş-ı Ezelî, zeminin yüzünde, yaz, bahar zamanında en az üç yüz bin nebatat ve hayvânâtın envâını, nihayetsiz ihtilât, karışıklık içinde nihayet derecede imtiyaz ve teşhis ile ve gayet derecede intizam ve tefrik ile haşir ve neşretmesi, bahar gibi zahir ve bahir, parlak bir sikke-i tevhiddir. – Cumartesi Dersleri 22. 19.
- Şu kitab-ı kâinatı, kalem-i kudret-i Samedâniyenin yazması ve Zât-ı Ehadiyetin mektubu desen, vücub derecesinde bir suhulet ve lüzum derecesinde bir mâkuliyet yoluna gidersin. Eğer tabiata ve esbaba isnat etsen, imtinâ derecesinde suûbetli ve muhal derecesinde müşkülâtlı ve hiçbir vehim kabul etmeyen hurafatlı şöyle bir yola gidersin ki, – Cumartesi Dersleri 22. 18.
- Herbir zerre, acz-i mutlakıyla beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldırıyor. Ve cumudiyetiyle beraber, bir şuur-u küllî gösteren intizamperverâne nizam-ı umumîye tevfik-i hareket eder. – Cumartesi Dersleri 22. 17.
- İşte, eğer o zerre, bir Kadîr-i Mutlakın memuru olmazsa ve nisbeti o Kadîr-i Mutlaktan kesilse, o vakit o zerreye herşeyi görür bir göz, herşeye muhit bir şuur vermek lâzımdır. – Cumartesi Dersleri 22. 16.
- O zîhayat, meselâ şu insan, adeta kâinatın bir misal-i musağğarı, şecere-i hilkatin bir semeresi ve şu âlemin bir çekirdeği gibi ki envâ-ı âlemin ekser nümunelerini cami’dir. – Cumartesi Dersleri 22. 15.
- “Birşeyden herşey yapar; hem herşeyden birtek şey yapar.” Çünkü, nutfe suyundan ve hem içilen basit bir sudan, hesapsız âzâ ve cihâzât-ı hayvaniyeyi yapar. – Cumartesi Dersleri 22. 14.
- Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab, perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden. – Cumartesi Dersleri 22. 13.
- İşte, bak: Yukarıdan inen ve herkes ona hayretinden veya hürmetinden kemâl-i dikkatle bakan, şu nuranî fermana bak. – Cumartersi Dersleri 22. 12.
- O zat o kadar parlak bir burhan-ı tevhiddir ki, zeminin baştan başa yüzünü ve zamanın geçmiş ve gelecek iki yüzünü ışıklandırmış, küfür ve dalâlet zulümâtını dağıtmıştır. -Cumartesi Dersleri 22. 11.
- Nasıl ki bir ırmağın kabarcıkları gidiyor; arkasından gelen kabarcıklar, gidenler gibi parladığından anlaşılıyor ki, onları parlattıran, daimî ve yüksek bir ışık sahibidir. – Cumartesi Dersleri 22. 10.
- Eğer o ağacın meyveleri ayrı ayrı merkeze ve köke, ayrı ayrı kanunla raptedilse, herbir meyve bütün ağaç kadar müşkülâtlı olur. – Cumartesi Dersleri 22. 9.
- Demek o maddeler – hava, su, ziya (ışık), toprak – kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur. – Cumartesi Dersleri 22. 8.
- Şu saray-ı acibin ustasına, yani şu garip âlemin sahibine herşey musahhardır. Herşey onun hesabına çalışır. Herşey ona bir emirber nefer hükmündedir. Herşey Onun kuvvetiyle döner. Herşey Onun emriyle hareket eder. – Cumartesi Dersleri 22. 7.
- Hem öyle sehâvetperverâne sofralar kuruyor ki, bütün bu memleketin halklarına, hayvanlarına, herbir taifesine has ve lâyık, belki herbir ferdine mahsus ismiyle ve resmiyle bir tabla-i nimet veriliyor. – Cumartesi Dersleri 22. 6.
- Madem bir harf, kâtibini göstermeksizin olmaz. San’atlı bir nakış, nakkaşını bildirmemek olmaz. Nasıl olur ki, bir harfte koca bir kitabı yazan, bir nakışta bin nakşı nakşeden nakkaş, kendi kitabıyla ve nakşıyla bilinmesin? – Cumartesi Dersleri 22. 5.
Ders Dünyası - WORLD OF COURSES sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
“İnsan, kâinatın ekser envâına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyâcâtı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi, Cemîl-i Zülcelâli de görmeye müştaktır. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 1.” için 3 yanıt