Cumartesi Derslerinde bu hafta:
“‘Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?’ – De ki: ‘Kulluğunuz ve niyazınız olmasa Allah size ne diye değer versin!’ (Furkân Sûresi 25:77), ‘Bana dua edin, size cevap vereyim.’ (Mü’min Sûresi, 40:60.)”
konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Üçüncü Söz Birinci Mebhas Beşinci Nokta.

KISA VİDEO
UZUN VİDEO
SHORTS
Yirmi Üçüncü Söz
Birinci Mebhas
BEŞİNCİ NOKTA
İman, duayı bir vesile-i kat’iye olarak iktiza ettiği ve fıtrat-ı insaniye onu şiddetle istediği gibi, Cenâb-ı Hak dahi, “Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?” meâlinde,
قُلْ مَا يَعْبَؤُا بِكُمْ رَبِّى لَوْلاَ دُعَۤاؤُكُمْ 1
ferman ediyor.
Hem
اُدْعُونِىۤ اَسْتَجِبْ لَكُمْ 2
emrediyor.
Eğer desen: Birçok defa dua ediyoruz, kabul olmuyor. Halbuki âyet umumîdir; ‘Her duaya cevap var’ ifade ediyor.”
Elcevap: Cevap vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her dua için cevap vermek var. Fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlubu vermek, Cenâb-ı Hakkın hikmetine tâbidir.
Meselâ, hasta bir çocuk çağırır: “Ya hekim, bana bak.”
Hekim “Lebbeyk,” der. “Ne istersin?” Cevap verir.
Çocuk “Şu ilâcı ver bana” der.
Dipnot-1
Furkan Sûresi, 25:77.
Dipnot-2
“Bana dua edin, size cevap vereyim.” Mü’min Sûresi, 40:60.
acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z) ahmak: sersem âyet: Kur’an’ın herbir cümlesi ayn-ı matlub: istenilen şeyin kendisi (bk. ṭ-l-b) Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) dergâh: Allah’ın yüce katı dua: Allah’a yalvarma, niyaz (bk. d-a-v) eda etmek: yerine getirmek fakr: fakirlik, ihtiyaç hâli (bk. f-ḳ-r) ferman etmek: buyurmak fiilî: fiilen, çalışarak (bk. f-a-l) fıtrat-ı asliye: esas yaratılış gayesi (bk. f-ṭ-r) fıtrat-ı insaniye: insanın yaratılışı, tabiatı (bk. f-ṭ-r) | haylaz: yaramaz hekim: doktor hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) ihtiyacat: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c) iktiza: gerektirme kabil-i teshir olmayan: boyun eğdirilmesi mümkün olmayan kavlî: sözlü olarak küfran-ı nimet: nimete karşı nankörlük (bk. k-f-r; n-a-m) lebbeyk: buyurunuz lisan-ı acz: âcizlik dili (bk. a-c-z) makàsıd: gayeler, istenilen şeyler (bk. ḳ-s-d) maksud: istek (bk. ḳ-s-d) meâl: anlam meram: arzu, istek musahhar: boyun eğmiş | müstehak: hak etmiş, layık (bk. ḥ-ḳ-ḳ) muvaffak olmak: başarmak nazdar: nazlı nazenin: ince, nazik, duyarlı nazik: zarif, ince Rahmânü’r-Rahîm: sonsuz merhamet sahibi, her yaratığa uygun rızık veren ve yarattıklarına karşı çok şefkat eden Allah (bk. r-ḥ-m) tâbi: uyan tedbir: idare etme, çekip çevirme (bk. d-b-r) teshir: boyun eğdirme umumî: genel vâveylâ: feryad vesile-i kât’iye: kesin aracı zaaf: zayıflık zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y) |
Hekim ise, ya aynen istediğini verir, yahut onun maslahatına binaen ondan daha iyisini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez.
İşte, Cenâb-ı Hak, Hakîm-i Mutlak, hazır, nazır olduğu için, abdin duasına cevap verir. Vahşet ve kimsesizlik dehşetini, huzuruyla ve cevabıyla ünsiyete çevirir. Fakat insanın hevâperestâne ve heveskârâne tahakkümüyle değil, belki hikmet-i Rabbâniyenin iktizasıyla, ya matlubunu veya daha evlâsını verir veya hiç vermez.
Hem dua bir ubûdiyettir. Ubûdiyet ise, semerâtı uhreviyedir. Dünyevî maksatlar ise, o nevi dua ve ibadetin vakitleridir. O maksatlar, gayeleri değil.
Meselâ, yağmur namazı ve duası bir ibadettir. Yağmursuzluk, o ibadetin vaktidir. Yoksa, o ibadet ve o dua, yağmuru getirmek için değildir. Eğer sırf o niyetle olsa, o dua, o ibadet hâlis olmadığından kabule lâyık olmaz.
Nasıl ki, güneşin gurubu, akşam namazının vaktidir. Hem güneşin ve ayın tutulmaları, “küsuf ve husuf namazları” denilen iki ibadet-i mahsusanın vakitleridir. Yani, gece ve gündüzün nuranî âyetlerinin nikaplanmasıyla bir azamet-i İlâhiyeyi ilâna medar olduğundan, Cenâb-ı Hak, ibâdını o vakitte bir nevi ibadete davet eder. Yoksa o namaz, açılması ve ne kadar devam etmesi müneccim hesabıyla muayyen olan ay ve güneşin husuf ve küsuflarının inkişafları için değildir.
Aynı onun gibi, yağmursuzluk dahi, yağmur namazının vaktidir. Ve beliyyelerin istilâsı ve muzır şeylerin tasallutu, bazı duaların evkat-ı mahsusalarıdır ki, insan o vakitlerde aczini anlar; dua ile, niyaz ile Kadîr-i Mutlakın dergâhına iltica eder. Eğer dua çok edildiği halde beliyyeler def’ olunmazsa, denilmeyecek ki, “Dua kabul olmadı.” Belki denilecek ki, “Duanın vakti kaza olmadı.” Eğer Cenâb-ı Hak, fazl ve keremiyle belâyı ref etse, nurun alâ nur, o vakit dua vakti biter, kaza olur.
Demek, dua bir sırr-ı ubûdiyettir. Ubûdiyet ise, hâlisen livechillâh olmalı.
abd: kul (bk. a-b-d) acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z) âyet: Kur’ân’ın herbir cümlesi azamet-i İlâhiye: Allah’ın azameti, büyüklüğü (bk. a-ẓ-m; e-l-h) beliyye: belâ, musibet binaen: –dayanarak Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) def’: ortadan kaldırma, savma dergâh: huzur, rahmet kapısı dua: Allah’a yalvarma (bk. d-a-v) dünyevî: dünyaya ait evkat-ı mahsusa: özel vakitler evlâ: daha iyi fazl: ihsan, yardım (bk. f-ḍ-l) gurub: batış Hakîm-i Mutlak: herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan sınırsız hikmet sahibi Allah (bk. ḥ-k-m; ṭ-l-ḳ) hâlis: samimi, içten (bk. ḫ-l-ṣ) hâlisen: katıksız, samimi olarak (bk. ḫ-l-ṣ) | hevâperestâne: nefsin isteklerine düşkün bir şekilde (bk. h-v-y) heveskârâne: hevesine düşkün bir şekilde hikmet-i Rabbâniye: Allah’ın hikmeti (bk. ḥ-k-m; r-b-b) husuf: ay tutulması huzur: yakınında olma (bk. h-ḍ-r) ibâd: kullar (bk. a-b-d) ibadet-i mahsusa: özel ibadet (bk. a-b-d) iktiza: gerektirme iltica: sığınma inkişaf: açığa çıkma (bk. k-ş-f) istilâ: işgal Kadîr-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ) kaza: olacağı Allah tarafından bilinen ve takdir olunan şeylerin zamanı gelince yaratılması (bk. ḳ-ḍ-y) kerem: ikram, iyilik, bağış (bk. k-r-m) küsuf: güneş tutulması livechillâh: Allah için maksat: gaye, istenilen şey (bk. ḳ-s-d) | maslahat: fayda, yarar (bk. ṣ-l-ḥ) matlub: istek (bk. ṭ-l-b) medar: sebep, vesile muayyen: belirli müneccim: astrolog, yıldızların konum ve hareketlerinden mânâ çıkaran muzır: zararlı nazır: bakan, gözeten (bk. n-ẓ-r) nevi: tür, çeşit nikap: örtü niyaz: dua, yakarış nuranî: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r) nurun alâ nur: nur üstüne nur (bk. n-v-r) ref etmek: kaldırmak semerât: meyveler, neticeler sırr-ı ubûdiyet: kulluk sırrı (bk. a-b-d) tahakküm: baskı, zorbalık (bk. ḥ-k-m) tasallut: sataşma ubûdiyet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d) uhreviye: âhirete ait (bk. e-ḫ-r) ünsiyet: dostluk, yakınlık vahşet: yalnızlık |
Yalnız aczini izhar edip, dua ile Ona iltica etmeli, rububiyetine karışmamalı. Tedbiri Ona bırakmalı, hikmetine itimad etmeli, rahmetini itham etmemeli.
Evet, hakikat-i halde, âyât-ı beyyinâtın beyanıyla sabit olan: Bütün mevcudat, herbirisi birer mahsus tesbih ve birer hususî ibadet, birer has secde ettikleri gibi, bütün kâinattan dergâh-ı İlâhiyeye giden, bir duadır:
Ya istidat lisanıyladır—bütün nebâtat ve hayvanâtın duaları gibi ki, herbiri lisan-ı istidadıyla Feyyâz-ı Mutlaktan bir suret talep ediyorlar ve esmâsına bir mazhariyet-i münkeşife istiyorlar.
Veya ihtiyac-ı fıtrî lisanıyladır—bütün zîhayatların, iktidarları dahilinde olmayan hâcât-ı zaruriyeleri için dualarıdır ki, herbirisi o ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla Cevâd-ı Mutlaktan idame-i hayatları için bir nevi rızık hükmünde bazı metâlibi istiyorlar.
Veya lisan-ı ıztırariyle bir duadır ki, muztar kalan herbir zîruh, kat’î bir iltica ile dua eder, bir hâmî-i meçhulüne iltica eder, belki Rabb-i Rahîmine teveccüh eder.
Bu üç nevi dua, bir mâni olmazsa, daima makbuldür.
Dördüncü nevi ki, en meşhurudur, bizim duamızdır. Bu da iki kısımdır: Biri fiilî ve hâlî, diğeri kalbî ve kàlîdir.
Meselâ, esbaba teşebbüs, bir dua-yı fiilîdir. Esbabın içtimaı, müsebbebi icad etmek için değil, belki lisan-ı hâl ile müsebbebi Cenâb-ı Haktan istemek için bir vaziyet-i marziye almaktır. Hattâ çift sürmek, hazine-i rahmet kapısını çalmaktır. Bu nevi dua-yı fiilî, Cevâd-ı Mutlakın isim ve ünvanına müteveccih olduğundan, kabule mazhariyeti ekseriyet-i mutlakadır.
acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z) âyât-ı beyyinât: ap açık âyetler (bk. b-y-n) belki: aslında, işin doğrusu beyan: açıklama, izah (bk. b-y-n) Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) Cevâd-ı Mutlak: sınırsız cömertlik ve ikram sahibi Allah (bk. c-v-d; ṭ-l-ḳ) dergâh-ı İlâhiye: İlâhî rahmet kapısı (bk. e-l-h) dua: Allah’a yalvarma (bk. d-a-v) dua-yı fiilî: fiilî dua, gerekli şartları ve sebepleri yerine getirerek yapılan dua (bk. d-a-v; f-a-l) ekseriyet-i mutlaka: büyük çoğunluk (bk. k-s̱-r; ṭ-l-ḳ) esbab: sebepler (bk. s-b-b) esmâ: isimler (bk. s-m-v) Feyyâz-ı Mutlak: pekçok feyiz, bolluk ve bereket veren Allah (bk. f-y-ḍ; ṭ-l-ḳ) hâcât-ı zaruriye: zarurî ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c) hakikat-i hal: gerçek hal (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hâlî: hal ve hareketle hâmî-i meçhul: bilinmeyen koruyucu has: özel | hazine-i rahmet: Allah’ın rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m) hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) icad: yaratma, var etme (bk. v-c-d) içtima: toplanma, bir araya gelme (bk. c-m-a) idame-i hayat: hayatı devam ettirme (bk. ḥ-y-y) ihtiyac-ı fıtrî: yaratılıştan gelen ihtiyaç (bk. ḥ-v-c; f-ṭ-r) iktidar: güç, kudret (bk. ḳ-d-r) iltica: sığınma istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d) itham: suçlama itimad: güvenme izhar: gösterme (bk. ẓ-h-r) kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kalbî: kalben, içten kâlî: sözle kat’i: kesin lisan-ı hâl: hal dili lisan-ı istidad: kabiliyet dili (bk. a-d-d) lisan-ı ıztırar: çaresizlik ve mecburiyet dili mahsus: özel makbul: kabul gören, geçerli mâni: engel mazhariyet: erişme, sahip olma (bk. ẓ-h-r) mazhariyet-i münkeşife: bir görünüme sahip olmak (bk. ẓ-h-r; k-ş-f) | meşhur: bilinen metâlib: istekler (bk. ṭ-l-b) mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d) müsebbib: sebep olan (bk. s-b-b) müteveccih: yönelik muztar: çaresiz, zorda kalan nebâtat: bitkiler nevi: çeşit, tür Rabb-i Rahîm: sonsuz merhamet ve şefkat sahibi ve herşeyi terbiye ve idare eden Allah (bk. r-b-b; r-ḥ-m) rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m) rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b) suret: şekil, görünüş (bk. ṣ-v-r) tedbir: idare (bk. d-b-r) tesbih: Allah’ı, yüce şanına lâyık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ) teşebbüs: başvurma teveccüh: yönelme vaziyet-i marziye: razı olunacak hal zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y) zîruh: ruh sahibi (bk. ẕî; r-v-ḥ) |
İkinci kısım, lisanla, kalble dua etmektir. Eli yetişmediği bir kısım metâlibi istemektir. Bunun en mühim ciheti, en güzel gayesi, en tatlı meyvesi şudur ki: Dua eden adam anlar ki, Birisi var, onun hâtırât-ı kalbini işitir, herşeye eli yetişir, herbir arzusunu yerine getirebilir, aczine merhamet eder, fakrına medet eder.
İşte, ey âciz insan ve ey fakir beşer! Dua gibi hazine-i rahmetin anahtarı ve tükenmez bir kuvvetin medârı olan bir vesileyi elden bırakma. Ona yapış, âlâ-yı illiyyîn-i insaniyete çık, bir sultan gibi bütün kâinatın dualarını kendi duan içine al, bir abd-i küllî ve bir vekil-i umumî gibi
اِيَّاكَ نَسْتَعِينُ 1
de, kâinatın güzel bir takvimi ol.
Dipnot-1
“Ancak Senden yardım dileriz.” Fâtiha Sûresi 1:5.
abd-i küllî: bütün varlıkların ibadetlerini içine alan ve temsil eden kul (bk. a-b-d; k-l-l) acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z) âlâ-yı illiyyîn-i insaniyet: insanlığın en yüksek derecesi beşer: insan | cihet: yön, taraf dua: Allah’a yalvarma (bk. d-a-v) fakr: fakirlik, muhtaçlık (bk. f-ḳ-r) hâtırât-ı kalb: kalbden geçen şeyler, kalbin hâtıraları hazine-i rahmet: Allah’ın rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m) | kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) lisan: dil medâr: sebep, dayanak medet: yardım metâlib: istekler, arzular (bk. ṭ-l-b) mühim: önemli takvim: program vekil-i umumî: genel vekil (bk. v-k-l) |
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, Birinci Mebhas, Beşinci Nokta, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
http://www.erisale.com/#content.tr.1.424
https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ucuncu-soz/424
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
CUMARTESİ DERSLERİ
- İnsanın vazife-i fıtriyesi, taallümle tekemmüldür, dua ile ubûdiyettir. Yani, “Kimin merhametiyle böyle hakîmâne idare olunuyorum? Kimin keremiyle böyle müşfikane terbiye olunuyorum? Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nazeninâne besleniyorum ve idare ediliyorum?” bilmektir. – Cumartesi Dersleri 23. 1. 4.
- İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, hâdisâtın tazyikatından kurtulabilir. – Cumartesi Dersleri 23. 1. 3.
- “Allah, iman edenlerin dostu ve yardımcısıdır; onları inkâr karanlıklarından kurtarıp hidayet nuruna kavuşturur. İnkâr edenlerin dostu ise tâğutlarıdır; onları iman nurundan mahrum bırakıp inkâr karanlıklarına sürüklerler.” Bakara Sûresi, 2:257. – Cumartesi Dersleri 23. 1. 2.
- “And olsun ki, Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonra da onu en aşağı seviyeye indirdik – ancak iman eden ve güzel işler yapanlar müstesna.” Tîn Sûresi 95:4-6. – Cumartesi Dersleri 23. 1. 1.
- On İki Lem’ayı birden elinde tut; binler elektrik kuvvetinde bir sirac-ı hakikat bularak, Arş-ı Âzamdan uzatılıp gelen âyât-ı Kur’âniyeye yapış; burâk-ı tevfike bin, semâvât-ı hakaikte urûc et, arş-ı marifetullaha çık, “Senden başka hak mâbud olmadığına şehadet ederim. Sen birsin ve Senin hiçbir şerikin yoktur.” de. – Cumartesi Dersleri 22. 26.
- Tuuuh, tuf senin o münkir aklına! Nasıl o iki lisan-ı gayb ve şehadet, bütün âlemlerin Rabbi ve şu kâinatın Sahibi namına ve Onun hesabına söyledikleri sözleri ve dâvâları inkâr edebilirsin? Ey biçare ve sinekten daha âciz, daha hakir! Sen necisin ki, şu kâinatın Sahib-i Zülcelâlini tekzibe yelteniyorsun? – Cumartesi Dersleri 22. 25.
- Yer ve gökler var oldukça salâvâtın en efdali ve selâmetin en etemmi, biz Âdemoğulları topluluğunun efendisi ve biz mü’minler topluluğunun imana hidayet edicisi olan Abdullah ibnü Abdilmuttalib oğlu Muhammed’in üzerine olsun. – Cumartesi Dersleri 22. 24.
- Şu mevcudat-ı seyyâle, vücutlarıyla ve hayatlarıyla Vâcibü’l- Vücudun vücub-u vücuduna ve ehadiyetine şehadet ettikleri gibi; zevâlleriyle, ölümleriyle o Vâcibü’l- Vücudun ezeliyetine, sermediyetine ve ehadiyetine şehadet ederler. – Cumartesi Dersleri 22. 23.
- Eğer, gayet mebzûliyetle elimize geçen şu san’atlı meyveler Vâhid-i Ehadin malı olmazsa, bütün dünyayı verseydik birtek narı yiyemezdik. – Cumartesi Dersleri 22. 22.
- Nasıl ki bir tarlada ekilen bir nevi tohum delâlet eder ki, o tarla herhalde tohum sahibinin taht-ı tasarrufatında olduğunu, hem o tohum dahi tarla mutasarrıfının taht-ı tasarrufunda olduğunu gösterir. – Cumartesi Dersleri 22. 21.
- Bak, nasıl sahife-i arz üstünde Zât-ı Ehad-i Samedin hâtemlerini az dikkatle görebilirsin. Başını kaldır, gözünü aç, şu kâinat kitab-ı kebirine bir bak. Göreceksin ki, o kâinatın heyet-i mecmuası üstünde, büyüklüğü nisbetinde bir vuzuhla hâtem-i vahdet okunuyor. – Cumartesi Dersleri 22. 20.
- Nakkâş-ı Ezelî, zeminin yüzünde, yaz, bahar zamanında en az üç yüz bin nebatat ve hayvânâtın envâını, nihayetsiz ihtilât, karışıklık içinde nihayet derecede imtiyaz ve teşhis ile ve gayet derecede intizam ve tefrik ile haşir ve neşretmesi, bahar gibi zahir ve bahir, parlak bir sikke-i tevhiddir. – Cumartesi Dersleri 22. 19.
- Şu kitab-ı kâinatı, kalem-i kudret-i Samedâniyenin yazması ve Zât-ı Ehadiyetin mektubu desen, vücub derecesinde bir suhulet ve lüzum derecesinde bir mâkuliyet yoluna gidersin. Eğer tabiata ve esbaba isnat etsen, imtinâ derecesinde suûbetli ve muhal derecesinde müşkülâtlı ve hiçbir vehim kabul etmeyen hurafatlı şöyle bir yola gidersin ki, – Cumartesi Dersleri 22. 18.
- Herbir zerre, acz-i mutlakıyla beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldırıyor. Ve cumudiyetiyle beraber, bir şuur-u küllî gösteren intizamperverâne nizam-ı umumîye tevfik-i hareket eder. – Cumartesi Dersleri 22. 17.
- İşte, eğer o zerre, bir Kadîr-i Mutlakın memuru olmazsa ve nisbeti o Kadîr-i Mutlaktan kesilse, o vakit o zerreye herşeyi görür bir göz, herşeye muhit bir şuur vermek lâzımdır. – Cumartesi Dersleri 22. 16.
- O zîhayat, meselâ şu insan, adeta kâinatın bir misal-i musağğarı, şecere-i hilkatin bir semeresi ve şu âlemin bir çekirdeği gibi ki envâ-ı âlemin ekser nümunelerini cami’dir. – Cumartesi Dersleri 22. 15.
- “Birşeyden herşey yapar; hem herşeyden birtek şey yapar.” Çünkü, nutfe suyundan ve hem içilen basit bir sudan, hesapsız âzâ ve cihâzât-ı hayvaniyeyi yapar. – Cumartesi Dersleri 22. 14.
- Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab, perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden. – Cumartesi Dersleri 22. 13.
- İşte, bak: Yukarıdan inen ve herkes ona hayretinden veya hürmetinden kemâl-i dikkatle bakan, şu nuranî fermana bak. – Cumartersi Dersleri 22. 12.
- O zat o kadar parlak bir burhan-ı tevhiddir ki, zeminin baştan başa yüzünü ve zamanın geçmiş ve gelecek iki yüzünü ışıklandırmış, küfür ve dalâlet zulümâtını dağıtmıştır. -Cumartesi Dersleri 22. 11.
- Nasıl ki bir ırmağın kabarcıkları gidiyor; arkasından gelen kabarcıklar, gidenler gibi parladığından anlaşılıyor ki, onları parlattıran, daimî ve yüksek bir ışık sahibidir. – Cumartesi Dersleri 22. 10.
- Eğer o ağacın meyveleri ayrı ayrı merkeze ve köke, ayrı ayrı kanunla raptedilse, herbir meyve bütün ağaç kadar müşkülâtlı olur. – Cumartesi Dersleri 22. 9.
- Demek o maddeler – hava, su, ziya (ışık), toprak – kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur. – Cumartesi Dersleri 22. 8.
- Şu saray-ı acibin ustasına, yani şu garip âlemin sahibine herşey musahhardır. Herşey onun hesabına çalışır. Herşey ona bir emirber nefer hükmündedir. Herşey Onun kuvvetiyle döner. Herşey Onun emriyle hareket eder. – Cumartesi Dersleri 22. 7.
- Hem öyle sehâvetperverâne sofralar kuruyor ki, bütün bu memleketin halklarına, hayvanlarına, herbir taifesine has ve lâyık, belki herbir ferdine mahsus ismiyle ve resmiyle bir tabla-i nimet veriliyor. – Cumartesi Dersleri 22. 6.
- Madem bir harf, kâtibini göstermeksizin olmaz. San’atlı bir nakış, nakkaşını bildirmemek olmaz. Nasıl olur ki, bir harfte koca bir kitabı yazan, bir nakışta bin nakşı nakşeden nakkaş, kendi kitabıyla ve nakşıyla bilinmesin? – Cumartesi Dersleri 22. 5.
- Bir köyde iki müdür, bir şehirde iki vali, bir memlekette iki padişah bulunsa, karıştırır. Nerede kaldı, hadsiz hâkim-i mutlak beraber bulunsun! – Cumartesi Dersleri – 22. 4.
Ders Dünyası - WORLD OF COURSES sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
““Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?” – De ki: “Kulluğunuz ve niyazınız olmasa Allah size ne diye değer versin! (Furkân Sûresi 25:77), “Bana dua edin, size cevap vereyim.” (Mü’min Sûresi 40:60.) – Cumartesi Dersleri 23. 1. 5.” için 6 yanıt