Eğitim ve öğretime, bilgi ve bilime farklı bir bakış; MÂNÂ-YI İSMÎ yerine MÂNÂ-YI HARFİ ile bakış. Açık kaynak bir eğitim sitesi. A different perspective on education and teaching, knowledge and science; glance with the LETTER MEANING instead of the NAME MEANING. Open source education site.
“Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen; ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen; ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalb etmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et. Çünkü, bir muamele-i şer’iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibadet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor.”
konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz Beşinci Dal Üçüncü Meyve.
Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen; ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen; ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalb etmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et. Çünkü, bir muamele-i şer’iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibadet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 3.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
SHORTS
Yirmi Dördüncü Söz
BEŞİNCİ DAL
ÜÇÜNCÜ MEYVE:
Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen; ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen; ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalb etmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et. Çünkü, bir muamele-i şer’iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibadet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor.
Meselâ birşeyi satın aldın. İcab ve kabul-ü şer’îyi tatbik ettiğin dakikada, o âdi alışverişin bir ibadet hükmünü alır. O tahattur-u hükm-ü şer’î, bir tasavvur-u vahiy verir. O dahi, Şârii düşünmekle, bir teveccüh-ü İlâhî verir. O dahi bir huzur verir. Demek, Sünnet-i Seniyyeye tatbik-i amel etmekle, bu fâni ömür, bâki meyveler verecek bir hayat-ı ebediyeye medar olacak olan faideler elde edilir.
fermanını dinle. Şeriat ve Sünnet-i Seniyyenin ahkâmları içinde cilveleri intişar eden Esmâ-i Hüsnânın herbir isminin feyz-i tecellîsine bir mazhar-ı câmi’ olmaya çalış.
Dipnot-3
“Siz de Allah’a ve Resulüne iman edin ki, o ümmî peygamber de Allah’a ve Onun sözlerine iman etmiştir. Ve ona uyun-tâ ki doğru yolu bulmuş olasınız.” A’râf Sûresi, 7:158.
âdet: her vakit yapılan iş, davranış âdi: basit, sıradan ahkâm: hükümler (bk. ḥ-k-m) âlâkadar: alakalı, ilgili amel-i uhrevî: âhirete ait iş (bk. e-ḫ-r) bâki: sürekli, devamlı (bk. b-ḳ-y) cilve: görünme, yansıma (bk. c-l-y) dakika-i ömr: ömür dakikası Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n) fâni: gelip geçici (bk. f-n-y) ferman: emir, buyruk feyz-i tecellî: yansımadan doğan feyiz, bereket (bk. f-y-ḍ; c-l-y) gaflet: umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l) hadsiz: sayısız hayat-ı ebediye: sonsuz hayat (bk. ḥ-y-y; e-b-d) hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
icab ve kabul-ü şer’î: şeriata göre “verdim” ve “aldım” ifadesi, ilkeleri (bk. c-v-b; ş-r-a) intişar etme: yayılma ittibâ etmek: tabi olmak, uymak kalb etmek: dönüştürmek mazhar-ı câmi’: kapsamlı bir görüntü yeri (bk. ẓ-h-r; c-m-a) medar: vesile mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d) muamele-i şer’iye: dinle ilgili davranış (bk. ş-r-a) nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s) nevi: tür, çeşit nur-u Ahmedî: Peygamberimizin (a.s.m.) nuru (bk. n-v-r; ḥ-m-d) salâvat: Peygamberimize edilen rahmet ve esenlik duası (bk. ṣ-l-v) Sünnet-i Seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler (bk. s-n-n)
Şâri: kanun koyucu, şeriatı gönderen Allah (bk. ş-r-a) şeriat: İlahî kanun, İslâmiyet (bk. ş-r-a) tahattur-u hükm-ü şer’î: dini hükmün hatırlanması (bk. ḥ-k-m; ş-r-a) tasavvur-u vahiy: vahyi düşünme (bk. ṣ-v-r; v-ḥ-y) tatbik etmek: uygulamak tatbik-i amel: işin uygulanması, şeriat ve sünnete uyarlanması tesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ) teveccüh-ü İlâhî: Allah’a yöneliş (bk. e-l-h) uhrevî: âhirete ait (bk. e-ḫ-r)
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Beşinci Dal, Üçüncü Meyve, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenâb-ı Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen daima rahmet ve keremine iltica et, Ona güven ve şu fermanı dinle Onlara söyle ki Allah’ın lütfuyla ve rahmetiyle—ancak bununla ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır. Yunus Sûresi, 1058. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 2.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
“Allah, iman edenlerin dostu ve yardımcısıdır; onları inkâr karanlıklarından kurtarıp hidayet nuruna kavuşturur. İnkâr edenlerin dostu ise tâğutlarıdır; onları iman nurundan mahrum bırakıp inkâr karanlıklarına sürüklerler.” Bakara Sûresi, 2:257.
konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Üçüncü Söz Birinci Mebhas İkinci Nokta.
Cumartesi Derslerinde bu hafta: “Allah, iman edenlerin dostu ve yardımcısıdır; onları inkâr karanlıklarından kurtarıp hidayet nuruna kavuşturur. İnkâr edenlerin dostu ise tâğutlarıdır; onları iman nurundan mahrum bırakıp inkâr karanlıklarına sürüklerler.” Bakara Sûresi, 2:257. konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Üçüncü Söz Birinci Mebhas İkinci Nokta.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
SHORTS
Yirmi Üçüncü Söz
Birinci Mebhas
İKİNCİ NOKTA
İman nasıl ki bir nurdur; insanı ışıklandırıyor, üstünde yazılan bütün mektubât-ı Samedâniyeyi okutturuyor. Öyle de, kâinatı dahi ışıklandırıyor. Zaman-ı mazi ve müstakbeli, zulümattan kurtarıyor. Şu sırrı, bir vakıada
âyet-i kerimesinin bir sırrına dair gördüğüm bir temsille beyan ederiz. Şöyle ki:
Bir vakıa-i hayaliyede gördüm ki: İki yüksek dağ var, birbirine mukabil. Üstünde dehşetli bir köprü kurulmuş. Köprünün altında pek derin bir dere. Ben o köprünün üstünde bulunuyorum. Dünyayı da, her tarafı, karanlık, kesif bir zulümat istilâ etmişti.
Ben sağ tarafıma baktım, nihayetsiz bir zulümat içinde bir mezar-ı ekber gördüm, yani tahayyül ettim. Sol tarafıma baktım; müthiş zulümat dalgaları içinde azîm fırtınalar, dağdağalar, dâhiyeler hazırlandığını görüyor gibi oldum. Köprünün altına baktım; gayet derin bir uçurum görüyorum zannettim. Bu müthiş zulümâta karşı, sönük bir cep fenerim vardı, onu istimal ettim. Yarım yamalak ışığıyla baktım; pek müthiş bir vaziyet bana göründü. Hattâ önümdeki köprünün başında ve etrafında öyle müthiş ejderhalar, arslanlar, canavarlar göründü ki, “Keşke bu cep fenerim olmasaydı, bu dehşetleri görmeseydim!” dedim. O feneri hangi tarafa çevirdimse, öyle dehşetler aldım. “Eyvah, şu fener başıma belâdır” dedim.
Ondan kızdım, o cep fenerini yere çarptım, kırdım. Güya onun kırılması, dünyayı ışıklandıran büyük elektrik lâmbasının düğmesine dokundum gibi, birden o zulümat boşaldı. Her taraf o lâmbanın nuruyla doldu, herşeyin hakikatini gösterdi. Baktım ki, o gördüğüm köprü, gayet muntazam yerde, ova içinde bir caddedir. Ve sağ tarafımda gördüğüm mezar-ı ekber, baştan başa güzel, yeşil bahçelerle nuranî insanların taht-ı riyasetinde ibadet ve hizmet ve sohbet ve zikir meclisleri olduğunu fark ettim. Ve sol tarafımda, fırtınalı, dağdağalı zannettiğim uçurumlar, şahikalar ise, süslü, sevimli, cazibedar olan dağların arkalarında azîm bir ziyafetgâh, güzel bir seyrangâh, yüksek bir nüzhetgâh bulunduğunu hayal meyal gördüm. Ve o müthiş canavarlar, ejderhalar zannettiğim mahlûklar ise, mûnis deve, öküz, koyun, keçi gibi hayvânât-ı ehliye olduğunu gördüm. “Elhamdü lillâhi alâ nûri’l-îmân” diyerek,
Dipnot-1
“Allah, iman edenlerin dostu ve yardımcısıdır; onları inkâr karanlıklarından kurtarıp hidayet nuruna kavuşturur.” Bakara Sûresi, 2:257.
azîm: büyük (bk. a-z-m) beyan: açıklama (bk. b-y-n) cazibedar: çekici dağdağa: sıkıntı, gürültü dâhiye: korkunç belâ el-hamdü lillâhi alâ nûri’l-îmân: iman nuru için Allah’a hamd olsun (bk. ḥ-m-d; e-l-h; n-v-r; e-m-n) hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hayvanat-ı ehliye: evcil hayvanlar (bk. ḥ-y-y) istimal etmek: kullanmak kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kesif: yoğun mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ) mektubat-ı Samedâniye: Allah’ın birer mektup gibi yazdığı ve san’atla yarattığı eserleri (bk. k-t-b; ṣ-m-d) mezar-ı ekber: çok büyük mezar (bk. k-b-r) mukabil: karşılık mûnis: cana yakın muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m) müstakbel: gelecek zaman nur: aydınlık, ışık (bk. n-v-r) nuranî: nurlu (bk. n-v-r) nüzhetgâh: gezi ve dinlenme yeri (bk. n-z-h)
şahika: zirve seyrangâh: gezi ve seyir yeri tahayyül: hayal etme (bk. ḫ-y-l) taht-ı riyasetinde: başkanlığı altında temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l) vakıa: olay vâkıa-i hayaliye: hayalî olay, keşif (bk. ḫ-y-l) zaman-ı mazi: geçmiş zaman zikir: Allah’ı anmak ziyafetgâh: ziyafet yeri zulümat: karanlıklar (bk. ẓ-l-m)
İşte, o iki dağ mebde-i hayat, âhir-i hayat, yani âlem-i arz ve âlem-i berzahtır. O köprü ise hayat yoludur. O sağ taraf ise geçmiş zamandır. Sol taraf ise istikbaldir. O cep feneri ise, hodbin ve bildiğine itimad eden ve vahy-i semâvîyi dinlemeyen enâniyet-i insaniyedir. O canavarlar zannolunan şeyler ise, âlemin hâdisâtı ve acip mahlûkatıdır. İşte, enâniyetine itimad eden, zulümât-ı gaflete düşen, dalâlet karanlığına müptelâ olan adam, o vakıada evvelki halime benzer ki, o cep feneri hükmünde nâkıs ve dalâlet-âlûd malûmatla, zaman-ı maziyi bir mezar-ı ekber suretinde ve adem-âlûd bir zulümat içinde görüyor. İstikbali, gayet fırtınalı ve tesadüfe bağlı bir vahşetgâh gösterir. Hem, herbirisi bir Hakîm-i Rahîmin birer memur-u musahharı olan hâdisat ve mevcudatı, muzır birer canavar hükmünde bildirir,
Eğer hidayet-i İlâhiye yetişse, iman kalbine girse, nefsin firavuniyeti kırılsa, kitabullahı dinlese, o vakıada ikinci halime benzeyecek. O vakit, birden kâinat bir gündüz rengini alır, nur-u İlâhî ile dolar. Âlem
اَللهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ 3
âyetini okur. O vakit, zaman-ı mazi, bir mezar-ı ekber değil, belki herbir asrı bir nebînin veya evliyanın taht-ı riyasetinde vazife-i ubûdiyeti ifa eden ervâh-ı sâfiye cemaatlerinin, vazife-i hayatlarını bitirmekle Allahu ekber diyerek makamât-ı âliyeye
Dipnot-1
“Allah, iman edenlerin dostu ve yardımcısıdır; onları inkâr karanlıklarından kurtarıp hidayet nuruna kavuşturur.” Bakara Sûresi, 2:257.
Dipnot-2
“İnkâr edenlerin dostu ise tâğutlarıdır; onları iman nurundan mahrum bırakıp inkâr karanlıklarına sürüklerler.” Bakara Sûresi, 2:257.
Dipnot-3
“Allah göklerin ve yerin nurudur.” Nur Sûresi, 24:35.
acîp: şaşırtıcı adem-âlûd: yoklukla karışık âhir-i hayat: hayatın sonu (bk. e-ḫ-r; ḥ-y-y) âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m) âlem-i arz: dünya âlemi (bk. a-l-m) âlem-i berzah: kabir âlemi (bk. a-l-m) Allahu ekber: Allah en büyüktür (bk. k-b-r) dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l) dalâlet-âlûd: sapkınlık ve inançsızlıkla karışık (bk. ḍ-l-l) enâniyet: benlik enaniyet-i insaniye: insanın benliği ervâh-ı sâfiye: temiz ruhlar (bk. r-v-ḥ; ṣ-f-y) evliya: Allah dostu, veli (bk. v-l-y) evvelki: önceki firavuniyet: kendisini Firavun gibi ilâh seviyesine çıkaracak derecede büyük görme hâdisât: olaylar (bk. ḥ-d-s̱)
Hakîm-i Rahîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan, rahmeti herşeyi kuşatan Allah (bk. ḥ-k-m; r-ḥ-m) hidayet-i İlâhiye: Allah’ın doğru yola erdirmesi (bk. h-d-y; e-l-h) hodbin: bencil ifa etmek: yerine getirmek istikbal: gelecek zaman itimad: güvenme kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kitabullah: Allah’ın kitabı (bk. k-t-b) mahluk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ) malûmat: bilgiler (bk. a-l-m) mazhar: eriştirme (bk. ẓ-h-r) mebde-i hayat: hayatın başlangıcı (bk. ḥ-y-y) memur-u musahhar: emre itaat eden memur mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d) mezar-ı ekber: çok büyük mezar (bk. k-b-r)
müptelâ: bağımlı muzır: zararlı nâkıs: eksik nebî: peygamber (bk. n-b-e) nefis: insanı kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s) nur-u İlâhî: Allah’ın nuru (bk. n-v-r; e-l-h) suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r) taht-ı riyasetinde: başkanlığında vahşetgâh: vahşet yeri vahy-i semâvî: Allah’ın peygamberlerine vahyettiği şeyler, din (bk. v-ḥ-y; s-m-v) vakıa: olay vazife-i hayat: hayat vazifesi (bk. ḥ-y-y) vazife-i ubûdiyet: kulluk vazifesi (bk. a-b-d) zaman-ı mazi: geçmiş zaman zulümat: karanlıklar (bk. ẓ-l-m) zulümât-ı gaflet: gaflet karanlıkları (bk. ẓ-l-m; ğ-f-l)
uçmalarını ve müstakbel tarafına geçmelerini kalb gözüyle görür. Sol tarafına bakar ki, dağlar misal bazı inkılâbât-ı berzahiye ve uhreviye arkalarında, Cennetin bağlarındaki saadet saraylarında kurulmuş bir ziyafet-i Rahmâniyeyi, o nur-u imanla uzaktan uzağa fark eder. Ve fırtına ve zelzele, tâun gibi hadiseleri, birer musahhar memur bilir. Bahar fırtınası ve yağmur gibi hâdisâtı, sureten haşin, mânen çok lâtif hikmetlere medar görüyor. Hattâ, mevti, hayat-ı ebediyenin mukaddimesi ve kabri, saadet-i ebediyenin kapısı görüyor. Daha sair cihetleri sen kıyas eyle; hakikati, temsile tatbik et.
berzah: kabir âlemi Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) cihet: yön dağlarvâri: dağlar gibi dest-i kudret: Allah’ın kudret eli (bk. ḳ-d-r) dua-yı fiilî: fiilî dua, gerekli şartları ve sebepleri yerine getirme (bk. d-a-v; f-a-l) esbab: sebepler (bk. s-b-b) esfel-i sâfilîn: aşağıların en aşağısı hâdisat: olaylar (bk. ḥ-d-s̱) hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) haşin: kırıcı, sert hayat-ı ebediye: sonsuz hayat (bk. ḥ-y-y; e-b-d) hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) iktiza: gerektirme inkılâbât-ı berzahiye ve uhreviye: kabir ve âhiret âlemlerinde meydana gelen büyük değişiklikler (bk. e-ḫ-r)
istirahat: dinlenme Kadîr-i Mutlak: sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ) kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kemâl-i emniyet: tam bir emniyet (bk. k-m-l; e-m-n) lâtif: lütuf içeren, hoş, güzel (bk. l-ṭ-f) makamât-ı âliye: yüce makamlar mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y) medar: sebep, vesile mevt: ölüm (bk. m-v-t) minnettar olmak: şükran duymak misal: örnek (bk. m-s̱-l) mukaddime: başlangıç, giriş (bk. ḳ-d-m) musahhar: boyun eğen, uysal müsebbebat: sebeplerin sonuçları (bk. s-b-b) müstakbel: gelecek zaman nevi: tür, çeşit nezaret etme: gözetme (bk. n-ẓ-r) nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r) nur-u iman: iman nuru (bk. n-v-r; e-m-n) riayet etmek: uymak saadet: mutluluk saadet-i dâreyn: dünya ve âhiret mutluluğu
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d) sair: diğer sefine: gemi sefine-i hayat: hayat gemisi (bk. ḥ-y-y) seyran etmek: seyretmek sureten: görünüşte (bk. ṣ-v-r) tatbik: uygulama tâun: veba, bulaşıcı ve ölümcül hastalık tazyikat: baskılar, sıkıştırmalar telâkki etmek: kabul etmek temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l) teşebbüs: başvurma tevekkeltü alâllah: “Allah’a tevekkül ettim, dayandım” (bk. v-k-l) tevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme (bk. v-k-l) tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d) yed-i kudret: Allah’ın kudret eli (bk. ḳ-d-r) ziyafet-i Rahmâniye: Allah’ın sonsuz rahmetiyle kullarına sunduğu ziyafetler (bk. r-ḥ-m)
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, Birinci Mebhas, İkinci Nokta, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
“And olsun ki, Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonra da onu en aşağı seviyeye indirdik – ancak iman eden ve güzel işler yapanlar müstesna.” Tîn Sûresi, 95:4-6. – Cumartesi Dersleri 23. 1. 1.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Ey bedbaht nefsim! Acaba ömrün ebedî midir? Hiç kat’î senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Birinci Söz Birinci Makam Birinci İkaz.
Ey bedbaht nefsim! Acaba ömrün ebedî midir Hiç kat’î senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın – Cumartesi Dersleri 21. 1.
BİR ZAMAN sinnen, cismen, rütbeten büyük bir adam bana dedi: “Namaz iyidir. Fakat hergün, hergün beşer defa kılmak çoktur. Bitmediğinden usanç veriyor.”
O zâtın o sözünden hayli zaman geçtikten sonra, nefsimi dinledim. İşittim ki, aynı sözleri söylüyor. Ve ona baktım, gördüm ki, tembellik kulağıyla şeytandan aynı dersi alıyor. O vakit anladım: O zat o sözü bütün nüfus-u emmârenin namına söylemiş gibidir veya söylettirilmiştir. O zaman ben dahi dedim: Madem nefsim emmâredir. Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez. Öyle ise nefsimden başlarım.
Dedim: Ey nefis! Cehl-i mürekkep içinde, tembellik döşeğinde, gaflet uykusunda söylediğin şu söze mukabil, Beş İkazı benden işit.
BİRİNCİ İKAZ
Ey bedbaht nefsim! Acaba ömrün ebedî midir? Hiç kat’î senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?
Sana usanç veren, tevehhüm-ü ebediyettir. Keyif için, ebedî dünyada kalacak gibi nazlanıyorsun. Eğer anlasaydın ki ömrün azdır, hem faidesiz gidiyor; elbette onun yirmi dörtten birisini, hakikî bir hayat-ı ebediyenin saadetine medar olacak bir güzel ve hoş ve rahat ve rahmet bir hizmete sarf etmek, usanmak şöyle dursun, belki ciddî bir iştiyak ve hoş bir zevki tahrike sebep olur.
Dipnot-1
“Şüphesiz ki namaz, mü’minler üzerine belli vakitler için farz olarak yazılmıştır.” Nisâ Sûresi, 4:103.
hayat-ı ebediye: sonsuz hayat (bk. ḥ-y-y; e-b-d) iştiyak: çok kuvvetli arzu ve istek ıslah: iyileştirme, düzeltme (bk. ṣ-l-ḥ) kat’î: kesin medar: vesile, dayanak mukabil: karşılık nefis: kişinin kendisi; insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu (bk. n-f-s)
nüfûs-u emmâre: kötülüğü emreden nefisler (bk. n-f-s) saadet: mutluluk sinnen: yaş itibarıyla tahrik: harekete geçirme tevehhüm-ü ebediyet: sonsuza kadar yaşayacağını sanmak (bk. e-b-d)
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Birinci Söz, Birinci Makam, Birinci İkaz, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.