İnsan, kâinatın ekser envâına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyâcâtı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi, Cemîl-i Zülcelâli de görmeye müştaktır. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 1.

İnsan, kâinatın ekser envâına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyâcâtı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi, Cemîl-i Zülcelâli de görmeye müştaktır. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 1.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“İnsan, kâinatın ekser envâına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyâcâtı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi, Cemîl-i Zülcelâli de görmeye müştaktır.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Üçüncü Söz İkinci Mebhas Birinci Nükte.

İnsan, kâinatın ekser envâına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyâcâtı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi, Cemîl-i Zülcelâli de görmeye müştaktır. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 1.
İnsan, kâinatın ekser envâına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyâcâtı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi, Cemîl-i Zülcelâli de görmeye müştaktır. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 1.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Üçüncü Söz

İkinci Mebhas

İnsanın saadet ve şekavetine medar Beş Nükteden ibarettir.

İNSAN ahsen-i takvimde yaratıldığı ve ona gayet cami’ bir istidat verildiği için, esfel-i sâfilînden tâ âlâ-yı illiyyîne, ferşten tâ Arşa, zerreden tâ şemse kadar dizilmiş olan makamâta, merâtibe, derecâta, derekâta girebilir ve düşebilir (1) bir meydan-ı imtihana atılmış, nihayetsiz sukut ve suûda giden iki yol onun önünde açılmış bir mu’cize-i kudret ve netice-i hilkat ve acube-i san’at olarak şu dünyaya gönderilmiştir. İşte, insanın şu dehşetli terakkî ve tedennîsinin sırrını Beş Nüktede beyan edeceğiz.

BİRİNCİ NÜKTE

İnsan, kâinatın ekser envâına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyâcâtı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi, Cemîl-i Zülcelâli de görmeye müştaktır. Başka bir menzilde duran bir sevdiğini ziyaret etmek için o menzilin kapısını açmaya muhtaç olduğu gibi; berzaha göçmüş yüzde doksan dokuz ahbabını ziyaret etmek ve firâk-ı ebedîden kurtulmak için, koca dünyanın kapısını kapayacak ve bir mahşer-i acaip olan âhiret kapısını açacak, dünyayı kaldırıp âhireti yerine kuracak ve koyacak bir Kadîr-i Mutlakın dergâhına ilticaya muhtaçtır.

İşte, şu vaziyette bir insana hakikî mâbud olacak, yalnız, herşeyin dizgini elinde, herşeyin hazinesi yanında, herşeyin yanında nâzır, her mekânda hazır, mekândan münezzeh, aczden müberrâ, kusurdan mukaddes, nakstan muallâ bir


Dipnot-1

bk. Tîn Sûresi, 95:4-6.


acube-i san’at: san’at yönüyle hayret verici olan (bk. ṣ-n-a)
acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
ahbap: sevilenler, dostlar (bk. ḥ-b-b)
âhiret: öteki dünya (bk. e-ḫ-r)
ahsen-i takvim: insanın en güzel suret ve kıvamda yaratılmış olması (bk. ḥ-s-n)
âlâ-yı illiyyîn: yücelerin en yücesi
alâkadar: alâkalı, ilgili
âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m)
Arş: göğün en yüksek katı; Allah’ın büyüklüğünün ve yüceliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş)
berzah: kabir âlemi
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
cami’: kapsamlı (bk. c-m-a)
Cemîl-i Zülcelâl: heybet ve yücelik sahibi, güzelliği sonsuz olan Allah (bk. c-m-l; ẕü; c-l-l)
derecât: dereceler
derekât: aşağı mertebeler
dergâh: huzur, makam
ebed: sonsuzluk (bk. e-b-d)
ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
envâ: neviler, türler
esfel-i sâfilîn: aşağıların en aşağısı
ferş: yer
firâk-ı ebedî: sonsuz ayrılık (bk. f-r-ḳ; e-b-d)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
ihtiyâcât: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c)
iltica: sığınma
istidat: potansiyel kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
Kadîr-i Mutlak: sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
mâbud: ibadet edilen (bk. a-b-d)
mahşer-i acaip: hayret verici şeylerin toplandığı yer (bk. ḥ-ş-r)
makamât: dereceler, makamlar
mebhas: bölüm, konu
medar: sebep, vesile
menzil: ev, mekân (bk. n-z-l)
merâtib: mertebeler
meydan-ı imtihan: imtihan meydanı
muallâ: yüksek, yüce
müberrâ: arınmış, uzak
mucize-i kudret: Allah’ın kudret mu’cizesi (bk. a-c-z; ḳ-d-r)
mukaddes: kusur ve eksiklikten yüce, kutsal (bk. ḳ-d-s)
münezzeh: arınmış, yüce (bk. n-z-h)
müştak: arzulu, çok istekli
naks: noksanlık, eksiklik
nâzır: bakan, gözlemci (bk. n-ẓ-r)
netice-i hilkat: yaratılış neticesi (bk. ḫ-l-ḳ)
nihayetsiz: sınırsız
nükte: ince anlamlı söz
saadet: mutluluk
şekavet: mutsuzluk, sıkıntı
şems: güneş
sır: gizem, gizli gerçek
sukut: düşüş, alçalış
suûd: yükseliş
tedennî: gerileme, alçalma
terakkî: ilerleme, yükselme
zerre: atom

Kadîr-i Zülcelâl, bir Rahîm-i Zülcemâl, bir Hakîm-i Zülkemâl olabilir. Çünkü, nihayetsiz hâcât-ı insaniyeyi ifa edecek, ancak nihayetsiz bir kudret ve muhit bir ilim sahibi olabilir. Öyle ise, mâbudiyete lâyık yalnız O’dur.

İşte, ey insan! Eğer yalnız Ona abd olsan, bütün mahlûkat üstünde bir mevki kazanırsın. Eğer ubûdiyetten istinkâf etsen, âciz mahlûkata zelil bir abd olursun. Eğer enâniyetine ve iktidarına güvenip, tevekkül ve duayı bırakıp, tekebbür ve dâvâya sapsan, o vakit iyilik ve icad cihetinde arı ve karıncadan daha aşağı, örümcek ve sinekten daha zayıf düşersin; şer ve tahrip cihetinde dağdan daha ağır, tâundan daha muzır olursun.

Evet, ey insan, sende iki cihet var: Birisi, icad ve vücut ve hayır ve müsbet ve fiil cihetidir. Diğeri, tahrip, adem, şer, nefy, infial cihetidir. Birinci cihet itibarıyla arıdan, serçeden aşağı, sinekten, örümcekten daha zayıfsın. İkinci cihet itibarıyla dağ, yer, göklerden geçersin. Onların çekindiği ve izhar-ı acz ettikleri bir yükü kaldırırsın. Onlardan daha geniş, daha büyük bir daire alırsın. Çünkü sen iyilik ve icad ettiğin vakit, yalnız vüs’atin nisbetinde, elin ulaşacak derecede, kuvvetin yetişecek mertebede iyilik ve icad edebilirsin. Eğer fenalık ve tahrip etsen, o vakit fenalığın tecavüz ve tahribin intişar eder.

Meselâ küfür bir fenalıktır, bir tahriptir, bir adem-i tasdiktir. Fakat o tek seyyie, bütün kâinatın tahkirini ve bütün esmâ-i İlâhiyenin tezyifini, bütün insaniyetin terzilini tazammun eder. Çünkü şu mevcudatın âli bir makamı, ehemmiyetli bir vazifesi vardır. Zira onlar mektubât-ı Rabbâniye ve merâyâ-yı Sübhâhiye ve memurîn-i İlâhiyedirler. Küfür ise, onları âyinedarlık ve vazifedarlık ve mânidarlık makamından düşürüp, abesiyet ve tesadüfün oyuncağı derekesine ve zevâl ve firâkın tahribiyle çabuk bozulup değişen mevadd-ı fâniyeye ve


abd: kul (bk. a-b-d)
abesiyet: faydasız ve gayesiz oluş
âciz: güçsüz, zavallı (bk. a-c-z)
adem: yokluk
adem-i tasdik: doğruyu kabul etmeme, tasdik etmeme (bk. ṣ-d-ḳ)
âli: yüksek, yüce
âyinedarlık: aynalık, ayna tutucu
cihet: yön, taraf
dâvâ: iddia
dereke: aşağı derece
enâniyet: benlik, gurur
esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)
fenâlık: kötülük (bk. f-n-y)
fiil: hareket, iş, etki (bk. f-a-l)
firâk: ayrılık (bk. f-r-ḳ)
hâcât-ı insaniye: insanın ihtiyaçları (bk. ḥ-v-c)
Hakîm-i Zülkemâl: sonsuz mükemmellik sahibi, herşeyi hikmetle yaratan Allah (bk. ḥ-k-m; ẕü; k-m-l)
hayır: iyilik (bk. ḫ-y-r)
icad: yapma, meydana getirme (bk. v-c-d)
ifa etme: yerine getirme
iktidar: güç, kudret (bk. ḳ-d-r)
infial: fiilden etkilenme, bir tesirin gücü altında hareket etme (bk. f-a-l)
insaniyet: insanlık
intişar: yayılma
istinkâf: kabul etmeme, çekimserlik
izhar-ı acz: âcizliğini ortaya koyma (bk. ẓ-h-r; a-c-z)
Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
küfür: inkâr, inançsızlık (bk. k-f-r)
mâbudiyet: ibadet edilmeye layık olma (bk. a-b-d)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
mânidarlık: anlamlılık (bk. a-n-y)
mektubât-ı Rabbâniye: Allah’ın birer mektup gibi yazdığı ve san’atla yarattığı eserler, varlıklar (bk. k-t-b; r-b-b)
memurîn-i İlâhiye: Allah’ın emriyle hareket eden memurlar (bk. e-l-h)
merâyâ-yı Sübhâniye: Allah’ın isim ve sıfatlarını gösteren aynalar, varlıklar (bk. s-b-ḥ)
mevadd-ı fâniye: geçici maddeler (bk. f-n-y)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
muhit: herşeyi kuşatan, kapsamlı
müsbet: olumlu
muzır: zararlı
nefy: olumsuzluk
nihayetsiz: sınırsız
nisbet: ölçü (bk. n-s-b)
Rahîm-i Zülcemâl: güzelliği ve rahmeti sınırsız olan Allah (bk. r-ḥ-m; ẕü; c-m-l)
şer: kötülük
seyyie: kötülük, günah
tahkir: hakaret, aşağılama
tahrip: yıkıp bozma, yok etme
tâun: salgın ve ölümcül hastalık
tazammun: içine alma, içerme
tecavüz: haddi aşma, ileri gitme
tekebbür: büyüklenme, gururlanma (bk. k-b-r)
terzil: rezil ve alçak gösterme
tesadüf: rastlantı
tevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme (bk. v-k-l)
tezyif: hakaret, küçük düşürme
ubûdiyet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)
vücud: varlık (bk. v-c-d)
vüs’at: genişlik
zelil: alçak
zevâl: geçip gitme (bk. z-v-l)

ehemmiyetsizlik, kıymetsizlik, hiçlik mertebesine indirdiği gibi; bütün kâinatta ve mevcudatın âyinelerinde nakışları ve cilveleri ve cemâlleri görünen esmâ-i İlâhiyeyi inkâr ile tezyif eder. Ve insanlık denilen, bütün esmâ-i kudsiye-i İlâhiyenin cilvelerini güzelce ilân eden bir kaside-i manzume-i hikmet ve bir şecere-i bâkiyenin cihâzâtını cami’ çekirdek-misal bir mu’cize-i kudret-i bâhire ve emanet-i kübrâyı uhdesine almakla yer, gök, dağa tefevvuk eden ve melâikeye karşı rüçhâniyet kazanan bir sahib-i mertebe-i hilâfet-i arziyeyi, en zelil bir hayvan-ı fâni-i zâilden daha zelil, daha zayıf, daha âciz, daha fakir bir derekeye atar ve mânâsız, karma karışık, çabuk bozulur bir âdi levha derekesine indirir.

Elhasıl: Nefs-i emmâre, tahrip ve şer cihetinde nihayetsiz cinayet işleyebilir. Fakat icad ve hayırda iktidarı pek azdır ve cüz’îdir. Evet, bir haneyi bir günde harap eder, yüz günde yapamaz. Lâkin, eğer enâniyeti bıraksa, hayrı ve vücudu tevfik-i İlâhiyeden istese, şer ve tahripten ve nefse itimattan vazgeçse, istiğfar ederek tam abd olsa, o vakit

 يُبَدِّلُ اللهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ 

sırrına mazhar olur. Ondaki nihayetsiz kabiliyet-i şer, nihayetsiz kabiliyet-i hayra inkılâb eder. Ahsen-i takvim kıymetini alır, âlâ-yı illiyyîne çıkar.

İşte, ey gafil insan! Bak Cenab-ı Hakkın fazlına ve keremine: Seyyieyi bir iken bin yazmak, haseneyi bir yazmak veya hiç yazmamak adalet olduğu halde, bir seyyieyi bir yazar; bir haseneyi on, bazan yetmiş, bazan yedi yüz, bazan yedi bin yazar. Hem şu Nükteden anla ki, o müthiş Cehenneme girmek ceza-yı ameldir, ayn-ı adldir; fakat Cennete girmek mahz-ı fazldır.


Dipnot-1

“Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir.” Furkan Sûresi, 25:70.


abd: kul (bk. a-b-d)
âciz: güçsüz, zayıf (bk. a-c-z)
âdi: değersiz, basit
ahsen-i takvim: insanın en güzel bir şekilde ve tam kıvamında yaratılması (bk. ḥ-s-n)
âlâ-yı illiyyîn: yücelerin en yücesi
âyine: ayna
ayn-ı adl: adeletin ta kendisi (bk. a-d-l)
cami’: içine alan, kapsayan (bk. c-m-a)
çekirdek-misal: çekirdek gibi (bk. m-s̱-l)
cemâl: güzellik (bk. c-m-l)
ceza-yı amel: amelin cezası
cihâzât: cihazlar, donanım
cihet: yön, taraf
cilve: yansıma, akis (bk. c-l-y)
cüz’î: az, küçük (bk. c-z-e)
dereke: aşağı derece
ehemmiyetsizlik: önemsizlik
elhasıl: özetle, sonuç olarak
emanet-i kübrâ: en büyük emânet, halifelik (bk. e-m-n; k-b-r)
enâniyet: benlik, gurur
esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)
esmâ-i kudsiye-i İlâhiye: Allah’ın her türlü kusur ve noksandan uzak isimleri (bk. s-m-v; ḳ-d-s; e-l-h)
fazl: cömertlik, ihsan (bk. f-ḍ-l)
gafil: duyarsız, sorumsuz, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan (bk. ğ-f-l)
hane: ev
harap etme: yıkma, yok etme
hasene: iyilik (bk. ḥ-s-n)
hayır: iyilik (bk. ḫ-y-r)
hayvan-ı fâni-i zâil: yok olup giden hayvan (bk. ḥ-y-y; f-n-y; z-v-l)
icad: yapma, meydana getirme (bk. v-c-d)
inkılâb etmek: dönüşmek
istiğfar: Allah’tan bağışlanma dileme (bk. ğ-f-r)
itimat: güvenme
kabiliyet-i hayr: hayır kabiliyeti (bk. a-d-d; ḫ-y-r)
kabiliyet-i şer: kötülük kabiliyeti (bk. a-d-d)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kaside-i manzume-i hikmet: hikmetle ve düzenli bir şekilde yazılmış kaside, şiir (bk. n-ẓ-m; ḥ-k-m)
kerem: ikram, iyilik, bağış (bk. k-r-m)
kıymetsizlik: değersizlik
lâkin: fakat
mahz-ı fazl: iyilik ve bağışın ta kendisi (bk. f-ḍ-l)
mazhar: erişme, nail olma (bk. ẓ-h-r)
melâike: melekler (bk. m-l-k)
mertebe: derece
mevcudât: varlıklar (bk. v-c-d)
mucize-i kudret-i bâhire: ap açık kudret mucizesi (bk. a-c-z; ḳ-d-r)
nakış: işleme, süsleme (bk. n-ḳ-ş)
nefs-i emmâre: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden güç (bk. n-f-s)
nihayetsiz: sınırsız
nükte: ince ve derin mânâ
rüçhâniyet: üstünlük
sahib-i mertebe-i hilâfet-i arziye: yeryüzü halifeliğinin mertebesinin sahibi (bk. ḫ-l-f)
şecere-i bâkiye: devamlı ve kalıcı ağaç (bk. b-ḳ-y)
şer: kötülük
seyyie: kötülük
tahrip: bozup yıkma
tefevvuk: üstün gelme
tevfik-i İlâhiye: Allah’ın yardımı (bk. e-l-h)
tezyif: hakaret, küçük düşürme
uhde: üstüne alma, sorumluluk
vücud: varlık (bk. v-c-d)
zelil: aşağı, alçak

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, İkinci Mebhas, Birinci Nükte, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.428

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ucuncu-soz/428


CUMARTESİ DERSLERİ

Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var - De ki “Kulluğunuz ve niyazınız olmasa Allah size ne diye değer versin! (Furkân Sûresi 2577), Bana dua edin, size cevap vereyim. (Mü'min Sûresi, 4060.) - Cumaretsi Dersleri 23. 1. 5.
Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var – De ki “Kulluğunuz ve niyazınız olmasa Allah size ne diye değer versin! (Furkân Sûresi 2577), Bana dua edin, size cevap vereyim. (Mü’min Sûresi, 4060.) – Cumaretsi Dersleri 23. 1. 5.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Hazret-i Âdem aleyhisselâmın dâvâ-yı hilâfet-i kübrâda mu’cize-i kübrâsı, tâlim-i esmâdır. – Cumartesi Dersleri 20. 10.

Hazret-i Âdem aleyhisselâmın dâvâ-yı hilâfet-i kübrâda mu'cize-i kübrâsı, tâlim-i esmâdır. - Cumartesi Dersleri 20. 10.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Hazret-i Âdem aleyhisselâmın dâvâ-yı hilâfet-i kübrâda mu’cize-i kübrâsı, tâlim-i esmâdır” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden Yirminci Sözün İkinci Makamının devamı.

Hazret-i Âdem aleyhisselâmın dâvâ-yı hilâfet-i kübrâda mu'cize-i kübrâsı, tâlim-i esmâdır. - Cumartesi Dersleri 20. 10.
Hazret-i Âdem aleyhisselâmın dâvâ-yı hilâfet-i kübrâda mu’cize-i kübrâsı, tâlim-i esmâdır. – Cumartesi Dersleri 20. 10.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirminci Sözün İkinci Makamı

Mu’cizât-ı enbiya yüzünde parlayan bir lem’a-i i’câz-ı Kur’ân

Hem meselâ

 وَعَلَّمَ اٰدَمَ اْلاَسْمَۤاءَ كُلَّهَا 1

 “Hazret-i Âdem aleyhisselâmın dâvâ-yı hilâfet-i kübrâda mu’cize-i kübrâsı, tâlim-i esmâdır” diyor. İşte, sair enbiyanın mu’cizeleri birer hususî harika-i beşeriyeye remzettiği gibi, bütün enbiyanın pederi ve divan-ı nübüvvetin fâtihası olan Hazret-i Âdem aleyhisselâmın mu’cizesi, umum kemâlât ve terakkiyât-ı beşeriyenin nihayetlerine ve en ileri hedeflerine, sarahate yakın işaret ediyor.

Cenâb-ı Hak (celle celâlühü) mânen şu âyetin lisan-ı işaretiyle diyor ki: “Ey benî Âdem! Sizin pederinize, melâikelere karşı hilâfet dâvâsında rüçhaniyetine hüccet olarak, bütün esmâyı tâlim ettiğimden; siz dahi, madem onun evlâdı ve vâris-i istidadısınız, bütün esmâyı taallüm edip, mertebe-i emanet-i kübrâda, bütün mahlûkata karşı rüçhaniyetinize liyakatinizi göstermek gerektir. Zira kâinat içinde, bütün mahlûkat üstünde, en yüksek makamâta gitmek ve zemin gibi büyük mahlûkatlar size musahhar olmak gibi mertebe-i âliyeye size yol açıktır. Haydi, ileri atılınız ve birer ismime yapışınız, çıkınız.

“Fakat sizin pederiniz bir defa Şeytana aldandı, Cennet gibi bir makamdan rû-yi zemine muvakkaten sukut etti. Sakın siz de terakkiyâtınızda Şeytana uyup hikmet-i İlâhiyenin semâvâtından tabiat dalâletine sukuta vasıta yapmayınız. Vakit be vakit başınızı kaldırıp Esmâ-i Hüsnâma dikkat ederek, o semâvâta uruc etmek için fünununuzu ve terakkiyâtınızı merdiven yapınız. Tâ fünun ve kemâlâtınızın menbaları ve hakikatleri olan esmâ-i Rabbâniyeme çıkasınız ve o esmânın dürbünüyle, kalbinizle Rabbinize bakasınız.”


Dipnot-1

“Âdem’e bütün isimleri öğretti.” Bakara Sûresi, 2:31.


Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
benî Âdem: Âdemoğulları, insanlar
celle celâlühü: Allah’ın şanı yücedir
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
dâvâ-yı hilâfet-i kübrâ: büyük halifelik dâvâsı (bk. ḫ-l-f; k-b-r)
divan-ı nübüvvet: peygamberlik divanı (bk. n-b-e)
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)
esmâ-i Rabbâniye: Rabbânî isimler (bk. s-m-v; r-b-b)
fâtiha: başlangıç
fünun: fenler, ilimler
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
harika-i beşeriye: insanlık harikası
Hazret-i Âdem: (bk. bilgiler)
hikmet-i ilâhiye: Allah’ın herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratması (bk. ḥ-k-m; e-l-h)
hilâfet: halifelik (bk. ḫ-l-f)
hüccet: delil
hususî: özel
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kemâlât: mükemmellikler, kusursuzluklar, faziletler (bk. k-m-l)
lisan-ı işaret: işaret dili
liyakat: layık olma
mahlûkat: yaratılmışlar (bk. ḫ-l-ḳ)
makamât: makamlar
mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)
melâike: melekler (bk. m-l-k)
menba: kaynak
mertebe-i âliye: yüce mertebe
mertebe-i emanet-i kübrâ: en büyük emanet mertebesi, halifelik (bk. e-m-n; k-b-r)
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
mu’cize-i kübrâ: en büyük mu’cize (bk. a-c-z; k-b-r)
musahhar olmak: boyun eğmek
muvakkaten: geçici olarak
nihayet: son
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)
remzetmek: işaret etmek
rû-yi zemin: yeryüzü
rüçhaniyet: üstünlük
sair: diğer
sarahat: açıklık
semâvât: yücelikler (bk. s-m-v)
sukut etmek: düşmek
taallüm: öğrenme (bk. a-l-m)
tabiat: doğa, canlı cansız varlıklar; maddî âlem (bk. ṭ-b-a)
talim: öğretme (bk. a-l-m)
tâlim-i esmâ: Hz. Âdem’e Allah tarafından isimlerin öğretilmesi (bk. a-l-m; s-m-v)
terakkiyât: terakkiler, ilerlemeler
terakkiyât-ı beşeriye: insanlığa ait terakkiler, ilerlemeler
umum: bütün
uruc etmek: yükselmek (bk. a-r-c)
vakit be vakit: zaman zaman
vâris-i istidad: kabiliyetin mirasçısı (bk. a-d-d)
zemin: yeryüzü

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirminci Söz, İkinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.354

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirminci-soz/ikinci-makam/354


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı

13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret

12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas

12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas

12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas

11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2

10.16. Onuncu Söz Hatime

10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat

10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat

10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat

10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat

10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat

10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat

10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat

10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat

10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat

10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat

10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat

10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat

10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .

10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret

10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler

9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte

9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler

8. Sekizinci Söz

7. Yedinci Söz

6. Altıncı Söz

5. Beşinci Söz

4. Dördüncü Söz

3. Üçüncü Söz

2. İkinci Söz

1. Birinci Söz


“Biz dağları onun emrine verdik ki, akşam sabah onunla beraber tesbih ederlerdi.” Sâd Sûresi, 38:18 “Bize kuşların dili öğretildi.” Neml Sûresi, 27:16 – Cumartesi Dersleri 20. 8.

"Biz dağları onun emrine verdik ki, akşam sabah onunla beraber tesbih ederlerdi." Sâd Sûresi, 38:18 "Bize kuşların dili öğretildi." Neml Sûresi, 27:16 - Cumartesi Dersleri 20. 8.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Biz dağları onun emrine verdik ki, akşam sabah onunla beraber tesbih ederlerdi.” (Sâd Sûresi, 38:18) “Bize kuşların dili öğretildi.” (Neml Sûresi, 27:16) ayetlerinin tefsiri ve açıklaması işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden Yirminci Söz İkinci Makamın devamı.

Hazret-i Dâvud aleyhisselâmın mu’cizelerine dair “Biz dağları onun emrine verdik ki, akşam sabah onunla beraber tesbih ederlerdi.” (Sâd Sûresi, 38:18) “Ey dağlar ve kuşlar, Dâvud’la beraber tesbih edin’ dedik. Demiri de onun için yumuşattık.” (Sebe’ Sûresi, 34:10) “Bize kuşların dili öğretildi.” (Neml Sûresi, 27:16) âyetler delâlet ediyor ki, Cenâb-ı Hak, Hazret-i Dâvud aleyhisselâmın tesbihatına öyle bir kuvvet ve yüksek bir ses ve hoş bir eda vermiştir ki, dağları vecde getirip, birer muazzam fonoğraf misillü ve birer insan gibi, bir serzâkirin ertafında ufkî halka tutup bir daire olarak tesbihat ediyorlardı.

"Biz dağları onun emrine verdik ki, akşam sabah onunla beraber tesbih ederlerdi." Sâd Sûresi, 38:18 "Bize kuşların dili öğretildi." Neml Sûresi, 27:16 - Cumartesi Dersleri 20. 8.
“Biz dağları onun emrine verdik ki, akşam sabah onunla beraber tesbih ederlerdi.” Sâd Sûresi, 38:18 “Bize kuşların dili öğretildi.” Neml Sûresi, 27:16 – Cumartesi Dersleri 20. 8.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirminci Sözün İkinci Makamı

Mu’cizât-ı enbiya yüzünde parlayan bir lem’a-i i’câz-ı Kur’ân

Hem meselâ, Hazret-i Dâvud aleyhisselâmın mu’cizelerine dair

اِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِىِّ وَاْلاِشْرَاقِ 1  

   يَا جِبَالُ اَوِّبىِ مَعَهُ وَالطَّيْرَ وَاَلَنَّا لَهُ الْحَدِيدَ 

 عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ     3

âyetler delâlet ediyor ki, Cenâb-ı Hak, Hazret-i Dâvud aleyhisselâmın tesbihatına öyle bir kuvvet ve yüksek bir ses ve hoş bir eda vermiştir ki, dağları vecde getirip, birer muazzam fonoğraf misillü ve birer insan gibi, bir serzâkirin ertafında ufkî halka tutup bir daire olarak tesbihat ediyorlardı. Acaba bu mümkün müdür, hakikat midir?

Evet, hakikattir. Mağaralı her dağ, her insanla ve insanın diliyle, papağan gibi konuşabilir. Çünkü, aksisada vasıtasıyla, dağın önünde sen “Elhamdülillâh” de; dağ da aynen senin gibi “Elhamdülillâh” diyecek. Madem bu kabiliyeti Cenâb-ı Hak dağlara ihsan etmiştir. Elbette, o kabiliyet inkişaf ettirilebilir ve o çekirdek sünbüllenir.

İşte, Hazret-i Dâvud aleyhisselâma, risaletiyle beraber hilâfet-i rû-yi zemini müstesna bir surette ona verdiğinden, o geniş risalet ve muazzam saltanata lâyık bir mu’cize olarak o kabiliyet çekirdeğini öyle inkişaf ettirmiş ki, çok büyük dağlar birer nefer, birer şakirt, birer mürid gibi Hazret-i Dâvud’a iktida edip onun lisanıyla, onun emriyle Hâlık-ı Zülcelâle tesbihat ediyorlardı. Hazret-i Dâvud aleyhisselâm ne söylese onlar da tekrar ediyorlardı. Nasıl ki, şimdi vesâit-i muhabere ve vesâil-i irtibatın kesret ve tekemmülü sebebiyle, haşmetli bir


Dipnot-1

“Biz dağları onun emrine verdik ki, akşam sabah onunla beraber tesbih ederlerdi.” Sâd Sûresi, 38:18.

Dipnot-2

“Ey dağlar ve kuşlar, Dâvud’la beraber tesbih edin’ dedik. Demiri de onun için yumuşattık.” Sebe’ Sûresi, 34:10.

Dipnot-3

“Bize kuşların dili öğretildi.” Neml Sûresi, 27:16.


aksisada: yankı
Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
delâlet: işaret etme, delil olma
eda: üslup, ifade
Elhamdülillah: hamd ve şükür yalnızca Allah’a mahsustur (bk. ḥ-m-d)
fonoğraf: Gramofonun ilk şekli, ses cihazı
fünun-u hafiye: gizli ilimler
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
haşmet: heybet, görkem
Hazret-i Dâvud: (bk. bilgiler)
hilâfet-i rû-yi zemin: yeryüzünde Allah’ın izni dairesinde ve Onun adına icraatta bulunma şeklinde insana verilen görev (bk. ḫ-l-f)
ihsan etmek: bağışlamak (bk. ḥ-s-n)
ihsas etmek: hissettirmek
iktida: uyma
inkişaf ettirmek: geliştirmek (bk. k-ş-f)
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
misillü: gibi (bk. m-s̱-l)
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
muazzam: büyük (bk. a-ẓ-m)
mürid: bir mürşidin talebesi (bk. r-v-d)
müstesna: seçkin
nefer: asker
nevi: çeşit, tür
risalet: peygamberlik (bk. r-s-l)
ruhaniyet: ruh özelliği (bk. r-v-ḥ)
şakirt: talebe
saltanat: egemenlik (bk. s-l-ṭ)
serzâkir: zikredenlerin başı
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
takarrüp etmek: yaklaşmak
tekemmül: mükemmelleşme (bk. k-m-l)
tesbihat: Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler (bk. s-b-ḥ)
ufkî: daire şeklinde
vecd: coşku
vesâil-i irtibat: iletişim araçları
vesâit-i muhabere: haberleşme araçları

kumandan, dağlara dağılan azîm ordusuna bir anda “Allahu ekber” dedirir ve o koca dağları konuşturur, velveleye getirir. Madem insanın bir kumandanı, dağları sekenelerinin lisanıyla mecazî olarak konuşturur. Elbette Cenâb-ı Hakkın haşmetli bir kumandanı, hakikî olarak konuşturur, tesbihat yaptırır.

Bununla beraber, her cebelin bir şahs-ı mânevîsi bulunduğunu ve ona münasip birer tesbih ve birer ibadeti olduğunu, eski Sözlerde beyan etmişiz. Demek her dağ, insanların lisanıyla aksisada sırrıyla tesbihat yaptıkları gibi, kendi elsine-i mahsusalarıyla dahi Hâlık-ı Zülcelâle tesbihatları vardır.

عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ     1

وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةً     

cümleleriyle, Hazret-i Dâvud ve Süleyman Aleyhimesselâma, kuşlar envâının lisanlarını, hem istidatlarının dillerini, yani hangi işe yaradıklarını onlara Cenâb-ı Hakkın ihsan ettiğini şu cümleler gösteriyorlar.

Evet, madem hakikattir. Madem rû-yi zemin bir sofra-ı Rahmândır; insanın şerefine kurulmuştur. Öyle ise, o sofradan istifade eden sair hayvanat ve tuyurun çoğu insana musahhar ve hizmetkâr olabilir. Nasıl ki en küçüklerinden balarısı ve ipekböceğini istihdam edip ilham-ı İlâhî ile azîm bir istifade yolunu açarak ve güvercinleri bazı işlerde istihdam ederek ve papağan misillü kuşları konuşturarak medeniyet-i beşeriyenin mehâsinine güzel şeyleri ilâve etmiştir. Öyle de, başka kuş ve hayvanların istidat dili bilinirse, çok taifeleri var ki, kardeşleri, hayvânât-ı ehliye gibi, birer mühim işte istihdam edilebilirler. Meselâ, çekirge âfetinin istilâsına karşı, çekirgeyi yemeden mahveden sığırcık kuşlarının dili bilinse ve harekâtı tanzim edilse, ne kadar faideli bir hizmette ücretsiz olarak istihdam edilebilir. İşte, kuşlardan şu nevi istifade ve teshiri ve telefon ve fonoğraf gibi câmidâtı konuşturmak ve tuyurdan istifade etmek, en müntehâ hududunu şu âyet çiziyor, en uzak hedefini tayin ediyor. En haşmetli suretine parmakla işaret ediyor ve bir nevi teşvik eder.


Dipnot-1

“Bize kuşların dilleri öğretildi.” Neml Sûresi, 27:16.

Dipnot-2

“Kuşlar da onun etrafında toplanırdı.” Sâd Sûresi, 38:19.


aksisada: yankı
Aleyhimesselâm: Allah’ın selâmı onların üzerine olsun (bk. s-l-m)
Allahu ekber: Allah en büyüktür (bk. k-b-r)
azîm: büyük (bk. a-ẓ-m)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
câmidât: cansız varlıklar
cebel: dağ
elsine-i mahsusa: özel lisanlar
envâ: çeşitler, türler
fonoğraf: Gromofonun ilk şekli, ses cihazı
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve her şeyin yaratıcısı olan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
harekât: hareketler
haşmet: heybet, görkem
hayvanat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hayvânât-ı ehliye: evcil hayvanlar
Hazret-i Dâvud: (bk. bilgiler)
Hazret-i Süleyman: (bk. bilgiler)
hizmetkâr: hizmetçi
ihsan etmek: bağışlamak (bk. ḥ-s-n)
ilham-ı İlâhî: Allah tarafından varlıklara verilmiş duygu (bk. e-l-h)
istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
istihdam etmek: çalıştırmak
lisan: dilmecazî: gerçek anlamı dışında, başka bir mânâda (bk. c-v-z)
medeniyet-i beşeriye: insanlık medeniyeti
mehâsin: güzellikler (bk. ḥ-s-n)
misillü: gibi (bk. m-s̱-l)
münasip: uygun (bk. n-s-b)
müntehâ: son
musahhar: boyun eğmiş
nevi: tür, çeşit
rû-yi zemin: yeryüzü
şahs-ı mânevî: mânevî kişilik (bk. a-n-y)
sair: diğer
sekene: sâkinler, yerleşmiş olanlar (bk. s-k-n)
sofra-ı Rahmân: Allah’ın sınırsız rahmetiyle kulları önüne serdiği sofra (bk. r-ḥ-m)
taife: topluluk
tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)
tesbih: Allah’ı, yüce şanına lâyık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
tesbihat: Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler (bk. s-b-ḥ)
teshir: boyun eğdirme
tuyur: kuşlar
velvele: gürültü

İşte, Cenâb-ı Hak, şu âyetlerin lisan-ı remziyle mânen diyor ki: “Ey insanlar! Bana tam abd olan bir hemcinsinize, onun nübüvvetinin ismetine ve saltanatının tam adaletine medar olmak için, mülkümdeki muazzam mahlûkatı ona musahhar edip konuşturuyorum ve cünûdumdan ve hayvânâtımdan çoğunu ona hizmetkâr veriyorum. Öyle ise, herbirinize de madem gök ve yer ve dağlar hamlinden çekindiği bir emanet-i kübrâyı1 tevdi etmişim, halife-i zemin olmak istidadını vermişim. Şu mahlûkatın da dizginleri kimin elindeyse, Ona râm olmanız lâzımdır—tâ Onun mülkündeki mahlûklar da size râm olabilsin ve onların dizginleri elinde olan Zâtın namına elde edebilseniz ve istidatlarınıza lâyık makama çıksanız.

“Madem hakikat böyledir. Mânâsız bir eğlence hükmünde olan fonoğraf işlettirmek, güvercinlerle oynamak, mektup postacılığı yapmak, papağanları konuşturmaya bedel, en hoş, en yüksek, en ulvî bir eğlence-i mâsumâneye çalış ki, dağlar sana Dâvudvâri birer muazzam fonoğraf olabilsin; ve hava-i nesimînin dokunmasıyla eşcar ve nebatattan birer tel-i musikî gibi nağamât-ı zikriye kulağına gelsin; ve dağ, binler dilleriyle tesbihat yapan bir acâibü’l-mahlûkat mahiyetini göstersin; ve ekser kuşlar, hüdhüd-ü Süleymânî gibi birer mûnis arkadaş veya mutî birer hizmetkâr suretini giysin. Hem seni eğlendirsin, hem müstaid olduğun kemâlâta da seni şevk ile sevk etsin. Öteki lehviyat gibi, insaniyetin iktiza ettiği makamdan seni düşürtmesin.”


abd: kul (bk. a-b-d)
acâibü’l-mahlûkat: yaratılmışların şaşırtıcı, hayret verici halleri (bk. ḫ-l-ḳ)
Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
belki: aslında, gerçekte
Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
cünûd: askerler
Dâvudvâri: Hz. Dâvud gibi
eğlence-i mâsumâne: mâsumca, günahsız eğlence
ekser: pek çok (bk. k-s̱-r)
emanet-i kübrâ: en büyük emanet, halifelik (bk. e-m-n; k-b-r)
emir tahtında: emir altında
esbâb-ı tabiiye: doğal sebepler (bk. s-b-b; ṭ-b-a)
eşcar: ağaçlar
fonoğraf: Gromofonun ilk şekli, ses cihazı
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
halife-i zemin: yeryüzü halifesi (bk. ḫ-l-f)
haml: yüklenme
hava-i nesimî: hoş ve hafif rüzgar havası
hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
Hazret-i İbrahim: (bk. bilgiler)
hizmetkâr: hizmetçi
hüdhüd-ü Süleymânî: Hz. Süleyman’ın haberleşme vasıtası olarak kullandığı kuş
iktiza etmek: gerektirmek
işaret-i lâtife: güzel, hoş işaret
ismet: günahsızlık, masumluk
istidat: kabiliyet (bk. a-d-d)
kemâlât: mükemmellikler (bk. k-m-l)
lehviyat: eğlenceler, oyunlar
lisan-ı remz: işaret dili
mahiyet: özellik, nitelik
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)
medar: sebep, vesile
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
muazzam: çok büyük (bk. a-ẓ-m)
mülk: hükmedilen yer, sahip olunan şey (bk. m-l-k)
mûnis: dost, canayakın
musahhar etmek: boyun eğdirmek
müstaid: istidatlı, kabiliyetli (bk. a-d-d)
mutî: itaat eden
nağamât-ı zikriye: zikir nağmeleri
nebatat: bitkiler
nübüvvet: peygamberlik (bk. n-b-e)
râm olmak: boyun eğmek
sair: diğer
saltanat: sultanlık, egemenlik (bk. s-l-ṭ)
şevk: şiddetli arzu ve istek
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
tabiat: doğallık, yaratılış (bk. ṭ-b-a)
tel-i musikî: musiki teli
tesbihat: Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler (bk. s-b-ḥ)tevdi etmek: emanet etmekulvî: yüce

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirminci Söz, İkinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.350

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirminci-soz/ikinci-makam/350


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı

13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret

12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas

12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas

12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas

11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2

10.16. Onuncu Söz Hatime

10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat

10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat

10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat

10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat

10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat

10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat

10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat

10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat

10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat

10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat

10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat

10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat

10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .

10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret

10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler

9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte

9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler

8. Sekizinci Söz

7. Yedinci Söz

6. Altıncı Söz

5. Beşinci Söz

4. Dördüncü Söz

3. Üçüncü Söz

2. İkinci Söz

1. Birinci Söz