“Biz dağları onun emrine verdik ki, akşam sabah onunla beraber tesbih ederlerdi.” Sâd Sûresi, 38:18 “Bize kuşların dili öğretildi.” Neml Sûresi, 27:16 – Cumartesi Dersleri 20. 8.

"Biz dağları onun emrine verdik ki, akşam sabah onunla beraber tesbih ederlerdi." Sâd Sûresi, 38:18 "Bize kuşların dili öğretildi." Neml Sûresi, 27:16 - Cumartesi Dersleri 20. 8.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Biz dağları onun emrine verdik ki, akşam sabah onunla beraber tesbih ederlerdi.” (Sâd Sûresi, 38:18) “Bize kuşların dili öğretildi.” (Neml Sûresi, 27:16) ayetlerinin tefsiri ve açıklaması işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden Yirminci Söz İkinci Makamın devamı.

Hazret-i Dâvud aleyhisselâmın mu’cizelerine dair “Biz dağları onun emrine verdik ki, akşam sabah onunla beraber tesbih ederlerdi.” (Sâd Sûresi, 38:18) “Ey dağlar ve kuşlar, Dâvud’la beraber tesbih edin’ dedik. Demiri de onun için yumuşattık.” (Sebe’ Sûresi, 34:10) “Bize kuşların dili öğretildi.” (Neml Sûresi, 27:16) âyetler delâlet ediyor ki, Cenâb-ı Hak, Hazret-i Dâvud aleyhisselâmın tesbihatına öyle bir kuvvet ve yüksek bir ses ve hoş bir eda vermiştir ki, dağları vecde getirip, birer muazzam fonoğraf misillü ve birer insan gibi, bir serzâkirin ertafında ufkî halka tutup bir daire olarak tesbihat ediyorlardı.

"Biz dağları onun emrine verdik ki, akşam sabah onunla beraber tesbih ederlerdi." Sâd Sûresi, 38:18 "Bize kuşların dili öğretildi." Neml Sûresi, 27:16 - Cumartesi Dersleri 20. 8.
“Biz dağları onun emrine verdik ki, akşam sabah onunla beraber tesbih ederlerdi.” Sâd Sûresi, 38:18 “Bize kuşların dili öğretildi.” Neml Sûresi, 27:16 – Cumartesi Dersleri 20. 8.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirminci Sözün İkinci Makamı

Mu’cizât-ı enbiya yüzünde parlayan bir lem’a-i i’câz-ı Kur’ân

Hem meselâ, Hazret-i Dâvud aleyhisselâmın mu’cizelerine dair

اِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِىِّ وَاْلاِشْرَاقِ 1  

   يَا جِبَالُ اَوِّبىِ مَعَهُ وَالطَّيْرَ وَاَلَنَّا لَهُ الْحَدِيدَ 

 عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ     3

âyetler delâlet ediyor ki, Cenâb-ı Hak, Hazret-i Dâvud aleyhisselâmın tesbihatına öyle bir kuvvet ve yüksek bir ses ve hoş bir eda vermiştir ki, dağları vecde getirip, birer muazzam fonoğraf misillü ve birer insan gibi, bir serzâkirin ertafında ufkî halka tutup bir daire olarak tesbihat ediyorlardı. Acaba bu mümkün müdür, hakikat midir?

Evet, hakikattir. Mağaralı her dağ, her insanla ve insanın diliyle, papağan gibi konuşabilir. Çünkü, aksisada vasıtasıyla, dağın önünde sen “Elhamdülillâh” de; dağ da aynen senin gibi “Elhamdülillâh” diyecek. Madem bu kabiliyeti Cenâb-ı Hak dağlara ihsan etmiştir. Elbette, o kabiliyet inkişaf ettirilebilir ve o çekirdek sünbüllenir.

İşte, Hazret-i Dâvud aleyhisselâma, risaletiyle beraber hilâfet-i rû-yi zemini müstesna bir surette ona verdiğinden, o geniş risalet ve muazzam saltanata lâyık bir mu’cize olarak o kabiliyet çekirdeğini öyle inkişaf ettirmiş ki, çok büyük dağlar birer nefer, birer şakirt, birer mürid gibi Hazret-i Dâvud’a iktida edip onun lisanıyla, onun emriyle Hâlık-ı Zülcelâle tesbihat ediyorlardı. Hazret-i Dâvud aleyhisselâm ne söylese onlar da tekrar ediyorlardı. Nasıl ki, şimdi vesâit-i muhabere ve vesâil-i irtibatın kesret ve tekemmülü sebebiyle, haşmetli bir


Dipnot-1

“Biz dağları onun emrine verdik ki, akşam sabah onunla beraber tesbih ederlerdi.” Sâd Sûresi, 38:18.

Dipnot-2

“Ey dağlar ve kuşlar, Dâvud’la beraber tesbih edin’ dedik. Demiri de onun için yumuşattık.” Sebe’ Sûresi, 34:10.

Dipnot-3

“Bize kuşların dili öğretildi.” Neml Sûresi, 27:16.


aksisada: yankı
Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
delâlet: işaret etme, delil olma
eda: üslup, ifade
Elhamdülillah: hamd ve şükür yalnızca Allah’a mahsustur (bk. ḥ-m-d)
fonoğraf: Gramofonun ilk şekli, ses cihazı
fünun-u hafiye: gizli ilimler
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
haşmet: heybet, görkem
Hazret-i Dâvud: (bk. bilgiler)
hilâfet-i rû-yi zemin: yeryüzünde Allah’ın izni dairesinde ve Onun adına icraatta bulunma şeklinde insana verilen görev (bk. ḫ-l-f)
ihsan etmek: bağışlamak (bk. ḥ-s-n)
ihsas etmek: hissettirmek
iktida: uyma
inkişaf ettirmek: geliştirmek (bk. k-ş-f)
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
misillü: gibi (bk. m-s̱-l)
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
muazzam: büyük (bk. a-ẓ-m)
mürid: bir mürşidin talebesi (bk. r-v-d)
müstesna: seçkin
nefer: asker
nevi: çeşit, tür
risalet: peygamberlik (bk. r-s-l)
ruhaniyet: ruh özelliği (bk. r-v-ḥ)
şakirt: talebe
saltanat: egemenlik (bk. s-l-ṭ)
serzâkir: zikredenlerin başı
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
takarrüp etmek: yaklaşmak
tekemmül: mükemmelleşme (bk. k-m-l)
tesbihat: Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler (bk. s-b-ḥ)
ufkî: daire şeklinde
vecd: coşku
vesâil-i irtibat: iletişim araçları
vesâit-i muhabere: haberleşme araçları

kumandan, dağlara dağılan azîm ordusuna bir anda “Allahu ekber” dedirir ve o koca dağları konuşturur, velveleye getirir. Madem insanın bir kumandanı, dağları sekenelerinin lisanıyla mecazî olarak konuşturur. Elbette Cenâb-ı Hakkın haşmetli bir kumandanı, hakikî olarak konuşturur, tesbihat yaptırır.

Bununla beraber, her cebelin bir şahs-ı mânevîsi bulunduğunu ve ona münasip birer tesbih ve birer ibadeti olduğunu, eski Sözlerde beyan etmişiz. Demek her dağ, insanların lisanıyla aksisada sırrıyla tesbihat yaptıkları gibi, kendi elsine-i mahsusalarıyla dahi Hâlık-ı Zülcelâle tesbihatları vardır.

عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ     1

وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةً     

cümleleriyle, Hazret-i Dâvud ve Süleyman Aleyhimesselâma, kuşlar envâının lisanlarını, hem istidatlarının dillerini, yani hangi işe yaradıklarını onlara Cenâb-ı Hakkın ihsan ettiğini şu cümleler gösteriyorlar.

Evet, madem hakikattir. Madem rû-yi zemin bir sofra-ı Rahmândır; insanın şerefine kurulmuştur. Öyle ise, o sofradan istifade eden sair hayvanat ve tuyurun çoğu insana musahhar ve hizmetkâr olabilir. Nasıl ki en küçüklerinden balarısı ve ipekböceğini istihdam edip ilham-ı İlâhî ile azîm bir istifade yolunu açarak ve güvercinleri bazı işlerde istihdam ederek ve papağan misillü kuşları konuşturarak medeniyet-i beşeriyenin mehâsinine güzel şeyleri ilâve etmiştir. Öyle de, başka kuş ve hayvanların istidat dili bilinirse, çok taifeleri var ki, kardeşleri, hayvânât-ı ehliye gibi, birer mühim işte istihdam edilebilirler. Meselâ, çekirge âfetinin istilâsına karşı, çekirgeyi yemeden mahveden sığırcık kuşlarının dili bilinse ve harekâtı tanzim edilse, ne kadar faideli bir hizmette ücretsiz olarak istihdam edilebilir. İşte, kuşlardan şu nevi istifade ve teshiri ve telefon ve fonoğraf gibi câmidâtı konuşturmak ve tuyurdan istifade etmek, en müntehâ hududunu şu âyet çiziyor, en uzak hedefini tayin ediyor. En haşmetli suretine parmakla işaret ediyor ve bir nevi teşvik eder.


Dipnot-1

“Bize kuşların dilleri öğretildi.” Neml Sûresi, 27:16.

Dipnot-2

“Kuşlar da onun etrafında toplanırdı.” Sâd Sûresi, 38:19.


aksisada: yankı
Aleyhimesselâm: Allah’ın selâmı onların üzerine olsun (bk. s-l-m)
Allahu ekber: Allah en büyüktür (bk. k-b-r)
azîm: büyük (bk. a-ẓ-m)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
câmidât: cansız varlıklar
cebel: dağ
elsine-i mahsusa: özel lisanlar
envâ: çeşitler, türler
fonoğraf: Gromofonun ilk şekli, ses cihazı
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve her şeyin yaratıcısı olan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
harekât: hareketler
haşmet: heybet, görkem
hayvanat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hayvânât-ı ehliye: evcil hayvanlar
Hazret-i Dâvud: (bk. bilgiler)
Hazret-i Süleyman: (bk. bilgiler)
hizmetkâr: hizmetçi
ihsan etmek: bağışlamak (bk. ḥ-s-n)
ilham-ı İlâhî: Allah tarafından varlıklara verilmiş duygu (bk. e-l-h)
istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
istihdam etmek: çalıştırmak
lisan: dilmecazî: gerçek anlamı dışında, başka bir mânâda (bk. c-v-z)
medeniyet-i beşeriye: insanlık medeniyeti
mehâsin: güzellikler (bk. ḥ-s-n)
misillü: gibi (bk. m-s̱-l)
münasip: uygun (bk. n-s-b)
müntehâ: son
musahhar: boyun eğmiş
nevi: tür, çeşit
rû-yi zemin: yeryüzü
şahs-ı mânevî: mânevî kişilik (bk. a-n-y)
sair: diğer
sekene: sâkinler, yerleşmiş olanlar (bk. s-k-n)
sofra-ı Rahmân: Allah’ın sınırsız rahmetiyle kulları önüne serdiği sofra (bk. r-ḥ-m)
taife: topluluk
tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)
tesbih: Allah’ı, yüce şanına lâyık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
tesbihat: Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler (bk. s-b-ḥ)
teshir: boyun eğdirme
tuyur: kuşlar
velvele: gürültü

İşte, Cenâb-ı Hak, şu âyetlerin lisan-ı remziyle mânen diyor ki: “Ey insanlar! Bana tam abd olan bir hemcinsinize, onun nübüvvetinin ismetine ve saltanatının tam adaletine medar olmak için, mülkümdeki muazzam mahlûkatı ona musahhar edip konuşturuyorum ve cünûdumdan ve hayvânâtımdan çoğunu ona hizmetkâr veriyorum. Öyle ise, herbirinize de madem gök ve yer ve dağlar hamlinden çekindiği bir emanet-i kübrâyı1 tevdi etmişim, halife-i zemin olmak istidadını vermişim. Şu mahlûkatın da dizginleri kimin elindeyse, Ona râm olmanız lâzımdır—tâ Onun mülkündeki mahlûklar da size râm olabilsin ve onların dizginleri elinde olan Zâtın namına elde edebilseniz ve istidatlarınıza lâyık makama çıksanız.

“Madem hakikat böyledir. Mânâsız bir eğlence hükmünde olan fonoğraf işlettirmek, güvercinlerle oynamak, mektup postacılığı yapmak, papağanları konuşturmaya bedel, en hoş, en yüksek, en ulvî bir eğlence-i mâsumâneye çalış ki, dağlar sana Dâvudvâri birer muazzam fonoğraf olabilsin; ve hava-i nesimînin dokunmasıyla eşcar ve nebatattan birer tel-i musikî gibi nağamât-ı zikriye kulağına gelsin; ve dağ, binler dilleriyle tesbihat yapan bir acâibü’l-mahlûkat mahiyetini göstersin; ve ekser kuşlar, hüdhüd-ü Süleymânî gibi birer mûnis arkadaş veya mutî birer hizmetkâr suretini giysin. Hem seni eğlendirsin, hem müstaid olduğun kemâlâta da seni şevk ile sevk etsin. Öteki lehviyat gibi, insaniyetin iktiza ettiği makamdan seni düşürtmesin.”


abd: kul (bk. a-b-d)
acâibü’l-mahlûkat: yaratılmışların şaşırtıcı, hayret verici halleri (bk. ḫ-l-ḳ)
Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
belki: aslında, gerçekte
Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
cünûd: askerler
Dâvudvâri: Hz. Dâvud gibi
eğlence-i mâsumâne: mâsumca, günahsız eğlence
ekser: pek çok (bk. k-s̱-r)
emanet-i kübrâ: en büyük emanet, halifelik (bk. e-m-n; k-b-r)
emir tahtında: emir altında
esbâb-ı tabiiye: doğal sebepler (bk. s-b-b; ṭ-b-a)
eşcar: ağaçlar
fonoğraf: Gromofonun ilk şekli, ses cihazı
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
halife-i zemin: yeryüzü halifesi (bk. ḫ-l-f)
haml: yüklenme
hava-i nesimî: hoş ve hafif rüzgar havası
hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
Hazret-i İbrahim: (bk. bilgiler)
hizmetkâr: hizmetçi
hüdhüd-ü Süleymânî: Hz. Süleyman’ın haberleşme vasıtası olarak kullandığı kuş
iktiza etmek: gerektirmek
işaret-i lâtife: güzel, hoş işaret
ismet: günahsızlık, masumluk
istidat: kabiliyet (bk. a-d-d)
kemâlât: mükemmellikler (bk. k-m-l)
lehviyat: eğlenceler, oyunlar
lisan-ı remz: işaret dili
mahiyet: özellik, nitelik
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)
medar: sebep, vesile
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
muazzam: çok büyük (bk. a-ẓ-m)
mülk: hükmedilen yer, sahip olunan şey (bk. m-l-k)
mûnis: dost, canayakın
musahhar etmek: boyun eğdirmek
müstaid: istidatlı, kabiliyetli (bk. a-d-d)
mutî: itaat eden
nağamât-ı zikriye: zikir nağmeleri
nebatat: bitkiler
nübüvvet: peygamberlik (bk. n-b-e)
râm olmak: boyun eğmek
sair: diğer
saltanat: sultanlık, egemenlik (bk. s-l-ṭ)
şevk: şiddetli arzu ve istek
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
tabiat: doğallık, yaratılış (bk. ṭ-b-a)
tel-i musikî: musiki teli
tesbihat: Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler (bk. s-b-ḥ)tevdi etmek: emanet etmekulvî: yüce

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirminci Söz, İkinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.350

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirminci-soz/ikinci-makam/350


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı

13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret

12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas

12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas

12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas

11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2

10.16. Onuncu Söz Hatime

10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat

10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat

10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat

10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat

10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat

10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat

10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat

10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat

10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat

10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat

10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat

10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat

10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .

10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret

10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler

9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte

9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler

8. Sekizinci Söz

7. Yedinci Söz

6. Altıncı Söz

5. Beşinci Söz

4. Dördüncü Söz

3. Üçüncü Söz

2. İkinci Söz

1. Birinci Söz


Kırk binler başlı melek – melekler, her başında kırk binler lisan ve her lisanda kırk binler tarzda tesbihat – Cumartesi Dersleri 14. 3.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Dersleri – Bu haftanın konusu Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan Sözler isimli eserinden On Dördüncü Söz Üçüncü Mesele “Kırk binler başlı melek – melekler, her başında kırk binler lisan ve her lisanda kırk binler tarzda tesbihat’ konusu ele alınmaktadır.

Kırk binler başlı melek - melekler, her başında kırk binler lisan ve her lisanda kırk binler tarzda tesbihat - Cumartesi Dersleri 14. 3.
Kırk binler başlı melek – melekler, her başında kırk binler lisan ve her lisanda kırk binler tarzda tesbihat – Cumartesi Dersleri 14. 3.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

On Dördüncü Söz

Üçüncü Mesele

ÜÇÜNCÜSÜ: Meselâ, Hamele-i Arş ve yer ve göklerin melâike-i müekkelleri ve sair bir kısım melekler hakkında Muhbir-i Sadıkın tasvir ettiği, meselâ kırk binler başlı, her başında kırk binler lisan ve her lisanda kırk binler tarzda tesbihat ettiklerini (1) ve intizam ve külliyet ve vüs’at-i ubûdiyetlerini ifade eden hakikate çıkmak için şuna dikkat et ki, Zât-ı Zülcelâl,

تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ     2

اِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ …     3

اِنَّا عَرَضْنَا اْلاَمَانَةَ عَلَى السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَالْجِبَالِ     4

gibi âyetlerle tasrih ediyor ki, mevcudatın en büyüğü ve küllîsi dahi, kendi külliyetine göre ve azametine münasip bir tarzda tesbihat ettiğini gösteriyor ve öyle de görünüyor.

Evet, bir bahr-i müsebbih olan şu semâvâtın kelimat-ı tesbihiyesi güneşler, aylar, yıldızlar olduğu gibi, bir tayr-ı müsebbih ve hâmid olan şu zeminin dahi elfâz-ı tahmidiyesi hayvanlar, nebatlar ve ağaçlardır. Demek herbir ağacın, herbir yıldızın cüz’î birer tesbihatı olduğu gibi, zeminin de ve zeminin herbir kıt’asının da ve herbir dağ ve derenin de ve ber ve bahrinin de ve göklerin herbir feleğinin de ve herbir burcunun da birer tesbih-i küllîsi vardır.


Dipnot-1

bk. Et-Taberî, Câmi’u’l-Beyân 15:156; Ebu’ş-Şeyh, el-Azame 2:547, 740, 742, 747, 3:868; İbni Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ân 3:62; İbni Hacer, Fethu’l-Bârî 8:402; el-Münâvî, Feyzu’l-Kadîr 2:82.

Dipnot-2

“Yedi gökle yer ve onların içindekiler Onu tesbih eder.” İsrâ Sûresi, 17:44.

Dipnot-3

“Biz dağları Dâvud’un emrine verdik ki, onunla beraber tesbih ederlerdi.” Sâd Sûresi, 38:18.

Dipnot-4

“Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik.” Ahzâb Sûresi, 33:72.


azamet: büyüklük, yücelik (bk. a-ẓ-m)
bahr: deniz
bahr-i müsebbih: Allah’ı tesbih eden deniz (bk. s-b-ḥ)
ber: kara, yer
burc: belli bir şekil ve surete benzeyen sabit yıldız kümesi
cüz’î: az, küçük (bk. c-z-e)
ehl-i gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olanlar (bk. ğ-f-l)
elfâz-ı tahmidiye: Allah’ı öven ve Ona şükürlerini sunan sözler (bk. ḥ-m-d)
eyne’s-serâ mine’s-süreyyâ: “yer nerede, Ülker yıldızı nerede”, birbirine zıt ve uzak şeyler için söylenir
fail: işi yapan, özne (bk. f-a-l)
felek: gök katı
hakikat: gerçek ve doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hamele-i Arş ve yer ve gök: Arş’ın, yerin ve göğün taşıyıcısı (bk. a-r-ş)
intizam ve külliyet ve vüs’at-i ubûdiyet: kulluğun düzenliliği, çokluğu ve genişliği (bk. n-ẓ-m; k-l-l; a-b-d)
kelimat-ı tesbihiye: Allah’ı tesbih eden kelimeler (bk. k-l-m; s-b-ḥ)
küllî: büyük, kapsamlı (bk. k-l-l)
külliyet: büyüklük, kapsamlılık (bk. k-l-l)
lisan: dil
masdar: kaynak
melâike-i müekkel: görevli melekler (bk. m-l-k; v-k-l)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mistar-ı hikmet: hikmetin gerçekleşmesi için kullanılan vasıta, şablon (bk. ḥ-k-m)
Muhbir-i Sadık: doğru sözlü haber verici, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) (bk. ṣ-d-ḳ)
münasip: uygun (bk. n-s-b)
münfail: fiilden etkilenen (bk. f-a-l)
nakş-ı san’at: san’atlı nakış, işleme (bk. n-ḳ-ş; ṣ-n-a)
nebat: bitki
sair: diğer
semavat: gökler (bk. s-m-v)
tabiat-ı müessire: tesir sahibi, yaratıcı tabiat (bk. ṭ-b-a)
tarz: şekil, biçim
tasrih etme: açıkça ifade etme
tasvir: anlatma, ifade etme (bk. ṣ-v-r)
tayr-ı müsebbih ve hâmid: Allah’ı tesbih eden ve şükreden kuş (bk. s-b-ḥ; ḥ-m-d)
telâkki: kabul etme
tesbih-i küllî: büyük ve kapsamlı tesbih (bk. s-b-ḥ; k-l-l)
tesbihat: Allah’ın bütün noksan sıfatlardan uzak ve bütün kemâl sıfatlara sahip olduğunu ifade eden sözler (bk. s-b-ḥ)
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz yücelik ve haşmet sahibi olan Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)
zemin: yer

Şu binler başları olan zeminin her başında yüz binler lisanlar bulunan ve her lisanda yüz bin tarzda tesbihat çiçeklerini, tahmidat meyvelerini, âlem-i misalde tercümanlık edip gösterecek ve âlem-i ervahta temsil edip ilân edecek, ona göre elbette bir melek-i müekkeli vardır.

Evet, müteaddit eşya bir cemaat şekline girse, bir şahs-ı mânevîsi olacaktır. Eğer o cemiyet imtizaç edip ittihad şeklini alsa, onu temsil edecek bir şahs-ı mânevîsi, bir nevi ruh-u mânevîsi ve vazife-i tesbihiyesini görecek bir melek-i müekkeli olacaktır.

İşte, bak: Misal olarak, bu Barla ağzının, şu dağ lisanının bir muazzam kelimesi olan, bu odamızın önündeki çınar ağacına bak, gör. Ağacın şu üç başının her başında kaç yüz dal dilleri var. Ve her dilde, bak, kaç yüz mevzun ve muntazam meyve kelimeleri var. Ve her meyvede, dikkat et, kaç yüz kanatlı mevzun tohumcuk harfleri, emr-i

 كُنْ فَيَكُونُ 1 ‘e 

mâlik Sâni-i Zülcelâline ne kadar beliğ bir medih ve fasih bir tesbih ettiğini işittiğin, gördüğün gibi, ona müekkel melek dahi, ona göre âlem-i mânâda müteaddit dillerle tesbihatını temsil ediyor ve hikmeten öyle olmak gerektir.


Dipnot-1

“(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.


âlem-i ervah: ruhânî varlıkların bulunduğu âlem (bk. a-l-m; r-v-ḥ)
âlem-i mânâ: mânâ âlemi (bk. a-l-m; a-n-y)
âlem-i misal: dünyadaki işlerin görüntülendiği ve gözlendiği madde ötesi âlem (bk. a-l-m; m-s̱-l)
Barla: (bk. bilgiler)
beliğ: maksadını noksansız ve güzel sözlerle anlatabilen (bk. b-l-ğ)
cemiyet: topluluk (bk. c-m-a)
fasih: güzel, açık ve düzgün konuşan (bk. f-ṣ-ḥ)
hikmeten: hikmet gereği; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması gereği (bk. ḥ-k-m)
imtizaç: kaynaşıp karışma
ittihad: birlik
lisan: dil
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
medih: övgü
melek-i müekkel: görevli, vekil melek (bk. m-l-k; v-k-l)
mevzun: ölçülü (bk. v-z-n)
muazzam: çok büyük (bk. a-ẓ-m)
müekkel: vekil tayin edilmiş, görevli (bk. v-k-l)
muntazam: düzenli, tertipli (bk. n-ẓ-m)
müteaddit: çeşitli, birden fazla
nevi: çeşit, tür
ruh-u mânevî: mânevî ruh (bk. r-v-ḥ; a-n-y)
şahs-ı mânevî: belli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik (bk. a-n-y)
Sâni-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan ve herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
tahmidat: Allah’ı öven ve Ona şükürlerini sunan sözler (bk. ḥ-m-d)
tesbihat: Cenab-ı Hakkın bütün noksan sıfatlardan uzak ve bütün kemâl sıfatlara sahip olduğunu ifade eden sözler (bk. s-b-ḥ)
vazife-i tesbihiye: Allah’ı övme ve şanına layık ifadelerle anma görevi (bk. s-b-ḥ)
zemin: yer

TEFSİR

44

Ayet

 تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ فٖيهِنَّؕ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ وَلٰكِنْ لَا تَفْقَهُونَ تَسْبٖيحَهُمْؕ اِنَّهُ كَانَ حَلٖيماً غَفُوراً

٤٤

Meal

Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tespih ederler. Her şey O’nu hamd ile tespih eder. Ancak, siz onların tespihlerini anlamazsınız. O, halîm’dir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir), çok bağışlayandır. ﴾44﴿

Tefsir

“Yedi gök” ile onlarda bulunan varlıkların hepsi hal lisanıyla Allah’ı tesbih eder, O’na ibadet eder, fakat insanlar onların tesbihlerini anlayamazlar (“yedi gök” hakkında açıklama için bk. Bakara 2/29).

Tefsirlerde âyetteki tesbih kavramı açıklanırken tesbihin iki şeklinin bulunduğu belirtilir: Dil ile tesbih, hal ile tesbih. Birincisi, kulun Allah’ı her türlü eksiklikten tenzih ederek zâtı, sıfatları ve fiilleriyle insan zihninin düşünebileceği bütün mükemmellik özelliklerine sahip olduğunu dile getirmesi, Allah’ı hep böyle bilip böyle anmasıdır. Hal ile tesbih ise insanın imanı, ibadeti, ahlâkı, genel olarak her türlü tutum ve davranışlarıyla Allah’ın birliğine, eksiksiz ve kusursuz olduğuna inandığını göstermesi, yasalarına boyun eğmesi, amelinin imanına şahitlik etmesidir. Bu belirtilenler, Râgıb el-İsfahânî’nin iradî dediği tesbih olup şuurlu ve iradeli varlıklara mahsustur (el-Müfredât, “sbh”, “scd” md.leri).

Bir de konumuz olan âyetin üzerinde durduğu, bütün varlıkların Cenâb-ı Hakk’ı tesbih etmesi vardır. Müfessirlere göre bu da iki çeşittir: 1. Dil ile tesbih. Her şey kendi diliyle Hakk’ı tesbih eder ama âyette belirtildiği gibi insanlar bunu anlayamazlar; 2. Hal ile tesbih. Evrendeki varlık ve olayların var oluş ve işleyişini gerçekleştiren ilâhî yasalara bütün kâinat mutlak bir zorunlulukla boyun eğmekte, bu suretle yaratanı tesbih etmektedir. Bu anlamda müminiyle münkiriyle bütün insanlar da Allah’ı tesbih ederler, varlığına tanıklık ederler. Özetle zerreden küreye, galaksilerden hidrojen çekirdeğinin etrafında saniyede 2000 km. hızla dönen elektrona kadar evrendeki her şey Allah’ın mutlak düzeni içinde işlemekte, O’nu tesbih etmekte, O’nun varlığına, birliğine kudret ve hikmetine tanıklık etmektedir.

Putperestlerin inancındaki saçmalığı dile getiren 42. âyetin ardından evrenin düzenine işaret eden âyetin gelmesi son derece anlamlıdır, engin hikmetler taşımaktadır.

Âyette evrendeki her varlığın Allah’ı övgü ile tesbih ettiği belirtildikten sonra “Fakat siz onların tesbihini anlayamazsınız” buyurulmaktadır. Fahreddin er-Râzî bu ifadeyi şöyle açıklıyor: Bir elma düşünelim; bu elma çeşitli atomlardan (cüz’-eczâ’) oluşmaktadır ve bu parçacıklardan her biri Allah Teâlâ’nın varlığına tam ve başlı başına bir delildir. Bu atomlardan her birinin kendine özgü doğal yapısı (tab‘), tadı, rengi, kokusu, hacmi gibi nitelikleri vardır. Atomun bu özel sıfatlarla belirlilik kazanması imkân dahilindedir ve bu belirliliği ona ancak kudretli ve hakîm olan bir belirleyici kazandırabilir. Şu halde elmanın her bir parçası yüce Tanrı’nın varlığına eksiksiz bir delildir (XX, 210-211). Eşyanın kendilerine mahsus dil ile yaptığı tesbihi insanlar anlayamazlar; öte yandan atomların sayılarını, niteliklerini, mahiyetlerini de bütünüyle bilmek mümkün değildir. Bu sebeple âyette, “…bilmezsiniz, anlayamazsınız” buyurulmuştur. Kuşkusuz bilimsel keşifler ilerledikçe insanoğlunun evren hakkındaki bilgileri de artacaktır. Nitekim genetikçilerin çözmeye çalıştıkları genlerin şifresi de bir çeşit dildir. Ayrıca bu çalışmalar ilerledikçe evrenin sırlarla dolu olduğu, bilinenlere göre bilinmeyenlerin ne kadar çok olduğu ortaya çıkacaktır.

Âyette Allah’ın sıfatı olarak geçen halîm kelimesi, “sabırlı, akıllı, ağır başlı ve temkinli” demektir. Özellikle Allah için kullanıldığında “kullarının günah ve isyanları karşısında sabırlı, onları cezalandırmakta acele etmeyen” anlamına gelir. Allah’ın halîm ismiyle “günahları bağışlayan, tövbeleri kabul eden” anlamındaki afüv, gafûr, tevvâb; “her şeyin iç yüzünden haberdar olup bütün ayrıntıları bilen” anlamındaki habîr, muhsî, vâsi‘; “her şeye gücü yeten, kudretli” anlamındaki kadîr, kavî, metîn, muktedir” ve “çok sabırlı” anlamındaki sabûr isimleri arasında anlam yakınlığı bulunduğu kabul edilir.

Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 485-489

18-19

Ayet

 اِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِۙ

١٨

 وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةًؕ كُلٌّ لَـهُٓ اَوَّابٌ

١٩

Meal

Kendisiyle birlikte sabah akşam tesbih etsinler diye biz, dağları ve toplanıp gelen kuşları Dâvûd’un emrine verdik. Onların her biri Allah’a yönelmişlerdi. ﴾18-19﴿

Tefsir

Müfessirlerin çoğunluğuna göre bu âyetler, Hz. Dâvûd Allah’ı tesbih ederken dağların ve kuşların da dile gelerek onun tesbihine katıldıkları şeklindeki mûcizevî bir olayı anlatmaktadır. Ancak bu âyetleri mecazi anlamda yorumlayanlar da vardır. Buna göre Dâvûd Zebûr okuyarak Allah’ı tesbih ettiği gibi kuşlar ve dağlar da kendi varlık yapılarıyla Allah’ın kudretini ve yüceliğini yansıtmakta, böylece lisân-ı halleriyle Allah’ı tesbih etmektedirler (ayrıca bk. Enbiyâ 21/79). Bu mânaya göre cansız tabiatın Allah’ı tesbih etmesine dağlar, canlı varlıkların tesbihine de kuşlar örnek olarak zikredilmiştir; özellikle inanmış insanların bilinçli tesbihine örnek de Hz. Dâvûd’un tesbihidir.

“Hepsi de Allah’a yönelmişlerdi” diye çevirdiğimiz 19. âyetin son cümlesi, “Gerek dağlar gerekse kuşlar Dâvûd’un etrafında toplanıp ona itaat ederlerdi” veya “Dâvûd tesbihe başlayınca onlar da kendisine katılırlardı” şeklinde de açıklanmıştır (Taberî, XXIII, 138; Râzî, XXVI, 186; İbn Âşûr, XXIII, 228-229).

Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 573

72-73

Ayet

 اِنَّا عَرَضْنَا الْاَمَانَةَ عَلَى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَالْجِبَالِ فَاَبَيْنَ اَنْ يَحْمِلْنَهَا وَاَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْاِنْسَانُؕ اِنَّهُ كَانَ ظَلُوماً جَهُولاًۙ

٧٢

 لِيُعَذِّبَ اللّٰهُ الْمُنَافِقٖينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِكٖينَ وَالْمُشْرِكَاتِ وَيَتُوبَ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِنٖينَ وَالْمُؤْمِنَاتِؕ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَحٖيماً

٧٣

Meal

Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir. ﴾72﴿ Allah, münafık erkeklere ve münafık kadınlara, Allah’a ortak koşan erkeklere ve Allah’a ortak koşan kadınlara azap etmek; mümin erkeklerin ve mümin kadınların da tövbelerini kabul etmek için insana emaneti yüklemiştir. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. ﴾73﴿

Tefsir

Burada yine bir benzetme ve temsil yoluyla anlatım örneği görüyoruz. Âyeti bazı tefsirciler hakiki mânasıyla alarak “Allah’ın ezelde, göklere, yere ve dağlara şuur verdiğini, emaneti almayı onlara teklif ettiğini, onların bundan çekinerek yüklenmek istemediklerini, sonra insana teklif ettiğini, insanın ise tabiatı itibariyle bilgisiz ve neyi nereye koyacağı konusunda genellikle başarısız olduğu için, başka bir deyişle dağlar taşlar kadar bile düşünemediği, bilemediği için emaneti yüklendiğini” söylemiş, böyle anlamışlardır. Ancak bizim tercihimiz burada bir temsilî anlatımın söz konusu olduğudur. Anlatılmak istenen şudur: Emanet, ilk bakışta insandan daha büyük, güçlü ve dayanıklı gibi görülen göklerin, yerin ve dağların taşıyamayacağı kadar ağır ve önemlidir. Bu ağırlık ve önemdeki emaneti insan yüklenmiştir. Çünkü o, bir yandan bunu yüklenecek kabiliyet ve yetenektedir, ama öte yandan neyi yüklendiğinin farkında değildir, onu hakkıyla taşımada başarılı olamamaktadır. Yani insan şuursuz ve cahil olmamalı, kimliğinin, kabiliyetinin ve yüklendiği emanetin farkında olmalıdır; bu konulardaki bilgisizlik büyük bir cehalettir. Taşıdığı emanetin hakkını yerine getirmeye de gayret etmelidir, onun hakkını yerine getirmemek büyük bir zulümdür.

Emanet kelimesinin sözlük anlamı “korku ve kaygının gitmesi, insanın korunma konusunda gönül rahatlığı içinde olması”dır. Emanet kelimesi bu güvenlik hali, psikolojisi için kullanıldığı gibi, güvenme ve koruma konusu olan, korunması istenen şey için de kullanılır. Bir din terimi olarak emanete birçok anlam yüklenmiştir. Bunlar içinde maksada en yakın bulduklarımız, “tevhid kelimesi ve inancı, adalet, okuma-yazma, akıl ve yükümlü (mükellef) olma kabiliyeti ve Türkçe’deki anlamıyla emanet”tir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “emn” md.; Râzî, XXV, 202; İbn Âşûr, XXII, 126). Bunların da tamamını, “insanın, akıl ve hür iradeye dayalı yükümlülüğü” kavramı içinde toplamak mümkündür. İnsandan başka her şey, yaratıcı tarafından nasıl programlanmışsa öyle işler, tabiatının dikte ettiği davranış biçimini değiştiremez. Bu sebeple dünyada ve âhirette göklere, yerlere, canlı ve cansız varlıklara “Niçin böyle yaptın?” diye sorulmaz. İnsana gelince onda akıl, bilgi edinme, bilgisini, kararını ve davranışını değiştirme kabiliyeti vardır. Ancak gerek din ve ahlâk alanlarında doğruyu bilme ve gerekse doğru, iyi ve hayırlı olanı yapma konusunda insanın önünde önemli engeller de vardır. Bu yüzden –ilâhî bir bilgi ve hidayet desteğinden mahrum olan– insanların bilmedikleri bildiklerinden fazladır (72. âyetteki deyimiyle insan cehûldür, çok bilgisizdir); din ve ahlâk konusunda kötülükleri iyiliklerinden çoktur (aynı âyetteki ifadeyle insan zalûmdur, gerekeni yapma, her şeyin hakkını verme konusunda başarısızdır). Belki her devirde ama kesin olarak çağımız insanları arasında, Allah’ın razı olduğu bir inanç, ibadet ve ahlâk hayatını yaşayanların sayısı, böyle olmayanlara göre oldukça azdır. İnsana tevdi edilen yükümlülük kabiliyeti çok değerli bir emanettir, iyi muhafaza edildiği, hakkı verildiği takdirde insan, onun sayesinde eşref-i mahlûkat (yaratılmışların en değerlisi ve şereflisi) olur; hakkını veremezse, sermayeyi kötüye kullanırsa, şeytana uyarsa aşağıların aşağısına yuvarlanır. İşte bu yüzden emanet, insandan başka bir mahlûkun yüklenmeye cesaret edemeyeceği kadar büyüktür, önemlidir ve değerlidir.

Âyette geçen “emanet” Türkçe’deki karşılığı ile alınır, bunun kastedildiği yorumu tercih edilirse, daha genel olan yükümlülükler kümesi içinden bir önemlisi öne çıkarılmış olur. Bu takdirde Allah kullarının dikkatini, eşya gibi maddî veya görevler ve ödevler gibi mânevî emanetin önemine çekmiş olmaktadır.

Sûrenin ana konularından biri münafıkların ve müşriklerin Hz. Peygamber’e ve müminlere karşı kurdukları tuzaklar, çektirdikleri eziyetler, bunlar sebebiyle hem müminleri hem ötekileri iki cihanda bekleyen âkıbetler idi. Son âyetlerde emanetin mahiyet ve önemine temas edildikten sonra, insanın bunu yüklenmesinin hikmetine, onu iyi koruyan müminlerin mutlu sonuna, kötüye kullanan münafıkların ve müşriklerin de acı sonlarına işaret edilerek ana konu bir daha vurgulanmıştır.

Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 405-407

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Dördüncü Söz, Üçüncü Mesele, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.233

Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 485-489

https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-tefsir-1/isra-suresi-17/ayet-39/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1

Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 573

https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-tefsir-1/sad-suresi-38/ayet-18/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1

Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 405-407

https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-tefsir-1/ahzab-suresi-33/ayet-72/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı

13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret

12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas

12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas

12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas

11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2

10.16. Onuncu Söz Hatime

10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat

10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat

10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat

10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat

10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat

10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat

10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat

10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat

10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat

10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat

10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat

10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat

10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .

10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret

10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler

9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte

9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler

8. Sekizinci Söz

7. Yedinci Söz

6. Altıncı Söz

5. Beşinci Söz

4. Dördüncü Söz

3. Üçüncü Söz

2. İkinci Söz

1. Birinci Söz


8. sınıf fen konuları Bediüzzaman Cumartesi Dersleri EĞİTİM Eğitim Eğitim Haberleri Eğitim ve Öğretim Fen Bilimleri Fen Bilimleri 8 Fen Bilimleri 8 Yaprak Test Fen Bilimleri 8 Yaprak Testler fen bilimleri 8. sınıf test çöz fiziksel olaylar Kur'an Kur'an-ı Kerim Kur'ân-ı Hakîm Liselere Geçiş Sistemi (LGS) Matematik Mucize Mu’cizât-ı enbiya yüzünde parlayan bir lem’a-i i’câz-ı Kur’ân On Dokuzuncu Söz On Dokuzuncu Söz – Risalet-i Ahmediyeye dairdir On Dördüncü Söz On Yedinci Söz On Üçüncü Söz Ortaokul Ortaokul Fen Bilimleri 8 Ortaokul Fen Bilimleri 8 Yaprak Test ORTAÖĞRETİM Partilerin Eğitim Programları POSTERLER Risale-i Nur Külliyatı Said Nursi Svenska Sözler SİYASİ PARTİLERİN EĞİTİM PROGRAMLARI Yirmi Birinci Söz Yirminci Söz Yirminci Sözün İkinci Makamı Yirminci Söz İkinci Makam ÇALIŞMA YAPRAĞI Üstad İLKOKUL İSVEÇÇE / SWEDISH / SVENSKA Şeytan

Görsel Sanatlar, Kuşlar ve Dans ya da Tesbih ve Zikir

Görsel Sanatlar, Kuşlar ve Dans ya da Tesbih ve Zikir
Görsel Sanatlar, Kuşlar ve Dans ya da Tesbih ve Zikir

Havada kuşların uçtuğunu görürsünüz. Peki kuşların hep birlikte dans ettiğini hiç gördünüz mü? Başka bir ifadeyle tesbih ve zikir yaptığını gördünüz mü? Görsel sanatlar açısından baktığımızda kuşların havada adeta bir görsel şölen yaptığını, hep birlikte dans ettiklerini, görüyoruz. Görsel sanatların en temel elemanlarından olan nokta etkisi ile yeni yeni tasarımlar yaptıklarını, bir başka deyişle kendi lisanı halleriyle (hal ve durumlarının dilleriyle) tesbih ve zikir yaptıklarını bu videoda göreceksiniz.

Görsel Sanatlar Elemanı Nokta

Görsel sanatların en temel elemanlarından birisi noktadır. Nokta ile tasarımlar yaparsınız, noktayı kullanarak nesneleri, eşyaları yeniden ifade edersiniz, biçimlendirirsiniz. Noktayla soyut düzenlemeler de yaparsınız. Genelde bu nokta tasarımlarını bir kağıt ya da başka malzemeler üzerinde yaparsınız. Peki havada nokta ile tasarımlar yapabilir misiniz?

İşte bu videoda da gördüğümüz gibi En Büyük Sanatkar bizlere havada kuşları kullanarak görsel sanatların en temel elemanlarından olan nokta ile tasarımlar yapmaktadır.

Görsel Sanatlar, Sergi, Sanat Eseri ve Sanatçı

Bir sergi salonuna gittiğimizde sanat eserlerini inceleriz, çok beğendiğimizde sanatçısına ve sanat eserlerine övgüler dizeriz. Sonra onu herkese anlatırız, adını ve eserlerini zikrederiz, ne kadar büyük bir sanatçı olduğundan bahsederiz.

Tıpkı bunun gibi O Büyük Sanatkar da bizlerin gözleri önünde sanatını sergilemektedir. Bizleri bu görsel şöleni ve sergiyi görmeye, neticede kendisini övmeye, anmaya ve yüce olduğunu ilan etmeye davet etmektedir.

Kuşlar ve Dans

Dans tek başına yapılabildiği gibi toplu olarak da yapılır. Bizdeki halk oyunları bu toplu dansa bir örnektir. Dansta görsel sanatların da ilkelerinden olan hareket, uyum, ahenk, denge, ritim vb. çok önemlidir.

Bu videoda da görüldüğü gibi kuşlar danslarıyla büyük bir ahenk, uyum, denge ve ritimlerle hareketler yapmakta ve kompozisyonlar oluşturmaktadırlar. Eğer bunu dans olarak nitelendirirseniz. Ancak buna farklı bir açıdan bakarsanız kuşların bu uyumlu, ahenkli, ritmik hareketlerini bir tesbih ve zikir olarak da görebilirsiniz.

Kuşların Dansı ya da Tesbihi ve Zikri

Tesbihin anlamı Subhanallah demektir. Yani Allah’ın her türlü eksiklikten ve kusurlardan yüce olduğunu ifade etmektir.

Zkirini anlamı ise Onu anmaktır. Örneğin Elhamdülillah bir zikir ve hamddir, Onu anmak ve övmektir. Anlamı Allah’ın anılmaya ve övülmeye layık olduğunu, her türlü hamd ve övgünün her kimden gelmiş ve her kime gitmiş ise aslında sadece ve sadece Büyük Yaratıcı Sanatkar olan Allah’a mahsus, sadece ona ait olduğunu ilan etmektir.

Diğer bir örnek Allahuekber’dir. Anlamı: Allah en büyük ve yücedir. Bu bir zikirdir. Tıpkı sergi salonunda eserlerini gördüğümüz sanatçının ne kadar büyük bir sanatçı olduğunu zikretmemiz gibi. Hatta o sanatçıyı görmesek bile sadece eserlerine bakarak onun ne kadar büyük bir sanatçı olduğunu ilan ederiz ve zikrederiz.

Aynen bunun gibi O Büyük Sanatçıyı şu anda gözlerimizle görmesek bile eserleriyle tanıyabiliyoruz. Onun ne kadar büyük bir Sanatkar ve Yaratıcı olduğunu ilan ediyoruz ve zikrediyoruz. İnşaallah cennette hepimize bizzat gözlerimizle de O Büyük Yaratıcıyı ve Sanatkarı görmek nasip olur.

Tıpkı bu kuşların yaptığı gibi. Evet kuşlar da kendi dilleriyle, kendi lisanı halleriyle (yani durumlarının ve hallerinin dilleriyle) O Büyük Sanatkarı tesbih etmekte ve zikretmektedirler.

Benim bulunduğum bölgede her aşam ve sabah kuşlar bir araya geliyor, belli bir noktada toplanıyorlar. Sonra hep birlikte uçarak değişik hareketler yapıyorlar. Adeta sabah ve akşam namazını cemaatle kılmak için bir araya geliyorlar gibi bir vaziyet alıyorlar ve tesbih ve zikir yapıyorlar.

İlgili Ayetler

Bu videoda da sığırcık kuşları muhteşem bir ahenk ile gökyüzünde kendi lisanlarıyla, dilleriyle ve kendi hareketleriyle tesbih halindeler.

Ne mutlu bu tesbihatı gören kalplere.

Subhansın Ya Allah’ım (C.C.).

Göklerde ve yeryüzünde bulunan kimselerle, sıra sıra (kanat çırparak uçan) kuşların Allah’ı tespih ettiğini görmez misin? Her biri duasını ve tesbihini kesin olarak bilmektedir. Allah onların yapmakta olduğu şeyleri hakkıyla bilendir. ﴾Nûr Sûresi – 41﴿

Gökyüzünde Allah’ın emrine boyun eğerek uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları gökte ancak Allah tutar. Şüphesiz bunda inanan bir toplum için ibretler vardır. ﴾Nahl Sûresi – 79﴿

Üstlerinde kanat çırparak uçan kuşlara bakmazlar mı? Onları (havada) ancak Rahmân tutuyor. Şüphesiz O her şeyi hakkıyla görendir. ﴾Mülk Sûresi – 19﴿

KAYNAKLAR

Sanat-ı İlahiye YouTube Kanalı, https://www.youtube.com/channel/UCGcDmmLanHf3Cfk0mqkLBuA

Tesbihat halindeki sığırcık kuşları, https://www.youtube.com/watch?v=EnObg6acz4w&t=2s

https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/nur-suresi-24/ayet-41/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1

https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/nahl-suresi-16/ayet-79/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1

https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/mulk-suresi-67/ayet-19/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1


GÜZEL SANATLAR VE EĞİTİMİ