Hem öyle sehâvetperverâne sofralar kuruyor ki, bütün bu memleketin halklarına, hayvanlarına, herbir taifesine has ve lâyık, belki herbir ferdine mahsus ismiyle ve resmiyle bir tabla-i nimet veriliyor. – Cumartesi Dersleri 22. 6.

Hem öyle sehâvetperverâne sofralar kuruyor ki, bütün bu memleketin halklarına, hayvanlarına, herbir taifesine has ve lâyık, belki herbir ferdine mahsus ismiyle ve resmiyle bir tabla-i nimet veriliyor. - Cumartesi Dersleri 22. 6.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Hem öyle sehâvetperverâne sofralar kuruyor ki, bütün bu memleketin halklarına, hayvanlarına, herbir taifesine has ve lâyık, belki herbir ferdine mahsus ismiyle ve resmiyle bir tabla-i nimet veriliyor.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz Birinci Makam Altıncı Burhan.

Hem öyle sehâvetperverâne sofralar kuruyor ki, bütün bu memleketin halklarına, hayvanlarına, herbir taifesine has ve lâyık, belki herbir ferdine mahsus ismiyle ve resmiyle bir tabla-i nimet veriliyor. - Cumartesi Dersleri 22. 6.
Hem öyle sehâvetperverâne sofralar kuruyor ki, bütün bu memleketin halklarına, hayvanlarına, herbir taifesine has ve lâyık, belki herbir ferdine mahsus ismiyle ve resmiyle bir tabla-i nimet veriliyor. – Cumartesi Dersleri 22. 6.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi İkinci Söz

Birinci Makam

ALTINCI BURHAN

Gel, bu geniş ovaya çıkacağız. HAŞİYE-2 İşte, o ova içinde yüksek bir dağ var. Üstüne çıkacağız, tâ bütün etrafı görülsün. Hem herşeyi yakınlaştıracak güzel dürbünleri de beraber alacağız. Çünkü bu acip memlekette acip işler oluyor. Her saatte, hiç aklımıza gelmeyen işler oluyor.

İşte, bak: Bu dağlar ve ovalar ve şehirler, birden değişiyor. Hem nasıl değişiyor! Öyle bir tarzda ki, milyonlarla birbiri içinde işler, gayet muntazam surette değişiyor. Adeta milyonlar mütenevvi kumaşlar birbiri içinde beraber dokunuyor gibi, pek acip tahavvülât oluyor.

Bak, o kadar ünsiyet ettiğimiz ve tanıdığımız çiçekli miçekli şeyler kayboldular.  


Haşiye-2

Bahar ve yaz mevsiminde zeminin yüzüne işarettir. Zira yüz binler muhtelif mahlûkatın taifeleri birbiri içinde beraber icad edilir, rû-yi zeminde yazılır. Galatsız, kusursuz, kemâl-i intizamla değiştirilir. Binler sofra-i Rahmân açılır, kaldırılır, taze taze gelir. Herbir ağaç birer tablacı, herbir bostan birer kazan hükmüne geçer.


acip: şaşırtıcı, hayret verici
âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m)
derc etmek: içine yerleştirmek
galatsız: hatasız, yanlışsız
harikulâde: olağanüstü
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hatem: mühür, damga
icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)
icmâl: özet (bk. c-m-l)
ilânnâme: duyuru
kalem-i kader: kader kalemi (bk. ḳ-d-r)
kalem-i kudret: Allah’ın kudret kalemi (bk. ḳ-d-r)
kâtip: yazıcı, yazan (bk. k-t-b)
kemâl-i intizam: kusursuz derecede düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
kitab-ı kebir: büyük kitap, kâinat (bk. k-t-b; k-b-r)
mahiyet-i insaniye: insanın mahiyeti, iç yüzü, esası
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
mu’ciznümâ: mu’cize gösteren (bk. a-c-z)
muhtelif: çeşitli
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
mütenevvi: çeşitli
nakkaş: nakış ustası (bk. n-ḳ-ş)
nihayetsiz: sonsuz
rû-yi zemin: yeryüzü
sair: diğer
şecere-i hilkat: yaratılış ağacı (bk. ḫ-l-ḳ)
sofra-ı Rahmân: Allah’ın sınırsız rahmetiyle kulları önüne serdiği sofra (bk. r-ḥ-m)
şuursuz: bilinçsiz, akılsız (bk. ş-a-r)
tabiat: doğa, canlı cansız varlıklar; maddî âlem (bk. ṭ-b-a)
tablacı: yiyecek sunan
tahavvülât: değişiklikler
taife: topluluk
tanzimat: düzenlemeler (bk. n-ẓ-m)
tefekkür: düşünme (bk. f-k-r)
teşkilât: yapı, kuruluş
ünsiyet etmek: alışmak
zemin: yer
ziynet: süs (bk. z-y-n)

Muntazaman yerlerine ve mahiyetçe onlara benzer, fakat suretçe ayrı, başkaları geldiler. Adeta şu ova, dağlar birer sahife; yüz binlerle ayrı ayrı kitaplar içinde yazılıyor. Hem hatasız, noksansız olarak yazılıyor.

İşte, bu işler yüz derece muhaldir ki kendi kendine olsun. Evet, nihayet derecede san’atlı, dikkatli şu işler, kendi kendine olmak bin derece muhaldir ki, kendilerinden ziyade, san’atkârlarını gösteriyorlar.

Hem bunları işleyici, öyle mu’ciznümâ bir zattır ki, hiçbir iş ona ağır gelmez. Bin kitap yazmak, bir harf kadar ona kolay gelir.

Bununla beraber, her tarafa bak ki, hem öyle bir hikmetle herşeyi yerli yerine koyuyor; ve öyle mükrimâne, herkese lâyık oldukları lütufları yapıyor; hem öyle ihsanperverâne umumî perdeler ve kapılar açıyor ki, herkesin arzularını tatmin ediyor. Hem öyle sehâvetperverâne sofralar kuruyor ki, bütün bu memleketin halklarına, hayvanlarına, herbir taifesine has ve lâyık, belki herbir ferdine mahsus ismiyle ve resmiyle bir tabla-i nimet veriliyor.

İşte, dünyada bundan muhal birşey var mı ki, bu gördüğümüz işler içinde tesadüfî işler bulunsun; veya abes ve faidesiz olsun; veya müteaddit eller karışsın; veya ustası herşeye muktedir olmasın; veya herşey ona musahhar olmasın? İşte, ey arkadaş, haddin varsa buna karşı bir bahane bul!


abes: geresiz, lüzumsuz
acip: şaşırtıcı, hayret verici
âlem: dünya (bk. a-l-m)
cüz’iyât: küçük, ferdî şeyler (bk. c-z-e)
ecza: parçalar, bölümler (bk. c-z-e)
erzak: rızıklar; yiyecek ve içecekler (bk. r-z-ḳ)
eşcar: ağaçlar
fail-i muhtar: dilediğini yapmakta serbest olan fâil (bk. f-a-l; ḫ-y-r)
fert: birey (bk. f-r-d)
gaip: görünmeyen âlem (bk. ğ-y-b)
has/mahsus: özel
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hayvanat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
ihsanperverâne: bağışta bulunmayı pek sever şekilde (bk. ḥ-s-n)
imdad: yardım
inkılap: değişim, dönüşüm
intizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
kafile: topluluk
küllî: büyük, geniş (bk. k-l-l)
lütûf: yardım, iyilik, bağış (bk. l-ṭ-f)
mahiyet: nitelik, özellik
merkep: binek
mevcut: var olan (bk. v-c-d)
mu’ciznümâ: mu’cize gösteren (bk. a-c-z)
muhal: imkânsız
muhtelif: çeşitli
mükrimâne: ikramlarda bulunarak (bk. k-r-m)
muktedir: güç ve iktidar sahibi (bk. ḳ-d-r)
muntazaman: düzenli olarak (bk. n-ẓ-m)
musahhar: boyun eğmiş
müteaddit: çeşitli
nebat: bitki
nebatat: bitkiler
nihayet: son
nizâmât-ı külliye: kapsamlı ve her yerde geçerli olan düzenler (bk. n-ẓ-m; k-l-l)
sahavetperverâne: cömertlikte bulunmaktan pek hoşlanır şekilde
suret: şekil, görünüş (bk. ṣ-v-r)
tabla-i erzak: yiyecek tablası (bk. r-z-ḳ)
tabla-i nimet: nimet tablası (bk. n-a-m)
taife: topluluk
tesadüfî: rastgele, tesadüfen
tevfik-i hareket: uygun hareket
umumî: genel, herkese ait
ziyade: fazla

KAYNAKLAR

http://www.erisale.com/#content.tr.1.379

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/379


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Madem bir harf, kâtibini göstermeksizin olmaz. San’atlı bir nakış, nakkaşını bildirmemek olmaz. Nasıl olur ki, bir harfte koca bir kitabı yazan, bir nakışta bin nakşı nakşeden nakkaş, kendi kitabıyla ve nakşıyla bilinmesin? – Cumartesi Dersleri 22. 5.

Madem bir harf, kâtibini göstermeksizin olmaz. San'atlı bir nakış, nakkaşını bildirmemek olmaz. Nasıl olur ki, bir harfte koca bir kitabı yazan, bir nakışta bin nakşı nakşeden nakkaş, kendi kitabıyla ve nakşıyla bilinmesin - Cumartesi Dersleri 22. 5.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Madem bir harf, kâtibini göstermeksizin olmaz. San’atlı bir nakış, nakkaşını bildirmemek olmaz. Nasıl olur ki, bir harfte koca bir kitabı yazan, bir nakışta bin nakşı nakşeden nakkaş, kendi kitabıyla ve nakşıyla bilinmesin?” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz Birinci Makam Beşinci Burhan.

Madem bir harf, kâtibini göstermeksizin olmaz. San'atlı bir nakış, nakkaşını bildirmemek olmaz. Nasıl olur ki, bir harfte koca bir kitabı yazan, bir nakışta bin nakşı nakşeden nakkaş, kendi kitabıyla ve nakşıyla bilinmesin - Cumartesi Dersleri 22. 5.
Madem bir harf, kâtibini göstermeksizin olmaz. San’atlı bir nakış, nakkaşını bildirmemek olmaz. Nasıl olur ki, bir harfte koca bir kitabı yazan, bir nakışta bin nakşı nakşeden nakkaş, kendi kitabıyla ve nakşıyla bilinmesin – Cumartesi Dersleri 22. 5.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi İkinci Söz

Birinci Makam

BEŞİNCİ BURHAN

Ey vesveseli arkadaş! Gel, bu azîm sarayın nakışlarına dikkat et. Ve bütün bu şehrin ziynetlerine bak. Ve bütün bu memleketin tanzimatını gör. Ve bütün bu âlemin san’atlarını tefekkür et.

İşte, bak: Eğer nihayetsiz mu’cizeleri ve hünerleri olan gizli bir zâtın kalemi işlemezse, bu nakışları sair şuursuz sebeplere, kör tesadüfe, sağır tabiata verilse, o vakit, ya bu memleketin herbir taşı, herbir otu öyle mu’ciznümâ nakkaş, öyle bir harikulâde kâtip olması lâzım gelir ki, bir harfte bin kitabı yazabilsin, bir nakışta milyonlar san’atı derc edebilsin. Çünkü, bak bu taşlardaki nakşa: HAŞİYE-1 Herbirisinde bütün sarayın nakışları var, bütün şehrin tanzimat kanunları var, bütün memleketin teşkilât programları var. Demek bu nakışları yapmak, bütün memleketi yapmak kadar hârikadır. Öyle ise, herbir nakış, herbir san’at, o gizli zâtın bir ilânnâmesidir, bir hâtemidir.

Madem bir harf, kâtibini göstermeksizin olmaz. San’atlı bir nakış, nakkaşını bildirmemek olmaz. Nasıl olur ki, bir harfte koca bir kitabı yazan, bir nakışta bin nakşı nakşeden nakkaş, kendi kitabıyla ve nakşıyla bilinmesin?


Haşiye-1

Şecere-i hilkatin meyvesi olan insana ve kendi ağacının programını ve fihristesini taşıyan meyveye işarettir. Zira, kalem-i kudret, âlemin kitab-ı kebirinde ne yazmışsa, icmâlini mahiyet-i insaniyede yazmıştır. Kalem-i kader, dağ gibi bir ağaçta ne yazmışsa, tırnak gibi meyvesinde dahi derc etmiştir.


acip: şaşırtıcı, hayret verici
âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m)
derc etmek: içine yerleştirmek
galatsız: hatasız, yanlışsız
harikulâde: olağanüstü
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hatem: mühür, damga
icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)
icmâl: özet (bk. c-m-l)
ilânnâme: duyuru
kalem-i kader: kader kalemi (bk. ḳ-d-r)
kalem-i kudret: Allah’ın kudret kalemi (bk. ḳ-d-r)
kâtip: yazıcı, yazan (bk. k-t-b)
kemâl-i intizam: kusursuz derecede düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
kitab-ı kebir: büyük kitap, kâinat (bk. k-t-b; k-b-r)
mahiyet-i insaniye: insanın mahiyeti, iç yüzü, esası
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
mu’ciznümâ: mu’cize gösteren (bk. a-c-z)
muhtelif: çeşitli
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
mütenevvi: çeşitli
nakkaş: nakış ustası (bk. n-ḳ-ş)
nihayetsiz: sonsuz
rû-yi zemin: yeryüzü
sair: diğer
şecere-i hilkat: yaratılış ağacı (bk. ḫ-l-ḳ)
sofra-ı Rahmân: Allah’ın sınırsız rahmetiyle kulları önüne serdiği sofra (bk. r-ḥ-m)
şuursuz: bilinçsiz, akılsız (bk. ş-a-r)
tabiat: doğa, canlı cansız varlıklar; maddî âlem (bk. ṭ-b-a)
tablacı: yiyecek sunan
tahavvülât: değişiklikler
taife: topluluk
tanzimat: düzenlemeler (bk. n-ẓ-m)
tefekkür: düşünme (bk. f-k-r)
teşkilât: yapı, kuruluş
ünsiyet etmek: alışmak
zemin: yer
ziynet: süs (bk. z-y-n)

KAYNAKLAR

http://www.erisale.com/#content.tr.1.378

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/379


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Bir köyde iki müdür, bir şehirde iki vali, bir memlekette iki padişah bulunsa, karıştırır. Nerede kaldı, hadsiz hâkim-i mutlak beraber bulunsun! – Cumartesi Dersleri – 22. 4.

Bir köyde iki müdür, bir şehirde iki vali, bir memlekette iki padişah bulunsa, karıştırır. Nerede kaldı, hadsiz hâkim-i mutlak beraber bulunsun! - Cumartesi Dersleri - 22. 4.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Bir köyde iki müdür, bir şehirde iki vali, bir memlekette iki padişah bulunsa, karıştırır. Nerede kaldı, hadsiz hâkim-i mutlak beraber bulunsun!” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz Birinci Makam Dördüncü Burhan.

Bir köyde iki müdür, bir şehirde iki vali, bir memlekette iki padişah bulunsa, karıştırır. Nerede kaldı, hadsiz hâkim-i mutlak beraber bulunsun! - Cumartesi Dersleri - 22. 4.
Bir köyde iki müdür, bir şehirde iki vali, bir memlekette iki padişah bulunsa, karıştırır. Nerede kaldı, hadsiz hâkim-i mutlak beraber bulunsun! – Cumartesi Dersleri – 22. 4.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi İkinci Söz

Birinci Makam

DÖRDÜNCÜ BURHAN

Ey muannid arkadaş! Gel, sana daha acibini göstereceğim. Bak, bu memlekette bütün bu işler, bu şeyler değişti, değişiyor. Bir halette durmuyor. Dikkat et ki, bu gördüğümüz câmid cisimler, hissiz kutular, birer hâkim-i mutlak suretini aldılar. Adeta herbir şey bütün eşyaya hükmediyor.

İşte, bu yanımızdaki bu makineye bak. HAŞİYE-1 Güya emrediyor; işte, onun tezyinatına ve işlemesine lâzım levazımat ve maddeler, uzak yerlerden koşup geliyorlar. İşte, oraya bak: O şuursuz cisim HAŞİYE-2 güya bir işaret ediyor; en büyük bir cismi kendine hizmetkâr ediyor, kendi işlerinde çalıştırıyor.

Daha başka şeyleri bunlara kıyas et. Adeta herbir şey, bütün bu âlemdeki hilkatleri musahhar ediyor. Eğer o gizli zâtı kabul etmezsen, bütün bu memleketteki taşında, toprağında, hayvanında, insana benzer mahlûklarda, o zâtın bütün hünerlerini, san’atlarını, kemâlâtlarını, birer birer o şeylere vereceksin. İşte, aklın uzak gördüğü birtek mu’ciznümâ zâtın bedeline, milyarlar onun gibi mu’ciznümâ, hem birbirine zıt, hem birbirine misil, hem birbiri içinde bulunsun, bu intizam bozulmasın, ortalığı karıştırmasınlar. Halbuki bu koca memlekette iki parmak karışsa, karıştırır. Çünkü bir köyde iki müdür, bir şehirde iki vali, bir memlekette iki padişah bulunsa, karıştırır. Nerede kaldı, hadsiz hâkim-i mutlak beraber bulunsun!


Haşiye-1

Makine, meyvedar ağaçlara işarettir. Çünkü yüzer tezgâhları, fabrikaları incecik dallarında taşıyor gibi, hayretnümâ yaprakları, çiçekleri, meyveleri dokuyor, süslendiriyor, pişiriyor, bizlere uzatıyor. Halbuki çam ve katran gibi muhteşem ağaçlar kuru bir taşta tezgâhını atmış, çalışıp duruyorlar.

Haşiye-2

Hububata, tohumlara, sineklerin tohumcuklarına işarettir. Meselâ, bir sinek, bir karaağacın yaprağında yumurtasını bırakır. Birden, o koca karaağaç, yapraklarını o yumurtalara bir rahm-ı mâder, bir beşik, bal gibi bir gıda ile dolu bir mahzene çeviriyor. Adeta o meyvesiz ağaç, o surette zîruh meyveler veriyor.


abes: faydasız, anlamsız
acib: hayret verici, şaşırtıcı
azîm: büyük (bk. a-ẓ-m)
câmid: cansız
dellâl: rehber, ilan edici
eşya: şeyler, varlıklar
hadsiz: sonsuz, sınırsız
hâkim-i mutlak: tam ve kayıtsız egemenlik sahibi (bk. ḥ-k-m; ṭ-l-ḳ)
halet: hal, vaziyet
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hayretnümâ: hayret verici, şaşırtıcı
hilkat: yaratılış (bk. ḫ-l-ḳ)
hizmetkâr: hizmetçi
hububat: tohumlar
icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)
ilânnâme: duyuru
intizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
kemâlât: mükemmellikler (bk. k-m-l)
levazımat: gerekli şeyler
lisan-ı hâl: hal ve beden dili
mahluk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mahzen: depo
misil: benzer
mu’ciznümâ: mu’cize gösteren (bk. a-c-z)
muannid: inatçı
muhteşem: görkemli, ihtişamlı
musahhar: boyun eğmiş
nakış: işleme (bk. n-ḳ-ş)
rahm-ı mâder: anne karnı (bk. r-ḥ-m)
sikke: madenî para gibi şeyler üstüne vurulan damga, mühür
suhulet: kolaylık
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şuursuz: bilinçsiz, idraksiz (bk. ş-a-r)
tesadüfî: tesadüfen, rastgelet
ezyinat: süslemeler (bk. z-y-n)
vesvese: şüphe, kuruntu
zîruh: ruh sahibi (bk. ẕî; r-v-ḥ)

KAYNAKLAR

http://www.erisale.com/#content.tr.1.378

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/378


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

“Biz öyle bir zâtın san’atıyız ki, bütün bu âlemimizi, bizi yaptığı ve suhuletle icad ettiği gibi kolaylıkla yapabilir bir zattır.” – Cumartesi Dersleri 22. 3.

"Biz öyle bir zâtın san'atıyız ki, bütün bu âlemimizi, bizi yaptığı ve suhuletle icad ettiği gibi kolaylıkla yapabilir bir zattır." - Cumartesi Dersleri 22. 3.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Biz öyle bir zâtın san’atıyız ki, bütün bu âlemimizi, bizi yaptığı ve suhuletle icad ettiği gibi kolaylıkla yapabilir bir zattır.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz Birinci Makam Üçüncü Burhan.

"Biz öyle bir zâtın san'atıyız ki, bütün bu âlemimizi, bizi yaptığı ve suhuletle icad ettiği gibi kolaylıkla yapabilir bir zattır." - Cumartesi Dersleri 22. 3.
“Biz öyle bir zâtın san’atıyız ki, bütün bu âlemimizi, bizi yaptığı ve suhuletle icad ettiği gibi kolaylıkla yapabilir bir zattır.” – Cumartesi Dersleri 22. 3.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi İkinci Söz

Birinci Makam

ÜÇÜNCÜ BURHAN

Gel, bu müteharrik antika HAŞİYE-3 san’atlarına bak. Herbirisi öyle bir tarzda yapılmış; adeta bu koca sarayın bir küçük nüshasıdır. Bütün bu sarayda ne varsa, o küçücük müteharrik makinelerde bulunuyor.

Hiç mümkün müdür ki, bu sarayın ustasından başka birisi gelip, bu acip sarayı küçük bir makinede derc etsin? Hem hiç mümkün müdür ki, bir kutu kadar bir makine, bütün bir âlemi içine aldığı halde, tesadüfî veyahut abes bir iş, içinde bulunsun?

Demek, bütün gözün gördüğü ne kadar antika makineler var, o gizli zâtın birer sikkesi hükmündedirler. Belki birer dellâl, birer ilânnâme hükmündedirler. Lisan-ı hâlleriyle derler ki: “Biz öyle bir zâtın san’atıyız ki, bütün bu âlemimizi, bizi yaptığı ve suhuletle icad ettiği gibi kolaylıkla yapabilir bir zattır.”


Haşiye-3

Hayvanlara ve insanlara işarettir. Zira hayvan, şu âlemin küçük bir fihristesi; ve mahiyet-i insaniye, şu kâinatın bir misal-i musağğarı olduğundan, adeta âlemde ne varsa insanda nümunesi vardır.


acip: şaşırtıcı, hayret verici
büzr: tohum
cism-i hayvanî: canlı bedeni (bk. ḥ-y-y)
çuha: tüysüz ince, sık dokunmuş yün kumaş
dellâl: rehber, ilan edici
derc etmek: içine yerleştirmek
dirhem: eskiden kullanılan ve yaklaşık 3 gramlık ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi
ecza: parçalar, bölümler (bk. c-z-e)
fihriste: indeks, plân
gaybî: görünmeyen (bk. ğ-y-b)
halk: yaratma (bk. ḫ-l-ḳ)
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hazine-i rahmet: Allah’ın rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m)
icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)
ilânnâme: duyuru
kâfi: yeterli
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)
leziz: lezzetli
lisan-ı hâl: hal ve beden dili
mahiyet-i insaniye: insanın mahiyeti, iç yüzü, esası
menzil: yer, mekan (bk. n-z-l)
misal-i musağğar: küçültülmüş örnek (bk. m-s̱-l)
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
mu’cize-i kuvvet: kuvvet mu’cizesi (bk. a-c-z)
mu’cizekâr: mu’cize sahibi (bk. a-c-z)
müteharrik: hareketli
nümune: örnek
nüsha: kopya
nutfe: memelilerin yaratıldığı su, meni
nüvat: çekirdek
patiska: pamuktan dokunmuş sık ve düzgün bez
râm olmak: boyun eğmek
safsata: yalan, uydurma
sikke: madenî para gibi şeyler üstüne vurulan damga, mühür
suhulet: kolaylık
tesadüfî: tesadüfen, rastgele
turra: padişah mührü, imzası
unsur: element
zerre: atom
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, Birinci Makam, İKİNCİ BURHAN, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.377

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/377


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Hem de bak, bu demiri, toprağı, suyu, kömürü, bakırı, gümüşü, altını gaybî avucuna aldı, bir et parçası yaptı. Bak, gör! – Cumartesi Dersleri 22. 2.

Hem de bak, bu demiri, toprağı, suyu, kömürü, bakırı, gümüşü, altını gaybî avucuna aldı, bir et parçası yaptı. Bak, gör! - Cumartesi Dersleri 22. 2.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Hem de bak, bu demiri, toprağı, suyu, kömürü, bakırı, gümüşü, altını gaybî avucuna aldı, bir et parçası yaptı. Bak, gör!” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz Birinci Makam İkinci Burhan.

Hem de bak, bu demiri, toprağı, suyu, kömürü, bakırı, gümüşü, altını gaybî avucuna aldı, bir et parçası yaptı. Bak, gör! - Cumartesi Dersleri 22. 2.
Hem de bak, bu demiri, toprağı, suyu, kömürü, bakırı, gümüşü, altını gaybî avucuna aldı, bir et parçası yaptı. Bak, gör! – Cumartesi Dersleri 22. 2.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi İkinci Söz

Birinci Makam

İKİNCİ BURHAN

Gel, bütün bu ovaları, bu meydanları, bu menzilleri süslendiren şeyler üstünde dikkat et. Herbirisinde o gizli zattan haber veren işler var. Adeta herbiri birer turra, birer sikke gibi, o gaybî zattan haber veriyorlar. İşte, gözünün önünde, bak, bir dirhem pamuktan HAŞİYE-1 ne yapıyor:

Bak, kaç top çuha ve patiska ve çiçekli kumaş çıktı. Bak, ondan ne kadar şekerlemeler, yuvarlak tatlı köfteler yapılıyor ki, bizim gibi binler adam giyse ve yese kâfi gelir.

Hem de bak, bu demiri, toprağı, suyu, kömürü, bakırı, gümüşü, altını gaybî avucuna aldı, bir et parçası HAŞİYE-2 yaptı. Bak, gör!

İşte, ey akılsız adam, bu işler öyle bir zâta mahsustur ki, bütün bu memleket, bütün eczasıyla onun mu’cize-i kuvveti altında duruyor, her arzusuna râm oluyor.


Haşiye-1

Tohuma işarettir. Meselâ, zerre gibi bir afyon büzrü, bir dirhem gibi bir zerdali nüvatı, bir kavun çekirdeği, nasıl çuhadan daha güzel dokunmuş yapraklar, patiskadan daha beyaz ve sarı çiçekler, şekerlemeden daha tatlı ve köftelerden ve konserve kutularından daha lâtif, daha leziz, daha şirin meyveleri hazine-i rahmetten getiriyorlar, bize takdim ediyorlar.

Haşiye-2

Unsurlardan cism-i hayvanîyi halk ve nutfeden zîhayatı icad etmeye işarettir.


acip: şaşırtıcı, hayret verici
büzr: tohum
cism-i hayvanî: canlı bedeni (bk. ḥ-y-y)
çuha: tüysüz ince, sık dokunmuş yün kumaş
derc etmek: içine yerleştirmek
dirhem: eskiden kullanılan ve yaklaşık 3 gramlık ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi
ecza: parçalar, bölümler (bk. c-z-e)
fihriste: indeks, plân
gaybî: görünmeyen (bk. ğ-y-b)
halk: yaratma (bk. ḫ-l-ḳ)
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hazine-i rahmet: Allah’ın rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m)
icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)
kâfi: yeterli
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)
leziz: lezzetli
mahiyet-i insaniye: insanın mahiyeti, iç yüzü, esası
menzil: yer, mekan (bk. n-z-l)
misal-i musağğar: küçültülmüş örnek (bk. m-s̱-l)
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
mu’cize-i kuvvet: kuvvet mu’cizesi (bk. a-c-z)
mu’cizekâr: mu’cize sahibi (bk. a-c-z)
müteharrik: hareketli
nümune: örnek
nüsha: kopya
nutfe: memelilerin yaratıldığı su, meni
nüvat: çekirdek
patiska: pamuktan dokunmuş sık ve düzgün bez
râm olmak: boyun eğmek
safsata: yalan, uydurma
sikke: madenî para gibi şeyler üstüne vurulan damga, mühür
turra: padişah mührü, imzası
unsur: element
zerre: atom
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, Birinci Makam, İKİNCİ BURHAN, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.377

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/376


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibi şu memleketin tek bir ustası vardır. – Cumartesi Dersleri 22. 1.

Bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibi şu memleketin tek bir ustası vardır. - Cumartesi Dersleri 22. 1.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibi şu memleketin tek bir ustası vardır. ” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz Birinci Makam Birinci Burhan.

Bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibi şu memleketin tek bir ustası vardır. - Cumartesi Dersleri 22. 1.
Bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibi şu memleketin tek bir ustası vardır. – Cumartesi Dersleri 22. 1.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi İkinci Söz

İki Makamdır

Birinci Makam

وَيَضْرِبُ اللهُ اْلاَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ     1

وَتِلْكَ اْلاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ     2

BİR ZAMAN iki adam bir havuzda yıkandılar. Fevkalâde bir tesir altında kendilerinden geçtiler. Gözlerini açtıkları vakit gördüler ki, acip bir âleme götürülmüşler. Öyle bir âlem ki, kemâl-i intizamından bir memleket hükmünde, belki bir şehir hükmünde, belki bir saray hükmündedir.

Kemâl-i hayretlerinden etraflarına baktılar. Gördüler ki, bir cihette bakılsa azîm bir âlem görünüyor; bir cihette bakılsa muntazam bir memleket, bir cihette bakılsa mükemmel bir şehir, diğer bir cihette bakılsa gayet muhteşem bir âlemi içine almış bir saraydır.

Şu acaip âlemde gezerek seyran ettiler. Gördüler ki, bir kısım mahlûklar var; bir tarz ile konuşuyorlar, fakat bunlar onların dillerini bilmiyorlar. Yalnız, işaretlerinden anlaşılıyor ki, mühim işler görüyorlar ve ehemmiyetli vazifeler yapıyorlar.

O iki adamdan birisi, arkadaşına dedi ki: “Şu acip âlemin elbette bir müdebbiri ve şu muntazam memleketin bir mâliki, şu mükemmel şehrin bir sahibi, şu musannâ sarayın bir ustası vardır. Biz çalışmalıyız, onu tanımalıyız. Çünkü, anlaşılıyor ki, bizi buraya getiren odur. Onu tanımazsak kim bize medet verecek? Dillerini bilmediğimiz ve onlar bizi dinlemedikleri şu âciz mahlûklardan ne bekleyebiliriz? Hem koca bir âlemi bir memleket suretinde, bir şehir tarzında,


Dipnot-1

“Allah insanlara misaller verir ki, düşünüp öğüt alsınlar.” İbrahim Sûresi, 14:25.

Dipnot-2

“Düşünsünler diye, insanlara Biz böyle misaller veriyoruz.” Haşir Sûresi, 59:21.


acaip: şaşırtıcı, hayret verici
acîp: şaşırtıcı
âciz: güçsüz, zavallı (bk. a-c-z)
âlem: dünya (bk. a-l-m)
azîm: büyük (bk. a-ẓ-m)
cihet: yön
fevkalâde: olağanüstü
kemâl-i hayret: tam bir şaşkınlık (bk. k-m-l)
kemâl-i intizam: kusursuz derecede düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
medet: yardım
müdebbir: idareci (bk. d-b-r)
muhteşem: görkemli, ihtişamlı
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
musannâ: san’atlı (bk. ṣ-n-a)
seyran etmek: seyretmek, gezmek
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)

bir saray şeklinde yapan ve baştan başa hârika şeylerle dolduran ve müzeyyenâtın envâıyla tezyin eden ve ibretnümâ mu’cizatlarla donatan bir zat, elbette bizden ve buraya gelenlerden bir istediği vardır. Onu tanımalıyız. Hem ne istediğini bilmekliğimiz lâzımdır.”

Öteki adam dedi: “İnanmam, böyle bahsettiğin gibi bir zat bulunsun ve bütün bu âlemi tek başıyla idare etsin.”

Arkadaşı cevaben dedi ki: “Bunu tanımazsak, lâkayt kalsak, menfaati hiç yok. Zararı olsa pek azîmdir. Eğer tanımasına çalışsak, meşakkati pek hafiftir; menfaati olursa pek azîmdir. Onun için, ona karşı lâkayt kalmak hiç kâr-ı akıl değildir.”

O serseri adam dedi: “Ben bütün rahatımı, keyfimi, onu düşünmemekte görüyorum. Hem böyle aklıma sığışmayan şeylerle uğraşmayacağım. Bütün bu işler, tesadüfî ve karma karışık işlerdir; kendi kendine dönüyor. Benim neme lâzım?”

Akıllı arkadaşı ona dedi: “Senin bu temerrüdün beni de, belki çokları da belâya atacaktır. Bir edepsizin yüzünden, bazan olur ki, bir memleket harap olur.”

Yine o serseri dönüp dedi ki: “Ya kat’iyen bana ispat et ki, bu koca memleketin tek bir mâliki, tek bir sânii vardır. Yahut bana ilişme.”

Cevaben, arkadaşı dedi: “Madem inadın divanelik derecesine çıkmış; o inadınla bizi ve belki memleketi bir kahra giriftar edeceksin. Ben de sana On İki Burhan ile göstereceğim ki, bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibi şu memleketin tek bir ustası vardır. Ve o usta, herşeyi idare eden yalnız odur. Hiçbir cihetle noksaniyeti yoktur. Bize görünmeyen o usta, bizi ve herşeyi görür ve sözlerini işitir. Bütün işleri mu’cize ve hârikadır. Bütün bu gördüğümüz ve dillerini bilmediğimiz şu mahlûklar onun memurlarıdır.”

BİRİNCİ BURHAN

Gel, her tarafa bak, herşeye dikkat et. Bütün bu işler içinde gizli bir el işliyor. Çünkü, bak, bir dirhem HAŞİYE-1 kadar kuvveti olmayan, bir çekirdek küçüklüğünde birşey, binler batman yükü kaldırıyor. Zerre kadar şuuru HAŞİYE-2 olmayan, gayet hakîmâne işler görüyor.

Demek bunlar kendi kendilerine işlemiyorlar. Onları işlettiren gizli bir kudret sahibi vardır. Eğer kendi başına olsa, bütün baştan başa bu gördüğümüz memlekette her iş mu’cize, herşey mu’cizekâr bir hârika olmak lâzım gelir. Bu ise bir safsatadır.


Haşiye-1

Ağaçları başlarında taşıyan çekirdeklere işarettir.

Haşiye-2

Kendi kendine yükselmeyen ve meyvelerin sıkletine dayanmayan üzüm çubukları gibi nâzenin nebâtâtın, başka ağaçlara lâtif eller atıp sarmalarına ve onlara yüklenmelerine işarettir.


azîm: büyük (bk. a-ẓ-m)
batman: eskiden kullanılan ve 8 kiloluk ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi
burhan: güçlü, mantıkî delil
cihet: yön, taraf
dirhem: eskiden kullanılan ve 3 gramlık ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi
dîvane: deli
envâ: çeşitler, türler
giriftar etmek: düşürmek, müptelâ etmek, dûçar etmek
hakîmâne: hikmetli bir biçimde (bk. ḥ-k-m)
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
ibretnümâ: ibret verici
kahr: mahv, helâk, batırma
kâr-ı akıl: aklın kabul edeceği iş
kat’iyen: kesinlikle
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
lâkayt: ilgisiz
lâtif: ince, hoş (bk. l-ṭ-f)
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
meşakkat: güçlük
mu’cizat: mu’cizeler (bk. a-c-z)
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
mu’cizekâr: mu’cize sahibi (bk. a-c-z)
müzeyyenat: süslü varlıklar (bk. z-y-n)
nâzenin: ince, nâzik
nebatat: bitkiler
noksaniyet: eksiklik
safsata: yalan, uydurma
sâni: sanatkâr (bk. ṣ-n-a)
sıklet: ağırlık
şuur: bilinç, anlayış (bk. ş-a-r)
temerrüd: inat, karşı gelme
tesadüfî: rastlantı
tezyin etmek: süslemek (bk. z-y-n)
zerre: atom, çok küçük parça

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, Birinci Makam, BİRİNCİ BURHAN, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.375

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/375


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Bu derece mü’minlere muzır ve müz’iç olan vesvese ne hikmete binaen bize belâ olmuş? – Cumartesi Dersleri 21. 10.

Bu derece mü'minlere muzır ve müz'iç olan vesvese ne hikmete binaen bize belâ olmuş? - Cumartesi Dersleri 21. 10.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Bu derece mü’minlere muzır ve müz’iç olan vesvese ne hikmete binaen bize belâ olmuş?” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Birinci Söz İkinci Makam Beşinci Vecih.

Bu derece mü'minlere muzır ve müz'iç olan vesvese ne hikmete binaen bize belâ olmuş? - Cumartesi Dersleri 21. 10.
Bu derece mü’minlere muzır ve müz’iç olan vesvese ne hikmete binaen bize belâ olmuş? – Cumartesi Dersleri 21. 10.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi Birinci Sözün İkinci Makamı

BEŞİNCİ VECİH

Mesâil-i imâniyede şüphe suretinde gelen vesvesedir. Biçare vesveseli adam, bazan tahayyülü taakkul ile iltibas eder. Yani, hayale gelen bir şüpheyi, akla girmiş bir şüphe tevehhüm edip, itikadına halel gelmiş zanneder. Hem bazan tevehhüm ettiği bir şüpheyi, imana zarar veren bir şek zanneder. Hem bazan tasavvur ettiği bir şüpheyi, tasdik-i aklîye girmiş bir şüphe zanneder. Hem bazan bir emr-i küfrîde tefekkürü, küfür zanneder. Yani, dalâletin esbabını anlamak suretinde kuvve-i müfekkirenin cevelânını ve tetkikatını ve bîtarafâne muhakemesini, hilâf-ı iman zanneder. İşte, telkinât-ı şeytaniyenin eseri olan şu zanlardan ürkerek, “Eyvah! Kalbim bozulmuş, itikadıma halel gelmiş” der. O haller galiben ihtiyarsız olduğundan, cüz-ü ihtiyarîsiyle ıslah edemediğinden ye’se düşer. Bu yaranın merhemi şudur ki:

Tahayyül-ü küfür, küfür olmadığı gibi, tevehhüm-ü küfür dahi küfür değildir.


acz: güçsüzlük (bk. a-c-z)
amel: dinin emirlerini yerine getirme
biçare: çaresiz
bîtarafâne: tarafsız
cevelân: dolaşma
cüz-ü ihtiyarî: insanın elindeki seçim gücü, irade (bk. c-z-e; ḫ-y-r)
dalâlet: hak yoldan sapkınlık inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
dehâlet etmek: sığınmak
eda etmek: yerine getirmek
emr-i küfrî: inkârla ilgili husus (bk. k-f-r)
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
evlâ: daha iyi
galiben: çoğunlukla
hakikat-i hal: işin aslı, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
halel: zarar, eksiklik
harec: zorluk
hilâf-ı iman: imana zıt (bk. e-m-n)
ihtiyar: irade, istek, tercih (bk. ḫ-y-r)
iltibas: karıştırma
istiğfar: Allah’tan bağışlanma dileme (bk. ğ-f-r)
itikad: inanç
ıslah: iyileştirme (bk. ṣ-l-ḥ)
kâfi: yeterli
küfür: inkâr, inançsızlık (bk. k-f-r)
kuvve-i müfekkire: düşünme duygusu (bk. f-k-r)
lâakal: en az
merhamet-i İlâhiye: Allah’ın merhameti (bk. r-ḥ-m; e-l-h)
mesâil-i imâniye: imanî meseleler (bk. m-s̱-l; e-m-n)
mezheb-i hak: doğru mezhep (bk. ẕ-h-b; ḥ-ḳ-ḳ)
muhakeme: değerlendirme (bk. ḥ-k-m)
muhalif: zıt
münafi: aykırı
mütezellilâne: kendi kusur ve aczini bilerek
muttali: bilme, bilgiye ulaşma
muvafık: uygun
niyaz: dua, yalvarma
şek: şüphe, tereddüt
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
taakkul: akıl erdirme
tahayyül: hayal etme (bk. ḫ-y-l)
tahayyül-ü küfür: küfrü hayal etme (bk. ḫ-y-l; k-f-r)
tasavvur: zihinde şekillendirme, tasarlama (bk. ṣ-v-r)
tasdik-i aklî: aklen doğrulama (bk. ṣ-d-ḳ)
tazarru: yakarış, dua
tefekkür: düşünme (bk. f-k-r)
telkinât-ı şeytaniye: şeytanın telkinleri
tetkikat: araştırmalar, incelemeler
tevehhüm: zannetme, kuruntuya kapılma
tevehhüm-ü küfür: küfrü tevehhüm etme; küfür olmadığını kesin bildiği halde, küfürmüş gibi vehimlenme (bk. k-f-r)
vechile: yönüyle
vesvese: şüphe, kuruntu
ye’s: ümitsizlik
yüsr: kolaylık

Tasavvur-u dalâlet, dalâlet olmadığı gibi, tefekkür-ü dalâlet dahi dalâlet değildir. Çünkü hem tahayyül, hem tevehhüm, hem tasavvur, hem tefekkür, tasdik-i aklîden ve iz’ân-ı kalbîden ayrıdırlar, başkadırlar. Onlar bir derece serbesttirler. Cüz-ü ihtiyariyeyi pek dinlemiyorlar. Teklif-i dinî altına çok giremiyorlar. Tasdik ve iz’an öyle değiller. Bir mizana tâbidirler.

Hem tahayyül, tevehhüm, tasavvur, tefekkür, nasıl ki tasdik ve iz’an değiller. Öyle de, şüphe ve tereddüt sayılmazlar. Fakat, eğer lüzumsuz tekrar ede ede müstekar bir hale gelse, o vakit hakikî bir nevi şüphe, ondan tevellüt edebilir.

Hem bîtarafâne muhakeme namıyla veya insaf namına deyip, şıkk-ı muhalifi iltizam ede ede, tâ öyle bir hale gelir ki, ihtiyarsız taraf-ı muhalifi iltizam eder. Ona vâcip olan hakkın iltizamı kırılır. O da tehlikeye düşer. Hasmın veya şeytanın bir vekil-i fuzulîsi olacak bir halet, zihninde takarrur eder.

Şu nevi vesvesenin en mühimi budur ki: Vesveseli adam, imkân-ı zâtî ile imkân-ı zihnîyi birbiriyle iltibas eder. Yani, birşeyi zâtında mümkün görse, o şeyi zihnen dahi mümkün ve aklen meşkûk tevehhüm eder. Halbuki, ilm-i kelâmın kaidelerindendir ki, imkân-ı zâtî ise yakîn-i ilmîye münâfi değil ve zaruret-i zihniyeye zıddiyeti yoktur. Meselâ, şu dakikada Karadeniz’in yere batması, zâtında mümkündür ve o imkân-ı zâtî ile muhtemeldir. Halbuki, yakînen o denizin yerinde olduğunu hükmediyoruz, şüphesiz biliyoruz. Ve o ihtimal-i imkânî ve o imkân-ı zâtî bize şek vermez, bir şüphe getirmez, yakînimizi bozmaz. Meselâ şu güneş, zâtında mümkündür ki, bugün gurub etmesin veya yarın tulû etmesin. Halbuki bu imkân yakînimize zarar vermez, şüphe getirmez.

İşte, bunun gibi, meselâ hakaik-ı imâniyeden olan hayat-ı dünyeviyenin gurubuna ve hayat-ı uhreviyenin tulûuna imkân-ı zâtî cihetinde gelen vehimler,


aklen: akıl bakımından
bitarafâne: tarafsız bir şekilde
cihet: yöncüz-ü ihtiyarî: insanın elindeki seçim gücü, irade (bk. c-z-e; ḫ-y-r)
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
gurub: batma
hak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakaik-i imâniye: iman hakikatleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ; e-m-n)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
halet: durum, hal
hasım: düşman
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y)
hayat-ı uhreviye: âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y; e-ḫ-r)
ihtimal-i imkânî: mümkün olma ihtimali (bk. m-k-n)
ihtiyar: irade, tercih (bk. ḫ-y-r)
ilm-i kelâm: kelâm ilmi (bk. a-l-m; k-l-m)
iltibas: karıştırma
iltizam: taraf tutma
imkân-ı zâtî: bir şeyin aslında mümkün olması (bk. m-k-n)
imkân-ı zihnî: bir şeyin mümkün olabileceğini zihinde düşünmek (bk. m-k-n)
insaf: merhamet ve adâlet dâiresinde hareket
iz’an: kesin şekilde inanma
iz’ân-ı kalbî: kalben kabul etme
kaide: kural
meşkûk: şüpheli
mizan: ölçü (bk. v-z-n)muhakeme: değerlendirme (bk. ḥ-k-m)
muhtemel: ihtimal dahilinde
münâfi: aykırı, zıt
müstekar: kararlı, yerleşmiş
nevi: çeşit, tür
şek: şüphe
şıkk-ı muhalif: karşı taraf
tâbi: uyma
tahayyül: hayal etme (bk. ḫ-y-l)
takarrur: karar kılma, yerleşme
taraf-ı muhalif: karşı taraf
tasavvur: zihinde şekillendirme, tasarlama (bk. ṣ-v-r)
tasavvur-u dalâlet: inançsızlığı zihinde şekillendirme (bk. ṣ-v-r; ḍ-l-l)
tasdik: doğruluğunu kabul etme, onaylama (bk. ṣ-d-ḳ)
tasdik-i aklî: aklen doğrulama (bk. ṣ-d-ḳ)
tefekkür: düşünme (bk. f-k-r)
tefekkür-ü dalâlet: inançsızlığı düşünme (bk. f-k-r; ḍ-l-l)
teklif-i dinî: dinin yükümlülükleri
tereddüt: şüphede kalma
tevehhüm: olmayan şeyi varmış gibi düşünme, kuruntuya kapılma
tevellüt: doğma, meydana gelme
tulû: doğma
vâcip: zorunlu (bk. v-c-b)
vehim: kuruntu, olmayan şeyi varmış gibi gösteren düşünce
vekil-i fuzulî: gereksiz vekil
vesvese: şüphe, kuruntu
yakîn: kesinlik (bk. y-ḳ-n)
yakîn-i ilmî: kesin ve sağlam bilgi (bk. y-ḳ-n; a-l-m)
yakînen: kesin olarak (bk. y-ḳ-n)
zaruret-i zihniye: zihnin zorunlulukları
zâtı: kendisi
zıddiyet: zıtlık, karşıtlık

yakîn-i imânîye zarar vermez. Hem

 لاَعِبْرَةَ ِلْلاِحْتِمَالِ الْغَيْرِ النَّاشِئِ عَنْ دَلِيلٍ 

yani, “Bir delilden neş’et etmeyen bir ihtimalin hiç ehemmiyeti yoktur” olan kaide-i meşhure, hem usulü’d-din, hem usulü’l-fıkhın kaide-i mukarreresindendir.

Eğer desen: “Bu derece mü’minlere muzır ve müz’iç olan vesvese ne hikmete binaen bize belâ olmuş?”

Elcevap: İfrâta varmamak, hem galebe çalmamak şartıyla, asl-ı vesvese teyakkuza sebeptir, taharrîye dâîdir, ciddiyete vesiledir. Lâkaytlığı atar, tehâvünü def eder. Onun için, Hakîm-i Mutlak, şu dâr-ı imtihanda, şu meydan-ı müsabakada bize bir kamçı-yı teşvik olarak, vesveseyi şeytanın eline vermiş, beşerin başına vuruyor. Şayet ziyade incitse, Hakîm-i Rahîme şekvâ etmeli,

 اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ 

demeli.


Dipnot-1

bk. Ömer Nasuhî Bilmen, Hukuk-i İslâmiye ve Istılahât-ı Fıkhiyye Kamusu 1:279.

Dipnot-2

“Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım.”


asl-ı vesvese: vesvesenin aslı
beşer: insan
binaen: –dayanarak, dolayı
dâî: sebep
dâr-ı imtihan: imtihan yeri
def etme: ortadan kaldırma
galebe çalmak: üstün gelmek
Hakîm-i Mutlak: herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan, sınırsız hikmet sahibi Allah (bk. ḥ-k-m; ṭ-l-ḳ)
Hakîm-i Rahîm: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi ve herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m; r-ḥ-m)
hikmet: sebep, gaye (bk. ḥ-k-m)
ifrât: aşırılık
kaide-i meşhur: bilinen kural
kaide-i mukarrere: kesinleşmiş kural
kamçı-yı teşvik: teşvik kamçısı
lâkaytlık: ilgisizlik, duyarsızlık
meydan-ı müsabaka: yarış meydanı
mü’min: iman etmiş (bk. e-m-n)
müz’iç olan: sıkıntı veren
muzır: zararlı
neş’et: meydana gelme
şekvâ: şikayet
taharrî: araştırma, inceleme
tehâvün: aldırış etmeme
teyakkuz: uyanıklık
usulü’d-din: din metodolojisi, kelâm ilmi
usulü’l-fıkh: fıkıh metodolojisi
vesvese: şüphe, kuruntu
yakîn-i imânîye: imanın kesinliği (bk. y-ḳ-n; e-m-n)
ziyade: fazla

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Birinci Söz, İkinci Makam, BEŞİNCİ VECİH, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.372

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-birinci-soz/ikinci-makam/372


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

İşlediğin ameline “Acaba sahih olmuş mu?” deyip vesvese etme. Fakat “Kabul olmuş mu?” de, gururlanma, ucbe girme. – Cumartesi Dersleri 21. 9.

İşlediğin ameline "Acaba sahih olmuş mu?" deyip vesvese etme. Fakat "Kabul olmuş mu?" de, gururlanma, ucbe girme. - Cumartesi Dersleri 21. 9.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “İşlediğin ameline ‘Acaba sahih olmuş mu?’ deyip vesvese etme. Fakat ‘Kabul olmuş mu?’ de, gururlanma, ucbe girme.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Birinci Söz İkinci Makam Dördüncü Vecih.

İşlediğin ameline "Acaba sahih olmuş mu?" deyip vesvese etme. Fakat "Kabul olmuş mu?" de, gururlanma, ucbe girme. - Cumartesi Dersleri 21. 9.
İşlediğin ameline “Acaba sahih olmuş mu?” deyip vesvese etme. Fakat “Kabul olmuş mu?” de, gururlanma, ucbe girme. – Cumartesi Dersleri 21. 9.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi Birinci Sözün İkinci Makamı

DÖRDÜNCÜ VECİH

Amelin en iyi suretini taharrîden neş’et eden bir vesvesedir ki, takvâ zannıyla teşeddüt ettikçe, hal ona şiddetlenir. Hattâ bir dereceye varır ki, o adam amelin daha evlâsını ararken harama düşer. Bazan bir sünnetin araması, bir vâcibi terk ettiriyor. “Acaba amelim sahih oldu mu?” der, iade eder. Bu hal devam eder, gayet ye’se düşer. Şeytan şu halinden istifade eder, onu yaralar. Şu yaranın iki merhemi var.

BİRİNCİ MERHEM: Bu gibi vesvese, ehl-i i’tizâle lâyıktır. Çünkü onlar derler: “Medar-ı teklif olan ef’al ve eşya, kendi zâtında, âhiret itibarıyla ya hüsnü var, sonra o hüsne binaen emredilmiş; veya kubhu var, sonra ona binaen nehyedilmiş. Demek eşyada, âhiret ve hakikat nokta-i nazarında olan hüsün ve kubh zâtîdir; emir ve nehy-i İlâhî ona tâbidir.” Bu mezhebe göre, insan her işlediği amelde şöyle bir vesvese gelir: “Acaba amelim nefsülemirdeki güzel surette yapılmış mıdır?”

Amma mezheb-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat derler ki: “Cenâb-ı Hak bir şeye emreder, sonra hasen olur. Nehyeder, sonra kabih olur.” Demek emirle güzellik, nehiyle çirkinlik tahakkuk eder. Hüsün ve kubh, mükellefin ıttılaına bakar ve ona göre takarrur eder. Şu hüsün ve kubh ise, surî ve dünyaya bakan yüzünde değil, belki âhirete bakan yüzdedir. Meselâ sen namaz kıldın veya abdest aldın. Halbuki namazını ve abdestini fesada verecek bir sebep, nefsülemirde varmış; lâkin sen ona hiç muttali olmadın. Senin namazın ve abdestin hem sahihtir, hem hasendir. Mûtezile der: “Hakikatte kabih ve fâsittir. Lâkin senden kabul edilir. Çünkü cehlin var, bilmedin; ve özrün var.” Öyle ise, Ehl-i Sünnet mezhebine göre zahir-i şeriate muvafık olarak işlediğin ameline “Acaba sahih olmuş mu?” deyip vesvese etme. Fakat “Kabul olmuş mu?” de, gururlanma, ucbe girme.

İKİNCİ MERHEM: Dinde harec yoktur. 

لاَحَرَجَ فِى الدِّينِ 

Madem dört mezhep haktır. Madem istiğfara müncer olan derk-i kusur ise, gurura müncer olan hüsn-ü amelin rüyetine—böyle vesveseli adama—müreccahtır. Yani, böyle


Dipnot-1

“Dinde zorluk yoktur.” (Şer’î bir hükümdür.)


âhiret: öteki dünya (bk. e-ḫ-r)
amel: dinin emirlerini yerine getirmek
binâen: –dayanarak, dolayı
cehl: cahillik, bilgisizlik
derk-i kusur: kusurunu anlama
ef’al: fiiller, işler (bk. f-a-l)
ehl-i i’tizâl: Mûtezile mezhebinin mensupları
Ehl-i Sünnet ve Cemaat: Hz. Muhammed’in sünnetine uyan, onun yolundan giden büyük Müslüman topluluk (bk. s-n-n; c-m-a)
eşya: şeyler, varlıklar
evlâ: daha iyi
fâsit: bozuk
fesada vermek: bozmak
hak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
harec: zorluk
hasen: güzel (bk. ḥ-s-n)
hüsn-ü amel: güzel amel (bk. ḥ-s-n)
hüsün: güzellik (bk. ḥ-s-n)
istifade: faydalanma, yararlanma
istiğfar: Allah’tan bağışlanma dileme (bk. ğ-f-r)
ıttıla: bilgi sahibi olma
kabih: çirkin
kubh: çirkinlik
lâkin: fakat
medar-ı teklif: görev ve sorumluluk sebebi
mezheb-i hak: doğru mezhep (bk. ẕ-h-b; ḥ-ḳ-ḳ)
mezhep: dinde tutulan yol (bk. ẕ-h-b)
mükellef: yükümlü
müncer olan: sonuçlanan
müreccah: tercih edilen
Mûtezile: kendi akıllarını temel unsur kabul edip, Kur’ân ve sünneti ona uydurmaya çalışan Ehl-i Sünnet dışı bâtıl bir mezhep
muttali olma: bilme
muvafık: uygun
nefsülemir: işin kendisi, aslı (bk. n-f-s)
nehy-i İlâhî: Allah’ın yasaklaması (bk. e-l-h)
nehyetmek: yasaklamak
neş’et etmek: meydana gelmek
nokta-i nazar: görüş, bakış açısı (bk. n-ẓ-r)
rüyet: görme
sahih: doğru, kusursuz
sünnet: Resulullahın söz ve hareketlerine dayanan yüce prensipler (bk. s-n-n)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
surî: görünüşteki
tâbi: uyan
tahakkuk: gerçekleşme (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
taharrî: araştırma
takarrur: karar bulma
takvâ: Allah’tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyma (bk. v-ḳ-y)
teşeddüt: şiddetlenme
ucb: kendini beğenme, gurur
vâcib: yerine getirilmesi zorunlu olup, yapılmadığı takdirde günahı olan İlâhî emir (bk. v-c-b)
vesvese: şüphe, kuruntu
ye’s: ümitsizlik
zahir-i şeriat: şeriatın görünürdeki yönü (bk. ẓ-h-r; ş-r-a)
zâtî: kendinden olma

vesveseli adam, amelini güzel görüp gurura düşmektense, amelini kusurlu görse, istiğfar etse, daha evlâdır.

Madem böyledir. Sen vesveseyi at. Şeytana de ki: Şu hal bir harecdir. Hakikat-i hale muttali olmak güçtür, dindeki yüsre münafidir.

 لاَحَرَجَ فِى اَلدِّينُ 1 اَلدِّينُ يُسْرٌ 

esasına muhaliftir. Elbette böyle amelim bir mezheb-i hakka muvafık gelir. O bana kâfidir. Hem lâakal ben aczimi itiraf ederek, ibadeti lâyıkı vechile eda edemediğimden istiğfar ve tazarru ile merhamet-i İlâhiyeye dehâlet edip, kusurum affolunmak, kusurlu amelim kabul olunmak için mütezellilâne bir niyaza vesiledir.


Dipnot-1

“Dinde zorluk yoktur.” (Şer’î bir hükümdür.)

Dipnot-2

“Din kolaylıktır.” Buhari, Îmân: 29; Nesâî, Îmân: 28; Müsned, 5:69.


acz: güçsüzlük (bk. a-c-z)
amel: dinin emirlerini yerine getirme
biçare: çaresiz
bîtarafâne: tarafsız
cevelân: dolaşma
cüz-ü ihtiyarî: insanın elindeki seçim gücü, irade (bk. c-z-e; ḫ-y-r)
dalâlet: hak yoldan sapkınlık inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
dehâlet etmek: sığınmak
eda etmek: yerine getirmek
emr-i küfrî: inkârla ilgili husus (bk. k-f-r)
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
evlâ: daha iyi
galiben: çoğunlukla
hakikat-i hal: işin aslı, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
halel: zarar, eksiklik
harec: zorluk
hilâf-ı iman: imana zıt (bk. e-m-n)
ihtiyar: irade, istek, tercih (bk. ḫ-y-r)
iltibas: karıştırma
istiğfar: Allah’tan bağışlanma dileme (bk. ğ-f-r)
itikad: inanç
ıslah: iyileştirme (bk. ṣ-l-ḥ)
kâfi: yeterli
küfür: inkâr, inançsızlık (bk. k-f-r)
kuvve-i müfekkire: düşünme duygusu (bk. f-k-r)
lâakal: en az
merhamet-i İlâhiye: Allah’ın merhameti (bk. r-ḥ-m; e-l-h)
mesâil-i imâniye: imanî meseleler (bk. m-s̱-l; e-m-n)
mezheb-i hak: doğru mezhep (bk. ẕ-h-b; ḥ-ḳ-ḳ)
muhakeme: değerlendirme (bk. ḥ-k-m)
muhalif: zıt
münafi: aykırı
mütezellilâne: kendi kusur ve aczini bilerek
muttali: bilme, bilgiye ulaşma
muvafık: uygun
niyaz: dua, yalvarma
şek: şüphe, tereddüt
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
taakkul: akıl erdirme
tahayyül: hayal etme (bk. ḫ-y-l)
tahayyül-ü küfür: küfrü hayal etme (bk. ḫ-y-l; k-f-r)
tasavvur: zihinde şekillendirme, tasarlama (bk. ṣ-v-r)
tasdik-i aklî: aklen doğrulama (bk. ṣ-d-ḳ)
tazarru: yakarış, dua
tefekkür: düşünme (bk. f-k-r)
telkinât-ı şeytaniye: şeytanın telkinleri
tetkikat: araştırmalar, incelemeler
tevehhüm: zannetme, kuruntuya kapılma
tevehhüm-ü küfür: küfrü tevehhüm etme; küfür olmadığını kesin bildiği halde, küfürmüş gibi vehimlenme (bk. k-f-r)
vechile: yönüyle
vesvese: şüphe, kuruntu
ye’s: ümitsizlik
yüsr: kolaylık

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Birinci Söz, İkinci Makam, ÜÇÜNCÜ VECİH, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.370

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-birinci-soz/ikinci-makam/371


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Tedâi-yi efkâr, galiben ihtiyarsızdır; onda mes’uliyet yoktur. – Cumartesi Dersleri 21. 8.

Tedâi-yi efkâr, galiben ihtiyarsızdır; onda mes'uliyet yoktur. - Cumartesi Dersleri 21. 8.

Cumartesi Derslerinde bu hafta “Tedâi-yi efkâr, galiben ihtiyarsızdır; onda mes’uliyet yoktur.” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Birinci Söz İkinci Makam Üçüncü Vecih.

Tedâi-yi efkâr, galiben ihtiyarsızdır; onda mes'uliyet yoktur. - Cumartesi Dersleri 21. 8.
Tedâi-yi efkâr, galiben ihtiyarsızdır; onda mes’uliyet yoktur. – Cumartesi Dersleri 21. 8.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi Birinci Sözün İkinci Makamı

ÜÇÜNCÜ VECİH

Budur ki: Eşya mabeynlerinde bazı münasebât-ı hafiye bulunur. Hattâ, hiç ümit etmediğin şeyler içinde münasebet ipleri bulunur. Ya bizzat bulunur; veya senin hayalin, meşgul olduğu san’ata göre o ipleri yapmış, onları birbiriyle bağlamış.

Şu sırr-ı münasebettendir ki, bazan bir mukaddes şeyi görmek, bir mülevves şeyi hatıra getirir. Fenn-i beyanda beyan olunduğu gibi, “Hariçte uzaklık sebebi olan zıddiyet ise, hayalde sebeb-i kurbiyettir.” Yani, iki zıddın suretlerinin cem’ine vasıta, bir münasebet-i hayaliyedir. Bu münasebetle gelen tahattura “tedâi-yi efkâr” tabir edilir. Meselâ, sen namazda, münacatta, Kâbe karşısında, huzur-u İlâhîde iken, âyâtı tefekkürde olduğun bir halde, şu tedâi-yi efkâr, seni tutup en uzak mâlâyâniyât-ı rezileye sevk eder.

Senin başın böyle bir tedâi-yi efkâra müptelâ ise, sakın telâş etme. Belki intibaha geldiğin anda dön. “Aman, ne kusur ettim!” deyip tetkikle meşgul olup durma; tâ o zayıf münasebet, senin dikkatinle kuvvet peyda etmesin. Zira, teessür gösterdikçe, ehemmiyet verdikçe, senin o zayıf tahatturun melekeye döner, bir maraz-ı hayalî olur. Korkma, maraz-ı kalbî değil. Şu nevi tahattur ise, galiben ihtiyarsızdır. Hususan, hassas asabîlerde daha galiptir. Şeytan şu nevi vesvesenin madenini çok işlettirir.

Şu yaranın merhemi şudur ki:

Tedâi-yi efkâr, galiben ihtiyarsızdır; onda mes’uliyet yoktur. Hem tedâide mücaveret var, temas ve ihtilât yoktur. Onun için, efkârın keyfiyetleri birbirine sirayet etmez, birbirine zarar vermez. Nasıl ki, şeytan ile melek-i ilham, kalb taraflarında mücaveretleri var. Ve füccar ve ebrârın karâbetleri ve bir meskende durmaları zarar vermez. Öyle de, tedâi-yi efkâr saikasıyla, istemediğin pis hayalât gelip nezih efkârın içine girse, zarar vermez-meğer kasten olsa veya zarar zannıyla onunla ziyade meşgul olsa. Hem bazan kalb yoruluyor. Fikir, kendini eğlendirmek için rastgele birşeyle meşgul olur. Şeytan fırsat bulur. Pis şeyleri önüne serpiyor, sürüyor.


amel: dinin emirlerini yerine getirmek
asabî: sinirli
âyât: âyetler
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
cem’: bir araya gelme (bk. c-m-a)
ebrâr: iyi kimseler
efkâr: fikirler, düşünceler (bk. f-k-r)
eşya: şeyler, varlıklar
fenn-i beyan: konuşma bilimi (bk. b-y-n)
füccar: günahkârlar
galiben: çoğunlukla
galip: daha kuvvetli, baskın
hariç: dış
hayalât: hayaller (bk. ḫ-y-l)
hususan: özellikle
huzur-u İlâhî: Allah’ın huzuru (bk. ḥ-ḍ-r; e-l-h)
ihtilât: karışma
ihtiyar: irade, tercih (bk. ḫ-y-r)
intibah: uyanış
Kâbe: (bk. bilgiler)
karâbet: yakınlık
kasten: bilerek ve isteyerek (bk. ḳ-s-d)
keyfiyet: durum, esas
kuvvet peyda etmek: kuvvet kazanmak
mabeyn: ara
maden: kaynak
mâlâniyât-ı reziliye: kötü ve çirkin şeyler (bk. mâ-lâ)
maraz-ı hayalî: hayalî hastalık (bk. ḫ-y-l)
maraz-ı kalbî: kalbî hastalık
melek-i ilham: ilham meleği (bk. m-l-k)
meleke: alışkanlık (bk. m-l-k)
mes’uliyet: sorumluluk
mesken: yer, ev (bk. s-k-n)
mücaveret: komşuluk
mukaddes: kutsal (bk. ḳ-d-s)
mülevves: kirli, pis
münacat: dua, yakarış (bk. n-c-v)
münasebet: ilişki, bağlantı (bk. n-s-b)
münasebât-ı hafiye: gizli münasebetler (bk. n-s-b)
münasebet-i hayaliye: hayalî münasebet, bağlantı (bk. n-s-b; ḫ-y-l)
müptelâ: bağımlı, tutkun
neş’et etmek: meydana gelmek
nevi: çeşit
nezih: temiz, pak (bk. n-z-h)
saika: sevk etme
sebeb-i kurbiyet: yakınlık sebebi (bk. s-b-b)
sirayet: bulaşma
sırr-ı münasebet: münasebet, ilişki sırrı (bk. n-s-b)
suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r)
tabir: ifade (bk. a-b-r)
taharrî: araştırma
tahattur: hatırlama
takvâ: Allah’tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyma (bk. v-ḳ-y)
tedâi: çağrışım
tedâi-yi efkâr: fikirlerin çağrışımı (bk. f-k-r)
teessür: üzüntü
tefekkür: düşünme (bk. f-k-r)
teşeddüt: şiddetlenme
tetkik: inceleme
vesvese: şüphe, kuruntu
ziyade: fazla
zıddiyet: zıtlık

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Birinci Söz, İkinci Makam, ÜÇÜNCÜ VECİH, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.369

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-birinci-soz/ikinci-makam/370


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Mânâlar kalbden çıktıkları vakit, suretlerden çıplak olarak hayale girerler, oradan suretleri giyerler. – Cumartesi Dersleri 21. 7.

Mânâlar kalbden çıktıkları vakit, suretlerden çıplak olarak hayale girerler, oradan suretleri giyerler. - Cumartesi Dersleri 21. 7.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Mânâlar kalbden çıktıkları vakit, suretlerden çıplak olarak hayale girerler, oradan suretleri giyerler.” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Birinci Söz İkinci Makam İkinci Vecih.

Mânâlar kalbden çıktıkları vakit, suretlerden çıplak olarak hayale girerler, oradan suretleri giyerler. - Cumartesi Dersleri 21. 7.
Mânâlar kalbden çıktıkları vakit, suretlerden çıplak olarak hayale girerler, oradan suretleri giyerler. – Cumartesi Dersleri 21. 7.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi Birinci Sözün İkinci Makamı

İKİNCİ VECİH

Budur ki, mânâlar kalbden çıktıkları vakit, suretlerden çıplak olarak hayale girerler, oradan suretleri giyerler. Hayal ise, her vakit bir sebep tahtında bir nevi suretleri nesceder. Ehemmiyet verdiği şeyin suretlerini yol üstünde bırakır. Hangi mânâ geçse, ya ona giydirir, ya takar, ya bulaştırır, ya perde eder. Eğer mânâlar münezzeh ve temiz iseler, suretler mülevves ve rezil ise, giymek yoktur, fakat temas var. Vesveseli adam, teması, telebbüsle iltibas eder. “Eyvah!” der. “Kalbim ne kadar bozulmuş. Bu sefillik, bu hisset-i nefs, beni matrud eder.” Şeytan onun şu damarından çok istifade eder.

Şu yaranın merhemi şudur: Dinle ey biçare! Nasıl ki senin namazın edeb-i nezihânesinin vesilesi olan zahirî taharete, batnının bâtınındaki necaset ona tesir etmez ve bozmaz. Öyle de, maânî-i mukaddesenin, suret-i mülevveseye mücavereti zarar etmez. Meselâ, sen âyât-ı İlâhiyeyi tefekkür ediyorsun. Birden, bir maraz, ya bir iştiha, ya bevl gibi bir emr-i müheyyic şiddetle senin hissine dokunuyor. Elbette senin hayalin, devâ-i illet ve kaza-i hâcetin levazımatını görecek, bakacak, onlara münasip süflî suretleri nescedecek. Ve gelen mânâlar ortalarından geçecekler. Geçeceklere ne beis vardır, ne televvüs var ve ne zarar var ve ne hatar var. Yalnız hatar ise, hasr-ı nazardır, zann-ı zarardır.


âyât-ı İlâhiye: Allah’ın âyetleri (bk. e-l-h)
bâtın: iç
beis: sakınca
bevl: idrar
biçare: çaresiz
devâ-i illet: hastalığın devâsı
edeb-i nezihâne: temiz edep (bk. n-z-h)
emr-i müheyyic: heyecan verici iş
eşya: şeyler, varlıklar
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hasr-ı nazar: dikkati yöneltme (bk. n-ẓ-r)
hatar: tehlike
his: duygu
hisset-i nefs: nefsin aşağılığı (bk. n-f-s)
iltibas: karıştırma
iştiha: fazla istek
kaza-i hâcet: ihtiyaç giderme (bk. ḳ-ḍ-y, ḥ-v-c)
levazımat: gerekli şeyler
lümme-i şeytani: şeytanın verdiği kuruntu
maân-i mukaddese: kutsal mânâlar (bk. a-n-y; ḳ-d-s)
mabeyn: ara
maraz: hastalık
matrud: kovulmuş
mücaveret: komşuluk
mülevves: kirli, pis
münasebât-ı hafiye: gizli münasebetler (bk. n-s-b)
münasebet: ilişki, bağlantı (bk. n-s-b)
münasip: uygun (bk. n-s-b)
münezzeh: temiz, kusurdan uzak (bk. n-z-h)
mutazarrır: zarar gören
müteessif: hayıflanmış, eseflenmiş
müteessir: etkilenmiş, üzüntülü
necaset: pislik
nescetme: dokuma, örme
nevi: çeşit
sefillik: aşağılık, çirkinlik
süflî: aşağılık
suret: görüntü (bk. ṣ-v-r)
suret-i mülevves: kirli ve çirkin görünüş (bk. ṣ-v-r)
taharet: temizlik
tahtında: altında
tefekkür: düşünme (bk. f-k-r)
telebbüs: giyme
televvüs: kirlenme
tevehhüm: kuruntuya kapılma, olmayan şeyi var zannetme
tevehhüm-ü zarar: zarar zannetmek
vesvese: şüphe, kuruntu
zahirî: görünürdeki (bk. ẓ-h-r)
zann-ı zarar: zararlı sanma

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Birinci Söz, İkinci Makam, İKİNCİ VECİH, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.369

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-birinci-soz/ikinci-makam/369


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ