O yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı mâderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, köprüden geçen, ebedü’l-âbâd tarafına bir yolculuktur. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 3.

O yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı mâderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, köprüden geçen, ebedü'l-âbâd tarafına bir yolculuktur. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 3.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“O yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı mâderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, köprüden geçen, ebedü’l-âbâd tarafına bir yolculuktur.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Üçüncü Söz İkinci Mebhas Üçüncü Nükte.

O yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı mâderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, köprüden geçen, ebedü'l-âbâd tarafına bir yolculuktur. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 3.
O yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı mâderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, köprüden geçen, ebedü’l-âbâd tarafına bir yolculuktur. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 3.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Üçüncü Söz

İkinci Mebhas

ÜÇÜNCÜ NÜKTE

İnsan, fiil ve amel cihetinde ve sa’y-i maddî itibarıyla zayıf bir hayvandır, âciz bir mahlûktur. Onun o cihetteki daire-i tasarrufâtı ve mâlikiyeti o kadar dardır ki, elini uzatsa ona yetişebilir. Hattâ, insanın eline dizginini veren hayvânât-ı ehliye, insanın zaaf ve acz ve tembelliğinden birer hisse almışlardır ki, yabanîemsallerine kıyas edildikleri vakit, azîm fark görünür (ehlî keçi ve öküz, yabanî keçi ve öküz gibi).

Fakat o insan, infial ve kabul ve dua ve sual cihetinde, şu dünya hanında aziz bir yolcudur. Ve öyle bir Kerîme misafir olmuş ki, nihayetsiz rahmet hazinelerini ona açmış; ve hadsiz bedî masnuâtını ve hizmetkârlarını ona musahhar etmiş; ve o misafirin tenezzühüne ve temâşâsına ve istifadesine öyle büyük bir daire açıp müheyyâ etmiştir ki, o dairenin nısf-ı kutru, yani merkezden muhit hattına kadar, gözün kestiği miktar, belki hayalin gittiği yere kadar geniştir ve uzundur.

İşte, eğer insan enâniyetine istinad edip, hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i hayal ederek, derd-i maişet içinde, muvakkat bazı lezzetler için çalışsa, gayet dar bir daire içinde boğulur, gider. Ona verilen bütün cihazat ve âlât ve letâif, ondan şikâyet ederek haşirde onun aleyhinde şehadet edeceklerdir ve dâvâcı olacaklardır. Eğer kendini misafir bilse, misafir olduğu Zât-ı Kerîmin izni dairesinde sermaye-i ömrünü sarf etse, öyle geniş bir daire içinde uzun bir hayat-ı ebediye için güzel çalışır ve teneffüs edip istirahat eder, sonra âlâ-yı illiyyîne kadar gidebilir. Hem de bu insana verilen bütün cihazat ve âlât, ondan memnun olarak âhirette lehinde şehadet ederler.

Evet, insana verilen bütün cihâzât-ı acîbe, bu ehemmiyetsiz hayat-ı dünyeviye için değil, belki pek ehemmiyetli bir hayat-ı bâkiye için verilmişler. Çünkü, insanı hayvana nisbet etsek görüyoruz ki, insan, cihazat ve âlât itibarıyla çok zengindir, yüz derece hayvandan daha ziyadedir. Hayat-ı dünyeviyelezzetinde ve hayvanî yaşayışında, yüz derece aşağı düşer. Çünkü her gördüğü lezzetinde binler elem izi vardır. Geçmiş zamanın elemleri ve gelecek zamanın korkuları ve herbir lezzetin dahi elem-i zevâli, onun zevklerini bozuyor ve lezzetinde bir iz bırakıyor. Fakat hayvan öyle değil; elemsiz bir lezzet alır, kedersiz bir zevk eder.


âciz: zayıf, güçsüz (bk. a-c-z)
âlâ-yı illiyyîn: yücelerin en yücesi
âlât: âletler, organlar
amel: davranış, iş
azîm: büyük (bk. a-z-m)
aziz: izzetli, değerli (bk. a-z-z)
bedî: güzel (bk. b-d-a)
cihazat: cihazlar, duyu ve organlar
cihâzât-ı acîbe: şaşırtıcı ve hayret verici cihazlar, duyu ve organlar
cihet: yön
daire-i tasarrufât: tasarruf etme dairesi, hareket alanı (bk. ṣ-r-f)
derd-i maişet: geçim derdi (bk. a-y-ş)
dua: Allah’a yalvarma, isteme (bk. d-a-v)
ehlî: evcil
elem: acı, keder
elem-i zevâl: sona erme elemi (bk. z-v-l)
emsal: benzerler (bk. m-s̱-l)
enâniyet: benlik
fiil: iş, hareket (bk. f-a-l)
gaye-i hayal: hayal edilen gaye, hedef (bk. ḫ-y-l)
haşir: öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)
hayat-ı bâkiye: sürekli ve kalıcı olan hayat (bk. ḥ-y-y; b-ḳ-y)
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y)
hayat-ı ebediye: sonsuz âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y; e-b-d)
hayvan: canlı
hayvânât-ı ehliye: evcil hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hayvanî: hayvanca (bk. ḥ-y-y)
hizmetkâr: hizmetçi
infial: fiilden etkilenme, bir tesirin gücü altında hareket etme (bk. f-a-l)
istifade: yararlanma
istinad: dayanma, güvenme (bk. s-n-d)
itibar: özellik
Kerîm: sınırsız cömertlik ve ikram sahibi olan Allah (bk. k-r-m)
letâif: insanın mânevî yapısındaki ince duygular (bk. l-ṭ-f)
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mâlikiyet: sahiplik (bk. m-l-k)
masnuât: sanat eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
müheyyâ: hazırlamamuhit: çevre
musahhar: emre verme
muvakkat: geçici
nihayetsiz: sınırsız
nisbet etme: kıyaslama (bk. n-s-b)
nısf-ı kutr: yarı çap
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
sarf etmek: harcamak
sa’y-i maddî: maddi çalışma
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
sermaye-i ömür: ömür sermayesi
temâşâ: seyretme
teneffüs: nefeslenme, rahatlama
tenezzüh: seyir ve gezinti (bk. n-z-h)
yabanî: vahşi, evcil olmayan
zaaf: zayıflık
Zât-ı Kerîm: sınırsız cömertlik ve ikram sahibi Zât, Allah (bk. k-r-m)
ziyade: çok, fazla

Ne geçmiş zamanın elemleri onu incitir, ne gelecek zamanın korkuları onu ürkütür. Rahatla yaşar, yatar, Hâlıkına şükreder.

Demek, ahsen-i takvim suretinde yaratılan insan, hayat-ı dünyeviyeye hasr-ı fikir etse, yüz derece sermayece hayvandan yüksek olduğu halde, yüz derece serçe kuşu gibi bir hayvandan aşağı düşer. Başka bir yerde bir temsille bu hakikati beyan etmiştim. Münasebet geldi, yine o temsili tekrar ediyorum. Şöyle ki:

Bir adam, bir hizmetkârına on altın verip “Mahsus bir kumaştan bir kat elbise yaptır” emreder. İkincisine bin altın verir, bir pusula içinde bazı şeyler yazılı o hizmetkârın cebine koyar, bir pazara gönderir.

Evvelki hizmetkâr, on altınla âlâ kumaştan mükemmel bir elbise alır. İkinci hizmetkâr, divanelik edip, evvelki hizmetkâra bakıp, cebine konulan hesap pusulasını okumayarak, bir dükkâncıya bin altın vererek bir kat elbise istedi. İnsafsız dükkâncı da kumaşın en çürüğünden bir kat elbise verdi. O bedbaht hizmetkâr, seyyidinin huzuruna geldi ve şiddetli bir tedip gördü ve dehşetli bir azap çekti.

İşte, ednâ bir şuuru olan anlar ki, ikinci hizmetkâra verilen bin altın, bir kat elbise almak için değildir. Belki mühim bir ticaret içindir.

Aynen onun gibi, insandaki cihâzât-ı mâneviye ve letâif-i insaniye ki, herbirisi hayvana nisbeten yüz derece inbisatetmiş. Meselâ, güzelliğin bütün merâtibini fark eden insan gözü; ve taamların bütün çeşit çeşit ezvâk-ı mahsusalarını temyiz eden insanın zâika-i lisaniyesi; ve hakaikın bütün inceliklerine nüfuz eden insanın aklı; ve kemâlâtın bütün envâına müştak insanın kalbi gibi sair cihazları, âletleri nerede; hayvanın pek basit, yalnız bir iki mertebe inkişafetmiş âletleri nerede? Yalnız şu kadar fark var ki, hayvan kendine has bir amelde-münhasıran o hayvanda bir cihaz-ı mahsus-ziyade inkişaf eder. Fakat o inkişaf hususîdir.

İnsanın cihazat cihetiyle zenginliği şu sırdandır ki: Akıl ve fikir sebebiyle, insanın hasseleri, duyguları fazla inkişaf ve inbisat peydâ etmiştir. Ve ihtiyâcâtın kesreti sebebiyle, çok çeşit çeşit hissiyat peydâ olmuştur. Ve hassasiyeti çok


ahsen-i takvim: insanın en güzel bir şekilde ve tam kıvamında yaratılmış olması (bk. ḥ-s-n)
âlâ: en üstün
amel: iş, fiil
bedbaht: talihsiz
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
cihaz-ı mahsus: özel duyu veya organ
cihazat: organlar, duyular
cihâzât-ı mâneviye: manevi duygular (bk. a-n-y)
cihet: yön
dehşetli: korkunç
divanelik: akılsızlık
ednâ: en aşağı, en küçük
envâ: çeşitler, türler
evvelki: önceki
ezvâk-ı mahsusa: kendisine has, özel zevkler
hakaik: hakikatler, gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
has: özel
hasr-ı fikir: fikir ve düşünceyi sadece birşeye yöneltme (bk. f-k-r)
hasse: duyu
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y)
hissiyat: hisler, duygular
hizmetkâr: hizmetçi
hususî: özel
ihtiyâcât: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c)
inbisat: genişleme, yayılma
inkişaf: gelişme, açılma (bk. k-ş-f)
kemâlât: mükemmellikler, üstün özellikler (bk. k-m-l)
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
letâif-i insaniye: insanın mânevî yapısındaki ince duygular (bk. l-ṭ-f)
mahsus: özel
merâtib: mertebeler, dereceler
münhasıran: buna has olarak
müştak: düşkün, iştiyaklı
nisbeten: kıyasla, oranla (bk. n-s-b)
nüfuz: etki
peydâ etme: meydana ve açığa çıkma
pusula: küçük not kağıdı
sair: diğer
seyyid: efendi
şuur: bilinç, anlayış, idrak (bk. ş-a-r)
taam: yiyecek
tedip: edeplendirme, ceza
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
temyiz: ayırd etme
zâika-i lisaniye: dilin tad alma duyusu
ziyade: çok, fazla

tenevvü etmiş ve fıtratın câmiiyeti sebebiyle pek çok makàsıda mütevecciharzulara medar olmuş; ve pek çok vazife-i fıtriyesi bulunduğu sebebiyle, âlât ve cihâzâtı ziyade inbisat peydâ etmiştir. Ve ibâdâtın bütün envâına müstaid bir fıtratta yaratıldığı için, bütün kemâlâtın tohumlarına câmi’ bir istidat verilmiştir

İşte, şu derece cihazatça zenginlik ve sermayece kesret, elbette ehemmiyetsiz, muvakkat şu hayat-ı dünyeviyenin tahsili için verilmemiştir. Belki, şöyle bir insanın vazife-i asliyesi, nihayetsiz makàsıda müteveccih vezâifini görüp, acz ve fakr ve kusurunu ubûdiyet suretinde ilân etmek; ve küllî nazarıyla mevcudatın tesbihatını müşahede ederek şehadet etmek; ve nimetler içinde imdâdât-ı Rahmâniyeyi görüp şükretmek; ve masnuatta kudret-i Rabbâniyenin mu’cizâtını temâşâ ederek nazar-ı ibretle tefekkür etmektir.

Ey dünyaperest ve hayat-ı dünyeviyeye âşık ve sırr-ı ahsen-i takvimden gafilinsan! Şu hayat-ı dünyeviyenin hakikatini bir vakıa-i hayaliyede Eski Said görmüş. Onu Yeni Said’e döndürmüş olan şu vakıa-i temsiliyeyi dinle:

Gördüm ki, ben bir yolcuyum. Uzun bir yola gidiyorum, yani gönderiliyorum. Seyyidim olan zat, bana tahsis ettiği altmış altından, tedricen birer miktar para veriyordu. Ben de sarf edip pek eğlenceli bir hana geldim. O handa, bir gece içinde on altını kumara mumara, eğlencelere ve şöhretperestlik yoluna sarf ettim. Sabahleyin elimde hiçbir para kalmadı. Bir ticaret edemedim. Gideceğim yer için bir mal alamadım. Yalnız o paradan bana kalan elemler, günahlar ve eğlencelerden gelen yaralar, bereler, kederler benim elimde kalmıştı.

Birden, ben o hazin hâlette iken, orada bir adam peydâ oldu. Bana dedi:

“Bütün bütün sermayeni zayi ettin, tokada da müstehak oldun. Gideceğin yere de müflis olarak elin boş gideceksin. Fakat aklın varsa tevbe kapısı açıktır.


acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
âlât: âletler, organlar
câmi’: kapsamlı, içine alan (bk. c-m-a)
câmiiyet: genişlik, kapsamlılık (bk. c-m-a)
cihâzât: organlar, duyular
dünyaperest: dünyaya aşırı düşkün
ehemmiyet: önem
elem: acı, keder, sıkıntı
envâ: çeşitler, türler
Eski Said: (bk. bilgiler)
fakr: fakirlik, ihtiyaç hali (bk. f-ḳ-r)
fıtrat: yaratılış (bk. f-ṭ-r)
gafil: duyarsız, umursamaz (bk. ğ-f-l)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâlet: durum, hal
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y)
hazin: hüzün veren, acıklı
ibâdât: ibâdetler (bk. a-b-d)
imdâdât-ı Rahmâniye: sonsuz rahmet sahibi Allah’ın yardımları (bk. r-ḥ-m)
inbisat: genişleme, yayılma
istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
kemâlât: mükemmellikler, üstün özellikler (bk. k-m-l)
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
kudret-i Rabbâniye: herşeyin Rabbi olan Allah’ın sonsuz kudreti (bk. ḳ-d-r; r-b-b)
küllî: büyük, kapsamlı (bk. k-l-l)
makàsıd: maksatlar, gayeler (bk. ḳ-ṣ-d)
masnuat: sanat eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
medar: eksen, vesile
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mu’cizât: mu’cizeler (bk. a-c-z)
müflis: iflas etmiş
müşahede etmek: görmek, gözlemlemek (bk. ş-h-d)
müstaid: istidatlı, kabiliyetli (bk. a-d-d)
müstehak olma: hak etme (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
müteveccih: yönelik
muvakkat: geçici
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
nazar-ı ibret: ibretle bakış (bk. n-ẓ-r)
nihayetsiz: sonsuz
peydâ etme: meydana ve açığa çıkma
sarf etmek: harcamak
şehadet: şahidlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
sermaye: servet, varlık
seyyid: efendi
sırr-ı ahsen-i takvim: insanın en güzel şekilde ve tam kıvamında yaratılmış olmasının sırrı (bk. ḥ-s-n)
söhretperestlik: şöhret tutkunluğu
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tahsil: elde etme, kazanma
tahsis etmek: ait kılmak, ayırmak
tedricen: azar azar
tefekkür: Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde düşünme (bk. f-k-r)
temâşâ: seyretme, ibretle bakma
tenevvü: çeşitlenme
tesbihat: Allah’ı noksan sıfatlardan yüce tutan sözler (bk. s-b-ḥ)
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
vakıa-i hayaliye: hayâli olay (bk. ḫ-y-l)
vakıa-i temsiliye: örnek olay (bk. m-s̱-l)
vazife-i asliye: asıl vazife
vazife-i fıtriye: yaratılıştan gelen görev (bk. f-ṭ-r)
vezâif: vazifeler
Yeni Said: (bk. bilgiler)
zayi etmek: kaybetmek
ziyade: çok, fazla

Bundan sonra sana verilecek bâki kalan on beş altından, her eline geçtikçe, yarısını ihtiyaten muhafaza et. Yani, gideceğin yerde sana lâzım olacak bazı şeyleri al.”

Baktım, nefsim razı olmuyor. “Üçte birisini” dedi. Ona da nefsim itaat etmedi. Sonra “Dörtte birisini” dedi. Baktım, nefsim müptelâ olduğu âdetini terk edemiyor. O adam hiddetle yüzünü çevirdi, gitti.

Birden o hal değişti. Baktım ki, ben tünel içinde sukut eder gibi bir sür’atle giden bir şimendifer içindeyim. Telâş ettim. Fakat ne çare ki hiçbir tarafa kaçılmaz. Garaipten olarak, o şimendiferin iki tarafında pek cazibedar çiçekler, leziz meyveler görünüyordu. Ben de akılsız acemiler gibi onlara bakıp elimi uzattım. O çiçekleri koparmak, o meyveleri almak için çalıştım. Fakat o çiçekler ve meyveler dikenli mikenli; mülâkatında elime batıyor, kanatıyor, şimendiferin gitmesiyle mufarakatinden elimi parçalıyorlar, bana pek pahalı düşüyorlardı.

Birden, şimendiferdeki bir hademe dedi: “Beş kuruş ver; sana o çiçek ve meyvelerden istediğin kadar vereceğim. Beş kuruş yerine, elin parçalanmasıyla yüz kuruş zarar ediyorsun. Hem de ceza var; izinsiz koparamazsın.”

Birden, sıkıntıdan, ne vakit tünel bitecek diye, başımı çıkarıp ileriye baktım. Gördüm ki, tünel kapısı yerine çok delikler görünüyor. O uzun şimendiferden o deliklere adamlar atılıyorlar. Bana mukabil bir delik gördüm; iki tarafında iki mezar taşı dikilmiş. Merakla dikkat ettim. O mezar taşında büyük harflerle “Said” ismi yazılmış gördüm. Teessüf ve hayretimden “Eyvah!” dedim. Birden, o han kapısında bana nasihat eden zâtın sesini işittim. Dedi:

“Aklın başına geldi mi?”

Dedim: “Evet, geldi. Fakat kuvvet kalmadı, çare yok.”

Dedi: “Tevbe et, tevekkül et.”

Dedim: “Ettim.”

Ayıldım. Eski Said kaybolmuş; Yeni Said olarak kendimi gördüm.

İşte, o vakıa-i hayaliyeyi, Allah hayretsin, bir iki kısmını ben tabir edeceğim; sair cihetleri sen kendin tabir et.

O yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı mâderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, köprüden geçen, ebedü’l-âbâd tarafına bir yolculuktur. O altmış altın ise, altmış sene ömürdür ki, bu vakıayı gördüğüm vakit kendimi kırk beş yaşında tahmin ediyordum. Senedim yok; fakat bâki kalan on beşinden yarısını âhirete sarf etmek için, Kur’ân-ı Hakîmin hâlis bir tilmizi beni irşad etti.


âdet: alışkanlık, huy
âhiret: öteki hayat (bk. e-ḫ-r)
âlem-i ervah: ruhlar âlemi (bk. a-l-m; r-v-ḥ)
bâki: arta kalan; devamlı, sürekli (bk. b-ḳ-y)
berzah: kabir âlemi
cazibedar: cazibeli, çekici
ebedü’l-âbâd: sonsuzlukların sonsuzluğu olan âhiret (bk. e-b-d)
Eski Said: (bk. bilgiler)
garaib: tuhaf, şaşılacak şey
hademe: hizmetçi
hâlis: samimi, saf, temiz (bk. ḫ-l-ṣ)
haşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilerek Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)
hiddet: öfke
ihtiyaten: ilerisini düşünerek
irşad: doğru yolu gösterme (bk. r-ş-d)
Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
leziz: lezzetli
mufarakat: ayrılık (bk. f-r-ḳ)
muhafaza: saklama (bk. ḥ-f-ẓ)
mukabil: karşılık
mülâkat: kavuşma
müptelâ: bağımlı, tutkun
nasihat: öğüt
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
rahm-ı mâder: ana rahmi (bk. r-ḥ-m)
sair: diğer
sarf etmek: harcamak
şimendifer: tren
sukut: düşme, alçalma
tabir: yorumlama, açıklama (bk. a-b-r)
teessüf: üzüntü
tevbe: pişmanlık duyarak günahtan dönüş
tevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme (bk. v-k-l)
tilmiz: öğrenci
vakıa: olay
vakıa-i hayaliye: hayalî olay (bk. ḫ-y-l)
Yeni Said: (bk. bilgiler)

O han ise, benim için İstanbul imiş. O şimendifer ise zamandır; herbir yıl bir vagondur. O tünel ise, hayat-ı dünyeviyedir. O dikenli çiçekler ve meyveler ise, lezâiz-i nâmeşruadır ve lehviyât-ı muharremedir ki, mülâkat esnasında tasavvur-u zevâldeki elem kalbi kanatıyor, mufarakatinde parçalıyor, cezayı dahi çektiriyor.

Şimendifer hademesi demişti: “Beş kuruş ver; onlardan istediğin kadar vereceğim.” Onun tabiri şudur ki: İnsanın helâl sa’yiyle, meşru dairede gördüğü zevkler, lezzetler, keyfine kâfidir; harama girmeye ihtiyaç bırakmaz.

Sair kısımları sen tabir edebilirsin.


KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, İkinci Mebhas, Üçüncü Nükte, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.433

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ucuncu-soz/434


CUMARTESİ DERSLERİ

Evet, hakikî terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyetle meşgul olmaktadır. Yoksa, ehl-i dalâletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmâreye musahhar edip yardımcı verse, o terakki değil, sukuttur. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 2.

Evet, hakikî terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyetle meşgul olmaktadır. Yoksa, ehl-i dalâletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmâreye musahhar edip yardımcı verse, o terakki değil, sukuttur. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 2.


Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır. 

Ayrıca; http://www.erisale.com/#homeadresinde ve https://sorularlarisale.com/adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Dünyaya düşkün ve bağımlı insana dünyadan nefret edip sonsuzluk alemine geçme arzusu veren haller – Cumartesi Dersleri 17. 1.

Dünyaya düşkün ve bağımlı insana dünyadan nefret edip sonsuzluk alemine geçme arzusu veren haller - Cumartesi Dersleri 17. 1.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Dünyaya düşkün ve bağımlı insana dünyadan nefret edip sonsuzluk alemine geçme arzusu veren haller” konusu ele alınmaktadır. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan Sözler isimli eserinden On Yedinci Söz Birinci Makam.

Dünyaya düşkün ve bağımlı insana dünyadan nefret edip sonsuzluk alemine geçme arzusu veren haller - Cumartesi Dersleri 17. 1.
Dünyaya düşkün ve bağımlı insana dünyadan nefret edip sonsuzluk alemine geçme arzusu veren haller – Cumartesi Dersleri 17. 1.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

On Yedinci Söz

اِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى اْلاَرْضِ زِينَةً لَهَا لِنَبْلُوَهُمْ اَيُّهُمْ اَحْسَنُ عَمَلاً     وَاِنَّا لَجَاعِلُونَ مَا عَلَيْهَا صَعِيدًا جُرُزًا 1

وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَۤا اِلاَّ لَعِبٌ وَلَهْوٌ     2

Bu Söz, iki âli Makam ve bir parlak Zeylden ibarettir.

BİRİNCİ MAKAM

HÂLIK-I RAHÎM ve Rezzâk-ı Kerîm, ve Sâni-i Hakîm şu dünyayı, âlem-i ervah ve ruhaniyat için bir bayram, bir şehrayin suretinde yapıp, bütün esmâsının garaib-i nukuşuyla süslendirip, küçük büyük, ulvî süflî herbir ruha, ona münasip ve o bayramdaki ayrı ayrı hesapsız mehasin ve in’âmattan istifade etmeye muvafık ve havas ile mücehhez bir ceset giydirir, bir vücud-u cismanî verir, bir defa o temâşâgâha gönderir.

Hem zaman ve mekân cihetiyle pek geniş olan o bayramı asırlara, senelere, mevsimlere, hattâ günlere, kıt’alara taksim ederek herbir asrı, herbir seneyi, herbir mevsimi, hattâ bir cihette herbir günü, herbir kıt’ayı, birer taife ruhlu mahlûkatına ve nebatî masnuatına birer resmigeçit tarzında bir ulvî bayram yapmıştır. Ve bilhassa rû-yi zemin, hususan bahar ve yaz zamanında, masnuat-ı sağirenin taifelerine öyle şaşaalı ve birbiri arkasında bayramlardır ki, tabakat-ı âliyede olan ruhaniyatı ve melâikeleri ve sekene-i semâvâtı seyre celb edecek bir


Dipnot-1

“Yeryüzünde ne varsa Biz dünya için bir süs olarak yarattık ki, insanlardan hangisi daha güzel işler yapacak diye imtihan edelim. Onun üzerindeki herşeyi Biz elbette kup kuru bir toprak haline getireceğiz.” Kehf Sûresi, 18:7-8.

Dipnot-2

“Dünya hayatı bir oyun ve oyalanmadan başka birşey değildir.” En’âm Sûresi, 6:32.


âlem-i ervah: ruhlar âlemi (bk. a-l-m; r-v-h)
âli: yüce
bilhassa: özellikle
celb etmek: çekmek
cihet: yön
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
garaib-i nukuş: nakışlardaki harikâlıklar (bk. n-ḳ-ş)
Hâlık-ı Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan ve herşeyi yoktan yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ, r-ḥ-m)
havas: hisler, duyular
hususan: özellikle
in’âmat: nimetlendirmeler (bk. n-a-m)
istifade: faydalanma, yararlanma
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
masnuat-ı sağire: san’at eseri küçük varlıklar (bk. ṣ-n-a)
mehasin: güzellikler (bk. ḥ-s-n)
melâike: melekler (bk. m-l-k)
mücehhez: donatılmış
muvafık: uygun
nebatî: bitkisel
Rezzâk-ı Kerîm: sonsuz ikram sahibi ve gerçek rızık verici olan Allah (bk. r-z-ḳ; k-r-m)
rû-yi zemin: yeryüzü
ruhaniyat: ruhanî varlıklar (bk. r-v-h)
Sâni-i Hakîm: her şeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)
şaşaalı: gösterişli, göz alıcı
şehrayin: şenlik
sekene-i semavat: semada yaşayan varlıklar (bk.s-k-n; s-m-v)
süflî: aşağı, alçak
tabakat-ı âliye: yüce katlar, makamlar
taife: topluluk
taksim etmek: bölüştürmek, ayırmak
temâşâgâh: seyir yeri
ulvî: yüce, yüksek
vücud-u cismanî: maddî vücut, beden (bk. v-c-d)
zeyl: ilâve, ek

cazibedarlık görünüyor. Ve ehl-i tefekkür için öyle şirin bir mütalâagâh oluyor ki, akıl tarifinden âcizdir.

Fakat bu ziyafet-i İlâhiye ve bayram-ı Rabbâniyedeki ism-i Rahmân ve Muhyî’nin tecellîlerine mukabil, ism-i Kahhâr ve Mümît, firak ve mevtle karşılarına çıkıyorlar. Şu ise, وَرَحْمَتِى وَسِعَتْ كُلَّ شَىْءٍ 1 rahmetinin vüs’at-i şümulüne zahiren muvafık düşmüyor. Fakat hakikatte birkaç cihet-i muvafakati vardır. Bir ciheti şudur ki:

Sâni-i Kerîm, Fâtır-ı Rahîm, herbir taifenin resmigeçit nöbeti bittikten ve o resmigeçitten maksut olan neticeler alındıktan sonra, ekseriyet itibarıyla, dünyadan merhametkârâne bir tarzla tenfir edip usandırıyor, istirahate bir meyil ve başka bir âleme göçmeye bir şevk ihsan ediyor; ve vazife-i hayattan terhis edildikleri zaman, vatan-ı aslîlerine bir meyelân-ı şevk-engiz, ruhlarında uyandırıyor.

Hem o Rahmân’ın nihayetsiz rahmetinden uzak değil ki, nasıl vazife uğrunda, mücahede işinde telef olan bir nefere şehadet rütbesini veriyor ve kurban olarak kesilen bir koyuna, âhirette cismanî bir vücud-u bâki vererek Sırat üstünde, sahibine burâk gibi bir bineklik mertebesini vermekle mükâfatlandırıyor.2 Öyle de, sair zîruh ve hayvanatın dahi, kendilerine mahsus vazife-i fıtriye-i Rabbâniyelerinde ve evâmir-i Sübhâniyenin itaatlerinde telef olan ve şiddetli meşakkat çeken zîruhların, onlara göre bir çeşit mükâfat-ı ruhaniye ve onların istidatlarına göre bir nevi ücret-i mâneviye, o tükenmez hazine-i rahmetinden baîd değil ki


Dipnot-1

“Rahmetim herşeyi kaplamıştır.” A’râf Sûresi, 7:156.

Dipnot-2

bk. Ed-Deylemî, el-Müsned 1:85; el-Gazâlî, el-Vasît 7:31; el-Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân 15:111; es-Serahsî, el-Mebsût 12:10; el-Kâsânî, Bedâiu’s-Sanâi’ 5:80.


âciz: güçsüz, zayıf (bk. a-c-z)
baîd: uzak
bayram-ı Rabbâniye: Rabbânî bayram (bk. r-b-b)
burak: Cennete mahsus bir binek
cazibedarlık: çekicilik
cihet: yön
cihet-i muvafakat: uygunluk yönü
cismanî: maddi yapısı olan
ehl-i tefekkür: tefekkür edenler, düşünenler (bk. f-k-r)
ekseriyet: çoğunluk (bk. k-s̱-r)
evâmir-i Sübhâniye: her türlü kusur ve noksandan yüce olan Cenab-ı Allah’ın emirleri (bk. s-b-ḥ)
Fâtır-ı Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan ve benzersiz şeyleri üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; r-ḥ-m)
firak: ayrılık (bk. f-r-ḳ)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hayvanat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hazine-i rahmet: rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m)
ihsan: bağış, iyilik (bk. ḥ-s-n)
istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
Kahhar: herşeye her zaman mutlak galip gelen ve kahretmeye gücü yeten Allah (bk. ḳ-h-r)
maksut olan: istenilen, hedeflenen (bk. ḳ-ṣ-d)
merhametkârâne: merhametli bir şekilde (bk. r-ḥ-m)
meşakkat: güçlük, sıkıntı
mevt: ölüm (bk. m-v-t)
meyelân-ı şevk-engiz: şevk verici eğilim
meyil: eğilim
mücahede: cihad etme, savaş (bk. c-h-d)
Muhyî: bütün canlılara hayat veren Allah (bk. ḥ-y-y)
mukabil: karşılık
mükâfat-ı ruhaniye: ruhanî ödül (bk. r-v-ḥ)
Mümît: ölümü yaratan Allah (bk. m-v-t)
mütalâagâh: inceleme ve düşünme yeri
muvafık: uygun
nefer: asker, er
nevi: çeşit, tür
nihayetsiz: sonsuz
Rahmân: rahmetinin eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah (bk. r-h-m)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
sair: diğer
Sâni-i Kerîm: sonsuz cömertlik ve kerem sahibi ve herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; k-r-m)
şehadet: şehitlik (bk. ş-h-d)
şevk: şiddetli arzu ve istek
Sırat: Cehennem üzerine kurulu olan ve Cennete gitmek için geçilmesi gereken köprü
taife: topluluk
tecellî: görünüm, yansıma (bk. c-l-y)
tenfir: nefret ettirme
terhis: göreve son verme
ücret-i mâneviye: mânevî ücret (bk. a-n-y)
vatan-ı aslî: asıl vatan
vazife-i fıtriye-i Rabbâniye: Allah’ın herbir varlığa yüklediği yaratılış görevi (bk. f-ṭ-r; r-b-b)
vazife-i hayat: hayat görevi (bk. ḥ-y-y)
vücud-u bâki: devamlı ve kalıcı vücud (bk. v-c-d; b-ḳ-y)
vüs’at-i şümul: kapsamının genişliği
zahiren: görünürde (bk. ẓ-h-r)
zîruh: ruh sahibi (bk. ẕî; r-v-ḥ)
ziyafet-i İlâhiye: İlâhi ziyafet (bk. e-l-h)

bulunmasın; dünyadan gitmelerinden pek çok incinmesinler, belki memnun olsunlar. Lâ ya’lemu’l-ğaybe illâllah.

Lâkin, zîruhların en eşrefi ve şu bayramlarda kemiyet ve keyfiyet cihetiyle en ziyade istifade eden insan, dünyaya pek çok meftun ve müptelâ olduğu halde, dünyadan nefret ve âlem-i bekàya geçmek için, eser-i rahmet olarak, iştiyak-engiz bir halet verir. Kendi insaniyeti dalâlette boğulmayan insan o haletten istifade eder, rahat-ı kalble gider. Şimdi, o haleti intaç eden vecihlerden, nümune olarak beşini beyan edeceğiz.

Birincisi:

İhtiyarlık mevsimiyle, dünyevî, güzel ve cazibedar şeyler üstünde fena ve zevâlin damgasını ve acı mânâsını göstererek o insanı dünyadan ürkütüp, o fâniye bedel, bir bâki matlubu arattırıyor.1

İkincisi:

İnsanın alâka peyda ettiği bütün ahbaplardan yüzde doksan dokuzu dünyadan gidip diğer bir âleme yerleştikleri için, o ciddî muhabbet saikasıyla, o ahbabın gittiği yere bir iştiyak ihsan edip, mevt ve eceli mesrurâne karşılattırıyor.2

Üçüncüsü:

İnsandaki nihayetsiz zayıflık ve âcizliği bazı şeylerle ihsas ettirip, hayat yükü ve yaşamak tekâlifi ne kadar ağır olduğunu anlattırıp, istirahate ciddî bir arzu ve bir diyar-ı âhara gitmeye samimî bir şevk veriyor.

Dördüncüsü: 

İnsan-ı mü’mine nur-u imanla gösterir ki, mevt, idam değil, tebdil-i mekândır. Kabir ise, zulümatlı bir kuyu ağzı değil, nuraniyetli âlemlerin kapısıdır. Dünya ise, bütün şaşaasıyla, âhirete nisbeten bir zindan hükmündedir. Elbette zindan-ı dünyadan bostan-ı cinâna çıkmak ve müz’iç dağdağa-i hayat-ı cismaniyeden âlem-i rahata ve meydan-ı tayeran-ı ervâha geçmek ve mahlûkatın sıkıntılı gürültüsünden sıyrılıp huzur-u Rahmân’a gitmek, bin can ile arzu edilir bir seyahattir, belki bir saadettir.3


Dipnot-1

bk. Âl-i İmran Sûresi, 3:185; Nisâ Sûresi, 4:77; En’âm Sûresi, 6:70, 130; A’râf Sûresi, 7:51.

Dipnot-2

bk. Âl-i İmran Sûresi, 3:157, 169; Tevbe Sûresi, 9:111; Yunus Sûresi, 10:7; Tâhâ Sûresi, 20:72; Hac Sûresi, 22:58; Kaf Sûresi, 50:43; Hadîd Sûresi, 57:21.

Dipnot-3

bk. Bakara Sûresi, 2:1554; Âl-i İmran Sûresi, 3:14; Nisâ Sûresi, 4:74, 94; Tevbe Sûresi, 9:38; Nahl Sûresi, 16:30, 122; Furkan Sûresi, 25;15; Ankebût Sûresi, 29:64; A’lâ Sûresi, 87:16.


âcizlik: güçsüzlük (bk. a-c-z)
ahbap: sevilenler, dostlar (bk. ḥ-b-b)
alâka peyda etmek: ilgi duymak
âlem-i bekà: devamlı ve kalıcı olan âlem (bk. a-l-m; b-ḳ-y)
âlem-i rahat: rahat âlemi (bk. a-l-m)
bâki: sürekli olan, sonsuz (bk. b-ḳ-y)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
bostan-ı cinân: Cennet bahçeleri
cazibedar: cazibeli, çekici
dağdağa-i hayat-ı cismaniye: maddî hayatın sıkıntıları (bk. ḥ-y-y)
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
diyar-ı âhar: başka memleket (bk. e-ḫ-r)
dünyevî: dünyaya ait
eser-i rahmet: rahmet eseri (bk. r-ḥ-m)
eşref: en şerefli
fena: gelip geçicilik (bk. f-n-y)
hâlet: hal, durum
huzur-u Rahmân: Rahmân olan Allah’ın huzuru (bk. ḥ-ḍ-r; r-ḥ-m)
idam: yok etme
ihsan: bağış, iyilik (bk. ḥ-s-n)
ihsas: hissettirme
insan-ı mü’min: imanlı insan (bk. e-m-n)
intaç eden: netice veren
iştiyak: şiddetli arzu ve istek
iştiyak-engiz: çok arzulu ve istekli
kemiyet: çokluk, nicelik
keyfiyet: kalite, nitelik
lâ ya’lemu’l-ğaybe illallah: gaybı Allah’tan başkası bilemez (bk. a-l-m; ğ-y-b)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
matlup: istek, istenilen (bk. ṭ-l-b)
meftun: düşkün
mesrurâne: sevinçli bir şekilde
mevt: ölüm (bk. m-v-t)
meydan-ı tayeran-ı ervâh: ruhların uçuştuğu meydan (bk. r-v-ḥ)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
müptelâ: bağımlı
müz’iç: rahatsız edici
nihayetsiz: sonsuz
nisbeten: kıyasla (bk. n-s-b)
nur-u iman: iman nuru (bk. n-v-r; e-m-n)
nuraniyetli: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)
rahat-ı kalb: kalp rahatlığı
saadet: mutluluk
saikasıyla: sebebiyle
şaşaa: gösteriş, parlaklık
tebdil-i mekân: yer değiştirme (bk. m-k-n)
tekâlif: yükümlülükler
vecih: yön
zevâl: yokluk, sona erme (bk. z-v-l)
zindan-ı dünya: dünya zindanı
zîruh: ruh sahibi (bk. ẕî; r-v-ḥ)
ziyade: çok, fazla
zulümatlı: karanlık (bk. ẓ-l-m)

Beşincisi:

Kur’ân’ı dinleyen insana, Kur’ân’daki ilm-i hakikati ve nur-u hakikatle dünyanın mahiyetini bildirmekliğiyle, dünyaya aşk ve alâka pek mânâsız olduğunu anlatmaktır.1 Yani, insana der ve ispat eder ki:

“Dünya bir kitab-ı Samedânîdir. Huruf ve kelimâtı nefislerine değil, belki başkasının Zât ve sıfât ve esmâsına delâlet ediyorlar. Öyle ise mânâsını bil, al; nukuşunu bırak, git.

“Hem bir mezraadır.2 Ek ve mahsulünü al, muhafaza et; muzahrafatını at, ehemmiyet verme.

“Hem birbiri arkasında daim gelen, geçen âyineler mecmuasıdır. Öyle ise onlarda tecellî edeni bil, envârını gör ve onlarda tezahür eden esmânın tecelliyâtını anla ve Müsemmâlarını sev; ve zevâle ve kırılmaya mahkûm olan o cam parçalarından alâkanı kes.

“Hem seyyar bir ticaretgâhtır. Öyle ise alışverişini yap, gel; ve senden kaçan ve sana iltifat etmeyen kafilelerin arkalarından beyhude koşma, yorulma.

“Hem muvakkat bir seyrangâhtır. Öyle ise nazar-ı ibretle bak ve zahirî, çirkin yüzüne değil, belki Cemîl-i Bâkîye bakan gizli, güzel yüzüne dikkat et, hoş ve faideli bir tenezzüh yap, dön; ve o güzel manzaraları irâe eden ve güzelleri gösteren perdelerin kapanmasıyla, akılsız çocuk gibi ağlama, merak etme.

“Hem bir misafirhanedir. Öyle ise, onu yapan Mihmandar-ı Kerîmin izni dairesinde ye, iç, şükret. Kanunu dairesinde işle, hareket et. Sonra arkana bakma, çık, git. Herzekârâne, fuzulî bir surette karışma. Senden ayrılan ve sana ait olmayan şeylerle mânâsız uğraşma ve geçici işlerine bağlanıp boğulma” gibi zahir hakikatlerle, dünyanın iç yüzündeki esrarı gösterip dünyadan mufarakati gayet hafifleştirir, belki hüşyar olanlara sevdirir ve rahmetinin herşeyde ve her şe’ninde bir izi bulunduğunu gösterir.

İşte Kur’ân şu beş veche işaret ettiği gibi, başka hususî vecihlere dahi âyât-ı Kur’âniye işaret ediyor. Veyl o kimseye ki, şu beş vecihten bir hissesi olmaya.


Dipnot-1

bk. Nisâ Sûresi, 4:94, 134; Yunus Sûresi, 10:24; Kehf Sûresi, 18:45-46; Tâhâ Sûresi, 20:131.

Dipnot-2

bk. el-Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn 4:19; es-Sehâvî, el-Makâsıdü’l-Hasene s. 497.


âyât-ı Kur’âniye: Kur’ân-ı Kerimin âyetleri
âyine: ayna
beyhude: boşuna
Cemîl-i Bâkî: sınırsız güzellik sahibi ve varlığı devamlı ve sonsuz olan Allah (bk. c-m-l; b-ḳ-y)
delâlet: işaret
envâr: nurlar (bk. n-v-r)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
esrar: sırlar, gizli gerçekler
fuzulî: lüzumsuz
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
herzekârâne: saçmalayarak
huruf: harfler
hüşyar: uyanıkilm-i hakikat: hakikat ilmi (bk. a-l-m; ḥ-ḳ-ḳ)
irâe eden: gösteren
kafile: topluluk
kelimât: kelimeler (bk. k-l-m)
kitab-ı Samedâniye: herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın kitabı (bk. k-t-b; ṣ-m-d)
mahiyet: nitelik, özellik, iç yüz
mahsul: ürün
mecmua: topluluk (bk. c-m-a)
mezraa: tarla
Mihmandar-ı Kerîm: ikramı bol ve çok cömert olan misafir sahibi, Allah (bk. k-r-m)
mufarakat: ayrılık (bk. f-r-ḳ)
Müsemmâ: en güzel isimlerin sahibi olan Allah (bk. s-m-v)
muvakkat: geçici
muzahrafat: atıklar
nazar-ı ibret: ibretle bakış (bk. n-ẓ-r)
nefis: kendisi (bk. n-f-s)
nukuş: nakışlar (bk. n-ḳ-ş)
nur-u hakikat: hakikat nuru (bk. n-v-r; ḥ-ḳ-ḳ)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
şe’n: durum, hal (bk. ş-e-n)
seyrangâh: gezinti yeri
seyyar: hareketli, gezici
sıfât: vasıf, özellik (bk. v-ṣ-f)
tecellî: yansıma, görünüm (bk. c-l-y)
tecelliyât: yansımalar (bk. c-l-y)
tenezzüh: gezinti (bk. n-z-h)
tezahür: görünme, belirme (bk. ẓ-h-r)
ticaretgâh: alışveriş yeri
vecih: yön
veyl: yazık
zahir: görünen (bk. ẓ-h-r)
zahirî: görünürdeki (bk. ẓ-h-r)
zevâl: sona erme (bk. z-v-l)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Yedinci Söz, Birinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.283


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı

13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret

12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas

12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas

12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas

11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2

10.16. Onuncu Söz Hatime

10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat

10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat

10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat

10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat

10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat

10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat

10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat

10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat

10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat

10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat

10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat

10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat

10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .

10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret

10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler

9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte

9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler

8. Sekizinci Söz

7. Yedinci Söz

6. Altıncı Söz

5. Beşinci Söz

4. Dördüncü Söz

3. Üçüncü Söz

2. İkinci Söz

1. Birinci Söz


8. sınıf fen konuları Bediüzzaman Cumartesi Dersleri EĞİTİM Eğitim Eğitim Haberleri Eğitim ve Öğretim Fen Bilimleri Fen Bilimleri 8 Fen Bilimleri 8 Yaprak Test Fen Bilimleri 8 Yaprak Testler fen bilimleri 8. sınıf test çöz Güneş hayvan Kainat KISA VİDEO Kur'an Kur'an-ı Kerim Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan Kur'ân-ı Hakîm Mucize On Dokuzuncu Söz On Dokuzuncu Söz – Risalet-i Ahmediyeye dairdir On Üçüncü Söz Ortaokul Ortaokul Fen Bilimleri 8 Ortaokul Fen Bilimleri 8 Yaprak Test Partilerin Eğitim Programları Risale-i Nur Külliyatı Said Nursi SHORTS Svenska Sözler SİYASİ PARTİLERİN EĞİTİM PROGRAMLARI UZUN VİDEO Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi Yirmi Dördüncü Söz Yirminci Söz Yirmi Üçüncü Söz Yirmi İkinci Söz Yirmi İkinci Söz Birinci Makam Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı Yirmi İkinci Söz İkinci Makam Üstad İLKOKUL