“Ey ateş,’ dedik, ‘İbrahim için serin ve selâmetli ol.” Enbiyâ Sûresi, 21:69 – Cumartesi Dersleri – 20. 9.

"Ey ateş,' dedik, 'İbrahim için serin ve selâmetli ol." Enbiyâ Sûresi, 21:69 - Cumartesi Dersleri - 20. 9.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Ey ateş,’ dedik, ‘İbrahim için serin ve selâmetli ol.” (Enbiyâ Sûresi, 21:69) konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nu Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden Yirminci Sözün İkinci Makamın devamı. Hz. İbrahim A.S. ın ateşten kurtulması ile ilgili farklı bir tefsir.

"Ey ateş,' dedik, 'İbrahim için serin ve selâmetli ol." Enbiyâ Sûresi, 21:69 - Cumartesi Dersleri - 20. 9.
“Ey ateş,’ dedik, ‘İbrahim için serin ve selâmetli ol.” Enbiyâ Sûresi, 21:69 – Cumartesi Dersleri – 20. 9.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirminci Sözün İkinci Makamı

Mu’cizât-ı enbiya yüzünde parlayan bir lem’a-i i’câz-ı Kur’ân

Hem meselâ, Hazret-i İbrahim aleyhisselâmın bir mu’cizesi hakkında olan

 قُلْنَا يَا نَارُ كوُنِى بَرْداً وَسَلاَماً عَلٰۤى اِبْرهِيمَ 

âyetinde üç işaret-i lâtife var.

Birincisi: Ateş dahi, sair esbâb-ı tabiiye gibi, kendi keyfiyle, tabiatıyla, körü körüne hareket etmiyor. Belki emir tahtında bir vazife yapıyor ki, Hazret-i İbrahim’i (aleyhisselâm) yakmadı; ve ona “yakma!” emrediliyor.


Dipnot-2

“Ey ateş,’ dedik, ‘İbrahim için serin ve selâmetli ol.” Enbiyâ Sûresi, 21:69.


abd: kul (bk. a-b-d)
acâibü’l-mahlûkat: yaratılmışların şaşırtıcı, hayret verici halleri (bk. ḫ-l-ḳ)
Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
belki: aslında, gerçekte
Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
cünûd: askerler
Dâvudvâri: Hz. Dâvud gibi
eğlence-i mâsumâne: mâsumca, günahsız eğlence
ekser: pek çok (bk. k-s̱-r)
emanet-i kübrâ: en büyük emanet, halifelik (bk. e-m-n; k-b-r)
emir tahtında: emir altında
esbâb-ı tabiiye: doğal sebepler (bk. s-b-b; ṭ-b-a)
eşcar: ağaçlar
fonoğraf: Gromofonun ilk şekli, ses cihazı
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
halife-i zemin: yeryüzü halifesi (bk. ḫ-l-f)
haml: yüklenme
hava-i nesimî: hoş ve hafif rüzgar havası
hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
Hazret-i İbrahim: (bk. bilgiler)
hizmetkâr: hizmetçi
hüdhüd-ü Süleymânî: Hz. Süleyman’ın haberleşme vasıtası olarak kullandığı kuş
iktiza etmek: gerektirmek
işaret-i lâtife: güzel, hoş işaret
ismet: günahsızlık, masumluk
istidat: kabiliyet (bk. a-d-d)
kemâlât: mükemmellikler (bk. k-m-l)
lehviyat: eğlenceler, oyunlar
lisan-ı remz: işaret dili
mahiyet: özellik, nitelik
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)
medar: sebep, vesile
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
muazzam: çok büyük (bk. a-ẓ-m)
mülk: hükmedilen yer, sahip olunan şey (bk. m-l-k)
mûnis: dost, canayakın
musahhar etmek: boyun eğdirmek
müstaid: istidatlı, kabiliyetli (bk. a-d-d)
mutî: itaat eden
nağamât-ı zikriye: zikir nağmeleri
nebatat: bitkiler
nübüvvet: peygamberlik (bk. n-b-e)
râm olmak: boyun eğmek
sair: diğer
saltanat: sultanlık, egemenlik (bk. s-l-ṭ)
şevk: şiddetli arzu ve istek
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
tabiat: doğallık, yaratılış (bk. ṭ-b-a)
tel-i musikî: musiki teli
tesbihat: Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler (bk. s-b-ḥ)
tevdi etmek: emanet etmekulvî: yüce

İkincisi: Ateşin bir derecesi var ki, burûdetiyle ihrak eder, yani ihrak gibi bir tesir yapar. Cenâb-ı Hak, HAŞİYE-1 سَلاَمًا lâfzıyla, burûdete diyor ki: “Sen de hararet gibi burûdetinle ihrak etme.” Demek o mertebedeki ateş, soğukluğuyla yandırır gibi tesir gösteriyor. Hem ateştir, hem berddir. Evet, hikmet-i tabiiyede nâr-ı beyzâ halinde ateşin bir derecesi var ki, harareti etrafına neşretmiyor; ve etrafındaki harareti kendine celb ettiği için, şu tarz burûdetle, etrafındaki su gibi mâyi şeyleri incimad ettirip, mânen burûdetiyle ihrak eder. İşte Zemherir, burûdetiyle ihrak eden bir sınıf ateştir. Öyle ise, ateşin bütün derecâtına ve umum envâına cami’ olan Cehennem içinde, elbette Zemheririn bulunması zarurîdir.

Üçüncüsü: Cehennem ateşinin tesirini men edecek ve eman verecek iman gibi bir madde-i mâneviye, İslâmiyet gibi bir zırh olduğu misillü, dünyevî ateşinin dahi tesirini men edecek bir madde-i maddiye vardır. Çünkü, Cenâb-ı Hak, ism-i Hakîm iktizasıyla, bu dünya dârü’l-hikmet olmak hasebiyle, esbab perdesi altında icraat yapıyor. Öyle ise, Hazret-i İbrahim’in cismi gibi, gömleğini de ateş yakmadı ve ateşe karşı mukavemet haletini vermiştir. İbrahim’i yakmadığı gibi, gömleğini de yakmıyor.

İşte bu işaretin remziyle, mânen şu âyet diyor ki: “Ey millet-i İbrahim! İbrahimvâri olunuz, tâ maddî ve mânevî gömlekleriniz, en büyük düşmanınız olan ateşe hem burada, hem orada bir zırh olsun. Ruhunuza imanı giydirip Cehennem ateşine karşı zırhınız olduğu gibi, Cenâb-ı Hakkın zeminde sizin için sakladığı ve ihzar ettiği bazı maddeler var; onlar sizi ateşin şerrinden muhafaza eder. Arayınız, çıkarınız, giyiniz.”

İşte, beşerin mühim terakkiyâtından ve keşfiyâtındandır ki, bir maddeyi bulmuş, ateş yakmayacak ve ateşe dayanır bir gömlek giymiş. Şu âyet ise, ona mukabil, bak, ne kadar ulvî, lâtif ve güzel ve ebede kadar yırtılmayacak, Hanîfen Müslimen1 destgâhında dokunacak bir hulleyi gösteriyor.


Haşiye-1

Bir tefsir diyor: سَلَامًا demeseydi, burûdetiyle ihrak edecekti.

Dipnot-1

bk. Âl-i İmran Sûresi, 3:67, 95; Nisâ Sûresi, 4:125; En’âm Sûresi, 6:161; Nahl Sûresi, 16:120.


berd: soğuk
beşer: insan
burûdet: soğukluk
cami’ olan: içine alan, kapsayan (bk. c-m-a)
celb etmek: çekmek
dârü’l-hikmet: hikmet yeri; işlerin bir sebep ve zamana bağlı olarak yapıldığı yer olan dünya (bk. ḥ-k-m)
derecât: dereceler
ebed: sonsuzluk (bk. e-b-d)
eman: eminlik, korkusuzluk (bk. e-m-n)
envâ: çeşitler, türler
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah (bk. ḥ-k-m)
halet: hal, vaziyet
Hanîfen Müslimen: Allah’ı bir olarak tanıyan dosdoğru bir Müslüman (Kur’ân-ı Kerimde Hz. İbrahim için söylenen bir ibare) (bk. s-l-m)
hararet: sıcaklık
haşiye: dipnot; açıklayıcı not
Hazret-i İbrahim: (bk. bilgiler)
hikmet-i tabiiye: tabiat bilgisi (bk. ḥ-k-m; ṭ-b-a)
hulle: elbise
İbrahimvâri: Hz. İbrahim gibi
ihrak etmek: yakmak
ihzar etmek: hazırlamak
iktiza: gerektirme
incimad ettirmek: dondurmak
keşfiyât: keşifler (bk. k-ş-f)
lâfz: söz
lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)
madde-i maddiye: maddî madde
madde-i mâneviye: mânevî madde (bk. a-n-y)
mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)
mâyi: sıvı
men etmek: yasaklamak
millet-i İbrahim: İbrahim milleti, tevhid inancını benimseyenler
misillü: gibi (bk. m-s̱-l)
mukabil: karşılık
mukavemet: karşı gelme, direnç
nâr-ı beyzâ: akkor, beyaz ateş
neşretmek: yaymak
remz: işaret
selâmen: “selâmetli ol” (bk. s-l-m)
şer: kötülük
tefsir: Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından izah eden, yorumlayan kitap (bk. f-s-r)
terakkiyât: terakkiler, ilerlemeler
ulvî: yüce
umum: bütün
zarurî: zorunlu, gerekli
zemherir: şiddetli, yakıcı soğuk
zemin: yeryüzü

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirminci Söz, İkinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.352

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirminci-soz/ikinci-makam/352


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı

13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret

12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas

12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas

12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas

11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2

10.16. Onuncu Söz Hatime

10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat

10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat

10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat

10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat

10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat

10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat

10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat

10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat

10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat

10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat

10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat

10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat

10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .

10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret

10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler

9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte

9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler

8. Sekizinci Söz

7. Yedinci Söz

6. Altıncı Söz

5. Beşinci Söz

4. Dördüncü Söz

3. Üçüncü Söz

2. İkinci Söz

1. Birinci Söz


Birinci Söz – Gençlik Rehberi Okumaları 2 – Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız.

Birinci Söz - Gençlik Rehberi Okumaları 2 - Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Gençlik Rehberi Okumalarında bu derste Birinci Söz “Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız.” konusu yer almaktadır. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ında Gençlik Rehberinde yer alan bölümler 10 yaşındaki Hüma kızımız tarafından okunmaktadır.

Birinci Söz - Gençlik Rehberi Okumaları 2 - Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız.
Birinci Söz – Gençlik Rehberi Okumaları 2 – Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız.

Risale-i Nur Külliyatı’ndan

GENÇLİK REHBERİ

Müellifi

Bedîüzzaman Said Nursî

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

Birinci Söz

Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız. Bil ey nefsim, şu mübarek kelime İslâm nişanı olduğu gibi bütün mevcudatın lisan-ı haliyle vird-i zebanıdır.

Bismillah ne büyük tükenmez bir kuvvet, ne çok bitmez bir bereket olduğunu anlamak istersen şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle. Şöyle ki:

Bedevî Arap çöllerinde seyahat eden adama gerektir ki bir kabile reisinin ismini alsın ve himayesine girsin, tâ şakîlerin şerrinden kurtulup hâcatını tedarik edebilsin. Yoksa tek başıyla hadsiz düşman ve ihtiyacatına karşı perişan olacaktır.

İşte böyle bir seyahat için iki adam sahraya çıkıp gidiyorlar. Onlardan birisi mütevazi idi, diğeri mağrur. Mütevazii, bir reisin ismini aldı. Mağrur, almadı. Alanı, her yerde selâmetle gezdi. Bir kātıu’t-tarîke rast gelse der: “Ben, filan reisin ismiyle gezerim.” Şakî def’olur, ilişemez. Bir çadıra girse o nam ile hürmet görür. Öteki mağrur, bütün seyahatinde öyle belalar çeker ki tarif edilmez. Daima titrer, daima dilencilik ederdi. Hem zelil hem rezil oldu.

İşte ey mağrur nefsim, sen o seyyahsın. Şu dünya ise bir çöldür. Aczin ve fakrın hadsizdir. Düşmanın, hâcatın nihayetsizdir. Madem öyledir, şu sahranın Mâlik-i Ebedî’si ve Hâkim-i Ezelî’sinin ismini al. Tâ bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisatın karşısında titremeden kurtulasın.

Evet, bu kelime öyle mübarek bir definedir ki senin nihayetsiz aczin ve fakrın, seni nihayetsiz kudrete, rahmete rabtedip Kadîr-i Rahîm’in dergâhında aczi, fakrı en makbul bir şefaatçi yapar.

Evet, bu kelime ile hareket eden, o adama benzer ki askere kaydolur, devlet namına hareket eder. Hiçbir kimseden pervası kalmaz. Kanun namına, devlet namına der, her işi yapar, her şeye karşı dayanır.

Başta demiştik: Bütün mevcudat, lisan-ı hal ile Bismillah der. Öyle mi?

Evet, nasıl ki görsen, bir tek adam geldi, bütün şehir ahalisini cebren bir yere sevk etti ve cebren işlerde çalıştırdı. Yakînen bilirsin; o adam kendi namıyla, kendi kuvvetiyle hareket etmiyor. Belki o, bir askerdir, devlet namına hareket eder, bir padişah kuvvetine istinad eder.

Öyle de her şey, Cenab-ı Hakk’ın namına hareket eder ki zerrecikler gibi tohumlar, çekirdekler başlarında koca ağaçları taşıyor, dağ gibi yükleri kaldırıyorlar.

Demek her bir ağaç, Bismillah der. Hazine-i rahmet meyvelerinden ellerini dolduruyor, bizlere tablacılık ediyor.

Her bir bostan, Bismillah der. Matbaha-i kudretten bir kazan olur ki çeşit çeşit, pek çok muhtelif leziz taamlar, içinde beraber pişiriliyor.

Her bir inek, deve, koyun, keçi gibi mübarek hayvanlar Bismillah der. Rahmet feyzinden bir süt çeşmesi olur. Bizlere Rezzak namına en latîf, en nazif, âb-ı hayat gibi bir gıdayı takdim ediyorlar.

Her bir nebat ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları, Bismillah der. Sert olan taş ve toprağı deler, geçer. Allah namına, Rahman namına der, her şey ona musahhar olur. Evet, havada dalların intişarı ve meyve vermesi gibi o sert taş ve topraktaki köklerin kemal-i suhuletle intişar etmesi ve yer altında yemiş vermesi hem şiddet-i hararete karşı aylarca nazik, yeşil yaprakların yaş kalması, tabiiyyunun ağzına şiddetle tokat vuruyor. Kör olası gözüne parmağını sokuyor ve diyor ki:

En güvendiğin salabet ve hararet dahi emir tahtında hareket ediyorlar ki, o ipek gibi yumuşak damarlar, birer asâ-yı Musa (as) gibi

فَقُلْنَا اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ

“Asânı taşa vur!” demiştik. (Bakara Sûresi 2/60)

emrine imtisal ederek taşları şakkeder. Ve o sigara kâğıdı gibi ince nâzenin yapraklar, birer aza-yı İbrahim (as) gibi ateş saçan hararete karşı

يَا نَارُ كُونٖى بَرْدًا وَ سَلَامًا

«Ey ateş! İbrahim için serinlik ve esenlik ol!» dedik. (Enbiyâ Sûresi 21/69)

âyetini okuyorlar.

Madem her şey manen Bismillah der. Allah namına Allah’ın nimetlerini getirip bizlere veriyorlar. Biz dahi Bismillah demeliyiz. Allah namına vermeliyiz, Allah namına almalıyız. Öyle ise Allah namına vermeyen gafil insanlardan almamalıyız.

Sual: Tablacı hükmünde olan insanlara bir fiyat veriyoruz. Acaba asıl mal sahibi olan Allah, ne fiyat istiyor?

Elcevap: Evet, o Mün’im-i Hakiki, bizden o kıymettar nimetlere, mallara bedel istediği fiyat ise üç şeydir. Biri zikir, biri şükür, biri fikirdir.

Başta Bismillah zikirdir.

Âhirde Elhamdülillah şükürdür.

Ortada, bu kıymettar hârika-i sanat olan nimetler Ehad-i Samed’in mu’cize-i kudreti ve hediye-i rahmeti olduğunu düşünmek ve derk etmek fikirdir. Bir padişahın kıymettar bir hediyesini sana getiren bir miskin adamın ayağını öpüp hediye sahibini tanımamak ne derece belâhet ise öyle de zahirî mün’imleri medih ve muhabbet edip Mün’im-i Hakiki’yi unutmak, ondan bin derece daha belâhettir.

Ey nefis, böyle ebleh olmamak istersen Allah namına ver, Allah namına al, Allah namına başla, Allah namına işle. Vesselâm.

KAYNAK


HAYAT BOYU ÖĞRENME




“Batıp gidenleri sevmem” Hz. İbrahim (A.S.)- Yalnız Biri iste; Biri çağır; Biri talep et; Biri gör; Biri bil; Biri söyle; – Cumartesi Dersleri 17. 5.

"Batıp gidenleri sevmem" Hz. İbrahim (A.S.)- Yalnız Biri iste; Biri çağır; Biri talep et; Biri gör; Biri bil; Biri söyle; - Cumartesi Dersleri 17. 5. Nemrut Dağı ve güneşin batışı

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediiğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Batıp gidenleri sevmem” Hz. İbrahim (A.S.)- Yalnız Biri iste; Biri çağır; Biri talep et; Biri gör; Biri bil; Biri söyle; – konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden On Yedinci Sözün İkinci Hakikati. KISA VİDEODA Abdullah Yeğin Ağabeyin seslendirmesiyle açıklanmadan kısa ve düz olarak okunmaktadır. Dersin açıklamalı bölümünü UZUN VİDEODAN izleyebilirsiniz.

"Batıp gidenleri sevmem" Hz. İbrahim (A.S.)- Yalnız Biri iste; Biri çağır; Biri talep et; Biri gör; Biri bil; Biri söyle; - Cumartesi Dersleri 17. 5. Nemrut Dağı ve güneşin batışı
“Batıp gidenleri sevmem” Hz. İbrahim (A.S.)- Yalnız Biri iste; Biri çağır; Biri talep et; Biri gör; Biri bil; Biri söyle; – Cumartesi Dersleri 17. 5.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

On Yedinci Sözün İkinci Makamı 

“Batıp gidenleri sevmem” Hz. İbrahim (A.S.)-

Yalnız Biri iste; Biri çağır; Biri talep et; Biri gör; Biri bil; Biri söyle;


فَلَمَّۤا اَفَلَ قاَلَ لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ
لَقَدْ اَبْكَانِى نَعْىُ ﴿ لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ ﴾ مِنْ خَلِيلِ اللهِ     1

İbrahim aleyhisselâmdan sudur ile kâinatın zevâl ve ölümünü ilân eden nây-ı

 لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ 

beni ağlattırdı.

فَصَبَّتْ عَيْنُ قَلْبِى قَطَرَاتٍ بَاكِيَاتٍ مِنْ شُؤُنِ اللهِ

Onun için kalb gözü ağladı ve ağlayıcı katreleri döktü. Kalb gözü ağladığı gibi, döktüğü herbir damlası da o kadar hazindir; ağlattırıyor, güya kendisi de ağlıyor. O damlalar, gelecek Farisî fıkralardır.

لِتَفْسِيرِ كَلاَمٍ مِنْ حَكِيمٍ اَىْ نَبِىٍّ فِى كَلاَمِ اللهِ

İşte o damlalar ise, Nebiyy-i Peygamber olan bir hakîm-i İlâhînin Kelâmullah içinde bulunan bir kelâmının bir nevi tefsiridir.

نَمِى زِ يبَاسْت “اُفُولْدَه” گُمْ شُدَنْ مَحْبُوبْ

Güzel değil batmakla kaybolan bir mahbup. Çünkü zevâle mahkûm, hakikî güzel olamaz. Aşk-ı ebedî için yaratılan ve âyine-i Samed olan kalb ile sevilmez ve sevilmemeli.

نَمِى اَرْزَدْ “غُرُوبْدَه” غَيْب شُدَنْ مَطْلُوبْ

Bir matlup ki gurupta gaybûbet etmeye mahkûmdur; kalbin alâkasına, fikrin merakına değmiyor. Âmâle merci olamıyor. Arkasında gam ve kederle teessüf etmeye lâyık değildir. Nerede kaldı ki, kalb ona perestiş etsin ve ona bağlansın, kalsın!

نَمِى خَواهَمْ “فَنَادَه” مَحْو شُدَنْ مَقْصُودْ


Dipnot-1

“Yıldız batıp gidince, İbrahim ‘Ben batıp gidenleri sevmem’ dedi.” En’âm Sûresi, 6:76.


aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
âmâl: ameller, işler
aşk-ı ebedî: sonsuzluk aşkı (bk. e-b-d)
âyine-i Samed: hiçbir şeye muhtaç olmayan ve herşey Kendisine muhtaç olan Allah’ın eserlerini gösteren ayna (bk. ṣ-m-d)
Farisî: Farsça
fıkra: bölüm, kısım
gaybûbet: kaybolma (bk. ğ-y-b)
gurup: batış
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakîm-i İlâhî: aklıyla Allah’ı bulmaya çalışan hikmet sahibi zât (bk. ḥ-k-m; e-l-h)
hazin: hüzünlü, üzüntü veren
İbrahim (a.s.): (bk. bilgiler)
kâinat: evren, yaratılmış herşey, bütün âlemler (bk. k-v-n)
katre: damla
kelâm: söz, ifade (bk. k-l-m)
Kelâmullah: Allah’ın kelamı, Kur’ân (bk. k-l-m)
mahbup: sevgili (bk. ḥ-b-b)
matlup: istek (bk. ṭ-l-b)
merci: kaynak
nây: ölüm haberini verme
Nebiyy-i Peygamber: Peygamberin Peygamberi, Hz. İbrahim (bk. n-b-e)
nevi: çeşit, tür
perestiş: taparcasına sevme
sudur: çıkma
teessüf: üzülme
tefsir: yorum, açıklama (bk. f-s-r)
zevâl: sona erme (bk. z-v-l)

Bir maksut ki fenâda mahvoluyor; o maksudu istemem. Çünkü fâniyim. Fâni olanı istemem, neyleyeyim?

نَمِى خَوانَمْ “زَوَالْدَه” دَفْن شُدَنْ مَعْبُودْ

Bir mâbud ki zevâlde defnoluyor; onu çağırmam, ona iltica etmem. Çünkü nihayetsiz muhtacım ve âcizim. Âciz olan, benim pek büyük dertlerime devâ bulamaz, ebedî yaralarıma merhem süremez. Zevâlden kendini kurtaramayan nasıl mâbud olur?

  عَقْل فَرْيَادْ مِى دَارَدْ، نِدَاءِ ﴿ لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ ﴾ مِى زَنَدْ رُوحْ

Evet, zahire müptelâ olan akıl, şu keşmekeş kâinatta perestiş ettiği şeylerin zevâlini görmekle meyusâne feryad eder. Ve bâki bir mahbubu arayan ruh dahi,

 لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ 

feryadını ilân ediyor.

نَمِى خَواهَمْ نَمِى خٰوانَمْ نَمِى تَابَمْ فِرٰاقِى

İstemem, arzu etmem, tâkat getirmem mufarakati!

نَمِى اَرْزَدْ “مَرَاقَه” إِيْن زَوَالْ دَرْ پَسْ تَلاٰقِى

Der-akap zevâlle acılanan mülâkatlar, keder ve meraka değmez; iştiyaka hiç lâyık değildir. Çünkü zevâl-i lezzet elem olduğu gibi, zevâl-i lezzetin tasavvuru dahi bir elemdir. Bütün mecazî âşıkların divanları, yani aşknameleri olan manzum kitapları, şu tasavvur-u zevâlden gelen elemden birer feryattır. Herbirinin bütün divan-ı eş’ârının ruhunu eğer sıksan, elemkârâne birer feryat damlar.

  أَزْاۤنْ دَرْدِى كِرِينِ ﴿ لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ ﴾ مِى زَنَدْ قَلْبَمْ

İşte, o zevâl-âlûd mülâkatlar, o elemli mecazî muhabbetler derdinden ve belâsındandır ki, kalbim İbrahimvâri

 لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ 

ağlamasıyla ağlıyor ve bağırıyor.

دَرْ اِيْن فَانِى بَقَاخَازِى بَقَاخِيزَدْ فَنَادَنْ

Eğer şu fâni dünyada bekà istiyorsan, bekà fenâdan çıkıyor. Nefs-i emmâre cihetiyle fenâ bul ki, bâki olasın.


Dipnot-1

“Batıp gidenleri sevmem.” En’âm Sûresi, 6:76.


âciz: güçsüz (bk. a-c-z)
bâki: sonsuz, devamlı (bk. b-ḳ-y)
bekà: süreklilik, sonsuzluk (bk. b-ḳ-y)
cihet: yön
der-akap: derhal, hemen
divan-ı eş’âr: şiirler divanı
ebedî: sonsuz (bk. e-b-d)
elem: acı, üzüntü
elemkârâne: acı verircesine
elemli: acılı, üzüntülü
fâni: ölümlü, geçici (bk. f-n-y)
fenâ: yokluk (bk. f-n-y)
İbrahimvâri: Hz. İbrahim gibi
iltica etmek: sığınmak
iştiyak: şiddetli arzu
kâinat: evren, yaratılmış herşey, bütün âlemler (bk. k-v-n)
keşmekeş: karma karışık
mâbud: kendisine kulluk edilen (bk. a-b-d)
mahbup: sevgili (bk. ḥ-b-b)
maksut: istek (bk. ḳ- ṣ-d)
manzum: vezinli, şiir şeklinde (bk. n-ẓ-m)
mecazî: gerçek olmayan (bk. c-v-z)
meyusâne: ümitsizce
mufarakat: ayrılık (bk. f-r-ḳ)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
mülâkat: kavuşma
müptelâ: düşkün, bağımlı
nefs-i emmare: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu (bk. n-f-s)
nihayetsiz: sonsuz
perestiş: taparcasına sevme
tasavvur: düşünme, zihinde şekillendirme (bk. ṣ-v-r)
tasavvur-u zevâl: sona erme düşüncesi (bk. ṣ-v-r; z-v-l)
zahir: dış görünüm (bk. ẓ-h-r)
zevâl: sona erme (bk. z-v-l)
zevâl-âlûd: son bulmayla bulaşık (bk. z-v-l)
zevâl-i lezzet: lezzetin bitmesi (bk. z-v-l)

فَنَا شُدْ، هَمْ فَدَا كُنْ، هَمْ عَدَمْ بِينْ، كِه اَزْ دُنْيَا “بَقَايَه” رَاهْ “فَنَادَنْ”

Dünyaperestlik esasatı olan ahlâk-ı seyyieden tecerrüd et, fâni ol. Daire-i mülkünde ve malındaki eşyayı Mahbub-u Hakikî yolunda feda et. Mevcudatın ademnümâ akıbetlerini gör. Çünkü şu dünyadan bekàya giden yol, fenâdan gidiyor.

  فِكْرِ فِيزَارْ مِى دَارَدْ، أَنِينِ ﴿ لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ ﴾ مِى زَنَدْ وِجْدَانْ

Esbab içine dalan fikr-i insanî, şu zelzele-i zevâl-i dünyadan hayrette kalıp meyusâne fîzar ediyor. Vücud-u hakikî isteyen vicdan, İbrahimvâri

لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ 

enîniyle mahbubat-ı mecaziyeden ve mevcudat-ı zâileden kat’-ı alâka edip Mevcud-u Hakikîye ve Mahbub-u Sermedîye bağlanıyor.

بِدَانْ اَىْ نَفْسِ نَادَانَمْ ! كِه: دَرْهَرْ فَرْد اَزْ فَانِى دُو رَاهْ هَسْت بَا بَاقِى، دُو سِرِّ جَانْ جَانَانِى

Ey nâdan nefsim! Bil ki, çendan dünya ve mevcudat fânidir; fakat her fâni şeyde, bâkiye îsal eden iki yol bulabilirsin ve can ve canan olan Mahbub-u Lâyezâlin tecellî-i cemâlinden iki lem’ayı, iki sırrı görebilirsin. An şart ki, suret-i fâniyeden ve kendinden geçebilirsen…

كِه دَرْ نَعْمَتْهَا إِنْعَامْ هَسْت وَپَسْ اٰثَارَهَا اَسْمَا بِكِيرْ مَغْزِى، وَمِيزَنْ دَرْ فَنَا اۤنْ قِشْرِ بِى مَعْنَا

Evet, nimet içinde in’âm görünür, Rahmân’ın iltifatı hissedilir. Nimetten in’âma geçsen, Mün’imi bulursun. Hem, her eser-i Samedânî, bir mektup gibi, bir Sâni-i Zülcelâlin esmâsını bildirir. Nakıştan mânâya geçsen, esmâ yoluyla Müsemmâyı


Dipnot-1

“Batıp gidenleri sevmem” En’âm Sûresi, 6:76.


ademnümâ: yokluğu gösteren
ahlâk-ı seyyie: kötü ahlâk (bk. ḫ-l-ḳ)
akıbet: netice, son
bâki: sürekli, sonsuz (bk. b-ḳ-y)
bekà: süreklilik, sonsuzluk (bk. b-ḳ-y)
çendan: gerçi, her ne kadar
daire-i mülk: sahip olunan şeylerin dairesi (bk. m-l-k)
dünyaperestlik: dünyayı taparcasına sevmek
enîn: inilti
esasat: esaslar, prensipler
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
eser-i Samedânî: Samed olan Allah’ın eseri (bk. ṣ-m-d)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
fâni: geçici, ölümlü (bk. f-n-y)
fenâ: yokluk, yok oluş (bk. f-n-y)
fikr-i insanî: insan fikri (bk. f-k-r)
fîzar etmek: ağlayıp inlemek
İbrahimvâri: Hz. İbrahim gibi
in’am: nimetlendirme (bk. n-a-m)
îsal etmek: ulaştırmak
kat-ı alâka etmek: ilgiyi kesmek
lem’a: parıltı
Mahbub-u Hakikî: gerçek sevgili, Allah (bk. ḥ-b-b; ḥ-ḳ-ḳ)
Mahbub-u Lâyezâl: yok olmayan, sonsuz sevgili, Allah (bk. ḥ-b-b; z-v-l)Mahbub-u Sermedî: varlığı sürekli olan sevgili, Allah (bk. ḥ-b-b)
mahbubat-ı mecaziye: gerçek sevgiye layık olmadıkları halde sevilenler (bk. ḥ-b-b; c-v-z)
Mevcud-u Hakikî: gerçek varlık sahibi Allah (bk. v-c-d; ḥ-ḳ-ḳ)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mevcudat-ı zâile: yok olup giden, sona eren varlıklar (bk. v-c-d; z-v-l)
meyusâne: ümitsizce
Mün’im: gerçek nimet verici olan Allah (bk. n-a-m)Müsemmâ: güzel isimlerle isimlendirilen Allah (bk. s-m-v)
nâdan: cahil
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
Rahmân: rahmeti sonsuz, yarattıklarını esirgeyip koruyan, şefkat eden ve rızıklandıran Allah (bk. r-ḥ-m)
Sâni-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
sır: gizli gerçek, gizem
suret-i fâniye: geçici suret (bk. ṣ-v-r; f-n-y)
tecellî-i cemâl: güzelliğin yansıması (bk. c-l-y; c-m-l)
tecerrüd: soyutlanma, sıyrılma
vücud-u hakikî: gerçek vücut (bk. v-c-d; ḥ-ḳ-ḳ)
zelzele-i zevâl-i dünya: dünyayı yok eden sarsıntı (bk. z-v-l)

bulursun. Madem şu masnuat-ı fâniyenin mağzını, içini bulabilirsin; onu elde et, mânâsız kabuğunu, kışrını acımadan fenâ seyline atabilirsin.

بَلِى آثَارَهَا گُويَنْد: زِاَسْمَا لَفْظِ پُرْ مَعْنَا بِخَانْ مَعْنَا، وَمِيزَنْ دَرْ هَوَا آنْ لَفْظِ بِى سَوْدَا

Evet, masnuatta hiçbir eser yok ki, çok mânâlı bir lâfz-ı mücessem olmasın, Sâni-i Zülcelâlin çok esmâsını okutturmasın. Madem şu masnuat elfazdır, kelimat-ı kudrettir; mânâlarını oku, kalbine koy, mânâsız kalan elfâzı bilâpervâ zevâlin havasına at. Arkalarından alâkadarâne bakıp meşgul olma.

  عَقْل فَرْيَادْ مِى دَارَدْ، غِيَاثِ ﴿ لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ ﴾ مِيزَنْ اَىْ نَفْسَمْ

İşte, zahirperest ve sermayesi âfâkî malûmattan ibaret olan akl-ı dünyevî, böyle silsile-i efkârı hiçe ve ademe incirar ettiğinden, hayretinden ve haybetinden meyusâne feryad ediyor. Hakikate giden bir doğru yol arıyor. Madem uful edenlerden ve zevâl bulanlardan ruh elini çekti. Kalb dahi mecazî mahbuplardan vaz geçti. Vicdan dahi fânilerden yüzünü çevirdi. Sen dahi, biçare nefsim, İbrahimvâri

 لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ 

gıyâsını çek, kurtul.

چِه خُوشْ گُويَدْ اُو شَيْدَا “جَامِى” عَشْقِ خُوىْ:

Fıtratı aşkla yoğrulmuş gibi sermest-i câm-ı aşk olan Mevlânâ Câmî, kesretten vahdete yüzleri çevirmek için, bak, ne güzel söylemiş:

يَكِى خَواهْ ، يَكِى خَوانْ ، يَكِى جُوىْ ، يَكِى بِينْ ، يَكِى دَانْ ، يَكِى كُوىْ

demiştir. HAŞİYE-1 Yani;

1. Yalnız Biri iste; başkaları istenmeye değmiyor.

2. Biri çağır; başkaları imdada gelmiyor.

3. Biri talep et; başkaları lâyık değiller.


Dipnot-1

“Batıp gidenleri sevmem.” En’âm Sûresi, 6:76.

Haşiye-1

Yalnız bu satır Mevlânâ Câmî’nin kelâmıdır.


adem: yokluk, hiçlik
âfâkî: dış dünyaya ait
akl-ı dünyevî: dünyaya ait akıl
alâkadarane: ilgili bir şekilde
biçare: çaresiz
bilâpervâ: pervasız, korkusuz
elfaz: lafızlar, sözler
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
fâni: geçici, ölümlü (bk. f-n-y)
fenâ: yokluk, yok oluş (bk. f-n-y)
fıtrat: yaratılış (bk. f-ṭ-r)
gıyâs: yardım nidâsı
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
haybet: muhrumiyet, istediğini elde edememe, ümitsiz olma
İbrahimvâri: Hz. İbrahim gibi
incirar etme: çekip sona erdirme
kelâm: söz (bk. k-l-m)
kelimat-ı kudret: Allah’ın kudret kelimeleri (bk. k-l-m; ḳ-d-r)
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
kışr: kabuk, dış
lâfz-ı mücessem: cisimleşmiş kelime
mağz: öz, iç
mahbup: sevgili (bk. ḥ-b-b)
malûmat: bilgiler (bk. a-l-m)
masnuat: sanat eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
masnuat-ı fâniye: gelip geçici olan sanat eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a; f-n-y)
mecazî: gerçek olmayan (bk. c-v-z)
Mevlânâ Câmi: (bk. bilgiler)
meyusâne: ümitsizce
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
Sâni-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
sermest-i câm-ı aşk: Allah aşkıyla kendinden geçmek
seyl: sel, akıntı
silsile-i efkâr: fikirler zinciri, fikir halkaları (bk. f-k-r)
uful etmek: batmak, kaybolmak
vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)
zahirperest: dış görünüşe ehemmiyet veren (bk. ẓ-h-r)
zevâl: sona erme (bk. z-v-l)

4. Biri gör; başkaları her vakit görünmüyorlar, zevâl perdesinde saklanıyorlar.

5. Biri bil; marifetine yardım etmeyen başka bilmekler faidesizdir.

6. Biri söyle; Ona ait olmayan sözler mâlâyâni sayılabilir.

نَعَمْ صَدَقْتَ اَىْ جَامِى     هُوَ الْمَطْلُوبُ هُوَ الْمَحْبُوبُ هُوَ الْمَقْصُودُ هُوَ الْمَعْبُودُ

Evet, Câmi’, pek doğru söyledin. Hakikî mahbub, hakikî matlub, hakikî maksud, hakikî mâbud yalnız Odur.

كِه ” لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ ” بَرَابَرْ مِيذَنَدْ عَالَمْ

Çünkü bu âlem, bütün mevcudatıyla, muhtelif dilleriyle, ayrı ayrı nağamâtıyla, zikr-i İlâhînin halka-i kübrâsında beraber

 لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ 

der, vahdâniyete şehadet eder. 

لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ 2

‘in açtığı yaraya merhem sürüyor ve alâkayı kestiği mecazî mahbuplara bedel bir Mahbub-u Lâyezâlîyi gösteriyor.


Dipnot-1

“Ondan başka hiçbir ilâh yoktur.” Haşir Sûresi, 59:22.

Dipnot-2

“Batıp gidenleri sevmem” En’âm Sûresi, 6:76.


Câmi: (bk. bilgiler – Mevlânâ Câmi)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
halka-i kübrâ: en büyük halka (bk. k-b-r)
mâbud: kendisine ibadet edilen (bk. a-b-d)
mahbub: sevgili (bk. ḥ-b-b)
Mahbub-u Lâyezâlî: sürekli var olan, asla yok olmayan, sonsuz sevgili, Allah (bk. ḥ-b-b; lâ; z-v-l)
maksud: kastedilen, istek (bk. ḳ-ṣ-d)
mâlâyâni: boş, lüzumsuz
marifet: Allah’ı bilme ve tanıma (bk. a-r-f)
matlup: istenilen (bk. ṭ-l-b)
mecazî: gerçek olmayan (bk. c-v-z)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
nağamât: nağmeler, hoş sesler
vahdâniyet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)
zikr-i İlâhî: Allah’ı anma (bk. e-l-h)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Yedinci Söz, İkinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.296


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı

13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret

12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas

12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas

12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas

11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2

10.16. Onuncu Söz Hatime

10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat

10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat

10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat

10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat

10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat

10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat

10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat

10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat

10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat

10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat

10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat

10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat

10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .

10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret

10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler

9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte

9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler

8. Sekizinci Söz

7. Yedinci Söz

6. Altıncı Söz

5. Beşinci Söz

4. Dördüncü Söz

3. Üçüncü Söz

2. İkinci Söz

1. Birinci Söz


8. sınıf fen konuları Bediüzzaman Cumartesi Dersleri EĞİTİM Eğitim Eğitim Haberleri Eğitim ve Öğretim Fen Bilimleri Fen Bilimleri 8 Fen Bilimleri 8 Yaprak Test Fen Bilimleri 8 Yaprak Testler fen bilimleri 8. sınıf test çöz fiziksel olaylar Kur'an Kur'an-ı Kerim Kur'ân-ı Hakîm Liselere Geçiş Sistemi (LGS) Matematik Mucize On Dokuzuncu Söz On Dokuzuncu Söz – Risalet-i Ahmediyeye dairdir On Dördüncü Söz On Yedinci Söz On Üçüncü Söz Ortaokul Ortaokul Fen Bilimleri 8 Ortaokul Fen Bilimleri 8 Yaprak Test ORTAÖĞRETİM Partilerin Eğitim Programları POSTERLER Risale-i Nur Külliyatı Said Nursi Svenska Sözler SİYASİ PARTİLERİN EĞİTİM PROGRAMLARI Yirmi Birinci Söz Yirminci Söz Yirminci Sözün İkinci Makamı Yirminci Söz İkinci Makam Yirmi İkinci Söz Birinci Makam ÇALIŞMA YAPRAĞI Üstad İLKOKUL İSVEÇÇE / SWEDISH / SVENSKA Şeytan