Bir kavle göre, Kitâb-ı Mübîn, Kur’ân’dan ibarettir. Yaş ve kuru herşey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime beyan ediyor. Öyle mi? – Cumartesi Dersleri 20. 4.

Bir kavle göre, Kitâb-ı Mübîn, Kur'ân'dan ibarettir. Yaş ve kuru herşey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime beyan ediyor. Öyle mi? - Cumartesi Dersleri 20. 4.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Bir kavle göre, Kitâb-ı Mübîn, Kur’ân’dan ibarettir. Yaş ve kuru herşey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime beyan ediyor. Öyle mi?” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden Yirminci Söz İkinci Makam.

Bir kavle göre, Kitâb-ı Mübîn, Kur'ân'dan ibarettir. Yaş ve kuru herşey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime beyan ediyor. Öyle mi? - Cumartesi Dersleri 20. 4.
Bir kavle göre, Kitâb-ı Mübîn, Kur’ân’dan ibarettir. Yaş ve kuru herşey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime beyan ediyor. Öyle mi? – Cumartesi Dersleri 20. 4.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirminci Sözün İkinci Makamı

Mu’cizât-ı enbiya yüzünde parlayan bir lem’a-i i’câz-ı Kur’ân

(Âhirdeki iki sual ve iki cevaba dikkat et.)

وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ     1

ON DÖRT SENE EVVEL (şimdi otuz seneden geçti)2, şu âyetin bir sırrına dair, İşârâtü’l-İ’câz namındaki tefsirimde, Arabiyyü’l-ibâre bir bahis yazmıştım. Şimdi, arzuları bence ehemmiyetli olan iki kardeşim, o bahse dair Türkçe olarak bir parça izah istediler. Ben de Cenâb-ı Hakkın tevfikine itimaden ve Kur’ân’ın feyzine istinaden diyorum ki:

Bir kavle göre, Kitâb-ı Mübîn, Kur’ân’dan ibarettir. Yaş ve kuru herşey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime beyan ediyor. Öyle mi? Evet, herşey içinde bulunur. Fakat herkes herşeyi içinde göremez. Zira muhtelif derecelerde bulunur. Bazan çekirdekleri, bazan nüveleri, bazan icmalleri, bazan düsturları, bazan alâmetleri, ya sarahaten, ya işareten, ya remzen, ya ibhâmen, ya ihtar tarzında bulunurlar. Fakat ihtiyaca göre ve maksad-ı Kur’ân’a münasip bir tarzda ve iktizâ-yı makam münasebetinde, şu tarzların birisiyle ifade ediliyor. Ezcümle:

Beşerin san’at ve fen cihetindeki terakkiyatlarının neticesi olan havârık-ı san’at ve garâib-i fen olarak tayyare, elektrik, şimendifer, telgraf gibi şeyler vücuda gelmiş ve beşerin hayat-ı maddiyesinde en büyük mevki almışlar. Elbette, umum nev-i beşere hitap eden Kur’ân-ı Hakîm, şunları mühmel bırakmaz. Evet, bırakmamış, iki cihetle onlara da işaret etmiştir.

Birinci cihet: Mu’cizât-ı enbiya suretiyle.

İkinci kısım şudur ki: Bazı hâdisât-ı tarihiye suretinde işaret eder. Ezcümle:


Dipnot-1

“Ne yaş, ne de kuru hiçbir şey yoktur ki, ap açık bir kitapta yazılmış olmasın.” En’âm Sûresi, 6:59.

Dipnot-2

Bu ifade 1957 senesine aittir.


âhir: son (bk. e-ḫ-r)
alâmet: işaret
Arabiyyü’l-ibâre: Arapça yazılmış yazı
beşer: insan
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
düstur: prensip, kural
ezcümle: özetle, böylece
fen: bilim dalı
feyz: ilham, bereket ve ilim bolluğu (bk. f-y-ḍ)
garâib-i fen: ilimdeki şaşırtıcı ve hayret verici şeyler
hâdisât-ı tarihiye: tarihî olaylar
havârık-ı san’at: san’at harikaları (bk. ṣ-n-a)
hayat-ı maddiye: maddî hayat
ibhâmen: üstü kapalı olarak
icmal: kısaca, özet olarak (bk. c-m-l)
ihtar: hatırlatma
iktizâ-yı makam: makamın gereği
istinaden: dayanarak (bk. ṣ-n-d)
itimaden: güvenerek
izah: açıklama
kavl: söz
Kitab-ı Mübîn: herşeyin açıkça yazılı olduğu, Allah katındaki kitap (bk. k-t-b; b-y-n)
Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
lem’a-i i’câz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın mu’cizelik parıltısı (bk. a-c-z)
maksad-ı Kur’ân: Kur’ân’ın maksadı (bk. ḳ-ṣ-d)
mu’cizât-ı enbiya: peygamberlerin mu’cizeleri (bk. a-c-z; n-b-e)
mühmel bırakmak: ihmal etmek
muhtelif: çeşitli
münasebet: ilişki, bağlantı (bk. n-s-b)
münasip: uygun (bk. n-s-b)
nev-i beşer: insanlık
nüve: çekirdek
remzen: işareten
sarahaten: açıkça
şimendifer: tren
sır: gizem, gizli gerçek
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tayyare: uçak
tefsir: Kur’ân’ın mânâ bakımından açıklaması, yorumu (bk. f-s-r)
terakkiyat: ilerlemeler
tevfik: yardım
umum: bütün
vücuda gelme: var olma (bk. v-c-d)

قُتِلَ اَصْحَابُ اْلاُخْدُودِ     اَلنَّارِذَاتِ الْوَقُودِ     اِذْ هُمْ عَلَيْهَا قُعُودٌ     وَهُمْ عَلٰى مَا يَفْعَلُونَ بِالْمُؤْمِنِينَ شُهُودٌ     وَمَا نَقَمُوا مِنْهُمْ اِلاَّۤ اَنْ يُؤْمِنُوا بِاللهِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ     1

  HAŞİYE-1 

Kezâ

 فِى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ     وَخَلَقْنَا لَهُمْ مِنْ مِثْلِهِ مَا يَرْكَبُونَ     2

gibi âyetlerle şimendifere işaret ettiği gibi,

اَللهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكٰوةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ اَلْمِصْبَاحُ فِى زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّىٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ 

HAŞİYE-2

لاَ شَرْقِيَّةٍ وَلاَ غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِۤئُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ عَلٰى نُورٍ يَهْدِي اللهُ لِنُورِهِ مَنْ يَشَۤاءُ     3

âyeti, pek çok envâra, esrâra işaretle beraber, elektriğe dahi remzediyor.

Şu ikinci kısım, hem çok zatlar onlarla uğraştığından, hem çok dikkat ve izaha muhtaç olduğundan ve hem çok olduğundan, şimdilik şimendifer ve elektriğe işaret eden şu âyetlerle iktifâ edip o kapıyı açmayacağım.

Birinci kısım ise, mu’cizât-ı enbiya suretinde işaret ediyor. Biz dahi o kısımdan bazı nümuneleri misal olarak zikredeceğiz.

Mukaddime

İşte, Kur’ân-ı Hakîm, enbiyaları, insanın cemaatlerine terakkiyât-ı mâneviye cihetinde birer pişdar ve imam gönderdiği gibi, yine insanların terakkiyât-ı maddiye


Dipnot-1

“Uhdud Ashabına lânet olundu. Onlar tutuşturdukları ateşin karşısına oturur, mü’minlere yaptıkları işkenceyi seyrederlerdi. O mü’minlerden intikam almalarının sebebi ise, kudreti herşeye galip olan ve her türlü övgüye lâyık bulunan Allah’a iman etmiş olmalarından başka birşey değildi.” Burûc Sûresi, 85:4-8.

Dipnot-2

“Onlar için bir delil de, insan neslini, dolu gemilerde taşımamız ve bunun gibi daha nice binekleri onlar için yaratmış olmamızdır.” Yâsin Sûresi, 36:41-42.

Haşiye-1

Şu cümle işaret ediyor ki, şimendiferdir; âlem-i İslâmı esaret altına almıştır. Kâfirler onunla İslâmı mağlûp etmiştir.

Haşiye-2

يَكَادُ زَيْتُهَا يُض۪ٓئُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ ﱬ نُورٍ

(Nur Sûresi, 24:35) cümlesi, o remzi ışıklandırıyor.

Dipnot-3

“Allah göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun misali, bir lâmba yuvası gibidir ki, onda bir kandil vardır. Kandil de cam fanus içindedir. Cam fanus ise, inci gibi parlayan bir yıldıza benzer ki, ne doğuya, ne de batıya ait olmayan mübarek bir ağacın yakıtından tutuşturulur. Onun yakıtı, kendisine ateş dokunmasa bile ışık verecek kabiliyettedir. O nur üstüne nurdur. Allah dilediğini nuruna kavuşturur.” Nur Sûresi, 24:35.


âlem-i İslâm: İslâm dünyası (bk. a-l-m; s-l-m)
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
envâr: nurlar (bk. n-v-r)esrâr: sırlar, gizli hakikatler
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
iktifa: yetinme
Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
mu’cizât-ı enbiya: peygamberlerin mu’cizeleri (bk. a-c-z; n-b-e)
mukaddime: başlangıç, giriş (bk. ḳ-d-m)
pişdar: öncü
remz: işaret
şimendifer: tren
terakkiyat-ı maddiye: maddî ilerlemeler
terakkiyat-ı mâneviye: mânevî ilerlemeler (bk. a-n-y)
zikretmek: bildirmek, belirtmek

suretinde dahi, o enbiyanın herbirisinin eline bazı harikalar verip yine o insanlara birer ustabaşı ve üstad etmiştir; onlara mutlak olarak ittibâa emrediyor.

İşte, enbiyaların mânevî kemâlâtını bahsetmekle insanları onlardan istifadeye teşvik ettiği gibi, mu’cizatlarından bahis dahi, onların nazirelerine yetişmeye ve taklitlerini yapmaya bir teşviki işmam ediyor. Hattâ denilebilir ki, mânevî kemâlât gibi, maddî kemâlâtı ve harikaları dahi, en evvel mu’cize eli nev-i beşere hediye etmiştir. İşte, Hazret-i Nuh’un (aleyhisselâm) bir mu’cizesi olan sefine ve Hazret-i Yusuf’un (aleyhisselâm) bir mu’cizesi olan saati, en evvel beşere hediye eden, dest-i mu’cizedir. Bu hakikate lâtif bir işarettir ki, san’atkârların ekseri, herbir san’atta birer peygamberi pîr ittihaz ediyor. Meselâ gemiciler Hazret-i Nuh’u (aleyhisselâm), saatçiler Hazret-i Yusuf’u (aleyhisselâm), terziler Hazret-i İdris’i (aleyhisselâm)…

Evet, madem Kur’ân’ın herbir âyeti çok vücuh-u irşadî ve müteaddit cihât-ı hidayeti olduğunu ehl-i tahkik ve ilm-i belâğat ittifak etmişler. Öyle ise, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın en parlak âyetleri olan mu’cizât-ı enbiya âyetleri, birer hikâye-i tarihiye olarak değil; belki onlar çok maânî-yi irşâdiyeyi tazammun ediyorlar. Evet, mu’cizât-ı enbiyayı zikretmesiyle, fen ve san’at-ı beşeriyenin nihayet hududunu çiziyor. En ileri gayâtına parmak basıyor. En nihayet hedeflerini tayin ediyor. Beşerin arkasına dest-i teşviki vurup o gayeye sevk ediyor. Zaman-ı mazi, zaman-ı müstakbel tohumlarının mahzeni ve şuûnâtının âyinesi olduğu gibi; müstakbel dahi, mazinin tarlası ve ahvâlinin âyinesidir. Şimdi, misal olarak, o çok vâsi menbadan yalnız birkaç nümunelerini beyan edeceğiz.

Meselâ, Hazret-i Süleyman aleyhisselâmın bir mu’cizesi olarak teshir-i havayı beyan eden

 وَلِسُلَيْمٰنَ الرِّيحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌ 

âyeti, “Hazret-i Süleyman, bir günde havada tayeran ile iki aylık bir mesafeyi kat’ etmiştir” der.


Dipnot-1

“Rüzgârı da Süleyman’a boyun eğdirdik ki, sabahtan bir aylık, öğleden sonra da bir aylık yol giderdi.” Sebe’ Sûresi, 34:12.


ahval: durumlar
Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
âyine: aynabeşer: insan
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
cihât-ı hidayet: doğru yola götüren yönler (bk. h-d-y)
dest-i mu’cize: mu’cize eli (bk. a-c-z)
dest-i teşvik: teşvik eli
ehl-i tahkik: gerçeği araştıranlar (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
ekser: çoğunluk (bk. k-s̱-r)
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
evvel: önce
fen ve san’at-ı beşeriye: insanlara ait bilim ve sanat (bk. ṣ-n-a)
gayât: gayeler
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hazret-i İdris: (bk. bilgiler)
Hazret-i Nuh: (bk. bilgiler)
Hazret-i Süleyman: (bk. bilgiler)
Hazret-i Yusuf: (bk. bilgiler)
hikâye-i tarihiye: tarihî hikâye
hudut: sınır
ilm-i belâğat: belâğat ilmi (bk. a-l-m; b-l-ğ)
işmam: koklatma, hissettirme
ittibâ: uymak
ittifak etmek: birleşmek
ittihaz etmek: edinmek
kat’ etmek: aşmak
kemâlât: üstünlükler (bk. k-m-l)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: ifade ve açıklamalarıyla mu’cize olan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
lâtif: ince, hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)
maânî-yi irşâdiye: doğru yolu gösteren ifadeler (bk. a-n-y; r-ş-d)
mahzen: depo
mazi: geçmiş
menba: kaynak
mu’cizat: mu’cizeler (bk. a-c-z)
mu’cizat-ı enbiya: peygamberlerin mu’cizeleri (bk. a-c-z; n-b-e)
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
müstakbel: gelecek
müteaddit: çeşitli
mutlak: kayıtsız, sınırsız (bk. ṭ-l-ḳ)
nazire: benzer (bk. n-ẓ-r)
nev-i beşer: insanlık
nihayet: son
pîr: önder
sefine: gemi
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şuûnat: haller, hadiseler (bk. ş-e-n)
tayeran: uçma
tazammun etmek: içine almak
teshir-i hava: havaya hükmetme
vâsi: geniş
vücuh-u irşadî: doğru yolu gösterici yönler (bk. r-ş-d)
zaman-ı mazi: geçmiş zaman
zaman-ı müstakbel: gelecek zaman
zikretmek: anmak, b

İşte, bunda işaret ediyor ki: Beşere yol açıktır ki, havada böyle bir mesafeyi kat’ etsin. Öyle ise, ey beşer! Madem sana yol açıktır; bu mertebeye yetiş ve yanaş.

Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisanıyla mânen diyor: “Ey insan! Bir abdim hevâ-i nefsini terk ettiği için havaya bindirdim. Siz de nefsin tembelliğini bırakıp bazı kavânîn-i âdetimden güzelce istifade etseniz, siz de binebilirsiniz.”

Hem Hazret-i Mûsâ aleyhisselâmın bir mu’cizesini beyan eden

 فَقُلْنَا اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ فَانْفَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًا 

ilh.; bu âyet işaret ediyor ki, zemin tahtında gizli olan rahmet hazinelerinden, basit aletlerle istifade edilebilir. Hattâ taş gibi bir sert yerde, bir asâ ile âb-ı hayat celb edilebilir. İşte, şu âyet, bu mânâ ile beşere der ki: Rahmetin en lâtif feyzi olan âb-ı hayatı, bir asâ ile bulabilirsiniz. Öyle ise haydi, çalış, bul.

Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisan-ı remziyle, mânen diyor ki: “Ey insan! Madem Bana itimat eden bir abdimin eline öyle bir asâ veriyorum ki, her istediği yerde âb-ı hayatı onunla çeker. Sen de benim kavânîn-i rahmetime istinat etsen, şöyle ona benzer veyahut ona yakın bir aleti elde edebilirsin. Haydi, et!”

İşte, beşer terakkiyâtının mühimlerinden birisi, bir aletin icadıdır ki, ekser yerlerde vurulduğu vakit suyu fışkırtıyor. Şu âyet, ondan daha ileri nihâyât ve gayât-ı hududunu çizmiştir. Nasıl ki evvelki âyet, şimdiki halihazır tayyareden çok ileri nihayetlerinin noktalarını tayin etmiştir.

Hem meselâ, Hazret-i İsâ aleyhisselâmın bir mu’cizesine dair:

وَ اُبْرِئُ اْلاَكْمَهَ وَاْلاَبْرَصَ وَاُحْيِى الْمَوْتٰى بِاِذْنِ اللهِ     2

Kur’ân, Hazret-i İsâ aleyhisselâmın nasıl ahlâk-ı ulviyesine ittibâa beşeri sarihan teşvik eder. Öyle de, şu elindeki san’at-ı âliyeye ve tıbb-ı Rabbânîye remzen tergib ediyor. İşte, şu âyet işaret ediyor ki, en müzmin dertlere dahi derman bulunabilir. Öyle ise, ey insan ve ey musibetzede benî Âdem! Meyus olmayınız. Her dert, ne olursa olsun, dermanı mümkündür. Arayınız, bulunuz. Hattâ ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür.


Dipnot-1

“Mûsâ’ya ‘Vur asânı taşa’ buyurduk. Asâsını vurduğu yerden, on iki pınar fışkırıverdi.” Bakara Sûresi, 2:60.

Dipnot-2

“Allah’ın izniyle, anadan doğma körleri ve alaca hastalığına tutulanları iyileştirir ve ölüleri diriltirim.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:49.


âb-ı hayat: hayat suyu (bk. ḥ-y-y)
abd: kul (bk. a-b-d)
ahlâk-ı ulviye: yüksek ahlâk (bk. ḫ-l-ḳ)
Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
asâ:
benî Âdem: Âdemoğulları, insanlar
beşer: insan
beyan: açıklama (bk. b-y-n
celb etmek: çekmek
ekser: pek çok (bk. k-s̱-r)
evvelki: önceki
feyz: bereket, nimet (bk. f-y-ḍ)
gâyât-ı hudud: en son sınırlar
halihazır: halen var olan
Hazret-i İsâ: (bk. bilgiler)
Hazret-i Mûsâ: (bk. bilgiler)
hevâ-i nefs: kabiliyet ve duyguları nefsin yasak arzu ve isteklerinin emrine verme (bk. h-v-y; n-f-s)
icad: yapma, meydana getirme (bk. v-c-d)
istinat: dayanma (bk. s-n-d)
ittibâ: uyma
kat etmek: aşmak, kesmek
kavânin-i âdet: Allah’ın kâinata koyduğu tabiat kanunları (bk. ḳ-n-n)
kavânin-i rahmet: rahmet kanunları (bk. ḳ-n-n; r-ḥ-m)
lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)
lisan: dil
lisan-ı remz: işaret dili
mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)
meyus: ümitsiz
musibetzede: felâkete uğramış
muvakkat: geçici
müzmin: iyice yerleşmiş, kronik
nihâyât: sonlar
nihayet: son
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
remzen: işareten
san’at-ı âliye: yüksek san’at (bk. ṣ-n-a)
sarihan: açık şekilde
tayyare: uçak
terakkiyat: ilerlemeler
tergib etmek: rağbet uyandırmak
tıbb-ı Rabbânî: Allah’ın Rablığına ait olan tıb ilmi (bk. r-b-b)
zemin tahtı: yer altı

Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisan-ı işaretiyle, mânen diyor ki: “Ey insan! Benim için dünyayı terk eden bir abdime iki hediye verdim: biri mânevî dertlerin dermanı, biri de maddî dertlerin ilâcı. İşte, ölmüş kalbler nur-u hidayetle diriliyor. Ölmüş gibi hastalar dahi onun nefesiyle ve ilâcıyla şifa buluyor. Sen de Benim eczahane-i hikmetimde her derdine deva bulabilirsin. Çalış, bul. Elbette ararsan bulursun.”

İşte, beşerin tıp cihetindeki şimdiki terakkiyâtından çok ilerideki hududunu şu âyet çiziyor ve ona işaret ediyor ve teşvik yapıyor.


abd: kul (bk. a-b-d)
Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
benî Âdem: Âdemoğulları, insanlar
beşer: insan
Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
eczahane-i hikmet: fayda ve şifa eczahanesi (bk. ḥ-k-m)
ekser: pek çok (bk. k-s̱-r)
evâmir-i teklifiye: Allah’ın kullarını uymakla yükümlü tuttuğu emirler
fasletmek: ayırmak
fazl: fazilet, üstünlük, erdem (bk. f-ḍ-l)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâkim: idareci, hükümdâr (bk. ḥ-k-m)
halife: yeryüzünde Allah namına hareket eden insan (bk. ḫ-l-f)
halife-i zemin: yeryüzü halifesi (bk. ḫ-l-f)
hayat-ı içtimaiye: toplum hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a)
Hazret-i Dâvud: (bk. bilgiler)
Hazret-i Süleyman: (bk. bilgiler)
hikmet: herşeyin bir gayeye yönelik olarak, anlamlı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
kemâl-i vuzuh: tam bir açıklık (bk. k-m-l)
lisan-ı işaret: işaret dili
mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)
medar: sebep, vesile
nimet-i İlâhiye: Allah’ın nimeti (bk. n-a-m; e-l-h)
nuhâs: bakır
nur-u hidayet: doğru ve hak yolu gösterme nuru (bk. n-v-r; h-d-y)
resul: peygamber (bk. r-s-l)
sanayi-i beşeriye: insanlığa ait san’atlar, endüstri (bk. ṣ-n-a)
sanayi-i umumiye: genel sanayi, endüstri (bk. ṣ-n-a)
sarihan: açık şekilde
telyîn-i hadid: demirin yumuşatılması
terakkiyat: ilerlemeler
tergib: rağbet uyandırma

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirminci Söz, İkinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.342

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirminci-soz/ikinci-makam/342


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı

13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret

12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas

12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas

12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas

11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2

10.16. Onuncu Söz Hatime

10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat

10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat

10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat

10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat

10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat

10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat

10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat

10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat

10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat

10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat

10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat

10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat

10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .

10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret

10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler

9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte

9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler

8. Sekizinci Söz

7. Yedinci Söz

6. Altıncı Söz

5. Beşinci Söz

4. Dördüncü Söz

3. Üçüncü Söz

2. İkinci Söz

1. Birinci Söz


“Yaş ve kuru ne varsa, hepsi ap açık bir kitapta yazılmıştır.” – On Dördüncü Söz – İkinci Mesele – Cumartesi Dersleri 14. 2.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Yaş ve kuru ne varsa, hepsi ap açık bir kitapta yazılmıştır.” başlığı altında Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan Sözler isimli eserinden On Dördüncü Söz İkinci Mesele ele alınmaktadır.

"Yaş ve kuru ne varsa, hepsi ap açık bir kitapta yazılmıştır." - On Dördüncü Söz - İkinci Mesele - Cumartesi Dersleri 14. 2.
“Yaş ve kuru ne varsa, hepsi ap açık bir kitapta yazılmıştır.” – On Dördüncü Söz – İkinci Mesele – Cumartesi Dersleri 14. 2.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

On Dördüncü Söz

İkinci Mesele

İKİNCİSİ: Meselâ,

وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ     1

وَكُلَّ شَىْءٍ اَحْصَيْنَاهُ فِۤى اِمَامٍ مُبِينٍ     2

لاَ يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِى السَّمٰوَاتِ وَلاَ فِى اْلاَرْضِ وَلاَ اَصْغَرُ مِنْ ذٰلِكَ وَلاَ اَكْبَرُ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ     3

gibi âyetlerin ifade ettikleri ki, “Bütün eşya, bütün ahvâliyle, vücuda gelmeden ve geldikten sonra ve gittikten sonra yazılıdır ve yazılır ve yazılıyor” demek olan hakikat-i âliyesine kanaat getirmek için, Nakkâş-ı Zülcelâl, rû-yi zeminin sahifesinde, her mevsimde, bahusus baharda değiştirdiği nihayetsiz muntazam mahlûkatın fihriste-i vücutlarını, tarihçe-i hayatlarını, desatir-i hareketlerini çekirdeklerinde, tohumlarında, köklerinde, mânevî bir surette derc ve muhafaza ettiğini; ve zevâlden sonra, semerelerinde aynen kalem-i kaderiyle, mânevî bir tarzda, basit tohumcuklarında yazdığını; hattâ her geçici baharda, yaş kuru ne varsa, mahdut zerrecikler ve kemikler hükmünde olan tohumlarda, ölmüş odunlarda kemâl-i intizamla muhafaza ettiğini nazar-ı şuhuda gösteriyoruz. Güya herbir bahar, birtek çiçek gibi, gayet muntazam ve mevzun olarak, zeminin yüzüne bir Cemîl ve Celîlin eliyle takılıp koparılıyor, konup kaldırılıyor.

Hakikat böyleyken, beşerin en acip bir dalâleti budur ki, kader kaleminin sahifesi olan Levh-i Mahfuzun yalnız bir cilve-i aksi olarak, fihriste-i san’at-ı Rabbâniye olup ehl-i gafletin lisanında “tabiat” denilen bu kitabet-i fıtriyeyi, bu


Dipnot-1

“Yaş ve kuru ne varsa, hepsi ap açık bir kitapta yazılmıştır.” En’âm Sûresi, 6:59.

Dipnot-2

“Biz herşeyi İmam-ı Mübînde tek tek saydık.” Yâsin Sûresi, 36:12.

Dipnot-3

“Ne göklerde ve ne de yerde zerre kadar birşey Ondan uzak kalamaz; bundan küçük veya büyük ne varsa hepsi ap açık bir kitapta yazılmıştır.” Sebe’ Sûresi, 34:3.


acip: ilginç, hayret verici
ahvâl: haller, vaziyetler
bahusus: özellikle
beşer: insan
Celîl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. c-l-l)
Cemîl: sonsuz ve kusursuz güzellik sahibi Allah (bk. c-m-l)
cilve-i akis: yansımanın görüntüsü (bk. c-l-y)
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
derc: yerleştirme
desatir-i hareket: hareket düsturları
ehl-i gaflet: dünyaya daldığından dolayı âhiretin farkında olmayan (bk. ğ-f-l)
eşya: varlıklar
fihriste-i san’at-ı Rabbâniye: herşeyin Rabbi olan Allah’ın sanatlı bir şekilde yarattığı varlıkların fihristesi (bk. ṣ-n-a; r-b-b)
fihriste-i vücut: varlık fihristesi (bk. v-c-d)
hakikat: doğru gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat-ı âliye: yüce gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
kader kalemi: Allah’ın olacak hadiseleri olmadan önce bilip yazması (bk. ḳ-d-r)
kalem-i kader: kader kalemi, Allah’ın olacak hadiseleri olmadan önce bilip yazması (bk. ḳ-d-r)
kanaat getirmek: razı olmak, inanmak
kemâl-i intizam: tam ve mükemmel düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
kitabet-i fıtriye: yaratılışa ait yazılar, doğal yazı (bk. k-t-b; f-ṭ-r)
Levh-i Mahfuz: herşeyin bütün ayrıntılarıyla yazıldığı mânevî kader levhası (bk. ḥ-f-ẓ)
mahdut: sınırlı
mahlûkat: yaratılmışlar (bk. ḫ-l-ḳ)
mevzun: ölçülü (bk. v-z-n)
muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ)
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
Nakkaş-ı Zülcelâl: herşeyi nakışlı ve süslü bir şekilde yaratan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. n-ḳ-ş; ẕü; c-l-l)
nazar-ı şuhud: şahitlerin bakışı; görüş (bk. n-ẓ-r; ş-h-d)
nihayetsiz: sonsuz
rû-yi zemin: yeryüzü
semere: meyve
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tabiat: doğa, canlı cansız varlıklar; maddî âlem (bk. ṭ-b-a)
tarihçe-i hayat: hayat hikâyesi, biyografi (bk. ḥ-y-y)
vücuda gelmek: var olmak (bk. v-c-d)
zemin: yer
zerrecik: atom, en küçük madde parçası
zevâl: geçip gitme (bk. z-v-l)

nakş-ı san’atı, bu münfail mistar-ı hikmeti, “tabiat-ı müessire” diyerek masdar ve fail telâkki etmesidir. Eyne’s-serâ mine’s-süreyyâ? Hakikat nerede, ehl-i gafletin telâkkileri nerede?

azamet: büyüklük, yücelik (bk. a-ẓ-m)
bahr: deniz
bahr-i müsebbih: Allah’ı tesbih eden deniz (bk. s-b-ḥ)
ber: kara, yer
burc: belli bir şekil ve surete benzeyen sabit yıldız kümesi
cüz’î: az, küçük (bk. c-z-e)
ehl-i gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olanlar (bk. ğ-f-l)
elfâz-ı tahmidiye: Allah’ı öven ve Ona şükürlerini sunan sözler (bk. ḥ-m-d)
eyne’s-serâ mine’s-süreyyâ: “yer nerede, Ülker yıldızı nerede”, birbirine zıt ve uzak şeyler için söylenir
fail: işi yapan, özne (bk. f-a-l)
felek: gök katı
hakikat: gerçek ve doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hamele-i Arş ve yer ve gök: Arş’ın, yerin ve göğün taşıyıcısı (bk. a-r-ş)
intizam ve külliyet ve vüs’at-i ubûdiyet: kulluğun düzenliliği, çokluğu ve genişliği (bk. n-ẓ-m; k-l-l; a-b-d)
kelimat-ı tesbihiye: Allah’ı tesbih eden kelimeler (bk. k-l-m; s-b-ḥ)
küllî: büyük, kapsamlı (bk. k-l-l)
külliyet: büyüklük, kapsamlılık (bk. k-l-l)
lisan: dil
masdar: kaynak
melâike-i müekkel: görevli melekler (bk. m-l-k; v-k-l)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mistar-ı hikmet: hikmetin gerçekleşmesi için kullanılan vasıta, şablon (bk. ḥ-k-m)
Muhbir-i Sadık: doğru sözlü haber verici, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) (bk. ṣ-d-ḳ)
münasip: uygun (bk. n-s-b)münfail: fiilden etkilenen (bk. f-a-l)
nakş-ı san’at: san’atlı nakış, işleme (bk. n-ḳ-ş; ṣ-n-a)
nebat: bitki
sair: diğer
semavat: gökler (bk. s-m-v)
tabiat-ı müessire: tesir sahibi, yaratıcı tabiat (bk. ṭ-b-a)
tarz: şekil, biçim
tasrih etme: açıkça ifade etme
tasvir: anlatma, ifade etme (bk. ṣ-v-r)
tayr-ı müsebbih ve hâmid: Allah’ı tesbih eden ve şükreden kuş (bk. s-b-ḥ; ḥ-m-d)
telâkki: kabul etme
tesbih-i küllî: büyük ve kapsamlı tesbih (bk. s-b-ḥ; k-l-l)
tesbihat: Allah’ın bütün noksan sıfatlardan uzak ve bütün kemâl sıfatlara sahip olduğunu ifade eden sözler (bk. s-b-ḥ)
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz yücelik ve haşmet sahibi olan Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)
zemin: yer

Tefsir Paneli

En’âm Sûresi

57-59

Ayet

 قُلْ اِنّٖي عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّٖي وَكَذَّبْتُمْ بِهٖؕ مَا عِنْدٖي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِهٖؕ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِؕ يَقُصُّ الْحَقَّ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِلٖينَ

٥٧

 قُلْ لَوْ اَنَّ عِنْدٖي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِهٖ لَقُضِيَ الْاَمْرُ بَيْنٖي وَبَيْنَكُمْؕ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِالظَّالِمٖينَ

٥٨

 وَعِنْدَهُ مَفَاتِـحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَؕ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِؕ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ اِلَّا يَعْلَمُهَا وَلَا حَبَّةٍ فٖي ظُلُمَاتِ الْاَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا فٖي كِتَابٍ مُبٖينٍ

٥٩

Meal

De ki: “Şüphesiz ben, Rabbimden (gelen) kesin bir belge üzereyim. Siz ise onu yalanladınız. Sizin acele istediğiniz azap benim elimde değil. Hüküm yalnızca Allah’a aittir. O, hakkı anlatır. O, hakkı batıldan ayırt edenlerin en hayırlısıdır.” ﴾57﴿ De ki: “Sizin acele istediğiniz azap şayet benim elimde olsaydı benimle sizin aranızda iş elbette bitirilmiş olurdu.” Allah zalimleri daha iyi bilir. ﴾58﴿ Gaybın anahtarları yalnızca O’nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın bilgisi dahilinde, Levh-i Mahfuz’da) olmasın. ﴾59﴿

Tefsir

İlk âyet, bir bakıma, inkârcıların Resûlullah’ı “şair, sihirbaz, mecnun” gibi hiçbir gerçeklik taşımayan ifadelerle itham etmelerine karşı bir cevap teşkil etmekte; onun tebliğlerinin kesin ve apaçık delile (beyyine) dayandığını haber vermektedir. 57-59. âyetlerde, müşriklerin, güya Hz. Peygamber’i zor durumda bırakmak ve âciz olduğunu göstermek için “Eğer iddialarında doğruysan, hadi şu bizi tehdit ettiğin azap ve musibetleri başımıza getir de görelim!” gibi sözler sarfetmelerine karşılık, Resûlullah’ta tanrısal bir güç bulunmadığı, onun böyle bir iddia da taşımadığı, azap ve musibet gibi hususlardaki hükmün yalnız Allah’a ait olduğu bildirilmiştir. Hz. Peygamber’in, Kur’an’daki bu açıklamaları, yani Allah’ın kendisine tanıdığı yetki ve görevin ötesinde ilâhî güçler taşımadığını, gaybı da bilmediğini –kendilerini olduğundan daha kudretli göstermeye çalışan sahte önderlerin aksine– hiçbir komplekse kapılmadan tam bir dürüstlük ve içtenlikle insanlara bildirmesi, onun nübüvvetinin en belirgin delillerinden biridir.

59. âyet, yüce Allah’ın ilminin ne kadar geniş, ne kadar kapsamlı olduğunun çok veciz ve eşsiz ifadelerindendir: Gaybın anahtarları (başka bir kıraate göre gaybın hazineleri) Allah’ın yanındadır (gayb terimi için bk. Bakara 2/3). Burada Allah’ın ilminin, karalar ve denizler gibi en geniş varlık ve olaylardan, düşen bir yaprağa, yerin karanlıklarındaki bir bitki tanesine, kuruluk, yaşlılık vb. keyfiyetler gibi en basit varlık ve olaylara kadar her şeyi kuşatıp kapsadığı, dolayısıyla bütün bunların en yüce, en ince bilgi ve kudretle yaratılıp düzenlendiği ifade buyurulmuştur. Bundan dolayı kelâm bilginleri tarafından söz konusu âyet, bazı düşünürlerin, ilm-i ilâhînin cüz’iyyâtı (değişken varlık ve olayları) kapsamadığı yolundaki iddialarını çürüten en kesin delillerden biri olarak gösterilmiştir. “Apaçık bir kitap” diye çevirdiğimiz “kitâbin mübîn” tamlaması, “hafaza melekleri tarafından tutulan amel defteri”, “levh-i mahfûz” veya “Allah’ın her şeyi kuşatan ilmi” olarak açıklanmıştır (Zemahşerî, II, 19; İbn Atıyye, II, 300). Râzî son yorumu tercih eder (XIII, 11).

Kur’anYolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 414-415

Yâsîn Sûresi

12

Ayet

 اِنَّا نَحْنُ نُحْـيِ الْمَوْتٰى وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَاٰثَارَهُمْؕ وَكُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنَاهُ فٖٓي اِمَامٍ مُبٖينٍࣖ

١٢

Meal

Şüphesiz biz, ölüleri mutlaka diriltiriz. Onların yaptıklarını ve bıraktıkları eserlerini yazarız. Biz her şeyi apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) bir bir kaydetmişizdir. ﴾12﴿

Tefsir

Müşriklerin ağır baskıları altında büyük sıkıntılar çeken Hz. Peygamber ve müminler için teselli ve moral kaynağı özelliği taşıyan bu âyet kümesi, yüce Allah’ın eşsiz kudret ve ilmine, ölüleri diriltmeye kadir olanın da, herkesin yapıp ettiklerini bilenin de yalnız O olduğuna özel bir vurgu yapılarak bitirilmektedir. Bazı ilk dönem müfessirleri bu âyetteki “ölüleri diriltme” ifadesinden maksadın şirkten çıkarıp imana eriştirmek olduğunu belirtmişlerdir (Zemahşerî, III, 281).

Bir taraftan kişinin bütün yapıp ettiklerinin kayda geçirildiğinin, diğer taraftan da olup bitecek her şeyin zaten Allah Teâlâ’nın ezelî ilminde mâlûm olduğunun belirtilmesinden şöyle bir anlam çıkarılabilir: İnsanın bütün eylemlerinin kayda geçirilmesine yüce Allah’ın ihtiyacı yoktur; bu, insanın bu bilgiyi her zaman göz önünde bulundurup dünya hayatındaki varlığını anlamlandırabilmesi ve her adımını varlık sebebine uygun bir bilinç içinde atması içindir. Bu sayede insan soyut bir ahlâkî görev telakkisiyle baş başa kalmamış olur; yaşanan hayat gibi canlı, her anını kuşatan ve her davranışına yön veren somut bir tasavvurdan güç alır. Yine bu inanç kişiye, insanın metafizik âlemle ilişkisinin sırf Tanrı’ya yalvarılan ve belirli dinî vecîbelerin ifa edildiği zaman dilimlerine hapsedilemeyeceği şuurunu kazandırır, fizik âlemde olup bitenlerle fizik ötesi gerçekler arasındaki sıkı bağı kavramasını kolaylaştırır.

Tefsirlerde âyetin “gelecek için yaptıkları her şey ve bıraktıkları her iz” şeklinde tercüme edilen kısmı açıklanırken, bir yandan iyi olsun kötü olsun insanların bütün işlediklerinin tesbit edildiği belirtilir; diğer yandan da kişinin öbür dünyada karşısına çıkacak amel defterinin ölümle kapanmadığı, yararlı bir bilgiyi öğretme veya kaleme alma, bir imkânını vakfedip kalıcı hayır yapma, insanların faydalanacakları hizmet binası, cami, misafirhane, köprü vb. iyi eserler bırakmanın yahut bazı zalim yöneticilerin yaptığı gibi insanların eziyet çekmesine, zarara girmesine veya Allah yolundan sapmasına sebep olacak usuller ihdas etmek suretiyle geride kötü izler bırakmanın –bu iz ve eserler varlığını koruduğu sürece– insanın sorumluluk hanesine olumlu veya olumsuz puanlar halinde kaydedildiği üzerinde durulur (Zemahşerî, III, 281; Şevkânî, IV, 414). Bu bakımdan âyeti “ölmeden yapıp tükettikleri, bitirdikleri ile izi ve eseri devam eden bütün işlerini (amellerini) …” şeklinde çevirmek de mümkündür. Hz. Peygamber’in şu meâldeki hadisi insanların yararı devam ettiği sürece sevabı da yenilenen hayır faaliyetlerine yoğun biçimde yönelmelerinde ve özellikle vakıf kurumunun gelişmesinde çok etkili olmuştur: “İnsan öldükten sonra amel (defteri) kapanır; yalnız şu üç şeyin sevabı devam eder: Sadaka-i câriye, yararı sürekli olan ilim ve ölenin ardından dua eden hayırlı evlât” (Müslim, “Vasiyet”, 14; Tirmizî, “Ahkâm”, 36). Fakat bu hadiste amel defterinin kapanması sevapların yazılması açısındandır. Birçok müfessirin konumuz olan âyetin yorumu sırasında belirttiği üzere, başkalarının kötülük işlemesine sebebiyet verecek kötü bir yol açanlar da bu âyetin kapsamındadırlar ve etkileri öldükten sonra devam eden bu kötülüklerden ötürü veballeri de artmaktadır. Nitekim Peygamber efendimiz şu hadisinde başkalarını etkileyecek çığır açmanın iki şeklini de ayrı ayrı ifade etmiştir: “Kim iyi bir uygulamaya öncülük ederse, kendisine hem o davranışın hem de kıyamete kadar onu örnek alan kimselerin sevabı verilir. Yine kim kötü bir uygulamaya öncülük ederse, kendisine hem o davranışın hem de kıyamete kadar onu örnek alan kimselerin günahı yüklenir” (Müslim, “İlim”, 15, “Zekât”, 44, 69; Müsned, IV, 362).

Ana kitap” diye çevrilen imâm kelimesi, “delil niteliği taşıyan, kendisine uyulan kitap”, “levh-i mahfûz” ve “amel defterleri” gibi mânalarla açıklanmıştır (İbn Atıyye, IV, 448). Yüce Allah’ın kendi ilmini sözlükte “öncü, kendisine uyulan” anlamlarına gelen bu kelimeyle nitelemesi, rabbânî irade ve kudretin ilişkili olduğu her şeyin ona uygun biçimde cereyan ettiğini belirtmek içindir (İbn Âşûr, XXII, 357; bu hususun insanın mesuliyeti ile ilişkisi hakkında bk. Fâtır 35/11; irade ve kader konusunda bilgi için bk. Bakara 2/7; Enfâl 8/17-23).

Ensardan Selemeoğulları’nın yerlerini yurtlarını terkedip Mescid-i Nebevî çevresine yerleşmek istemeleri üzerine Resûlullah bunu uygun görmemiş ve onlara “Kendi bulunduğunuz yerde de yaptıklarınızın izleri kayda geçirilir” buyurmuştu. Bazıları bu olayı delil göstererek bu âyetin Medine’de indiğini ileri sürmüşlerdir. Halbuki Hz. Peygamber’in bu âyetteki ifadeyi Medine’de geçen olayda kullanmış olması onun Medine’de indiğini göstermez (İbn Atıyye, IV, 445, 448).

Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 478-480

Tefsir Paneli

Sebe’ Sûresi

2-3

Ayet

 يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْاَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنْزِلُ مِنَ السَّمَٓاءِ وَمَا يَعْرُجُ فٖيهَاؕ وَهُوَ الرَّحٖيمُ الْغَفُورُ

٢

 وَقَالَ الَّذٖينَ كَفَرُوا لَا تَأْتٖينَا السَّاعَةُؕ قُلْ بَلٰى وَرَبّٖي لَتَأْتِيَنَّكُمْ عَالِمِ الْغَيْبِۚ لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِ وَلَٓا اَصْغَرُ مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْبَرُ اِلَّا فٖي كِتَابٍ مُبٖينٍۙ

٣

Meal

Allah, yere gireni, yerden çıkanı; gökten ineni ve oraya yükseleni bilir. O, çok merhamet edicidir, çok bağışlayıcıdır. ﴾2﴿ İnkar edenler, “Kıyamet bize gelmeyecektir” dediler. De ki: “Hayır, öyle değil, gaybı bilen Rabbime andolsun ki, Kıyamet size mutlaka gelecektir. Ne göklerde ve ne de yerde zerre ağırlığında bir şey bile ondan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.” ﴾3﴿

Tefsir

İlk âyette yüce Allah’ın ilmiyle ilgili bir tasvire yer verilmiştir. Bu tasvire göre insanın yakın çevresinde mevcut bulunan veya olup biten maddî ve mânevî, açık ve gizli bütün varlık ve olaylar Allah Teâlâ’nın bilgisi dahilindedir (Taberî, XXII, 59; İbn Atıyye, IV, 404). Şu halde O’ndan başkasına kulluk etmek insana yaraşmaz. “Ona yükselen” anlamına gelen cümlede “ilâ” değil “” edatının kullanılmasındaki incelik şöyle açıklanır: İlâ “sona ulaşma”yı,  ise “içine girip nüfuz etme”yi ifade eder. 3. âyette Allah’ın –insanın kendi imkânlarıyla bilgisine ulaşamayacağı bir alan olan– gaybı da bildiği, evrendeki bütün varlık ve olayların en küçük ayrıntısına kadar açık bir kitapta kayıtlı olduğu belirtilmektedir. Müfessirlerin çoğuna göre bu kitaptan maksat levh-i mahfûzdur. Bunu şöyle anlamak da mümkündür: Gerek duyular âlemine dahil gerekse bunun ötesindeki her şey bütün ayrıntılarıyla Allah tarafından bilinmektedir (ayrıca bk. En‘âm 6/59).

İnkârcıların insanların yapıp ettiklerinden hesaba çekilecekleri bir günün gelmeyeceği yönündeki iddiası, evrenin sonsuz olduğu, sadece değişebileceği ama asla yok olmayacağı fikrini içerir ki bu iddia aynı zamanda insanın varlığını anlamsız ve değersiz kabul etme mânasına gelir. Bazı tefsirlerde, âyette genel bir ifadeyle inkârcılara atfedilen bu sözün Ebû Süfyân tarafından söylendiğine dair bir rivayete yer verilir. Bu rivayete göre bir gün Ebû Süfyân, “Ne gelecek bir son saat var, ne kıyamet var, ne de haşir var” diyerek –en büyük putlardan– Lât ve Uzzâ’nın adı üzerine yemin etmişti. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah peygamberine, onun da aksi yönde yemin etmesini buyurdu (İbn Atıyye, IV, 405).

Gayb, Allah’ın, yarattıklarından gizli tuttuğu hususlar demektir (bilgi için bk. Bakara 2/3; Mâide 5/94-96). Burada Cenâb-ı Allah’ın kendisini “gaybı bilen” şeklinde nitelemesi, kıyametin mutlaka kopacağını fakat zamanını sadece kendisinin bildiğini vurgulama amacı taşımaktadır (Taberî, XXII, 61). Elmalılı, bunun yanı sıra burada, bedenleri çürüyüp darmadağın olmuş insanların yeniden diriltilmesini imkânsız görenlere cevap verme tarzında bir mâna inceliğinin de bulunduğunu belirtir (VI, 3943).

Kur’an Yolu Tefsiri Yolu Cilt: 4 Sayfa: 411-412

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Dördüncü Söz, İkinci Mesele, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.232

https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-tefsir-1/enam-suresi-6/ayet-59/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1

Kur’anYolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 414-415

https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/yasin-suresi-36/ayet-12/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1

Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 478-480

https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-tefsir-1/sebe-suresi-34/ayet-3/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1

Kur’an Yolu Tefsiri Yolu Cilt: 4 Sayfa: 411-412