Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır – Cumartesi Dersleri 18. 2.

Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır - Cumartesi Dersleri 18. 2.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan Sözler isimli eserinden On Sekizinci Söz İkinci Nokta.

Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır - Cumartesi Dersleri 18. 2.
Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır – Cumartesi Dersleri 18. 2.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

On Sekizinci Söz

İKİNCİ NOKTA

اَحْسَنَ كُلَّ شَىْءٍ خَلَقَهُ 

âyetinin bir sırrını izah eder. Şöyle ki:

Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki herşey, her hadise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir; veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hadiseler var ki, zahiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var. Ezcümle:

Bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında, nihayetsiz güzel çiçek ve muntazam nebâtâtın tebessümleri saklanmış. Ve güz mevsiminin haşin tahribatı, hazin firak perdeleri arkasında, tecelliyât-ı celâliye-i Sübhâniyenin


Dipnot-1

“O Allah herşeyi en güzel şekilde yarattı.” Secde Sûresi, 32:7.


bârekâllah: Allah hayırlı ve bereketli kılsın (bk. b-r-k)
cihet: yön
fâil: işi yapan, özne (bk. f-a-l)
firak: ayrılık (bk. f-r-ḳ)
güz: sonbahar
hakikaten: gerçekten (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık: her şeyi yoktan yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
hâşâ: asla, öyle değil
haşin: kırıcı, sert
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hayr: iyilik (bk. ḫ-y-r)
hayr-ı mutlak: tam ve kesin hayır, iyilik (bk. ḫ-y-r; ṭ-l-ḳ)
hazin: hüzünlü, acıklı
hüsn-ü bilgayr: dolayısıyla güzel (bk. ḥ-s-n)
hüsn-ü bizzat: bizzat güzel (bk. ḥ-s-n)
hüsün: güzellik (bk. ḥ-s-n)
ilzam etme: susturma
intihap edilmek: seçilmek
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
iskât etme: susturma
isnad: dayandırma (bk. s-n-d)
iştirak: ortaklık
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kalb etmek: dönüştürmek
mahal: yer, mekan
masdar: kaynak
mazhar: görünme ve yansıma yeri (bk. ẓ-h-r)
memer: geçilecek yer, köprü
merci: kaynak
meziyet: üstün özellik
müflis: iflas etmiş
münazara: tartışma (bk. n-ẓ-r)
münfail: fiilden etkilenen (bk. f-a-l)
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
müşevveş: karışık, düzensiz
müteellim: acı çeken
nebâtât: bitkiler
nefisperest: nefsini seven, nefsine tapan (bk. n-f-s)
şer: kötülük
tabiatperest: herşeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia eden, tabiata tapan (bk. ṭ-b-a)
tahribat: yıkıp bozmalar
tecelliyât-ı celâliye-i Sübhâniye: kusur ve eksiklikten yüce olan Allah’ın haşmet ve büyüklüğünün görünümleri (bk. c-l-y; c-l-l; s-b-ḥ)
temessül: yansıma, şekillenme (bk. m-s̱-l)
tenzih: noksan ve çirkinliklerden yüce tutma (bk. n-z-h)
vazife-i fıtrat: yaratılış görevi (bk. f-ṭ-r)
zahirî: görünürdeki (bk. ẓ-h-r)
Zât-ı Mukaddese-i İlâhiye: Allah’ın mukaddes zâtı (bk. ḳ-d-s; e-l-h)
ziyade: çok, fazla

mazharı olan kış hadiselerinin tazyikinden ve tâzibinden muhafaza etmek için, nazdar çiçeklerin dostları olan nazenin hayvancıkları vazife-i hayattan terhis etmekle beraber, o kış perdesi altında nazenin, taze, güzel bir bahara yer ihzar etmektir. Fırtına, zelzele, veba gibi hadiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok mânevî çiçeklerin inkişafı vardır. Tohumlar gibi neşvünemasız kalan birçok istidat çekirdekleri, zahiri çirkin görünen hadiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir. Güya umum inkılâplar ve küllî tahavvüller birer mânevî yağmurdur.

Fakat insan, hem zahirperest, hem hodgâm olduğundan, zahire bakıp çirkinlikle hükmeder. Hodgâmlık cihetiyle, yalnız kendine bakan netice ile muhakeme ederek şer olduğuna hükmeder. Halbuki, eşyanın insana ait gayesi bir ise, Sâniinin esmâsına ait binlerdir. Meselâ, kudret-i fâtıranın büyük mu’cizelerinden olan dikenli otları ve ağaçları muzır, mânâsız telâkki eder. Halbuki onlar, otların ve ağaçların mücehhez kahramanlarıdırlar. Meselâ, atmaca kuşu serçelere tasliti, zahiren rahmete uygun gelmez. Halbuki, serçe kuşunun istidadı, o taslitle inkişaf eder. Meselâ, “kar”ı pek bâridâne ve tatsız telâkki ederler. Halbuki, o bârid, tatsız perdesi altında o kadar hararetli gayeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki, tarif edilmez.

Hem insan, hodgâmlık ve zahirperestliğiyle beraber, herşeyi kendine bakan yüzüyle muhakeme ettiğinden, pek çok mahz-ı edebî olan şeyleri hilâf-ı edep zanneder. Meselâ, alet-i tenasül-ü insan, insan nazarında bahsi hacâlet-âverdir. Fakat şu perde-i hacâlet, insana bakan yüzdedir. Yoksa, hilkate, san’ata ve gayât-ı fıtrata bakan yüzler öyle perdelerdir ki, hikmet nazarıyla bakılsa ayn-ı edeptir, hacâlet ona hiç temas etmez.

İşte, menba-ı edep olan Kur’ân-ı Hakîmin bazı tâbirâtı bu yüzler ve perdelere göredir. Nasıl ki, bize görünen çirkin mahlûkların ve hadiselerin zahirî yüzleri altında gayet güzel ve hikmetli san’at ve hilkatine bakan güzel yüzler var ki, Sâniine bakar; ve çok güzel perdeler var ki, hikmetleri saklar; ve pek çok zahirî intizamsızlıklar ve karışıklıklar var ki, pek muntazam bir kitabet-i kudsiyedir.


alet-i tenasül-ü insan: insanın üreme organı
ayn-ı edep: edebin tâ kendisi
bârid: soğuk
bâridâne: soğukça
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
eşya: şeyler, varlıklar
gayât-ı fıtrat: yaratılış gayeleri (bk. f-ṭ-r)
hacâlet: utanç
hacâlet-âver: utanç verici
hararetli: sıcak
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hilâf-ı edep: edebe aykırı
hilkat: yaratılış (bk. ḫ-l-ḳ)
hodgâm: kendi keyfini düşünen, bencil
ihzar: hazırlama (bk. ḥ-ḍ-r)
inkişaf: açılma, gelişme (bk. k-ş-f)
inkılâp: değişim, dönüşüm
intizamsızlık: düzensizlik (bk. n-ẓ-m)
istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
kitabet-i kudsiye: kutsal yazılımlar, yazılar (bk. k-t-b; ḳ-d-s)
kudret-i fâtıra: yaratıcı kudret (bk. ḳ-d-r; f-ṭ-r)
küllî: büyük, genel (bk. k-l-l)
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mahz-ı edebî: edebin tâ kendisi
mânâsız: anlamsız (bk. a-n-y)
mazhar: görünme yeri (bk. ẓ-h-r)
menba-ı edep: edep kaynağı
mücehhez: cihazlanmış, donanmış
muhakeme: değerlendirme (bk. ḥ-k-m)
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
muzır: zararlı
nazar: bakış, düşünce (bk. n-ẓ-r)
nazdar: nazlı, cilveli
nazenin: ince, nazik, nazlı
neşvünema: büyüyüp gelişme
perde-i hacâlet: utanç perdesi
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)
şer: kötü
tâbirât: tabirler, ifadeler (bk. a-b-r)
tahavvül: değişim, başkalaşma
taslit: musallat olma, sataşma
tâzib: azap, eziyet
tazyik: baskı
telâkki etmek: kabul etmek
terhis: vazifeye son verme
vazife-i hayat: hayat vazifesi (bk. ḥ-y-y)
zahir: dış görünüş (bk. ẓ-h-r)
zahiren: görünüş itibariyle (bk. ẓ-h-r)
zahiri: görünürde (bk. ẓ-h-r)
zahirperest: dış görünüşe önem veren (bk. ẓ-h-r)
zahirperestlik: dış görünüşe önem verme (bk. ẓ-h-r)
zelzele: deprem, sarsıntı

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Sekizinci Söz, İkinci Nokta, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.314


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı

13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret

12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas

12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas

12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas

11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2

10.16. Onuncu Söz Hatime

10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat

10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat

10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat

10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat

10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat

10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat

10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat

10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat

10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat

10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat

10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat

10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat

10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .

10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret

10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler

9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte

9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler

8. Sekizinci Söz

7. Yedinci Söz

6. Altıncı Söz

5. Beşinci Söz

4. Dördüncü Söz

3. Üçüncü Söz

2. İkinci Söz

1. Birinci Söz


8. sınıf fen konuları Bediüzzaman Cumartesi Dersleri EĞİTİM Eğitim Eğitim Haberleri Eğitim ve Öğretim Fen Bilimleri Fen Bilimleri 8 Fen Bilimleri 8 Yaprak Test Fen Bilimleri 8 Yaprak Testler fen bilimleri 8. sınıf test çöz fiziksel olaylar Kur'an Kur'an-ı Kerim Kur'ân-ı Hakîm Matematik Mucize On Dokuzuncu Söz On Dokuzuncu Söz – Risalet-i Ahmediyeye dairdir On Dördüncü Söz On Yedinci Söz On Üçüncü Söz Ortaokul Ortaokul Fen Bilimleri 8 Ortaokul Fen Bilimleri 8 Yaprak Test ORTAÖĞRETİM Partilerin Eğitim Programları POSTERLER Risale-i Nur Külliyatı Said Nursi Svenska Sözler SİYASİ PARTİLERİN EĞİTİM PROGRAMLARI Yirmi Birinci Söz Yirminci Söz Yirminci Sözün İkinci Makamı Yirminci Söz İkinci Makam Yirmi İkinci Söz Yirmi İkinci Söz Birinci Makam ÇALIŞMA YAPRAĞI Üstad İLKOKUL İSVEÇÇE / SWEDISH / SVENSKA Şeytan

Nefs-i emmâreme bir sille-i tedip – On Sekizinci Söz Birinci Nokta – Cumartesi Dersleri 18. 1.

Nefs-i emmâreme bir sille-i tedip - On Sekizinci Söz Birinci Nokta - Cumartesi Dersleri 18. 1.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Nefs-i emmâreme bir sille-i tedip” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden On Sekizinci Söz Birinci Nokta.

Nefs-i emmâreme bir sille-i tedip - On Sekizinci Söz Birinci Nokta - Cumartesi Dersleri 18. 1.
Nefs-i emmâreme bir sille-i tedip – On Sekizinci Söz Birinci Nokta – Cumartesi Dersleri 18. 1.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

On Sekizinci Söz

Bu Sözün iki makamı var. İkinci Makamı daha yazılmamıştır. Birinci Makamı Üç Noktadır.

BİRİNCİ NOKTA

لاَ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ يَفْرَحُونَ بِمَۤا اَتَوْا وَيُحِبُّونَ اَنْ يُحْمَدُوا بِمَا لَمْ يَفْعَلُوا فَلاَ تَحْسَبَنَّهُمْ بِمَفَازَةٍ مِنَ الْعَذَابِ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَلِيمٌ     1

 Nefs-i emmâreme bir sille-i tedip

Ey fahre meftun, şöhrete müptelâ, medhe düşkün, hodbinlikte bîhemtâ, sersem nefsim!

Eğer binler meyve veren incirin menşei olan küçücük bir çekirdeği ve yüz salkım ona takılan üzümün siyah kurucuk çubuğu, bütün o meyveleri, o salkımları kendi hünerleri olduğu ve onlardan istifade edenler o çubuğa, o çekirdeğe medih ve hürmet etmek lâzım olduğu hak bir dâvâ ise, senin dahi sana yüklenen nimetler için fahre, gurura belki bir hakkın var.

Halbuki sen, daim zemme müstehaksın. Zira o çekirdek ve o çubuk gibi değilsin. Senin bir cüz-i ihtiyar ın bulunmakla, o nimetlerin kıymetlerini fahrinle tenkis ediyorsun, gururunla tahrip ediyorsun ve küfranınla iptal ediyorsun ve temellükle gasp ediyorsun.

Senin vazifen fahir değil, şükürdür. Sana lâyık olan şöhret değil, tevazudur, hacâlettir. Senin hakkın medih değil, istiğfardır, nedâmettir. Senin kemâlin hodbinlik değil, hüdâbinliktedir.

Evet, sen, benim cismimde, âlemdeki tabiata benzersin. İkiniz hayrı kabul etmek,  


Dipnot-1

“Yaptıkları kötülüklerle sevinen ve yapmadıkları hayırla övülmekten hoşlanan kimseleri, sakın azaptan kurtulurlar zannetme. Onlar için pek acı bir azap vardır.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:188.


bîhemtâ: eşsiz, benzersiz
cüz-i ihtiyarî: insandaki çok az irade serbestliği (bk. c-z-e; ḫ-y-r)
fahr: gurur, övünme
hacâlet: utanç
hak: doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hayr: iyilik (bk. ḫ-y-r)
hodbin: bencil, kibirli
hüdâbinlik: Allah’ı tanımak
istiğfar: af dileme, tevbe (bk. ğ-f-r)
kemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l)
küfran: nankörlük (bk. k-f-r)
medih: övgü
meftun: tutkun, düşkün
menşe: kaynak, esas
müptelâ: bağımlı, tutulmuş
müstehak: layık (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
nedâmet: pişmanlık
nefs-i emmare: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu (bk. n-f-s)
sille-i tedip: edeplendirme tokadı
tabiat: doğa, canlı cansız varlıklar; maddî âlem (bk. ṭ-b-a)
tahrip: yıkma, bozma
temellük: sahiplenme (bk. m-l-k)
tenkis: eksiltme, değerini indirme
tevazu: alçakgönüllülük
zemm: ayıplama, kötüleme

şerre merci olmak için yaratılmışsınız. Yani, fâil ve masdar değilsiniz; belki münfail ve mahalsiniz. Yalnız bir tesiriniz var. O da, hayr-ı mutlaktan gelen hayrı güzel bir surette kabul etmemenizden, şerre sebep olmanızdır.

Hem siz birer perde yaratılmışsınız, tâ güzelliği görülmeyen zahirî çirkinlikler size isnad edilip, Zât-ı Mukaddese-i İlâhiyenin tenzihine vesile olasınız. Halbuki, bütün bütün vazife-i fıtratınıza zıt bir suret giymişsiniz. Kabiliyetsizliğinizden hayrı şerre kalb ettiğiniz halde, Hâlıkınızla güya iştirak edersiniz! Demek nefisperest, tabiatperest gayet ahmak, gayet zalimdir.

Hem deme ki, “Ben mazharım. Güzele mazhar ise güzelleşir.” Zira, temessül etmediğinden, mazhar değil, memer olursun.

Hem deme ki, “Halk içinde ben intihap edildim. Bu meyveler benimle gösteriliyor. Demek bir meziyetim var.” Hayır, hâşâ! Belki herkesten evvel sana verildi; çünkü herkesten ziyade sen müflis ve muhtaç ve müteellim olduğundan en evvel senin eline verildi. HAŞİYE-1


Haşiye-1

Hakikaten, ben de bu münazarada Yeni Said nefsini bu derece ilzam ve iskât etmesini çok beğendim ve “Bin bârekâllah” dedim.


bârekâllah: Allah hayırlı ve bereketli kılsın (bk. b-r-k)
cihet: yön
fâil: işi yapan, özne (bk. f-a-l)
firak: ayrılık (bk. f-r-ḳ)
güz: sonbahar
hakikaten: gerçekten (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık: her şeyi yoktan yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
hâşâ: asla, öyle değil
haşin: kırıcı, sert
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hayr: iyilik (bk. ḫ-y-r)
hayr-ı mutlak: tam ve kesin hayır, iyilik (bk. ḫ-y-r; ṭ-l-ḳ)
hazin: hüzünlü, acıklı
hüsn-ü bilgayr: dolayısıyla güzel (bk. ḥ-s-n)
hüsn-ü bizzat: bizzat güzel (bk. ḥ-s-n)
hüsün: güzellik (bk. ḥ-s-n)
ilzam etme: susturma
intihap edilmek: seçilmek
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
iskât etme: susturma
isnad: dayandırma (bk. s-n-d)
iştirak: ortaklık
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kalb etmek: dönüştürmek
mahal: yer, mekan
masdar: kaynak
mazhar: görünme ve yansıma yeri (bk. ẓ-h-r)
memer: geçilecek yer, köprü
merci: kaynak
meziyet: üstün özellik
müflis: iflas etmiş
münazara: tartışma (bk. n-ẓ-r)
münfail: fiilden etkilenen (bk. f-a-l)
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
müşevveş: karışık, düzensiz
müteellim: acı çeken
nebâtât: bitkiler
nefisperest: nefsini seven, nefsine tapan (bk. n-f-s)
şer: kötülük
tabiatperest: herşeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia eden, tabiata tapan (bk. ṭ-b-a)
tahribat: yıkıp bozmalar
tecelliyât-ı celâliye-i Sübhâniye: kusur ve eksiklikten yüce olan Allah’ın haşmet ve büyüklüğünün görünümleri (bk. c-l-y; c-l-l; s-b-ḥ)
temessül: yansıma, şekillenme (bk. m-s̱-l)
tenzih: noksan ve çirkinliklerden yüce tutma (bk. n-z-h)
vazife-i fıtrat: yaratılış görevi (bk. f-ṭ-r)
zahirî: görünürdeki (bk. ẓ-h-r)
Zât-ı Mukaddese-i İlâhiye: Allah’ın mukaddes zâtı (bk. ḳ-d-s; e-l-h)
ziyade: çok, fazla

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Sekizinci Söz, Birinci Nokta, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.313


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı

13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret

12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas

12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas

12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas

11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2

10.16. Onuncu Söz Hatime

10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat

10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat

10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat

10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat

10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat

10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat

10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat

10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat

10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat

10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat

10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat

10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat

10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .

10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret

10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler

9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte

9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler

8. Sekizinci Söz

7. Yedinci Söz

6. Altıncı Söz

5. Beşinci Söz

4. Dördüncü Söz

3. Üçüncü Söz

2. İkinci Söz

1. Birinci Söz


8. sınıf fen konuları Bediüzzaman Cumartesi Dersleri EĞİTİM Eğitim Eğitim Haberleri Eğitim ve Öğretim Fen Bilimleri Fen Bilimleri 8 Fen Bilimleri 8 Yaprak Test Fen Bilimleri 8 Yaprak Testler fen bilimleri 8. sınıf test çöz fiziksel olaylar Kur'an Kur'an-ı Kerim Kur'ân-ı Hakîm Matematik Mucize On Dokuzuncu Söz On Dokuzuncu Söz – Risalet-i Ahmediyeye dairdir On Dördüncü Söz On Yedinci Söz On Üçüncü Söz Ortaokul Ortaokul Fen Bilimleri 8 Ortaokul Fen Bilimleri 8 Yaprak Test ORTAÖĞRETİM Partilerin Eğitim Programları POSTERLER Risale-i Nur Külliyatı Said Nursi Svenska Sözler SİYASİ PARTİLERİN EĞİTİM PROGRAMLARI Yirmi Birinci Söz Yirminci Söz Yirminci Sözün İkinci Makamı Yirminci Söz İkinci Makam Yirmi İkinci Söz Yirmi İkinci Söz Birinci Makam ÇALIŞMA YAPRAĞI Üstad İLKOKUL İSVEÇÇE / SWEDISH / SVENSKA Şeytan

Yıldızları konuşturan bir yıldızname – Cumartesi Dersleri 17. 9.

Yıldızları konuşturan bir yıldızname - Cumartesi Dersleri 17. 9.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Yıldızları konuşturan bir yıldızname” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden On Yedinci Sözün İkinci Makamı.

Yıldızları konuşturan bir yıldızname - Cumartesi Dersleri 17. 9.
Yıldızları konuşturan bir yıldızname – Cumartesi Dersleri 17. 9.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

On Yedinci Sözün İkinci Makamı

Yıldızları konuşturan bir yıldızname

Bir vakit Barla’da, Çam Dağında, yüksek bir mevkide, gecede semanın yüzüne baktım. Gelecek fıkralar birden hutur etti. Yıldızların lisan-ı hâl ile konuşmalarını hayalen işittim gibi bu yazıldı. Nazım ve şiir bilmediğim için, şiir kaidesine girmedi. Tahattur olduğu gibi yazılmış. Dördüncü Mektup ile Otuz İkinci Sözün Birinci Mevkıfının âhirinden alınmıştır.

Yıldızları konuşturan bir yıldızname

Dinle de yıldızları, şu hutbe-i şirinine,

Nâme-i nurîn-i hikmet bak ne takrir eylemiş.

Hep beraber nutka gelmiş, hak lisanıyla derler:

“Bir Kadîr-i Zülcelâlin haşmet-i sultanına,

Birer burhan-ı nurefşânız vücud-u Sânia,

Hem vahdete, hem kudrete şahitleriz biz.

Şu zeminin yüzünü yaldızlayan

Nazenin mu’cizâtı çün melek seyranına,

Bu semânın arza bakan, Cennete dikkat eden

Binler müdakkik gözleriz biz. HAŞİYE-1


Haşiye-1

Yani, Cennet çiçeklerinin fidanlık ve mezraacığı olan zeminin yüzünde hadsiz mu’cizât-ı kudret teşhir edildiğinden, semâvat âlemindeki melâikeler, o mu’cizâtı ve o harikaları temâşâ ettikleri gibi, ecrâm-ı semâviyenin gözleri hükmünde olan yıldızlar dahi, güya melâikeler gibi, zemin yüzündeki nazenin masnuatı gördükçe, Cennet âlemine bakıyorlar. O muvakkat harikaları bâki bir surette Cennette dahi müşahede ediyorlar gibi, bir zemine, bir Cennete bakıyorlar; yani o iki âleme nezaretleri var demektir.


âhir: son (bk. e-ḫ-r)
arz: yer, dünya
bâki: devamlı, sonsuz (bk. b-ḳ-y)
Barla: (bk. bilgiler)
burhan-ı nurefşân: nur saçan delil (bk. n-v-r)
Çam Dağı: (bk. bilgiler)
çün: için
ecrâm-ı semâviye: gök cisimleri (bk. s-m-v)
fıkra: bölüm, kısım
hadsiz: sayısız
haşmet-i sultan: sultanın haşmeti (bk. s-l-ṭ)
hutbe-i şirin: sevimli ve tatlı hutbe (bk. ḫ- ṭ-b)
hutur: hatıra gelme
Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)
kaide: kural
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
lisan: dil
lisan-ı hâl: hal ve beden dili
masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
melâike: melekler (bk. m-l-k)
mezraa: tarla
mu’cizât: mu’cizeler (bk. a-c-z)
mu’cizât-ı kudret: kudret mu’cizeleri (bk. a-c-z; ḳ-d-r)
müdakkik: dikkatli
muvakkat: geçici
nâme-i nurîn-i hikmet: hikmetin nurlu mektubu (bk. n-v-r; ḥ-k-m)
nazenin: ince, nazik, narin
nazım: vezinli söz, şiir (bk. n-ẓ-m)
nezaret: gözetim (bk. n-ẓ-r)
nutk: konuşma
sema: gök (bk. s-m-v)
semâvât: gökler (bk. s-m-v)
seyran: seyretme
tahattur: hatıra gelme
takrir eylemek: bildirmek
temâşâ: seyretme
teşhir edilmek: sergilenmek
vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)
vücud-u Sâni: herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah’ın varlığı (bk. v-c-d; ṣ-n-a)
zemin: yer

Tûbâ-yı hilkatten semâvât şıkkına

Hep kehkeşan ağsânına,

Bir Cemîl-i Zülcelâlin dest-i hikmetle takılmış

Pek güzel meyveleriyiz biz.

Şu semâvât ehli ne birer mescid-i seyyar

Birer hane-i devvar, birer ulvî âşiyâne,

Birer misbah-ı nevvar, birer gemi-i cebbar

Birer tayyareleriz biz.

Bir Kadîr-i Zülkemâlin, bir Hakîm-i Zülcelâlin

Birer mu’cize-i kudret, birer harika-i san’at-ı Hâlıkane,

Birer nadire-i hikmet, birer dâhiye-i hilkat

Birer nur âlemiyiz biz.

Böyle yüz bin dille yüz bin burhan gösteririz

İşittiririz insan olan insana.

Kör olası dinsiz gözü, görmez oldu yüzümüzü,

Hem işitmez sözümüzü. Hak söyleyen âyetleriz biz.

Sikkemiz bir, turramız bir, Rabbimize musahharız. Müsebbihiz, zikrederiz âbidâne

Kehkeşanın halka-i kübrâsına mensup birer meczuplarız biz” dediklerini hayalen dinledim.


âbidâne: kulluğa yaraşır bir şekilde (bk. a-b-d)
ağsân: dallar
âşiyâne: yuva
âyet: delil
burhan: delil
Cemîl-i Zülcelâl: heybeti ve yüceliği sınırsız, güzelliği sonsuz olan Allah (bk. c-m-l; ẕü; c-l-l)
dâhiye-i hilkat: yaratılış harikası (bk. ḫ-l-ḳ)
dest-i hikmet: hikmet eli (bk. ḥ-k-m)
gemi-i cebbar: büyük ve azametli gemi (bk. c-b-r)
hak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hakîm-i Zülcelâl: sonsuz yücelik ve heybet sahibi olan ve herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m; ẕü; c-l-l)
halka-i kübrâ: büyük halka (bk. k-b-r)
hane-i devvar: dönen ev
harika-i san’at-ı Hâlıkane: Allah’ın yarattığı san’at harikası (bk. ṣ-n-a; ḫ-l-ḳ)
Kadîr-i Zülkemâl: kudreti herşeyi kuşatan, sonsuz mükemmellik sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; k-m-l)
kehkeşan: samanyolu
meczup: cezbeye gelmiş
mensup: bağlı (bk. n-s-b)
mescid-i seyyar: gezici mescid
misbah-ı nevvar: nurlu kandil (bk. n-v-r)
mu’cize-i kudret: kudret mu’cizesi (bk. a-c-z; ḳ-d-r)
müsebbih: tesbih eden, Allah’ı şânına layık ifadelerle anan (bk. s-b-ḥ)
nadire-i hikmet: bir gaye için benzersiz yaratılan (bk. ḥ-k-m)
nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r)
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)
semâvât: gökler (bk. s-m-v)
semâvat ehli: semâda yaşayan varlıklar; melekler, ruhaniler (bk. s-m-v)
sikke: damga, mühür
tayyare: uçak
tûbâ-yı hilkat: yaratılış ağacı (bk. ḫ-l-ḳ)
turra: nişan, mühür
ulvî: yüce

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Yedinci Söz, İkinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.311


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı

13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret

12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas

12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas

12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas

11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2

10.16. Onuncu Söz Hatime

10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat

10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat

10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat

10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat

10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat

10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat

10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat

10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat

10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat

10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat

10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat

10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat

10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .

10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret

10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler

9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte

9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler

8. Sekizinci Söz

7. Yedinci Söz

6. Altıncı Söz

5. Beşinci Söz

4. Dördüncü Söz

3. Üçüncü Söz

2. İkinci Söz

1. Birinci Söz


8. sınıf fen konuları Bediüzzaman Cumartesi Dersleri EĞİTİM Eğitim Eğitim Haberleri Eğitim ve Öğretim Fen Bilimleri Fen Bilimleri 8 Fen Bilimleri 8 Yaprak Test Fen Bilimleri 8 Yaprak Testler fen bilimleri 8. sınıf test çöz fiziksel olaylar Kur'an Kur'an-ı Kerim Kur'ân-ı Hakîm Matematik Mucize On Dokuzuncu Söz On Dokuzuncu Söz – Risalet-i Ahmediyeye dairdir On Dördüncü Söz On Yedinci Söz On Üçüncü Söz Ortaokul Ortaokul Fen Bilimleri 8 Ortaokul Fen Bilimleri 8 Yaprak Test ORTAÖĞRETİM Partilerin Eğitim Programları POSTERLER Risale-i Nur Külliyatı Said Nursi Svenska Sözler SİYASİ PARTİLERİN EĞİTİM PROGRAMLARI Yirmi Birinci Söz Yirminci Söz Yirminci Sözün İkinci Makamı Yirminci Söz İkinci Makam Yirmi İkinci Söz Yirmi İkinci Söz Birinci Makam ÇALIŞMA YAPRAĞI Üstad İLKOKUL İSVEÇÇE / SWEDISH / SVENSKA Şeytan

Barla Yaylası, çam, katran, ardıç, karakavağın bir meyvesidir – Cumartesi Dersleri 17. 8.

Barla Yaylası, çam, katran, ardıç, karakavağın bir meyvesidir - Cumartesi Dersleri 17. 8.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Barla Yaylası, çam, katran, ardıç, karakavağın bir meyvesidir” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan Sözler isimli eserinden On Yedinci Sözün İkinci Makamı.

Barla Yaylası, çam, katran, ardıç, karakavağın bir meyvesidir - Cumartesi Dersleri 17. 8.
Barla Yaylası, çam, katran, ardıç, karakavağın bir meyvesidir – Cumartesi Dersleri 17. 8.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

On Yedinci Sözün İkinci Makamı 

Barla Yaylası, çam, katran, ardıç, karakavağın bir meyvesidir

Makam münasebetiyle buraya alınmış. On Birinci Mektubun bir parçasıdır.

Bir vakit, esaretimde, dağ başında, azametli çam ve katran ve ardıç ağaçlarının heybetnümâ suretlerini, hayretfezâ vaziyetlerini temâşâ ederken, pek lâtif bir rüzgâr esti. O vaziyeti, pek muhteşem ve şirin, velvele-âlûd bir zelzele-i raksnümâ, bir tesbihat-ı cezbe-edâ suretine çevirdiğinden, eğlence temâşası nazar-ı ibrete ve sem’-i hikmete döndü. Birden, Ahmed-i Cizrî’nin Kürtçe şu fıkrası:

  هَرْكَسْ بِتَمَاشَاگِه حُسْنَاتَه زِهَرْ جَاى تَشْبِيهِ نِكَا رَانْ بِجَمَالاَتَه دِنَازِنْ

hatırıma geldi. Kalbim, ibret mânâlarını ifade için şöyle ağladı:

ياَ رَبْ! هَرْ حَىْ بِتَمَاشَاگِه صُنْعِ تُو زِهَرْ جَاى بَتَازِى     زِنَشِيبُ اَزْ فِرَازِى مَانَنْدِ دَلاَلاَنْ بِنِدَاءِ بِآوَازِى     دَمْ دَمْ زِ جَمَالِ نَقْشِ تُودَرْ رَقَصْ بَازِى     زِكَمَالِ صُنْعِ تُو خُوشْ خُوشْ بِگَازِى     زِ شِيرِينِى آوَازِ خُودْ هَىْ هَىْ دِنَازِى     أَزْوَىْ رَقْص آمَدْ جَذْبَه خَوازِى     اَزِيْن آثَارِ رَحْمَتْ يَافْت هَرْ حَىْ دَرْسِ تَسْبِيحُ نَمَازِى     اِيسْتَادَسْت هَرْ يَكِى بَرْ سَنْكِ بَالاَ سَرْفِرَازِى     دِرَاز كَرْدَسْت دَسْتَهَارَا بَدَرْ كَا هِ إِلٰهِى هَمْ چُو شَهْبَازِى     بَه جُنْبِيدسْت زُلفْهَارَا بَه شَوْقَ اَنْگِيزَ شَهْنَازِى     بَبَالاَ مِيزَنَنْد أَزْ پَرْدَه هَاىِ “هَاىِ هُوىِ” عَشْق بَازِى     مِيدِهَدْ هُوشَه گ يرِ ينْهَاىِ دَرِينْهَاىِ زَوَالِى اَزْ حُبِّ مَجَازِى     بَرْ سَرِ مَحْمُودْهَا نَغْمَه هَاىِ حُزْن اَنْگِيز اَيَازِى     مُرْدَهَارَا نَغْمَهَاىِ اَزَلِى أَزْ حُزْن اَنْگِيز نَوَازِى     “رُوحَه” مِى آيَدْ اَزُو زَمْزَمَۂِ نَازُو نِيَازِى     قَلْب مِى خَوانْد أَزِينْ آيَاتْهَا: سِرِّ تَوْحِيدْ زِعُلُوِّ نَظْمِ إِعْجَازِى     نَفْس مِى خَواهَدْ دَرْاِينْ

El-Cizrî, el-İkdü’l-Cevherî fî Şerhi Dîvâni’ş-Şeyh el-Cizrî s. 438.


Ahmed-i Cizrî: (bk. bilgiler)
azametli: büyük (bk. a-ẓ-m)
Barla: (bk. bilgiler)
hayretfezâ: hayret verici
heybetnümâ: heybetli
ibret: ders çıkarma
lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)
nazar-ı ibret: ibretli bakış (bk. n-ẓ-r)
sem’-i hikmet: hikmetli sözleri dinleme (bk. s-m-a; ḥ-k-m)
temâşâ etme: seyretme
tesbihat-ı cezbe-edâ: cezbeli tesbihler (bk. s-b-ḥ)
velvele-âlûd: gürültü patırtı içinde kalmış
zelzele-i raksnümâ: danseder gibi sarsılma

وَلْوَلَهَا.. زَلْزَلَهَا: ذَوْقِ بَاقِى دَرْ فَنَاىِ دُنْيَابَازِى     عَقْل مِى بِينَدْ اَزِينْ زَمْزَمَهَا.. دَمْدَمَهَا: نَظْمِ خِلْقَتْ، نَقْشِ حِكْمَتْ، كَنْزِ رَازِى     آرْزُو مِيدَارَدْ هَوَا اَزِينْ هَمْهَمَهَا.. هُوهُوَهَا مَرْگِ خُودْ دَرْ تَرْگِ اَذْوَاقِ مَجَازِى     خَيَالْ بِينَدْ اَزِينْ اَشْجَارْ: مَلاَئِكْ رَا جَسَدْ آمَدْ سَمَاوِى، بَاهَزَارَانْ نَىْ     اَزِينَ نَيْهَا شُنِيدَتْ هُوشْ: سِتَايِشْهَاىِ ذَاتِ حَىْ     وَرَقْهَارَا زَبَانْ دَارَنْدَ هَمَه “هُو هُو” ذِكْرآرَنْد بَه دَرْ مَعْنَاىِ: حَىُّ حَىْ     چُو “لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُو” بَرَابَرْ مِيزَنْد هَرْ شَىْ     دَمَادَمْ جُويَدَنْد “يَا حَقْ” سَرَاسَرْ کُويَدَنْد: “يَا حَىْ” بَرَابَرْ مِيزَنَنْد: “اَللهْ”

  فَيَا حَىُّ يَا قَيوُّمُ بِحَقِّ اِسْمِ حَىِّ قَيوُّمِ

  حَيَاتِى دِهْ بَايِنْ قَلْبِ پَرِيشَانْ رَا اِسْتِقَامَتْ دِهْ بَايِنْ عَقْلِ مُشَوَّشْ رَا… اٰمِينْ

Barla Yaylası, Tepelice’de çam, katran, ardıç, karakavak meyvesi hakkında yazılan Farisî beyitlerin mânâsı:

هَرْكَسْ بِتَمَاشَا كِه حُسْنَاتَه زِهَرْ جَاى تَشْبِيهِ نِگَارَانْ بِجَمَالاَتَه دِنَازِنْ     1

Hatırıma geldi; kalbim dahi ibret mânâlarını ifade için şöyle ağladı:

Yani, Senin temâşâna, hüsnüne, herkes her yerden koşup gelmiş. Senin cemâlinle nazdarlık ediyorlar.

  ياَ رَبْ! هَرْ حَىْ بِه تَمَاشَاگِه صُنْعِ تُو زِهَرْ جَاىْ بَتَازِى

Her zîhayat, Senin temâşâna, san’atın olan zemin yüzüne her yerden çıkıp bakıyorlar.

  زِنَشِيبُ اَزْ فِرَازِى مَانَنْدِ دَلاَلاَنْ بِنِدَاءِ بِآوَازِى

Aşağıdan, yukarıdan dellâllar gibi çıkıp bağırıyorlar.

  دَمْ دَمْ زِ جَمَالِ نَقْشِ تُوزِ هَوَاىِ شَوْقِ تُودَرْ رَقْص بَازِى

Senin cemâl-i nakşından keyiflenip, o dellâl-misal ağaçlar oynuyorlar.


Dipnot-1

El-Cizrî, el-İkdü’l-Cevherî fî Şerhi Dîvâni’ş-Şeyh el-Cizrî s. 438.


Barla: (bk. bilgiler)
cemâl: güzellik (bk. c-m-l)
cemâl-i nakş: nakşın güzelliği (bk. c-m-l; n-ḳ-ş)
dellâl: duyurucu, ilan edici
dellâl-misal: dellâl, ilân edici gibi (bk. m-s̱-l)
Farisî: Farsça
hüsün: güzellik (bk. ḥ-s-n)
ibret: ders çıkarma
nazdarlık etmek: nazlanmak, cilve yapmak
temâşâ: seyretme
Tepelice: (bk. bilgiler)
zemin: yer
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)

  زِ كَمَالِ صُنْعِ تُو خُوشْ خُوشْ بِگَازِى     1

Senin kemâl-i san’atından neş’elenip güzel güzel sadâ veriyorlar.

  زِ شِيرِينِى آوَازِ خُودْ هَىْ هَىْ دِنَازِى

Güya sadâlarının tatlılığı, onları da neş’elendirip nazeninâne bir naz ettiriyor.

  اَزْوَىْ رَقْصَه آمَدْ جَذْبَه خَوازِى

İşte ondandır ki, şu ağaçlar raksa gelmiş, cezbe istiyorlar.

  اَزِيْن آثَارِ رَحْمَتْ يَافْت هَرْ حَىْ دَرْسِ تَسْبِيحُ نَمَازِى

Şu rahmet-i İlâhiyenin âsârıyladır ki, her zîhayat, kendine mahsus tesbih ve namazın dersini alıyorlar.

  اِيسْتَادَسْت هَرْ يَكِى بَرْ سَنْكِ بَالاَ سَرْفِرَازِى

Ders aldıktan sonra, herbir ağaç yüksek bir taş üstünde Arşa başını kaldırıp durmuşlar.

  دِرَاز كَرْدَسْت دَسْتَهَارَا بَدَرْ گَا هِ إِلٰهِى هَمْ چُوشَهْبَازِى

Herbirisi, yüzler ellerini Şehbaz-ı Kalender HAŞİYE-1 gibi dergâh-ı İlâhîye uzatıp muhteşem bir ibadet vaziyetini almışlar.

  بَه جُنْبِيدسْت زُلْفهَارَا بَشَوْقَ اَنْگِيزْ شَهْنَازِى HAŞİYE-2

Oynattırıyorlar zülüfvâri küçük dallarını; ve onunla, temâşâ edenlere de, lâtif şevklerini ve ulvî zevklerini ihtar ediyorlar.

  بَبَالاَ مِيزَنَنْد اَزْ پَرْدَه هَاىِ “هَاىِ هُوىِ” عَشْق بَازِى


Dipnot-1

Nüsha: زِهَوَاىِ شَوْقِ تُو

Haşiye-1

Şehbaz-ı Kalender meşhur bir kahramandır ki, Şeyh Geylânî’nin irşadıyla dergâh-ı İlâhîye iltica edip mertebe-i velâyete çıkmıştır.

Haşiye-2

Şehnaz-ı Çelkezi, kırk örme saç ile meşhur bir dünya güzelidir.


Arş: Cenab-ı Allah’ın sınırsız egemenliğinin ve yüceliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş)
âsâr: eserler
cezbe: kendinden geçer bir hale gelme
dergâh-ı İlâhiye: İlâhî rahmet kapısı (bk. e-l-h)
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
ihtar: hatırlatma
iltica etmek: sığınmak
irşad: doğru yolu gösterme (bk. r-ş-d)
kemâl-i san’at: sanattaki mükemmellik (bk. k-m-l; ṣ-n-a)
lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)
mertebe-i velâyet: velâyet mertebesi (bk. v-l-y)
nazeninâne: nazlıca, cilvelenerek
rahmet-i İlâhiye: Allah’ın rahmeti (bk. r-ḥ-m; e-l-h)
raks: dans
sadâ: ses
şevk: şiddetli arzu ve istek
Şeyh Geylânî: (bk. bilgiler)
temâşâ: seyretme
tesbih: Allah’ı, yüce şanına lâyık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
ulvî: yüce
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
zülüfvâri: saç lülesi gibi

Aşkın “Hay Huy” perdelerinden en hassas tellere, damarlara dokunuyor gibi sadâ veriyorlar. HAŞİYE-1

  مِيدِهَدْ هُوشَه گِيرِ ينْهَاى دَرِينْهَاىِ زَوَالِى اَزْ حُبِّ مَجَازِى

Fikre şu vaziyetten şöyle bir mânâ geliyor: Mecazî muhabbetlerin zevâl elemiyle gelen ağlayış, hem derinden derine hazin bir enîni ihtar ediyorlar.

  بَرْ سَرِ مَحْمُودْهَا نَغْمَهَاىِ حُزْن اَنْگِيز اَيَازِى

Mahmud’ların, yani Sultan Mahmud gibi mahbubundan ayrılmış bütün âşıkların başlarında, hüzün-âlûd mahbuplarının nağmesinin tarzını işittiriyorlar.

  مُرْدَهَارَا نَغْمَهَاىِ اَزَلِى اَزْ حُزْن اَنْگِيز نُوَازِى

Dünyevî sadâların ve sözlerin dinlemesinden kesilmiş olan ölmüşlere ezelî nağmeleri, hüzün-engiz sadâları işittiriyor gibi bir vazifesi var görünüyorlar.

  رُوحَه” مِى اٰيَدْ اَزُو زَمْزَمۂِ نَازُو نِيَازِى”

Ruh ise, şu vaziyetten şöyle anladı ki: Eşya, tesbihat ile Sâni-i Zülcelâlin tecelliyât-ı esmâsına mukabele edip, bir naz-niyaz zemzemesidir, geliyor.

  قَلْبْ مِيخَواندْ اَزِينْ اٰيَاتْهَا: سِرِّ تَوْحِيدْ زِعُلُوِّ نَظْمِ اِعْجَازِى

Kalb ise, şu herbiri birer âyet-i mücesseme hükmünde olan şu ağaçlardan sırr-ı tevhidi, bu i’câzın ulüvv-ü nazmından okuyor. Yani, hilkatlerinde o derece harika bir intizam, bir san’at, bir hikmet vardır ki, bütün esbab-ı kâinat birer fâil-i muhtar farz edilse ve toplansalar, taklit edemezler.

  نَفْس مِى خَوَاهَدْ دَرِينْ وَلْوَلَهَا.. زَلْزَلَهَا: ذَوْقِ بَاقِى دَرْ فَنَاىِ دُنْيَابَازِى

Nefis ise, şu vaziyeti gördükçe, bütün rû-yi zemin velvele-âlûd bir zelzele-i firakta


Haşiye-1

Şu nüsha mezaristandaki ardıç ağacına bakar

بَبَالَا م۪يزَنَنْد اَزْ پَرْدَه هَاىِ “هَاىِ هُوىِ” مُرْدَهَارَا نَغْمَه هَاىِ اَزَلِى اَزْ حُزْنَ اَنْگِيزْ نُوَاز۪ى


âyet-i mücesseme: cisimleşmiş âyet
elem: acı, üzüntü
enîn: inilti
esbab-ı kâinat: kâinattaki sebepler (bk. s-b-b; k-v-n)
eşya: şeyler, varlıklar
ezelî: başlangıcı olmayan, (bk. e-z-l)
fâil-i muhtar: dilediğini yapmakta serbest olan fâil (bk. f-a-l; ḫ-y-r)
farz edilmek: varsayılmak
hazin: hüzünlü
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hilkat: yaratılış (bk. ḫ-l-ḳ)
hüzün-âlûd: hüzünle karışık
hüzün-engiz: hüzün veren
i’câz: mu’cize oluş (bk. a-c-z)
ihtar: hatırlatma
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
mahbup: sevgili (bk. ḥ-b-b)
mecazî: gerçek olmayan (bk. c-v-z)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
mukabele: karşılık verme
nağme: ahenk, güzel ses
naz-niyaz: dua, yalvarışn
efis: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)
rû-yi zemin: yeryüzü
sadâ: ses
Sâni-i Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi ve her şeyi san’atla yaratan Allah (bk. s-n-a; ẕü; c-l-l)
sırr-ı tevhid: Allah’ın birlik sırrı (bk. v-ḥ-d)
tecelliyât-ı esmâ: Cenab-ı Hakkın isimlerinin yansımaları (bk. c-l-y; s-m-v)
tesbihat: Allah’ı, yüce şanına lâyık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
ulüvv-ü nazm: nazmının yüceliği (bk. n-ẓ-m)
velvele-âlûd: gürültü patırtı içinde kalmış
zelzele-i firak: ayrılık sarsıntısı (bk. f-r-ḳ)
zemzeme: nağme, hoş ses
zevâl: sona erme (bk. z-v-l)

yuvarlanıyor gibi gördü, bir zevk-i bâki aradı. “Dünyaperestliğin terkinde bulacaksın” mânâsını aldı.

  عَقْل مِى بِينَدْ اَزِينْ زَمْزَمَهَا.. دَمْدَمَهَا: نَظْمِ خِلْقَتْ، نَقْشِ حِكْمَتْ، كَنْزِ رَازِى

Akıl ise, şu zemzeme-i hayvan ve eşcardan ve demdeme-i nebat ve havadan gayet mânidar bir intizam-ı hilkat, bir nakş-ı hikmet, bir hazine-i esrar buluyor. Herşey çok cihetlerle Sâni-i Zülcelâli tesbih ettiğini anlıyor.

  آرْزُو مِيدَارَدْ هَوَا اَزِينْ هَمْهَمَهَا.. هُوهُوَهَا مَرْگِ خُودْ دَرْ تَرْگِ اَذْوَاقِ مَجَازِى

Heva-yı nefis ise, şu hemheme-i hava ve hevheve-i yapraktan öyle bir lezzet alıyor ki, bütün ezvâk-ı mecazîyi ona unutturup o heva-yı nefsin hayatı olan zevk-i mecazîyi terk etmekle bu zevk-i hakikatte ölmek istiyor.

  خَيَالْ بِينَدْ اَزِينْ اَشْجَارْ: ملاَئِك رَا جَسَدْ آمَدْ سَمَاوِى، بَاهَزَارَانْ نَىْ

Hayal ise görüyor: Güya şu ağaçların müekkel melâikeleri içlerine girip herbir dalında çok neyler takılan ağaçları ceset olarak giymişler. Güya Sultan-ı Sermedî, binler ney sadâsıyla muhteşem bir resm-i küşatta onlara onları giydirmiş ki, o ağaçlar câmid, şuursuz cisim gibi değil, belki gayet şuurkârâne, mânidar vaziyetleri gösteriyorlar.

  اَزْيِنْ نَىْ هَا شُنِيدَتْ هُوشْ: سِتَايِشْهَاىِ ذَاتِ حَىْ

İşte, o neyler, semâvî, ulvî bir musikîden geliyor gibi sâfi ve müessirdirler. Fikir, o neylerden, başta Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî olarak bütün âşıkların işittikleri elemkârâne teşekkiyât-ı firâkı işitmiyor. Belki, Zât-ı Hayy-ı Kayyûma karşı takdim edilen teşekkürat-ı Rahmâniyeyi ve tahmidat-ı Rabbâniyeyi işitiyor.


câmid: cansız
demdeme-i nebat ve hava: bitki ve havanın sesleri
dünyaperestlik: dünyayı taparcasına sevme
elemkârâne: acılı bir şekilde
ezvâk-ı mecazî: gerçek olmayan aldatıcı zevkler (bk. c-v-z)
hazine-i esrar: sırlar hazinesi
hemheme-i hava: havanın çıkardığı ses, uğultu
heva-yı nefis: kabiliyet ve duyguları nefsin yasak arzu ve isteklerinin emrine verme (bk. h-v-y; n-f-s)
hevheve-i yaprak: yaprağın rüzgarın esmesi ile çıkardığı ses
intizam-ı hilkat: yaratılıştaki düzenlilik (bk. n-ẓ-m; ḫ-l-ḳ)
mânidar: anlamlı (bk. a-n-y)
melâike: melekler (bk. m-l-k)
Mevlânâ Celâleddin-i Rumî: (bk. bilgiler)
müekkel: vazifeli
müessir: tesirli, etkili
nakş-ı hikmet: hikmetin nakşı (bk. n-ḳ-ş; ḥ-k-m)
resm-i küşat: açılış merasimi
sadâ: ses
sâfi: temiz, arınmış (bk. ṣ-f-y)
Sâni-i Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi ve her şeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
semâvî: vahiyle gelmiş (bk. s-m-v)
Sultan-ı Sermedî: egemenliğinin sonu olmayan Allah (bk. s-l-ṭ)
şuur: bilinç, idrak (bk. ş-a-r)
şuurkârâne: şuurlu bir şekilde, bilerek ve anlayarak (bk. ş-a-r)
tahmidat-ı Rabbâniye: herşeyi terbiye ve idare eden Allah’a yapılan şükür ve övgüler (bk. ḥ-m-d; r-b-b)
tesbih: Allah’ı, yüce şanına lâyık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
teşekkiyât-ı firâk: ayrılıktan gelen şikayetler (bk. f-r-ḳ)
teşekkürat-ı Rahmâniye: sonsuz rahmet sahibi Allah’a yapılan teşekkürler (bk. ş-k-r; r-ḥ-m)
ulvî: yüce
Zât-ı Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Zât, Allah (bk. ḥ-y-y; ḳ-v-m)
zemzeme-i hayvan ve eşcar: hayvan ve ağaçların nağmeleri
zevk-i bâki: sonsuz zevk (bk. b-ḳ-y)
zevk-i hakikat: gerçek zevk (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
zevk-i mecazî: gerçek olmayan, yalan ve aldatıcı zevk (bk. c-v-z)

وَرَقْهَارَا زَبَانِ دَارَنْد هَمَه “هُوَ هُوَ” ذِكْرآرَنْد بَدَرْ مَعْنَاىِ: حَىُّ حَىْ

Madem ağaçlar birer ceset oldu. Bütün yapraklar dahi diller oldu. Demek herbiri, binler dilleriyle, havanın dokunmasıyla Hu, Hu zikrini tekrar ediyorlar. Hayatlarının tahiyyâtıyla, Sâniinin Hayy-ı Kayyûm olduğunu ilân ediyorlar.

چُو “لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُو” بَرَابَرْ مِيزَنْد هَرْ شَىْ

Çünkü, bütün eşya

 1 لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُو 

deyip, kâinatın azîm halka-i zikrinde beraber zikrederek çalışıyorlar.

دَمَادَمْ جُويَدَنْد “يَا حَقْ” سَرَاسَرْ گُويَدَنْد: “يَا حَىْ” بَرَابَرْ مِيزَنَنْد: “اَللهْ”

Vakit-be-vakit, lisan-ı istidat ile, Cenâb-ı Haktan hukuk-u hayatını “Yâ Hak” deyip hazine-i rahmetten istiyorlar. Baştan başa da, hayata mazhariyetleri lisanıyla “Yâ Hayy” ismini zikrediyorlar.

فَيَا حَىُّ يَا قَيُّومُ بِحَقِّ اِسْمِ حَىِّ قَيُّومِ
حَيَاتِى دِهْ بَايِنْ قَلْبِ پَرِيشَانْ رَا اِسْتِقَامَتْ دِهْ بَايِنْ عَقْلِ مُشَوَّشْ رَا… اٰمِينْ


Dipnot-1

“Ondan başka hiçbir ilâh yoktur.” Haşir Sûresi, 59:22.


azîm: büyük (bk. a-ẓ-m)
Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
eşya: varlıklar
Hak: varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
halka-i zikir: zikir halkası
Hayy: gerçek hayat sahibi olan Allah (bk. ḥ-y-y)
Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Allah (bk. ḥ-y-y; ḳ-v-m)
hazine-i rahmet: rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m)
Hu: O, Allah
hukuk-u hayat: hayat hakkı (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
kâinat: evren, yaratılmış her şey (bk. k-v-n)
Lâ ilâhe illâ Hû: Allah’tan başka ilâh yoktur (bk. e-l-h)
lisan: dil
lisan-ı istidat: istidat dili (bk. a-d-d)
mazhariyet: nail olma, ayna olma (bk. ẓ-h-r)
Sâni: herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)
tahiyyat: selamlar, dualar, yaşasınlar (bk. ḫ-y-y)
vakit-be-vakit: vakit vakit, zaman zamanzikretmek: Allah’ı anmak

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Yedinci Söz, İkinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.305

Fâniyim, fâni olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem. – Cumartesi Dersleri 17. 7.

Fâniyim, fâni olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem. - Cumartesi Dersleri 17. 7.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Fâniyim, fâni olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem.” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan Sözler isimli eserinden On Yedinci Sözün İkinci Makamı.

Fâniyim, fâni olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem. - Cumartesi Dersleri 17. 7.
Fâniyim, fâni olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem. – Cumartesi Dersleri 17. 7.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

On Yedinci Sözün İkinci Makamı 

Fâniyim, fâni olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem.

Yirmi beş sene evvel Ramazan’da, ikindiden sonra Şeyh Geylânî’nin (k.s.) Esmâ-i Hüsnâ manzumesini okudum. Bana bir arzu geldi ki, Esmâ-i Hüsnâ ile bir münacat yazayım. Fakat o vakit bu kadar yazıldı. O kudsî üstadımın mübarek Münâcât-ı Esmâiyesine bir nazire yapmak istedim. Heyhat! Nazma istidadım yok. Yapamadım, noksan kaldı. Bu münacat, Otuz Üçüncü Sözün Otuz Üçüncü Mektubu olan Pencereler Risalesine ilhak edilmişti. Makam münasebetiyle buraya alındı.

هُوَ الْبَاقِى

حَكِيمُ الْقَضَايَا نَحْنُ فِى قَبْضِ حُكْمِهِ … هُوَ الْحَكَمُ الْعَدْلُ لَهُ اْلاَرْضُ وَالسَّمَۤاءُ

عَلِيمُ الْخَفَايَا وَالْغُيُوبُ فِى مُلْكِهِ …. هُوَ الْقَادِرُ الْقَيُّومُ لَهُ الْعَرْشُ وَالثَّرَۤاءُ

لَطِيفُ الْمَزَايَا وَالنُّقُوشِ فِى صُنْعِهِ…. هُوَ الْفاَطِرُ الْوَدُودُ لَهُ الْحُسْنُ وَالْبَهَۤاءُ

جَلِيلُ الْمَرَايَا وَالشُّؤُونُ فِى خَلْقِهِ…. هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ لَهُ الْعِزُّ وَالْكِبْرِيَۤاءُ

بَدِيعُ الْبَرَايَا نَحْنُ مِنْ نَقْشِ صُنْعِهِ…. هُوَ الدَّۤائِمُ الْبَا قِى لَهُ الْمُلْكُ وَالْبَقَۤاءُ

كَرِيمُ الْعَطَايَا نَحْنُ مِنْ رَكْبِ ضَيْفِهِ…. هُوَ الرَّزَّاقُ الْكَافِى لَهُ الْحَمْدُ وَالثَّنَۤاءُ

جَمِيلُ الْهَدَايَا نَحْنُ مِنْ نَسْجِ عِلْمِهِ…. هُوَ الْخَالِقُ الْوَافِى لَهُ الْجُودُ وَالْعَطَۤاءُ 1


Dipnot-1

ODUR BÂKÎ.O, hükmünü hikmetle icrâ eden Hakîmdir; biz de Onun hükmünün elindeyiz. Hakem olan O, Adl olan O; arz ve semâ Onundur. Mülkünde gizli olanı, gaip olanı O hakkıyla bilir. Kàdir olan O, Kayyûm olan O; Arş da, yer de Onundur. San’atının nakışlarında ve vasıflarında görünen Onun lûtfudur. Fâtır Odur, Vedûd O; mahlûkattaki bütün hüsün ve güzellikler Onundur. Mevcudat aynalarında ve mahlûkatının keyfiyâtında tezahür eden Onun celâlidir. Melik Odur, Kuddûs O; izzet ve kibriyâ da Ona aittir. Mahlûkatını acaib-i san’at içinde icad eden Odur; biz de Onun san’atının nakışlarıyız. Dâim Odur, Bâkî O; mülk ve bekà Onundur. O atâsında pek kerîmdir; biz de Onun misafir kàfilelerindeniz. Rezzâk Odur, her hâcete Kâfi O; hamd ve senâ Ona mahsustur. Rahmet hediyelerinde görünen Onun cemâlidir. Biz de Onun ilminin mensucatındanız. Hâlık Odur, Vâfî O; cûd ve atâ Onundur.


Esmâ-i Hüsnâ: Cenab-ı Hakkın en güzel isimleri (bk. ḥ-s-n)
ilhak edilmek: eklenmek
istidat: kabiliyet (bk. a-d-d)
kudsî: mukaddes, her türlü kusur ve noksandan uzak (bk. ḳ-d-s)
manzume: vezinli ve kafiyeli söz, şiir (bk. n-ẓ-m)
mübarek: bereketli (bk. b-r-k)
münacat: dua, yakarış (bk. n-c-v)
Münâcât-ı Esmâiye: Cenab-ı Hakkın isimleriyle yapılan dualar (bk. n-c-v; s-m-v)
münasebet: ilişki, bağlantı (bk. n-s-b)
nazire: benzer (bk. n-ẓ-r)
nazım: vezinli söz, şiir (bk. n-ẓ-m)
Şeyh Geylânî: (bk. bilgiler)

سَمِيعُ الشَّكَايَا وَالدُّعَۤاءِ لِخَلْقِهِ…. هُوَ الرَّاحِمُ الشَّافِى لَهُ الشُّكْر ُوَالثَّنَۤاءُ

غَفُورُ الْخَطَايَا وَالذُّنُوبُ لِعَبْدِهِ…. هُوَ الْغَفَّارُ الرَّحِيمُ لَهُ الْعَفْوُ وَالرِّضَۤاءُ 1

Ey nefsim! Kalbim gibi ağla ve bağır ve de ki:

Fâniyim, fâni olanı istemem.

Âcizim, âciz olanı istemem.

Ruhumu Rahmân’a teslim eyledim; gayr istemem.

İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim.

Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim.

Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı umumen isterim.


Dipnot-1

Mahlûkatının şikâyet ve duâlarını işiten Odur. Merhamet eden O, şifâ veren O; şükür ve senâ Ona mahsustur. Kullarının hatâ ve günahlarını bağışlayan da Odur. Gaffâr Odur, Rahîm O; af da, rızâ da Ondandır.


âciz: güçsüz (bk. a-c-z)
fâni: geçici, ölümlü (bk. f-n-y)
gayr: başkası
hiç ender hiç: hiç içinde hiç
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
Rahmân: kullarına karşı çok merhametli olan ve rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah (bk. r-ḥ-m)
şems-i sermed: Sonsuz Güneş; bu tabir, her şeyi nurlandıran Allah için benzetme olarak kullanılır
umumen: bütünüyle
yâr-ı bâki: ebedî dost, sonsuz sevgili (bk. b-ḳ-y)
zerre: atom, en küçük madde parçası

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Yedinci Söz, İkinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.303

Kalbe Hutur Eden İki Levha – On Yedinci Sözün İkinci Makamı – Cumartesi Dersleri 17. 6.

Kalbe Hutur Eden İki Levha - On Yedinci Sözün İkinci Makamı - Cumartesi Dersleri 17. 6.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Kalbe Hutur Eden İki Levha” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan Sözler isimli eserinden On Yedinci Sözün İkinci Makamı.

Kalbe Hutur Eden İki Levha - On Yedinci Sözün İkinci Makamı - Cumartesi Dersleri 17. 6.
Kalbe Hutur Eden İki Levha – On Yedinci Sözün İkinci Makamı – Cumartesi Dersleri 17. 6.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

On Yedinci Sözün İkinci Makamı 

Kalbe Hutur Eden İki Levha

Bundan yirmi beş sene kadar evvel İstanbul Boğazındaki Yuşa Tepesinde, dünyanın terkine karar verdiğim bir zamanda, bir kısım mühim dostlarım beni dünyaya, eski vaziyetime döndürmek için yanıma geldiler. Dedim: “Yarına kadar beni bırakınız; istihare edeyim.” Sabahleyin kalbime bu iki levha hutur etti. Şiire benzer, fakat şiir değiller. O mübarek hatıranın hatırı için ilişmedim. Geldiği gibi muhafaza edildi. Yirmi Üçüncü Sözün âhirine ilhak edilmişti. Makam münasebetiyle buraya alındı.

Birinci Levha

Ehl-i gaflet dünyasının hakikatini tasvir eder levhadır.

Beni dünyaya çağırma, …. Ona geldim fenâ gördüm.

Demâ gaflet hicab oldu …. Ve nur-u Hak nihan gördüm.

Bütün eşya u mevcudat …. Birer fâni muzır gördüm.

Vücut desen, onu giydim, …. Ah, ademdi, çok belâ gördüm.

Hayat desen onu tattım …. Azap-ender azap gördüm.

Akıl ayn-ı ikab oldu, …. Bekàyı bir belâ gördüm.

Ömür ayn-ı heva oldu, …. Kemâl ayn-ı heba gördüm.

Amel ayn-ı riya oldu, …. Emel ayn-ı elem gördüm.

Visal nefs-i zevâl oldu, …. Devâyı ayn-ı dâ gördüm.

Bu envar zulümat oldu, …. Bu ahbabı yetim gördüm.

Bu savtlar nây-ı mevt oldu, … Bu ahyâyı mevat gördüm.

Ulûm evhâma kalb oldu, …. Hikemde bin sekam gördüm.

Lezzet ayn-ı elem oldu, …. Vücutta bin adem gördüm.

Habib desen onu buldum, …. Ah, firakta çok elem gördüm.  


adem: yokluk, hiçlik
ahbap: sevgililer, dostlar (bk. ḥ-b-b)
âhir: son (bk. e-ḫ-r)
ahyâ: canlılar (bk. ḥ-y-y)
ayn-ı dâ: hastalığın tâ kendisi
ayn-ı elem: acının tâ kendisi
ayn-ı heba: zararın tâ kendisi
ayn-ı heva: boş istek ve arzunun tâ kendisi
ayn-ı ikab: azabın tâ kendisi
ayn-ı riya: gösterişin tâ kendisi
azap-ender azap: azap içinde azap
bekà: devamlılık, sonsuzluk (bk. b-ḳ-y)
demâ: her zaman, dâima
ehl-i gaflet: âhiretten habersiz, mânevî sorumluluklarına karşı duyarsız kimseler (bk. ğ-f-l)
elem: acı, üzüntü
emel: arzu, istek
envar: nurlar, aydınlıklar (bk. n-v-r)
eşya u mevcudat: var olan şeyler, varlıklar (bk. v-c-d)
evhâm: vehimler, kuruntular
fâni: geçici, ölümlü (bk. f-n-y)
fenâ: yokluk, ölümlülük (bk. f-n-y)
firak: ayrılık (bk. f-r-ḳ)
gaflet: umursamazlık, duyarsızlık; âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli (bk. ğ-f-l)
habib: sevgili (bk. ḥ-b-b)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hicab: perde
hikem: hikmetler (bk. ḥ-k-m)
hutur etme: hatıra gelme
ilhak: ekleme
istihare: bir işin hayırlı olup olmayacağını anlamak niyetiyle abdest alıp, dua edip, rüya görmek üzere uykuyu yatma
kalb olmak: dönüşmek
kemâl: mükemmellik, olgunluk (bk. k-m-l)
mevat: ölmüş (bk. m-v-t)
mübarek: bereketli, hayırlı (bk. b-r-k)
muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ)
münasebet: ilişki, bağlantı (bk. n-s-b)
muzır: zararlı
nây-ı mevt: ölüm haberi (bk. m-v-t)
nefs-i zevâl: sona ermenin kendisi (bk. n-f-s; z-v-l)
nihan: gizli, saklı
nur-u Hak: Cenab-ı Hakkın nuru (bk. n-v-r; ḥ-ḳ-ḳ)
savt: ses
sekam: hastalık
tasvir: anlatma, ifade etme (bk. ṣ-v-r)
ulûm: ilimler (bk. a-l-m)
visal: kavuşma
Yûşâ Tepesi: (bk. bilgiler)zulümat: karanlıklar (bk. ẓ-l-m)

İkinci Levha

Ehl-i hidayet ve huzurun hakikat-i dünyalarına işaret eder levhadır.

Demâ gaflet zevâl buldu, …. Ve nur-u Hak ayan gördüm.

Vücut burhan-ı Zât oldu, …. Hayat, mir’ât-ı Haktır, gör.

Akıl miftah-ı kenz oldu, …. Fenâ, bâb-ı bekàdır, gör.

Kemâlin lem’ası söndü, …. Fakat şems-i cemâl var, gör.

Zevâl ayn-ı visal oldu, …. Elem ayn-ı lezzettir, gör.

Ömür nefs-i amel oldu, …. Ebed ayn-ı ömürdür, gör.

Zalâm zarf-ı ziya oldu, …. Bu mevtte hak hayat var, gör.

Bütün eşya enîs oldu, …. Bütün asvat zikirdir, gör.

Bütün zerrat-ı mevcudat…. Birer zâkir, müsebbih gör.

Fakrı kenz-i gınâ buldum, …. Aczde tam kuvvet var, gör.

Eğer Allah’ı buldunsa…… Bütün eşya senindir, gör.

Eğer Mâlik-i Mülke memlûk isen…. Onun mülkü senindir, gör.

Eğer hodbin ve kendi nefsine mâliksen… Bilâ-addin belâdır, gör,

Bilâ-haddin azaptır, tad, …. Bilâ gayet ağırdır, gör.

Eğer hakikî abd-i hüdâbin isen, …. Hudutsuz bir safâdır, gör,

Hesapsız bir sevap var, tad, …. Nihayetsiz saadet gör.


abd-i hüdâbin: Cenab-ı Hakkı tanıyan kul (bk. a-b-d)
acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
asvat: sesler
ayan: aşikâr, belli
ayn-ı lezzet: lezzetin tâ kendisi
ayn-ı ömür: hayatın tâ kendisi
ayn-ı visal: kavuşmanın tâ kendisi
bâb-ı bekà: sonsuzluk kapısı (bk. b-ḳ-y)
bilâ-addin: sayısız (bk. lâ)
bilâ-haddin: sınırsız (bk. lâ)
burhan-ı Zât: Cenab-ı Allah’ın varlığının delili
demâ: her zaman
ebed: sonsuzluk (bk. e-b-d)
ehl-i hidayet ve huzur: doğru ve hak yolda ve huzurda olanlar (bk. h-d-y; ḥ-ḍ-r)
elem: acı, üzüntü
enîs: canayakın, dost
eşya: şeyler, varlıklar
fenâ: yokluk, ölümlülük (bk. f-n-y)
gaflet: umursamazlık, duyarsızlık; âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli (bk. ğ-f-l)
hak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat-i dünya: dünyanın gerçeği (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hodbin: bencil
kemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l)
kenz-i gınâ: zenginliğin hazinesi (bk. ğ-n-y)
lem’a: parıltı
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
Mâlik-i Mülk: bütün mülkün gerçek sahibi olan Allah (bk. m-l-k)
memlûk: köle, kul (bk. m-l-k)
mevt: ölüm (bk. m-v-t)
miftah-ı kenz: hazinenin anahtarı
mir’ât-ı Hak: Hakkın aynası (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
mülk: sahip olunan ve hükmedilen yer (bk. m-l-k)
müsebbih: tesbih eden (bk. s-b-ḥ)
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
nefs-i amel: amelin kendisi (bk. n-f-s)
nihayetsiz: sonsuz
nur-u Hak: Cenab-ı Hakkın nuru (bk. n-v-r; ḥ-ḳ-ḳ)
saadet: mutluluk
safâ: gönül hoşnutluğu
şems-i cemâl: güzelliğin güneşi (bk. c-m-l)
vücut: varlık (bk. v-c-d)
zâkir: zikreden
zalâm: karanlıklar (bk. ẓ-l-m)
zarf-ı ziya: ışığın kılıfı
zerrat-ı mevcudat: varlıkların zerreleri (bk. v-c-d)
zevâl: sona erme (bk. z-v-l)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Yedinci Söz, İkinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.301

“Batıp gidenleri sevmem” Hz. İbrahim (A.S.)- Yalnız Biri iste; Biri çağır; Biri talep et; Biri gör; Biri bil; Biri söyle; – Cumartesi Dersleri 17. 5.

"Batıp gidenleri sevmem" Hz. İbrahim (A.S.)- Yalnız Biri iste; Biri çağır; Biri talep et; Biri gör; Biri bil; Biri söyle; - Cumartesi Dersleri 17. 5. Nemrut Dağı ve güneşin batışı

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediiğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Batıp gidenleri sevmem” Hz. İbrahim (A.S.)- Yalnız Biri iste; Biri çağır; Biri talep et; Biri gör; Biri bil; Biri söyle; – konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden On Yedinci Sözün İkinci Hakikati. KISA VİDEODA Abdullah Yeğin Ağabeyin seslendirmesiyle açıklanmadan kısa ve düz olarak okunmaktadır. Dersin açıklamalı bölümünü UZUN VİDEODAN izleyebilirsiniz.

"Batıp gidenleri sevmem" Hz. İbrahim (A.S.)- Yalnız Biri iste; Biri çağır; Biri talep et; Biri gör; Biri bil; Biri söyle; - Cumartesi Dersleri 17. 5. Nemrut Dağı ve güneşin batışı
“Batıp gidenleri sevmem” Hz. İbrahim (A.S.)- Yalnız Biri iste; Biri çağır; Biri talep et; Biri gör; Biri bil; Biri söyle; – Cumartesi Dersleri 17. 5.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

On Yedinci Sözün İkinci Makamı 

“Batıp gidenleri sevmem” Hz. İbrahim (A.S.)-

Yalnız Biri iste; Biri çağır; Biri talep et; Biri gör; Biri bil; Biri söyle;


فَلَمَّۤا اَفَلَ قاَلَ لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ
لَقَدْ اَبْكَانِى نَعْىُ ﴿ لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ ﴾ مِنْ خَلِيلِ اللهِ     1

İbrahim aleyhisselâmdan sudur ile kâinatın zevâl ve ölümünü ilân eden nây-ı

 لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ 

beni ağlattırdı.

فَصَبَّتْ عَيْنُ قَلْبِى قَطَرَاتٍ بَاكِيَاتٍ مِنْ شُؤُنِ اللهِ

Onun için kalb gözü ağladı ve ağlayıcı katreleri döktü. Kalb gözü ağladığı gibi, döktüğü herbir damlası da o kadar hazindir; ağlattırıyor, güya kendisi de ağlıyor. O damlalar, gelecek Farisî fıkralardır.

لِتَفْسِيرِ كَلاَمٍ مِنْ حَكِيمٍ اَىْ نَبِىٍّ فِى كَلاَمِ اللهِ

İşte o damlalar ise, Nebiyy-i Peygamber olan bir hakîm-i İlâhînin Kelâmullah içinde bulunan bir kelâmının bir nevi tefsiridir.

نَمِى زِ يبَاسْت “اُفُولْدَه” گُمْ شُدَنْ مَحْبُوبْ

Güzel değil batmakla kaybolan bir mahbup. Çünkü zevâle mahkûm, hakikî güzel olamaz. Aşk-ı ebedî için yaratılan ve âyine-i Samed olan kalb ile sevilmez ve sevilmemeli.

نَمِى اَرْزَدْ “غُرُوبْدَه” غَيْب شُدَنْ مَطْلُوبْ

Bir matlup ki gurupta gaybûbet etmeye mahkûmdur; kalbin alâkasına, fikrin merakına değmiyor. Âmâle merci olamıyor. Arkasında gam ve kederle teessüf etmeye lâyık değildir. Nerede kaldı ki, kalb ona perestiş etsin ve ona bağlansın, kalsın!

نَمِى خَواهَمْ “فَنَادَه” مَحْو شُدَنْ مَقْصُودْ


Dipnot-1

“Yıldız batıp gidince, İbrahim ‘Ben batıp gidenleri sevmem’ dedi.” En’âm Sûresi, 6:76.


aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
âmâl: ameller, işler
aşk-ı ebedî: sonsuzluk aşkı (bk. e-b-d)
âyine-i Samed: hiçbir şeye muhtaç olmayan ve herşey Kendisine muhtaç olan Allah’ın eserlerini gösteren ayna (bk. ṣ-m-d)
Farisî: Farsça
fıkra: bölüm, kısım
gaybûbet: kaybolma (bk. ğ-y-b)
gurup: batış
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakîm-i İlâhî: aklıyla Allah’ı bulmaya çalışan hikmet sahibi zât (bk. ḥ-k-m; e-l-h)
hazin: hüzünlü, üzüntü veren
İbrahim (a.s.): (bk. bilgiler)
kâinat: evren, yaratılmış herşey, bütün âlemler (bk. k-v-n)
katre: damla
kelâm: söz, ifade (bk. k-l-m)
Kelâmullah: Allah’ın kelamı, Kur’ân (bk. k-l-m)
mahbup: sevgili (bk. ḥ-b-b)
matlup: istek (bk. ṭ-l-b)
merci: kaynak
nây: ölüm haberini verme
Nebiyy-i Peygamber: Peygamberin Peygamberi, Hz. İbrahim (bk. n-b-e)
nevi: çeşit, tür
perestiş: taparcasına sevme
sudur: çıkma
teessüf: üzülme
tefsir: yorum, açıklama (bk. f-s-r)
zevâl: sona erme (bk. z-v-l)

Bir maksut ki fenâda mahvoluyor; o maksudu istemem. Çünkü fâniyim. Fâni olanı istemem, neyleyeyim?

نَمِى خَوانَمْ “زَوَالْدَه” دَفْن شُدَنْ مَعْبُودْ

Bir mâbud ki zevâlde defnoluyor; onu çağırmam, ona iltica etmem. Çünkü nihayetsiz muhtacım ve âcizim. Âciz olan, benim pek büyük dertlerime devâ bulamaz, ebedî yaralarıma merhem süremez. Zevâlden kendini kurtaramayan nasıl mâbud olur?

  عَقْل فَرْيَادْ مِى دَارَدْ، نِدَاءِ ﴿ لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ ﴾ مِى زَنَدْ رُوحْ

Evet, zahire müptelâ olan akıl, şu keşmekeş kâinatta perestiş ettiği şeylerin zevâlini görmekle meyusâne feryad eder. Ve bâki bir mahbubu arayan ruh dahi,

 لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ 

feryadını ilân ediyor.

نَمِى خَواهَمْ نَمِى خٰوانَمْ نَمِى تَابَمْ فِرٰاقِى

İstemem, arzu etmem, tâkat getirmem mufarakati!

نَمِى اَرْزَدْ “مَرَاقَه” إِيْن زَوَالْ دَرْ پَسْ تَلاٰقِى

Der-akap zevâlle acılanan mülâkatlar, keder ve meraka değmez; iştiyaka hiç lâyık değildir. Çünkü zevâl-i lezzet elem olduğu gibi, zevâl-i lezzetin tasavvuru dahi bir elemdir. Bütün mecazî âşıkların divanları, yani aşknameleri olan manzum kitapları, şu tasavvur-u zevâlden gelen elemden birer feryattır. Herbirinin bütün divan-ı eş’ârının ruhunu eğer sıksan, elemkârâne birer feryat damlar.

  أَزْاۤنْ دَرْدِى كِرِينِ ﴿ لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ ﴾ مِى زَنَدْ قَلْبَمْ

İşte, o zevâl-âlûd mülâkatlar, o elemli mecazî muhabbetler derdinden ve belâsındandır ki, kalbim İbrahimvâri

 لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ 

ağlamasıyla ağlıyor ve bağırıyor.

دَرْ اِيْن فَانِى بَقَاخَازِى بَقَاخِيزَدْ فَنَادَنْ

Eğer şu fâni dünyada bekà istiyorsan, bekà fenâdan çıkıyor. Nefs-i emmâre cihetiyle fenâ bul ki, bâki olasın.


Dipnot-1

“Batıp gidenleri sevmem.” En’âm Sûresi, 6:76.


âciz: güçsüz (bk. a-c-z)
bâki: sonsuz, devamlı (bk. b-ḳ-y)
bekà: süreklilik, sonsuzluk (bk. b-ḳ-y)
cihet: yön
der-akap: derhal, hemen
divan-ı eş’âr: şiirler divanı
ebedî: sonsuz (bk. e-b-d)
elem: acı, üzüntü
elemkârâne: acı verircesine
elemli: acılı, üzüntülü
fâni: ölümlü, geçici (bk. f-n-y)
fenâ: yokluk (bk. f-n-y)
İbrahimvâri: Hz. İbrahim gibi
iltica etmek: sığınmak
iştiyak: şiddetli arzu
kâinat: evren, yaratılmış herşey, bütün âlemler (bk. k-v-n)
keşmekeş: karma karışık
mâbud: kendisine kulluk edilen (bk. a-b-d)
mahbup: sevgili (bk. ḥ-b-b)
maksut: istek (bk. ḳ- ṣ-d)
manzum: vezinli, şiir şeklinde (bk. n-ẓ-m)
mecazî: gerçek olmayan (bk. c-v-z)
meyusâne: ümitsizce
mufarakat: ayrılık (bk. f-r-ḳ)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
mülâkat: kavuşma
müptelâ: düşkün, bağımlı
nefs-i emmare: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu (bk. n-f-s)
nihayetsiz: sonsuz
perestiş: taparcasına sevme
tasavvur: düşünme, zihinde şekillendirme (bk. ṣ-v-r)
tasavvur-u zevâl: sona erme düşüncesi (bk. ṣ-v-r; z-v-l)
zahir: dış görünüm (bk. ẓ-h-r)
zevâl: sona erme (bk. z-v-l)
zevâl-âlûd: son bulmayla bulaşık (bk. z-v-l)
zevâl-i lezzet: lezzetin bitmesi (bk. z-v-l)

فَنَا شُدْ، هَمْ فَدَا كُنْ، هَمْ عَدَمْ بِينْ، كِه اَزْ دُنْيَا “بَقَايَه” رَاهْ “فَنَادَنْ”

Dünyaperestlik esasatı olan ahlâk-ı seyyieden tecerrüd et, fâni ol. Daire-i mülkünde ve malındaki eşyayı Mahbub-u Hakikî yolunda feda et. Mevcudatın ademnümâ akıbetlerini gör. Çünkü şu dünyadan bekàya giden yol, fenâdan gidiyor.

  فِكْرِ فِيزَارْ مِى دَارَدْ، أَنِينِ ﴿ لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ ﴾ مِى زَنَدْ وِجْدَانْ

Esbab içine dalan fikr-i insanî, şu zelzele-i zevâl-i dünyadan hayrette kalıp meyusâne fîzar ediyor. Vücud-u hakikî isteyen vicdan, İbrahimvâri

لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ 

enîniyle mahbubat-ı mecaziyeden ve mevcudat-ı zâileden kat’-ı alâka edip Mevcud-u Hakikîye ve Mahbub-u Sermedîye bağlanıyor.

بِدَانْ اَىْ نَفْسِ نَادَانَمْ ! كِه: دَرْهَرْ فَرْد اَزْ فَانِى دُو رَاهْ هَسْت بَا بَاقِى، دُو سِرِّ جَانْ جَانَانِى

Ey nâdan nefsim! Bil ki, çendan dünya ve mevcudat fânidir; fakat her fâni şeyde, bâkiye îsal eden iki yol bulabilirsin ve can ve canan olan Mahbub-u Lâyezâlin tecellî-i cemâlinden iki lem’ayı, iki sırrı görebilirsin. An şart ki, suret-i fâniyeden ve kendinden geçebilirsen…

كِه دَرْ نَعْمَتْهَا إِنْعَامْ هَسْت وَپَسْ اٰثَارَهَا اَسْمَا بِكِيرْ مَغْزِى، وَمِيزَنْ دَرْ فَنَا اۤنْ قِشْرِ بِى مَعْنَا

Evet, nimet içinde in’âm görünür, Rahmân’ın iltifatı hissedilir. Nimetten in’âma geçsen, Mün’imi bulursun. Hem, her eser-i Samedânî, bir mektup gibi, bir Sâni-i Zülcelâlin esmâsını bildirir. Nakıştan mânâya geçsen, esmâ yoluyla Müsemmâyı


Dipnot-1

“Batıp gidenleri sevmem” En’âm Sûresi, 6:76.


ademnümâ: yokluğu gösteren
ahlâk-ı seyyie: kötü ahlâk (bk. ḫ-l-ḳ)
akıbet: netice, son
bâki: sürekli, sonsuz (bk. b-ḳ-y)
bekà: süreklilik, sonsuzluk (bk. b-ḳ-y)
çendan: gerçi, her ne kadar
daire-i mülk: sahip olunan şeylerin dairesi (bk. m-l-k)
dünyaperestlik: dünyayı taparcasına sevmek
enîn: inilti
esasat: esaslar, prensipler
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
eser-i Samedânî: Samed olan Allah’ın eseri (bk. ṣ-m-d)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
fâni: geçici, ölümlü (bk. f-n-y)
fenâ: yokluk, yok oluş (bk. f-n-y)
fikr-i insanî: insan fikri (bk. f-k-r)
fîzar etmek: ağlayıp inlemek
İbrahimvâri: Hz. İbrahim gibi
in’am: nimetlendirme (bk. n-a-m)
îsal etmek: ulaştırmak
kat-ı alâka etmek: ilgiyi kesmek
lem’a: parıltı
Mahbub-u Hakikî: gerçek sevgili, Allah (bk. ḥ-b-b; ḥ-ḳ-ḳ)
Mahbub-u Lâyezâl: yok olmayan, sonsuz sevgili, Allah (bk. ḥ-b-b; z-v-l)Mahbub-u Sermedî: varlığı sürekli olan sevgili, Allah (bk. ḥ-b-b)
mahbubat-ı mecaziye: gerçek sevgiye layık olmadıkları halde sevilenler (bk. ḥ-b-b; c-v-z)
Mevcud-u Hakikî: gerçek varlık sahibi Allah (bk. v-c-d; ḥ-ḳ-ḳ)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mevcudat-ı zâile: yok olup giden, sona eren varlıklar (bk. v-c-d; z-v-l)
meyusâne: ümitsizce
Mün’im: gerçek nimet verici olan Allah (bk. n-a-m)Müsemmâ: güzel isimlerle isimlendirilen Allah (bk. s-m-v)
nâdan: cahil
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
Rahmân: rahmeti sonsuz, yarattıklarını esirgeyip koruyan, şefkat eden ve rızıklandıran Allah (bk. r-ḥ-m)
Sâni-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
sır: gizli gerçek, gizem
suret-i fâniye: geçici suret (bk. ṣ-v-r; f-n-y)
tecellî-i cemâl: güzelliğin yansıması (bk. c-l-y; c-m-l)
tecerrüd: soyutlanma, sıyrılma
vücud-u hakikî: gerçek vücut (bk. v-c-d; ḥ-ḳ-ḳ)
zelzele-i zevâl-i dünya: dünyayı yok eden sarsıntı (bk. z-v-l)

bulursun. Madem şu masnuat-ı fâniyenin mağzını, içini bulabilirsin; onu elde et, mânâsız kabuğunu, kışrını acımadan fenâ seyline atabilirsin.

بَلِى آثَارَهَا گُويَنْد: زِاَسْمَا لَفْظِ پُرْ مَعْنَا بِخَانْ مَعْنَا، وَمِيزَنْ دَرْ هَوَا آنْ لَفْظِ بِى سَوْدَا

Evet, masnuatta hiçbir eser yok ki, çok mânâlı bir lâfz-ı mücessem olmasın, Sâni-i Zülcelâlin çok esmâsını okutturmasın. Madem şu masnuat elfazdır, kelimat-ı kudrettir; mânâlarını oku, kalbine koy, mânâsız kalan elfâzı bilâpervâ zevâlin havasına at. Arkalarından alâkadarâne bakıp meşgul olma.

  عَقْل فَرْيَادْ مِى دَارَدْ، غِيَاثِ ﴿ لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ ﴾ مِيزَنْ اَىْ نَفْسَمْ

İşte, zahirperest ve sermayesi âfâkî malûmattan ibaret olan akl-ı dünyevî, böyle silsile-i efkârı hiçe ve ademe incirar ettiğinden, hayretinden ve haybetinden meyusâne feryad ediyor. Hakikate giden bir doğru yol arıyor. Madem uful edenlerden ve zevâl bulanlardan ruh elini çekti. Kalb dahi mecazî mahbuplardan vaz geçti. Vicdan dahi fânilerden yüzünü çevirdi. Sen dahi, biçare nefsim, İbrahimvâri

 لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ 

gıyâsını çek, kurtul.

چِه خُوشْ گُويَدْ اُو شَيْدَا “جَامِى” عَشْقِ خُوىْ:

Fıtratı aşkla yoğrulmuş gibi sermest-i câm-ı aşk olan Mevlânâ Câmî, kesretten vahdete yüzleri çevirmek için, bak, ne güzel söylemiş:

يَكِى خَواهْ ، يَكِى خَوانْ ، يَكِى جُوىْ ، يَكِى بِينْ ، يَكِى دَانْ ، يَكِى كُوىْ

demiştir. HAŞİYE-1 Yani;

1. Yalnız Biri iste; başkaları istenmeye değmiyor.

2. Biri çağır; başkaları imdada gelmiyor.

3. Biri talep et; başkaları lâyık değiller.


Dipnot-1

“Batıp gidenleri sevmem.” En’âm Sûresi, 6:76.

Haşiye-1

Yalnız bu satır Mevlânâ Câmî’nin kelâmıdır.


adem: yokluk, hiçlik
âfâkî: dış dünyaya ait
akl-ı dünyevî: dünyaya ait akıl
alâkadarane: ilgili bir şekilde
biçare: çaresiz
bilâpervâ: pervasız, korkusuz
elfaz: lafızlar, sözler
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
fâni: geçici, ölümlü (bk. f-n-y)
fenâ: yokluk, yok oluş (bk. f-n-y)
fıtrat: yaratılış (bk. f-ṭ-r)
gıyâs: yardım nidâsı
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
haybet: muhrumiyet, istediğini elde edememe, ümitsiz olma
İbrahimvâri: Hz. İbrahim gibi
incirar etme: çekip sona erdirme
kelâm: söz (bk. k-l-m)
kelimat-ı kudret: Allah’ın kudret kelimeleri (bk. k-l-m; ḳ-d-r)
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
kışr: kabuk, dış
lâfz-ı mücessem: cisimleşmiş kelime
mağz: öz, iç
mahbup: sevgili (bk. ḥ-b-b)
malûmat: bilgiler (bk. a-l-m)
masnuat: sanat eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
masnuat-ı fâniye: gelip geçici olan sanat eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a; f-n-y)
mecazî: gerçek olmayan (bk. c-v-z)
Mevlânâ Câmi: (bk. bilgiler)
meyusâne: ümitsizce
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
Sâni-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
sermest-i câm-ı aşk: Allah aşkıyla kendinden geçmek
seyl: sel, akıntı
silsile-i efkâr: fikirler zinciri, fikir halkaları (bk. f-k-r)
uful etmek: batmak, kaybolmak
vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)
zahirperest: dış görünüşe ehemmiyet veren (bk. ẓ-h-r)
zevâl: sona erme (bk. z-v-l)

4. Biri gör; başkaları her vakit görünmüyorlar, zevâl perdesinde saklanıyorlar.

5. Biri bil; marifetine yardım etmeyen başka bilmekler faidesizdir.

6. Biri söyle; Ona ait olmayan sözler mâlâyâni sayılabilir.

نَعَمْ صَدَقْتَ اَىْ جَامِى     هُوَ الْمَطْلُوبُ هُوَ الْمَحْبُوبُ هُوَ الْمَقْصُودُ هُوَ الْمَعْبُودُ

Evet, Câmi’, pek doğru söyledin. Hakikî mahbub, hakikî matlub, hakikî maksud, hakikî mâbud yalnız Odur.

كِه ” لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ ” بَرَابَرْ مِيذَنَدْ عَالَمْ

Çünkü bu âlem, bütün mevcudatıyla, muhtelif dilleriyle, ayrı ayrı nağamâtıyla, zikr-i İlâhînin halka-i kübrâsında beraber

 لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ 

der, vahdâniyete şehadet eder. 

لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ 2

‘in açtığı yaraya merhem sürüyor ve alâkayı kestiği mecazî mahbuplara bedel bir Mahbub-u Lâyezâlîyi gösteriyor.


Dipnot-1

“Ondan başka hiçbir ilâh yoktur.” Haşir Sûresi, 59:22.

Dipnot-2

“Batıp gidenleri sevmem” En’âm Sûresi, 6:76.


Câmi: (bk. bilgiler – Mevlânâ Câmi)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
halka-i kübrâ: en büyük halka (bk. k-b-r)
mâbud: kendisine ibadet edilen (bk. a-b-d)
mahbub: sevgili (bk. ḥ-b-b)
Mahbub-u Lâyezâlî: sürekli var olan, asla yok olmayan, sonsuz sevgili, Allah (bk. ḥ-b-b; lâ; z-v-l)
maksud: kastedilen, istek (bk. ḳ-ṣ-d)
mâlâyâni: boş, lüzumsuz
marifet: Allah’ı bilme ve tanıma (bk. a-r-f)
matlup: istenilen (bk. ṭ-l-b)
mecazî: gerçek olmayan (bk. c-v-z)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
nağamât: nağmeler, hoş sesler
vahdâniyet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)
zikr-i İlâhî: Allah’ı anma (bk. e-l-h)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Yedinci Söz, İkinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.296


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı

13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret

12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas

12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas

12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas

11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2

10.16. Onuncu Söz Hatime

10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat

10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat

10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat

10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat

10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat

10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat

10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat

10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat

10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat

10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat

10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat

10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat

10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .

10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret

10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler

9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte

9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler

8. Sekizinci Söz

7. Yedinci Söz

6. Altıncı Söz

5. Beşinci Söz

4. Dördüncü Söz

3. Üçüncü Söz

2. İkinci Söz

1. Birinci Söz


8. sınıf fen konuları Bediüzzaman Cumartesi Dersleri EĞİTİM Eğitim Eğitim Haberleri Eğitim ve Öğretim Fen Bilimleri Fen Bilimleri 8 Fen Bilimleri 8 Yaprak Test Fen Bilimleri 8 Yaprak Testler fen bilimleri 8. sınıf test çöz fiziksel olaylar Kur'an Kur'an-ı Kerim Kur'ân-ı Hakîm Matematik Mucize On Dokuzuncu Söz On Dokuzuncu Söz – Risalet-i Ahmediyeye dairdir On Dördüncü Söz On Yedinci Söz On Üçüncü Söz Ortaokul Ortaokul Fen Bilimleri 8 Ortaokul Fen Bilimleri 8 Yaprak Test ORTAÖĞRETİM Partilerin Eğitim Programları POSTERLER Risale-i Nur Külliyatı Said Nursi Svenska Sözler SİYASİ PARTİLERİN EĞİTİM PROGRAMLARI Yirmi Birinci Söz Yirminci Söz Yirminci Sözün İkinci Makamı Yirminci Söz İkinci Makam Yirmi İkinci Söz Yirmi İkinci Söz Birinci Makam ÇALIŞMA YAPRAĞI Üstad İLKOKUL İSVEÇÇE / SWEDISH / SVENSKA Şeytan

Eyvah, aldandık! Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik – Kalbe Farisî olarak tahattur eden bir münacat – Cumartesi Dersleri 17. 4.

Eyvah, aldandık! Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik - Kalbe Farisî olarak tahattur eden bir münacat - Cumartesi Dersleri 17. 4.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Eyvah, aldandık! Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik – Kalbe Farisî olarak tahattur eden bir münacat” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözleri isimli eserinden On Yedinci Sözün İkinci Makamı.

Buradaki KISA videoda Abdullah Yeğin Ağabeyin seslendirmesi ile yorumsuz okunmaktadır. Dersin uzun ve açıklamalı bölümü UZUN videoda yer almaktadır.

Eyvah, aldandık! Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik - Kalbe Farisî olarak tahattur eden bir münacat - Cumartesi Dersleri 17. 4.
Eyvah, aldandık! Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik – Kalbe Farisî olarak tahattur eden bir münacat – Cumartesi Dersleri 17. 4.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

On Yedinci Sözün İkinci Makamı 

Kalbe Farisî olarak tahattur eden bir münacat

هٰذِهِ الْمُنَاجَاةُ تَخَطَّرَتْ فِى الْقَلْبِ هٰكَذَا بِالْبَيَانِ الْفَارِسِى

Yani, bu münacat, kalbe Farisî olarak tahattur ettiğinden, Farisî yazılmıştır. Evvelce matbu olan Hubab Risalesinde derc edilmişti.

يَا رَبْ! بَه شَشْ جِهَتْ نَظَرْ مِى كَرْدَمْ، دَرْدِ خُودْرَا دَرْمَانْ نَمِى دِيدَمْ

Yâ Rab! Tevekkülsüz, gafletle, iktidar ve ihtiyarıma dayanıp derdime derman aramak için cihât-ı sitte denilen altı cihette nazar gezdirdim. Maatteessüf derdime derman bulamadım. Mânen bana denildi ki: “Yetmez mi dert, derman sana.”

دَرْ رَاسْت مِى دِيدَمْ كِه: دِى رُوزْ مَزَارِ پَدَرِ مَنْست

Evet, gafletle sağımdaki geçmiş zamandan teselli almak için baktım. Fakat gördüm ki, dünkü gün, pederimin kabri; ve geçmiş zaman, ecdadımın bir mezar-ı ekberi suretinde göründü. Teselli yerine vahşet verdi. Haşiye-1

Haşiye-1: İman, o vahşetli mezar-ı ekberi, ünsiyetli bir meclis-i münevver ve bir mecma-ı ahbap gösterir.

وَدَرْ چَپْ دِيدَمْ كِه: فَرْدَا قَبْرِ مَنْست

Sonra soldaki istikbale baktım, derman bulamadım. Belki yarınki gün, benim kabrim; ve istikbal ise, emsalimin ve nesl-i âtinin bir kabr-i ekberi suretinde görünüp, ünsiyet değil, belki vahşet verdi. Haşiye-2

Haşiye-2: İman ve huzur-u iman, o dehşetli kabr-i ekberi, sevimli saadet saraylarında bir davet-i Rahmâniye gösterir.

وَإِيمْرُوزْ: تَابوتِ جِسْمِ پُرْ اِضْطِرَابِ مَنْست


cihât-ı sitte: altı yöncihet: yöndavet-i Rahmâniye: Rahmânî davet (bk. r-ḥ-m)derc edilmek: yerleştirilmekecdad: atalar, dedeleremsal: benzerler (bk. m-s̱-l)evvelce: daha önceFarisî: Farsçagaflet: umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l)haşiye: dipnot, açıklayıcı nothuzur-u iman: imanın verdiği huzur (bk. ḥ-ḍ-r; e-m-n)ihtiyar: irade, dileme, tercih (bk. ḫ-y-r)istikbal: gelecek zamankabr-i ekber: en büyük kabir (bk. k-b-r)maatteessüf: üzülerek, ne yazık kimânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)matbu olan: basılanmeclis-i münevver: nurlu meclis (bk. n-v-r)mecma-ı ahbap: dostların toplandığı yer (bk. c-m-a; ḥ-b-b)mezar-ı ekber: en büyük mezar (bk. k-b-r)münacat: dua, Allah’a yakarış (bk. n-c-v)nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)nesl-i âti: gelecek nesilRab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)saadet: mutluluksuret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)tahattur: hatıra gelmetevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme (bk. v-k-l)ünsiyet: dostluk, canayakınlıkvahşet: ürküntü, korku

Soldan dahi hayır görünmediği için, hazır güne baktım. Gördüm ki, şu gün, güya bir tabuttur. Hareket-i mezbuhânede olan cismimin cenazesini taşıyor. Haşiye-1

Haşiye-1: İman, o tabutu, bir ticaretgâh ve şaşaalı bir misafirhane gösterir.

بَرْ سَرِ عُمُرْ جَنَازَۂِ مَنْ اِيسْتَادَه اَسْت

İşbu cihetten dahi devâ bulamadım. Sonra başımı kaldırıp şecere-i ömrümün başına baktım. Gördüm ki, o ağacın tek meyvesi benim cenazemdir ki, o ağacın üstünde duruyor, bana bakıyor. Haşiye-2

Haşiye-2: İman, o ağacın meyvesini cenaze değil, belki ebedî hayata mazhar ve ebedî saadete namzet olan ruhumun eskimiş yuvasından yıldızlarda gezmek için çıktığını gösterir.

دَرْ قَدَمْ: آبِ خَاكِ خِلْقَتِ مَنْ وَخَاكِسْتَرِ عِظَامِ مَنْ اَستْ

O cihetten dahi meyus olup başımı aşağıya eğdim. Baktım ki, aşağıda, ayak altında, kemiklerimin toprağı ile mebde-i hilkatimin toprağı birbirine karışmış gördüm. Derman değil, derdime dert kattı. Haşiye-3

Haşiye-3: İman, o toprağı, rahmet kapısı ve Cennet salonunun perdesi olduğunu gösterir.

چُونْ دَرْ پَسْ مِينِكَرَمْ، بِينَمْ: اِين دُنْيَاءِ بِى بُنْيَادْ هِيچْ دَرْ هِيچَسْت

Ondan dahi nazarı çevirip arkama baktım. Gördüm ki, esassız, fâni bir dünya, hiçlik derelerinde ve adem zulümatında yuvarlanıp gidiyor. Derdime merhem değil, belki vahşet ve dehşet zehrini ilâve etti. Haşiye-4

Haşiye-4: İman, o zulümatta yuvarlanan dünyayı, vazifesi bitmiş, mânâsını ifade etmiş, neticelerini kendine bedel vücutta bırakmış mektubât-ı Samedâniye ve sahâif-i nukuş-u Sübhâniye olduğunu gösterir.

وَدَرْ پِيشْ: اَنْدَازَۂِ نَظَرْ مِيكُنَمْ، دَرِ قَبِرْ كُشَادَه اَسْت
وَرَاهِ اَبَدْ بَدُورِدِرَازْ بَدِيدَارسْت

Onda dahi hayır görmediğim için ön tarafıma, ileriye nazarımı gönderdim. Gördüm ki, kabir kapısı yolumun başında açık görünüp, onun arkasında ebede giden cadde, uzaktan uzağa nazara çarpıyor. Haşiye-5

Haşiye-5: İman, o kabir kapısını âlem-i nur kapısı ve o yol dahi saadet-i ebediye yolu olduğunu gösterdiğinden, dertlerime hem derman, hem merhem olur.


adem: yokluk, hiçlikâlem-i nur: nur âlemi (bk. a-l-m; n-v-r)cihet: yönebed: sonu olmayan, sonsuzluk (bk. e-b-d)ebedî: sonu olmayan, sonsuz (bk. e-b-d)fâni: gelip geçici (bk. f-n-y)hareket-i mezbuhâne: can çekişme halihaşiye: dipnot, açıklayıcı nothayır: iyilik (bk. ḫ-y-r)mazhar: nail olma, kazanma (bk. ẓ-h-r)mebde-i hilkat: yaratılışın başlangıcı (bk. ḫ-l-ḳ)mektubat-ı Samedâniye: Samed olan Allah’a ait herbiri birer mektup gibi mânâlar ifade eden varlıklar (bk. k-t-b; ṣ-m-d)meyus: ümitsiznamzet: adaynazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)saadet: mutluluksaadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)sahâif-i nukuş-u Sübhâniye: her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın nakışlarını gösterdiği sayfalar (bk. n-ḳ-ş; s-b-ḥ)şaşaalı: gösterişli, göz alıcışecere-i ömür: ömür ağacıticaretgâh: ticaret yerivahşet: ürküntü, korkuvücut: varlık (bk. v-c-d)zulümat: karanlıklar (bk. ẓ-l-m)

مَرَا جُزْ جُزْءِ اِخْتِيَارِى چِيزِى نِيسْت دَرْ دَسْت

İşte şu altı cihette ünsiyet ve teselli değil, belki dehşet ve vahşet aldığım onlara mukabil, benim elimde bir cüz-i ihtiyarîden başka hiçbir şey yoktur ki, ona dayanıp onunla mukabele edeyim. Haşiye-1

Haşiye-1: İman, o cüz-i lâyetecezzâ hükmündeki cüz-ü ihtiyarî yerine, gayr-ı mütenâhi bir kudrete istinad etmek için bir vesika verir. Ve belki iman bir vesikadır.

كِه اوُجُزْءْ هَمْ عَاجِزْ، هَمْ كُوتَاهُ، وَهَمْ كَمْ عَيَارَاسْت

Halbuki o cüz-i ihtiyarî denilen silâh-ı insanî hem âciz, hem kısadır. Hem ayarı noksandır. İcad edemez. Kisbden başka hiçbir şey elinden gelmez. Haşiye-2

Haşiye-2: İman, o cüz-i ihtiyarîyi, Allah namına istimal ettirip, her şeye karşı kâfi getirir. Bir askerin cüzî kuvvetini devlet hesabına istimal ettiği vakit, binler kuvvetinden fazla işler görmesi gibi…

نَه دَرْ مَاضِى مَجَالِ حُلُولْ، نَه دَرْ مُسْتَقْبَلْ مَدَارِ نُفُوذَاسْت

Ne geçmiş zamana hulûl edebilir, ne de gelecek zamana nüfuz edebilir. Mazi ve müstakbele ait emellerime ve elemlerime faidesi yoktur. Haşiye-3

Haşiye-3: İman, dizginini cism-i hayvanînin elinden alıp kalbe, ruha teslim ettiği için, maziye nüfuz ve müstakbele hulûl edebilir. Çünkü kalb ve ruhun daire-i hayatı geniştir.

مَيْدَانِ أُو إِينْ زَمَانِ حَالْ، وَيَكْ آنِ سَيَّالَسْت

O cüz-i ihtiyarînin meydan-ı cevelânı, kısacık şu zaman-ı hazır ve bir ân-ı seyyaldir.

بَا إِينَ هَمَه فَقْرَهَا وَضَعْفَهَا، قَلَمِ قُدْرَتِ تُو آشِكَارَه
نُوِشْتَه اَسْت، “دَرْ فِطْرَتِ مَا”: مَيْلِ اَبَدْ وَاَمَلِ سَرْمَدْ

İşte, şu bütün ihtiyaçlarımla ve zayıflığımla ve fakr ve aczimle beraber, altı cihetten gelen dehşetler ve vahşetlerle perişan bir halde iken, kalem-i kudretle sahife-i fıtratımda ebede uzanan arzular ve sermede yayılan emeller âşikâre bir surette yazılmıştır, mahiyetimde derc edilmiştir.


acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)ân-ı seyyal: bir anda akıp giden zaman dilimiâşikâre: açıkçacihet: yöncism-i hayvanî: hayvanî cisim, beden (bk. ḥ-y-y)cüz-i ihtiyarî: insandaki az bir irade serbestliği (bk. c-z-e; ḫ-y-r)cüz-i lâyetecezzâ: bölünemeyen en küçük parça; atom (bk. c-z-e; lâ)cüzî: küçük, az (bk. c-z-e)daire-i hayat: hayat dairesi (bk. ḥ-y-y)derc edilmek: yerleştirilmekebed: sonsuzluk (bk. e-b-d)elem: acı, üzüntüemel: arzu, istekfakr: fakirlik, ihtiyaç hali (bk. f-ḳ-r)gayr-ı mütenâhi: sınırsız, sonsuzhaşiye: dipnot, açıklayıcı nothulûl: girme, sızmaicad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)istimal: kullanmaistinad: dayanma (bk. s-n-d)kâfi: yeterlikalem-i kudret: kudret kalemi (bk. ḳ-d-r)kisb: çalışmakudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)mahiyet: öz, esas, nitelikmazi: geçmiş zamanmeydan-ı cevelân: hareket ve faaliyet meydanımukabele: karşılıkmukabil: karşılıkmüstakbel: gelecek zamannüfuz: geçme, işlemesahife-i fıtrat: yaratılış sayfası (bk. f-ṭ-r)sermed: süreklilik, devamlılıksilâh-ı insanî: insana ait silahünsiyet: dostluk, canayakınlıkvesika: belgezaman-ı hazır: şimdiki zaman

  بَلْكِه هَرْچِه هَسْت، هَسْت

Belki dünyada ne varsa, nümuneleri fıtratımda vardır. Umum onlara karşı alâkadarım. Onlar için çalıştırıyorum, çalışıyorum.

  دَاۤئِرَۂِ اِحْتِيَاجْ مَانَنْدِ دَآئِرَۂِ مَدِّ نَظَرْ بُزُرْكِى دَارَسْت

İhtiyaç dairesi, nazar dairesi kadar büyüktür, geniştir.

  خَيَالْ كُدَامْ رَسَدْ اِحْتِيَاجْ نِيزْرَسَدْ
دَرْ دَسْت     هَرْچِه نِيسْت دَرْ اِحْتِيَاجْ هَسْت

Hattâ, hayal nereye gitse, ihtiyaç dairesi dahi oraya gider; orada da hâcet vardır. Belki, her ne ki elde yok, ihtiyaçta vardır. Elde olmayan ihtiyaçta vardır; elde bulunmayan ise hadsizdir.

  دَآئِرَۂِ اِقْتِدَارِ هَمْچُو دَآئِرَۂِ دَسْتِ كُوتَاهِ كُوتَاهَسْت

Halbuki daire-i iktidar, kısa elimin dairesi kadar kısa ve dardır.

  پَسْ فَقْرُو حَاجَاتِ مَا بَقَدَرِ جِهَانَسْت

Demek, fakr ve ihtiyaçlarım dünya kadardır.

  سَرْمَايَۂِ مَا هَمْچُو: “جُزْء لاَ يَتَجَزّٰا” اَسْت

Sermayem ise, cüz-i lâyetecezzâ gibi cüz’î bir şeydir.

  اِينْ جُزْءِ كُدَامْ وَاِينْ كَاۤئِنَاتِ حَاجَاتِ كُدَامَسْت؟

İşte, şu cihan kadar ve milyarlar ile ancak istihsal edilen hâcet nerede? Ve bu beş paralık cüz-ü ihtiyarî nerede? Bununla onların mübayaasına gidilmez, bununla onlar kazanılmaz. Öyle ise başka bir çare aramak gerektir.

  پَسْ دَرْرَاهِ تُو، أَزْاِينْ جُزْءْ نِيزْ بَازْمِى كُذَشْتَنْ چَارَۂِ مَنْ اَسْت

O çare ise şudur ki: O cüz-i ihtiyarîden dahi vaz geçip, irade-i İlâhiyeye işini bırakıp, kendi havl ve kuvvetinden teberri edip, Cenâb-ı Hakkın havl ve kuvvetine iltica ederek hakikat-i tevekküle yapışmaktır. Yâ Rab! Madem çare-i necat budur; Senin yolunda o cüz-i ihtiyarîden vaz geçiyorum ve enaniyetimden teberri ediyorum.


çare-i necat: kurtuluş çaresi (bk. n-c-v)cihan: dünyacüz-i ihtiyarî: insandaki az bir irade serbestliği (bk. c-z-e; ḫ-y-r)cüz-i lâyetecezzâ: parçalanmayan parça; zerre, atom (bk. c-z-e; lâ)cüz’î: az, küçük (bk. c-z-e)daire-i iktidar: iktidar dairesi (bk. ḳ-d-r)enaniyet: benlikfakr: fakirlik, ihtiyaç hali (bk. f-ḳ-r)fıtrat: yaratılış (bk. f-ḳ-r)hâcet: ihtiyaç (bk. ḥ-v-c)hadsiz: sınırsızhakikat-i tevekkül: tevekkül gerçeği (bk. ḥ-ḳ-ḳ; v-k-l)havl: güç, iktidariltica etmek: sığınmakirade-i İlâhiye: Allah’ın iradesi, dilemesi (bk. r-v-d; e-l-h)mübayaa: satın almanazar: bakış (bk. n-ẓ-r)Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)teberri: uzaklaşma

  تَا عِنَايَتِ تُو دَسْتَكِيرِ مَنْ شَوَدْ، رَحْمَتِ بِى نِهَايَتِ تُوپَنَاهِ مَنْ اَسْت

Ta, Senin inâyetin, acz ve zaafıma merhameten elimi tutsun. Hem, ta Senin rahmetin, fakr ve ihtiyacıma şefkat edip bana istinadgâh olabilsin, kendi kapısını bana açsın.

  آنْ كَسْ كِه بَحْرِ بِى نِهَايَتِ رَحْمَتْ يَافْتَ اسْتْ، تَكْيَه
نَه كُنَدْ بَرْاِينْ جُزْءِ اِخْتِيَارِى كِه يَكْ قَطْرَه سَرَابَسْت

Evet, her kim ki rahmetin nihayetsiz denizini bulsa, elbette bir katre serap hükmünde olan cüz-i ihtiyarına itimat etmez, rahmeti bırakıp ona müracaat etmez.

  أَيْوَاهْ! اِينْ زَنْدِكَانِى هَمْ چُو خَابَسْت
وِينْ عُمْرِ بِى بُنْيَادْ هَمْ چوُ بَادَسْت

Eyvah, aldandık! Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi ettik. Evet, şu güzerân-ı hayat bir uykudur; bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi bir rüzgâr gibi uçar, gider.

  اِنْسَانْ بَزَوَالْ دُنْيَا بَفَنَا اَسْت، آمَالْ بِى بَقَا آلاَمْ بَبَقَااَسْت

Kendine güvenen ve ebedî zanneden mağrur insan zevâle mahkûmdur, sür’atle gidiyor. Hane-i insan olan dünya ise, zulümat-ı ademe sukut eder. Emeller bekàsız, elemler ruhta bâki kalır.

  بِيَا اَىْ نَفْسِ نَا فَرْجَامْ! وُجُودِ فَانِى خُودْرَا فَدَا كُنْ
خَالِقِ خُودْرَا كِه اِينْ هَسْتِى وَدِيعَه هَسْت

Madem hakikat böyledir. Gel, ey hayata çok müştak ve ömre çok talip ve dünyaya çok âşık ve hadsiz emellerle ve elemlerle müptelâ bedbaht nefsim! Uyan, aklını başına al! Nasıl ki yıldızböceği kendi ışıkçığına itimat eder, gecenin hadsiz zulümatında kalır. Balarısı kendine güvenmediği için gündüzün güneşini bulur; bütün dostları olan çiçekleri, güneşin ziyasıyla yaldızlanmış müşahede eder.


acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)bâki: sonsuz, devamlı (bk. b-ḳ-y)bedbaht: talihsizbekàsız: devamsız, geçici (bk. b-ḳ-y)cüz-i ihtiyarî: insandaki az bir irade serbestliği (bk. c-z-e; ḫ-y-r)ebedî: sonsuz (bk. e-b-d)elem: acı, üzüntü, kederemel: arzu, istekgüzerân-ı hayat: hayatın geçmesi (bk. ḥ-y-y)hadsiz: sınırsızhakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hane-i insan: insanın evihayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y)inayet: yardım, bağış (bk. a-n-y)istinadgâh: dayanak (bk. s-n-d)itimat: güvenmekatre: damlamağrur: gururlumüptelâ: bağımlı, tutulmuşmüşahede etmek: görmek (bk. ş-h-d)müştak: düşkün, aşıknefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)nihayetsiz: sonsuzrahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)sukut etmek: düşmek, alçalmaktalip: istekli (bk. ṭ-l-b)zayi etmek: kaybetmekzevâl: sona erme (bk. z-v-l)ziya: ışıkzulümat: karanlıklar (bk. ẓ-l-m)zulümat-ı adem: yokluk karanlığı (bk. ẓ-l-m)

Öyle de, kendine, vücuduna ve enaniyetine dayansan, yıldızböceği gibi olursun. Eğer sen fâni vücudunu, o vücudu sana veren Hâlıkın yolunda feda etsen, balarısı gibi olursun, hadsiz bir nur-u vücut bulursun. Hem feda et. Çünkü şu vücut sende vedia ve emanettir.

وَمُلْكِ اُو وَاُودَادَه فَنَا كُنْ تَا بَقَا يَابَدْ، اَزْاَنْ
سِرِّى كِه: “نَفْىِ النَفْى” اِثْبَاتَ سْت

Hem Onun mülküdür, hem O vermiştir. Öyle ise, minnet etmeyerek ve çekinmeyerek fena et, feda et, ta bekà bulsun. Çünkü nefy-i nefy ispattır. Yani, yok yok ise, o vardır. Yok, yok olsa, var olur.

خُدَاىِ پُرْ كَرَمْ خُودْ مُلْكِ خُودْرَا مِى خَرَدْ اَزْتُو
بَهَاىِ بِى گِرَانْ دَادَه بَرَاىِ تُو نِگَاهْ دَارَاسْت

Hâlık-ı Kerîm, kendi mülkünü senden satın alıyor; Cennet gibi büyük bir fiyatı verir. Hem o mülkü senin için güzelce muhafaza ediyor, kıymetini yükselttiriyor. Yine sana hem bâki, hem mükemmel bir surette verecektir. Öyle ise, ey nefsim, hiç durma. Birbiri içinde beş kârlı bu ticareti yap. Ta beş hasâretten kurtulup, beş ribhi birden kazanasın.1


Dipnot-1

Buradaki beş kâr ve beş hasâret için Altıncı Söze bakınız.


bâki: sürekli, devamlı (bk. b-ḳ-y)bekà: devamlılık, süreklilik (bk. b-ḳ-y)enaniyet: benlikfâni: ölümlü, geçici (bk. f-n-y)hadsiz: sınırsızHâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)Hâlık-ı Kerîm: ikramı bol ve her şeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; k-r-m)hasâret: zararmülk: sahip olunan ve hükmedilen şey (bk. m-l-k)nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)nefy-i nefy: yokluğun yokluğunur-u vücut: varlık nuru (bk. n-v-r; v-c-d)ribh: kazanç, kârvedia: emanet

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Yedinci Söz, İkinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.290


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı

13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret

12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas

12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas

12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas

11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2

10.16. Onuncu Söz Hatime

10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat

10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat

10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat

10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat

10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat

10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat

10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat

10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat

10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat

10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat

10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat

10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat

10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .

10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret

10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler

9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte

9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler

8. Sekizinci Söz

7. Yedinci Söz

6. Altıncı Söz

5. Beşinci Söz

4. Dördüncü Söz

3. Üçüncü Söz

2. İkinci Söz

1. Birinci Söz


8. sınıf fen konuları Bediüzzaman Cumartesi Dersleri EĞİTİM Eğitim Eğitim Haberleri Eğitim ve Öğretim Fen Bilimleri Fen Bilimleri 8 Fen Bilimleri 8 Yaprak Test Fen Bilimleri 8 Yaprak Testler fen bilimleri 8. sınıf test çöz fiziksel olaylar Kur'an Kur'an-ı Kerim Kur'ân-ı Hakîm Matematik Mucize On Dokuzuncu Söz On Dokuzuncu Söz – Risalet-i Ahmediyeye dairdir On Dördüncü Söz On Yedinci Söz On Üçüncü Söz Ortaokul Ortaokul Fen Bilimleri 8 Ortaokul Fen Bilimleri 8 Yaprak Test ORTAÖĞRETİM Partilerin Eğitim Programları POSTERLER Risale-i Nur Külliyatı Said Nursi Svenska Sözler SİYASİ PARTİLERİN EĞİTİM PROGRAMLARI Yirmi Birinci Söz Yirminci Söz Yirminci Sözün İkinci Makamı Yirminci Söz İkinci Makam Yirmi İkinci Söz Yirmi İkinci Söz Birinci Makam ÇALIŞMA YAPRAĞI Üstad İLKOKUL İSVEÇÇE / SWEDISH / SVENSKA Şeytan

Muhatabım Ziya Paşa değil, Avrupa meftunlarıdır – Siyah Dutun Bir Meyvesi – Cumartesi Dersleri 17. 3.

Muhatabım Ziya Paşa değil, Avrupa meftunlarıdır - Siyah Dutun Bir Meyvesi - Cumartesi Dersleri 17. 3.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Muhatabım Ziya Paşa değil, Avrupa meftunlarıdır – Siyah Dutun Bir Meyvesi” ele alınmaktadır. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan Sözler isimli eserinden On Yedinci Sözün İkinci Basamağı Siyah Dutun Bir Meyvesi.

Muhatabım Ziya Paşa değil, Avrupa meftunlarıdır - Siyah Dutun Bir Meyvesi - Cumartesi Dersleri 17. 3.
Muhatabım Ziya Paşa değil, Avrupa meftunlarıdır – Siyah Dutun Bir Meyvesi – Cumartesi Dersleri 17. 3.

KISA VİDEO

Muhatabım Ziya Paşa değil, Avrupa meftunlarıdır – Siyah Dutun Bir Meyvesi – Cumartesi Dersleri 17. 3.

UZUN VİDEO

Muhatabım Ziya Paşa değil, Avrupa meftunlarıdır – Siyah Dutun Bir Meyvesi – Cumartesi Dersleri 17. 3.

On Yedinci Sözün İkinci Makamı 

Siyah Dutun Bir Meyvesi

O mübarek dut başında Eski Said, Yeni Said lisanıyla söylemiştir.

Muhatabım Ziya Paşa değil, Avrupa meftunlarıdır.
Mütekellim nefsim değil, tilmiz-i Kur’ân namına kalbimdir.

Geçen Sözler hakikattir, sakın şaşma, hududundan hazer aşma.
Ecânip fikrine sapma, dalâlettir kulak asma, eder elbet seni nâdim.

Görürsün en ziyâdârın, zekâvette alemdârın,
O hayretten der daim: “Eyvah, kimden kime şekvâ edeyim, ben dahi şaştım!”

Kur’ân dedirtir, ben de derim, hiç de çekinmem.
Ondan Ona şekvâ ederim, sen gibi şaşmam.

Haktan Hakka feryad ederim, sen gibi aşmam.
Yerden göğe dâvâ ederim, sen gibi kaçmam.

Ki, Kur’ân’da hep dâvâ nurdan nuradır, sen gibi caymam.
Kur’ân’dadır hak hikmet, ispat ederim, muhalif felsefeyi beş para saymam.

Furkandadır elmas hakikat, dercan ederim, sen gibi satmam.
Halktan Hakka seyran ederim, sen gibi sapmam.

Dikenli yolda tayran ederim, sen gibi basmam.
Ferşten Arşa şükran ederim, sen gibi asmam.

Mevte, ecele dost bakarım, sen gibi korkmam.
Kabre gülerekten girerim, sen gibi ürkmem.

Ejder ağzı, vahşet yatağı, hiçlik boğazı—sen gibi görmem.
Ahbaba kavuşturur beni, kabirden darılmam, sen gibi kızmam.

Rahmet kapısı, nur kapısı, Hak kapısı, ondan sıkılmam, geri çekilmem.
Bismillâh diyerek çalıyorum, HAŞİYE-1 arkama bakmam, dehşet de almam.

Elhamdülillâh diyerek rahat bulup yatacağım, zahmeti çekmem, vahşette kalmam.
Allahu ekber diyerek ezan-ı Haşri işitip kalkacağım, HAŞİYE-2 Mahşer-i Ekberden çekinmem, Mescid-i Âzamdan çekilmem.

Lütf-u Yezdan, nur-u Kur’ân, feyz-i iman sayesinde hiç üzülmem.
Durmayıp koşacağım, Arş-ı Rahmân zılline uçacağım, sen gibi şaşmam inşaallah.


Haşiye-1

Eyvah diyerek kaçmıyorum.

Haşiye-2

İsrafil’in ezanını fecr-i Haşirde işitip Allahu ekber diyerek kalkacağım. Salât-ı Kübrâdan çekilmem, Mecma-ı Ekberden çekinmem.

ahbap: sevilenler, dostlar (bk. ḥ-b-b)
alemdâr: bayraktar, önde giden
Allahu ekber: Allah en büyüktür (bk. k-b-r)
Arş: Cenab-ı Allah’ın sınırsız egemenliğinin ve yüceliğinin tecellî ettiği yer (bk. a-r-ş)
Arş-ı Rahmân: bütün yaratılmışları şefkat ve merhametle besleyip büyüten Rahmân isminin tasarruf dairesi, makamı (bk. a-r-ş; r-ḥ-m)
Avrupa: (bk. bilgiler)
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
Bismillâh: Allah’ın adıyla (bk. s-m-v)
dercan etmek: hayatını ona vermek, canını ortaya koymak
ecânip: yabancılar, Avrupalılar
Elhamdülillah: “her türlü övgü ve şükür Allah’a aittir” (bk. ḥ-m-d)
Eski Said: (bk. bilgiler)
ezan-ı Haşir: Haşir ezanı, İsrafil’in sura üflemesi (bk. ḥ-ş-r)
fecr-i Haşir: Haşir sabahı; öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma sabahı (bk. ḥ-ş-r)
ferş: yer
feyz-i iman: imanın bereketi (bk. f-y-ḍ; e-m-n)
Furkan: doğru ile yanlışı birbirinden ayıran Kur’ân (bk. f-r-ḳ)
Hak: varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hazer: sakın
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
inşaallah: Allah’ın izniyle
İsrafil: (bk. bilgiler)
lisan: dil
lütf-u Yezdan: Cenab-ı Allah’ın lütfu, ihsanı (bk. l-ṭ-f)
Mahşer-i Ekber: en büyük toplanma yeri; haşir meydanı (bk. ḥ-ş-r; k-b-r)
Mecma-ı Ekber: en büyük toplanma yeri (bk. c-m-a; k-b-r)
meftun: tutkun, düşkün
Mescid-i Âzam: en büyük mescid (bk. a-z-m)
mevt: ölüm (bk. m-v-t)
mübarek: bereketli, hayırlı (bk. b-r-k)
mütekellim: konuşan (bk. k-l-m)
nâdim: pişmannam: ad
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r)
nur-u Kur’ân: Kur’ân’ın nuru (bk. n-v-r)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
Salât-ı Kübrâ: en büyük namaz (bk. ṣ-l-v; k-b-r)
şekvâ: şikayet
tayran etmek: uçmak
tilmiz-i Kur’ân: Kur’ân’ın talebesi
Yeni Said: (bk. bilgiler)
zekâvet: zekilik
zıll: gölge
Ziya Paşa: (bk. bilgiler)
ziyâdâr: ışıklı, nurlu

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Yedinci Söz, İkinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.288

Ziya Paşanın farkı
Ziya Paşanın farkı

Ziya Paşanın farkı

Risâle–i Nur’dan bir nükte:

Siyah Dutun Bir Meyvesi[O mübarek dut başında Eski Said, Yeni Said lisanıyla söylemiştir.]

Muhatabım Ziya Paşa değil, Avrupa meftunlarıdır.

Mütekellim (konuşan) nefsim değil, tilmiz–i Kur’ân nâmına kalbimdir.

Geçen sözler hakikattır; sakın şaşma, hududundan hazer aşma,

Ecanib (ecnebi) fikrine sapma, dalâlettir kulak asma, eder elbet seni nâdim (pişman.)

(17. Sözün İkinci Makamı)
Avrupa ikiye ayrılır; Osmanlı aydınları da öyle

Namık Kemâl, Şinasi, Agâh Efendi ve Prens Sabahaddin gibi Ziya Paşa da Jön Türkler’in mutedil kısmına dahildir.

“Ahrâr–ı Osmaniye”yi teşkil ettikleri 1865 senesinden sonra ara ara şiddetlenen istibdadın baskısına dayanamayarak Avrupa’ya kaçmak mecburiyetinde kalan bu zâtlar, diğer bazı Jön Türkler gibi “Avrupa meftunu” olup kendi öz değerlerinden kopmadılar.

https://www.saidnursi.de/ziya-pasanin-farki/


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı

13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret

12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas

12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas

12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas

11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2

10.16. Onuncu Söz Hatime

10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat

10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat

10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat

10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat

10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat

10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat

10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat

10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat

10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat

10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat

10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat

10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat

10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .

10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret

10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler

9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte

9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler

8. Sekizinci Söz

7. Yedinci Söz

6. Altıncı Söz

5. Beşinci Söz

4. Dördüncü Söz

3. Üçüncü Söz

2. İkinci Söz

1. Birinci Söz


8. sınıf fen konuları Bediüzzaman Cumartesi Dersleri EĞİTİM Eğitim Eğitim Haberleri Eğitim ve Öğretim Fen Bilimleri Fen Bilimleri 8 Fen Bilimleri 8 Yaprak Test Fen Bilimleri 8 Yaprak Testler fen bilimleri 8. sınıf test çöz fiziksel olaylar Kur'an Kur'an-ı Kerim Kur'ân-ı Hakîm Matematik Mucize On Dokuzuncu Söz On Dokuzuncu Söz – Risalet-i Ahmediyeye dairdir On Dördüncü Söz On Yedinci Söz On Üçüncü Söz Ortaokul Ortaokul Fen Bilimleri 8 Ortaokul Fen Bilimleri 8 Yaprak Test ORTAÖĞRETİM Partilerin Eğitim Programları POSTERLER Risale-i Nur Külliyatı Said Nursi Svenska Sözler SİYASİ PARTİLERİN EĞİTİM PROGRAMLARI Yirmi Birinci Söz Yirminci Söz Yirminci Sözün İkinci Makamı Yirminci Söz İkinci Makam Yirmi İkinci Söz Yirmi İkinci Söz Birinci Makam ÇALIŞMA YAPRAĞI Üstad İLKOKUL İSVEÇÇE / SWEDISH / SVENSKA Şeytan

Bırak biçare feryadı, belâdan gel, tevekkül kıl – On Yedinci Sözün İkinci Makamı – Cumartesi Dersleri 17. 2.

Bırak biçare feryadı, belâdan gel, tevekkül kıl - On Yedinci Sözün İkinci Makamı - Cumartesi Dersleri 17. 2.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Bırak biçare feryadı, belâdan gel, tevekkül kıl – On Yedinci Sözün İkinci Makamı” ele alınmaktadır. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden On Yedinci Söz İkinci Makam.

Bırak biçare feryadı, belâdan gel, tevekkül kıl - On Yedinci Sözün İkinci Makamı - Cumartesi Dersleri 17. 2.
Bırak biçare feryadı, belâdan gel, tevekkül kıl – On Yedinci Sözün İkinci Makamı – Cumartesi Dersleri 17. 2.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

On Yedinci Sözün İkinci Makamı 

HAŞİYE-1

Bırak biçare feryadı, belâdan gel, tevekkül kıl.
Zira feryat belâ-ender, hatâ-ender belâdır, bil.

Belâ vereni buldunsa, atâ-ender, safâ-ender belâdır, bil.
Bırak feryadı, şükür kıl manend-i belâbil, demâ keyfinden güler hep gül mül.

Ger bulmazsan, bütün dünya cefâ-ender, fenâ-ender hebâdır, bil.
Cihan dolusu belâ başında varken, ne bağırırsın küçük bir belâdan? Gel, tevekkül kıl.

Tevekkülle belâ yüzünde gül, ta o da gülsün.
O güldükçe küçülür, eder tebeddül.

Bil, ey hodgâm! Bu dünyada saadet, terk-i dünyada.
Hüdâbin isen, O kâfidir, bıraksan da bütün eşya lehinde.

Ger hodbin isen helâkettir, ne yaparsan bütün eşya aleyhinde.
Demek terki gerektir her iki halde bu dünyada.

Terki demek: Hüdâ mülkü, Onun izni, Onun namıyla bakmakta.
Ticaret istiyorsan ger, şu fâni ömrünü bâkiye tebdilde.

Eğer nefsine talipsen, çürüktür, hem temelsiz de.
Eğer âfâkı istersen, fenâ damgası üstünde.

Demek değmez ki alınsa, çürük maldır hep bu çarşıda.
Öyle ise geç, iyi mallar dizilmiş arkasında.


Haşiye-1

Bu İkinci Makamdaki parçalar şiire benzer, fakat şiir değiller. Kasdî nazmedilmemişler; belki hakikatlerin kemâl-i intizamı cihetinde bir derece manzum suretini almışlar.


âfâk: kişiyi ilgilendirmeyen dışarıdaki şeyler
atâ-ender: lütuf ve bağış içinde
bâki: sonsuz, devamlı (bk. b-ḳ-y)
belâ-ender: belâ içinde
biçare: çaresiz
cefâ-ender: cefa ve sıkıntı içinde
cihan: dünya
demâ: her zaman
eşya: şeyler, varlıklar
fâni: gelip geçici, ölümlü (bk. f-n-y)
fenâ: gelip geçicilik (bk. f-n-y)fenâ-ender: fena içindeger: eğer
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hatâ-ender: hatâ içinde
hebâ: boş, faydasız
helâket: yok oluş
hodbin: kendini beğenen, kibirli
hodgâm: kendini düşünen
Hüdâ: Allah (bk. h-d-y)
hüdâbin: Cenab-ı Hakkı tanıyan
kasdî: isteyerek (bk. ḳ-s-d)
kemâl-i intizam: tam ve mükemmel düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
manend-i belâbil: bülbüller gibi
manzum: şiir şeklinde, vezinli (bk. n-ẓ-m)
nam: ad
nazmedilmek: şiir şeklinde yazılmak (bk. n-ẓ-m)
nefis: can, hayat; kişinin kendisi (bk. n-f-s)
saadet: mutluluk
sefâ-ender: gönül hoşluğu içinde
tebdil: değiştirme
tebeddül: başkalaşma, değişme
terk-i dünya: dünyayı terketme
tevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme (bk. v-k-l)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Yedinci Söz, İkinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.287


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı

13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret

12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas

12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas

12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas

11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2

10.16. Onuncu Söz Hatime

10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat

10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat

10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat

10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat

10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat

10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat

10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat

10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat

10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat

10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat

10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat

10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat

10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .

10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret

10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler

9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte

9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler

8. Sekizinci Söz

7. Yedinci Söz

6. Altıncı Söz

5. Beşinci Söz

4. Dördüncü Söz

3. Üçüncü Söz

2. İkinci Söz

1. Birinci Söz


8. sınıf fen konuları Bediüzzaman Cumartesi Dersleri EĞİTİM Eğitim Eğitim Haberleri Eğitim ve Öğretim Fen Bilimleri Fen Bilimleri 8 Fen Bilimleri 8 Yaprak Test Fen Bilimleri 8 Yaprak Testler fen bilimleri 8. sınıf test çöz fiziksel olaylar Kur'an Kur'an-ı Kerim Kur'ân-ı Hakîm Matematik Mucize On Dokuzuncu Söz On Dokuzuncu Söz – Risalet-i Ahmediyeye dairdir On Dördüncü Söz On Yedinci Söz On Üçüncü Söz Ortaokul Ortaokul Fen Bilimleri 8 Ortaokul Fen Bilimleri 8 Yaprak Test ORTAÖĞRETİM Partilerin Eğitim Programları POSTERLER Risale-i Nur Külliyatı Said Nursi Svenska Sözler SİYASİ PARTİLERİN EĞİTİM PROGRAMLARI Yirmi Birinci Söz Yirminci Söz Yirminci Sözün İkinci Makamı Yirminci Söz İkinci Makam Yirmi İkinci Söz Yirmi İkinci Söz Birinci Makam ÇALIŞMA YAPRAĞI Üstad İLKOKUL İSVEÇÇE / SWEDISH / SVENSKA Şeytan