Eğitim ve öğretime, bilgi ve bilime farklı bir bakış; MÂNÂ-YI İSMÎ yerine MÂNÂ-YI HARFİ ile bakış. Açık kaynak bir eğitim sitesi. A different perspective on education and teaching, knowledge and science; glance with the LETTER MEANING instead of the NAME MEANING. Open source education site.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab, perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden.” konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam Mukaddime – Birinci Lem’a.
ERKÂN-I İMANİYENİN kutb-u âzamı olan iman-ı billâha dair Katre Risalesinde, şu mevcudatın herbirisi, elli beş lisanla Cenâb-ı Hakkın vücub-u vücuduna ve vahdâniyetine delâlet ve şehadetlerini icmâlen beyan etmişiz. Hem Nokta Risalesinde, Cenâb-ı Hakkın delâil-i vücub ve vahdâniyetinden, herbirisi bin burhan kuvvetinde dört burhan-ı küllîyi zikretmişiz. Hem on iki kadar Arabî risalelerimde, Cenâb-ı Hakkın vücub-u vücudunu ve vahdâniyetini gösteren yüzler kat’î burhanları zikrettiğimizden, şimdi onlara iktifâen derin tetkikata girişmeyeceğiz. Yalnız şu Yirmi İkinci Sözde Arabî Risaletü’n-Nur’da icmâlen yazdığım On İki Lem’ayı, iman-ı billâh güneşinden göstermeye çalışacağız.
Dipnot-1
“Allah herşeyin yaratıcısıdır. O herşey üzerinde hakkıyla görüp gözeticidir. Göklerin ve yerin tedbir ve tasarrufu Ona aittir.” Zümer Sûresi, 39:62-63.
Dipnot-2
“Her türlü kusurdan münezzehtir o Zât ki, herşeyin hüküm ve tasarrufu elindedir. Siz de Ona döndürüleceksiniz.” Yâsin Sûresi, 36:83.
Dipnot-3
“Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri Bizim yanımızda olmasın. Herşeyi Biz belirli bir miktar ile indiririz.” Hicr Sûresi, 15:21.
Dipnot-4
“Hiçbir canlı yoktur ki, Allah onu alnından tutup kudretine boyun eğdirmiş olmasın. Şüphesiz ki benim Rabbim hak ve adalet üzeredir.” Hûd Sûresi, 11:56.
Arabî risaleler: Arapça kitaplar (bk. r-s-l) beyan: açıklama (bk. b-y-n) burhan: güçlü delil burhan-ı küllî: çok büyük ve kapsamlı delil (bk. k-l-l) Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) delâil-i vücub: Allah’ın varlığının delilleri (bk. v-c-b) delâlet: delil olma, işaret etme
erkân-ı imaniye: imanın esasları, şartları (bk. r-k-n; e-m-n) icmâlen: özetle (bk. c-m-l)iktifâen: yetinerek iman-ı billâh: Allah’a iman (bk. e-m-n) kat’î: kesin Katre Risalesi: Mesnevî-i Nuriye adlı eserde yer almaktadır kutb-u âzam: en büyük rükün, esas (bk. a-ẓ-m) mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d) mukaddime: başlangıç, giriş (bk. ḳ-d-m)
Nokta Risalesi: Mesnevî-i Nuriye adlı eserde yer almaktadır şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d) tetkikat: araştırmalar, incelemeler vahdâniyet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d) vücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu olması (bk. v-c-b; v-c-d) zikretmek: bildirmek, belirtmek
BİRİNCİ LEM’A
Tevhid iki kısımdır. Meselâ, nasıl ki bir çarşıya ve bir şehre büyük bir zâtın mütenevvi malları gelse, iki çeşitle onun malı olduğu bilinir:
Biri, icmâlî, âmiyânedir ki, “Bu kadar azîm mal, ondan başka kimsenin haddi değil ki sahip olabilsin.” Fakat böyle âmî bir adamın nezaretinde çok hırsızlık olabilir. Parçalarına çok adamlar sahip çıkabilir.
İkinci çeşit odur ki, her denk üzerinde yazıyı okur, herbir top üstünde turrayı tanır, herbir ilân üstünde mührünü bilir bir surette “Herşey o zâtındır” der. İşte, şu halde herbir şey o zâtı mânen gösterir.
Aynen öyle de, tevhid dahi iki çeşittir.
Biri tevhid-i âmî ve zahirîdir ki, “Cenâb-ı Hak birdir; şeriki, naziri yoktur. Bu kâinat onundur.”
İkincisi tevhid-i hakikîdir ki, herşey üstünde sikke-i kudretini ve hâtem-i rububiyetini ve nakş-ı kalemini görmekle, doğrudan doğruya herşeyden Onun nuruna karşı bir pencere açıp, Onun birliğine ve herşey Onun dest-i kudretinden çıktığına ve ulûhiyetinde ve rububiyetinde ve mülkünde hiçbir vechile hiçbir şeriki ve muini olmadığına, şuhuda yakın bir yakinle tasdik edip iman getirmektir ve bir nevi huzur-u daimî elde etmektir. Biz dahi, şu Sözde, o halis ve âli tevhid-i hakikîyi gösterecek şuaları zikredeceğiz.
Birinci nükte içinde bir ihtar: Ey esbab-perest gafil! Esbab bir perdedir; çünkü izzet ve azamet öyle ister. Fakat iş gören, kudret-i Samedâniyedir; çünkü tevhid ve celâl öyle ister ve istiklâli iktiza eder. Sultan-ı Ezelînin memurları, saltanat-ı Rububiyetin icraatçıları değillerdir. Belki o saltanatın dellâllarıdırlar ve o Rububiyetin temâşâger nazırlarıdırlar. Ve o memurlar, o vasıtalar kudretin
âli: yüce âmî: cahil, sıradan âmiyâne: âvamca, bayağıca, taklidî bir şekilde azamet: büyüklük, yücelik (bk. a-ẓ-m) azîm: büyük (bk. a-ẓ-m) celâl: haşmet, görkem (bk. c-l-l) dellâl: ilân edici, duyurucu denk: paket, koli dest-i kudret: Allah’ın kudret eli (bk. ḳ-d-r) esbab: sebepler (bk. s-b-b) esbab-perest: sebeplere taparcasına değer veren (bk. s-b-b) gafil: duyarsız, sorumsuz, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan (bk. ğ-f-l) halis: katıksız, saf (bk. ḫ-l-ṣ) hâtem-i rububiyet: Allah’ın rablığının, idare ve terbiye ediciliğinin mührü (bk. r-b-b) huzur-u daimî: sürekli olarak Allah’ın huzurunda bulunduğunun bilinci içinde olma (bk. h-ḍ-r) icmâlî: kısaca (bk. c-m-l) icraatçı: uygulayıcı ihtar: hatırlatma, uyarı iktiza: gerektirme istiklâl: bağımsızlık
izzet: şeref, yücelik (bk. a-z-z) kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kudret-i Samedâniye: hiçbir şeye muhtaç olmayan ve herşey Kendisine muhtaç olan Allah’ın sınırsız gücü (bk. ḳ-d-r; ṣ-m-d) muin: yardımcı mülk: sahip olunan şey, hükmedilen yer (bk. m-l-k) mütenevvi: çeşitli nakş-ı kalem: Allah’ın kudret kalemiyle yapılan nakış (bk. n-ḳ-ş) nazir: benzer (bk. n-ẓ-r) nazır: gözlemci (bk. n-ẓ-r) nevi: çeşit, tür nezaret: gözetim (bk. n-ẓ-r) nükte: ince anlamlı söz rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b) saltanat: egemenlik, hâkimiyet (bk. s-l-ṭ) saltanat-ı Rububiyet: Rablık saltanatı; Allah’ın herşeyi kuşatan egemenliği (bk. s-l-ṭ; r-b-b)
şerik: ortak sikke-i kudret: Allah’ın güç ve kudretinin işareti (bk. ḳ-d-r) şua: ışık, parıltı şuhud: gözle görme (bk. ş-h-d) Sultan-ı Ezelî: hüküm ve saltanatının başlangıcı olmayan Allah (bk. s-l-ṭ; e-z-l) tasdik: doğruluğunu kabul etme, onaylama (bk. ṣ-d-ḳ) temâşâger: seyirci tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d) tevhid-i âmî ve zahirî: yüzeysel ve taklidî bir şekilde Allah’ın bir olduğuna inanma (bk. v-ḥ-d; ẓ-h-r) tevhid-i hakikî: araştırarak, delilleriyle Allah’ın birliğini kabul etme (bk. v-ḥ-d; ḥ-ḳ-ḳ) turra: padişahın mührü veya imzası ulûhiyet: ilâhlık (bk. e-l-h) vecih: şekil, tarz yakin: şüpheye yer bırakmayacak derecede kesinlik (bk. y-ḳ-n) zikretmek: belirtmek
izzetini, Rububiyetin haşmetini izhar içindir, tâ umur-u hasise ile kudretin mübaşereti görünmesin. Acz-âlûd, fakr-pîşe olan insanî bir sultan gibi, acz ve ihtiyaç için memurları şerik-i saltanat ittihaz etmiş değildir.
Demek esbab vaz edilmiş, tâ aklın nazar-ı zahirîsine karşı kudretin izzeti muhafaza edilsin. Zira, âyinenin iki vechi gibi, herşeyin bir mülk ciheti var ki, âyinenin mülevven yüzüne benzer; muhtelif renklere ve hâlâta medar olabilir. Biri melekût’tur ki, âyinenin parlak yüzüne benzer. Mülk ve zahir vechinde, kudret-i Samedâniyenin izzetine ve kemâline münâfi hâlât vardır. Esbab, o hâlâta hem merci, hem medar olmak için vaz edilmişler. Fakat melekûtiyet ve hakikat cânibinde herşey şeffaftır, güzeldir, kudretin bizzat mübaşeretine münasiptir, izzetine münâfi değildir. Onun için, esbab sırf zahirîdir; melekûtiyette ve hakikatte tesir-i hakikîleri yoktur.
Hem esbab-ı zahiriyenin diğer bir hikmeti şudur ki: Haksız şekvâları ve bâtıl itirazları Âdil-i Mutlaka tevcih etmemek için, o şekvâlara, o itirazlara hedef olacak esbab vaz edilmiştir. Çünkü kusur onlardan çıkıyor ve onların kabiliyetsizliğinden ileri geliyor.
Bu sırra bir misal-i lâtif suretinde bir temsil-i mânevî rivâyet ediliyor ki:
Cenâb-ı Hak, lisan-ı hikmetle ona demiş ki: “Seninle ibâdımın ortasında musibetler, hastalıklar perdesini bırakacağım—tâ şekvâları onlara gidip senden küsmesinler.”
İşte, bak: Nasıl hastalıklar perdedir; ecelde tevehhüm olunan fenalıklara mercidirler. Ve kabz-ı ervahta hakikat olarak olan hikmet ve güzellik, Azrail aleyhisselâmın vazifesine mütealliktir. Öyle de, Hazret-i Azrail dahi bir perdedir. Kabz-ı ervahta zahiren merhametsiz görünen ve rahmetin kemâline münasip düşmeyen bazı hâlâta merci olmak için, o memuriyete bir nâzır ve kudret-i İlâhiyeye bir perdedir.
Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab, perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden.
acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z) acz-âlûd: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z) Âdil-i Mutlak: sınırsız adâlet sahibi Allah (bk. a-d-l; ṭ-l-ḳ) Aleyhisselâm: Allah’ın selamı onun üzerine olsun (bk. s-l-m) âyine: ayna azamet: büyüklük (bk. a-ẓ-m) bâtıl: gerçek dışı, boş cânib: taraf, yön celâl: haşmet, görkem (bk. c-l-l) Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan, şeref sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) ecel: ölüm zamanı esbab: sebepler (bk. s-b-b) esbab-ı zahiriye: görünürdeki sebepler (bk. s-b-b; ẓ-h-r) fakr-pîşe: fakirlik, muhtaçlık (bk. f-ḳ-r) fenalık: kötülük (bk. f-n-y) hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hâlât: durumlar, haller Hazret-i Azrail: ölüm meleği, ruhları kabzetmekle görevli melek (bk. bilgiler) hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
ibâd: kullar (bk. a-b-d) ittihaz etmek: edinmek izhar: gösterme (bk. ẓ-h-r) izzet: şeref, yücelik (bk. a-z-z) kabz-ı ervah: ruhları teslim alma (bk. r-v-ḥ) kemâl: kusursuzluk, mükemmellik (bk. k-m-l) kudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarı (bk. ḳ-d-r) kudret-i İlâhiye: Allah’ın güç ve iktidarı (bk. ḳ-d-r; e-l-h) kudret-i Samedâniye: hiçbir şeye muhtaç olmayan ve herşey Kendisine muhtaç olan Allah’ın sınırsız güç ve iktidarı (bk. ḳ-d-r; ṣ-m-d) lisan-ı hikmet: hikmet dili (bk. ḥ-k-m) medar: sebep, vesile melekût: iç yüzü (bk. m-l-k) merci: kaynak, başvurulacak yer misal-i lâtif: güzel ve hoş bir örnek, suret, şekil (bk. m-s̱-l; l-ṭ-f) mübaşeret: temas muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ) muhtelif: çeşitli mülevven: renkli mülk ciheti: dış yüzü (bk. m-l-k) münâfi: zıt, aykırı münasip: uygun (bk. n-s-b)
musibet: belâ, dert, felâket müteallik: ilgili, ait nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r) nazar-ı zahirî: dışa dönük bakış (bk. n-ẓ-r; ẓ-h-r) nâzır: gözlemci (bk. n-ẓ-r) perdedâr-ı dest-i kudret: Allah’ın kudret elinin önünde perde (bk. ḳ-d-r) rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m) Rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b) şeffaf: saydam, parlak şekvâ: şikâyet şerik-i saltanat: saltanata ortak (bk. s-l-ṭ) temsil-i mânevî: mânevi örnek, benzetme (bk. a-n-y) tesir-i hakikî: gerçek tesir (bk. ḥ-ḳ-ḳ) tevcih etme: yöneltme tevehhüm olunmak: zannedilmek tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d) umur-u hasise: alçak ve değersiz işler vaz edilmek: konulmak vech: taraf zahir: görünen (bk. ẓ-h-r) zahiren: dış görünüş itibariyle (bk. ẓ-h-r) zahirî: dışa dönük (bk. ẓ-h-r)
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime BİRİNCİ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Bir kavle göre, Kitâb-ı Mübîn, Kur’ân’dan ibarettir. Yaş ve kuru herşey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime beyan ediyor. Öyle mi?” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden Yirminci Söz İkinci Makam.
Bir kavle göre, Kitâb-ı Mübîn, Kur’ân’dan ibarettir. Yaş ve kuru herşey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime beyan ediyor. Öyle mi? – Cumartesi Dersleri 20. 4.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Yirminci Sözün İkinci Makamı
Mu’cizât-ı enbiya yüzünde parlayan bir lem’a-i i’câz-ı Kur’ân
ON DÖRT SENE EVVEL (şimdi otuz seneden geçti)2, şu âyetin bir sırrına dair, İşârâtü’l-İ’câz namındaki tefsirimde, Arabiyyü’l-ibâre bir bahis yazmıştım. Şimdi, arzuları bence ehemmiyetli olan iki kardeşim, o bahse dair Türkçe olarak bir parça izah istediler. Ben de Cenâb-ı Hakkın tevfikine itimaden ve Kur’ân’ın feyzine istinaden diyorum ki:
Bir kavle göre, Kitâb-ı Mübîn, Kur’ân’dan ibarettir. Yaş ve kuru herşey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime beyan ediyor. Öyle mi? Evet, herşey içinde bulunur. Fakat herkes herşeyi içinde göremez. Zira muhtelif derecelerde bulunur. Bazan çekirdekleri, bazan nüveleri, bazan icmalleri, bazan düsturları, bazan alâmetleri, ya sarahaten, ya işareten, ya remzen, ya ibhâmen, ya ihtar tarzında bulunurlar. Fakat ihtiyaca göre ve maksad-ı Kur’ân’a münasip bir tarzda ve iktizâ-yı makam münasebetinde, şu tarzların birisiyle ifade ediliyor. Ezcümle:
Beşerin san’at ve fen cihetindeki terakkiyatlarının neticesi olan havârık-ı san’at ve garâib-i fen olarak tayyare, elektrik, şimendifer, telgraf gibi şeyler vücuda gelmiş ve beşerin hayat-ı maddiyesinde en büyük mevki almışlar. Elbette, umum nev-i beşere hitap eden Kur’ân-ı Hakîm, şunları mühmel bırakmaz. Evet, bırakmamış, iki cihetle onlara da işaret etmiştir.
Birinci cihet: Mu’cizât-ı enbiya suretiyle.
İkinci kısım şudur ki: Bazı hâdisât-ı tarihiye suretinde işaret eder. Ezcümle:
Dipnot-1
“Ne yaş, ne de kuru hiçbir şey yoktur ki, ap açık bir kitapta yazılmış olmasın.” En’âm Sûresi, 6:59.
Dipnot-2
Bu ifade 1957 senesine aittir.
âhir: son (bk. e-ḫ-r) alâmet: işaret Arabiyyü’l-ibâre: Arapça yazılmış yazı beşer: insan beyan: açıklama (bk. b-y-n) düstur: prensip, kural ezcümle: özetle, böylece fen: bilim dalı feyz: ilham, bereket ve ilim bolluğu (bk. f-y-ḍ) garâib-i fen: ilimdeki şaşırtıcı ve hayret verici şeyler hâdisât-ı tarihiye: tarihî olaylar havârık-ı san’at: san’at harikaları (bk. ṣ-n-a) hayat-ı maddiye: maddî hayat ibhâmen: üstü kapalı olarak icmal: kısaca, özet olarak (bk. c-m-l)
ihtar: hatırlatma iktizâ-yı makam: makamın gereği istinaden: dayanarak (bk. ṣ-n-d) itimaden: güvenerek izah: açıklama kavl: söz Kitab-ı Mübîn: herşeyin açıkça yazılı olduğu, Allah katındaki kitap (bk. k-t-b; b-y-n) Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m) lem’a-i i’câz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın mu’cizelik parıltısı (bk. a-c-z) maksad-ı Kur’ân: Kur’ân’ın maksadı (bk. ḳ-ṣ-d) mu’cizât-ı enbiya: peygamberlerin mu’cizeleri (bk. a-c-z; n-b-e)
mühmel bırakmak: ihmal etmek muhtelif: çeşitli münasebet: ilişki, bağlantı (bk. n-s-b) münasip: uygun (bk. n-s-b) nev-i beşer: insanlık nüve: çekirdek remzen: işareten sarahaten: açıkça şimendifer: tren sır: gizem, gizli gerçek suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r) tayyare: uçak tefsir: Kur’ân’ın mânâ bakımından açıklaması, yorumu (bk. f-s-r) terakkiyat: ilerlemeler tevfik: yardım umum: bütün vücuda gelme: var olma (bk. v-c-d)
âyeti, pek çok envâra, esrâra işaretle beraber, elektriğe dahi remzediyor.
Şu ikinci kısım, hem çok zatlar onlarla uğraştığından, hem çok dikkat ve izaha muhtaç olduğundan ve hem çok olduğundan, şimdilik şimendifer ve elektriğe işaret eden şu âyetlerle iktifâ edip o kapıyı açmayacağım.
Birinci kısım ise, mu’cizât-ı enbiya suretinde işaret ediyor. Biz dahi o kısımdan bazı nümuneleri misal olarak zikredeceğiz.
Mukaddime
İşte, Kur’ân-ı Hakîm, enbiyaları, insanın cemaatlerine terakkiyât-ı mâneviye cihetinde birer pişdar ve imam gönderdiği gibi, yine insanların terakkiyât-ı maddiye
Dipnot-1
“Uhdud Ashabına lânet olundu. Onlar tutuşturdukları ateşin karşısına oturur, mü’minlere yaptıkları işkenceyi seyrederlerdi. O mü’minlerden intikam almalarının sebebi ise, kudreti herşeye galip olan ve her türlü övgüye lâyık bulunan Allah’a iman etmiş olmalarından başka birşey değildi.” Burûc Sûresi, 85:4-8.
Dipnot-2
“Onlar için bir delil de, insan neslini, dolu gemilerde taşımamız ve bunun gibi daha nice binekleri onlar için yaratmış olmamızdır.” Yâsin Sûresi, 36:41-42.
Haşiye-1
Şu cümle işaret ediyor ki, şimendiferdir; âlem-i İslâmı esaret altına almıştır. Kâfirler onunla İslâmı mağlûp etmiştir.
(Nur Sûresi, 24:35) cümlesi, o remzi ışıklandırıyor.
Dipnot-3
“Allah göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun misali, bir lâmba yuvası gibidir ki, onda bir kandil vardır. Kandil de cam fanus içindedir. Cam fanus ise, inci gibi parlayan bir yıldıza benzer ki, ne doğuya, ne de batıya ait olmayan mübarek bir ağacın yakıtından tutuşturulur. Onun yakıtı, kendisine ateş dokunmasa bile ışık verecek kabiliyettedir. O nur üstüne nurdur. Allah dilediğini nuruna kavuşturur.” Nur Sûresi, 24:35.
pişdar: öncü remz: işaret şimendifer: tren terakkiyat-ı maddiye: maddî ilerlemeler terakkiyat-ı mâneviye: mânevî ilerlemeler (bk. a-n-y) zikretmek: bildirmek, belirtmek
suretinde dahi, o enbiyanın herbirisinin eline bazı harikalar verip yine o insanlara birer ustabaşı ve üstad etmiştir; onlara mutlak olarak ittibâa emrediyor.
İşte, enbiyaların mânevî kemâlâtını bahsetmekle insanları onlardan istifadeye teşvik ettiği gibi, mu’cizatlarından bahis dahi, onların nazirelerine yetişmeye ve taklitlerini yapmaya bir teşviki işmam ediyor. Hattâ denilebilir ki, mânevî kemâlât gibi, maddî kemâlâtı ve harikaları dahi, en evvel mu’cize eli nev-i beşere hediye etmiştir. İşte, Hazret-i Nuh’un (aleyhisselâm) bir mu’cizesi olan sefine ve Hazret-i Yusuf’un (aleyhisselâm) bir mu’cizesi olan saati, en evvel beşere hediye eden, dest-i mu’cizedir. Bu hakikate lâtif bir işarettir ki, san’atkârların ekseri, herbir san’atta birer peygamberi pîr ittihaz ediyor. Meselâ gemiciler Hazret-i Nuh’u (aleyhisselâm), saatçiler Hazret-i Yusuf’u (aleyhisselâm), terziler Hazret-i İdris’i (aleyhisselâm)…
Evet, madem Kur’ân’ın herbir âyeti çok vücuh-u irşadî ve müteaddit cihât-ı hidayeti olduğunu ehl-i tahkik ve ilm-i belâğat ittifak etmişler. Öyle ise, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın en parlak âyetleri olan mu’cizât-ı enbiya âyetleri, birer hikâye-i tarihiye olarak değil; belki onlar çok maânî-yi irşâdiyeyi tazammun ediyorlar. Evet, mu’cizât-ı enbiyayı zikretmesiyle, fen ve san’at-ı beşeriyenin nihayet hududunu çiziyor. En ileri gayâtına parmak basıyor. En nihayet hedeflerini tayin ediyor. Beşerin arkasına dest-i teşviki vurup o gayeye sevk ediyor. Zaman-ı mazi, zaman-ı müstakbel tohumlarının mahzeni ve şuûnâtının âyinesi olduğu gibi; müstakbel dahi, mazinin tarlası ve ahvâlinin âyinesidir. Şimdi, misal olarak, o çok vâsi menbadan yalnız birkaç nümunelerini beyan edeceğiz.
Meselâ, Hazret-i Süleyman aleyhisselâmın bir mu’cizesi olarak teshir-i havayı beyan eden
âyeti, “Hazret-i Süleyman, bir günde havada tayeran ile iki aylık bir mesafeyi kat’ etmiştir” der.
Dipnot-1
“Rüzgârı da Süleyman’a boyun eğdirdik ki, sabahtan bir aylık, öğleden sonra da bir aylık yol giderdi.” Sebe’ Sûresi, 34:12.
ahval: durumlar Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m) âyine: aynabeşer: insan beyan: açıklama (bk. b-y-n) cihât-ı hidayet: doğru yola götüren yönler (bk. h-d-y) dest-i mu’cize: mu’cize eli (bk. a-c-z) dest-i teşvik: teşvik eli ehl-i tahkik: gerçeği araştıranlar (bk. ḥ-ḳ-ḳ) ekser: çoğunluk (bk. k-s̱-r) enbiya: peygamberler (bk. n-b-e) evvel: önce fen ve san’at-ı beşeriye: insanlara ait bilim ve sanat (bk. ṣ-n-a) gayât: gayeler hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) Hazret-i İdris: (bk. bilgiler) Hazret-i Nuh: (bk. bilgiler) Hazret-i Süleyman: (bk. bilgiler)
Hazret-i Yusuf: (bk. bilgiler) hikâye-i tarihiye: tarihî hikâye hudut: sınır ilm-i belâğat: belâğat ilmi (bk. a-l-m; b-l-ğ) işmam: koklatma, hissettirme ittibâ: uymak ittifak etmek: birleşmek ittihaz etmek: edinmek kat’ etmek: aşmak kemâlât: üstünlükler (bk. k-m-l) Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: ifade ve açıklamalarıyla mu’cize olan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n) lâtif: ince, hoş, güzel (bk. l-ṭ-f) maânî-yi irşâdiye: doğru yolu gösteren ifadeler (bk. a-n-y; r-ş-d) mahzen: depo mazi: geçmiş menba: kaynak mu’cizat: mu’cizeler (bk. a-c-z) mu’cizat-ı enbiya: peygamberlerin mu’cizeleri (bk. a-c-z; n-b-e)
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z) müstakbel: gelecek müteaddit: çeşitli mutlak: kayıtsız, sınırsız (bk. ṭ-l-ḳ) nazire: benzer (bk. n-ẓ-r) nev-i beşer: insanlık nihayet: son pîr: önder sefine: gemi suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r) şuûnat: haller, hadiseler (bk. ş-e-n) tayeran: uçma tazammun etmek: içine almak teshir-i hava: havaya hükmetme vâsi: geniş vücuh-u irşadî: doğru yolu gösterici yönler (bk. r-ş-d) zaman-ı mazi: geçmiş zaman zaman-ı müstakbel: gelecek zaman zikretmek: anmak, b
İşte, bunda işaret ediyor ki: Beşere yol açıktır ki, havada böyle bir mesafeyi kat’ etsin. Öyle ise, ey beşer! Madem sana yol açıktır; bu mertebeye yetiş ve yanaş.
Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisanıyla mânen diyor: “Ey insan! Bir abdim hevâ-i nefsini terk ettiği için havaya bindirdim. Siz de nefsin tembelliğini bırakıp bazı kavânîn-i âdetimden güzelce istifade etseniz, siz de binebilirsiniz.”
Hem Hazret-i Mûsâ aleyhisselâmın bir mu’cizesini beyan eden
ilh.; bu âyet işaret ediyor ki, zemin tahtında gizli olan rahmet hazinelerinden, basit aletlerle istifade edilebilir. Hattâ taş gibi bir sert yerde, bir asâ ile âb-ı hayat celb edilebilir. İşte, şu âyet, bu mânâ ile beşere der ki: Rahmetin en lâtif feyzi olan âb-ı hayatı, bir asâ ile bulabilirsiniz. Öyle ise haydi, çalış, bul.
Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisan-ı remziyle, mânen diyor ki: “Ey insan! Madem Bana itimat eden bir abdimin eline öyle bir asâ veriyorum ki, her istediği yerde âb-ı hayatı onunla çeker. Sen de benim kavânîn-i rahmetime istinat etsen, şöyle ona benzer veyahut ona yakın bir aleti elde edebilirsin. Haydi, et!”
İşte, beşer terakkiyâtının mühimlerinden birisi, bir aletin icadıdır ki, ekser yerlerde vurulduğu vakit suyu fışkırtıyor. Şu âyet, ondan daha ileri nihâyât ve gayât-ı hududunu çizmiştir. Nasıl ki evvelki âyet, şimdiki halihazır tayyareden çok ileri nihayetlerinin noktalarını tayin etmiştir.
Hem meselâ, Hazret-i İsâ aleyhisselâmın bir mu’cizesine dair:
Kur’ân, Hazret-i İsâ aleyhisselâmın nasıl ahlâk-ı ulviyesine ittibâa beşeri sarihan teşvik eder. Öyle de, şu elindeki san’at-ı âliyeye ve tıbb-ı Rabbânîye remzen tergib ediyor. İşte, şu âyet işaret ediyor ki, en müzmin dertlere dahi derman bulunabilir. Öyle ise, ey insan ve ey musibetzede benî Âdem! Meyus olmayınız. Her dert, ne olursa olsun, dermanı mümkündür. Arayınız, bulunuz. Hattâ ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür.
Dipnot-1
“Mûsâ’ya ‘Vur asânı taşa’ buyurduk. Asâsını vurduğu yerden, on iki pınar fışkırıverdi.” Bakara Sûresi, 2:60.
Dipnot-2
“Allah’ın izniyle, anadan doğma körleri ve alaca hastalığına tutulanları iyileştirir ve ölüleri diriltirim.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:49.
âb-ı hayat: hayat suyu (bk. ḥ-y-y) abd: kul (bk. a-b-d) ahlâk-ı ulviye: yüksek ahlâk (bk. ḫ-l-ḳ) Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m) asâ: benî Âdem: Âdemoğulları, insanlar beşer: insan beyan: açıklama (bk. b-y-n celb etmek: çekmek ekser: pek çok (bk. k-s̱-r) evvelki: önceki feyz: bereket, nimet (bk. f-y-ḍ) gâyât-ı hudud: en son sınırlar halihazır: halen var olan Hazret-i İsâ: (bk. bilgiler) Hazret-i Mûsâ: (bk. bilgiler)
hevâ-i nefs: kabiliyet ve duyguları nefsin yasak arzu ve isteklerinin emrine verme (bk. h-v-y; n-f-s) icad: yapma, meydana getirme (bk. v-c-d) istinat: dayanma (bk. s-n-d) ittibâ: uyma kat etmek: aşmak, kesmek kavânin-i âdet: Allah’ın kâinata koyduğu tabiat kanunları (bk. ḳ-n-n) kavânin-i rahmet: rahmet kanunları (bk. ḳ-n-n; r-ḥ-m) lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f) lisan: dil lisan-ı remz: işaret dili mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)
meyus: ümitsiz musibetzede: felâkete uğramış muvakkat: geçici müzmin: iyice yerleşmiş, kronik nihâyât: sonlar nihayet: son rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m) remzen: işareten san’at-ı âliye: yüksek san’at (bk. ṣ-n-a) sarihan: açık şekilde tayyare: uçak terakkiyat: ilerlemeler tergib etmek: rağbet uyandırmak tıbb-ı Rabbânî: Allah’ın Rablığına ait olan tıb ilmi (bk. r-b-b) zemin tahtı: yer altı
Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisan-ı işaretiyle, mânen diyor ki: “Ey insan! Benim için dünyayı terk eden bir abdime iki hediye verdim: biri mânevî dertlerin dermanı, biri de maddî dertlerin ilâcı. İşte, ölmüş kalbler nur-u hidayetle diriliyor. Ölmüş gibi hastalar dahi onun nefesiyle ve ilâcıyla şifa buluyor. Sen de Benim eczahane-i hikmetimde her derdine deva bulabilirsin. Çalış, bul. Elbette ararsan bulursun.”
İşte, beşerin tıp cihetindeki şimdiki terakkiyâtından çok ilerideki hududunu şu âyet çiziyor ve ona işaret ediyor ve teşvik yapıyor.
abd: kul (bk. a-b-d) Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m) benî Âdem: Âdemoğulları, insanlar beşer: insan Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) eczahane-i hikmet: fayda ve şifa eczahanesi (bk. ḥ-k-m) ekser: pek çok (bk. k-s̱-r) evâmir-i teklifiye: Allah’ın kullarını uymakla yükümlü tuttuğu emirler fasletmek: ayırmak fazl: fazilet, üstünlük, erdem (bk. f-ḍ-l) hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâkim: idareci, hükümdâr (bk. ḥ-k-m) halife: yeryüzünde Allah namına hareket eden insan (bk. ḫ-l-f) halife-i zemin: yeryüzü halifesi (bk. ḫ-l-f) hayat-ı içtimaiye: toplum hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a) Hazret-i Dâvud: (bk. bilgiler) Hazret-i Süleyman: (bk. bilgiler) hikmet: herşeyin bir gayeye yönelik olarak, anlamlı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) kemâl-i vuzuh: tam bir açıklık (bk. k-m-l) lisan-ı işaret: işaret dili mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)
medar: sebep, vesile nimet-i İlâhiye: Allah’ın nimeti (bk. n-a-m; e-l-h) nuhâs: bakır nur-u hidayet: doğru ve hak yolu gösterme nuru (bk. n-v-r; h-d-y) resul: peygamber (bk. r-s-l) sanayi-i beşeriye: insanlığa ait san’atlar, endüstri (bk. ṣ-n-a) sanayi-i umumiye: genel sanayi, endüstri (bk. ṣ-n-a) sarihan: açık şekilde telyîn-i hadid: demirin yumuşatılması terakkiyat: ilerlemeler tergib: rağbet uyandırma
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirminci Söz, İkinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Bu sayfada; ortaöğretim / lise 11. sınıf Biyoloji dersi 1. ünite 2. bölümde yer alan DESTEK VE HAREKET SİSTEMİNİN YAPISI, GÖREVİ VE İŞLEYİŞİ ile ilgili konunun özeti yer almaktadır.
1.2.1. DESTEK VE HAREKET SİSTEMİNİN YAPISI, GÖREVİ VE İŞLEYİŞİ
Konu Özeti
KAZANIM
11.1.2. Destek ve Hareket Sistemi
Anahtar Kavramlar
eklem, kas, kemik, kıkırdak, tendon
11.1.2.1. Destek ve hareket sisteminin yapı, görev ve işleyişini açıklar.
a. Kemik, kıkırdak ve kas doku açıklanır.
b. Destek ve hareket sisteminin yapısı işlenirken görsel ögeler, grafik düzenleyiciler, e-öğrenme nesnesi ve uygulamalarından yararlanılır.
c. Kemik ve kas çeşitleri açıklanır.
ç. Kıkırdak ve eklem çeşitleri ile vücutta bulunduğu yerlere örnekler verilir. Yapılarına girilmez.
1.2.1. DESTEK VE HAREKET SİSTEMİNİN YAPISI, GÖREVİ VE İŞLEYİŞİ
Konu Özeti
Destek ve hareket sistemi;
kemik,
kıkırdak,
kas
bağ
dokulardan oluşturulmuştur.
Destek ve hareket sistemine;
hareketin sağlanması,
organizmaya destek olunması,
vücudun ihtiyacı olan minerallerin depolanması,
iç organlara ve kaslara bağlanma yüzeyi sağlanması,
önemli iç organların korunması,
vücuda biçim verilmesi ve
kan hücrelerinin üretilmesi
gibi görevler verilmiştir.
Destek ve hareketi sağlamak için iskelet ve kas sistemi birlikte görev yapar.
İSKELET SİSTEMİ
İskelet sistemi, vücudu desteklemek ve kasların tutunması için yüzey alanı sağlamakla görevlendirilmiştir.
İskelet sistemi önemli iç organları zedelenmekten korur.
İskelet sistemi, kemik ve kıkırdak olmak üzere iki çeşit bağ dokudan meydana getirilmiştir.
Embriyoda ikinci aydan itibaren kalsiyum karbonat, kalsiyum fosfat gibi tuzların biriktirilmesiyle kemikleşme süreci başlatılır.
Kemik Doku
Kemik doku hücrelerine osteosit, kemik doku ara maddesine ise osein denir. Osteositler, lâkün denilen boşluklar içinde yer alır ve ince uzantılarla birbiriyle bağlantı kurar.
Kalsiyum karbonat ve kalsiyum fosfat tuzları kemik dokuya sertlik kazandıracak şekilde tasarlanmıştır.
Yaşın ilerlemesiyle kemik dokuda organik madde oranı azaldığı, mineral tuz oranı arttığı için kemiğin sertliği ve buna bağlı olarak da kırılganlığı artar.
Organik kısım olan kollajen lifler ise kemiğe esneklik verir. Çocuklarda kemikler daha esnektir.
Kemik doku kan damarları ve sinirler bakımından da zengindir. Doku yapısına göre kemikler süngerimsi kemik doku ve sıkı kemik doku olmak üzere iki çeşittir.
Süngerimsi kemik doku:
Küçük kemik plakaların arasına boşluk bırakılarak bağlanması nedeniyle gözenekli yapıya sahiptir.
Süngerimsi kemik, böyle bir yapı sayesinde oldukça büyük baskılara dayanabilir şekilde biçimlendirilmiştir.
Süngerimsi kemiğin boşluklarında kırmızı kemik iliği bulunur. Kırmızı kemik iliğinde kan hücreleri üretilir.
Süngerimsi kemik doku
Süngerimsi kemik,
uzun kemiklerin şişkin olan uç kısımlarında ve ilik kanalı çevresinde
yassı ve kısa kemiklerin iç kısmında bulunur.
Sıkı kemik doku:
Kalsiyum karbonat, kalsiyum fosfat gibi tuzların yoğun bir şekilde biriktirilmesi nedeniyle oldukça sıkı ve sert yapıya sahiptir.
Uzun kemiklerin gövde kısmı büyük ölçüde sıkı kemikten oluşturulmuştur.
Sıkı kemikte osteon adı verilen yapı birimleri kullanılır.
Osteon, merkezî bir kanal çevresinde dairesel olarak sıralanmış kemik tabakalar ve tabakaların arasında konumlandırılmış kemik hücrelerden oluşturulmuştur.
Sıkı kemik doku
Osteonun;
ortasındaki kanala Havers kanalı,
Havers kanallarını yatay olarak birbirine bağlayan kanallara Volkmann kanalı
adı verilir
Bu kanallarda sinirler ve kemik dokuyu besleyen kan damarları yer alır.
Kemik dokunun ihtiyaç duyduğu besin ve oksijen kanallardaki kan damarından sağlanır.
Atık ürünler de aynı yolla kana verilir.
Şekillerine Göre Kemik Çeşitleri
Şekillerine göre kemikler;
Uzun kemikler,
Kısa kemikler,
Yassı kemikler
Düzensiz şekilli kemikler
olmak üzere dört çeşittir.
1. Uzun kemikler:
Boyu eninden uzun olan kemiklerdir. Koldaki pazu kemiği ve bacaklardaki uyluk kemikleri uzun kemiklere örnektir.
Uzun kemikler
Uç kısımlarındaki şişkin bölgeler baştır. İki baş arasındaki bölge ise gövdedir. Baş kısımlarının dış kısmı, sıkı kemik doku iç kısmı ise süngerimsi kemik doku yapısındadır.
Gövde kısmı büyük ölçüde sıkı kemikten yapılmıştır. Gövdenin ortasındaki boşlukta ise sarı kemik iliği yer alır. Sarı kemik iliği yalnızca uzun kemiklerin yapısında bulunur. Bol miktarda yağ içerir.
Sarı kemik iliğinde bazı akyuvar hücreleri üretilir.
Uzun kemiklerin baş kısmında kemiğin boyuna uzamasını sağlayan kıkırdak dokudan oluşmuş epifiz plağı vardır. Epifiz plağı; ergenlik döneminin ardından kemikleşir, kemikte ve bireyde boyuna uzama durur.
Kemiklerin dış yüzeyini saran zara periost adı verilir. Periost, bol miktarda kan damarı ve sinir içerir.
Periost, kemiğin enine kalınlaşmasını ve kırılan kemiğin onarılmasını sağlar.
2. Kısa kemikler:
Uzunlukları, genişlikleri ve kalınlıkları birbirine yakın olan kemiklerdir.
Ön kolla el arasında bulunan el bilek kemikleri ve bacakla tarak kemikleri arasında bulunan ayak bilek kemikleri kısa kemiklere örnektir.
Kısa kemikler
Kısa kemiklerin dış yüzeyini periost sarar.
Kısa kemiklerin iç kısmında süngerimsi kemik doku dış kısmında sert kemik doku bulunur.
Yassı kemiklerin dış kısmında periost bulunur. Yassı kemiğin merkezinde kırmızı kemik iliği içeren süngerimsi kemik doku, dış tarafında ise sert kemik doku bulunur.
4. Düzensiz şekilli kemikler:
Belirli bir şekli olmayan, baskılara dayanıklı sağlam kemiklerdir.
Omurlar ve çene kemikleri düzensiz şekilli kemiklere örnektir.
Düzensiz şekilli kemikler
Diğer kemik çeşitlerinde olduğu gibi dıştan periostla kaplıdır.
İç tarafında süngerimsi kemik doku dış tarafında ise sert kemik doku bulunur
İskelet
Yetişkin insan iskeleti 206 kemikten oluşturulmuştur. Bu kemiklerin bazıları birbirine kaynaşmıştır.
İskelet;
Eksen iskeleti2. Üyeler iskeleti
olmak üzere iki ana bölüme ayrılır.
Eksen iskeletinde;
a. Baş, b. Gövde,
iskeleti yer alır.
a. Baş iskeleti,
Kafatası
Yüz kemiklerinden
meydana gelir.
Baş iskeleti
Baş iskeletinde sadece alt çene kemiği hareketlidir.
b. Gövde iskeleti;
Omurga,
Göğüs kemiği
Kaburgalardan
meydana gelir.
Gövde iskeleti
Omurga, boyundan kuyruk sokumuna kadar devam eder. Omurlar arasında kıkırdaktan oluşturulmuş diskler vardır.
Omurgayı oluşturan omurlar;
Baş ve gövdenin hareketini ve vücudun dik durmasını sağlar.
Kaburga ve iç organlara bağlanma bölgesine yerleştirilmiştir.
Deliklerinin üst üste getirilmesiyle omurga kanalı oluşturulmuştur ve içindeki omuriliği korur.
Baş, gövde, göğüs ve karın boşluğundaki birçok organın ağırlığını taşır ve destek olur.
Omurlar yapı ve işlevleri bakımından;
Boyun omurları,
Sırt omurları,
Bel omurları,
Sağrı omurları
Kuyruk sokumu omurları
olmak üzere beş bölümde incelenir. Boyun omurlarının birincisine atlas, ikincisine eksen adı verilir. Sırt omurları, kaburgayla bağlantılıdır.
İnsanda on iki çift kaburga vardır.
Sırt omurlarından çıkan kaburgaların ilk yedi çifti ayrı ayrı, sonraki üç çift, birleştirilerek göğüs kemiğine bağlanmıştır.
Son iki çift kaburganın uçları göğüs kasları arasında serbest bırakılmıştır. Bu kaburgalara yüzücü kaburga denir.
Kaburga göğüs bölgesindeki iç organları koruyacak, destekleyecek ve soluk alıp vermeyi sağlayacak şekilde tasarlanmıştır.
Kaburga kemiklerindeki ilikler kan yapımında önemli bir yere sahiptir.
Üyeler iskeletinde ise;
a. Kol kemikleri,
b. Bacak kemikleri,
c. Üye kemerleri,
yer alır.
a. Kol kemikleri;
pazu,
ön kol,
dirsek,
el bilek,
el tarak,
el parmak,
kemiklerinden oluşturulmuştur.
Üyeler iskeleti; a. Kol kemikleri, b. Bacak kemikleri
b. Bacakta kemikleri;
uyluk,
diz kapağı,
kaval,
baldır,
ayak bilek,
ayak tarak,
ayak parmak,
kemiklerinden oluşturulmuştur.
c. Üye kemerleri,
omuz kemeri
kalça kemerinden
oluşturulmuştur.
Omuz kemerinde
önde köprücük kemiği,
arkada ise kürek kemiği vardır.
Omuz kemeri kol kemiğine eklemle bağlanmıştır.
Kalça kemeri;
oturga,
kalça,
çatı,
olmak üzere üç kemiğin kaynaştırılmasıyla oluşturulmuştur.
Kalça kemeri
Her iki kalça kemeri arkada sağrı omurlarına; önde ise birbirine bağlanır.
Böylece kalça kemerleri arasında leğen boşluğu oluşur.
Kemiklerin birbiriyle birleştirilme yerine eklem denir.
Hareket şekline göre;
oynamaz eklemler,
yarı oynar eklemler,
oynar eklemler,
olmak üzere üç çeşit eklem vardır.
1. Oynamaz eklem
Hareketsiz eklemlerdir. Kafatasını oluşturan kemiklerin arasındaki eklemlerle, sağrı ve kuyruk sokumunda bulunan eklemler oynamaz eklemlere örnektir.
Bu eklemleri birbirine bağlayan kemikler, eklem bölgesinde genellikle testere dişine benzer şekilde girintilerle ve çıkıntılarla birbirine kenetlenmiştir.
Eklemler
Yarı oynar eklem
Hareketleri sınırlıdır. Omurgayı oluşturan omurlar arasındaki eklemler, yarı oynar eklemlere örnektir.
Oynar eklem
Hareketli eklemlerdir. Kolda pazu kemiği ile ön kol kemiği, bacakta ise uyluk kemiği ile kaval kemiği arasındaki eklemler oynar ekleme örnektir.
Ayrıca parmak kemiklerinin arasındaki eklemler de oynar eklemlerdir.
KAS SİSTEMİ
Kaslar, kemiklerle vücuda şekil vermede kullanılmaktadır. Kasların temel görevi, vücudun veya bulundukları organların hareketini sağlamaktır.
Örneğin iskelet kaslarının kasılıp gevşemesi sayesinde konuşma, nefes alıp verme, yürüme, koşma, yüzme gibi çeşitli hareketler gerçekleştirilir.
İstemsiz çalışan düz kaslar, iç organlarımızın hareketini sağlar. Kan, kalp kasının kasılmasıyla tüm vücuda ve akciğerlere pompalanır. Böylece hücrelere gerekli maddelerin ulaştırılması sağlanır.
KAS SİSTEMİ
Kas Doku
Kaslar, kas dokusundan oluşturulmuştur. Kas dokusunda yer alan kas lifleri kas hücresi olarak adlandırılır.
Kas hücreleri özelleştirilmiş hücrelerdir. Kas hücrelerinin zarına sarkolemma, plazmasına sarkoplazma, endoplazmik retikulumuna sarkoplazmik retikulum adı verilir.
Kas hücrelerinde kasılıp gevşemeyi sağlayan aktin ve miyozin proteinlerinden oluşmuş filamentler bulunur. Bu iplikçikler, bir araya gelerek miyofibrilleri oluşturur. Kas dokuda enerji ihtiyacı fazla olduğundan kas hücrelerinin mitokondri sayısı fazladır.
Kas Çeşitleri
Kaslar;
düz kas,
kalp kası,
iskelet kası,
olmak üzere üç çeşittir.
1. Düz kas
İç organların yapısında bulunan düz kaslar, mekik şeklindeki hücrelerden oluşturulmuştur.
Bu hücreler, tek çekirdekli olup aktin ve miyozin filamentler, hücre boyunca düzenli olarak sıralanmadığından düz kaslarda bantlaşma görülmez.
Bu nedenle bu hücrelerden oluşan kaslar, düz kas olarak adlandırılır.
Düz kaslar, yavaş kasılıp yavaş gevşer.
Düz kasların kasılıp gevşemesi, otonom sinir sistemi tarafından düzenlenir ve bu kaslar istemsiz hareket eder.
Düz kaslar sinirsel, hormonal ve fiziksel uyarılarla kasılır.
Solunum, sindirim, dolaşım, üreme ve boşaltım sistemlerindeki organların yapısında düz kaslar bulunur.
Kas Çeşitleri
2. Kalp kası
Kalbin yapısında yer alır. Silindirik hücreleri dallanma gösterir. Kalp kası hücreleri genellikle tek çekirdeklidir ve çok miktarda mitokondri içerir.
Miyozin ve aktin filamentlerin düzenli diziliminden dolayı kalp kası hücreleri mikroskop altında çizgili görünür. Bu hücreler, çizgili olmaları nedeniyle iskelet kası hücrelerine benzer, hızlı kasılır.
İstemsiz çalışmaları nedeniyle düz kas hücrelerine benzerlik gösterir.
Çalışmaları otonom sinir sistemi tarafından düzenlenir şekilde tasarlanmıştır.
Kalp kası hücreleri otonom sinir sistemi tarafından impuls almadan da kasılıp gevşeyebilir.
3. İskelet kası
Vücutta en çok bulunan kas çeşididir. Bu kaslar, iskelete tutunur. İskelet kaslarının işlevleri, beyin kontrolünde gerçekleşir şekilde tasarlandığı için istemli olarak çalışır.
İskelet kasları, kas boyunca uzanan kas liflerinden oluşturulmuştur. Mikroskop altında çizgili görünür. İskelet kasına çizgili kas da denir. Her bir lif, uzun silindir şeklinde tek bir hücredir.
İskelet kası hücreleri, çok sayıda çekirdek içerir. Çünkü bu hücrelerin her biri embriyonik dönemde çok sayıda hücrenin kaynaşmasıyla oluşturulmuştur.
Bu hücreler, oksijen depolayabilen ve demir içeren miyoglobin pigmenti içerdiğinden kırmızı renkte görünür. İskelet kasları hızlı kasılır ve çabuk yorulur.
Kas Kasılması
Kas lifi çok sayıda miyofibril içerir. Miyofibriller, aktin ve miyozin filamentlerinden oluşturulmuştur. Bu filamentlerin düzenli dizilişlerinden dolayı mikroskopta bakıldığında iskelet kası hücrelerinde art arda tekrarlanan açık ve koyu bantlar görülür.
Tekrarlanan bu bantlarda aktin ve miyozin filamentler, belirli bir düzen içinde konumlandırılarak kasın sarkomer adı verilen kasılma birimlerini oluşturur.
Sarkomer, iki Z çizgisi arasında kalan kısımdır. İnce olan aktin filamentler Z çizgisinde birbirine bağlanıp sarkomerin merkezine doğru uzanır.
Kalın olan miyozin filamentler ise sarkomerin merkezinde birbirine tutunur. Sarkomerdeki bantlaşma incelendiğinde sadece aktin filamentlerden oluşan bölgeye I bandı, aktin ve miyozin filamentlerin birlikte yer aldığı bölgeye A bandı adı verilir. A bandının ortasında sadece miyozin proteinlerinden oluşan, açık renk olarak görünen bölgeye H bandı adı verilir.
Kas Kasılması
Çizgili kaslar, somatik sinir sistemine ait miyelinli nöronlar tarafından uyarılır. Motor sinirler motor liflerini oluşturur ve motor lifler de kasların uyarılmasını sağlar.
Motor sinir hücresiyle kas hücresi arasındaki bağlantı bölgesi motor uç plak olarak adlandırılır. Nöronla taşınan impuls, motor uç plağa gelince nörondan nörotransmitter salgılanmasını sağlar.
Nörotransmitterler sarkolemma üzerindeki Na+ kanallarının açılmasına ve hücreye çok miktarda Na+ iyonunun girmesine neden olur.
Böylece kas hücresi uyarılır ve impuls sarkolemma boyunca yayılır. Bu impuls, sarkoplazmik retikuluma ulaşınca sarkoplazmik retikulumda depolanan Ca+2 iyonları sitoplazmaya salınır. Böylece sitoplazmada Ca+2 iyonları derişimi yükselir. Salınan Ca+2 iyonları, sarkomerde aktin üzerinde konumlanmış olan proteini kaydırarak miyozinin aktine bağlanacağı kısmın açığa çıkmasını sağlar. Aktin filamentler miyozin flamentler üzerinde kayar, kas lifi kasılır.
Motor uç plak
Kasılmış kasın gevşemesi, impuls iletimi kesildiği zaman gerçekleşir. Kasılma tamamlanınca Ca+2 iyonları sarkoplazmik retikuluma aktif taşımayla taşınır böylece gevşeme gerçekleştirilir.
Sarkoplazmada kalsiyum derişimi düşünce aktin üzerindeki protein kompleksi aktifleştirilerek miyozinin aktine bağlanma bölgesinin kapanmasına neden olur ve kasılma durur.
Kasılma fizyolojisi
Miyozinin aktinden ayrılması için ATP’ye gereksinim duyulur. Kasta yeterli ATP olduğu sürece kasılıp gevşeme devam eder.
Kasın kasılabilmesi için gerekli minimum uyarı şiddetine eşik değer denir. Eşik değerin altındaki uyarılar, kas lifinde uyarı oluşturmaz.
Eşik değer ve eşik değerin üzerindeki uyarılar ise kas lifi tarafından aynı şiddette cevaplanır. Bu duruma ya hep ya hiç kuralı denir.
Kasılma evreleri
Çizgili kasların dinlenme durumunda hafif kasılı ve gergin olma durumuna kas tonusu denir. Kas tonusu bilincin açık olduğu durumda mevcuttur. Kasın kasılma sonrası normal durumuna geri döndürülmesine gevşeme evresi denir.
Uyarı alan kasın kasılması ve gevşemesi üç evrede gerçekleştirilir. Bunlar sırasıyla gizli evre, kasılma evresi ve gevşeme evresidir.
Gevşeme anından itibaren kasın tekrar uyarılmasına kadar geçen sürede kas dinlenmektedir. Ancak kas lifi (hücresi), gevşemeye fırsat vermeden kasılması için art arda uyarılırsa kasılı durumda kalır. Bu duruma fizyolojik tetanos (kramp) denir. Bazı kaslar birbirine zıt çalıştırılır. Bu kaslara antagonist kaslar denir. Antagonist kaslardan biri kasılırken diğeri gevşer. Böylece iki farklı yönde dengeli ve hızlı hareket sağlanır. Kolun üst kısmında yer alan pazu kasları antagonist kaslara örnektir.
Fizyolojik tetanos (kramp)
Kas Enerjisinin Sağlanması
İskelet kası ve kalp kası hızlı kasılıp gevşetilir. Kasların kasılmasında da gevşemesinde de ATP kullanılır.
Bu kasların hücrelerinde mitokondri sayısı fazladır. Gerekli enerji öncelikli olarak kas hücrelerindeki ATP’den sağlanır. ATPaz enzimiyle ATP parçalanır ve enerji kullanılır.
İskelet kası hücreleri, kasılmaya başladığında hücrede çok az miktarda bulunan ATP moleküllerini kullanır. ATP molekülleri çok kısa sürede tükenir.
Kas hücreleri, ATP ihtiyacını kreatin fosfat üzerinden sağlar. Kas hücrelerinde mevcut ATP’den daha fazla kreatin fosfat (CP) bulunur.
Enerji ihtiyacı olan kas hücreleri, kreatin fosfat molekülünü parçalayacak şekilde tasarlanmıştır. Açığa çıkan fosfat ile ADP, ATP’ye dönüştürülür.
Kaslar, bu şekilde kreatin fosfatı destek enerji kaynağı olarak kullanır ve yaklaşık 15 saniye kadar ATP ihtiyacı karşılanabilir.
Kas, gevşeyip dinlenmeye geçince reaksiyonun tersi gerçekleşir. Böylece kreatin fosfat yeniden sentezlenir ve depolanır.
Kasta enerji ihtiyacının devam etmesi durumunda kas hücresinde depolanan glikojen molekülü parçalanır böylece glikoz fosfat molekülü açığa çıkar. Bu madde kana geçemez sadece kaslarda yakıt olarak kullanılır.
Glikoz fosfat, kas hücrelerinde ya oksijenli solunumda kullanılarak (öncelikli olarak) ya da laktik asit fermantasyonunda kullanılarak ATP elde edilir.
Laktik asit fermantasyonu sonucunda açığa çıkan laktik asit yorgunluk hissi oluşturur. Laktik asidin küçük bir miktarı pirüvik aside çevrilir ve sonra bütün vücut sıvılarında oksijenli solunumda kullanılır.
Kalan laktik asidin büyük kısmı karaciğerde olmak üzere glikoza çevrilir ve bu glikoz kasların glikojen depolarının yenilenmesinde kullanılır.
İskelet kaslarının kasılması sırasında ATP, kreatin fosfat, glikoz, oksijen, glikojen miktarı azalır; ADP, fosfat, kreatin, karbondioksit, su, laktik asit, ısı miktarı artar.
Tendonlar
Kaslar kemiklere tendonlarla bağlanır. Tendonlar kasları kemiklere bağlayan bağ doku liflerinden oluşturulmuşmuş yapıdır. Tendonlar kasılmaz. Fiziksel gerilmelere karşı dayanıklıdır.
Tendonlar
ETKİNLİK – BUNLARI DA BİLELİM !
Verilen ayetleri, tefsirini ve sonra da metni okuyunuz.
Metinde anlamını bilmediğiniz kelimeler için altta verilen sözlüğe bakınız. Ya da metnin altında verilen internet sayfasına giderek anlamını bilmediğiniz kelimenin üzerine tıklayınız.
Metnin sonunda verilen boş satırlara ayetler, tefsir ve metinle ilgili duygu ve düşüncelerinizi yazınız.
Meal
İnsan görmez mi ki, biz onu meniden yarattık. Bir de bakıyorsun ki, apaçık düşman kesilmiş. ﴾77﴿
Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: «Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?» diyor. ﴾78﴿
De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir. ﴾79﴿
(Yâsîn Sûresi, 36/77-79).
Tefsir
İnsanın kendi yaratılışı üzerinde düşünmeyi bir kenara bırakıp, küstahça bir tavırla yüce yaratıcının ve peygamberinin bildirdiklerini yalnızca aklıyla yargılamaya kalkışmasının ne kadar çelişkili olduğu bir örnek ışığında ortaya konmaktadır.
Bu örnekte iki nesne (nutfe ve çürümüş kemik) kıyaslanmaktadır. Bunlardan nutfe, Kur’an’daki kullanımlarına göre erkeğin menisi veya döllenmiş hücre (zigot) mânasına gelmektedir. Böylesine önemsiz görünen bir cismin belirli süreçlerden geçtikten sonra yetişkin bir insan haline gelebilmesini sağlayan bir irade ve kudretin yani yaratıcının bulunduğunu kabul eden kişinin –ki başka âyetlerde belirtildiği üzere müşrik Araplar evrenin ve evrendeki varlıkların yaratıcısının Allah olduğunu itiraf ediyorlardı–, işte bu gücün çürümüş kemiğe de can verebileceğini yadırgamaması gerekir.
Ne var ki Resûlullah’ın peygamberliğini ve onun bildirdiklerini, dolayısıyla öldükten sonra dirilme gerçeğini kabul etmemek, sonuç olarak da Allah’ın yanı sıra başka mâbudlara tapma esasına dayalı kurulu düzenlerini sürdürmek için kırk dereden su getiren Mekke müşrikleri, akıllarınca bu tür örneklerden de yararlanarak alaycı ifadelerle çevrelerindekileri etkilemeye çalışıyorlardı.
Tefsirlerde bu âyetlerin nüzûl sebebi olarak şöyle bir olaya yer verilir:
Müşriklerin önde gelenlerinden biri Hz. Peygamber’e elinde çürümüş bir kemik parçasıyla gelir ve onu ufalayıp, “Böyle un ufak olduktan sonra Allah bunu diriltecek öyle mi?” der. Resûl-i Ekrem de “Evet. Nitekim O seni de öldürecek, sonra diriltip cehenneme atacak!” cevabını verir.
Rivayetlerde Resûlullah’la konuşan kişi ile ilgili olarak Übey b. Halef, Âsî b. Vâil, Ebû Cehil ve Velîd b. Mug^re isimlerinin geçmesi, olayın benzerlerinin birkaç defa meydana gelmiş olması ihtimalini düşündürmektedir (İbn Âşûr, XXIII, 73; rivayetler için ayrıca bk. Taberî, XXIII, 30-31; İbn Atıyye, Abdullah b. Übeyy’in adının zikredilmesini haklı olarak eleştirir; IV, 463-464).
Fakat en çok adı geçen Übey b. Halef’in, isimleri belirtilen diğer kişilerin bulunduğu bir toplulukta, “Muhammed Allah’ın ölüleri dirilteceğini söylüyor, bunu onunla tartışacağım!” dedikten sonra çürümüş bir kemik alıp Resûlullah’a gittiği rivayeti daha mâkul görünmektedir (Zemahşerî, III, 293). Râzî’nin belirttiği üzere önemli olan, özel sebep ne olursa olsun sözün genelinden çıkan mânadır, ki bu da Allah’ın kudretini ve haşri inkâr eden zihniyetin mahkûm edilmesidir (XXVI, 107-108).
79. âyetin son cümlesinde geçen halk kelimesi hem “yaratma” hem “yaratılanlar” (mahlûkat) anlamına geldiği için, bu cümle genellikle bu iki mânayı da yansıtmak üzere şu şekilde açıklanmıştır:
Allah Teâlâ, yaratılanların hepsini bütün ayrıntılarıyla, her birini toplanan ve dağılan parçalarıyla, usulü ve fürûu, içinde bulunduğu durumları, nitelik ve nicelikleri, her türlü özellikleriyle bilir; yaratmanın da her türlüsünü, maddeli-maddesiz, aletli-aletsiz, örnekli-örneksiz, ilkin ve sonra her çeşidini bilir (Elmalılı, VI, 4041).
KUR’ÂN-I HAKÎM ile felsefe ulûmunun mahsul-ü hikmetlerini, ders-i ibretlerini, derece-i ilimlerini muvazene etmek istersen, şu gelecek sözlere dikkat et.
İşte, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân’ın, bütün kâinattaki âdiyat namıyla yad olunan, harikulâde ve birer mucize-i kudret olan mevcudat üstündeki âdet ve ülfet perdesini keskin beyanatıyla yırtıp, o hakaik-ı acibeyi zîşuura açıp, nazar-ı ibretlerini celb edip, ukûle tükenmez bir hazine-i ulûm açar.
Felsefe hikmeti ise, bütün harikulâde olan mucizat-ı kudreti âdet perdesi içinde saklayıp cahilâne ve lâkaydâne üstünde geçer. Yalnız harikulâdelikten düşen ve intizam-ı hilkatten huruç eden ve kemâl-i fıtrattan sukut eden nadir fertleri nazar-ı dikkate arz eder, onları birer ibretli hikmet diye zîşuura takdim eder. Meselâ, en cami’ bir mucize-i kudret olan insanın hilkatini âdi deyip lâkaytlıkla bakar. Fakat insanın kemâl-i hilkatinden huruç etmiş, üç ayaklı yahut iki başlı bir insanı bir velvele-i istiğrabla nazar-ı ibrete teşhir eder. Meselâ, en lâtif ve
âdet: alışkanlık âdi: normal, basit, sıradan âdiyat: alışılmış olan sıradan şeyler beyanat: açıklamalar (bk. b-y-n) cahilâne: cahilce, bilgisizce cami’: kapsamlı (bk. c-m-a) celb etmek: çekmek derece-i ilim: ilim derecesi (bk. a-l-m) ders-i ibret: ibret dersi hakaik-ı acibe: şaşırtıcı ve hayrette bırakan gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ) harikulâde: olağanüstü, hayranlık verici hazine-i ulûm: ilimler hazinesi (bk. a-l-m) hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması veya yapılması (bk. ḥ-k-m)
umumî bir mucize-i rahmet olan, bütün yavruların hazine-i gaybdan muntazam iâşelerini âdi görüp küfran perdesini üstüne çeker. Fakat intizamdan şüzuz etmiş, kabilesinden cüda olmuş, yalnız olarak gurbete düşmüş, denizin altında olan bir böceğin bir yeşil yaprakla iâşesini görür, ondan tecellî eden lütuf ve keremle bütün hâzır balıkçıları ağlatmak ister. HAŞİYE-1
İşte, Kur’ân-ı Kerîmin ilim ve hikmet ve marifet-i İlâhiye cihetiyle servet ve gınâsı; ve felsefenin ilim ve ibret ve marifet-i Sâni cihetindeki fakr ve iflâsını gör, ibret al!
adem-i intizam: düzensizlik, düzenin yokluğu (bk. n-ẓ-m) âdi: basit, normal, sıradan beyan edilmek: açıklanmak (bk. b-y-n) cami’: kapsayan, içine alan (bk. c-m-a) cihet: yön cüda olmak: ayrı düşmek daire-i muhîta: kuşatıcı, geniş daire ekser: pekçok (bk. k-s̱-r) fakr: fakirlik, ihtiyaç hali (bk. f-ḳ-r) gınâ: zenginlik (bk. ğ-n-y) haşiye: dipnot, açıklayıcı not hatt-ı münasebet: bağlantı hattı, ilgi bağı (bk. n-s-b) hayalât: hayaller (bk. ḫ-y-l) hazine-i gayb: görünmeyen hazine (bk. ğ-y-b) hazine-i ilm-i tevhid: Allah’ın birliğini gösteren ilim hazinesi (bk. a-l-m; v-ḥ-d) hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması veya yapılması (bk. ḥ-k-m) i’câz: mu’cize oluş, bir benzerini yapmakta başkalarını aciz bırakma (bk. a-c-z) iaşe: beslenme, geçim (bk. a-y-ş)
intizam: düzen (bk. n-ẓ-m) intizâmât-ı san’at: san’attaki düzenlilik (bk. n-ẓ-m; ṣ-n-a) intizamsız: düzensiz (bk. n-ẓ-m) kemâl-i nizam ve intizam: mükemmel bir düzen ve tertip (bk. k-m-l; n-ẓ-m) kerem: ikram, bağış, iyilik (bk. k-r-m) kitab-ı kâinat: kâinat kitabı; bir kitap gibi yazılmış bütün evren (bk. k-t-b; k-v-n) küfran: iyilik bilmeme, nankörlük (bk. k-f-r) Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m) Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n) lütuf: iyilik, ihsan, bağış (bk. l-ṭ-f) mâbeyn: ara manzum: şiir gibi vezinli yazılmış eser (bk. n-ẓ-m) marifet-i İlâhiye: Allah’ı tanıma ve bilme (bk. a-r-f; e-l-h) marifet-i Sâni: herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah’ı tanıma ve bilme (bk. a-r-f; ṣ-n-a)
meşrep: mânevî haz ve feyiz alınan yol, usül mevcut: var olan (bk. v-c-d) mu’cize-i rahmet: Allah’ın rahmet mu’cizesi (bk. a-c-z; r-ḥ-m) münasebet-i mâneviye: mânevî ilişki, bağlantı (bk. n-s-b; a-n-y) muntazam: düzenli, tertipli (bk. n-ẓ-m) müstağni: ihtiyaç duymayan, muhtaç olmayan (bk. ğ-n-y) müteşekkil: meydana gelmiş, oluşmuş müteveccih: yönelmiş necm: kısım, durak; yıldız nevi: çeşit, tür nihayetsiz: sonsuz rabıta: bağ, ilgi sema: gökyüzü (bk. s-m-v) sureten: görünüşte (bk. ṣ-v-r) şüzuz etmek: kural dışı kalmak tazammun: içine alma, içerme tecellî: görünme, yansıma (bk. c-l-y) tefsir etme: açıklama, yorumlama (bk. f-s-r) terkibat: birleşimler, sentezler teşkil: meydana getirme umumî: genel uslûp: ifade tarzı vakıa: olay vezin: şiirdeki ahenk ölçüsü zi’l-ecniha: çok yönlü (bk. ẕi)
Metinle ilgili duygu ve düşüncelerim:
(NOT: Bu bölüme yazmak isterseniz aşağıdaki yorum kutusunu kullanabilirsiniz. Teşekkürler.)