Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab, perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden. – Cumartesi Dersleri 22. 13.

Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab, perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden. - Cumartesi Dersleri 22. 13.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab, perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam Mukaddime – Birinci Lem’a.

Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab, perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden. - Cumartesi Dersleri 22. 13.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı

اَللهُ خَالِقُ كُلِّ شَىْءٍ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ وَكِيلٌ     لَهُ مَقَالِيدُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ 1  

  فَسُبْحَانَ الَّذِي بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ 2  

  وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ عِنْدَنَا خَزَۤائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُۤ اِلاَّ بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ 3  

  مَا مِنْ دَۤابَّةٍ اِلاَّ هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا اِنَّ رَبِّى عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ     4

 Mukaddime

ERKÂN-I İMANİYENİN kutb-u âzamı olan iman-ı billâha dair Katre Risalesinde, şu mevcudatın herbirisi, elli beş lisanla Cenâb-ı Hakkın vücub-u vücuduna ve vahdâniyetine delâlet ve şehadetlerini icmâlen beyan etmişiz. Hem Nokta Risalesinde, Cenâb-ı Hakkın delâil-i vücub ve vahdâniyetinden, herbirisi bin burhan kuvvetinde dört burhan-ı küllîyi zikretmişiz. Hem on iki kadar Arabî risalelerimde, Cenâb-ı Hakkın vücub-u vücudunu ve vahdâniyetini gösteren yüzler kat’î burhanları zikrettiğimizden, şimdi onlara iktifâen derin tetkikata girişmeyeceğiz. Yalnız şu Yirmi İkinci Sözde Arabî Risaletü’n-Nur’da icmâlen yazdığım On İki Lem’ayı, iman-ı billâh güneşinden göstermeye çalışacağız.


Dipnot-1

“Allah herşeyin yaratıcısıdır. O herşey üzerinde hakkıyla görüp gözeticidir. Göklerin ve yerin tedbir ve tasarrufu Ona aittir.” Zümer Sûresi, 39:62-63.

Dipnot-2

“Her türlü kusurdan münezzehtir o Zât ki, herşeyin hüküm ve tasarrufu elindedir. Siz de Ona döndürüleceksiniz.” Yâsin Sûresi, 36:83.

Dipnot-3

“Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri Bizim yanımızda olmasın. Herşeyi Biz belirli bir miktar ile indiririz.” Hicr Sûresi, 15:21.

Dipnot-4

“Hiçbir canlı yoktur ki, Allah onu alnından tutup kudretine boyun eğdirmiş olmasın. Şüphesiz ki benim Rabbim hak ve adalet üzeredir.” Hûd Sûresi, 11:56.


Arabî risaleler: Arapça kitaplar (bk. r-s-l)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
burhan: güçlü delil
burhan-ı küllî: çok büyük ve kapsamlı delil (bk. k-l-l)
Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
delâil-i vücub: Allah’ın varlığının delilleri (bk. v-c-b)
delâlet: delil olma, işaret etme
erkân-ı imaniye: imanın esasları, şartları (bk. r-k-n; e-m-n)
icmâlen: özetle (bk. c-m-l)iktifâen: yetinerek
iman-ı billâh: Allah’a iman (bk. e-m-n)
kat’î: kesin
Katre Risalesi: Mesnevî-i Nuriye adlı eserde yer almaktadır
kutb-u âzam: en büyük rükün, esas (bk. a-ẓ-m)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mukaddime: başlangıç, giriş (bk. ḳ-d-m)
Nokta Risalesi: Mesnevî-i Nuriye adlı eserde yer almaktadır
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
tetkikat: araştırmalar, incelemeler
vahdâniyet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)
vücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu olması (bk. v-c-b; v-c-d)
zikretmek: bildirmek, belirtmek

BİRİNCİ LEM’A

Tevhid iki kısımdır. Meselâ, nasıl ki bir çarşıya ve bir şehre büyük bir zâtın mütenevvi malları gelse, iki çeşitle onun malı olduğu bilinir:

Biri, icmâlî, âmiyânedir ki, “Bu kadar azîm mal, ondan başka kimsenin haddi değil ki sahip olabilsin.” Fakat böyle âmî bir adamın nezaretinde çok hırsızlık olabilir. Parçalarına çok adamlar sahip çıkabilir.

İkinci çeşit odur ki, her denk üzerinde yazıyı okur, herbir top üstünde turrayı tanır, herbir ilân üstünde mührünü bilir bir surette “Herşey o zâtındır” der. İşte, şu halde herbir şey o zâtı mânen gösterir.

Aynen öyle de, tevhid dahi iki çeşittir.

Biri tevhid-i âmî ve zahirîdir ki, “Cenâb-ı Hak birdir; şeriki, naziri yoktur. Bu kâinat onundur.”

İkincisi tevhid-i hakikîdir ki, herşey üstünde sikke-i kudretini ve hâtem-i rububiyetini ve nakş-ı kalemini görmekle, doğrudan doğruya herşeyden Onun nuruna karşı bir pencere açıp, Onun birliğine ve herşey Onun dest-i kudretinden çıktığına ve ulûhiyetinde ve rububiyetinde ve mülkünde hiçbir vechile hiçbir şeriki ve muini olmadığına, şuhuda yakın bir yakinle tasdik edip iman getirmektir ve bir nevi huzur-u daimî elde etmektir. Biz dahi, şu Sözde, o halis ve âli tevhid-i hakikîyi gösterecek şuaları zikredeceğiz.

Birinci nükte içinde bir ihtar: Ey esbab-perest gafil! Esbab bir perdedir; çünkü izzet ve azamet öyle ister. Fakat iş gören, kudret-i Samedâniyedir; çünkü tevhid ve celâl öyle ister ve istiklâli iktiza eder. Sultan-ı Ezelînin memurları, saltanat-ı Rububiyetin icraatçıları değillerdir. Belki o saltanatın dellâllarıdırlar ve o Rububiyetin temâşâger nazırlarıdırlar. Ve o memurlar, o vasıtalar kudretin


âli: yüce
âmî: cahil, sıradan
âmiyâne: âvamca, bayağıca, taklidî bir şekilde
azamet: büyüklük, yücelik (bk. a-ẓ-m)
azîm: büyük (bk. a-ẓ-m)
celâl: haşmet, görkem (bk. c-l-l)
dellâl: ilân edici, duyurucu
denk: paket, koli
dest-i kudret: Allah’ın kudret eli (bk. ḳ-d-r)
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
esbab-perest: sebeplere taparcasına değer veren (bk. s-b-b)
gafil: duyarsız, sorumsuz, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan (bk. ğ-f-l)
halis: katıksız, saf (bk. ḫ-l-ṣ)
hâtem-i rububiyet: Allah’ın rablığının, idare ve terbiye ediciliğinin mührü (bk. r-b-b)
huzur-u daimî: sürekli olarak Allah’ın huzurunda bulunduğunun bilinci içinde olma (bk. h-ḍ-r)
icmâlî: kısaca (bk. c-m-l)
icraatçı: uygulayıcı
ihtar: hatırlatma, uyarı
iktiza: gerektirme
istiklâl: bağımsızlık
izzet: şeref, yücelik (bk. a-z-z)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kudret-i Samedâniye: hiçbir şeye muhtaç olmayan ve herşey Kendisine muhtaç olan Allah’ın sınırsız gücü (bk. ḳ-d-r; ṣ-m-d)
muin: yardımcı
mülk: sahip olunan şey, hükmedilen yer (bk. m-l-k)
mütenevvi: çeşitli
nakş-ı kalem: Allah’ın kudret kalemiyle yapılan nakış (bk. n-ḳ-ş)
nazir: benzer (bk. n-ẓ-r)
nazır: gözlemci (bk. n-ẓ-r)
nevi: çeşit, tür
nezaret: gözetim (bk. n-ẓ-r)
nükte: ince anlamlı söz
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
saltanat: egemenlik, hâkimiyet (bk. s-l-ṭ)
saltanat-ı Rububiyet: Rablık saltanatı; Allah’ın herşeyi kuşatan egemenliği (bk. s-l-ṭ; r-b-b)
şerik: ortak
sikke-i kudret: Allah’ın güç ve kudretinin işareti (bk. ḳ-d-r)
şua: ışık, parıltı
şuhud: gözle görme (bk. ş-h-d)
Sultan-ı Ezelî: hüküm ve saltanatının başlangıcı olmayan Allah (bk. s-l-ṭ; e-z-l)
tasdik: doğruluğunu kabul etme, onaylama (bk. ṣ-d-ḳ)
temâşâger: seyirci
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)
tevhid-i âmî ve zahirî: yüzeysel ve taklidî bir şekilde Allah’ın bir olduğuna inanma (bk. v-ḥ-d; ẓ-h-r)
tevhid-i hakikî: araştırarak, delilleriyle Allah’ın birliğini kabul etme (bk. v-ḥ-d; ḥ-ḳ-ḳ)
turra: padişahın mührü veya imzası
ulûhiyet: ilâhlık (bk. e-l-h)
vecih: şekil, tarz
yakin: şüpheye yer bırakmayacak derecede kesinlik (bk. y-ḳ-n)
zikretmek: belirtmek

izzetini, Rububiyetin haşmetini izhar içindir, tâ umur-u hasise ile kudretin mübaşereti görünmesin. Acz-âlûd, fakr-pîşe olan insanî bir sultan gibi, acz ve ihtiyaç için memurları şerik-i saltanat ittihaz etmiş değildir.

Demek esbab vaz edilmiş, tâ aklın nazar-ı zahirîsine karşı kudretin izzeti muhafaza edilsin. Zira, âyinenin iki vechi gibi, herşeyin bir mülk ciheti var ki, âyinenin mülevven yüzüne benzer; muhtelif renklere ve hâlâta medar olabilir. Biri melekût’tur ki, âyinenin parlak yüzüne benzer. Mülk ve zahir vechinde, kudret-i Samedâniyenin izzetine ve kemâline münâfi hâlât vardır. Esbab, o hâlâta hem merci, hem medar olmak için vaz edilmişler. Fakat melekûtiyet ve hakikat cânibinde herşey şeffaftır, güzeldir, kudretin bizzat mübaşeretine münasiptir, izzetine münâfi değildir. Onun için, esbab sırf zahirîdir; melekûtiyette ve hakikatte tesir-i hakikîleri yoktur.

Hem esbab-ı zahiriyenin diğer bir hikmeti şudur ki: Haksız şekvâları ve bâtıl itirazları Âdil-i Mutlaka tevcih etmemek için, o şekvâlara, o itirazlara hedef olacak esbab vaz edilmiştir. Çünkü kusur onlardan çıkıyor ve onların kabiliyetsizliğinden ileri geliyor.

Bu sırra bir misal-i lâtif suretinde bir temsil-i mânevî rivâyet ediliyor ki:

Hazret-i Azrail aleyhisselâm, Cenâb-ı Hakka demiş ki: “Kabz-ı ervah vazifesinde Senin ibâdın benden şekvâ edecekler, küsecekler.”

Cenâb-ı Hak, lisan-ı hikmetle ona demiş ki: “Seninle ibâdımın ortasında musibetler, hastalıklar perdesini bırakacağım—tâ şekvâları onlara gidip senden küsmesinler.”

İşte, bak: Nasıl hastalıklar perdedir; ecelde tevehhüm olunan fenalıklara mercidirler. Ve kabz-ı ervahta hakikat olarak olan hikmet ve güzellik, Azrail aleyhisselâmın vazifesine mütealliktir. Öyle de, Hazret-i Azrail dahi bir perdedir. Kabz-ı ervahta zahiren merhametsiz görünen ve rahmetin kemâline münasip düşmeyen bazı hâlâta merci olmak için, o memuriyete bir nâzır ve kudret-i İlâhiyeye bir perdedir.

Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab, perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden.


acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
acz-âlûd: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
Âdil-i Mutlak: sınırsız adâlet sahibi Allah (bk. a-d-l; ṭ-l-ḳ)
Aleyhisselâm: Allah’ın selamı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
âyine: ayna
azamet: büyüklük (bk. a-ẓ-m)
bâtıl: gerçek dışı, boş
cânib: taraf, yön
celâl: haşmet, görkem (bk. c-l-l)
Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan, şeref sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
ecel: ölüm zamanı
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
esbab-ı zahiriye: görünürdeki sebepler (bk. s-b-b; ẓ-h-r)
fakr-pîşe: fakirlik, muhtaçlık (bk. f-ḳ-r)
fenalık: kötülük (bk. f-n-y)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâlât: durumlar, haller
Hazret-i Azrail: ölüm meleği, ruhları kabzetmekle görevli melek (bk. bilgiler)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
ibâd: kullar (bk. a-b-d)
ittihaz etmek: edinmek
izhar: gösterme (bk. ẓ-h-r)
izzet: şeref, yücelik (bk. a-z-z)
kabz-ı ervah: ruhları teslim alma (bk. r-v-ḥ)
kemâl: kusursuzluk, mükemmellik (bk. k-m-l)
kudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarı (bk. ḳ-d-r)
kudret-i İlâhiye: Allah’ın güç ve iktidarı (bk. ḳ-d-r; e-l-h)
kudret-i Samedâniye: hiçbir şeye muhtaç olmayan ve herşey Kendisine muhtaç olan Allah’ın sınırsız güç ve iktidarı (bk. ḳ-d-r; ṣ-m-d)
lisan-ı hikmet: hikmet dili (bk. ḥ-k-m)
medar: sebep, vesile
melekût: iç yüzü (bk. m-l-k)
merci: kaynak, başvurulacak yer
misal-i lâtif: güzel ve hoş bir örnek, suret, şekil (bk. m-s̱-l; l-ṭ-f)
mübaşeret: temas
muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ)
muhtelif: çeşitli
mülevven: renkli
mülk ciheti: dış yüzü (bk. m-l-k)
münâfi: zıt, aykırı
münasip: uygun (bk. n-s-b)
musibet: belâ, dert, felâket
müteallik: ilgili, ait
nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)
nazar-ı zahirî: dışa dönük bakış (bk. n-ẓ-r; ẓ-h-r)
nâzır: gözlemci (bk. n-ẓ-r)
perdedâr-ı dest-i kudret: Allah’ın kudret elinin önünde perde (bk. ḳ-d-r)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
Rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
şeffaf: saydam, parlak
şekvâ: şikâyet
şerik-i saltanat: saltanata ortak (bk. s-l-ṭ)
temsil-i mânevî: mânevi örnek, benzetme (bk. a-n-y)
tesir-i hakikî: gerçek tesir (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
tevcih etme: yöneltme
tevehhüm olunmak: zannedilmek
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)
umur-u hasise: alçak ve değersiz işler
vaz edilmek: konulmak
vech: taraf
zahir: görünen (bk. ẓ-h-r)
zahiren: dış görünüş itibariyle (bk. ẓ-h-r)
zahirî: dışa dönük (bk. ẓ-h-r)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime BİRİNCİ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.389

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/ikinci-makam/389


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Bir kavle göre, Kitâb-ı Mübîn, Kur’ân’dan ibarettir. Yaş ve kuru herşey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime beyan ediyor. Öyle mi? – Cumartesi Dersleri 20. 4.

Bir kavle göre, Kitâb-ı Mübîn, Kur'ân'dan ibarettir. Yaş ve kuru herşey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime beyan ediyor. Öyle mi? - Cumartesi Dersleri 20. 4.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Bir kavle göre, Kitâb-ı Mübîn, Kur’ân’dan ibarettir. Yaş ve kuru herşey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime beyan ediyor. Öyle mi?” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden Yirminci Söz İkinci Makam.

Bir kavle göre, Kitâb-ı Mübîn, Kur'ân'dan ibarettir. Yaş ve kuru herşey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime beyan ediyor. Öyle mi? - Cumartesi Dersleri 20. 4.
Bir kavle göre, Kitâb-ı Mübîn, Kur’ân’dan ibarettir. Yaş ve kuru herşey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime beyan ediyor. Öyle mi? – Cumartesi Dersleri 20. 4.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirminci Sözün İkinci Makamı

Mu’cizât-ı enbiya yüzünde parlayan bir lem’a-i i’câz-ı Kur’ân

(Âhirdeki iki sual ve iki cevaba dikkat et.)

وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ     1

ON DÖRT SENE EVVEL (şimdi otuz seneden geçti)2, şu âyetin bir sırrına dair, İşârâtü’l-İ’câz namındaki tefsirimde, Arabiyyü’l-ibâre bir bahis yazmıştım. Şimdi, arzuları bence ehemmiyetli olan iki kardeşim, o bahse dair Türkçe olarak bir parça izah istediler. Ben de Cenâb-ı Hakkın tevfikine itimaden ve Kur’ân’ın feyzine istinaden diyorum ki:

Bir kavle göre, Kitâb-ı Mübîn, Kur’ân’dan ibarettir. Yaş ve kuru herşey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime beyan ediyor. Öyle mi? Evet, herşey içinde bulunur. Fakat herkes herşeyi içinde göremez. Zira muhtelif derecelerde bulunur. Bazan çekirdekleri, bazan nüveleri, bazan icmalleri, bazan düsturları, bazan alâmetleri, ya sarahaten, ya işareten, ya remzen, ya ibhâmen, ya ihtar tarzında bulunurlar. Fakat ihtiyaca göre ve maksad-ı Kur’ân’a münasip bir tarzda ve iktizâ-yı makam münasebetinde, şu tarzların birisiyle ifade ediliyor. Ezcümle:

Beşerin san’at ve fen cihetindeki terakkiyatlarının neticesi olan havârık-ı san’at ve garâib-i fen olarak tayyare, elektrik, şimendifer, telgraf gibi şeyler vücuda gelmiş ve beşerin hayat-ı maddiyesinde en büyük mevki almışlar. Elbette, umum nev-i beşere hitap eden Kur’ân-ı Hakîm, şunları mühmel bırakmaz. Evet, bırakmamış, iki cihetle onlara da işaret etmiştir.

Birinci cihet: Mu’cizât-ı enbiya suretiyle.

İkinci kısım şudur ki: Bazı hâdisât-ı tarihiye suretinde işaret eder. Ezcümle:


Dipnot-1

“Ne yaş, ne de kuru hiçbir şey yoktur ki, ap açık bir kitapta yazılmış olmasın.” En’âm Sûresi, 6:59.

Dipnot-2

Bu ifade 1957 senesine aittir.


âhir: son (bk. e-ḫ-r)
alâmet: işaret
Arabiyyü’l-ibâre: Arapça yazılmış yazı
beşer: insan
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
düstur: prensip, kural
ezcümle: özetle, böylece
fen: bilim dalı
feyz: ilham, bereket ve ilim bolluğu (bk. f-y-ḍ)
garâib-i fen: ilimdeki şaşırtıcı ve hayret verici şeyler
hâdisât-ı tarihiye: tarihî olaylar
havârık-ı san’at: san’at harikaları (bk. ṣ-n-a)
hayat-ı maddiye: maddî hayat
ibhâmen: üstü kapalı olarak
icmal: kısaca, özet olarak (bk. c-m-l)
ihtar: hatırlatma
iktizâ-yı makam: makamın gereği
istinaden: dayanarak (bk. ṣ-n-d)
itimaden: güvenerek
izah: açıklama
kavl: söz
Kitab-ı Mübîn: herşeyin açıkça yazılı olduğu, Allah katındaki kitap (bk. k-t-b; b-y-n)
Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
lem’a-i i’câz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın mu’cizelik parıltısı (bk. a-c-z)
maksad-ı Kur’ân: Kur’ân’ın maksadı (bk. ḳ-ṣ-d)
mu’cizât-ı enbiya: peygamberlerin mu’cizeleri (bk. a-c-z; n-b-e)
mühmel bırakmak: ihmal etmek
muhtelif: çeşitli
münasebet: ilişki, bağlantı (bk. n-s-b)
münasip: uygun (bk. n-s-b)
nev-i beşer: insanlık
nüve: çekirdek
remzen: işareten
sarahaten: açıkça
şimendifer: tren
sır: gizem, gizli gerçek
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tayyare: uçak
tefsir: Kur’ân’ın mânâ bakımından açıklaması, yorumu (bk. f-s-r)
terakkiyat: ilerlemeler
tevfik: yardım
umum: bütün
vücuda gelme: var olma (bk. v-c-d)

قُتِلَ اَصْحَابُ اْلاُخْدُودِ     اَلنَّارِذَاتِ الْوَقُودِ     اِذْ هُمْ عَلَيْهَا قُعُودٌ     وَهُمْ عَلٰى مَا يَفْعَلُونَ بِالْمُؤْمِنِينَ شُهُودٌ     وَمَا نَقَمُوا مِنْهُمْ اِلاَّۤ اَنْ يُؤْمِنُوا بِاللهِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ     1

  HAŞİYE-1 

Kezâ

 فِى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ     وَخَلَقْنَا لَهُمْ مِنْ مِثْلِهِ مَا يَرْكَبُونَ     2

gibi âyetlerle şimendifere işaret ettiği gibi,

اَللهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكٰوةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ اَلْمِصْبَاحُ فِى زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّىٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ 

HAŞİYE-2

لاَ شَرْقِيَّةٍ وَلاَ غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِۤئُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ عَلٰى نُورٍ يَهْدِي اللهُ لِنُورِهِ مَنْ يَشَۤاءُ     3

âyeti, pek çok envâra, esrâra işaretle beraber, elektriğe dahi remzediyor.

Şu ikinci kısım, hem çok zatlar onlarla uğraştığından, hem çok dikkat ve izaha muhtaç olduğundan ve hem çok olduğundan, şimdilik şimendifer ve elektriğe işaret eden şu âyetlerle iktifâ edip o kapıyı açmayacağım.

Birinci kısım ise, mu’cizât-ı enbiya suretinde işaret ediyor. Biz dahi o kısımdan bazı nümuneleri misal olarak zikredeceğiz.

Mukaddime

İşte, Kur’ân-ı Hakîm, enbiyaları, insanın cemaatlerine terakkiyât-ı mâneviye cihetinde birer pişdar ve imam gönderdiği gibi, yine insanların terakkiyât-ı maddiye


Dipnot-1

“Uhdud Ashabına lânet olundu. Onlar tutuşturdukları ateşin karşısına oturur, mü’minlere yaptıkları işkenceyi seyrederlerdi. O mü’minlerden intikam almalarının sebebi ise, kudreti herşeye galip olan ve her türlü övgüye lâyık bulunan Allah’a iman etmiş olmalarından başka birşey değildi.” Burûc Sûresi, 85:4-8.

Dipnot-2

“Onlar için bir delil de, insan neslini, dolu gemilerde taşımamız ve bunun gibi daha nice binekleri onlar için yaratmış olmamızdır.” Yâsin Sûresi, 36:41-42.

Haşiye-1

Şu cümle işaret ediyor ki, şimendiferdir; âlem-i İslâmı esaret altına almıştır. Kâfirler onunla İslâmı mağlûp etmiştir.

Haşiye-2

يَكَادُ زَيْتُهَا يُض۪ٓئُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ ﱬ نُورٍ

(Nur Sûresi, 24:35) cümlesi, o remzi ışıklandırıyor.

Dipnot-3

“Allah göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun misali, bir lâmba yuvası gibidir ki, onda bir kandil vardır. Kandil de cam fanus içindedir. Cam fanus ise, inci gibi parlayan bir yıldıza benzer ki, ne doğuya, ne de batıya ait olmayan mübarek bir ağacın yakıtından tutuşturulur. Onun yakıtı, kendisine ateş dokunmasa bile ışık verecek kabiliyettedir. O nur üstüne nurdur. Allah dilediğini nuruna kavuşturur.” Nur Sûresi, 24:35.


âlem-i İslâm: İslâm dünyası (bk. a-l-m; s-l-m)
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
envâr: nurlar (bk. n-v-r)esrâr: sırlar, gizli hakikatler
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
iktifa: yetinme
Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
mu’cizât-ı enbiya: peygamberlerin mu’cizeleri (bk. a-c-z; n-b-e)
mukaddime: başlangıç, giriş (bk. ḳ-d-m)
pişdar: öncü
remz: işaret
şimendifer: tren
terakkiyat-ı maddiye: maddî ilerlemeler
terakkiyat-ı mâneviye: mânevî ilerlemeler (bk. a-n-y)
zikretmek: bildirmek, belirtmek

suretinde dahi, o enbiyanın herbirisinin eline bazı harikalar verip yine o insanlara birer ustabaşı ve üstad etmiştir; onlara mutlak olarak ittibâa emrediyor.

İşte, enbiyaların mânevî kemâlâtını bahsetmekle insanları onlardan istifadeye teşvik ettiği gibi, mu’cizatlarından bahis dahi, onların nazirelerine yetişmeye ve taklitlerini yapmaya bir teşviki işmam ediyor. Hattâ denilebilir ki, mânevî kemâlât gibi, maddî kemâlâtı ve harikaları dahi, en evvel mu’cize eli nev-i beşere hediye etmiştir. İşte, Hazret-i Nuh’un (aleyhisselâm) bir mu’cizesi olan sefine ve Hazret-i Yusuf’un (aleyhisselâm) bir mu’cizesi olan saati, en evvel beşere hediye eden, dest-i mu’cizedir. Bu hakikate lâtif bir işarettir ki, san’atkârların ekseri, herbir san’atta birer peygamberi pîr ittihaz ediyor. Meselâ gemiciler Hazret-i Nuh’u (aleyhisselâm), saatçiler Hazret-i Yusuf’u (aleyhisselâm), terziler Hazret-i İdris’i (aleyhisselâm)…

Evet, madem Kur’ân’ın herbir âyeti çok vücuh-u irşadî ve müteaddit cihât-ı hidayeti olduğunu ehl-i tahkik ve ilm-i belâğat ittifak etmişler. Öyle ise, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın en parlak âyetleri olan mu’cizât-ı enbiya âyetleri, birer hikâye-i tarihiye olarak değil; belki onlar çok maânî-yi irşâdiyeyi tazammun ediyorlar. Evet, mu’cizât-ı enbiyayı zikretmesiyle, fen ve san’at-ı beşeriyenin nihayet hududunu çiziyor. En ileri gayâtına parmak basıyor. En nihayet hedeflerini tayin ediyor. Beşerin arkasına dest-i teşviki vurup o gayeye sevk ediyor. Zaman-ı mazi, zaman-ı müstakbel tohumlarının mahzeni ve şuûnâtının âyinesi olduğu gibi; müstakbel dahi, mazinin tarlası ve ahvâlinin âyinesidir. Şimdi, misal olarak, o çok vâsi menbadan yalnız birkaç nümunelerini beyan edeceğiz.

Meselâ, Hazret-i Süleyman aleyhisselâmın bir mu’cizesi olarak teshir-i havayı beyan eden

 وَلِسُلَيْمٰنَ الرِّيحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌ 

âyeti, “Hazret-i Süleyman, bir günde havada tayeran ile iki aylık bir mesafeyi kat’ etmiştir” der.


Dipnot-1

“Rüzgârı da Süleyman’a boyun eğdirdik ki, sabahtan bir aylık, öğleden sonra da bir aylık yol giderdi.” Sebe’ Sûresi, 34:12.


ahval: durumlar
Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
âyine: aynabeşer: insan
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
cihât-ı hidayet: doğru yola götüren yönler (bk. h-d-y)
dest-i mu’cize: mu’cize eli (bk. a-c-z)
dest-i teşvik: teşvik eli
ehl-i tahkik: gerçeği araştıranlar (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
ekser: çoğunluk (bk. k-s̱-r)
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
evvel: önce
fen ve san’at-ı beşeriye: insanlara ait bilim ve sanat (bk. ṣ-n-a)
gayât: gayeler
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hazret-i İdris: (bk. bilgiler)
Hazret-i Nuh: (bk. bilgiler)
Hazret-i Süleyman: (bk. bilgiler)
Hazret-i Yusuf: (bk. bilgiler)
hikâye-i tarihiye: tarihî hikâye
hudut: sınır
ilm-i belâğat: belâğat ilmi (bk. a-l-m; b-l-ğ)
işmam: koklatma, hissettirme
ittibâ: uymak
ittifak etmek: birleşmek
ittihaz etmek: edinmek
kat’ etmek: aşmak
kemâlât: üstünlükler (bk. k-m-l)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: ifade ve açıklamalarıyla mu’cize olan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
lâtif: ince, hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)
maânî-yi irşâdiye: doğru yolu gösteren ifadeler (bk. a-n-y; r-ş-d)
mahzen: depo
mazi: geçmiş
menba: kaynak
mu’cizat: mu’cizeler (bk. a-c-z)
mu’cizat-ı enbiya: peygamberlerin mu’cizeleri (bk. a-c-z; n-b-e)
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
müstakbel: gelecek
müteaddit: çeşitli
mutlak: kayıtsız, sınırsız (bk. ṭ-l-ḳ)
nazire: benzer (bk. n-ẓ-r)
nev-i beşer: insanlık
nihayet: son
pîr: önder
sefine: gemi
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şuûnat: haller, hadiseler (bk. ş-e-n)
tayeran: uçma
tazammun etmek: içine almak
teshir-i hava: havaya hükmetme
vâsi: geniş
vücuh-u irşadî: doğru yolu gösterici yönler (bk. r-ş-d)
zaman-ı mazi: geçmiş zaman
zaman-ı müstakbel: gelecek zaman
zikretmek: anmak, b

İşte, bunda işaret ediyor ki: Beşere yol açıktır ki, havada böyle bir mesafeyi kat’ etsin. Öyle ise, ey beşer! Madem sana yol açıktır; bu mertebeye yetiş ve yanaş.

Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisanıyla mânen diyor: “Ey insan! Bir abdim hevâ-i nefsini terk ettiği için havaya bindirdim. Siz de nefsin tembelliğini bırakıp bazı kavânîn-i âdetimden güzelce istifade etseniz, siz de binebilirsiniz.”

Hem Hazret-i Mûsâ aleyhisselâmın bir mu’cizesini beyan eden

 فَقُلْنَا اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ فَانْفَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًا 

ilh.; bu âyet işaret ediyor ki, zemin tahtında gizli olan rahmet hazinelerinden, basit aletlerle istifade edilebilir. Hattâ taş gibi bir sert yerde, bir asâ ile âb-ı hayat celb edilebilir. İşte, şu âyet, bu mânâ ile beşere der ki: Rahmetin en lâtif feyzi olan âb-ı hayatı, bir asâ ile bulabilirsiniz. Öyle ise haydi, çalış, bul.

Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisan-ı remziyle, mânen diyor ki: “Ey insan! Madem Bana itimat eden bir abdimin eline öyle bir asâ veriyorum ki, her istediği yerde âb-ı hayatı onunla çeker. Sen de benim kavânîn-i rahmetime istinat etsen, şöyle ona benzer veyahut ona yakın bir aleti elde edebilirsin. Haydi, et!”

İşte, beşer terakkiyâtının mühimlerinden birisi, bir aletin icadıdır ki, ekser yerlerde vurulduğu vakit suyu fışkırtıyor. Şu âyet, ondan daha ileri nihâyât ve gayât-ı hududunu çizmiştir. Nasıl ki evvelki âyet, şimdiki halihazır tayyareden çok ileri nihayetlerinin noktalarını tayin etmiştir.

Hem meselâ, Hazret-i İsâ aleyhisselâmın bir mu’cizesine dair:

وَ اُبْرِئُ اْلاَكْمَهَ وَاْلاَبْرَصَ وَاُحْيِى الْمَوْتٰى بِاِذْنِ اللهِ     2

Kur’ân, Hazret-i İsâ aleyhisselâmın nasıl ahlâk-ı ulviyesine ittibâa beşeri sarihan teşvik eder. Öyle de, şu elindeki san’at-ı âliyeye ve tıbb-ı Rabbânîye remzen tergib ediyor. İşte, şu âyet işaret ediyor ki, en müzmin dertlere dahi derman bulunabilir. Öyle ise, ey insan ve ey musibetzede benî Âdem! Meyus olmayınız. Her dert, ne olursa olsun, dermanı mümkündür. Arayınız, bulunuz. Hattâ ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür.


Dipnot-1

“Mûsâ’ya ‘Vur asânı taşa’ buyurduk. Asâsını vurduğu yerden, on iki pınar fışkırıverdi.” Bakara Sûresi, 2:60.

Dipnot-2

“Allah’ın izniyle, anadan doğma körleri ve alaca hastalığına tutulanları iyileştirir ve ölüleri diriltirim.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:49.


âb-ı hayat: hayat suyu (bk. ḥ-y-y)
abd: kul (bk. a-b-d)
ahlâk-ı ulviye: yüksek ahlâk (bk. ḫ-l-ḳ)
Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
asâ:
benî Âdem: Âdemoğulları, insanlar
beşer: insan
beyan: açıklama (bk. b-y-n
celb etmek: çekmek
ekser: pek çok (bk. k-s̱-r)
evvelki: önceki
feyz: bereket, nimet (bk. f-y-ḍ)
gâyât-ı hudud: en son sınırlar
halihazır: halen var olan
Hazret-i İsâ: (bk. bilgiler)
Hazret-i Mûsâ: (bk. bilgiler)
hevâ-i nefs: kabiliyet ve duyguları nefsin yasak arzu ve isteklerinin emrine verme (bk. h-v-y; n-f-s)
icad: yapma, meydana getirme (bk. v-c-d)
istinat: dayanma (bk. s-n-d)
ittibâ: uyma
kat etmek: aşmak, kesmek
kavânin-i âdet: Allah’ın kâinata koyduğu tabiat kanunları (bk. ḳ-n-n)
kavânin-i rahmet: rahmet kanunları (bk. ḳ-n-n; r-ḥ-m)
lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)
lisan: dil
lisan-ı remz: işaret dili
mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)
meyus: ümitsiz
musibetzede: felâkete uğramış
muvakkat: geçici
müzmin: iyice yerleşmiş, kronik
nihâyât: sonlar
nihayet: son
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
remzen: işareten
san’at-ı âliye: yüksek san’at (bk. ṣ-n-a)
sarihan: açık şekilde
tayyare: uçak
terakkiyat: ilerlemeler
tergib etmek: rağbet uyandırmak
tıbb-ı Rabbânî: Allah’ın Rablığına ait olan tıb ilmi (bk. r-b-b)
zemin tahtı: yer altı

Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisan-ı işaretiyle, mânen diyor ki: “Ey insan! Benim için dünyayı terk eden bir abdime iki hediye verdim: biri mânevî dertlerin dermanı, biri de maddî dertlerin ilâcı. İşte, ölmüş kalbler nur-u hidayetle diriliyor. Ölmüş gibi hastalar dahi onun nefesiyle ve ilâcıyla şifa buluyor. Sen de Benim eczahane-i hikmetimde her derdine deva bulabilirsin. Çalış, bul. Elbette ararsan bulursun.”

İşte, beşerin tıp cihetindeki şimdiki terakkiyâtından çok ilerideki hududunu şu âyet çiziyor ve ona işaret ediyor ve teşvik yapıyor.


abd: kul (bk. a-b-d)
Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
benî Âdem: Âdemoğulları, insanlar
beşer: insan
Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
eczahane-i hikmet: fayda ve şifa eczahanesi (bk. ḥ-k-m)
ekser: pek çok (bk. k-s̱-r)
evâmir-i teklifiye: Allah’ın kullarını uymakla yükümlü tuttuğu emirler
fasletmek: ayırmak
fazl: fazilet, üstünlük, erdem (bk. f-ḍ-l)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâkim: idareci, hükümdâr (bk. ḥ-k-m)
halife: yeryüzünde Allah namına hareket eden insan (bk. ḫ-l-f)
halife-i zemin: yeryüzü halifesi (bk. ḫ-l-f)
hayat-ı içtimaiye: toplum hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a)
Hazret-i Dâvud: (bk. bilgiler)
Hazret-i Süleyman: (bk. bilgiler)
hikmet: herşeyin bir gayeye yönelik olarak, anlamlı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
kemâl-i vuzuh: tam bir açıklık (bk. k-m-l)
lisan-ı işaret: işaret dili
mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)
medar: sebep, vesile
nimet-i İlâhiye: Allah’ın nimeti (bk. n-a-m; e-l-h)
nuhâs: bakır
nur-u hidayet: doğru ve hak yolu gösterme nuru (bk. n-v-r; h-d-y)
resul: peygamber (bk. r-s-l)
sanayi-i beşeriye: insanlığa ait san’atlar, endüstri (bk. ṣ-n-a)
sanayi-i umumiye: genel sanayi, endüstri (bk. ṣ-n-a)
sarihan: açık şekilde
telyîn-i hadid: demirin yumuşatılması
terakkiyat: ilerlemeler
tergib: rağbet uyandırma

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirminci Söz, İkinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.342

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirminci-soz/ikinci-makam/342


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı

13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret

12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas

12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas

12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas

11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2

10.16. Onuncu Söz Hatime

10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat

10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat

10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat

10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat

10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat

10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat

10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat

10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat

10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat

10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat

10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat

10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat

10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .

10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret

10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler

9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte

9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler

8. Sekizinci Söz

7. Yedinci Söz

6. Altıncı Söz

5. Beşinci Söz

4. Dördüncü Söz

3. Üçüncü Söz

2. İkinci Söz

1. Birinci Söz