Eğitim ve öğretime, bilgi ve bilime farklı bir bakış; MÂNÂ-YI İSMÎ yerine MÂNÂ-YI HARFİ ile bakış. Açık kaynak bir eğitim sitesi. A different perspective on education and teaching, knowledge and science; glance with the LETTER MEANING instead of the NAME MEANING. Open source education site.
“Elfâz-ı Kur’âniye öyle bir tarzda vaz edilmiş ki, herbir kelâmın, hattâ herbir kelimenin, hattâ herbir harfin, hattâ bazan bir sükûtun çok vücuhu bulunuyor, herbir muhatabına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir.”
konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi– Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA– BİRİNCİ LEM’A.
Elfâz-ı Kur’âniye öyle bir tarzda vaz edilmiş ki, herbir kelâmın, hattâ herbir kelimenin, hattâ herbir harfin, hattâ bazan bir sükûtun çok vücuhu bulunuyor, herbir muhatabına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 1.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
SHORTS
Yirmi Beşinci Söz
Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi
Birinci Şule
İKİNCİ ŞUA
Kur’ân’ın câmiiyet-i harikulâdesidir. Şu Şuanın Beş Lem’ası var.
BİRİNCİ LEM’A:
Lâfzındaki câmiiyettir. Elbette, evvelki Sözlerde, hem bu Sözde zikrolunan âyetlerden, şu câmiiyet âşikâre görünüyor. Evet,
1: “Her bir âyetin mânâ mertebeleri vardır; zâhirî (açık), bâtınî (açık ve görünür mânâsının içindeki, ehlinin anlayabileceği mânâ), haddi (kapsamı) ve muttala’ı (anlam çerçevesi) vardır. (Bu dört mânâ tabakasından her birinin de fürûatı (detayları), işaretleri, dalları ve ayrıntıları vardır.” rânî, el-Mu’cemü’l-evsat 1:236. Bu kısmın açıklaması Üstadımız tarafından hemen devamında verilmiştir.
olan hadisin işaret ettiği gibi, elfâz-ı Kur’âniye öyle bir tarzda vaz edilmiş ki, herbir kelâmın, hattâ herbir kelimenin, hattâ herbir harfin, hattâ bazan bir sükûtun çok vücuhu bulunuyor, herbir muhatabına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir.
Meselâ
وَالْجِبَالَ اَوْتاَداً 1
1: Nebe’ Sûresi, 78:7.
yani “Dağları zemininize kazık ve direk yaptım” bir kelâmdır.
Bir âminin şu kelâmdan hissesi: Zahiren yere çakılmış kazıklar gibi görünen dağları görür, onlardaki menâfiini ve nimetlerini düşünür, Hâlıkına şükreder.
Bir şairin bu kelâmdan hissesi: Zemin, bir taban; ve kubbe-i semâ, üstünde konulmuş yeşil ve elektrik lâmbalarıyla süslenmiş bir muhteşem çadır; ufkî bir daire suretinde ve semânın etekleri başında görünen dağları, o çadırın kazıkları misalinde tahayyül eder, Sâni-i Zülcelâline hayretkârâne perestiş eder.
Hayme-nîşin bir edibin bu kelâmdan nasibi: Zeminin yüzünü bir çöl ve sahrâ, dağların silsilelerini pek kesretle ve çok muhtelif bedevî çadırları gibi, güya tabaka-i türabiye yüksek direkler üstünde atılmış, o direklerin sivri başları o perde-i türabiyeyi yukarıya kaldırmış, birbirine bakar, pek çok muhtelif mahlûkatın meskeni olarak tasavvur eder. O büyük, azametli mahlûkları böyle yeryüzünde çadırlar misillü kolayca kuran ve koyan Fâtır-ı Zülcelâline karşı secde-i hayret eder.
Coğrafyacı bir edibin o kelâmdan kısmeti: Küre-i zemin, bahr-i muhit-i havaîde veya esirîde yüzen bir sefine; ve dağları, o sefinenin üstünde tesbit ve muvazene için çakılmış kazıklar ve direkler şeklinde tefekkür eder. O koca küre-i zemini muntazam bir gemi gibi yapıp, bizleri içine koyup aktâr-ı âlemde gezdiren Kadîr-i Zülkemâle karşı
سُبْحَانَكَ مَا اَعْظَمَ شَانَكَ 2
2: Sen her türlü kusur ve noksandan münezzehsin. Ne yücedir Senin şânın!
der.
Medeniyet ve heyet-i içtimaiyenin mütehassıs bir hakîminin bu kelâmdan hissesi: Zemini bir hane; ve o hane hayatının direği, hayat-ı hayvaniye; ve hayat-ı hayvaniye direği, şerâit-i hayat olan su, hava ve topraktır. Su ve hava ve toprağın direği ve kazığı dağlardır.
Zira dağlar suyun mahzeni, havanın tarağı (gazat-ı muzırrayı tersip edip havayı tasfiye eder) ve toprağın hâmisi (bataklıktan ve denizin istilâsından muhafaza eder) ve sair levâzımât-ı hayat-ı insaniyenin hazinesi olarak fehmeder.
Şu koca dağları şu suretle hane-i hayatımız olan zemine direk yapan ve maişetimize hazinedar tayin eden Sâni-i Zü’l-Celâl ve’l-İkrâma, kemâl-i tazimle hamd ü senâ eder.
Hikmet-i tabiiyenin bir feylesofunun şu kelâmdan nasibi şudur ki: Küre-i zeminin karnında bazı inkılâbat ve imtizâcâtın neticesi olarak hasıl olan zelzele ve ihtizâzâtı, dağların zuhuruyla sükûnet bulduğunu ve medar ve mihverindeki istikrarına ve zelzelenin irticâcıyla medar-ı senevîsinden çıkmamasına sebep, dağların hurucu olduğunu ve zeminin hiddeti ve gazabı, dağların menâfiziyle teneffüs etmekle sükûnet ettiğini fehmeder, tamamen imana gelir, “Elhikmetü lillâh” der.
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi– Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA– BİRİNCİ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Kur’ân-ı Kerîm öyle bir mâide-i semâviyedir ki, binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukul ve kulûb ve ervah, o sofradan gıdalarını buluyorlar, müştehiyâtını alıyorlar, arzuları yerine gelir. Hattâ pek çok kapıları kapalı kalıp istikbalde geleceklere bırakılmıştır. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 12.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Biz dağları onun emrine verdik ki, akşam sabah onunla beraber tesbih ederlerdi.” (Sâd Sûresi, 38:18) “Bize kuşların dili öğretildi.” (Neml Sûresi, 27:16) ayetlerinin tefsiri ve açıklaması işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden Yirminci Söz İkinci Makamın devamı.
Hazret-i Dâvud aleyhisselâmın mu’cizelerine dair “Biz dağları onun emrine verdik ki, akşam sabah onunla beraber tesbih ederlerdi.” (Sâd Sûresi, 38:18) “Ey dağlar ve kuşlar, Dâvud’la beraber tesbih edin’ dedik. Demiri de onun için yumuşattık.” (Sebe’ Sûresi, 34:10) “Bize kuşların dili öğretildi.” (Neml Sûresi, 27:16) âyetler delâlet ediyor ki, Cenâb-ı Hak, Hazret-i Dâvud aleyhisselâmın tesbihatına öyle bir kuvvet ve yüksek bir ses ve hoş bir eda vermiştir ki, dağları vecde getirip, birer muazzam fonoğraf misillü ve birer insan gibi, bir serzâkirin ertafında ufkî halka tutup bir daire olarak tesbihat ediyorlardı.
“Biz dağları onun emrine verdik ki, akşam sabah onunla beraber tesbih ederlerdi.” Sâd Sûresi, 38:18 “Bize kuşların dili öğretildi.” Neml Sûresi, 27:16 – Cumartesi Dersleri 20. 8.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Yirminci Sözün İkinci Makamı
Mu’cizât-ı enbiya yüzünde parlayan bir lem’a-i i’câz-ı Kur’ân
…
Hem meselâ, Hazret-i Dâvud aleyhisselâmın mu’cizelerine dair
âyetler delâlet ediyor ki, Cenâb-ı Hak, Hazret-i Dâvud aleyhisselâmın tesbihatına öyle bir kuvvet ve yüksek bir ses ve hoş bir eda vermiştir ki, dağları vecde getirip, birer muazzam fonoğraf misillü ve birer insan gibi, bir serzâkirin ertafında ufkî halka tutup bir daire olarak tesbihat ediyorlardı. Acaba bu mümkün müdür, hakikat midir?
Evet, hakikattir. Mağaralı her dağ, her insanla ve insanın diliyle, papağan gibi konuşabilir. Çünkü, aksisada vasıtasıyla, dağın önünde sen “Elhamdülillâh” de; dağ da aynen senin gibi “Elhamdülillâh” diyecek. Madem bu kabiliyeti Cenâb-ı Hak dağlara ihsan etmiştir. Elbette, o kabiliyet inkişaf ettirilebilir ve o çekirdek sünbüllenir.
İşte, Hazret-i Dâvud aleyhisselâma, risaletiyle beraber hilâfet-i rû-yi zemini müstesna bir surette ona verdiğinden, o geniş risalet ve muazzam saltanata lâyık bir mu’cize olarak o kabiliyet çekirdeğini öyle inkişaf ettirmiş ki, çok büyük dağlar birer nefer, birer şakirt, birer mürid gibi Hazret-i Dâvud’a iktida edip onun lisanıyla, onun emriyle Hâlık-ı Zülcelâle tesbihat ediyorlardı. Hazret-i Dâvud aleyhisselâm ne söylese onlar da tekrar ediyorlardı. Nasıl ki, şimdi vesâit-i muhabere ve vesâil-i irtibatın kesret ve tekemmülü sebebiyle, haşmetli bir
Dipnot-1
“Biz dağları onun emrine verdik ki, akşam sabah onunla beraber tesbih ederlerdi.” Sâd Sûresi, 38:18.
Dipnot-2
“Ey dağlar ve kuşlar, Dâvud’la beraber tesbih edin’ dedik. Demiri de onun için yumuşattık.” Sebe’ Sûresi, 34:10.
Dipnot-3
“Bize kuşların dili öğretildi.” Neml Sûresi, 27:16.
aksisada: yankı Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m) Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) delâlet: işaret etme, delil olma eda: üslup, ifade Elhamdülillah: hamd ve şükür yalnızca Allah’a mahsustur (bk. ḥ-m-d) fonoğraf: Gramofonun ilk şekli, ses cihazı fünun-u hafiye: gizli ilimler hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l) haşmet: heybet, görkem
Hazret-i Dâvud: (bk. bilgiler) hilâfet-i rû-yi zemin: yeryüzünde Allah’ın izni dairesinde ve Onun adına icraatta bulunma şeklinde insana verilen görev (bk. ḫ-l-f) ihsan etmek: bağışlamak (bk. ḥ-s-n) ihsas etmek: hissettirmek iktida: uyma inkişaf ettirmek: geliştirmek (bk. k-ş-f) kesret: çokluk (bk. k-s̱-r) misillü: gibi (bk. m-s̱-l) mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z) muazzam: büyük (bk. a-ẓ-m) mürid: bir mürşidin talebesi (bk. r-v-d)
müstesna: seçkin nefer: asker nevi: çeşit, tür risalet: peygamberlik (bk. r-s-l) ruhaniyet: ruh özelliği (bk. r-v-ḥ) şakirt: talebe saltanat: egemenlik (bk. s-l-ṭ) serzâkir: zikredenlerin başı suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r) takarrüp etmek: yaklaşmak tekemmül: mükemmelleşme (bk. k-m-l) tesbihat: Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler (bk. s-b-ḥ) ufkî: daire şeklinde vecd: coşku vesâil-i irtibat: iletişim araçları vesâit-i muhabere: haberleşme araçları
kumandan, dağlara dağılan azîm ordusuna bir anda “Allahu ekber” dedirir ve o koca dağları konuşturur, velveleye getirir. Madem insanın bir kumandanı, dağları sekenelerinin lisanıyla mecazî olarak konuşturur. Elbette Cenâb-ı Hakkın haşmetli bir kumandanı, hakikî olarak konuşturur, tesbihat yaptırır.
Bununla beraber, her cebelin bir şahs-ı mânevîsi bulunduğunu ve ona münasip birer tesbih ve birer ibadeti olduğunu, eski Sözlerde beyan etmişiz. Demek her dağ, insanların lisanıyla aksisada sırrıyla tesbihat yaptıkları gibi, kendi elsine-i mahsusalarıyla dahi Hâlık-ı Zülcelâle tesbihatları vardır.
عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ 1
وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةً 2
cümleleriyle, Hazret-i Dâvud ve Süleyman Aleyhimesselâma, kuşlar envâının lisanlarını, hem istidatlarının dillerini, yani hangi işe yaradıklarını onlara Cenâb-ı Hakkın ihsan ettiğini şu cümleler gösteriyorlar.
Evet, madem hakikattir. Madem rû-yi zemin bir sofra-ı Rahmândır; insanın şerefine kurulmuştur. Öyle ise, o sofradan istifade eden sair hayvanat ve tuyurun çoğu insana musahhar ve hizmetkâr olabilir. Nasıl ki en küçüklerinden balarısı ve ipekböceğini istihdam edip ilham-ı İlâhî ile azîm bir istifade yolunu açarak ve güvercinleri bazı işlerde istihdam ederek ve papağan misillü kuşları konuşturarak medeniyet-i beşeriyenin mehâsinine güzel şeyleri ilâve etmiştir. Öyle de, başka kuş ve hayvanların istidat dili bilinirse, çok taifeleri var ki, kardeşleri, hayvânât-ı ehliye gibi, birer mühim işte istihdam edilebilirler. Meselâ, çekirge âfetinin istilâsına karşı, çekirgeyi yemeden mahveden sığırcık kuşlarının dili bilinse ve harekâtı tanzim edilse, ne kadar faideli bir hizmette ücretsiz olarak istihdam edilebilir. İşte, kuşlardan şu nevi istifade ve teshiri ve telefon ve fonoğraf gibi câmidâtı konuşturmak ve tuyurdan istifade etmek, en müntehâ hududunu şu âyet çiziyor, en uzak hedefini tayin ediyor. En haşmetli suretine parmakla işaret ediyor ve bir nevi teşvik eder.
Dipnot-1
“Bize kuşların dilleri öğretildi.” Neml Sûresi, 27:16.
Dipnot-2
“Kuşlar da onun etrafında toplanırdı.” Sâd Sûresi, 38:19.
aksisada: yankı Aleyhimesselâm: Allah’ın selâmı onların üzerine olsun (bk. s-l-m) Allahu ekber: Allah en büyüktür (bk. k-b-r) azîm: büyük (bk. a-ẓ-m) beyan: açıklama (bk. b-y-n) câmidât: cansız varlıklar cebel: dağ elsine-i mahsusa: özel lisanlar envâ: çeşitler, türler fonoğraf: Gromofonun ilk şekli, ses cihazı hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve her şeyin yaratıcısı olan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l) harekât: hareketler haşmet: heybet, görkem
hayvanat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y) hayvânât-ı ehliye: evcil hayvanlar Hazret-i Dâvud: (bk. bilgiler) Hazret-i Süleyman: (bk. bilgiler) hizmetkâr: hizmetçi ihsan etmek: bağışlamak (bk. ḥ-s-n) ilham-ı İlâhî: Allah tarafından varlıklara verilmiş duygu (bk. e-l-h) istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d) istihdam etmek: çalıştırmak lisan: dilmecazî: gerçek anlamı dışında, başka bir mânâda (bk. c-v-z) medeniyet-i beşeriye: insanlık medeniyeti mehâsin: güzellikler (bk. ḥ-s-n) misillü: gibi (bk. m-s̱-l) münasip: uygun (bk. n-s-b)
müntehâ: son musahhar: boyun eğmiş nevi: tür, çeşit rû-yi zemin: yeryüzü şahs-ı mânevî: mânevî kişilik (bk. a-n-y) sair: diğer sekene: sâkinler, yerleşmiş olanlar (bk. s-k-n) sofra-ı Rahmân: Allah’ın sınırsız rahmetiyle kulları önüne serdiği sofra (bk. r-ḥ-m) taife: topluluk tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m) tesbih: Allah’ı, yüce şanına lâyık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ) tesbihat: Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler (bk. s-b-ḥ) teshir: boyun eğdirme tuyur: kuşlar velvele: gürültü
İşte, Cenâb-ı Hak, şu âyetlerin lisan-ı remziyle mânen diyor ki: “Ey insanlar! Bana tam abd olan bir hemcinsinize, onun nübüvvetinin ismetine ve saltanatının tam adaletine medar olmak için, mülkümdeki muazzam mahlûkatı ona musahhar edip konuşturuyorum ve cünûdumdan ve hayvânâtımdan çoğunu ona hizmetkâr veriyorum. Öyle ise, herbirinize de madem gök ve yer ve dağlar hamlinden çekindiği bir emanet-i kübrâyı1 tevdi etmişim, halife-i zemin olmak istidadını vermişim. Şu mahlûkatın da dizginleri kimin elindeyse, Ona râm olmanız lâzımdır—tâ Onun mülkündeki mahlûklar da size râm olabilsin ve onların dizginleri elinde olan Zâtın namına elde edebilseniz ve istidatlarınıza lâyık makama çıksanız.
“Madem hakikat böyledir. Mânâsız bir eğlence hükmünde olan fonoğraf işlettirmek, güvercinlerle oynamak, mektup postacılığı yapmak, papağanları konuşturmaya bedel, en hoş, en yüksek, en ulvî bir eğlence-i mâsumâneye çalış ki, dağlar sana Dâvudvâri birer muazzam fonoğraf olabilsin; ve hava-i nesimînin dokunmasıyla eşcar ve nebatattan birer tel-i musikî gibi nağamât-ı zikriye kulağına gelsin; ve dağ, binler dilleriyle tesbihat yapan bir acâibü’l-mahlûkat mahiyetini göstersin; ve ekser kuşlar, hüdhüd-ü Süleymânî gibi birer mûnis arkadaş veya mutî birer hizmetkâr suretini giysin. Hem seni eğlendirsin, hem müstaid olduğun kemâlâta da seni şevk ile sevk etsin. Öteki lehviyat gibi, insaniyetin iktiza ettiği makamdan seni düşürtmesin.”
abd: kul (bk. a-b-d) acâibü’l-mahlûkat: yaratılmışların şaşırtıcı, hayret verici halleri (bk. ḫ-l-ḳ) Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m) belki: aslında, gerçekte Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) cünûd: askerler Dâvudvâri: Hz. Dâvud gibi eğlence-i mâsumâne: mâsumca, günahsız eğlence ekser: pek çok (bk. k-s̱-r) emanet-i kübrâ: en büyük emanet, halifelik (bk. e-m-n; k-b-r) emir tahtında: emir altında esbâb-ı tabiiye: doğal sebepler (bk. s-b-b; ṭ-b-a) eşcar: ağaçlar fonoğraf: Gromofonun ilk şekli, ses cihazı hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) halife-i zemin: yeryüzü halifesi (bk. ḫ-l-f)
haml: yüklenme hava-i nesimî: hoş ve hafif rüzgar havası hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y) Hazret-i İbrahim: (bk. bilgiler) hizmetkâr: hizmetçi hüdhüd-ü Süleymânî: Hz. Süleyman’ın haberleşme vasıtası olarak kullandığı kuş iktiza etmek: gerektirmek işaret-i lâtife: güzel, hoş işaret ismet: günahsızlık, masumluk istidat: kabiliyet (bk. a-d-d) kemâlât: mükemmellikler (bk. k-m-l) lehviyat: eğlenceler, oyunlar lisan-ı remz: işaret dili mahiyet: özellik, nitelik mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ) mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ) mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y) medar: sebep, vesile mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
muazzam: çok büyük (bk. a-ẓ-m) mülk: hükmedilen yer, sahip olunan şey (bk. m-l-k) mûnis: dost, canayakın musahhar etmek: boyun eğdirmek müstaid: istidatlı, kabiliyetli (bk. a-d-d) mutî: itaat eden nağamât-ı zikriye: zikir nağmeleri nebatat: bitkiler nübüvvet: peygamberlik (bk. n-b-e) râm olmak: boyun eğmek sair: diğer saltanat: sultanlık, egemenlik (bk. s-l-ṭ) şevk: şiddetli arzu ve istek suret: şekil (bk. ṣ-v-r) tabiat: doğallık, yaratılış (bk. ṭ-b-a) tel-i musikî: musiki teli tesbihat: Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler (bk. s-b-ḥ)tevdi etmek: emanet etmekulvî: yüce
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirminci Söz, İkinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.