Eğitim ve öğretime, bilgi ve bilime farklı bir bakış; MÂNÂ-YI İSMÎ yerine MÂNÂ-YI HARFİ ile bakış. Açık kaynak bir eğitim sitesi. A different perspective on education and teaching, knowledge and science; glance with the LETTER MEANING instead of the NAME MEANING. Open source education site.
Cumartesi Derslerinde bu hafta “Allah size bir inek kesmenizi emrediyor.” (Bakara Sûresi, 2:67) konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden Yirminci Söz Birinci Makam İkinci Nükte.
Allah size bir inek kesmenizi emrediyor. Bakara Sûresi, 267. – Cumartesi Dersleri 20. 2.
BİRGÜN şu âyetleri okurken, İblis’in ilkaatına karşı Kur’ân-ı Hakîmin feyzinden üç nükte ilham edildi. Vesvesenin sureti şudur:
Dedi ki: “Dersiniz, ‘Kur’ân mu’cizedir; hem nihayetsiz belâğattedir; hem umuma her vakitte hidayettir.’ Halbuki, şöyle bazı hâdisât-ı cüz’iyeyi tarihvâri bir surette musırrâne tekrar etmekte ne mânâ var? Bir ineği kesmek gibi bir vakıa-i cüz’iyeyi o kadar mühim tavsifatla böyle zikretmek, hattâ o sûre-i azîmeye de el-Bakara tesmiye etmekte ne münasebet var? Hem de “Âdem’e secde” olan hadise, sırf bir emr-i gaybîdir. Akıl ona yol bulamaz; kavî bir imandan sonra teslim ve iz’an edilebilir. Halbuki Kur’ân umum ehl-i akla ders veriyor. Çok
Dipnot-1
“Meleklere ‘Âdem’e secde edin’ dediğimizde, İblis hariç hepsi secde etti.” Bakara Sûresi, 2:34.
Dipnot-2
“Allah size bir inek kesmenizi emrediyor.” Bakara Sûresi, 2:67.
Dipnot-3
“Sonra, bütün bunların ardından kalbiniz yine katılaştı. Sanki taş kesildi, hattâ taştan da katılaştı.” Bakara Sûresi, 2:74.
Âdem: (bk. bilgiler) belâğat: maksada ve hale uygun düzgün ve güzel söz söyleme (bk. b-l-ğ) ehl-i akıl: akıl sahipleri el-Bakara: inek, dişi sığır emr-i gaybî: gizli emir (bk. ğ-y-b) feyz: ilham, bereket, ilim bolluğu (bk. f-y-ḍ) hâdisât-ı cüz’iye: küçük ve önemsiz hadiseler (bk. c-z-e) hidayet: doğru ve hak yol (bk. h-d-y)
İblis: Şeytan ilham edilme: kalbe gelme ilkaat: zihin çevirme, akıl çelme iz’an: kesin şekilde inanma kavî: kuvvetli, sağlam Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m) mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z) musırrâne: ısrarlı bir şekilde nihayetsiz: sonsuz
nükte: ince ve derin mânâ sûre-i azîme: büyük sûre (bk. a-ẓ-m) suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r) tarihvâri: tarih gibi tavsifat: vasıflandırma, özelliklerini anlatma (bk. v-ṣ-f) tesmiye etmek: isimlendirmek (bk. s-m-v) umum: genel vakıa-i cüz’iye: küçük ve ferdî bir olay (bk. c-z-e) vesvese: şüphe, kuruntu
yerlerde
اَفَلاَ يَعْقِلُونَ 1
der, akla havale eder. Hem taşların tesadüfî olan bazı hâlât-ı tabiiyesini ehemmiyetle beyan etmekte ne hidayet var?”
Dipnot-1
“Hiç düşünmüyorlar mı?” Yâsin Sûresi, 36:68.
İlham olunan nüktelerin sureti şudur:
İKİNCİ NÜKTE
Mısır kıt’ası, kumistan olan Sahrâ-yı Kebirin bir parçası olduğundan, Nil-i mübarekin feyziyle gayet mahsuldar bir tarla hükmüne geçtiğinden, o cehennem-nümun sahrâ komşuluğunda şöyle cennet-misal bir mevki-i mübarekin bulunması, felâhat ve ziraati, ahalisinde pek mergup bir surete getirmiş ve o sekenenin seciyesine öyle tesbit etmiş ki, ziraati kudsiye ve vasıta-i ziraat olan bakarı ve sevri mukaddes, belki mâbud derecesine çıkarmış. Hattâ, o zamandaki Mısır milleti, sevre, bakara, ibadet etmek derecesinde bir kudsiyet vermişler. İşte, o zamanda Benî İsrail dahi o kıt’ada neş’et ediyordu; ve o terbiyeden bir hisse aldıkları, “icl” meselesinden anlaşılıyor.
İşte, Kur’ân-ı Hakîm, Hazret-i Mûsâ aleyhisselâmın risaletiyle, o milletin seciyelerine girmiş ve istidatlarına işlemiş olan o bakarperestlik mefkûresini kesip öldürdüğünü, bir bakarın zebhiyle ifham ediyor. İşte şu hadise-i cüz’iye ile bir düstur-u küllîyi, her vakit, hem herkese gayet lüzumlu bir ders-i hikmet olduğunu, ulvî bir i’câz ile beyan eder.
Buna kıyasen bil ki, Kur’ân-ı Hakîmde bazı hâdisât-ı tarihiye suretinde zikredilen cüz’î hadiseler, küllî düsturların uçlarıdır. Hattâ çok surelerde zikir ve tekrar edilen kıssa-i Mûsânın yedi cümlelerine misal olarak, Lemeat’ta, İ’câz-ı Kur’ân Risalesinde, o cüz’î cümlelerin herbir cüz’ünün nasıl mühim bir düstur-u küllîyi tazammun ettiğini beyan etmişiz. İstersen o risaleye müracaat et.
“îcl” meselesi: buzağı olayı. Bu olay İsrailoğullarının Firavun’dan kurtulup Sina Çölüne yerleştikleri zaman yaşandı. Bir ara Mûsa (a.s.) Tur Dağına çıkmış ve orada bir müddet kalmıştı. İsrailoğulları da bu esnâda altından bir buzağı yaptı ve ona tapmaya başladı Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m) bakar: sığır bakarperestlik: sığıra tapmak Benî İsrail: İsrailoğulları, Yahudiler beyan: açıklama (bk. b-y-n) cehennem-nümun: cehennem gibi cüz: parça (bk. c-z-e) cüz’î: küçük, ferdî (bk. c-z-e) ders-i hikmet: hikmet dersi (bk. ḥ-k-m) düstur: prensip, kural düstur-u küllî: büyük ve genel prensip (bk. k-l-l) felâhat: çiftçilik feyz: bolluk, bereket (bk. f-y-ḍ) hâdisât-ı tarihiye: tarihî olay hadise-i cüz’iye: ferdî, belirli bir bölgeye ait olay (bk. c-z-e)
hassa: duyular Hazret-i Mûsâ: (bk. bilgiler) i’câz: mu’cizelik özelliği (bk. a-c-z) İ’câz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın mu’cizeliği (bk. a-c-z) ifham: anlatma istidadât: kabiliyetler (bk. a-d-d) istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d) kıssa-i Mûsâ: Hz. Mûsâ’nın kıssası kudsiye: mukaddes, kutsal (bk. ḳ-d-s) küllî: büyük, kapsamlı (bk. k-l-l) kumistan: kumluk, çöl Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m) Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla mu’cize olan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n) mâbud: kendisine ibadet edilen (bk. a-b-d) mahsuldar: verimli mefkûre: gaye, ideal, inanç (bk. f-k-r) mergup: rağbet edilmiş mevadd-ı şerire: kötü maddeler mevki-i mübarek: mübarek mevki (bk. b-r-k) müheyyâ: hazır mükâleme-i ulviye: yüce konuşma (bk. k-l-m)
mukkaddes: kutsal (bk. ḳ-d-s) mümessil: temsilci (bk. m-s̱-l) münkad: boyun eğme, itaat etme neş’et etmek: çıkmak, yetişmek nev-i beşer: insanlık nev’: çeşit, tür Nil-i mübarek: (bk. bilgiler – Nil Nehri) risale: kitap (bk. r-s-l) risalet: peygamberlik (bk. r-s-l) Sahrâ-yı Kebir: Büyük Çöl; Libya Çölü (bk. bilgiler) seciye: yaratılış, karakter sekene: sakinler, oturanlar (bk. s-k-n) sekene-i habise: kötü ve pis sakinler (bk. s-k-n) sevr: öküz tarîk-i kemâlât: mükemmelleşme yolu (bk. ṭ-r-ḳ; k-m-l) tazammun: kapsama, içine alma tesbit: sağlam şekilde yerleştirme teşkil: oluşturma ulvî: yüce vasıta-i ziraat: tarıma vasıta zebh: kesme, boğazlama zikretmek: bildirmek, anlatmak
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirminci Söz, Birinci Makam, İkinci Nükte, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Cumartesi Derslerinde bu hafta “Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, birtek Âdem ile cüz’î hadiseyi konuşurken, bütün kâinatla ve bütün nev-i beşerle bir mükâleme-i ulviye ediyor.” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden Yirminci Söz Birinci Makam Birinci Nükte.
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, birtek Âdem ile cüz’î hadiseyi konuşurken, bütün kâinatla ve bütün nev-i beşerle bir mükâleme-i ulviye ediyor. – Cumartesi Dersleri 20. 1.
BİRGÜN şu âyetleri okurken, İblis’in ilkaatına karşı Kur’ân-ı Hakîmin feyzinden üç nükte ilham edildi. Vesvesenin sureti şudur:
Dedi ki: “Dersiniz, ‘Kur’ân mu’cizedir; hem nihayetsiz belâğattedir; hem umuma her vakitte hidayettir.’ Halbuki, şöyle bazı hâdisât-ı cüz’iyeyi tarihvâri bir surette musırrâne tekrar etmekte ne mânâ var? Bir ineği kesmek gibi bir vakıa-i cüz’iyeyi o kadar mühim tavsifatla böyle zikretmek, hattâ o sûre-i azîmeye de el-Bakara tesmiye etmekte ne münasebet var? Hem de “Âdem’e secde” olan hadise, sırf bir emr-i gaybîdir. Akıl ona yol bulamaz; kavî bir imandan sonra teslim ve iz’an edilebilir. Halbuki Kur’ân umum ehl-i akla ders veriyor. Çok
Dipnot-1
“Meleklere ‘Âdem’e secde edin’ dediğimizde, İblis hariç hepsi secde etti.” Bakara Sûresi, 2:34.
Dipnot-2
“Allah size bir inek kesmenizi emrediyor.” Bakara Sûresi, 2:67.
Dipnot-3
“Sonra, bütün bunların ardından kalbiniz yine katılaştı. Sanki taş kesildi, hattâ taştan da katılaştı.” Bakara Sûresi, 2:74.
Âdem: (bk. bilgiler) belâğat: maksada ve hale uygun düzgün ve güzel söz söyleme (bk. b-l-ğ) ehl-i akıl: akıl sahipleri el-Bakara: inek, dişi sığır emr-i gaybî: gizli emir (bk. ğ-y-b) feyz: ilham, bereket, ilim bolluğu (bk. f-y-ḍ) hâdisât-ı cüz’iye: küçük ve önemsiz hadiseler (bk. c-z-e) hidayet: doğru ve hak yol (bk. h-d-y)
İblis: Şeytan ilham edilme: kalbe gelme ilkaat: zihin çevirme, akıl çelme iz’an: kesin şekilde inanma kavî: kuvvetli, sağlam Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m) mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z) musırrâne: ısrarlı bir şekilde nihayetsiz: sonsuz
nükte: ince ve derin mânâ sûre-i azîme: büyük sûre (bk. a-ẓ-m) suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r) tarihvâri: tarih gibi tavsifat: vasıflandırma, özelliklerini anlatma (bk. v-ṣ-f) tesmiye etmek: isimlendirmek (bk. s-m-v) umum: genel vakıa-i cüz’iye: küçük ve ferdî bir olay (bk. c-z-e) vesvese: şüphe, kuruntu
yerlerde
اَفَلاَ يَعْقِلُونَ 1
der, akla havale eder. Hem taşların tesadüfî olan bazı hâlât-ı tabiiyesini ehemmiyetle beyan etmekte ne hidayet var?”
İlham olunan nüktelerin sureti şudur:
BİRİNCİ NÜKTE
Kur’ân-ı Hakîmde çok hâdisât-ı cüz’iye vardır ki, herbirisinin arkasında bir düstur-u küllî saklanmış ve bir kanun-u umumînin ucu olarak gösteriliyor. Nasıl ki,
عَلَّمَ اٰدَمَ اْلاَسْمَۤاءَ كُلَّهَا 2
Hazret-i Âdem’in melâikelere karşı kabiliyet-i hilâfet için bir mu’cizesi olan tâlim-i esmâdır ki, bir hadise-i cüz’iyedir. Şöyle bir düstur-u küllînin ucudur ki:
Nev-i beşere câmiiyet-i istidat cihetiyle tâlim olunan hadsiz ulûm ve kâinatın envâına muhit pek çok fünun ve Hâlıkın şuûnât ve evsâfına şâmil kesretli maarifin tâlimidir ki, nev-i beşere, değil yalnız melâikelere, belki semâvât ve arz ve dağlara karşı emanet-i kübrâyı3 haml dâvâsında bir rüçhaniyet vermiş; ve heyet-i mecmuasıyla arzın bir halife-i mânevîsi olduğunu Kur’ân ifham ettiği misillü, “melâikelerin Âdem’e secdesiyle beraber Şeytanın secde etmemesi” olan hadise-i cüz’iye-i gaybiye, pek geniş bir düstur-u külliye-i meşhudenin ucu olduğu gibi, pek büyük bir hakikati ihsas ediyor. Şöyle ki:
Kur’ân, şahs-ı Âdem’e melâikelerin itaat ve inkıyadını ve Şeytanın tekebbür ve imtinâını zikretmesiyle, nev-i beşere kâinatın ekser maddî envâları ve o envâın mânevî mümessilleri ve müekkelleri musahhar olduklarını ve nev-i beşerin
Dipnot-1
“Hiç düşünmüyorlar mı?” Yâsin Sûresi, 36:68.
Dipnot-2
“Âdem’e bütün isimleri öğretti.” Bakara Sûresi, 2:31.
Dipnot-3
bk. Ahzâb Sûresi, 33:72.
arz: yeryüzü, dünya beyan: açıklama (bk. b-y-n) câmiiyet-i istidat: istidadın kapsamlılığı (bk. c-m-a; a-d-d) düstur-u küllî: büyük ve genel prensip (bk. k-l-l) düstur-u külliye-i meşhude: görünen büyük ve genel prensip (bk. k-l-l; ş-h-d) ekser: pek çok (bk. k-s̱-r) emanet-i kübrâ: büyük emanet (bk. e-m-n; k-b-r) envâ: çeşitler, türler evsâf: sıfatlar (bk. v-ṣ-f) fünun: fenler, ilimler hâdisât-ı cüz’iye: küçük ve ferdî olaylar (bk. ḥ-d-s̱; c-z-e) hadise-i cüz’iye: küçük ve ferdî olay (bk. ḥ-d-s̱; c-z-e) hadise-i cüz’iye-i gaybiye: görünmeyen küçük ve basit olay (bk. ḥ-d-s̱; c-z-e; ğ-y-b) hadsiz: sayısız hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâlât-ı tabiiye: doğal haller (bk. ṭ-b-a) halife-i mânevî: mânevî halife (bk. ḫ-l-f; a-n-y) Hâlık: her şeyi yoktan yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ) haml: yüklenme heyet-i mecmua: genel yapı (bk. c-m-a) hidayet: doğru yola eriştirme (bk. h-d-y) ifham etmek: anlatmak, bildirmek ihsas: hissettirme ilham olunma: kalbe gelme imtinâ: çekinme, yapmama inkıyad: boyun eğme, itaat etme kabiliyet-i hilâfet: halifelik kabiliyeti (bk. a-d-d; ḫ-l-f) kâinat: evren, yaratılmış her şey (bk. k-v-n) kanun-u umumî: genel kanun (bk. ḳ-n-n) kesretli: çok (bk. k-s̱-r) Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m) maarif: bilgiler, bilimler (bk. a-r-f)
melâike: melekler (bk. m-l-k) misillü: gibi (bk. m-s̱-l) müekkel: görevli muhit: kuşatan mümessil: temsilci (bk. m-s̱-l) musahhar olmak: boyun eğmek nev-i beşer: insanlık rüçhaniyet: üstünlük şahs-ı Âdem: Hz. Âdem’in şahsı şâmil: kapsayan semâvat: gökler (bk. s-m-v) suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r) şuûnat: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler (bk. ş-e-n) tâlim: öğretme (bk. a-l-m) tâlim-i esmâ: Hz. Âdem’e Allah tarafından isimlerin öğretilmesi (bk. a-l-m; s-m-v) tekebbür: büyüklenme (bk. k-b-r) ulûm: ilimler (bk. a-l-m) zikretmek: anmak, belirtmek
hassalarının bütün istifadelerine müheyyâ ve münkad olduklarını ifham etmekle beraber; o nev’in istidadâtını bozan ve yanlış yollara sevk eden mevadd-ı şerire ile onların mümessilleri ve sekene-i habiseleri o nev-i beşerin tarîk-i kemâlâtında ne büyük bir engel, ne müthiş bir düşman teşkil ettiğini ihtar ederek, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, birtek Âdem ile cüz’î hadiseyi konuşurken, bütün kâinatla ve bütün nev-i beşerle bir mükâleme-i ulviye ediyor.
“îcl” meselesi: buzağı olayı. Bu olay İsrailoğullarının Firavun’dan kurtulup Sina Çölüne yerleştikleri zaman yaşandı. Bir ara Mûsa (a.s.) Tur Dağına çıkmış ve orada bir müddet kalmıştı. İsrailoğulları da bu esnâda altından bir buzağı yaptı ve ona tapmaya başladı Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m) bakar: sığır bakarperestlik: sığıra tapmak Benî İsrail: İsrailoğulları, Yahudiler beyan: açıklama (bk. b-y-n) cehennem-nümun: cehennem gibicüz: parça (bk. c-z-e) cüz’î: küçük, ferdî (bk. c-z-e) ders-i hikmet: hikmet dersi (bk. ḥ-k-m) düstur: prensip, kural düstur-u küllî: büyük ve genel prensip (bk. k-l-l) felâhat: çiftçilik feyz: bolluk, bereket (bk. f-y-ḍ) hâdisât-ı tarihiye: tarihî olayhadise-i cüz’iye: ferdî, belirli bir bölgeye ait olay (bk. c-z-e)
hassa: duyular Hazret-i Mûsâ: (bk. bilgiler) i’câz: mu’cizelik özelliği (bk. a-c-z) İ’câz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın mu’cizeliği (bk. a-c-z) ifham: anlatma istidadât: kabiliyetler (bk. a-d-d) istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d) kıssa-i Mûsâ: Hz. Mûsâ’nın kıssası kudsiye: mukaddes, kutsal (bk. ḳ-d-s) küllî: büyük, kapsamlı (bk. k-l-l) kumistan: kumluk, çöl Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m) Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla mu’cize olan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n) mâbud: kendisine ibadet edilen (bk. a-b-d) mahsuldar: verimli mefkûre: gaye, ideal, inanç (bk. f-k-r) mergup: rağbet edilmiş mevadd-ı şerire: kötü maddeler mevki-i mübarek: mübarek mevki (bk. b-r-k) müheyyâ: hazır mükâleme-i ulviye: yüce konuşma (bk. k-l-m)
mukkaddes: kutsal (bk. ḳ-d-s) mümessil: temsilci (bk. m-s̱-l) münkad: boyun eğme, itaat etme neş’et etmek: çıkmak, yetişmek nev-i beşer: insanlık nev’: çeşit, tür Nil-i mübarek: (bk. bilgiler – Nil Nehri) risale: kitap (bk. r-s-l) risalet: peygamberlik (bk. r-s-l) Sahrâ-yı Kebir: Büyük Çöl; Libya Çölü (bk. bilgiler) seciye: yaratılış, karakter sekene: sakinler, oturanlar (bk. s-k-n) sekene-i habise: kötü ve pis sakinler (bk. s-k-n) sevr: öküz tarîk-i kemâlât: mükemmelleşme yolu (bk. ṭ-r-ḳ; k-m-l) tazammun: kapsama, içine alma tesbit: sağlam şekilde yerleştirme teşkil: oluşturma ulvî: yüce vasıta-i ziraat: tarıma vasıta zebh: kesme, boğazlama zikretmek: bildirmek, anlatmak
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirminci Söz, Birinci Makam, Birinci Nükte, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Mahzen-i mu’cizat ve mu’cize-i kübrâ olan Kur’ân-ı Hakîm, nübüvvet-i Ahmediye (a.s.m.) ile vahdâniyet-i İlâhiyeyi o derece kat’î ispat ediyor ki, başka burhana hâcet bırakmıyor.” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden On Dokuzuncu Söz On Dördüncü Reşha.
ON DÖRDÜNCÜ REŞHA: Mahzen-i mu’cizat ve mu’cize-i kübrâ olan Kur’ân-ı Hakîm, nübüvvet-i Ahmediye (a.s.m.) ile vahdâniyet-i İlâhiyeyi o derece kat’î ispat ediyor ki, başka burhana hâcet bırakmıyor. – Cumartesi Dersleri 19. 14.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
On Dokuzuncu Söz
Risalet-i Ahmediyeye dairdir
Şuâât-ı Mârifetü’n-Nebî namındaki Türkçe bir risalede ve On Dokuzuncu Mektupta ve şu Sözde icmâlen işaret ettiğimiz delâil-i nübüvvet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) beyan etmişim. Hem onda Kur’ân-ı Hakîmin vücuh-u i’câzı icmâlen zikredilmiş. Yine Lemeât namında Türkçe bir risalede ve Yirmi Beşinci Sözde Kur’ân’ın kırk vech ile mu’cize olduğunu icmâlen beyan ve kırk vücuh-u i’câzına işaret etmişim. O kırk vecihte, yalnız nazımda olan belâğati, İşârâtü’l-İ’câz namındaki bir tefsir-i Arabîde, kırk sahife içinde yazmışım. Eğer ihtiyacın varsa şu üç kitaba müracaat edebilirsin.
ON DÖRDÜNCÜ REŞHA
Mahzen-i mu’cizat ve mu’cize-i kübrâ olan Kur’ân-ı Hakîm, nübüvvet-i Ahmediye (a.s.m.) ile vahdâniyet-i İlâhiyeyi o derece kat’î ispat ediyor ki, başka burhana hâcet bırakmıyor. Biz de onun tarifine ve medar-ı tenkit olmuş bir iki lem’a-i i’câzına işaret ederiz.
İşte, Rabbimizi bize tarif eden Kur’ân-ı Hakîm,
• şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi,
• şu sahâif-i arz ve semâda müstetir künûz-u esmâ-i İlâhiyenin keşşafı,
• şu sutûr-u hâdisâtın altında muzmer hakaikın miftâhı,
• şu âlem-i şehadet perdesi arkasındaki âlem-i gayb cihetinden gelen iltifâtât-ı Rahmâniye ve hitâbât-ı ezeliyenin hazinesi,
• şu âlem-i mâneviye-i İslâmiyenin güneşi, temeli, hendesesi,
• âvâlim-i uhreviyenin haritası,
• Zât ve sıfât ve şuûn-u İlâhiyenin kavl-i şârihi, tefsir-i vâzıhı, burhan-ı nâtıkı, tercüman-ı sâtıı,
• şu âlem-i insaniyet
insanlık âlemiin mürebbîsi, hikmet-i hakikîsi, mürşid ve hâdîsi,..
âlem-i gayb: görünmeyen âlem (bk. a-l-m; ğ-y-b) âlem-i insaniyet: insanlık âlemi (bk. a-l-m) âlem-i mâneviye-i İslâmiye: İslâmiyetin mânevî âlemi (bk. a-l-m; a-n-y; s-l-m)âlem-i şehadet: görünen âlem (bk. a-l-m; ş-h-d)âvâlim-i uhreviye: âhiret âlemleri (bk. a-l-m; e-ḫ-r)belâğat: maksada ve hale uygun güzel söz söyleme (bk. b-l-ğ)beyan: açıklama (bk. b-y-n)burhan: delilburhan-ı nâtık: konuşan delilcihet: yön, tarafdelâil-i nübüvvet-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in peygamberliğinin delilleri (bk. n-b-e; ḥ-m-d) hâcet: ihtiyaç (bk. ḥ-v-c) hâdî: doğru ve hak yolu gösterici (bk. h-d-y) hakaik: gerçekler, doğrular (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hendese: plan hikmet-i hakikî: gerçek hikmet (bk. ḥ-k-m; ḥ-ḳ-ḳ) hitâbât-ı ezeliye: ezelî hitaplar (bk. ḫ-ṭ-b; e-z-l)
icmâlen: kısaca, özetle (bk. c-m-l) iltifâtât-ı Rahmâniye: Rahmânî iltifatlar (bk. r-ḥ-m) kat’î: kesin kavl-i şârihi: açıklayıcı söz keşşâf: keşfedici, açığa çıkarıcı (bk. k-ş-f) kitab-ı kebîr-i kâinat: büyük kâinat kitabı (bk. k-t-b; k-b-r; k-v-n) künûz-u esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimlerinin hazineleri (bk. s-m-v; e-l-h) Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m) lem’a-i i’câz: mu’cizelik parıltısı (bk. a-c-z) mahzen-i mu’cizât: mu’cizeler deposu (bk. a-c-z) medar-ı tenkit: tenkide sebep miftâh: anahtar mu’cize-i kübrâ: en büyük mu’cize (bk. a-c-z; k-b-r) mürebbî: terbiye edici, eğitici (bk. r-b-b) mürşid: doğru yolu gösterici (bk. r-ş-d) müstetir: gizli, örtülü muzmer: gizli, saklı nazım: diziliş, tertip (bk. n-ẓ-m)
nübüvvet-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliği (bk. n-b-e; ḥ-m-d) risale: kitap (bk. r-s-l) sahâif-i arz ve semâ: yer ve gök sayfaları (bk. s-m-v) Şuâât-ı Mârifetü’n-Nebî: Peygamberi tanıma parıltıları, nurları (bk. a-r-f; n-b-e) sutûr-u hâdisât: hadiselerin satırları tefsir-i Arabî: Arapça tefsir (bk. f-s-r) tefsir-i vâzıh: açık tefsir (bk. f-s-r) tercüman-ı sâtı: parlak tercüman tercüme-i ezeliye: ezelden gelen tercüme (bk. e-z-l) vahdâniyet-i İlâhiye: Cenab-ı Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d; e-l-h) vecih: yön vücuh-u i’câz: mu’cizelik yönleri (bk. a-c-z) Zât ve sıfat ve şuûn-u İlâhîye: Allah’ın Zât, sıfat ve mukaddes özellikleri (bk. v-ṣ-f; ş-e-n; e-l-h) zikredilmek: hatırlatılmak
• hem bir kitab-ı hikmet ve şeriat
hikmet ve kanun kitabı,
• hem bir kitab-ı dua ve ubûdiyet,
• hem bir kitab-ı emir ve davet,
• hem bir kitab-ı zikir ve marifet gibi,
• bütün hâcât-ı mâneviyesine karşı birer kitap ve bütün muhtelif ehl-i mesâlik ve meşârib olan evliya ve sıddıkînin, asfiya ve muhakkikînin herbirinin meşreplerine lâyık birer risale ibraz eden bir kütüphane-i mukaddesedir.
Sebeb-i kusur tevehhüm edilen tekraratındaki lem’a-i i’câza bak ki: Kur’ân hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı davet olduğundan, içinde tekrar müstahsendir, belki elzemdir ve eblâğdır. Ehl-i kusurun zannı gibi değil. Zira, zikrin şe’ni, tekrar ile tenvirdir. Duanın şe’ni, terdad ile takrirdir. Emir ve davetin şe’ni, tekrar ile te’kittir.
Hem herkes her vakit bütün Kur’ân’ı okumaya muktedir olamaz, fakat bir sûreye galiben muktedir olur. Onun için, en mühim makàsıd-ı Kur’âniye ekser uzun sûrelerde derc edilerek, herbir sûre bir küçük Kur’ân hükmüne geçmiş. Demek, hiç kimseyi mahrum etmemek için, tevhid ve haşir ve kıssa-i Musa gibi bazı maksatlar tekrar edilmiş.
Hem cismânî ihtiyaç gibi, mânevî hâcat dahi muhteliftir. Bazısına insan her nefes muhtaç olur: cisme hava, ruha Hû gibi. Bazısına her saat: Bismillâh gibi ve hâkezâ… Demek, tekrar-ı âyet, tekerrür-ü ihtiyaçtan ileri gelmiş ve o ihtiyaca işaret ederek, uyandırıp teşvik etmek, hem iştiyakı ve iştihayı tahrik etmek için tekrar eder.
Hem Kur’ân müessistir, bir din-i mübînin esasatıdır ve şu âlem-i İslâmiyetin temelleridir ve hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi değiştirip muhtelif tabakata, mükerrer suallerine cevaptır. Müessise, tesbit etmek için tekrar lâzımdır. Te’kid için terdad lâzımdır. Te’yid için takrir, tahkik, tekrir lâzımdır.
âlem-i İslâmiyet: İslâm âlemi (bk. a-l-m; s-l-m) asfiya: Hz. Peygamberin çizgisinde yaşayan ilim ve takvâ sahibi büyük zatlar (bk. ṣ-f-y) Bismillâh: Allah’ın adıyla (bk. s-m-v) cismânî: bedensel derc edilmek: yerleştirilmek din-i mübîn: hak ve hakikatı açıklayan din, İslâm (bk. b-y-n) eblağ: hâle ve maksada çok uygun (bk. b-l-ğ) ehl-i kusur: kusur arayanlar ehl-i mesâlik ve meşârib: mânevî usül, tarz ve yol sahipleri ekser: pekçok (bk. k-s̱-r) elzem: çok lüzumlu esasat: esaslar, temeller evliya: veliler (bk. v-l-y) galiben: çoğunlukla hâcât: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c) hâcât-ı mâneviye: mânevi ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c; a-n-y) hâkezâ: bunun gibi haşir: öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r) hayat-ı içtimaiye-i beşeriye: insanların toplum hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a)
Hû: O, Allah ibraz etmek: göstermek iştiyak: çok kuvvetli arzu ve istek kitab-ı davet: davet kitabı (bk. k-t-b) kitab-ı dua: dua kitabı (bk. k-t-b; d-a-v) kitab-ı emir ve davet: emir ve davet kitabı (bk. k-t-b) kitab-ı hikmet ve şeriat: hikmet ve kanun kitabı (bk. k-t-b; ḥ-k-m; ş-r-a) kitab-ı zikir: zikir kitabı (bk. k-t-b) kitab-ı zikir ve marifet: zikir ve Allah’ı tanıtan marifet kitabı (bk. k-t-b; a-r-f) kitabı dua ve ubûdiyet: dua ve kulluk kitabı (bk. k-t-b; a-b-d) kıssa-i Mûsâ: Hz. Mûsâ’nın hikâyesi kütüphane-i mukadesse: mukaddes kütüphane (bk. k-t-b; ḳ-d-s) lem’a-i i’câz: mu’cizelik parıltısı (bk. a-c-z) makàsıd-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın maksatları ve gayeleri (bk. ḳ-ṣ-d) meşrep: hareket tarzı, metod müessis: tesis edici, kurucu muhakkik: gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen âlimler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
muhtelif: çeşitli mükerrer: tekrarlanan muktedir: güç ve iktidar sahibi (bk. ḳ-d-r) müstahsen: güzel, beğenilen (bk. ḥ-s-n) risale: kitap (bk. r-s-l) şe’n: özellik, hal (bk. ş-e-n) sebeb-i kusur: kusur sebebi (bk. s-b-b) sıddıkîn: daima doğruluk üzere ve Allah’a ve peygambere çok sâdık olanlar (bk. ṣ-d-ḳ) tabakat: tabakalar tahrik etmek: harekete geçirmek takrir: yerleştirme, sağlamlaştırma te’kid: kuvvetlendirme, pekiştirme tekerrür-ü ihtiyaç: ihtiyacın tekrarlanması (bk. ḥ-v-c) tekrar-ı âyet: âyetin tekrarı tekrarat: tekrarlar tenvir: nurlandırma (bk. n-v-r) terdad: tekrar tevehhüm etmek: zannettmek tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)
Hem öyle mesâil-i azîme ve hakaik-ı dakikadan bahsediyor ki, umumun kalblerinde yerleştirmek için, çok defa muhtelif suretlerde tekrar lâzımdır.
Bununla beraber, sureten tekrardır. Fakat, mânen herbir âyetin çok mânâları, çok faideleri, çok vücuh ve tabakatı vardır. Herbir makamda ayrı bir mânâ ve faide ve maksatlar için zikrediliyor.
Hem Kur’ân’ın, mesâil-i kevniyenin bazısında ipham ve icmâli ise, irşadî bir lem’a-i i’cazdır. Ehl-i ilhâdın tevehhüm ettikleri gibi medar-ı tenkit olamaz ve sebeb-i kusur değildir.
Eğer desen: “Acaba neden Kur’ân-ı Hakîm, felsefenin mevcudattan bahsettiği gibi etmiyor? Bazı mesâili mücmel bırakır; bazısını, nazar-ı umumîyi okşayacak, hiss-i âmmeyi rencide etmeyecek, fikr-i avâmı tâciz edip yormayacak bir suret-i basitâne-i zahirânede söylüyor.”
Cevaben deriz ki: Felsefe hakikatin yolunu şaşırmış; onun için… Hem geçmiş derslerden ve Sözlerden elbette anlamışsın ki, Kur’ân-ı Hakîm şu kâinattan bahsediyor, tâ Zât ve sıfât ve esmâ-i İlâhiyeyi bildirsin. Yani, bu kitab-ı kâinatın maânîsini anlattırıp, tâ Hâlıkını tanıttırsın. Demek, mevcudata kendileri için değil, belki Mûcidleri için bakıyor. Hem umuma hitap ediyor. İlm-i hikmet ise mevcudata mevcudat için bakıyor. Hem hususan ehl-i fenne hitap ediyor.
Öyle ise, madem ki Kur’ân-ı Hakîm mevcudatı delil yapıyor, burhan yapıyor; delil zahirî olmak, nazar-ı umuma çabuk anlaşılmak gerektir. Hem madem ki Kur’ân-ı Mürşid bütün tabakat-ı beşere hitap eder. Kesretli tabaka ise tabaka-i avamdır. Elbette, irşad ister ki, lüzumsuz şeyleri ipham ile icmal etsin; ve dakik şeyleri temsil ile takrib etsin; ve muğâlatalara düşürmemek için, zahirî nazarlarında bedihî olan şeyleri lüzumsuz, belki zararlı bir surette tağyir etmemektir.
bedihî: açık, âşikar burhan: delil dakik: ince ehl-i fen: bilim adamları ehl-i ilhâd: inkârcılar, dinsizler fikr-i avâm: avâmın, halkın düşüncesi (bk. f-k-r) hakâik-ı dakika: ince hakikatler (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) Hâlık: yaratıcı, herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ) hiss-i âmme: genelin hissi hususan: özellikle icmâl: özetleme (bk. c-m-l) ilm-i hikmet: felsefe ilmi; Bediüzzaman’ın Eski Said döneminde felsefeye verdiği ad (bk. a-l-m; ḥ-k-m) ipham: üstü kapalı bırakma irşad: doğru yolu gösterme (bk. r-ş-d) irşadî: hak yolu göstermeyle ilgili (bk. r-ş-d) kâinat: evren, yaratılmış her şey (bk. k-v-n) kesretli: çok (bk. k-s̱-r) kitab-ı kâinat: kâinat kitabı (bk. k-t-b; k-v-n) Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
Kur’ân-ı Mürşid: doğru yolu gösterici Kur’ân (bk. r-ş-d) lem’a-i i’caz: mu’cizelik parıltısı (bk. a-c-z) maânî: mânâlar (bk. a-n-y) maksat: gaye (bk. ḳ-ṣ-d) medar-ı tenkit: tenkit nedeni mesâil: meseleler (bk. m-s̱-l) mesâil-i azîme: büyük meseleler (bk. m-s̱-l; a-z-m) mesâil-i kevniye: yaratılışla ilgili meseleler (bk. m-s̱-l; k-v-n) mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d) Mûcid: icad eden, yoktan var eden, Allah (bk. v-c-d) mücmel: kısa, özetlenmiş (bk. c-m-l) müessis: tesis edici, kurucu muğâlata: demagoji, aldatma nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r) nazar-ı umum: genelin bakışı (bk. n-ẓ-r) rencide etmek: incitmek sebeb-i kusur: kusur sebebi (bk. s-b-b) suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r) suret-i basitâne-i zahirâne: görünüşteki basit şekil (bk. ṣ-v-r; ẓ-h-r)
sureten: görünüşte tabaka-i avam: halk tabakası tabakat: tabakalar, dereceler tabakat-i beşer: insan tabakaları tâciz etmek: rahatsız etmek tağyir etmek: değiştirmek tahkik: doğruluğunu araştırma (bk. ḥ-ḳ-ḳ) takrib etmek: yaklaştırmak takrir: yerleştirme te’kid: kuvvetlendirme te’yid: kuvvetlendirme tekrir: tekrarlama temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l) terdad: tekrar tesbit: sağlam şekilde yerleştirme tevehhüm etmek: zannetmek, kuruntulanmak umum: genel vücuh: yönler zahirî: açık, görünürde (bk. ẓ-h-r) Zât ve sıfât ve esmâ-i İlâhiye: Cenab-ı Allah’ın Zâtı, sıfatı ve isimleri (bk. v-ṣ-f; s-m-v; e-l-h)
Meselâ güneşe der, “Döner bir siracdır, bir lâmbadır.” Zira, güneşten, güneş için, mahiyeti için bahsetmiyor. Belki bir nevi intizamın zembereği ve nizamın merkezi olduğundan, intizam ve nizam ise Sâniin âyine-i marifeti olduğundan bahsediyor.
Evet, der:
اَلشَّمْسُ تَجْرِى 1
“Güneş döner.” Bu “döner” tabiriyle, kış-yaz, gece-gündüzün deverânındaki muntazam tasarrufât-ı kudreti ihtar ile azamet-i Sânii ifham eder. İşte, bu “dönmek” hakikati ne olursa olsun, maksud olan ve hem mensuc, hem meşhud olan intizama tesir etmez.
Hem der:
وَجَعَلَ الشَّمْسَ سِراَجاً
2 Şu “sirac” tabiriyle, âlemi bir kasır suretinde, içinde olan eşya ise insana ve zîhayata ihzar edilmiş müzeyyenat ve mat’ûmat ve levazımat olduğunu ve güneş dahi musahhar bir mumdar olduğunu ihtar ile, rahmet ve ihsan-ı Hâlıkı ifham eder.
Şimdi bak, şu sersem ve geveze felsefe ne der? Bak, diyor ki: “Güneş bir kütle-i azîme-i mâyia-i nâriyedir. Ondan fırlamış olan seyyârâtı etrafında döndürüp, cesâmeti bu kadar, mahiyeti böyledir, şöyledir…” Mûhiş bir dehşetten, müthiş bir hayretten başka, ruha bir kemâl-i ilmî vermiyor. Bahs-i Kur’ân gibi etmiyor.
Buna kıyasen, bâtınen kof, zâhiren mutantan felsefî meselelerin ne kıymette olduğunu anlarsın. Onun şaşaa-i surisine aldanıp Kur’ân’ın gayet mu’ciznümâ beyanına karşı hürmetsizlik etme.
âyine-i marifet: Allah’ı tanıma ve bilme aynası (bk. a-r-f) azamet-i Sânii: her şeyi san’atlı olarak yaratan Allah’ın büyüklüğü (bk. a-z-m; ṣ-n-a) bahs-i Kur’ân: Kur’ân’ın bahsi bâtınen: içyüzünde beyan: açıklama (bk. b-y-n) cesâmet: büyüklük deverân: dönüş hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) ifham: anlatma, bildirme ihsan-ı Hâlık: Yaratıcının ihsanı, bağışı (bk. ḥ-s-n; ḫ-l-ḳ) ihtar: hatırlatma ihzar: hazırlama (bk. ḥ-ḍ-r) intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m) kasır: saray kemâl-i ilmî: ilmî mükemmellik (bk. k-m-l; a-l-m)
kof: boş kütle-i azîme-i mâyia-i nâriye: sıvı haldeki büyük ateş kütlesi (bk. a-ẓ-m) levazımat: gerekli şeyler mahiyet: özellik, nitelik, içyüz maksud: kastedilen, istenen (bk. ḳ-ṣ-d) mat’ûmat: yiyecekler mensuc: dokunmuş olan, dokunan meşhud: görünen (bk. ş-h-d) mu’ciznümâ: mu’cize gösteren (bk. a-c-z) mûhiş: korkutucu, dehşet verici mumdar: ışık veren muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m) musahhar: emre verilmiş mutantan: tantanalı, gösterişli müzeyyenat: süslenmiş güzel şeyler (bk. ẓ-y-n)
nevi: çeşit nizam: düzen (bk. n-ẓ-m) rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m) Sâni: her şeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a) şaşaa-i suriye: görünüşteki parlaklık ve gösteriş seyyârât: gezegenler sirac: kandil, lamba suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r) tasarrufât-ı kudret: kudretin tasarrufları, icraatları (bk. ṣ-r-f; ḳ-d-r) zâhiren: görünüşte (bk. ẓ-h-r) zemberek: hareketi sağlayan güç kaynağı zîhayat: canlı (bk. ẕî, ḥ-y-y) zira: çünkü
İHTAR: Arabî Risaletü’n-Nur’da On Dördüncü Reşhanın Altı Katresi, bahusus Dördüncü Katrenin Altı Nüktesi, Kur’ân-ı Hakîmin kırk kadar envâ-ı i’câzından on beşini beyan eder. Ona iktifâen burada ihtisar ettik. İstersen ona müracaat et; bir hazine-i mu’cizat bulursun.
Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler:
1: Allah’ım! Kur’ân’ı bize, bu risalenin kâtibine ve onun emsali olan zatlara her türlü dert için şifa kıl. Bize ve onlara, hayatımızda ve ölümümüzden sonra Kur’ân ile ünsiyet ettir. Kur’ân’ı bu dünyada bir dost, kabirde bir mûnis, kıyamette bir şefaatçi, sırat üzerinde bir nur, ateşe karşı bir siper ve hicap, Cennette bir refik ve bütün hayırlar için bir yol gösterici ve imam kıl. Bütün bunları bize fazlınla, cûdunla, kereminle ve rahmetinle ihsan et, ey kerem sahiplerinin en kerîmi ve merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbimiz. Âmin. Allahım! Furkan-ı Hakîmin kendisine indirildiği zâta ve bütün âl ve ashâbına salât ve selâm et. Âmin, âmin.
Arabî: Arapça bahusus: özellikle beyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n) envâ-ı i’câz: mu’cizelik türleri (bk. a-c-z)
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Bak, dinle: Saadet-i ebediye istiyor. Bekà istiyor. Lika istiyor. Cennet istiyor.” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden On Dokuzuncu Söz On Üçüncü Reşha.
ON ÜÇÜNCÜ REŞHA: Bak, dinle: Saadet-i ebediye istiyor. Bekà istiyor. Lika istiyor. Cennet istiyor. – Cumartesi Dersleri 19. 13.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
On Dokuzuncu Söz
Risalet-i Ahmediyeye dairdir
ON ÜÇÜNCÜ REŞHA
Acaba bütün efâzıl-ı benî Âdemi arkasına alıp, arz üstünde durup, Arş-ı Âzama müteveccihen el kaldırıp dua eden şu şeref-i nev-i insan ve ferîd-i kevn ü zaman ve bihakkın fahr-i kâinat ne istiyor?
Bak, dinle: Saadet-i ebediye istiyor. Bekà istiyor. Lika istiyor. Cennet istiyor. Hem, merâyâ-yı mevcudatta ahkâmını ve cemâllerini gösteren bütün esmâ-i kudsiye-i İlâhiye ile beraber istiyor. Hattâ, eğer rahmet, inâyet, hikmet, adalet gibi hesapsız o matlubun esbab-ı mucibesi olmasaydı, şu zâtın tek duası, baharımızın icadı kadar kudretine hafif gelen şu Cennetin binasına sebebiyet verecekti.
Evet, nasıl ki onun risaleti şu dâr-ı imtihanın açılmasına sebebiyet verdi. Öyle de, onun ubûdiyeti dahi öteki dârın açılmasına sebeptir. Acaba ehl-i akıl ve tahkike
لَيْسَ فِى اْلاِمْكَانِ اَبْدَعُ مِمَّا كَانَ 1
dedirten şu meşhud intizam-ı fâik, şu rahmet içinde kusursuz hüsn-ü san’at ve misilsiz cemâl-i Rububiyet, hiç böyle bir çirkinliği, böyle bir merhametsizliği, böyle bir intizamsızlığı kabul eder mi ki, en cüz’î, en ehemmiyetsiz arzuları, sesleri ehemmiyetle işitip ifa etsin; en ehemmiyetli, en lüzumlu arzuları ehemmiyetsiz görüp işitmesin, anlamasın, yapmasın? Hâşâ ve kellâ!. Yüz bin defa hâşâ! Böyle bir cemâl, böyle bir çirkinliği kabul etmez, çirkin olmaz.
Yahu, ey hayalî arkadaşım! Şimdilik kâfidir, geri gitmeliyiz. Yoksa, yüz sene şu zamanda, şu cezirede kalsak, yine o zâtın garaib-i icraatını ve acaib-i vezâifini, yüzden birisine tamamen ihata edip temâşâsında doyamayız. Şimdi, gel, üstünde döneceğimiz her asra birer birer bakacağız. Bak, nasıl her asır, o şems-i hidayetten aldıkları feyizle çiçek açmışlar; Ebû Hanife, Şâfiî, Ebû Bayezid-i Bistâmî,
Dipnot-1
“İmkân dairesinde, şu varlık âleminden daha mükemmeli, daha üstünü yoktur.” İmam-ı Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn 4:258; İbni Arabî, el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye, 1:53, 4:154.
acaib-i vezâif: vazifelerin şaşırtıcılıkları ahkâm: hükümler (bk. ḥ-k-m) Arş-ı Âzam: Cenab-ı Hakkın yücelik ve egemenliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş; a-z-m) arz: yeryüzü bekà: devamlılık, sonsuzluk (bk. b-ḳ-y) bihakkın: gerçek anlamıyla (bk. ḥ-ḳ-ḳ) cemâl: güzellik (bk. c-m-l) cemâl-i Rububiyet: Allah’ın bütün mahlukâtı terbiye ediciliğinin güzelliği (bk. c-m-l; r-b-b) cezire: yarımada cüz’î: küçük, basit (bk. c-z-e) dâr: yer dâr-ı imtihan: imtihan yeri Ebû Bayezid-i Bistâmî: (bk. bilgiler) Ebû Hanife: (bk. bilgiler-İmâm-ı Âzam) efâzıl-ı benî Âdem: insanlığın en faziletlileri (bk. f-ḍ-l) ehl-i akıl ve tahkik: gerçeği araştıran akıl sahipleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
esbab-ı mucibe: gerektirici sebepler (bk. s-b-b; c-v-b) esmâ-i kudsiye-i İlâhiye: Allah’ın mukaddes isimleri (bk. s-m-v; ḳ-d-s; e-l-h) fahr-i kâinat: bütün âlemin kendisiyle övündüğü Peygamberimiz (a.s.m.) (bk. k-v-n) ferîd-i kevn ü zaman: zaman ve varlığın bir tanesi (bk. f-r-d; k-v-n) feyiz: ilham, bolluk, bereket (bk. f-y-ḍ) garaib-i icraat: icraatın gariplikleri hâşâ ve kellâ: asla ve asla hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) hüsn-ü san’at: sanat güzelliği (bk. ḥ-s-n; ṣ-n-a) icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d) ifa etme: yerine getirme ihata etmek: kavramak
Rahmânü’r-Rahîmden, Arş-ı Âzamdan gelen Furkan-ı Hakîmin kendisine indiği Efendimiz Muhammed’e, ümmetinin hasenatı adedince milyonlar salât ve milyonlar selâm olsun.
Risaleti Tevrat, İncil ve Zebur’da müjdelenen; nübüvveti irhâsâtla, cinlerin hâtifleriyle, insanlık âleminin evliyalarıyla, beşerin kâhinleriyle müjdelenen; bir işaretiyle ay parçalanan Efendimiz Muhammed’e, ümmetinin hasenâtı adedince milyonlar salât ve selâm olsun.
Davetine ağaçların koşup geldiği, duâsıyla yağmurun hemen iniverdiği, sıcaktan korumak için bulutların ona gölge yaptığı, bir ölçek yemeğiyle yüzlerce insanın doyduğu, parmaklarının arasından üç defa kevser gibi suların çağladığı, onun hürmetine Allah’ın, kertenkeleyi, ceylânı, ağaç kütüğünü, zehirli keçinin kolunu, deveyi, dağı, taşı ve toprağı konuşturduğu, Miracın sahibi ve gözünün asla şaşmadığı o mu’cize-i kübrâda ruyetullaha mazhar olan Efendimiz ve Şefîimiz Muhammed’e, Kur’ân’ın ilk indiği zamandan kıyamete kadar onu okuyan herbir okuyucunun okuduğu herbir kelimenin hava dalgalarının aynalarına Rahmân’ın izniyle yansıyan bütün kelimelerinin bütün harfleri adedince, milyonlar salât ve selâm olsun.
Bütün bu salâvatlardan herbiri hürmetine bizi bağışla, ey İlâhımız, bize merhamet et. Âmin.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Belki, nasıl ki o zat, hidayetiyle saadet-i ebediyenin sebeb-i husulü ve vesile-i vusulüdür; öyle de, duasıyla, niyazıyla o saadetin sebeb-i vücudu ve vesile-i icadıdır.” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden On Dokuzuncu Söz On İkinci Reşha.
ON İKİNCİ REŞHA: Belki, nasıl ki o zat, hidayetiyle saadet-i ebediyenin sebeb-i husulü ve vesile-i vusulüdür; öyle de, duasıyla, niyazıyla o saadetin sebeb-i vücudu ve vesile-i icadıdır. – Cumartesi Dersleri – 19. 12.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
On Dokuzuncu Söz
Risalet-i Ahmediyeye dairdir
ON İKİNCİ REŞHA
İşte, şu zat, şu mevcudat Hâlıkının vahdâniyetinin hakkaniyeti derecesinde hak bir burhan-ı nâtık, bir delil-i sadık olduğu gibi, haşrin ve saadet-i ebediyenin dahi bir burhan-ı katıı, bir delil-i sâtııdır. Belki, nasıl ki o zat, hidayetiyle saadet-i ebediyenin sebeb-i husulü ve vesile-i vusulüdür; öyle de, duasıyla, niyazıyla o saadetin sebeb-i vücudu ve vesile-i icadıdır. Haşir meselesinde geçen1 şu sırrı, makam münasebetiyle tekrar ederiz.
İşte, bak: O zat öyle bir salât-ı kübrâda dua ediyor ki, güya şu cezire, belki arz, onun azametli namazıyla namaz kılar, niyaz eder.
Bak, hem öyle bir cemaat-i uzmâda niyaz ediyor ki, güya benî Âdemin zaman-ı Âdemden asrımıza, kıyamete kadar bütün nuranî, kâmil insanlar, ona ittibâ ile iktidâ edip duasına âmin diyorlar.
Hem bak, öyle bir hâcet-i âmme için dua ediyor ki, değil ehl-i arz, belki ehl-i semâvât, belki bütün mevcudat, niyazına, “Evet, yâ Rabbenâ, ver, biz dahi istiyoruz” deyip iştirak ediyorlar.
Hem öyle fakirâne, öyle hazinâne, öyle mahbubâne, öyle müştakâne, öyle tazarrukârâne niyaz ediyor ki, bütün kâinatı ağlattırıyor, duasına iştirak ettiriyor.
Bak, hem öyle bir maksat, öyle bir gaye için dua ediyor ki, insanı ve âlemi, belki bütün mahlûkatı esfel-i sâfilînden, sukuttan, kıymetsizlikten, faidesizlikten, âlâ-yı illiyyîne, yani kıymete, bekàya, ulvî vazifeye çıkarıyor.
Bak, hem öyle yüksek bir fizâr-ı istimdatkârâne ve öyle tatlı bir niyaz-ı istirhamkârâne ile istiyor, yalvarıyor ki, güya bütün mevcudata ve semâvâta ve Arşa işittirip, vecde getirip, duasına “Âmin Allahümme âmin” dedirtiyor.
Bak, hem öyle Semî, Kerîm bir Kadîrden, öyle Basîr, Rahîm bir Alîmden hâcetini istiyor ki, bilmüşahede, en hafî bir zîhayatın en hafî bir hâcetini, bir niyazını görür, işitir, kabul eder, merhamet eder. Çünkü istediğini—velev lisan-ı hâl ile olsun—verir. Ve öyle bir suret-i hakîmâne, basîrâne, rahîmânede verir ki, şüphe bırakmaz, bu terbiye ve tedbir öyle bir Semî ve Basîr ve öyle bir Kerîm ve Rahîme hastır.
Dipnot-1
bk. Onuncu Söz, Mukaddime, Dördüncü İşaret, Beşinci Hakikat.
âlâ-yı illiyyîn: yücelerin en yücesi Alîm: sonsuz ilim sahibi ve ilmi her şeyi kuşatan Allah (bk. a-l-m) Allahümme âmin: ey Allahım, kabul eyle (bk. e-m-n) âmin: Allahım kabul eyle (bk. e-m-n) Arş: Allah’ın hüküm ve egemenliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş) arz: yeryüzü azametli: büyük (bk. a-z-m) Basîr: her şeyi gören Allah (bk. b-ṣ-r) basîrâne: görerek (bk. b-ṣ-r) bekà: süreklilik, sonsuzluk (bk. b-ḳ-y) benî Âdem: Âdemoğulları, insanlar bilmüşahede: görüldüğü gibi (bk. ş-h-d) burhan-ı katı: sağlam delil burhan-ı nâtık: konuşan delil cemaat-i uzmâ: büyük cemaat (bk. c-m-a; a-ẓ-m) cezire: yarımada delil-i sadık: doğru delil (bk. ṣ-d-ḳ) delil-i sâtı: parlak delil ehl-i arz: yeryüzündekiler ehl-i semâvat: göktekiler (bk. s-m-v) esfel-i sâfilîn: aşağıların en aşağısı fakirâne: muhtaç bir şekilde (bk. f-ḳ-r) fizâr-ı istimdatkârâne: yardım isteyerek inleyip ağlamak
hâcet: ihtiyaç (bk. ḥ-v-c) hâcet-i âmme: genel ihtiyaç (bk. ḥ-v-c) hafî: gizli Hâlık: yaratıcı Allah (bk. ḫ-l-ḳ) hakkaniyet: doğruluk (bk. ḥ-ḳ-ḳ) haşir: öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r) hazinâne: hüzünlü bir şekilde hidayet: hak ve doğru yolda oluş (bk. h-d-y) iktida: uyma iştirak etmek: katılmak ittibâ: tabi olma, uyma Kadîr: sonsuz güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r) kâinat: evren, yaratılmış her şey (bk. k-v-n) kâmil: kemâl ve fazilet sahibi (bk. k-m-l) Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi Allah (bk. k-r-m) lisan-ı hâl: hal ve beden dili mahbubâne: sevimli bir şekilde (bk. ḥ-b-b) mahlukât: yaratılmışlar (bk. ḫ-l-ḳ) mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d) müştakâne: iştiyakla, çok isteyerek niyaz: dua, yalvarma niyaz-ı istirhamkârâne: rahmet dilercesine dua (bk. r-ḥ-m) nuranî: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)
Rahîm: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah (bk. r-ḥ-m) rahîmâne: merhametli bir şekilde (bk. r-ḥ-m) saadet: mutluluk saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d) salât-ı kübrâ: en büyük namaz (bk. ṣ-l-v; k-b-r) sebeb-i husul: meydana gelme sebebi sebeb-i vücud: varlık sebebi (bk. v-c-d) semâvât: gökler (bk. s-m-v) Semî: her şeyi işiten Allah (bk. s-m-a) sukut: düşüş, alçalış suret-i hakîmâne: hikmetli bir şekilde (bk. ṣ-v-r ; ḥ-k-m) tazarrukârâne: yalvarıp yakararak tedbir: idare etme (bk. d-b-r) ulvî: yüce vahdâniyet: birlik (bk. v-ḥ-d) vecd: coşku velev: eğer, hatta vesile-i icad: var ediliş vesilesi (bk. v-c-d) vesile-i vusul: kavuşma vesilesi yâ Rabbenâ: ey Rabbimiz (bk. r-b-b) zaman-ı Âdem: Âdem Peygamberin (a.s.) zamanı zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Dokuzuncu Söz, On İkinci Reşha, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Hem bu zâtın gidişatından görünüyor ki, o görmüş ve görüyor ve gördüğünü söylüyor.” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden On Dokuzuncu Söz On Birinci Reşha.
ON BİRİNCİ REŞHA: Hem bu zâtın gidişatından görünüyor ki, o görmüş ve görüyor ve gördüğünü söylüyor. – Cumartesi Dersleri 19. 11.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
On Dokuzuncu Söz
Risalet-i Ahmediyeye dairdir
ON BİRİNCİ REŞHA
Böyle acip ve muammâ-âlûd şu kâinatın perde-i zahiriyesi altında, elbette ve elbette böyle acaip bizi bekliyor. Böyle acaibi haber verecek, böyle harika ve fevkalâde mu’ciznümâ bir zat lâzımdır.
Hem bu zâtın gidişatından görünüyor ki, o görmüş ve görüyor ve gördüğünü söylüyor.
Hem bizi nimetleriyle perverde eden şu semâvât ve arzın İlâhı bizden ne istiyor, marziyâtı nedir; pek sağlam olarak bize ders veriyor.
Hem bunlar gibi daha pek çok merak-âver, lüzumlu hakaikı ders veren bu zâta karşı herşeyi bırakıp ona koşmak, onu dinlemek lâzım gelirken, ekser insanlara ne olmuş ki, sağır olup kör olmuşlar, belki divane olmuşlar ki bu hakkı görmüyorlar, bu hakikati işitmiyorlar, anlamıyorlar?
ahbâr: haberler ahvâl: haller, durumlar arz: yeryüzü Arz: Dünya berk-i zâil: bir an parlayıp yok olan şimşek burhan-ı katı: sağlam delil burhan-ı nâtık: konuşan delil delil-i sadık: doğru delil (bk. ṣ-d-ḳ) delil-i sâtı: parlak delil ekser: çoğunluk (bk. k-s̱-r) hakaik: gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakkaniyet: doğruluk (bk. ḥ-ḳ-ḳ) Hâlık: yaratıcı Allah (bk. ḫ-l-ḳ) haşir: öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)
hidayet: hak ve doğru yolda oluş (bk. h-d-y) inkılâp: değişim, dönüşüm istikbal: gelecek kâinat: evren, yaratılmış her şey (bk. k-v-n) Kamer: Ay katre: damla küre-i arz: yerküre, dünya marziyât: Allah’ın rızasına uygun işler menzil: mekan, yer (bk. n-z-l) merak-âver: merak verici mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d) misbah: lamba mu’ciznümâ: mu’cize gösteren (bk. a-c-z) muammâ-âlûd: anlaşılması zor ve karışık nisbet: kıyas, oran (bk. n-s-b) nisbeten: kıyasla (bk. n-s-b)
perde-i zahiriye: görünürdeki perde (bk. ẓ-h-r) pervaz etmek: uçmak perverde etmek: beslemek saadet: mutluluk saadet-i dünyeviye: dünyaya ait mutluluk saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d) semâvat: gökler (bk. s-m-v) şems-i sermed: devamlı ve sürekli güneş serap: göz aldanması Sultan: otorite, kudret ve egemenlik sahibi olan Allah (bk. s-l-ṭ) vahdâniyet: birlik (bk. v-ḥ-d)
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Dokuzuncu Söz, Onbirinci Reşha, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derlerinde bu hafta “Hem öyle bir istikbalden doğru olarak haber veriyor ki, şu dünyevî istikbal ona nisbeten bir katre serap hükmündedir.” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden On Dokuzuncu Söz Onuncu Reşha.
ONUNCU REŞHA: Hem öyle bir istikbalden doğru olarak haber veriyor ki, şu dünyevî istikbal ona nisbeten bir katre serap hükmündedir. – Cumartesi Dersleri 19. 10.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
On Dokuzuncu Söz
Risalet-i Ahmediyeye dairdir
ONUNCU REŞHA
İşte, bak: Ne kadar merak-âver, ne kadar cazibedar, ne kadar lüzumlu, ne kadar dehşetli hakaikı gösterir ve mesâili ispat eder. Bilirsin ki, en ziyade insanı tahrik eden meraktır. Hattâ, eğer sana denilse, “Yarı ömrünü, yarı malını versen, Kamerden ve Müşteriden biri gelir, Kamerde ve Müşteride ne var, ne yok,
ahvâlini sana haber verecek. Hem doğru olarak senin istikbalini ve başına ne geleceğini doğru olarak haber verecek”; merakın varsa, vereceksin.
Halbuki, şu zat öyle bir Sultanın ahbârını söylüyor ki, memleketinde Kamer, bir sinek gibi, bir pervane etrafında döner. O Arz olan o pervane ise, bir lâmba etrafında pervaz eder. Ve o Güneş olan lâmba ise, o Sultanın binler menzillerinden bir misafirhanesinde, binler misbahlar içinde bir lâmbasıdır.
Hem öyle acaip bir âlemden hakikî olarak bahsediyor ve öyle bir inkılâptan haber veriyor ki, binler küre-i arz bomba olsa, patlasalar, o kadar acip olmaz. Bak, onun lisanında
ahbâr: haberler ahvâl: haller, durumlar arz: yeryüzü Arz: Dünya berk-i zâil: bir an parlayıp yok olan şimşek burhan-ı katı: sağlam delil burhan-ı nâtık: konuşan delil cazibedar: çekici delil-i sadık: doğru delil (bk. ṣ-d-ḳ) delil-i sâtı: parlak delil ekser: çoğunluk (bk. k-s̱-r) hakaik: gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakkaniyet: doğruluk (bk. ḥ-ḳ-ḳ) Hâlık: yaratıcı Allah (bk. ḫ-l-ḳ) haşir: öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)
hidayet: hak ve doğru yolda oluş (bk. h-d-y) inkılâp: değişim, dönüşüm istikbal: gelecek kâinat: evren, yaratılmış her şey (bk. k-v-n) Kamer: Ay katre: damla küre-i arz: yerküre, dünya marziyât: Allah’ın rızasına uygun işler menzil: mekan, yer (bk. n-z-l) merak-âver: merak verici mesâil: meseleler (bk. m-s̱-l) mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d) misbah: lamba mu’ciznümâ: mu’cize gösteren (bk. a-c-z) muammâ-âlûd: anlaşılması zor ve karışık Müşteri: Jüpiter gezegeni nisbet: kıyas, oran (bk. n-s-b) nisbeten: kıyasla (bk. n-s-b)
perde-i zahiriye: görünürdeki perde (bk. ẓ-h-r) pervaz etmek: uçmak perverde etmek: beslemek saadet: mutluluk saadet-i dünyeviye: dünyaya ait mutluluk saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d) semâvat: gökler (bk. s-m-v) şems-i sermed: devamlı ve sürekli güneş serap: göz aldanması Sultan: otorite, kudret ve egemenlik sahibi olan Allah (bk. s-l-ṭ) tahrik eden: harekete geçiren vahdâniyet: birlik (bk. v-ḥ-d)
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Dokuzuncu Söz, Onuncu Reşha, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Evet, hak aldatmaz, hakikatbîn aldanmaz. Hak olan mesleği hileden müstağnîdir.” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nın Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden On Dokuzuncu Söz Dokuzuncu Reşha.
DOKUZUNCU REŞHA: Evet, hak aldatmaz, hakikatbîn aldanmaz. Hak olan mesleği hileden müstağnîdir – Cumartesdi Dersleri 19. 9.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
On Dokuzuncu Söz
Risalet-i Ahmediyeye dairdir
DOKUZUNCU REŞHA
Hem bilirsin: Küçük bir adam, küçük bir haysiyetle, küçük bir cemaatte, küçük bir meselede, münazaralı bir dâvâda, hicapsız, pervâsız, küçük fakat hacâlet-âver bir yalanı, düşmanları yanında hilesini hissettirmeyecek derecede teessür ve telâş göstermeden söyleyemez.
Şimdi bak bu zâta: Pek büyük bir vazifede, pek büyük bir vazifedar, pek büyük bir haysiyetle, pek büyük emniyete muhtaç bir halde, pek büyük bir cemaatte, pek büyük husumet karşısında, pek büyük meselelerde, pek büyük dâvâda, pek büyük bir serbestiyetle, bilâpervâ, bilâtereddüt, bilâhicap, telâşsız, samimî bir safvetle, büyük bir ciddiyetle, hasımlarının damarlarına dokunduracak şedit, ulvî bir surette söylediği sözlerinde hiç hilâf bulunabilir mi? Hiç hile karışması mümkün müdür? Kellâ!
اِنْ هُوَ اِلاَّ وَحْىٌ يُوحٰى 1
Evet, hak aldatmaz, hakikatbîn aldanmaz. Hak olan mesleği hileden müstağnîdir, Hakikatbînin gözüne hayalin ne haddi var ki hakikat görünsün, aldatsın?
Dipnot-1
“Onun sözü, kendisine vahyolunandan başka birşey değildir.” Necm Sûresi, 53:4.
hakikatbîn: doğru görüşlü (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hâkim: idareci (bk. ḥ-k-m) hasım: düşman haysiyet: şeref, itibar hicapsız: utanmadan hilâf: aykırılık, terslik himmet: ciddî gayret husumet: düşmanlık (bk. lâ) kellâ: asla öyle değil merak-âver: merak verici mesâil: meseleler (bk. m-s̱-l) münazaralı: tartışmalı (bk. n-ẓ-r) müstağnî: ihtiyaç duymayan (bk. ğ-n-y) Müşteri: Jüpiter gezegeni
mutaassıp: tutucu nisbeten: kıyasla, oranla (bk. n-s-b) pervâsız: korkmadan, çekinmeden ref etmek: kaldırmak safvet: paklık, temizlik (bk. ṣ-f-y) secâyâ-yı âliye: yüksek ve güzel huylar, yüksek karakter şedit: şiddetli tahrik eden: harekete geçiren Kamer teessür: üzüntü ulvî: yüce vaz etmek: koymak, yerleştirmek zahirî: görünürde (bk. ẓ-h-r)
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Dokuzuncu Söz, Dokuzuncu Reşha, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “İşte, şu Asr-ı Saadeti görmeyenlere, Ceziretü’l-Arabı gözlerine sokuyoruz.” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden On Dokuzuncu Söz Sekizinci Reşha.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
On Dokuzuncu Söz
Risalet-i Ahmediyeye dairdir
SEKİZİNCİ REŞHA
Bilirsin ki, sigara gibi küçük bir âdeti, küçük bir kavimde, büyük bir hâkim, büyük bir himmetle, ancak daimî kaldırabilir. Halbuki, bak: Bu zat, büyük ve çok âdetleri, hem inatçı, mutaassıp, büyük kavimlerden, zahirî küçük bir kuvvetle, küçük bir himmetle, az bir zamanda ref edip, yerlerine öyle secâyâ-yı âliyeyi—ki dem ve damarlarına karışmış derecede sabit olarak—vaz ve tesbit eyliyor. Bunun gibi daha pek çok harika icraatı yapıyor.
İşte, şu Asr-ı Saadeti görmeyenlere, Ceziretü’l-Arabı gözlerine sokuyoruz. Haydi, yüzer feylesofu alsınlar, oraya gitsinler, yüz sene çalışsınlar! O zâtın o zamana nisbeten bir senede yaptığının yüzden birisini acaba yapabilirler mi?
hakikatbîn: doğru görüşlü (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hâkim: idareci (bk. ḥ-k-m) hasım: düşman haysiyet: şeref, itibar hicapsız: utanmadan hilâf: aykırılık, terslik himmet: ciddî gayret husumet: düşmanlık (bk. lâ) kellâ: asla öyle değil merak-âver: merak verici mesâil: meseleler (bk. m-s̱-l) münazaralı: tartışmalı (bk. n-ẓ-r) müstağnî: ihtiyaç duymayan (bk. ğ-n-y) Müşteri: Jüpiter gezegeni
mutaassıp: tutucu nisbeten: kıyasla, oranla (bk. n-s-b) pervâsız: korkmadan, çekinmeden ref etmek: kaldırmak safvet: paklık, temizlik (bk. ṣ-f-y) secâyâ-yı âliye: yüksek ve güzel huylar, yüksek karakter şedit: şiddetli tahrik eden: harekete geçiren Kamer teessür: üzüntü ulvî: yüce vaz etmek: koymak, yerleştirmek zahirî: görünürde (bk. ẓ-h-r)
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Dokuzuncu Söz, Sekizinci Reşha, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “YEDİNCİ REŞHA: Mahbub-u kulûb, muallim-i ukul, mürebbi-i nüfus, sultan-ı ervah oldu.” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale’i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden On Dokuzuncu Söz Yedinci Reşha.
YEDİNCİ REŞHA: Mahbub-u kulûb, muallim-i ukul, mürebbi-i nüfus, sultan-ı ervah oldu. – Cumartesi Dersleri – 19. 7.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
On Dokuzuncu Söz
Risalet-i Ahmediyeye dairdir
YEDİNCİ REŞHA
İşte, bak: Şu cezire-i vâsiada vahşî ve âdetlerine mutaassıp ve inatçı muhtelif akvâmı, ne çabuk âdât ve ahlâk-ı seyyie-i vahşiyânelerini def’aten kal’ ve ref’ ederek, bütün ahlâk-ı hasene ile teçhiz edip bütün âleme muallim ve medenî ümeme üstad eyledi. Bak, değil zahirî bir tasallut, belki akılları, ruhları, kalbleri, nefisleri fetih ve teshir ediyor. Mahbub-u kulûb, muallim-i ukul, mürebbi-i nüfus, sultan-ı ervah oldu.
acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z) âdât: âdetler ahlâk-ı hasene: güzel ahlâk (bk. ḫ-l-ḳ; ḥ-s-n) ahlâk-ı seyyie-i vahşiyâne: ilkel ve kötü ahlâk (bk. ḫ-l-ḳ) akvâm: kavimler bedî: eşsiz güzel (bk. b-d-a) berk-i hâtıf: göz kamaştıran şimşek burhan-ı hak: hakkın delili (bk. ḥ-ḳ-ḳ) cezire-i vâsia: geniş yarımada def’aten: birden bire dellâl: ilancı, duyurucu eflâk: felekler, âlemler fakr: fakirlik, ihtiyaç hali (bk. f-ḳ-r) fîzar: ağlayıp inleme garp: batı halife-i zemin: yeryüzü halifesi (bk. ḫ-l-f) hayvanat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y) hediye-i hidayet: hak ve doğru yol hediyesi (bk. h-d-y) hırz-ı can etmek: bağrına basıp canı gibi korumak hums-u beşer: insanlığın beşte biri kâinat: evren, yaratılmış her şey (bk. k-v-n) kal’ ve ref’ etmek: söküp kaldırmak kâşif/keşşâf: keşfedici, açığa çıkarıcı (bk. k-ş-f)
künûz-u esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimlerinin hazineleri (bk. s-m-v; e-l-h) Lâ ilâhe illâllah: Allah’tan başka ilâh yoktur (bk. e-l-h) mahbub-u kulûb: kalplerin sevgilisi (bk. ḥ-b-b) mahlûkat: yaratılmışlar (bk. ḫ-l-ḳ) mehâsin: güzellikler (bk. ḥ-s-n) meratib: mertebeler, dereceler misal-i muhabbet: sevgi misali (bk. m-s̱-l; ḥ-b-b) muallim: öğretmen (bk. a-l-m) muallim-i ukul: akılların öğretmeni (bk. a-l-m) muhbir: haberci mürebbi-i nüfus: nefislerin terbiyecisi (bk. r-b-b; n-f-s) mutaassıp: tutucu, inanç veya geleneklerine aşırı derecede bağlı nazdar: nazlı nazenin: ince, duyarlı, nazlı nefis: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s) niyaz: dua, yalvarma nısf-ı arz: yeryüzünün yarısı nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r) nuranî: nurlu, parlak (bk. n-v-r) rahmet-i bînihâye: sonsuz rahmet (bk. r-ḥ-m)
risalet: peygamberlik (bk. r-s-l) saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d) saltanat-ı Rububiyet: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. s-l-ṭ; r-b-b) şark: doğu semere-i şecere-i hilkat: yaratılış ağacının meyvesi (bk. ḫ-l-ḳ) şems-i hidayet: hak ve doğru yol güneşi (bk. h-d-y) şeref-i insaniyet: insanlığın şerefi sirac-ı hakikat: hakikatın ışığı (bk. ḥ-ḳ-ḳ) sultan-ı ervah: ruhların sultanı (bk. s-l-ṭ; r-v-h) tasallut: sataşma teçhiz etmek: donatmak teshir: boyun eğdirme timsal-i rahmet: rahmet örneği (bk. m-s̱-l; r-ḥ-m) ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d) ümem: milletler vesile-i saadet: mutluluk vesilesi zahirî: görünürdeki (bk. ẓ-h-r)
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Dokuzuncu Söz, Yedinci Reşha, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.