Bediüzzaman’ın Şarktaki aşâirle muhavere ve münazaralarından birkaç misâl – Ey Türkler ve Kürtler! Acaba şimdi bir miting yapsam, sizin bin sene evvelki ecdadınızı ve iki asır sonraki evlâtlarınızı şu gürültü-hâne olan asr-ı hâzır meclisine dâvet etsem; acaba sağ tarafta saf tutan eski ecdadınız demeyecekler mi:

Bediüzzaman'ın Şarktaki aşâirle muhavere ve münazaralarından birkaç misâl - Ey Türkler ve Kürtler! Acaba şimdi bir miting yapsam, sizin bin sene evvelki ecdadınızı ve iki asır sonraki evlâtlarınızı şu gürültü-hâne olan asr-ı hâzır meclisine dâvet etsem; acaba sağ tarafta saf tutan eski ecdadınız demeyecekler mi

Risale-i Nur Külliyatı, Tarihçe-i Hayat, Bediüzzaman’ın İlk Hayatı, Şarktaki Aşâirle Muhavere,

Bediüzzaman’ın Şarktaki aşâirle muhavere ve münazaralarından birkaç misâl başlıklı bu bölümde:

“Ey Türkler ve Kürtler! Acaba şimdi bir miting yapsam, sizin bin sene evvelki ecdadınızı ve iki asır sonraki evlâtlarınızı şu gürültü-hâne olan asr-ı hâzır meclisine dâvet etsem; acaba sağ tarafta saf tutan eski ecdadınız demeyecekler mi:”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Tarihçe-i Hayat, Bediüzzaman’ın İlk Hayatı, Şarktaki Aşâirle Muhavere.

Bediüzzaman'ın Şarktaki aşâirle muhavere ve münazaralarından birkaç misâl - Ey Türkler ve Kürtler! Acaba şimdi bir miting yapsam, sizin bin sene evvelki ecdadınızı ve iki asır sonraki evlâtlarınızı şu gürültü-hâne olan asr-ı hâzır meclisine dâvet etsem; acaba sağ tarafta saf tutan eski ecdadınız demeyecekler mi
Bediüzzaman’ın Şarktaki aşâirle muhavere ve münazaralarından birkaç misâl – Ey Türkler ve Kürtler! Acaba şimdi bir miting yapsam, sizin bin sene evvelki ecdadınızı ve iki asır sonraki evlâtlarınızı şu gürültü-hâne olan asr-ı hâzır meclisine dâvet etsem; acaba sağ tarafta saf tutan eski ecdadınız demeyecekler mi

Risale-i Nur Külliyatı, Tarihçe-i Hayat, Bediüzzaman’ın İlk Hayatı, Şarktaki Aşâirle Muhavere,

Bediüzzaman’ın Şarktaki aşâirle muhavere ve münazaralarından birkaç misâl

Sual – Dine zarar olmasın, ne olursa olsun?

Elcevap – İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez. Gündüz gibidir; göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar. Hem de, mağlûp biçare bir reise yahut müdahin memurlara veyahut mantıksız bir kısım zabitlere itimat edilirse ve dinin himayesi onlara bırakılırsa mı daha iyidir; yoksa efkâr-ı âmme-i milletin arkasındaki hissiyat-ı İslâmiyenin mâdeni olan, herkesin kalbindeki şefkat-i imâniye olan envâr-ı İlâhînin lemeâtının içtimalarından ve hamiyet-i İslâmiyenin şerârât-ı neyyirânesinin imtizacından hasıl olan amûd-u nuranînin ve o seyf-i elmasın hamiyetine bırakılırsa mı daha iyidir, siz muhakeme ediniz.

Evet, şu amûd-u nuranî, dinin himayetini, şehametinin başına, murakabenin gözüne, hamiyetinin omuzuna alacaktır. Görüyorsunuz ki, lemeât-ı müteferrika, tele’lüe başlamış. Yavaş yavaş incizab ile imtizaç edecektir. Fenn-i hikmette takarrur etmiştir ki: Hiss-i dinî, lâsiyyema (bâhusus) din-i hakk-ı fıtrînin sözü daha nâfiz, hükmü daha âlî, tesiri daha şedittir…

Evet, evet… Eğer sivrisinek tantanasını kesse, balarısı demdemesini bozsa, sizin şevkiniz hiç bozulmasın, hiç teessüf etmeyiniz. Zira, kâinatı nağamatıyla raksa getiren ve hakaikin esrarını ihtizaza veren musika-i İlâhiye hiç durmuyor; mütemadiyen güm güm eder.

Padişahlar padişahı olan Sultan-ı Ezelî, Kur’ân denilen musika-i İlâhiyesi ile umum âlemi doldurarak kubbe-i âsumanda şiddetli ses getirmekle,


âlî: yüce, yüksek
amûd-u nuranî: nurlu, parlak sütun, nurlu direk
aşâir: aşiretler
bîçâre: çaresiz, zavallı
demdeme: gürültü, vızıltı
din-i hakk-ı fıtrî: insanın yaratılışına en uygun olan hak din; İslâmiyet
efkâr-ı âmme-i millet: kamuoyu, milletin fikir ve düşünceleri
envâr-ı İlâhî: Cenâb-ı Hakkın ihsan ettiği nurlar
esrâr: sırlar, gizli hakikatler
fenn-i hikmet: hikmet ilmi, pozitif bilim
hakaik: hakikatler, esaslar
hamiyet: din ve vatan gibi mukaddes değerleri ve kendi aile ve yakınlarını koruma duygusu ve gayreti
hamiyet-i İslâmiye: İslâmiyet’i koruma, Müslümanlara sahip çıkma gayreti
hasıl olan: meydana gelen
himaye: koruma
himayet: koruma
hiss-i dinî: dinî duygu
hissiyat-ı İslâmiye: İslâmî duygu ve hisler
içtima’: toplanma, bir araya gelme
ihtizâza verme: sevinçten çoşturup neşelendirme
imtizaç: birleşip kaynaşma
incizab: cezbedilme, çekilme
kâinat: evren, yaratılmış bütün varlıklar
kubbe-i âsuman: gökyüzü, gök kubbe
lemeât: parıltılar
lemeât-ı müteferrika: çeşitli parıltılar
mağlûp: yenilmiş, yenilgiye uğramış
müdahin: menfaat için yüze gülen, yağcılık ve dalkavukluk yapan; dalkavuk
muhakeme etmek: değerlendirmek
muhavere: karşılıklı konuşma
münazara: karşılıklı fikir alışverişi, ilmî tartışma
murakabe: gözetme, koruma
mûsika-i İlâhiye: İlâhî müzik, Allah’ın kâinata yerleştirdiği, Allah’ın ilhamıyla varlıkların çıkardığı tabii nâmeler ve sesler
mütemadiyen: sürekli, devamlı
nâfiz: etkili, nüfuz eden, geçerli
nağamat: nağmeler, güzel sesler
raksa getirme: neşelendirme, oynatma; neşe ve memnuniyet içinde Allah’ı zikrettirme, ibadet ettirme
şark: doğu
şedit: çok şiddetli, güçlü
şefkat-i imaniye: imandan gelen şefkat
şehâmet: izzet, şeref, onur
şerârât-ı neyyirâne: aydınlatıcı parlak kıvılcımlar, ışık saçan kıvılcımlar
şevk: çok arzu, şiddetli istek
seyf-i elmas: elmas kılıç
Sultan-ı Ezelî: hüküm ve saltanatı ezelî olan Sultan, Allah
takarrur etme: sabit olma, karar kılma
tantana: gürültü, ses
teessüf etme: üzülme
tele’lü: parlama, parıldama
umum: bütün, genel
zabit: subay

sadef-i kefh-misâl olan ulema ve meşâyih ve hutebânın dimağ, kalb ve femlerine vurarak, aks-i sadâsı onların lisanlarından çıkıp seyr ü seyelân ederek, çeşit çeşit sadâlarla dünyayı güm güm ile ihtizaza getiren o sadânın tecessüm ve intibaıyla; umum kütüb-ü İslâmiyeyi bir tanbur ve kanunun bir teli ve bir şeridi hükmüne getiren ve herbir tel, bir nev’iyle onu ilân eden o sadâ-yı semavî ve ruhanîyi kalbin kulağıyla işitmeyen veya dinlemeyen; acaba o sadâya nispeten sivrisinek gibi bir emîrin demdemelerini ve karasinekler gibi bir hükûmetin adamlarının vızvızlarını işitecek midir?…

S – Hürriyeti bize çok fena tefsir etmişler. Hattâ âdetâ hürriyette insan her ne sefahet ve rezalet işlerse, başkasına zarar etmemek şartıyla birşey denilmez, diye bize anlatmışlar. Acaba böyle midir?

C – Öyleler hürriyeti değil, belki sefahet ve rezaletlerini ilân ediyorlar ve çocuk bahanesi gibi hezeyan ediyorlar. Zira, nâzenin hürriyet, âdâb-ı şeriatla müteeddibe ve mütezeyyine olmak lâzımdır. Yoksa, sefahet ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir. Belki hayvanlıktır, şeytanın istibdadıdır. Nefs-i emmâreye esir olmaktır.

Hürriyet-i umumî, efrâdın zerrât-ı hürriyâtının muhassalıdır. Hürriyetin şe’ni odur ki, ne nefsine, ne gayrıya zararı dokunmasın…

Fakat, ey göçerler, sizde olanı yarı hürriyettir. Diğer yarısı da başkasının hürriyetini bozmamaktır. Hem de kut-u lâyemût ve vahşet ile âlûde olan hürriyet, sizin dağ komşularınız olan hayvanlarda da bulunuyor. Vâkıa, şu biçare vahşî hayvanların bir lezzeti ve tesellîsi varsa, o da hürriyetleridir. Lâkin güneş gibi parlak, ruhun mâşukası ve cevher-i insaniyetin küfvü o hürriyettir ki, saâdet-sarây-ı medeniyette oturmuş ve marifet ve fazilet ve İslâmiyet terbiyesiyle ve hulleleriyle mütezeyyine olan hürriyettir…


âdâb-ı şeriat: şeriatın edep kuralları, adapları
aks-i sadâ: yankı; sesin yankılanması
âlûde: karışık, karışmış, dolu
biçare: çaresiz, zavallı
cevher-i insâniyet: insanlık cevheri, insanı insan yapan hakikat, öz
demdeme: gürültü, yüksek ses, vızıltı
dimağ: akıl, şuur
efradın zerrât-ı hürriyâtı: bireylerin bütün zerrelerinin hürriyetleri, bireylerin bütün varlıklarıyla hür ve özgür olmaları
emîr: reis, önder
fazilet: güzel ahlâk, erdem
fem: ağız
fena: kötü
gayr: başkası
hezeyan etme: saçmalama
hulle: güzel giysi, elbise
hürriyet: serbestlik, özgürlük
hürriyet-i umumî: genel hürriyet ve özgürlük
hutebâ: hatipler
ihtizaza getiren: coşturan, sevindiren
intıba’: damgalanma, mühürlenme; bütün varlıklar üzerinde yansıyıp iz bırakması
istibdad: baskı ve zulüm
kanun: bir çeşit telli ve mızraplı çalgı
küfv: denk olan, uygun düşen
kut-u lâyemût: ölmeyecek kadar alınan gıda
kütüb-ü İslâmiye: İslâmî kitaplar, İslâmiyetle ilgili yazılan eserler
lâkin: ama, fakat
lisan: dilmarifet: ilim, bilgi
mâşuka: sevgili, aşık olunan, sevilen
meşâyih: şeyhler
muhassal: ortaya çıkan, netice, ürün
müteeddibe: terbiye edilmiş, terbiye almış
mütezeyyine: süslü, süslenmiş (z-y-n)
nâzenin: ince, narin, duyarlı
nefs: kişinin kendisi
nefs-i emmâre: hazır zevke düşkün ve insanı devamlı kötülüğe sevk eden duygu
nev’i: çeşit, tür
nispeten: oranla
rezalet: rezillik, alçaklık
saadet—sarây-ı medeniyet: medeniyetin mutluluk sarayı
sadâ: ses
sadâ-yı semavî ve ruhanî: semavî ve ruhanî ulvî ses
sadef-i kehf-misâl: mağara gibi büyük inci kabuğu (içinde ilim, irfan ve hikmet bulunan büyüklerin akıl, kalb ve ağızları mağara büyüklüğünde bir inci kabuğuna benzetilmiştir)
şe’n: bir şeyin gereği
sefahet: gayrı meşru zevk ve eğlenceye düşkünlük
seyir ü seyelân etme: devamlı akıp gitme, dolaşma
tanbur: klâsik Türk müziğinin başlıca çalgılarından biri olan, yay veya mızrapla çalınan, uzun saplı, telli tahta çalgı
tecessüm: cisimleşme, maddî yapıya bürünme
tefsir etme: açıklama, yorumlama
ulema: âimler
umum: bütün
vahşî: yabanî
vâkıa: gerçek, realite, gerçekte olan

S – Nasıl hürriyet imânın hassasıdır?

C – Zirâ, rabıta-i iman ile Sultan-ı Kâinata hizmetkâr olan adam, başkasına tezellül ile tenezzül etmeye ve başkasının tahakküm ve istibdadı altına girmeye o adamın izzet ve şehamet-i imaniyesi bırakmadığı gibi; başkasının hürriyet ve hukukuna tecavüz etmeyi dahi, o adamın şefkat-i imaniyesi bırakmaz.

Evet, bir padişahın doğru bir hizmetkârı, bir çobanın tahakkümüne tezellül etmez. Bir biçareye tahakküme dahi o hizmetkâr tenezzül etmez. Demek iman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte Asr-ı Saâdet…

S – Bir büyük adama ve bir veliye ve bir şeyhe ve bir büyük âlime karşı nasıl hür olacağız? Onlar meziyetleri için bize tahakküm etmek haklarıdır. Biz onların faziletlerinin esiriyiz.

C – Velâyetin, şeyhliğin, büyüklüğün şe’ni tevazu ve mahviyettir, tekebbür ve tahakküm değildir. Demek, tekebbür eden sabiyy-i müteşeyyihtir. Siz de büyük tanımayınız.

S – Heyhât! Bize tesellî veren şu ulvî emeli ye’se inkılâp ettiren ve etrafımızda hayatımızı zehirlendirmek ve devletimizi parça parça etmek için ağızlarını açmış olan o müthiş yılanlara ne diyeceğiz?

C – Korkmayınız. Medeniyet, fazilet ve hürriyet âlem-i insaniyette galebe çalmaya başladığından, bizzarure terazinin öteki yüzü şey’en feşey’en hafifleşecektir. Farz-ı muhal olarak—Allah etmesin—eğer bizi parça parça edip öldürseler, emin olunuz, biz yirmi olarak öleceğiz, üç yüz olarak dirileceğiz. Başımızdan rezâil ve ihtilâfatın gubarını silkip, hakikî münevver ve müttehid olarak kervân-ı benî beşere pîşdârlık edeceğiz. Biz, en şedit, en kavî ve en bâkî hayatı intaç eden öyle bir ölümden korkmayız. Biz ölsek de İslâmiyet sağ kalır. O millet-i kudsiye sağ olsun.


âlem-i insaniyet: insanlık âlemi
âlîm: bilgili, ilim sahibi kimse
Asr-ı Saadet: mutluluk asrı; Peygamberimizin (a.s.m.) yaşadığı dönem
bâkî: sürekli, kalıcı, sonsuz
bîçare: çaresiz, zavallı
bizzarure: zorunlu olarak, kaçınılmaz şekildeemel: arzu, istek
farz-ı muhal: varsayım
fazilet: güzel ahlâk, erdem
galebe çalmak: yenmek, üstün gelmek
gubar: toz
hakikatli: gerçek, doğru, esaslı
hakikî: asıl, gerçek
hassa: ayırıcı vasıf, özellik
hizmetkâr: hizmetçi
hukuk: haklar
hürriyet: serbestlik, özgürlük
ihtilâfat: ayrılıklar, anlaşmazlıklar, uyuşmazlıklar
inkılâp ettirme: dönüştürme, değiştirme
intac etme: netice verme
istibdad: baskı ve zulüm
izzet: değer, itibar, yücelik
kavî: güçlü, kuvvetli
kervân-ı benî beşer: insanlık kervanı, kafilesi
meziyet: üstün özellik, nitelik
millet-i kudsiye: mukaddes millet; İslâm milleti
münevver: nurlu, aydın, aydınlanmış
müttehid: birleşmiş
pîşdârlık etme: önder ve kılavuz olma
râbıta-i îman: iman bağı (e-m-n)
rezâil: rezillikler, alçaklıklar
sabiyy-i müteşeyyih: şeyhlik taslayan çocuk
şe’n: durum, hâl, bir şeyin gereği
şedit: çok şiddetli
şefkat-i imaniye: imandan gelen şefkat
şehamet-i imaniye: imandan gelen cesaret, yiğitlik
şey’en feşey’en: azar azar, yavaş yavaş
şeyh: tarikat dersi veren mânevî lider, mürşid
Sultan-ı Kâinat: kâinatın sultanı olan Allah
tahakküm: baskı, zorbalık
tecavüz etme: haddi aşma, ileri gitme
tekebbür: büyüklenme, gururlanma
tenezzül etme: inme, alçalma
tevazu ve mahviyet: alçakgönüllülük
tezellül: zillet ve alçaklık gösterme, önünde eğilme
ulvî: yüce, yüksek
velâyet: velilik; mânevî mertebeler aşarak Allah’ın yakınlığını ve dostluğunu elde etme
veli: Allah dostu
ye’s: ümitsizlik

S – Gayr-ı müslimlerle nasıl müsavi olacağız?

C – Müsavat ise, fazilet ve şerefte değildir, hukuktadır. Hukukta ise şah ve gedâ birdir. Acaba bir şeriat, “karıncaya bilerek ayak basmayınız” dese, tâzibinden men etse, nasıl benî Âdem’in hukukunu ihmâl eder? Kellâ… Biz imtisal etmedik. Evet, İmam-ı Ali’nin (r.a.) âdî bir Yahudi ile muhakemesi ve medâr-ı fahriniz olan Selahaddin-i Eyyûbî’nin miskin bir Hıristiyan ile mürafaası, sizin şu yanlışınızı tashih eder zannederim. HAŞİYE-1

Zira, meşrutiyet, hâkimiyet-i millettir. Hükûmet hizmetkârdır. Meşrutiyet doğru olursa, kaymakam ve vâli, reis değiller, belki ücretli hizmetkârlardır. Gayr-ı müslim reis olamaz, fakat hizmetkâr olur. Farz ediniz ki, memuriyet bir nevi riyaset ve bir ağalıktır. Gayr-ı müslimlerden üç bin adamı ağalığımıza, riyasetimize şerik ettiğimiz vakitte, millet-i İslâmiyeden aktâr-ı âlemde üç yüz bin adamın riyasetine yol açılıyor. Biri zayi edip bini kazanan, zarar etmez.

(31 Mart Hadisesi Hakkında Bir Cevabı)

Ben 31 Mart Hadisesinde şuna yakın bir hal gördüm. Zira İslâmiyetin meşrutiyet perver ve hamiyetli fedâileri cevher-i hayat makamında bildikleri nimet-i meşrutiyeti şeriata tatbik edip ehl-i hükûmeti adalet namazında kıbleye irşad ve tam mukaddes şeriatı, meşrutiyet kuvvetiyle ila; ve meşrutiyeti, şeriat kuvvetiyle


Haşiye-1

Eski Said, Nur’un parlak hâsiyetinden gelen kuvvetli bir ümit ve tam teselli ile siyaseti İslâmiyete âlet yaparak hararetle hürriyete çalışırken diğer bir hiss-i kablelvuku ile dehşetli ve lâdini bir istibdad-ı mutlakın geleceğini bir hadis-i şerifin mânâsından anlayıp elli sene evvel haber vermiş. Said’in tesellî haberlerini o istibdad-ı mutlak yirmi beş sene bilfiil tekzib edeceğini hissetmiş ve otuz senedenberi

اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ وَالسِّيَاسَةِ

deyip siyaseti bırakmış. Yeni Said olmuştur.


31 Mart Hâdisesi: (bk. bilgiler)
âdî: basit, sıradan
aktâr-ı âlem: dünyanın her köşesi
benî Âdem: İnsanoğlu, insanlar
bilfiil: fiilen, gerçekte
cevher-i hayat: hayat cevheri; can, ruh
ehl-i hükûmet: hükümette olanlar, yöneticiler, idareciler
farz etmek: varsaymak
fazilet: güzel ahlâk, üstünlük
fedâi: fedakâr, kendini bir hizmete adayan
gayr-ı müslim: Müslüman olmayan
gedâ: köle
hadis-i şerif: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış
hâkimiyet-i millet: milletin hakimiyeti, halkın egemenliği
hamiyet: din, millet gibi mukaddes değerleri koruma duygusu ve gayreti; millî onur ve haysiyet
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hâsiyet: özellik
hiss-i kablelvuku: birşeyi olmadan önce hissetme
hizmetkâr: hizmetçi
Hıristiyan: (bk. bilgiler – Hıristiyanlık)
hukuk: adâlet; haklar
hükûmet: idare, yönetim
hürriyet: serbestlik, özgürlük
i’lâ: yükseltme, yüceltme
İmam-ı Ali: [bk. bilgiler – Ali (r.a.)]
imtisal: uyma, yerine getirme
irşad: doğru yolu gösterme, öğretme
istibdad-ı mutlak: tam ve sınırsız bir baskı, mutlak diktatörlük
kellâ: asla öyle değil
lâdini: dinsiz
medâr-ı fahr: övünç kaynağı
memuriyet: memurluk
men etme: yasaklama
meşrutiyet: (bk. bilgiler)
meşrutiyet-perver: meşrutiyet taraftarı, meşrutiyet sever
millet-i İslâmiye: İslâm milleti; Müslümanlar
miskin: fakir
muhakeme: mahkeme önüne çıkarılma, yargılanma
mukaddes: kutsal, yüce
mürafaa: mahkeme duruşması, yargılanma
müsavat: eşitlik
müsavi: eşit, denk
nev: tür, çeşit
nimet-i meşrutiyet: meşrutiyet nimeti
riyaset: reislik, başkanlık
şah: hükümdar
Salâhaddin-i Eyyûbî: (bk. bilgiler)
şeref: yücelik, büyüklük
şeriat: Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi, İslâmiyet
şerik etme: ortak etme
tashih etmek: düzeltmek
tâzib: azap, eziyet
tekzib: yalanlama
Yahudi: (bk. bilgiler – Yahudilik)
Yeni Said: Bediüzzaman Said Nursî
zayi etmek: kaybetmek

ibka; ve bütün seyyiat-ı sabıkayı muhalefet-i şeriat üzerine ilka etmek için bazı telkinatta ve teferruatın tatbikatında bulundular. Sonra, sağını solundan fark edemeyenler—hâşâ!—şeriatı, istibdada müsait zannederek tûti kuşları taklidi gibi “Şeriat isteriz” demekle, hakikî maksat ortada anlaşılmaz oldu. Zaten plânlar serilmişti. İşte o zaman yalan olarak hamiyet maskesini takınan bazı herifler, o ism-i mukaddese tecavüz ettiler. İşte câ-yı ibret bir nokta-i siyah! HAŞİYE-1

Hakikaten, bence, bir Müslüman neslinden gelen bir adamın akıl ve fikri İslâmiyetten tecerrüt etse bile, fıtratı ve vicdanı hiçbir vakit İslâmiyetten vazgeçemez. En ebleh ve en sefih bile, sedd-i rasîn-i istinadımız olan İslâmiyete bütün mevcudiyetiyle taraftardır—lâsiyyema siyasetten haberdar olanlar…

Hem zaman-ı saadetten şimdiye kadar hiçbir tarih bize bildirmiyor ki, bir Müslüman muhakeme-i akliyesiyle başka bir dini, İslâmiyete tercih etmiş olsun ve delil ile başka bir dine dahil olmuş olsun. Dinden çıkanlar var, o başka mesele… Taklit ise, ehemmiyetsizdir. Halbuki edyân-ı saire müntesipleri mutlaka fevc fevc, muhakeme-i akliye ile ve burhan-ı kat’î ile daire-i İslâmiyete dahil olmuşlar ve olmaktadırlar.

Eğer biz doğru İslâmiyeti ve İslâmiyete lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek, bundan sonra onlardan fevc fevc dahil olacaklardır.

Hem de tarih bize bildiriyor ki, ehl-i İslâmın temeddünü, hakikat-i İslâmiyete ittibaları nispetindedir. Başkaların temeddünü ise, dinleriyle mâkûsen mütenasiptir.


Haşiye-1

Gitme, dikkat et. Âlihimmet olanlar, o hadisede sükût ettiler. Garazkâr cerideler hakikî hürriyetin sadâsını susturdular. Meşrutiyet pek az adamların üstüne münhasır kaldı. Fedakârları da dağıldılar.


âlihimmet: himmeti yüksek, büyük gayret sahibi; din, millet gibi mukaddes değerleri koruma duygusu ve gayreti taşıyan
burhan-ı kat’î: güçlü ve sağlam kesin delil
câ-yı ibret: ibret edilecek nokta, ibret verici
ceride: gazete
daire-i İslâmiyet: İslâmiyet dairesi
ebleh: ahmak, akılsız
edyân-ı saire: diğer dinler
ehl-i İslâm: İslâma tabi olan, Müslümanlar
fevc fevc: dalga dalga, akın akın
fıtrat: mizaç, karakter, yaratılış
garazkâr: kötü niyet sahibi, art niyetli
hakikat-i İslâmiyet: İslâmiyetin hakikatleri, esasları
hakikaten: gerçekten
hakikî: asıl, gerçek
hamiyet: din, millet gibi mukaddes değerleri koruma duygusu ve gayreti; millî onur ve haysiyet
hâşâ: kesinlikle öyle değil
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hürriyet: serbestlik, özgürlük
ibka: devam ettirme, kalıcı hale getirme
ilka: atmak, bırakmak
ism-i mukaddes: kutsal yüce isim; şeriat ismi
istibdad: baskı ve zulüm
istikamet: doğru yolda olma, doğruluk
ittiba: tabi olma, uyma
lâsiyyema: özellikle, bilhassa
mâkûsen mütenasip: ters orantılı
Meşrutiyet: (bk. bilgiler)
mevcudiyet: varlık
muhakeme-i akliye: akıl yürütüp düşünme, değerlendirme
muhalefet-i şeriat: şeriata muhalefet etme, aykırı olma
münhasır: belli bir grup ve şeyle sınırlı, bir şeye mahsus ve ait
müntesip: intisap eden, bağlı olan
nesil: soy, zürriyet
nispet: oran
nokta-i siyah: siyah nokta; dikkat edilmesi gereken bir nokta
sadâ: ses
sedd-i rasîn-i istinad: sağlam dayanak seddi
sefih: bunak, ahmak
şeriat: Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi, İslâmiyet
seyyiat-ı sabıka: geçmişteki günahlar, önceki kusur ve hatalar
sükût etme: sessiz kalma, susma
tatbikat: yerine getirme, uygulama
tecavüz: haddi aşıp hücum etme, saldırma, sataşma
tecerrüt etmek: soyutlanmak, sıyrılmak
teferruat: ayrıntılar
telkinat: telkinler, fikir aşılamalar
temeddün: medenileşme
tûti kuşu: dudu kuşu, papağan
zaman-ı saadet: Peygamberimizin (a.s.m.) yaşadığı dönem

Hem de hakikat bize bildiriyor ki, mütenebbih olan beşer, dinsiz olamaz. Lâsiyyema, uyanmış, insaniyeti tatmış, müstakbele ve ebede namzet olmuş adam dinsiz yaşayamaz. Zira uyanmış bir beşer, kâinatın tehacümüne karşı istinad edecek ve gayr-ı mahdud âmâline (amellerine) neşvünemâ verecek ve istimdatgâhı olacak noktayı, yani din-i hak olan dâne-i hakikati elde etmezse yaşamaz. Bu sırdandır ki, herkeste din-i hakkı bulmak için bir meyl-i taharrî uyanmıştır. Demek istikbalde nev-i beşerin din-i fıtrîsi İslâmiyet olacağına beraatü’l-istihlâl vardır.

Ey insafsızlar! Umum âlemi yutacak, birleştirecek, besleyecek, ziyalandıracak bir istidadda olan hakikat-i İslâmiyeti, nasıl dar buldunuz ki, fukaraya ve mutaassıp bir kısım hocalara tahsis edip, İslâmiyetin yarı ehlini dışarıya atmak istiyorsunuz? Hem de, umum kemâlâtı câmi, bütün nev-i beşerin hissiyat-ı âliyesini besleyecek mevaddı muhît olan o kasr-ı nurânî-yi İslâmiyeti, ne cür’etle mâtem tutmuş bir siyah çadır gibi bir kısım fukaraya ve bedevîlere ve mürtecilere has olduğunu tahayyül ediyorsunuz? Evet, herkes âyinesinin müşâhedatına tâbidir. Demek sizin siyah ve yalancı âyineniz size öyle göstermiştir.

S – İfrat ediyorsun, hayali hakikat görüyorsun. Bizi de teçhil ile tahkir ediyorsun. Zaman âhirzamandır, gittikçe daha fenalaşacak.

C – Neden dünya herkese terakki dünyası olsun da, yalnız bizim için tedennî dünyası olsun? Öyle mi? İşte, ben de sizinle konuşmayacağım. Şu tarafa dönüyorum; müstakbeldeki insanlarla konuşacağım:

Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitâne Nurun sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî ile bizi temâşâ eden Said’ler, Hamza’lar, Ömer’ler, Osman’lar, Tâhir’ler, Yûsuf’lar, Ahmed’ler, ve saireler!


âhirzaman: dünya hayatının kıyamete yakın son devresi
âmâl: emeller, arzular, istekler
bedevî: köylü, göçebe
beraatü’l-istihlâl: güzel bir alâmet, başlangıç
beşer: insan, insanlar
câmi: kendinde toplayan
cür’et: cesaret
dâne-i hakikat: hakikat tanesi, meyvesi, gıdası
din-i fıtrî: insanın yaratılışına uygun olan din; İslâmiyet
din-i hak: hak din, İslâm
ebed: sonsuz, sonsuzluk
fukara: fakirler, yoksullar
gayr-ı mahdud: sınırsız
hakikat: doğru, gerçek
hakikat-i İslâmiyet: İslâmiyetin hakikatleri, esasları
has: özel, ait
hiss-i kablelvuku: bir şeyi olmadan önce hissetme duygusu
hissiyat-ı âliye: yüksek hisler, yüce duygular
ifrat: aşırılık, ileri gitme, haddi aşma
istidat: potansiyet kabiliyet, yetenek
istikbal: gelecek
istimdatgâh: medet isteme, yardım dileme yeri
istinad: dayanma, dayanak
kasr-ı nurânî-yi İslâmiyet: İslâmiyetin nurlu ve aydınlık sarayı
kemâlât: olgunluklar, faziletler, mükemmellikler
lâsiyyema: özellikle, bilhassa
mâtem: yas
mevad: maddeler, malzemeler
meyl-i taharrî: araştırma, inceleme meyli, isteği, eğilimi
muhît: kapsamlı, kuşatıcı
mürteci: geriye gitmek isteyen; gerici
müşâhedat: gözlemler, görülen şeyler
müstakbel: gelecek zaman
mutaassıp: körü körüne bağlı, tutucu
mütenebbih: uyanmış, birşeyden ders alıp aklını başına toplayan
namzet: aday
nazar-ı hafî-i gaybî: görünmeyeni, ileride olacakları görecek şekilde gizli bakış
neşet etme: kaynaklanma, doğma
neşv ü nemâ: büyüme ve gelişme
nev-i beşer: insanlık, insanlar
sair: diğer başka
sâkitâne: susarak, suskun
tâbi: izleme, uyma
tahayyül etmek: hayal etmek
tahkir etmek: aşağılamak, hakaret etmek
tahsis etme: ait, mahsus kılma, ayırma
teçhil etmek: cahillikle suçlamak
tedennî: alçalma, gerileme
tehacüm: hücum, saldırı
temâşâ eden: gözleyen, seyreden
terakki: ilerleme, yükselme, gelişme
ziyalandırmak: aydınlatmak

Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, “Sadakte” deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muâsırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizinle konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır. Biz, hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz ki: Mazi kıt’asına geçmek için geldiğiniz vakit, mezarımıza uğrayınız; o bahar hediyelerinden birkaç tanesini medresemin HAŞİYE-1 mezartaşı denilen ve kemiklerimizi misafir eden ve Horhor toprağının kapıcısı olan kalenin başına takınız. Kapıcıya tenbih edeceğiz; bizi çağırınız. Mezarımızdan

 هَنِۤيئًا لَكُمْ 

sadâsını işiteceksiniz.

Şu zamanın memesinden bizimle süt emen ve gözleri arkada maziye bakan ve tasavvuratları kendileri gibi hakikatsiz ve ayrılmış olan bu çocuklar, varsınlar, şu kitabın HAŞİYE-2 hakaikini hayal tevehhüm etsinler. Zira ben biliyorum ki, şu kitabın mesâili hakikat olarak sizde tahakkuk edecektir.

Ey muhataplarım! Ben çok bağırıyorum. Zira asr-ı sâlis-i aşrın (yani on üçüncü asrın) minaresinin başında durmuşum; sureten medenî ve dinde lâkayt ve fikren mazinin en derin derelerinde olanları camiye dâvet ediyorum.

İşte ey iki hayatın ruhu hükmünde olan İslâmiyeti bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Gelen neslin kapısında durmayınız. Mezar sizi bekliyor, çekiliniz. Tâ ki, hakikat-i İslâmiyeyi hakkıyla kâinat üzerinde temevvüc-sâz edecek olan nesl-i cedid gelsin!

S – Eskiler bizden âlâ veya bizim gibi. Gelenler bizden daha fena gelecekler.

C – Ey Türkler ve Kürtler! Acaba şimdi bir miting yapsam, sizin bin sene evvelki ecdadınızı ve iki asır sonraki evlâtlarınızı şu gürültü-hâne olan asr-ı hâzır meclisine dâvet etsem; acaba sağ tarafta saf tutan eski ecdadınız demeyecekler mi:


Haşiye-1

Medresetü’z-Zehra’nın Van’daki nümunesi olan ve vefat eden Horhor Medresesinin mezartaşı hükmünde bulunan Van Kalesi demektir.

Dipnot-1

Size âfiyet olsun!

Haşiye-2

İstikbalde telif edilecek Risale-i Nur Külliyatını hiss-i kablelvuku ile haber veriyor.


âlâ: üstün, kıymetli
asr-ı hâzır: şimdiki asır
asr-ı sâlis-i aşr: on üçüncü asır
bedbaht: kötü bahtlı, talihsiz
cennet-âsâ: cennet gibi
ecdad: cedler, atalar, dedeler
fena: kötü
fikren: düşünce olarak
hakaik: gerçekler, esaslar
hakikat: asıl, gerçek, doğru
hakikat-i İslâmiye: İslâmın hakikati, esası
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hayal tevehhüm etmek: hayal sanmak, hayal zannetmek
hiss-i kablelvuku: bir şeyi olmadan önce hissetme duygusu
hitap etmek: konuşmak, seslenmek
Horhor Medresesi: (bk. bilgiler)
istikbal: gelecek
lâkayt: kayıtsız, ilgisiz, duyarsız
mazi: geçmiş
medrese: okul, mektep
Medresetü’z-Zehrâ: (bk. bilgiler)
mesâil: meseleler, konular
mezar-ı müteharrik: hareketli mezar; yaşayan ölü
muâsır: çağdaş, aynı dönemde yaşayan
muhatap: kendisine konuşulan
nesl-i cedid: yeni nesil
nümune: örnek
sadâ: ses
sadakte: doğrudur, doğru söyledin
sureten: şeklen, görünüşte
tahakkuk etme: gerçekleşme
tasavvurat: düşünceler, tasavvurlar
telif: yazma, kaleme alma
temevvüc-sâz: dalgalandıran
tenbih etme: ikaz etme, uyarma
Van: (bk. bilgiler)
Van Kalesi: (bk. bilgiler)
zemin: ortam, yer

“Hey mirasyedi yaramaz çocuklar! Netice-i hayatımız siz misiniz? Heyhât! Bizi akim bir kıyas ettiniz, bizi kısır bıraktınız.”

Hem de sol safında duran ve şehristân-ı istikbâlden gelen evlâtlarınız, sağdaki ecdatlarınızı tasdik ederek demeyecekler mi ki:

“Ey tembel pederler! Siz misiniz hayatımızın suğrâ ve kübrâsı? Siz misiniz şu şanlı ecdadımızla bizi rapt eden rabıtamızın hadd-i evsatı? Heyhât! Ne kadar hakikatsiz ve karıştırıcı ve müşağabeli bir kıyas oldunuz!”1

İşte, ey bedevî göçerler ve ey inkılâp softaları!2 Manzara-i hayal Haşiye 1 üstünde gördünüz ki, şu büyük mitingte iki taraf da sizi protesto ettiler.


Dipnot-1

Bu cümlelelirn mânâsı için bakınız Kavramlar Sözlüğü: ḳ-ḍ-y kökü.

Dipnot-2

Sonradan ilâve edilmiştir.

Haşiye 1

Hayal dahi bir simotoğraftır.

(Cevaplardan Bir Kısım)

Öyle ise ben derim: Hakikaten sizin harikulâde şecaate istidadınız vardır. Zira bir menfaat veya cüz’î bir haysiyet veya itibarî bir şeref için veya “Filân yiğittir” sözlerini işitmek gibi küçük emirlere hayatını istihfaf eden veya ağasının namusunu isti’zam için kendini feda eden kimseler, eğer uyansalar, hazinelere değer olan İslâmiyet milliyetine HAŞİYE-1, yani üç yüz milyon İslâmın uhuvvetlerini ve mânevî yardımlarını kazandıran İslâmiyet milliyetine, binler ruhu da olsa, acaba istihfaf-ı hayat etmezler mi? Elbette hayatını on paraya satan, on liraya binler şevkle satar.

Maatteessüf, güzel şeylerimiz gayr-ı müslimler eline geçtiği gibi, güzel olan ahlâklarımızı da yine gayr-ı müslimler çalmışlar. Güya bizim bir kısım içtimaî ahlâk-ı âliyemiz yanımızda revaç bulmadığından, bize darılıp onlara gitmiş. Ve onların bir kısım rezâili, kendileri içinde çok revaç bulmadığından cehaletimizin pazarına getirilmiş.


Haşiye-1

Milliyetimiz bir vücuttur. Ruhu İslâmiyet, aklı Kur’ân ve îmandır.


ahlâk-ı âliye: yüksek, üstün ahlâk
akim bir kıyas: neticesiz veya doğru netice vermeyen kıyas
bedevî: çölde yaşayan, göçebe
cehalet: bilgisizlik, cahillik
cüz’î: az, küçük, ferdî
ecdad: dedeler, atalar, cedler
gayr-ı Müslim: Müslüman olmayan
hadd-i evsat: kıyası meydana getiren önermelerde ortak olarak tekrarlanan sonuç için gerekli bağlantıyı kuran ve kıyasın hükmünün illeti olan terim
harikulâde: olağanüstü, hayranlık verici
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
haysiyet: itibar, özellik
heyhât: eyvah, yazık
içtimaî: sosyal, toplumsal
inkılâp: değişiklik, karışıklık
isti’zam: büyük gösterme, büyütme, yüceltme
istidad: kabiliyet, yetenek
istihfaf: hafife alma, küçümseme
istihfaf-ı hayat: hayatı küçümseme, hafife alma
itibarî: varsayılan
kübrâ: büyük önerme; kıyası oluşturan önermelerden birisidir. Kıyasın sonuç önermesinin yüklemi olan büyük terim bu büyük önermede bulunur
maatteessüf: maalesef, ne yazık ki
manzara-i hayal: hayal manzarası, insanın kafasında tasarlayıp canlandırdığı manzara
menfaat: fayda, yarar, çıkar
müşağabe: karışık, aldatıcı, kötü, şerli
netice-i hayat: hayatın neticesi, hayatın meyvesi, ürünü
peder: baba
rabıta: bağ, ilişki
rapt eden: bağlayan
revaç: kıymet, değer
rezâil: rezillikler, ahlâka aykırı çirkin ve alçak şeyler
şecaat: yiğitlik, cesaret, kahramanlık
şehristân-ı istikbâl: geleceğin büyük şehri, istikbal memleketi
simotoğraf: sinema, sinema makinesi
Siz misiniz hayatımızın suğrâsı ve kübrâsı?: Siz misiniz hayatımızın neseb bağı olan babalarımız ve bizi dedelerimize bağlayan bağlarımız?
Siz misiniz şu şanlı ecdadımızla bizi rapt eden rabıtamızın hadd-i evsatı?: Siz misiniz şu şanlı dedelerimizle bizim aramızdaki ortak bağ ve ortak nitelik
softa: bir inanışa körü körüne bağlanan kimse
suğrâ: küçük önerme; kıyası oluşturan önermelerden birisidir. Kıyasın sonuç önermesinin öznesi olan küçük terim bu küçük önermede bulunur
uhuvvet: kardeşlik

Hem, büyük bir taaccüple görmüyor musunuz ki, terakkiyat-ı hâzıranın üssü’l-esası ve belki din-i hakkın muktezâsı olan “Ben ölürsem devletim, milletim ve ahbaplarım sağdırlar” gibi kelime-i beyza ve haslet-i hamrâyı gayr-ı müslimler çalmışlar? Çünkü onların bir fedâisi der: “Ben ölürsem milletim sağ olsun; içinde bir hayat-ı mâneviyem vardır.” Ve bütün sefaletin ve şahsiyatın esası olan “Ben öldükten sonra dünya ne olursa olsun. İsterse tûfan olsun” veyahut 

وَاِنْ مِتُّ عَطْشًا فَلاَ نَزَلَ الْقَطْرُ 

olan kelime-i hamka ve seciye-i avra, himmetimizin elini tutmuş, rehberlik ediyor. İşte, en iyi haslet ki, dinimizin muktezasıdır:

Biz ruhumuzla, canımızla, vicdanımızla, fikrimizle ve bütün kuvvetimizle demeliyiz ki:

“Biz ölsek, milletimiz olan İslâmiyet haydır, ilelebed bâkîdir. Milletim sağ olsun. Sevâb-ı uhrevî bana kâfidir. Milletin hayatındaki hayat-ı mâneviyem beni yaşattırır; âlem-i ulvîde beni mütelezziz eder.

وَالْمَوْتُ يَوْمُ نَوْرُوزِنَا 2″

deyip, nurun ve hamiyetin nurlu rehberlerini kendimize rehber etmeliyiz.

S – Herşeyden evvel bize lâzım olan nedir?

C – Doğruluk.

S – Daha?

C – Yalan söylememek.

S – Sonra?

C – Sıdk, sadakat, ihlâs, sebat, tesanüd.

S – Neden?

C – Küfrün mahiyeti yalandır. İmanın mahiyeti sıdktır. Şu burhan kâfi değil midir ki, hayatımızın bekàsı imanın ve sıdkın ve tesanüdün devamıyladır?

…….

S – En evvel rüesâmız ıslah olunmalı.

C – Evet, reisleriniz malınızı ceplerine indirip hapsettikleri gibi, akıllarınızı da


Dipnot-1

Ben susuzluktan ölürsem, artık bir tek damla bile yağmasın!

Dipnot-2

Ölüm, Nevruz günümüzdür, baharımızdır.


ahbap: dostlar, sevilenler
âlem-i ulvî: yüce âlem; âhiret âlemi
bâkî: devamlı, kalıcı
bekà: devamlılık, kalıcılık
burhan: güçlü ve sarsılmaz kesin delil, kanıt
din-i hak: hak din, İslâm
fedâi: fedakâr, kendini bir hizmete adayan
gayr-ı Müslim: Müslüman olmayan
hamiyet: din gibi mukaddes değerleri ve aile ve vatanı koruma duygusu ve gayreti
haslet: huy, karakter
haslet-i hamrâ: haya hasleti, utanma ve ar duygusu
hay: sağ, canlı
hayat-ı mâneviye: maddî olmayan, mânevî hayat
himmet: ciddi gayret, yardım
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet
ilelebed: sonsuza kadar
ıslah: düzelme, iyileşme
kâfi: yeterli
kelime-i avra: kör söz, basiretsizce söylenilen söz
kelime-i beyza: parlak, kıymetli söz
kelime-i hamka: ahmakça söz
küfür: inanmama, inkâr etme
mahiyet: asıl esas, temel nitelik
muktezâ: bir şeyin gereği
mütelezziz: lezzet alan, lezzetlenen
reis: başkan; idareci, yönetici
rüesâ: reisler, başkanlar; idareciler ve yöneticiler
sadakat: bağlılık, doğruluk
şahsiyat: kişisellik, bencillik
sebat: kararlı olma
seciye-i avra: tek gözlü, âhireti görmeme ve sadece dünyaya dalma; dünyaperestlik, dünyaya düşkünlük karakteri, hâli
sefalet: perişanlık, yoksulluk
sevâb-ı uhrevî: âhiret mükâfatı, sevabı
sıdk: doğruluk
taaccüp: hayret etme, şaşkınlık
terakkiyat-ı hâzıra: şimdiki gelişmeler, ilerlemeler
tesanüd: dayanışma
tûfan: büyük sel felâketi
üssü’l-esas: temel unsur

sizden almışlar veya dimağınızda hapsetmişler. Öyleyse, şimdi onların yanındaki akıllarınızla konuşacağım:

Eyyühe’r-ruûs ve’r-ruesâ! Tekâsülî olan tevekkülden sakınınız. İşi birbirinize havale etmeyiniz. Elinizdeki malımızla ve yanınızdaki aklımızla bize hizmet ediniz. Çünkü, şu mesâkini istihdam etmekle ücretinizi almışsınız.

فَعَلَيْكُمْ بِالتَّدَارُكِ لِمَاضَيَّعْتُمْ فِى الصَّيْفِ     1

İşte şimdi hizmet vaktidir…

Elhasıl: İslâm uyandı ve uyanıyor. HAŞİYE-1 Fenalığı fena, iyiliği iyi olarak gördüler. Evet, şu dereler aşâirini tevbekâr eden, işte bu sırdır. Hem de bütün İslâm yavaş yavaş bu istidadı almakta ve kesb etmektedir. Lâkin, sizler bedevî olduğunuzdan ve fıtrat-ı asliyeniz, oldukça bozulmamış olduğundan, İslâmiyetin kudsî milliyetine daha yakınsınız.

…….

Seyahatimde beni tanımayanlar kıyafetime bakıp, beni tâcir zannettiklerinden derlerdi ki:

S – Tâcir misin?

C – Evet, hem tâcirim, hem de kimyagerim.

S – Nasıl?

C – İki madde var, mezc ettiriyorum. Birinden tiryak-ı şâfi, birinden elektrik-i muzî tevellüd eder.

S – Bunlar nerede bulunur?

C – Medeniyet ve fazilet çarşısında, cephesinde insan yazılı ve iki ayak üstünde gezen sandık içindeki, üstüne kalb yazılan ya siyah veya pırlanta gibi parlak olan bir kutudadır.

S – İsimleri nedir?

C – İman, muhabbet, sadakat, hamiyet.

 Ceride-i Seyyare, Ebu Lâşey, İbnüzzaman,
Ehu’l-Acâib, İbn-u Ammil-Garâib
Said Nursî


Dipnot-1

Vakit geçmiş değil, eskiden kaybettiklerinizi şimdi tedârik edin. (Yazın kaybettiklerinizi şimdi hazırlamaya ve bulmaya bakın.)

Haşiye-1

Evet, kırk beş sene evvel söylenen bu sözü Pakistan, Arabistan aşâiri dahi hâkimiyet ve istiklâliyetlerini kazandıklarından, Eski Said’i bu dersinde tasdik ediyorlar ve daha da edecekler.


Arabistan: (bk. bilgiler)
aşâir: aşîretler; kabileler
bedevî: çölde yaşayan, göçebe
Ceride-i Seyyare: hareketli gazete, yürüyen gazete
dimağ: beyin
Ebu Lâ-şey: hiçbir şeyin babası; kimsesiz, kimsesi olmayan
Ehu’l-Acâib: tuhaflıkların kardeşi
elektrik-i muzî: parlak ışık veren, aydınlatan lamba
elhasıl: kısaca, özetle
Eski Said: Bediüzzaman Said Nursî
eyyühe’r-ruûs ve’r-ruesâ: ey başlar ve başkanlar, ey yönetici ve idareciler
fazilet: değer ve üstünlük
fıtrat-ı asliye: esas yaratılış gayesi
hamiyet: din ve vatan gibi mukaddes değerleri ve kendi aile ve yakınlarını koruma duygusu ve gayreti
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
havale: bırakma, gönderme
İbn-u Ammil-Garâib: garipliklerin amca oğlu
ibnü’z-zaman: bu zamanın evladı, çocuğu
istidad: kabiliyet, yetenek
istihdam: çalıştırma, kullanma
istiklâl: bağımsızlık
kesb etmek: kazanmak
mesâkin: miskinler, zavallı fakir kimseler
mezc etme: kaynaştırma
muhabbet: sevgi
Pakistan: (bk. bilgiler)
tâcir: tüccar
tekâsülî: tembellikle ilgili, tembellikten gelen
tevbekâr: pişmanlık duyup bağışlanma dileyen
tevekkül etmek: Allah’a dayanmak ve güvenmek
tevellüd etme: meydana gelme, üreme
tiryak-ı şâfi: şifalı, şifa verici güçlü ilâç

KAYNAK

Risale-i Nur Külliyatı, Tarihçe-i Hayat, Bediüzzaman’ın İlk Hayatı, Şarktaki Aşâirle Muhavere, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.14.105


İki mühim suale karşı iki mühim cevap – Dünya bir misafirhanedir. İnsan ise onda az duracaktır. – Din bir imtihandır. Teklif-i İlâhî bir tecrübedir. – Cumartesi Dersleri 20. 12.

İki mühim suale karşı iki mühim cevap - Dünya bir misafirhanedir. İnsan ise onda az duracaktır. - Din bir imtihandır. Teklif-i İlâhî bir tecrübedir. - Cumartesi Dersleri 20. 12.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “İki mühim suale karşı iki mühim cevap – Dünya bir misafirhanedir. İnsan ise onda az duracaktır. – Din bir imtihandır. Teklif-i İlâhî bir tecrübedir.” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden Yirminci Söz İkinci Makamın devamı.

İki mühim suale karşı iki mühim cevap - Dünya bir misafirhanedir. İnsan ise onda az duracaktır. - Din bir imtihandır. Teklif-i İlâhî bir tecrübedir. - Cumartesi Dersleri 20. 12.
İki mühim suale karşı iki mühim cevap – Dünya bir misafirhanedir. İnsan ise onda az duracaktır. – Din bir imtihandır. Teklif-i İlâhî bir tecrübedir. – Cumartesi Dersleri 20. 12.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirminci Sözün İkinci Makamı

Mu’cizât-ı enbiya yüzünde parlayan bir lem’a-i i’câz-ı Kur’ân

İki mühim suale karşı iki mühim cevap

Birincisi:

Eğer desen: “Madem Kur’ân beşer için nâzil olmuştur. Neden beşerin nazarında en mühim olan medeniyet harikalarını tasrih etmiyor; yalnız gizli bir remizle, hafî bir ima ile, hafif bir işaretle, zayıf bir ihtarla iktifâ ediyor?”

Elcevap: Çünkü medeniyet-i beşeriye harikalarının hakları, bahs-i Kur’ânîde o kadar olabilir. Zira Kur’ân’ın vazife-i asliyesi, daire-i Rububiyetin kemâlât ve şuûnâtını ve daire-i ubûdiyetin vezâif ve ahvâlini tâlim etmektir. Öyle ise, şu havârık-ı beşeriyenin o iki dairede hakları, yalnız bir zayıf remiz, bir hafif işaret, ancak düşer. Çünkü onlar daire-i Rububiyetten haklarını isteseler, o vakit pek az hak alabilirler.

Meselâ, tayyare-i beşer HAŞİYE-2 Kur’ân’a dese: “Bana bir hakk-ı kelâm ver,


Haşiye-2

Şu ciddî meseleyi yazarken, ihtiyarsız olarak, kalemim üslûbunu şu lâtif lâtifeye çevirdi. Ben de kalemimi serbest bıraktım. Ümit ederim ki, üslûbun lâtifeliği meselenin ciddiyetine halel vermesin.


ahvâl: haller, durumlar
âyât: âyetler
bahs-i Kur’ânî: Kur’ân’ın bahsi
belki: aslında, gerçekte
beşer: insan
daire-i Rububiyet: Rablık dairesi (bk. r-b-b)
daire-i ubûdiyet: kulluk dairesi (bk. a-b-d)
define-i ilim: ilim hazinesi (bk. a-l-m)
delâlet: delil olma, işaret etme
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
evâmir-i mutlaka: kesin emirler (bk. ṭ-l-ḳ)
hafî: gizli
hakaik-i mümkinat: yaratılanlara ait gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ; m-k-n)
hakaik-ı İlâhiye: Allah’a ait olan gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ; e-l-h)
hakk-ı kelâm: söz hakkı (bk. ḥ-ḳ-ḳ; k-l-m)
halel: zarar, eksiklik
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
havârık-ı beşeriye: insanlık harikaları
ihtar: hatırlatma
ihtiyarsız: irade dışı (bk. ḫ-y-r)
iktidâ etmek: uymak
iktifâ etmek: yetinmek
ima: işaret
işarî: işaret yoluyla
ittibâ etmek: uymak
kemâlât: mükemellikler, kusursuzluklar (bk. k-m-l)
lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)
lâtife: güzel ve ince mânâ (bk. l-ṭ-f)
maânî-i sariha: açık mânâlar (bk. a-n-y)
medeniyet-i beşeriye: insanlık medeniyeti
miftah: anahtar
muhakkak: kesin (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
müteaddit: bir çok, çeşitli
müttefekun aleyh: üzerinde birleşilmiş
nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)
nâzil olmak: inmek (bk. n-z-l)
neşretmek: yaymak
netice: sonuç
nevi: çeşit
nücum: yıldızlar
nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r)
remiz: işaret
sâfi: duru, katıksız (bk. ṣ-f-y)
san’at ve fünun-u beşeriye: insanlığa ait san’at ve ilimler (bk. ṣ-n-a)
semâvât: yücelikler (bk. s-m-v)
şuûnât: işler, fiiller, haller (bk. ş-e-n)
talim etmek: öğretmek (bk. a-l-m)
tarz-ı ifade: ifade tarzı
tasrih: açık şekilde bildirme
tayyare-i beşer: uçak
terakkiyât-ı beşeriye: insanlığa ait terakkiler, ilerlemeler
üslub: ifade tarzı
vazife-i asliyesi: esas vazifesi
vezâif: görevler
ziya: ışık

âyâtında bir mevki ver.” Elbette, o daire-i Rububiyetin tayyareleri olan seyyârât, arz, kamer, Kur’ân namına diyecekler: “Burada cirmin kadar bir mevki alabilirsin.”

Eğer beşerin tahtelbahirleri âyât-ı Kur’âniyeden mevki isteseler, o dairenin tahtel-bahirleri, yani, bahr-i muhit-i havâîde ve esir denizinde yüzen zemin ve yıldızlar ona diyecekler: “Yanımızda senin yerin görünmeyecek derecede azdır.”

Eğer elektriğin parlak, yıldız-misal lâmbaları hakk-ı kelâm isteyerek âyetlere girmek isteseler, o dairenin elektrik lâmbaları olan şimşekler, şahaplar ve gökyüzünü ziynetlendiren yıldızlar ve misbahlar diyecekler: “Işığın nisbetinde bahis ve beyana girebilirsin.”

Eğer havârık-ı medeniyet, dekaik-ı san’at cihetinde haklarını isterlerse ve âyetlerden makam talep ederlerse, o vakit birtek sinek onlara “Susunuz,” diyecek. “Benim bir kanadım kadar hakkınız yoktur. Zira sizlerdeki, beşerin cüz-ü ihtiyarıyla kesb edilen bütün ince san’atlar ve bütün nazik cihazlar toplansa, benim küçücük vücudumdaki ince san’at ve nazenin cihazlar kadar acip olamaz.

اِنَّ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللهِ لَنْ يَخْلُقُوا ذُبَابًا وَلَوِاجْتَمَعُوا لَهُ     1

ilh. âyeti sizi susturur.”

Eğer o harikalar, daire-i ubûdiyete gidip o daireden haklarını isterlerse, o zaman o daireden şöyle bir cevap alırlar ki:

“Sizin münasebetiniz bizimle pek azdır ve dairemize kolay giremezsiniz. Çünkü programımız budur ki: Dünya bir misafirhanedir. İnsan ise onda az duracaktır; ve vazifesi çok bir misafirdir ve kısa bir ömürde hayat-ı ebediyeye lâzım olan levâzımâtı tedarik etmekle mükelleftir. En ehem ve en elzem işler takdim edilecektir. Halbuki siz, ekseriyet itibarıyla, şu fâni dünyayı bir makarr-ı ebedî nokta-i nazarında ve gaflet perdesi altında, dünyaperestlik hissiyle işlenmiş bir suret, sizde görülüyor. Öyle ise, hakperestlik ve âhireti düşünmeklik esasları üzerine müesses olan ubûdiyetten hisseniz pek azdır.


Dipnot-1

“Allah’ı bırakıp da taptıklarınızın hepsi bir araya gelse, bir sinek bile yaratamazlar.” Hac Sûresi, 22:73.


acip: hayret verici, şaşırtıcı
arz: dünya
âyât-ı Kur’âniye: Kur’ân âyetleri
bahr-i muhit-i havâî: hava denizi
beşer: insan
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
cirm: büyüklük
cüz-ü ihtiyar: insandaki çok az seçim gücü, irade (bk. c-z-e; ḫ-y-r)
daire-i Rububiyet: Rablık dairesi (bk. r-b-b)
daire-i ubûdiyet: kulluk dairesi (bk. a-b-d)
dekaik-i san’at: san’at incelikleri (bk. ṣ-n-a)
dünyaperestlik: dünyaya tutkunluk
ehem: en önemli
ekseriyet: çoğunluk (bk. k-s̱-r)
elzem: en lüzumlu
esir: kâinatı kapladığına inanılan ince madde
fâni: gelip geçici (bk. f-n-y)
gaflet: umursamazlık; âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız kalma hali (bk. ğ-f-l)
hakk-ı kelâm: söz hakkı (bk. ḥ-ḳ-ḳ; k-l-m)
hakperestlik: yalnız Allah’a kulluk etmek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
havârık-ı medeniyet: medeniyet harikaları
hayat-ı ebediye: sonsuz hayat (bk. ḥ-y-y; e-b-d)
kamer: ay
kesb etmek: kazanmak
levâzımât: gerekli olan şeyler
makarr-ı ebedî: sonsuza kadar kalınacak yer (bk. e-b-d)
mevki: yer
misbah: lâmba
müesses olmak: kurulmak
mükellef: yükümlü
nazenin: ince, duyarlı
nazik: ince, zarif
nisbet: oran (bk. n-s-b)
nokta-i nazar: bakış açısı (bk. n-ẓ-r)
şahap: meteor, göktaşı
seyyârât: gezegenler
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tahtelbahir: denizaltı
talep etmek: istemek (bk. ṭ-l-b)
tayyare: uçak
tedarik etmek: elde etmek
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
yıldız-misal: yıldız gibi (bk. m-s̱-l)
zemin: yer, dünya
ziynet: süs (bk. z-y-n)

“Lâkin, eğer kıymettar bir ibadet olan, sırf menfaat-i ibâdullah için ve menâfi-i umumiye ve istirahat-i âmmeye ve hayat-ı içtimaiyenin kemâline hizmet eden ve elbette ekalliyet teşkil eden muhterem san’atkârlar ve mülhem keşşaflar, arkanızda ve içinizde varsa, o hassas zatlara şu remiz ve işârât-ı Kur’âniye, sa’ye teşvik ve san’atlarını takdir etmek için, elhak kâfi ve vâfidir.”

İkinci suale cevap:

Eğer desen: “Şimdi, şu tahkikattan sonra şüphem kalmadı ve tasdik ettim ki, Kur’ân’da, sair hakaikle beraber, medeniyet-i hazıranın harikalarına ve belki daha ilerisine işaret ve remiz vardır. Dünyevî ve uhrevî saadet-i beşere lâzım olan herşey, değeri nisbetinde içinde bulunur. Fakat niçin Kur’ân onları sarahatle zikretmiyor-tâ muannit kâfirler dahi tasdike mecbur olsunlar, kalbimiz de rahat olsun?”

Elcevap: Din bir imtihandır. Teklif-i İlâhî bir tecrübedir. Tâ, ervâh-ı âliye ile ervâh-ı sâfile, müsabaka meydanında birbirinden ayrılsın. Nasıl ki bir madene ateş veriliyor, tâ elmasla kömür, altınla toprak birbirinden ayrılsın. Öyle de, bu dâr-ı imtihanda olan teklifât-ı İlâhiye bir iptilâdır ve bir müsabakaya sevktir ki, istidad-ı beşer madeninde olan cevâhir-i âliye ile mevadd-ı süfliye birbirinden tefrik edilsin.

Madem Kur’ân, bu dâr-ı imtihanda, bir tecrübe suretinde, bir müsabaka meydanında, beşerin tekemmülü için nâzil olmuştur. Elbette şu dünyevî ve herkese görünecek umur-u gaybiye-i istikbaliyeye yalnız işaret edecek ve hüccetini ispat edecek derecede akla kapı açacak. Eğer sarahaten zikretse, sırr-ı teklif bozulur. Adeta gökyüzündeki yıldızlarla vâzıhan Lâ ilâhe illâllah yazmak misillü bir bedâhete girecek. O zaman herkes ister istemez tasdik edecek. Müsabaka olmaz, imtihan fevt olur. Kömür gibi bir ruhla elmas gibi bir ruh HAŞİYE-1 beraber kalacaklar.


Haşiye-1

Ebû Cehil-i Lâin ile Ebû Bekir-i Sıddık, müsavi görünecek. Sırr-ı teklif zâyi olacak…


bedâhet: açıklık
beşer: insan
cevâhir-i âliye: yüksek ve kıymetli cevherler
dâr-ı imtihan: imtihan yeri
dünyevî: dünyaya ait
Ebû Bekir-i Sıddık: çok doğru ve sadık Ebû Bekir (bk. bilgiler)
Ebû Cehil-i Lâin: lanetlenmiş Ebû Cehil (bk. bilgiler)
ekalliyet: azınlık
elhak: gerçekten (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
ervâh-ı âliye: yüce ruhlar (bk. r-v-ḥ)
ervâh-ı sâfile: alçak ruhlar (bk. r-v-ḥ)
fevt: kaybolma
hakaik: gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hayat-ı içtimaiye: toplum hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a)
hüccet: delil
iptilâ: insanın kemâl derecesini ortaya çıkaran imtihan, tecrübe
işârât-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın işaretleri
istidad-ı beşer: insandaki potansiyel kabiliyet (bk. a-d-d)
istirahat-i âmme: toplumun rahatı
kemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l)
keşşaf: kâşifler (bk. k-ş-f)
kıymettar: değerli
Lâ ilâhe illâllah: Allah’tan başka ilâh yoktur (bk. e-l-h)
medeniyet-i hazıra: günümüz medeniyeti
menâfi-i umumiye: genel yararlar
menfaat-i ibâdullah: Allah’ın kullarının yararı (bk. a-b-d)
mevadd-ı süfliye: alçak ve basit maddeler
misillü: gibi (bk. m-s̱-l)
muannit: inatçı, dikkafalı
muhterem: hürmete layık, saygıdeğer (bk. ḥ-r-m)
mülhem: ilham olunmuş
müsabaka: yarış
müsavi: eşit
nâzil olmak: inmek (bk. n-z-l)
nisbet: oran (bk. n-s-b)
remiz: işaret
sa’y: çalışma
saadet-i beşer: insanın mutluluğu
sair: diğer
sarahat: açıklık
sarahaten: açıkça
sırr-ı teklif: vazifelendirilme, imtihan sırrı
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tahkikat: araştırmalar (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
tasdik etmek: doğrulamak, onaylamak (bk. ṣ-d-ḳ)
tefrik edilmek: ayrılmak (bk. f-r-ḳ)
tekemmül: mükemmelleşme, olgunlaşma (bk. k-m-l)
teklif-i İlâhî: Allah’ın kullarına yüklediği vazife, sorumluluk (bk. e-l-h)
teşkil: oluşturma
uhrevî: âhirete ait (bk. e-ḫ-r)
umur-u gaybiye-i istikbaliye: gelecekte meydana gelecek bilinmeyen işler (bk. ğ-y-b)
vâfi: yeterli
vâzıhan: açıkça
zâyi olmak: kaybolmak
zikretmek: bildirmek

Elhasıl: Kur’ân-ı Hakîm, hakîmdir; herşeye kıymeti nisbetinde bir makam verir. İşte Kur’ân, bin üç yüz sene evvel, istikbalin zulümatında müstetir ve gaybî olan semerat ve terakkiyât-ı insaniyeyi görüyor; ve gördüğümüzden ve göreceğimizden daha güzel bir surette gösterir. Demek Kur’ân öyle bir Zâtın kelâmıdır ki, bütün zamanları ve içindeki bütün eşyayı bir anda görüyor.

İşte, mu’cizât-ı enbiya yüzünde parlayan bir lem’a-i i’câz-ı Kur’ân…

اَللّٰهُمَّ فَهِّمْنَۤا اَسْرَارَ الْقُرْاٰنِ وَوَفِّقْنَۤا لِخِذْمَتِهِ فِى كُلِّ اٰنٍ وَزَمَانٍ     1

سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَۤا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ     2

رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَۤا اَوْ اَخْطَاْنَا 3

اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ وَبَارِكْ وَكَرِّمْ عَلٰى سَيِّدِنَا وَمَوْلٰينَا مُحَمَّدٍ عَبْدِكَ وَنَبِيِّكَ وَرَسُولِكَ النَّبِىِّ اْلاُمِّىِّ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَاَصْحَابِهِ وَاَزْوَاجِهِ وَذُرِّيَّاتِهِ وَعَلَى النَّبِيِّينَ وَالْمُرْسَلِينَ وَعَلَى الْمَلٰۤئِكَةِ الْمُقَرَّبِينَ وَاْلاَوْلِيَۤاءِ وَالصَّالِحِينَ     اَفْضَلَ صَلاَةٍ وَاَزْكٰى سَلاَمٍ وَاَنْمٰى بَرَكَاتٍ بِعَدَدِ سُوَرِ الْقُرْاٰنِ وَاٰيَاتِهِ وَحُرُوفِهِ وَكَلِمَاتِهِ وَمَعَانِيهِ وَاِشَارَاتِهِ وَرُمُوزِهِ وَدَلاَلاَتِهِ وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَالْطُفْ بِنَا يَۤا اِلٰهَنَا يَا خَالِقَنَا بِكُلِّ صَلاَةٍ مِنْهَا بِرَحْمَتِكَ يَۤا اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ     وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ اٰمِينَ     4


Dipnot-1

Allahım! Bize Kur’ân’ın esrarını öğret ve her an ve zamanda ona hizmet etmekte bizi muvaffak et.

Dipnot-2

“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.” Bakara Sûresi, 2:32.

Dipnot-3

“Ey Rabbimiz! Unutur veya hataya düşer de bir kusur işlersek, bizi onunla hesaba çekme.” Bakara Sûresi, 2:286.

Dipnot-4

Allahım! Seyyidimiz, mevlâmız, kulun, nebîn ve resulün olan ümmî peygamber Muhammed’e, âline, ashâbına, zevcelerine, mübarek nesline, sair enbiya ve mürselîne, mukarreb meleklere, evliya ve salih kullarına salâvâtın en üstünü, selâmetin en temizi, bereketlerin en bereketlisiyle, Kur’ân’ın sûreleri, âyetleri, harfleri, kelimeleri, mânâları, işaretleri, remizleri ve delâletleri adedince salât ve selâm et, bereket ihsan et, ikramda bulun. Ey İlâhımız, ey Yaratıcımız, bütün bu salâvatlardan herbiri için bizi bağışla, bize merhamet et, bize iltifat et. Rahmetinle, ey merhamet edenlerin en merhametlisi. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun. Âmin.


elhasıl: özetle, sonuç olarak
eşya: şeyler, varlıklar
gaybî: görünmeyen (bk. ğ-y-b)
hakîm: hikmet sahibi (bk. ḥ-k-m)
istikbal: gelecek
kelâm: söz (bk. k-l-m)
Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
lem’a-i i’câz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın mu’cizelik parıltısı (bk. a-c-z)
mu’cizât-ı enbiya: peygamberlerin mu’cizeleri (bk. a-c-z; n-b-e)
müstetir: gizli, örtülü
nisbet: oran (bk. n-s-b)
semerat: meyveler, neticeler
terakkiyât-ı insaniye: insanlığa ait terakkiler, ilerlemeler
zulümat: karanlıklar (bk. ẓ-l-m)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirminci Söz, İkinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.358

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirminci-soz/ikinci-makam/358


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı

13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret

12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas

12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas

12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas

11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2

10.16. Onuncu Söz Hatime

10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat

10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat

10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat

10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat

10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat

10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat

10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat

10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat

10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat

10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat

10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat

10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat

10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .

10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret

10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler

9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte

9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler

8. Sekizinci Söz

7. Yedinci Söz

6. Altıncı Söz

5. Beşinci Söz

4. Dördüncü Söz

3. Üçüncü Söz

2. İkinci Söz

1. Birinci Söz