“Sonra, bütün bunların ardından kalbiniz yine katılaştı. Sanki taş kesildi, hattâ taştan da katılaştı. …” Bakara Sûresi, 2:74. – Cumartesi Dersleri 20. 3.

"Sonra, bütün bunların ardından kalbiniz yine katılaştı. Sanki taş kesildi, hattâ taştan da katılaştı. ..." Bakara Sûresi, 2:74. - Cumartesi Dersleri 20. 3.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Sonra, bütün bunların ardından kalbiniz yine katılaştı. Sanki taş kesildi, hattâ taştan da katılaştı. …” (Bakara Sûresi, 2:74) konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden Yirminci Söz Birinci Makam Üçüncü Nükte.

"Sonra, bütün bunların ardından kalbiniz yine katılaştı. Sanki taş kesildi, hattâ taştan da katılaştı. ..." Bakara Sûresi, 2:74. - Cumartesi Dersleri 20. 3.
“Sonra, bütün bunların ardından kalbiniz yine katılaştı. Sanki taş kesildi, hattâ taştan da katılaştı. …” Bakara Sûresi, 2:74. – Cumartesi Dersleri 20. 3.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirminci Söz

Birinci Makam

ÜÇÜNCÜ NÜKTE

ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَهِىَ كَالْحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَةً وَاِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ لَمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُ اْلاَنْهَارُ وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَۤاءُ وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللهِ وَمَا اللهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ     1

Şu âyeti okurken, müvesvis dedi ki: “Herkese malûm ve âdi olan taşların şu fıtrî bazı hâlât-ı tabiiyesini en mühim ve büyük meseleler suretinde bahis ve beyanda ne mânâ var, ne münasebet var, ne ihtiyaç var?”

Şu vesveseye karşı, feyz-i Kur’ân’dan şöyle bir nükte ilham edildi:

Evet, münasebet var ve ihtiyaç var. Hem o derece büyük bir münasebet ve ehemmiyetli bir mânâ ve o derece muazzam ve lüzumlu bir hakikat var ki, ancak Kur’ân’ın îcâz-ı mu’cizi ve lütf-u irşadıyla bir derece basitleştirilmiş ve ihtisar edilmiş.

Evet, i’câz-ı Kur’ân’ın bir esası olan îcaz, hem hidayet-i Kur’ân’ın bir nuru olan lütf-u irşad ve hüsn-ü ifham, iktiza ediyorlar ki, Kur’ân’ın muhatapları içinde ekseriyeti teşkil eden avâma karşı küllî hakikatleri ve derin ve umumî düsturları, melûf ve cüz’î suretlerle gösterilsin. Ve fikirleri basit olan umumî avâma karşı, muazzam hakikatlerin yalnız uçları ve basit bir sureti gösterilsin. Hem âdet perdesi tahtında ve zeminin altında harikulâde olan tasarrufât-ı İlâhiye icmâlen gösterilsin. İşte, bu sırra binâendir ki, Kur’ân-ı Hakîm şu âyetle diyor:

Ey Benî İsrail ve ey benî Âdem! Sizlere ne olmuş ki, kalbleriniz taştan daha câmid ve daha ziyade katılaşmıştır. Zira, görmüyor musunuz ki, o pek sert ve pek câmid ve toprak altında bir tabaka-i azîme teşkil eden o koca taşlar, o kadar


Dipnot-1

“Sonra, bütün bunların ardından kalbiniz yine katılaştı. Sanki taş kesildi, hattâ taştan da katılaştı. Çünkü öyle taşlar vardır, bağrından nehirler çağlar. Öyleleri var ki, yarılır da aralarından sular akar. Öyleleri var ki, Allah korkusundan parçalanıp aşağılara yuvarlanır. Allah ise sizin yaptıklarınızdan asla habersiz değildir.” Bakara Sûresi, 2:74.


âdet: alışkanlık
âdi: değersiz, basit
avâm: sıradan halk tabakası
benî Âdem: Âdemoğulları, insanlar
Benî İsrail: İsrailoğulları, Yahudiler
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
binâen: –dayanarak, dolayı
câmid: cansız, sert, katı
cüz’î: küçük, ferdî, kişisel (bk. c-z-e)
ekseriyet: çoğunluk (bk. k-s̱-r)
feyz-i Kur’ân: Kur’ân’ın verdiği ilham, bereket ve ilim bolluğu (bk. f-y-ḍ)
fıtrî: doğal, yaratılıştan gelen (bk. f-ṭ-r)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâlât-ı tabiiye: doğal haller (bk. ṭ-b-a)
harikulâde: olağanüstü
hidayet-i Kur’ân: Kur’ân’ın hak ve doğru yola erdirmesi (bk. h-d-y)
hüsn-ü ifham: anlatımdaki güzellik (bk. ḥ-s-n)
i’câz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın mu’cizeliği (bk. a-c-z)
îcâz: vecizlik, az sözle çok mânâlar anlatma (bk. v-c-z)
îcâz-ı mu’ciz: mu’cizeli vecizlik; mu’cizeli bir şekilde az sözle çok mânâlar ifade etme (bk. a-c-z)
icmâlen: özetle, kısaca (bk. c-m-l)
ihtisar edilmek: kısaltılmak, özetlenmek
iktiza: gerektirme
ilham edilme: kalbe gelme
küllî: büyük, genel (bk. k-l-l)
Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
lütf-u irşad: iyilik ve bağışla doğru yola erdirme (bk. l-ṭ-f; r-ş-d)
malûm: bilinen (bk. a-l-m)
melûf: alışılmış
muazzam: çok büyük (bk. a-ẓ-m)
münasebet: ilişki, bağlantı (bk. n-s-b)
müvesvis: vesvese veren, şüphe ve kuruntu veren
nükte: ince ve derin mânâ
tabaka-i azîme: büyük tabaka (bk. a-ẓ-m)
tahtında: altında
tasarrufât-ı İlâhiye: Cenâb-ı Allah’ın tasarrufları, icraatları (bk. ṣ-r-f; e-l-h)
teşkil: oluşturma
umumî: genel
vesvese: şüphe, kuruntu
ziyade: çok, fazla

evâmir-i İlâhiyeye karşı mutî ve musahhar ve icraat-ı Rabbâniye altında o kadar yumuşak ve emirberdir ki, havada ağaçların teşkilinde tasarrufât-ı İlâhiye ne derece suhuletle cereyan ediyor. Öyle de, tahtezzemin ve o sert, sağır taşlarda o derece suhulet ve intizamla, hattâ damarlara karşı kanın cevelânı gibi muntazam su cetvelleri HAŞİYE-1 ve su damarları, kemâl-i hikmetle, o taşlarda mukavemet görmeyerek cereyan ediyor. Hem havada nebâtat ve ağaçların dallarının suhuletle suret-i intişarı gibi, o derece suhuletle köklerin nazik damarları yeraltındaki taşlarda, mümânaat görmeyerek, evâmir-i İlâhî ile muntazaman intişar ettiğini Kur’ân işaret ediyor. Ve geniş bir hakikati şu âyetle ders veriyor ve o dersle o kasavetli kalblere bu mânâyı veriyor ve remzen diyor:

Ey Benî İsrail ve ey benî Âdem! Zaaf ve acziniz içinde nasıl bir kalb taşıyorsunuz ki, öyle bir Zâtın evâmirine karşı o kalb, kasavetle mukavemet ediyor? Halbuki, o koca, sert taşların tabaka-i muazzaması, o Zâtın evâmiri önünde kemâl-i inkıyadla, karanlıkta, nazik vazifelerini mükemmel ifa ediyorlar, itaatsizlik göstermiyorlar. Belki o taşlar, toprak üstünde bulunan bütün zevilhayata, âb-ı hayatla beraber sair medâr-ı hayatlarına öyle bir hazinedarlık ediyor ve öyle bir adaletle taksimata vesiledir ve öyle bir hikmetle tevziata vasıta oluyor ki, Hakîm-i Zülcelâlin dest-i kudretinde, balmumu gibi ve belki hava gibi yumuşaktır, mukavemetsizdir ve azamet-i kudretine karşı secdededir. Zira toprak üstünde müşahede ettiğimiz şu masnuât-ı muntazama ve şu hikmetli ve inâyetli


Haşiye-1

Evet, zemin denilen muhteşem ve seyyar sarayın temel taşı olan taş tabakasının Fâtır-ı Zülcelâl tarafından tavzif edilen en mühim üç vazifeyi beyan etmek, ancak Kur’ân’a yakışır. İşte, birinci vazifesi: Toprağın, kudret-i Rabbâniye ile nebâtâta analık edip yetiştirdiği gibi, kudret-i İlâhiye ile taş dahi toprağa dâyelik edip yetiştiriyor. İkinci vazifesi: Zeminin bedeninde deveran-ı dem hükmünde olan suların muntazam cevelânına hizmetidir. Üçüncü vazife-i fıtriyesi: Çeşmelerin ve ırmakların, uyûn ve enhârın muntazam bir mizanla zuhur ve devamlarına hazinedarlık etmektir. Evet, taşlar, bütün kuvvetiyle ve ağızlarının dolusuyla akıttıkları âb-ı hayat suretinde delâil-i vahdâniyeti zemin yüzüne yazıp serpiyor.


âb-ı hayat: hayat suyu (bk. ḥ-y-y)
acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
azamet-i kudret: güç ve iktidarın büyüklüğü (bk. a-ẓ-m; ḳ-d-r)
benî Âdem: Âdemoğulları, insanlar
Benî İsrail: İsrailoğulları, Yahudiler
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
cereyan etmek: meydana gelmek
cevelân: akma, dolaşma
dâyelik: analık
delâil-i vahdâniyet: Cenab-ı Allah’ın birliğinin delilleri (bk. v-ḥ-d)
dest-i kudret: kudret eli (bk. ḳ-d-r)
deveran-ı dem: kanın dolaşması
emirber: emre hazır
enhâr: nehirler
evâmir: emirler
evâmir-i İlâhi: Cenab-ı Allah’ın emirleri (bk. e-l-h)
Fâtır-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi olan ve benzersiz şeyleri üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ẕü; c-l-l)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hakîm-i Zülcelâl: sonsuz yücelik ve haşmet sahibi olan ve herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m; ẕü; c-l-l)
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
icraat-ı Rabbâniye: herşeyi terbiye ve idare eden Allah’ın icraatı (bk. r-b-b)
ifa etmek: yerine getirmek
inâyet: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzen (bk. a-n-y)
intişar etmek: yayılmak
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
kasavet: katılık, kalb katılığı
kemâl-i hikmet: mükemmel bir hikmet (bk. k-m-l; ḥ-k-m)
kemâl-i inkıyad: tam ve mükemmel bir boyun eğme (bk. k-m-l)
kudret-i İlâhiye: Cenab-ı Allah’ın güç ve kudreti (bk. ḳ-d-r; e-l-h)
kudret-i Rabbâniye: her şeyi terbiye ve idare eden Allah’ın kudreti (bk. ḳ-d-r; r-b-b)
masnuât-ı muntazama: düzenli bir şekilde yaratılan san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a; n-ẓ-m)
medâr-ı hayat: hayat dayanağı (bk. ḥ-y-y)
mizan: ölçü (bk. v-z-n)
mukavemet: karşı gelme, direnç
mümânaat: engel olma
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
müşahede: gözlem (bk. ş-h-d)
musahhar: boyun eğmiş
mutî: itaatkâr
nazik: zarif, ince
nebâtât: bitkiler
remzen: işareten
sair: diğer
seyyar: gezici, hareketli
suhulet: kolaylık
suret-i intişar: yayılma şekli (bk. ṣ-v-r)
tabaka-i muazzama: en büyük tabaka (bk. a-ẓ-m)
tahtezzemin: yeraltı
taksimat: bölüştürmek, paylaştırmak
tasarrufât-ı İlâhiye: Cenab-ı Allah’ın tasarrufları (bk. ṣ-r-f; e-l-h)
tavzif edilmek: görevlendirilmek
teşkil: oluşma, meydana gelme
tevziat: dağıtım
uyûn: pınarlar, su kaynakları
vazife-i fıtriye: yaratılıştan gelen vazife (bk. f-ṭ-r)
zemin: yer
zevilhayat: canlılar (bk. ḥ-y-y)
zuhur: ortaya çıkma (bk. ẓ-h-r)

tasarrufât-ı İlâhiye misillü, zemin altında aynen cereyan ediyor. Belki hikmeten daha acip ve intizamca daha garip bir surette, hikmet ve inâyet-i İlâhiye tecelli ediyor. Bakınız: En sert ve hissiz o koca taşlar, nasıl balmumu gibi evâmir-i tekvîniyeye karşı yumuşaklık gösteriyorlar! Ve memur-u İlâhî olan o lâtif sulara, o nazik köklere, o ipek gibi damarlara o derece mukavemetsiz ve kasavetsizdir. Güya bir âşık gibi, o lâtif ve güzellerin temasıyla kalbini parçalıyor, yollarında toprak oluyor.

Hem

 وَاِنَّ مِنْهاَ لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللهِ 

ile şöyle bir hakikat-i muazzamanın ucunu gösteriyor ki: Taleb-i rüyet hadisesinde meşhur dağın tecelli ile parçalanması ve taşlarının dağılması gibi, umum rû-yi zeminde, aslı sudan incimad etmiş, adeta yekpare taşlardan ibaret olan ekser dağların zelzele veya bazı hâdisât-ı arziye suretinde tecelliyât-ı celâliye ile, o dağların yüksek zirvelerinden o haşyet verici tecelliyât-ı celâliyenin zuhuruyla taşlar parçalanarak, bir kısmı ufalanıp, toprağa kalb olup, nebâtâta menşe olur. Diğer bir kısmı taş kalarak yuvarlanıp derelere, ovalara dağılıp, sekene-i zeminin meskeni gibi birçok işlerinde hizmetkârlık ederek ve mahfî bazı hikem ve menâfi için kudret ve hikmet-i İlâhiyeye secde-i itaat ederek, desâtir-i hikmet-i Sübhâniyeye emirber şeklini alıyorlar.

Elbette, o haşyetten o yüksek mevkii terk edip mütevaziâne aşağı yerleri ihtiyar etmek ve o mühim menfaatlere sebep olmak beyhude olmayıp başıboş değil ve tesadüfî dahi olmadığı; belki bir Hakîm-i Kadîrin tasarrufât-ı hakîmânesiyle, o intizamsızlık içinde zahirî nazara görünmeyen bir intizam-ı hakîmâne bulunduğuna delil ise, o taşlara müteallik faideler, menfaatler ve onlar üstünde yuvarlandıkları dağın cesedine giydirilen ve çiçek ve meyvelerin murassaâtıyla


Dipnot-1

“Taşlardan öyleleri var ki, Allah korkusundan parçalanıp aşağılara yuvarlanır.” Bakara Sûresi, 2:74.


acip: hayret verici, şaşırtıcı
beyhude: boşuna, gayesiz
cereyan etmek: meydana gelmek
desâtir-i hikmet-i Sübhâniye: her türlü kusur ve noksandan yüce olan Allah’ın hikmet düsturları, prensipleri (bk. ḥ-k-m; s-b-ḥ)
ekser: pek çok (bk. k-s̱-r)
emirber: emre hazır
evâmir-i tekvîniye: yaratılışa ait emirler (bk. k-v-n)
hâdisât-ı arziye: yer olayları (bk. ḥ-d-s̱)
hakikat-i muazzama: çok büyük hakikat, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ; a-ẓ-m)
Hakîm-i Kadîr: her şeyi hikmetle yapan sonsuz güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḥ-k-m; ḳ-d-r)
haşyet: korku, dehşet
hikem: hikmetler (bk. ḥ-k-m)
hikmeten: hikmet gereği (bk. ḥ-k-m)
ihtiyar etmek: seçmek, tercih etmek (bk. ḫ-y-r)
inâyet-i İlâhiye: Allah’ın inâyeti; bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenlilik (bk. a-n-y; e-l-h)
incimad: donma
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
intizam-ı hakîmâne: hikmetli bir şekilde işleyen düzenlilik (bk. n-ẓ-m; ḥ-k-m)
kalb olmak: dönüşmek
kasavet: sert, katı
kudret ve hikmet-i İlâhiye: Cenab-ı Allah’ın kudret ve hikmeti (bk. ḳ-d-r; ḥ-k-m; e-l-h)
lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)
mahfî: gizli
memur-u İlâhî: Cenab-ı Allah’ın memuru (bk. e-l-h)
menâfi: menfaatler, yararlar
menşe: kaynak
mesken: ev, mekan (bk. s-k-n)
mevki: yer, konum
misillü: gibi (bk. m-s̱-l)
mukavemet: karşı koyma, direnç
murassaât: süsler
müteallik: yönelik
mütevaziâne: alçakgönüllülükle
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
nazik: ince, zarif
nebâtât: bitkiler
rû-yi zemin: yeryüzü
secde-i itaat: itaat secdesi
sekene-i zemin: yeryüzünde yaşayanlar (bk. s-k-n)
taleb-i rüyet: Allah’ın cemâlini görme isteği (bk. ṭ-l-b)
tasarrufât-ı hakîmâne: hikmetli bir şekilde yapılan tasarruflar, icraatlar (bk. ṣ-r-f; ḥ-k-m)
tasarrufât-ı İlâhiye: Cenab-ı Allah’ın tasarrufları (bk. ṣ-r-f; e-l-h)
tecelli: görünme, yansıma (bk. c-l-y)
tecelliyât-ı celâliye: Allah’ın sınırsız haşmet ve yüceliğini gösteren yansımalar (bk. c-l-y; c-l-l)
tesadüfî: tesadüfen, rastgele
umum: bütün
yekpare: tek parça
zahir: açık, görünen (bk. ẓ-h-r)
zelzele: deprem, sarsıntızemin: yerzuhur: ortaya çıkma (bk. ẓ-h-r)

münakkaş ve müzeyyen olan gömleklerin kemâl-i intizamı ve hüsn-ü san’atı, kat’î, şüphesiz şehadet eder.

İşte, şu üç âyetin, hikmet nokta-i nazarında ne kadar kıymettar olduğunu gördünüz. Şimdi bakınız Kur’ân’ın letâfet-i beyanına ve i’câz-ı belâğatine: Nasıl şu zikrolunan büyük ve geniş ve ehemmiyetli hakikatlerin uçlarını, üç fıkra içinde üç vakıa-i meşhure ve meşhude ile gösteriyor. Ve medar-ı ibret üç hadise-i uhrâyı hatırlatmakla lâtif bir irşad yapar, mukavemetsûz bir zecreder.

Meselâ, ikinci fıkrada der:

وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَۤاءُ 

Şu fıkra ile, Hazret-i Mûsâ aleyhisselâmın asâsına karşı kemâl-i şevkle inşikak edip on iki gözünden on iki çeşme akıtan taşa işaret etmekle, şöyle bir mânâyı ifham ediyor ve mânen diyor:

Ey Benî İsrail! Birtek mu’cize-i Mûsâya (a.s.) karşı koca taşlar yumuşar, parçalanır; ya haşyetinden veya sürurundan ağlayarak sel gibi yaş akıttığı halde, hangi insafla bütün mu’cizât-ı Mûseviyeye (a.s.) karşı temerrüd ederek ağlamayıp gözünüz cümud ve kalbiniz katılık ediyor?

Hem üçüncü fıkrada der:

وَاِنَّ مِنْهاَ لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللهِ 

Şu fıkra ile, Tûr-i Sinâ’daki münâcât-ı Mûseviyede (a.s.) vuku bulan tecelliye-i celâliye heybetinden koca dağ parçalanıp dağılması ve o haşyetten taşların etrafa yuvarlanması olan vakıa-i meşhureyi ihtarla şöyle bir mânâyı ders veriyor ki:

Ey kavm-i Mûsâ! Nasıl Allah’tan korkmuyorsunuz? Halbuki, taşlardan ibaret olan dağlar, Onun haşyetinden ezilip dağılıyor. Ve sizden ahz-ı misak için üstünüzde Cebel-i Tûr’u tuttuğunu, hem taleb-i rüyet hadisesinde dağın parçalanmasını bilip ve gördüğünüz halde, ne cesaretle Onun haşyetinden titremeyip kalbinizi katılık ve kasavette bulunduruyorsunuz?


Dipnot-1

“Taşlardan öyleleri var ki, yarılır da aralarından sular akar.” Bakara Sûresi, 2:74.

Dipnot-2

“Taşlardan öyleleri var ki, Allah korkusundan parçalanıp aşağılara yuvarlanır.” Bakara Sûresi, 2:74.


ahz-ı misak: söz alma
Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
asâ: baston, değnek
Benî İsrail: İsrailoğulları, Yahudiler
Cebel-i Tûr: Tûr Dağı (bk. Tûr-i Sînâ)
cümud: katılık, sertlik
fıkra: kısım, bölüm
hadise-i uhrâ: âhirete ait hadise (bk. e-ḫ-r)
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
haşyet: korku, dehşet
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hüsn-ü san’at: sanatın güzelliği (bk. ḥ-s-n; ṣ-n-a)
Hz. Mûsâ: (bk. bilgiler)
i’câz-ı belâğat: güzel söz söylemedeki mu’cizelik (bk. a-c-z; b-l-ğ)
ifham etmek: anlatmak
ihtar: hatırlatma
inşikak etmek: yarılmak
irşad: doğru yolu gösterme (bk. r-ş-d)
kasavet: katılık, kalp katılığı
kat’î: kesin
kavm-i Mûsâ: Hz. Mûsâ’nın kavmi
kemâl-i intizam: düzenliliğin mükemmelliği (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
kemâl-i şevk: tam bir istek ve arzu (bk. k-m-l)
lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)
letâfet-i beyan: ifadenin güzelliği, hoşluğu (bk. b-y-n)
medar-ı ibret: ibret vesilesi
mu’cizât-ı Mûseviye: Hz. Mûsâ’nın mu’cizeleri (bk. a-c-z)
mu’cize-i Mûsâ: Hz. Mûsâ’nın mu’cizesi (bk. a-c-z; şahıs)
mukavemetsûz: karşı konulmaz
münâcât-ı Mûseviye: Hz. Mûsâ’nın dua ve yakarışı (bk. n-c-v)
münakkaş: nakışlanmış (bk. n-ḳ-ş)
müzeyyen: süslenmiş (bk. z-y-n)
nokta-i nazar: bakış açısı (bk. n-ẓ-r)
sürur: sevinç, mutluluk
taleb-i rüyet: Allah’ın cemâlini görme isteği (bk. ṭ-l-b)
tecelliye-i celâliye: Allah’ın varlıklar üzerinde haşmetinin görünmesi (bk. c-l-y; c-l-l)
temerrüd etmek: inat etmek, karşı gelmek
Tûr-i Sinâ: Sinâ Dağı; Cenab-ı Hakkın Hz. Mûsâ’ya göründüğü ve Tevrat’ı indirdiği dağ
vakıa-i meşhure ve meşhude: meşhur ve bilinen olay (bk. ş-h-d)
vuku bulmak: meydana gelmek
zecretmek: sakındırmak

Hem birinci fıkrada diyor:

وَ اِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ لَمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُ اْلاَنْهَارُ 

Bu fıkra ile, dağlardan nebean eden Nil-i mübarek, Dicle ve Fırat gibi ırmakları hatırlatmakla, taşların evâmir-i tekvîniyeye karşı ne kadar hârikanümâ ve mu’cizevâri bir surette mazhar ve musahhar olduğunu ifham eder. Ve onunla böyle bir mânâyı müteyakkız kalblere veriyor ki:

Şöyle azîm ırmakların, elbette mümkün değil, şu dağlar hakikî menbaları olsun. Çünkü, faraza o dağlar tamamen su kesilse ve mahrutî birer havuz olsalar, o büyük nehirlerin şöyle sür’atli ve kesretli cereyanlarına, muvazeneyi kaybetmeden, birkaç ay ancak dayanabilirler. Ve o kesretli masarife karşı, galiben bir metre kadar toprakta nüfuz eden yağmur, kâfi varidat olamaz. Demek ki, şu enhârın nebeanları, âdi ve tabiî ve tesadüfî bir iş değildir. Belki pek harika bir surette, Fâtır-ı Zülcelâl onları sırf hazine-i gaybdan akıttırıyor.

İşte, bu sırra işareten, bu mânâyı ifade için, hadiste rivâyet ediliyor ki, “O üç nehrin herbirine Cennetten birer katre her vakit damlıyor; ve ondan bereketlidirler.” Hem bir rivâyette denilmiş ki: “Şu üç nehrin menbaları Cennettendir.”2 Şu rivâyetin hakikati şudur ki: Madem esbab-ı maddiye, şunların bu derece kesretli nebeânına kabil değildir. Elbette menbaları bir âlem-i gaybdadır ve gizli bir hazine-i rahmetten gelir ki, masarifle varidatın muvazenesi devam eder.

İşte, Kur’ân-ı Hakîm şu mânâyı ihtarla şöyle bir ders veriyor ki, der:

Ey Benî İsrail ve ey benî Âdem! Kalb katılığı ve kasavetinizle öyle bir Zât-ı Zülcelâlin evâmirine karşı itaatsizlik ediyorsunuz ve öyle bir Şems-i Sermedînin ziya-yı marifetine gafletle gözlerinizi yumuyorsunuz ki, Mısır’ınızı cennet suretine çeviren Nil-i mübarek gibi koca nehirleri âdi, câmid taşların ağızlarından akıtıp mu’cizât-ı kudretini, şevâhid-i vahdâniyetini o koca nehirlerin kuvvet ve


Dipnot-1

“Taşlardan öyleleri var ki, bağrından nehirler çağlar.” Bakara Sûresi: 2:74.

Dipnot-2

bk. Müslim, Cennet: 26; Müsned, 2:289, 440; el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 5:381.


âdi: basit, sıradan
âlem-i gayb: görünmeyen âlem (bk. a-l-m; ğ-y-b)
azîm: çok büyük (bk. a-ẓ-m)
benî Âdem: Âdemoğulları, insanlar
Benî İsrail: İsrailoğulları, Yahudiler
câmid: cansız, sert, katı
cereyan: akım
Dicle: (bk. bilgiler)
enhâr: nehirler
esbab-ı maddiye: maddî sebepler (bk. s-b-b)
evâmir: emirler
evâmir-i tekvîniye: yaratılışa ait emirler (bk. k-v-n)
faraza: varsayalım ki
Fâtır-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi ve benzersiz şeyleri üstün san’atıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ẕü; c-l-l)
fıkra: kısım, bölüm
Fırat: (bk. bilgiler)
gaflet: umursamazlık, duyarsızlık (bk. ğ-f-l)
galiben: çoğunlukla
hakikat: gerçek, esas (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
harikanümâ: harikalı
hazine-i gayb: görünmeyen hazine (bk. ğ-y-b)
hazine-i rahmet: rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m)
ifham: anlatma
ihtar: hatırlatma
kabil: mümkün
kasavet: katılık, sertlik
katre: damla
kesretli: çok (bk. k-s̱-r)
Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
mahrutî: koni şeklinde
masarif: masraflar, giderler
mazhar: görünme ve yansıma yeri (bk. ẓ-h-r)
menba: kaynak
mu’cizât-ı kudret: Allah’ın kudret mu’cizeleri (bk. a-c-z; ḳ-d-r)
mu’cizevâri: mu’cize gibi (bk. a-c-z)
musahhar: boyun eğmiş
müteyakkız: uyanık ve dikkatli
muvazene: denge (bk. v-z-n)
nebean etme: yerden çıkma, kaynama
Nil-i mübarek: (bk. bilgiler – Nil Nehri)
nüfuz etme: içe geçme, işleme
rivâyet: Peygamberimizden duyulan şeylerin nakledilmesi
Şems-i Sermed: Ebedî Güneş; bu tabir, her şeyi nurlandıran Allah için benzetme olarak kullanılır
şevâhid-i vahdâniyet: Allah’ın birliğinin şahitleri (bk. ş-h-d; v-ḥ-d)
tabiî: doğal (bk. ṭ-b-a)
tesadüfî: tesadüfen, rastgele
varidat: gelirler
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)
ziya-yı marifet: Allah’ı tanıma ve bilme ışığı (bk. a-r-f)

zuhur ve ifazaları derecesinde kâinatın kalbine ve zeminin dimağına vererek cin ve insin kulûb ve ukûlüne isâle ediyor. Hem hissiz, câmid bazı taşları böyle acip bir tarzda HAŞİYE-1 mu’cizât-ı kudretine mazhar etmesi, güneşin ziyası güneşi gösterdiği gibi o Fâtır-ı Zülcelâli gösterdiği halde, nasıl Onun o nur-u marifetine karşı kör olup görmüyorsunuz?

İşte, şu üç hakikate nasıl bir belâğat giydirilmiş, gör. Ve belâğat-i irşadiyeye dikkat et. Acaba hangi kasavet ve katılık vardır ki, böyle hararetli şu belâğat-i irşada karşı dayanabilsin, ezilmesin?

İşte, baştan buraya kadar anladınsa, Kur’ân-ı Hakîmin irşadî bir lem’a-i i’câzını gör, Allah’a şükret.

سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَۤا اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ     1

اَللّٰهُمَّ فَهِّمْنَا اَسْرَارَ الْقُرْاٰنِ كَمَا تُحِبُّ وَتَرْضٰى وَوَفِّقْنَا لِخِذْمَتِهِ اٰمِينَ بِرَحْمَتِكَ يَۤا اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ     اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى مَنْ اُنْزِلَ عَلَيْهِ الْقُرْاٰنُ الْحَكِيمُ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَصَحْبِهِۤ اَجْمَعِينَ     2


Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler:

HAŞİYE : Nil-i mübarek Cebel-i Kamer‘den çıktığı gibi, Dicle‘nin en mühim bir şubesi Van vilâyetinden, Müküs nahiyesinden bir kayanın mağarasından çıkıyor. Fırat‘ın da mühim bir şubesi, Diyadin taraflarında bir dağın eteğinden çıkıyor. Dağların aslı, hilkaten bir madde-i mâyiadan incimad etmiş taşlar olduğu fennen sabittir. Tesbihat-ı Nebeviyeden olan

سُبْحَانَ مَنْ بَسَطَ اْلاَرْضَ عَلٰى مَاۤءٍ جَمَدٍ

(“Arzı, donmuş bir çeşit suyun üzerinde yayan Zatı her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederim.” (Mecmuatü’l Ahzab, 1:304; 2:554)) kat’î delâlet ediyor ki, asl-ı hilkat-i arz şöyledir ki: Su gibi bir madde, emr-i İlâhî ile incimad eder, taş olur. Taş, izn-i İlâhî ile toprak olur. Tesbihteki “arz” lâfzı, toprak demektir. Demek su çok yumuşaktır, üstünde durulmaz. Taş çok serttir, ondan istifade edilmez. Onun için, Hakîm-i Rahîm, toprağı taş üstünde serer, zevilhayata makarr eder.

Dipnot-1

“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.” Bakara Sûresi, 2:32.

Dipnot-2

Allahım! Kur’ân’ın esrarını, sevdiğin ve râzı olduğun şekilde bize tefhim et ve onun hizmetine bizi muvaffak et. Âmin, rahmetinle ey Erhamürrâhimîn. Allahım! Kur’ân-ı Hakîmin kendisine indirildiği zâta ve bütün âl ve ashâbına salât ve selâm olsun.


acip: hayret verici, şaşırtıcı
asl-ı hilkat-i arz: toprağın yaratılışının esası (bk. ḫ-l-ḳ)
belâğat: maksada ve hale uygun düzgün ve güzel söz söyleme (bk. b-l-ğ)
belâğat-i irşadiye: doğru yolu gösteren belâğat (bk. b-l-ğ; r-ş-d)
câmid: cansız, sert, katı
Cebel-i Kamer: (bk. bilgiler)
delâlet: işaret etme, delil olma
Dicle: (bk. bilgiler)
dimağ: akıl, şuur
Diyadin: (bk. bilgiler)
emr-i İlâhî: Allah’ın emri (bk. e-l-h)
Fâtır-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi ve benzersiz şeyleri üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ẕü; c-l-l)
fennen: ilmen
Fırat: (bk. bilgiler)
Hakîm-i Rahîm: her şeyi hikmetle yapan, sonsuz rahmet sahibi Allah (bk. ḥ-k-m; r-ḥ-m)
hararetli: sıcak
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hilkaten: yaratılış gereği (bk. ḫ-l-ḳ)
ifaza: bol bol akma, taşma (bk. f-y-ḍ)
incimad etmek: donmak
irşadî: doğru yolu göstermekle ilgili (bk. r-ş-d)
isâle etmek: akıtmak
izn-i İlâhî: Allah’ın izni (bk. e-l-h)
kasavet: sertlik, katılık
kulûb: kalpler
Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
lâfız: söz
lem’a-i i’câz: mu’cizelik parıltısı (bk. a-c-z)
madde-i mâyia: sıvı madde
makarr: merkez
mazhar: yansıma yeri, ayna (bk. ẓ-h-r)
Müküs: (bk. bilgiler)
Nil-i mübarek: (bk. bilgiler – Nil Nehri)
nur-u marifet: Allah’ı bilme ve tanıma nuru (bk. n-v-r; a-r-f)
tesbihat-ı Nebeviye: Peygamberimizin, Allah’ı tesbih etme, şanına layık ifadelerle anma biçimi (bk. s-b-ḥ; n-b-e)
ukul: akıllar
Van: (bk. bilgiler)
zemin: yeryüzü
zevilhayat: canlılar (bk. ḥ-y-y)
ziya: ışık
zuhur: ortaya çıkma (bk. ẓ-h-r)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirminci Söz, Birinci Makam, Üçüncü Nükte, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.336

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirminci-soz/336


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı

13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret

12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas

12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas

12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas

11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2

10.16. Onuncu Söz Hatime

10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat

10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat

10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat

10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat

10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat

10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat

10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat

10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat

10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat

10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat

10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat

10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat

10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .

10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret

10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler

9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte

9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler

8. Sekizinci Söz

7. Yedinci Söz

6. Altıncı Söz

5. Beşinci Söz

4. Dördüncü Söz

3. Üçüncü Söz

2. İkinci Söz

1. Birinci Söz


“Allah size bir inek kesmenizi emrediyor.” Bakara Sûresi, 2:67. – Cumartesi Dersleri 20. 2.

Allah size bir inek kesmenizi emrediyor. Bakara Sûresi, 267. - Cumartesi Dersleri 20. 2.

Cumartesi Derslerinde bu hafta “Allah size bir inek kesmenizi emrediyor.” (Bakara Sûresi, 2:67) konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden Yirminci Söz Birinci Makam İkinci Nükte.

Allah size bir inek kesmenizi emrediyor. Bakara Sûresi, 267. - Cumartesi Dersleri 20. 2.
Allah size bir inek kesmenizi emrediyor. Bakara Sûresi, 267. – Cumartesi Dersleri 20. 2.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirminci Söz

Birinci Makam

 وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰۤئِكَةِ اسْجُدُوا ِلاٰدَمَ فَسَجَدُۤوا اِلاَّۤاِبْلِيسَ     1

اِنَّ اللهَ يَاْمُرُكُمْ اَنْ تَذْبَحُوا بَقَرَةً     2

ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَهِىَ كَالْحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَةً     3

BİRGÜN şu âyetleri okurken, İblis’in ilkaatına karşı Kur’ân-ı Hakîmin feyzinden üç nükte ilham edildi. Vesvesenin sureti şudur:

Dedi ki: “Dersiniz, ‘Kur’ân mu’cizedir; hem nihayetsiz belâğattedir; hem umuma her vakitte hidayettir.’ Halbuki, şöyle bazı hâdisât-ı cüz’iyeyi tarihvâri bir surette musırrâne tekrar etmekte ne mânâ var? Bir ineği kesmek gibi bir vakıa-i cüz’iyeyi o kadar mühim tavsifatla böyle zikretmek, hattâ o sûre-i azîmeye de el-Bakara tesmiye etmekte ne münasebet var? Hem de “Âdem’e secde” olan hadise, sırf bir emr-i gaybîdir. Akıl ona yol bulamaz; kavî bir imandan sonra teslim ve iz’an edilebilir. Halbuki Kur’ân umum ehl-i akla ders veriyor. Çok


Dipnot-1

“Meleklere ‘Âdem’e secde edin’ dediğimizde, İblis hariç hepsi secde etti.” Bakara Sûresi, 2:34.

Dipnot-2

“Allah size bir inek kesmenizi emrediyor.” Bakara Sûresi, 2:67.

Dipnot-3

“Sonra, bütün bunların ardından kalbiniz yine katılaştı. Sanki taş kesildi, hattâ taştan da katılaştı.” Bakara Sûresi, 2:74.


Âdem: (bk. bilgiler)
belâğat: maksada ve hale uygun düzgün ve güzel söz söyleme (bk. b-l-ğ)
ehl-i akıl: akıl sahipleri
el-Bakara: inek, dişi sığır
emr-i gaybî: gizli emir (bk. ğ-y-b)
feyz: ilham, bereket, ilim bolluğu (bk. f-y-ḍ)
hâdisât-ı cüz’iye: küçük ve önemsiz hadiseler (bk. c-z-e)
hidayet: doğru ve hak yol (bk. h-d-y)
İblis: Şeytan
ilham edilme: kalbe gelme
ilkaat: zihin çevirme, akıl çelme
iz’an: kesin şekilde inanma
kavî: kuvvetli, sağlam
Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
musırrâne: ısrarlı bir şekilde
nihayetsiz: sonsuz
nükte: ince ve derin mânâ
sûre-i azîme: büyük sûre (bk. a-ẓ-m)
suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r)
tarihvâri: tarih gibi
tavsifat: vasıflandırma, özelliklerini anlatma (bk. v-ṣ-f)
tesmiye etmek: isimlendirmek (bk. s-m-v)
umum: genel
vakıa-i cüz’iye: küçük ve ferdî bir olay (bk. c-z-e)
vesvese: şüphe, kuruntu

yerlerde

 اَفَلاَ يَعْقِلُونَ 

der, akla havale eder. Hem taşların tesadüfî olan bazı hâlât-ı tabiiyesini ehemmiyetle beyan etmekte ne hidayet var?”

Dipnot-1

“Hiç düşünmüyorlar mı?” Yâsin Sûresi, 36:68.


İlham olunan nüktelerin sureti şudur:

İKİNCİ NÜKTE

Mısır kıt’ası, kumistan olan Sahrâ-yı Kebirin bir parçası olduğundan, Nil-i mübarekin feyziyle gayet mahsuldar bir tarla hükmüne geçtiğinden, o cehennem-nümun sahrâ komşuluğunda şöyle cennet-misal bir mevki-i mübarekin bulunması, felâhat ve ziraati, ahalisinde pek mergup bir surete getirmiş ve o sekenenin seciyesine öyle tesbit etmiş ki, ziraati kudsiye ve vasıta-i ziraat olan bakarı ve sevri mukaddes, belki mâbud derecesine çıkarmış. Hattâ, o zamandaki Mısır milleti, sevre, bakara, ibadet etmek derecesinde bir kudsiyet vermişler. İşte, o zamanda Benî İsrail dahi o kıt’ada neş’et ediyordu; ve o terbiyeden bir hisse aldıkları, “icl” meselesinden anlaşılıyor.

İşte, Kur’ân-ı Hakîm, Hazret-i Mûsâ aleyhisselâmın risaletiyle, o milletin seciyelerine girmiş ve istidatlarına işlemiş olan o bakarperestlik mefkûresini kesip öldürdüğünü, bir bakarın zebhiyle ifham ediyor. İşte şu hadise-i cüz’iye ile bir düstur-u küllîyi, her vakit, hem herkese gayet lüzumlu bir ders-i hikmet olduğunu, ulvî bir i’câz ile beyan eder.

Buna kıyasen bil ki, Kur’ân-ı Hakîmde bazı hâdisât-ı tarihiye suretinde zikredilen cüz’î hadiseler, küllî düsturların uçlarıdır. Hattâ çok surelerde zikir ve tekrar edilen kıssa-i Mûsânın yedi cümlelerine misal olarak, Lemeat’ta, İ’câz-ı Kur’ân Risalesinde, o cüz’î cümlelerin herbir cüz’ünün nasıl mühim bir düstur-u küllîyi tazammun ettiğini beyan etmişiz. İstersen o risaleye müracaat et.


“îcl” meselesi: buzağı olayı. Bu olay İsrailoğullarının Firavun’dan kurtulup Sina Çölüne yerleştikleri zaman yaşandı. Bir ara Mûsa (a.s.) Tur Dağına çıkmış ve orada bir müddet kalmıştı. İsrailoğulları da bu esnâda altından bir buzağı yaptı ve ona tapmaya başladı
Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
bakar: sığır
bakarperestlik: sığıra tapmak
Benî İsrail: İsrailoğulları, Yahudiler
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
cehennem-nümun: cehennem gibi
cüz: parça (bk. c-z-e)
cüz’î: küçük, ferdî (bk. c-z-e)
ders-i hikmet: hikmet dersi (bk. ḥ-k-m)
düstur: prensip, kural
düstur-u küllî: büyük ve genel prensip (bk. k-l-l)
felâhat: çiftçilik
feyz: bolluk, bereket (bk. f-y-ḍ)
hâdisât-ı tarihiye: tarihî olay
hadise-i cüz’iye: ferdî, belirli bir bölgeye ait olay (bk. c-z-e)
hassa: duyular
Hazret-i Mûsâ: (bk. bilgiler)
i’câz: mu’cizelik özelliği (bk. a-c-z)
İ’câz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın mu’cizeliği (bk. a-c-z)
ifham: anlatma
istidadât: kabiliyetler (bk. a-d-d)
istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
kıssa-i Mûsâ: Hz. Mûsâ’nın kıssası
kudsiye: mukaddes, kutsal (bk. ḳ-d-s)
küllî: büyük, kapsamlı (bk. k-l-l)
kumistan: kumluk, çöl
Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla mu’cize olan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
mâbud: kendisine ibadet edilen (bk. a-b-d)
mahsuldar: verimli
mefkûre: gaye, ideal, inanç (bk. f-k-r)
mergup: rağbet edilmiş
mevadd-ı şerire: kötü maddeler
mevki-i mübarek: mübarek mevki (bk. b-r-k)
müheyyâ: hazır
mükâleme-i ulviye: yüce konuşma (bk. k-l-m)
mukkaddes: kutsal (bk. ḳ-d-s)
mümessil: temsilci (bk. m-s̱-l)
münkad: boyun eğme, itaat etme
neş’et etmek: çıkmak, yetişmek
nev-i beşer: insanlık
nev’: çeşit, tür
Nil-i mübarek: (bk. bilgiler – Nil Nehri)
risale: kitap (bk. r-s-l)
risalet: peygamberlik (bk. r-s-l)
Sahrâ-yı Kebir: Büyük Çöl; Libya Çölü (bk. bilgiler)
seciye: yaratılış, karakter
sekene: sakinler, oturanlar (bk. s-k-n)
sekene-i habise: kötü ve pis sakinler (bk. s-k-n)
sevr: öküz
tarîk-i kemâlât: mükemmelleşme yolu (bk. ṭ-r-ḳ; k-m-l)
tazammun: kapsama, içine alma
tesbit: sağlam şekilde yerleştirme
teşkil: oluşturma
ulvî: yüce
vasıta-i ziraat: tarıma vasıta
zebh: kesme, boğazlama
zikretmek: bildirmek, anlatmak

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirminci Söz, Birinci Makam, İkinci Nükte, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.335

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirminci-soz/335


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı

13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret

12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas

12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas

12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas

11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2

10.16. Onuncu Söz Hatime

10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat

10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat

10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat

10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat

10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat

10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat

10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat

10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat

10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat

10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat

10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat

10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat

10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .

10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret

10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler

9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte

9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler

8. Sekizinci Söz

7. Yedinci Söz

6. Altıncı Söz

5. Beşinci Söz

4. Dördüncü Söz

3. Üçüncü Söz

2. İkinci Söz

1. Birinci Söz


Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, birtek Âdem ile cüz’î hadiseyi konuşurken, bütün kâinatla ve bütün nev-i beşerle bir mükâleme-i ulviye ediyor. – Cumartesi Dersleri 20. 1.

Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan, birtek Âdem ile cüz'î hadiseyi konuşurken, bütün kâinatla ve bütün nev-i beşerle bir mükâleme-i ulviye ediyor. - Cumartesi Dersleri 20. 1.

Cumartesi Derslerinde bu hafta “Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, birtek Âdem ile cüz’î hadiseyi konuşurken, bütün kâinatla ve bütün nev-i beşerle bir mükâleme-i ulviye ediyor.” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden Yirminci Söz Birinci Makam Birinci Nükte.

Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan, birtek Âdem ile cüz'î hadiseyi konuşurken, bütün kâinatla ve bütün nev-i beşerle bir mükâleme-i ulviye ediyor. - Cumartesi Dersleri 20. 1.
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, birtek Âdem ile cüz’î hadiseyi konuşurken, bütün kâinatla ve bütün nev-i beşerle bir mükâleme-i ulviye ediyor. – Cumartesi Dersleri 20. 1.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirminci Söz

İki Makamdır

Birinci Makam

 وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰۤئِكَةِ اسْجُدُوا ِلاٰدَمَ فَسَجَدُۤوا اِلاَّۤاِبْلِيسَ     1

اِنَّ اللهَ يَاْمُرُكُمْ اَنْ تَذْبَحُوا بَقَرَةً     2

ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَهِىَ كَالْحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَةً     3

BİRGÜN şu âyetleri okurken, İblis’in ilkaatına karşı Kur’ân-ı Hakîmin feyzinden üç nükte ilham edildi. Vesvesenin sureti şudur:

Dedi ki: “Dersiniz, ‘Kur’ân mu’cizedir; hem nihayetsiz belâğattedir; hem umuma her vakitte hidayettir.’ Halbuki, şöyle bazı hâdisât-ı cüz’iyeyi tarihvâri bir surette musırrâne tekrar etmekte ne mânâ var? Bir ineği kesmek gibi bir vakıa-i cüz’iyeyi o kadar mühim tavsifatla böyle zikretmek, hattâ o sûre-i azîmeye de el-Bakara tesmiye etmekte ne münasebet var? Hem de “Âdem’e secde” olan hadise, sırf bir emr-i gaybîdir. Akıl ona yol bulamaz; kavî bir imandan sonra teslim ve iz’an edilebilir. Halbuki Kur’ân umum ehl-i akla ders veriyor. Çok


Dipnot-1

“Meleklere ‘Âdem’e secde edin’ dediğimizde, İblis hariç hepsi secde etti.” Bakara Sûresi, 2:34.

Dipnot-2

“Allah size bir inek kesmenizi emrediyor.” Bakara Sûresi, 2:67.

Dipnot-3

“Sonra, bütün bunların ardından kalbiniz yine katılaştı. Sanki taş kesildi, hattâ taştan da katılaştı.” Bakara Sûresi, 2:74.


Âdem: (bk. bilgiler)
belâğat: maksada ve hale uygun düzgün ve güzel söz söyleme (bk. b-l-ğ)
ehl-i akıl: akıl sahipleri
el-Bakara: inek, dişi sığır
emr-i gaybî: gizli emir (bk. ğ-y-b)
feyz: ilham, bereket, ilim bolluğu (bk. f-y-ḍ)
hâdisât-ı cüz’iye: küçük ve önemsiz hadiseler (bk. c-z-e)
hidayet: doğru ve hak yol (bk. h-d-y)
İblis: Şeytan
ilham edilme: kalbe gelme
ilkaat: zihin çevirme, akıl çelme
iz’an: kesin şekilde inanma
kavî: kuvvetli, sağlam
Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
musırrâne: ısrarlı bir şekilde
nihayetsiz: sonsuz
nükte: ince ve derin mânâ
sûre-i azîme: büyük sûre (bk. a-ẓ-m)
suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r)
tarihvâri: tarih gibi
tavsifat: vasıflandırma, özelliklerini anlatma (bk. v-ṣ-f)
tesmiye etmek: isimlendirmek (bk. s-m-v)
umum: genel
vakıa-i cüz’iye: küçük ve ferdî bir olay (bk. c-z-e)
vesvese: şüphe, kuruntu

yerlerde

 اَفَلاَ يَعْقِلُونَ 

der, akla havale eder. Hem taşların tesadüfî olan bazı hâlât-ı tabiiyesini ehemmiyetle beyan etmekte ne hidayet var?”

İlham olunan nüktelerin sureti şudur:

BİRİNCİ NÜKTE

Kur’ân-ı Hakîmde çok hâdisât-ı cüz’iye vardır ki, herbirisinin arkasında bir düstur-u küllî saklanmış ve bir kanun-u umumînin ucu olarak gösteriliyor. Nasıl ki,

 عَلَّمَ اٰدَمَ اْلاَسْمَۤاءَ كُلَّهَا 

Hazret-i Âdem’in melâikelere karşı kabiliyet-i hilâfet için bir mu’cizesi olan tâlim-i esmâdır ki, bir hadise-i cüz’iyedir. Şöyle bir düstur-u küllînin ucudur ki:

Nev-i beşere câmiiyet-i istidat cihetiyle tâlim olunan hadsiz ulûm ve kâinatın envâına muhit pek çok fünun ve Hâlıkın şuûnât ve evsâfına şâmil kesretli maarifin tâlimidir ki, nev-i beşere, değil yalnız melâikelere, belki semâvât ve arz ve dağlara karşı emanet-i kübrâyı3 haml dâvâsında bir rüçhaniyet vermiş; ve heyet-i mecmuasıyla arzın bir halife-i mânevîsi olduğunu Kur’ân ifham ettiği misillü, “melâikelerin Âdem’e secdesiyle beraber Şeytanın secde etmemesi” olan hadise-i cüz’iye-i gaybiye, pek geniş bir düstur-u külliye-i meşhudenin ucu olduğu gibi, pek büyük bir hakikati ihsas ediyor. Şöyle ki:

Kur’ân, şahs-ı Âdem’e melâikelerin itaat ve inkıyadını ve Şeytanın tekebbür ve imtinâını zikretmesiyle, nev-i beşere kâinatın ekser maddî envâları ve o envâın mânevî mümessilleri ve müekkelleri musahhar olduklarını ve nev-i beşerin


Dipnot-1

“Hiç düşünmüyorlar mı?” Yâsin Sûresi, 36:68.

Dipnot-2

“Âdem’e bütün isimleri öğretti.” Bakara Sûresi, 2:31.

Dipnot-3

bk. Ahzâb Sûresi, 33:72.


arz: yeryüzü, dünya
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
câmiiyet-i istidat: istidadın kapsamlılığı (bk. c-m-a; a-d-d)
düstur-u küllî: büyük ve genel prensip (bk. k-l-l)
düstur-u külliye-i meşhude: görünen büyük ve genel prensip (bk. k-l-l; ş-h-d)
ekser: pek çok (bk. k-s̱-r)
emanet-i kübrâ: büyük emanet (bk. e-m-n; k-b-r)
envâ: çeşitler, türler
evsâf: sıfatlar (bk. v-ṣ-f)
fünun: fenler, ilimler
hâdisât-ı cüz’iye: küçük ve ferdî olaylar (bk. ḥ-d-s̱; c-z-e)
hadise-i cüz’iye: küçük ve ferdî olay (bk. ḥ-d-s̱; c-z-e)
hadise-i cüz’iye-i gaybiye: görünmeyen küçük ve basit olay (bk. ḥ-d-s̱; c-z-e; ğ-y-b)
hadsiz: sayısız
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâlât-ı tabiiye: doğal haller (bk. ṭ-b-a)
halife-i mânevî: mânevî halife (bk. ḫ-l-f; a-n-y)
Hâlık: her şeyi yoktan yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
haml: yüklenme
heyet-i mecmua: genel yapı (bk. c-m-a)
hidayet: doğru yola eriştirme (bk. h-d-y)
ifham etmek: anlatmak, bildirmek
ihsas: hissettirme
ilham olunma: kalbe gelme
imtinâ: çekinme, yapmama
inkıyad: boyun eğme, itaat etme
kabiliyet-i hilâfet: halifelik kabiliyeti (bk. a-d-d; ḫ-l-f)
kâinat: evren, yaratılmış her şey (bk. k-v-n)
kanun-u umumî: genel kanun (bk. ḳ-n-n)
kesretli: çok (bk. k-s̱-r)
Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
maarif: bilgiler, bilimler (bk. a-r-f)
melâike: melekler (bk. m-l-k)
misillü: gibi (bk. m-s̱-l)
müekkel: görevli
muhit: kuşatan
mümessil: temsilci (bk. m-s̱-l)
musahhar olmak: boyun eğmek
nev-i beşer: insanlık
rüçhaniyet: üstünlük
şahs-ı Âdem: Hz. Âdem’in şahsı
şâmil: kapsayan
semâvat: gökler (bk. s-m-v)
suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r)
şuûnat: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler (bk. ş-e-n)
tâlim: öğretme (bk. a-l-m)
tâlim-i esmâ: Hz. Âdem’e Allah tarafından isimlerin öğretilmesi (bk. a-l-m; s-m-v)
tekebbür: büyüklenme (bk. k-b-r)
ulûm: ilimler (bk. a-l-m)
zikretmek: anmak, belirtmek

hassalarının bütün istifadelerine müheyyâ ve münkad olduklarını ifham etmekle beraber; o nev’in istidadâtını bozan ve yanlış yollara sevk eden mevadd-ı şerire ile onların mümessilleri ve sekene-i habiseleri o nev-i beşerin tarîk-i kemâlâtında ne büyük bir engel, ne müthiş bir düşman teşkil ettiğini ihtar ederek, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, birtek Âdem ile cüz’î hadiseyi konuşurken, bütün kâinatla ve bütün nev-i beşerle bir mükâleme-i ulviye ediyor.


“îcl” meselesi: buzağı olayı. Bu olay İsrailoğullarının Firavun’dan kurtulup Sina Çölüne yerleştikleri zaman yaşandı. Bir ara Mûsa (a.s.) Tur Dağına çıkmış ve orada bir müddet kalmıştı. İsrailoğulları da bu esnâda altından bir buzağı yaptı ve ona tapmaya başladı
Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
bakar: sığır
bakarperestlik: sığıra tapmak
Benî İsrail: İsrailoğulları, Yahudiler
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
cehennem-nümun: cehennem gibicüz: parça (bk. c-z-e)
cüz’î: küçük, ferdî (bk. c-z-e)
ders-i hikmet: hikmet dersi (bk. ḥ-k-m)
düstur: prensip, kural
düstur-u küllî: büyük ve genel prensip (bk. k-l-l)
felâhat: çiftçilik
feyz: bolluk, bereket (bk. f-y-ḍ)
hâdisât-ı tarihiye: tarihî olayhadise-i cüz’iye: ferdî, belirli bir bölgeye ait olay (bk. c-z-e)
hassa: duyular
Hazret-i Mûsâ: (bk. bilgiler)
i’câz: mu’cizelik özelliği (bk. a-c-z)
İ’câz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın mu’cizeliği (bk. a-c-z)
ifham: anlatma
istidadât: kabiliyetler (bk. a-d-d)
istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
kıssa-i Mûsâ: Hz. Mûsâ’nın kıssası
kudsiye: mukaddes, kutsal (bk. ḳ-d-s)
küllî: büyük, kapsamlı (bk. k-l-l)
kumistan: kumluk, çöl
Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla mu’cize olan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
mâbud: kendisine ibadet edilen (bk. a-b-d)
mahsuldar: verimli
mefkûre: gaye, ideal, inanç (bk. f-k-r)
mergup: rağbet edilmiş
mevadd-ı şerire: kötü maddeler
mevki-i mübarek: mübarek mevki (bk. b-r-k)
müheyyâ: hazır
mükâleme-i ulviye: yüce konuşma (bk. k-l-m)
mukkaddes: kutsal (bk. ḳ-d-s)
mümessil: temsilci (bk. m-s̱-l)
münkad: boyun eğme, itaat etme
neş’et etmek: çıkmak, yetişmek
nev-i beşer: insanlık
nev’: çeşit, tür
Nil-i mübarek: (bk. bilgiler – Nil Nehri)
risale: kitap (bk. r-s-l)
risalet: peygamberlik (bk. r-s-l)
Sahrâ-yı Kebir: Büyük Çöl; Libya Çölü (bk. bilgiler)
seciye: yaratılış, karakter
sekene: sakinler, oturanlar (bk. s-k-n)
sekene-i habise: kötü ve pis sakinler (bk. s-k-n)
sevr: öküz
tarîk-i kemâlât: mükemmelleşme yolu (bk. ṭ-r-ḳ; k-m-l)
tazammun: kapsama, içine alma
tesbit: sağlam şekilde yerleştirme
teşkil: oluşturma
ulvî: yüce
vasıta-i ziraat: tarıma vasıta
zebh: kesme, boğazlama
zikretmek: bildirmek, anlatmak

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirminci Söz, Birinci Makam, Birinci Nükte, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.333

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirminci-soz/333


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı

13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret

12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas

12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas

12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas

11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2

10.16. Onuncu Söz Hatime

10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat

10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat

10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat

10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat

10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat

10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat

10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat

10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat

10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat

10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat

10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat

10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat

10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .

10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret

10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler

9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte

9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler

8. Sekizinci Söz

7. Yedinci Söz

6. Altıncı Söz

5. Beşinci Söz

4. Dördüncü Söz

3. Üçüncü Söz

2. İkinci Söz

1. Birinci Söz