Muhatabım Ziya Paşa değil, Avrupa meftunlarıdır – Siyah Dutun Bir Meyvesi – Cumartesi Dersleri 17. 3.

Muhatabım Ziya Paşa değil, Avrupa meftunlarıdır - Siyah Dutun Bir Meyvesi - Cumartesi Dersleri 17. 3.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Muhatabım Ziya Paşa değil, Avrupa meftunlarıdır – Siyah Dutun Bir Meyvesi” ele alınmaktadır. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan Sözler isimli eserinden On Yedinci Sözün İkinci Basamağı Siyah Dutun Bir Meyvesi.

Muhatabım Ziya Paşa değil, Avrupa meftunlarıdır - Siyah Dutun Bir Meyvesi - Cumartesi Dersleri 17. 3.
Muhatabım Ziya Paşa değil, Avrupa meftunlarıdır – Siyah Dutun Bir Meyvesi – Cumartesi Dersleri 17. 3.

KISA VİDEO

Muhatabım Ziya Paşa değil, Avrupa meftunlarıdır – Siyah Dutun Bir Meyvesi – Cumartesi Dersleri 17. 3.

UZUN VİDEO

Muhatabım Ziya Paşa değil, Avrupa meftunlarıdır – Siyah Dutun Bir Meyvesi – Cumartesi Dersleri 17. 3.

On Yedinci Sözün İkinci Makamı 

Siyah Dutun Bir Meyvesi

O mübarek dut başında Eski Said, Yeni Said lisanıyla söylemiştir.

Muhatabım Ziya Paşa değil, Avrupa meftunlarıdır.
Mütekellim nefsim değil, tilmiz-i Kur’ân namına kalbimdir.

Geçen Sözler hakikattir, sakın şaşma, hududundan hazer aşma.
Ecânip fikrine sapma, dalâlettir kulak asma, eder elbet seni nâdim.

Görürsün en ziyâdârın, zekâvette alemdârın,
O hayretten der daim: “Eyvah, kimden kime şekvâ edeyim, ben dahi şaştım!”

Kur’ân dedirtir, ben de derim, hiç de çekinmem.
Ondan Ona şekvâ ederim, sen gibi şaşmam.

Haktan Hakka feryad ederim, sen gibi aşmam.
Yerden göğe dâvâ ederim, sen gibi kaçmam.

Ki, Kur’ân’da hep dâvâ nurdan nuradır, sen gibi caymam.
Kur’ân’dadır hak hikmet, ispat ederim, muhalif felsefeyi beş para saymam.

Furkandadır elmas hakikat, dercan ederim, sen gibi satmam.
Halktan Hakka seyran ederim, sen gibi sapmam.

Dikenli yolda tayran ederim, sen gibi basmam.
Ferşten Arşa şükran ederim, sen gibi asmam.

Mevte, ecele dost bakarım, sen gibi korkmam.
Kabre gülerekten girerim, sen gibi ürkmem.

Ejder ağzı, vahşet yatağı, hiçlik boğazı—sen gibi görmem.
Ahbaba kavuşturur beni, kabirden darılmam, sen gibi kızmam.

Rahmet kapısı, nur kapısı, Hak kapısı, ondan sıkılmam, geri çekilmem.
Bismillâh diyerek çalıyorum, HAŞİYE-1 arkama bakmam, dehşet de almam.

Elhamdülillâh diyerek rahat bulup yatacağım, zahmeti çekmem, vahşette kalmam.
Allahu ekber diyerek ezan-ı Haşri işitip kalkacağım, HAŞİYE-2 Mahşer-i Ekberden çekinmem, Mescid-i Âzamdan çekilmem.

Lütf-u Yezdan, nur-u Kur’ân, feyz-i iman sayesinde hiç üzülmem.
Durmayıp koşacağım, Arş-ı Rahmân zılline uçacağım, sen gibi şaşmam inşaallah.


Haşiye-1

Eyvah diyerek kaçmıyorum.

Haşiye-2

İsrafil’in ezanını fecr-i Haşirde işitip Allahu ekber diyerek kalkacağım. Salât-ı Kübrâdan çekilmem, Mecma-ı Ekberden çekinmem.

ahbap: sevilenler, dostlar (bk. ḥ-b-b)
alemdâr: bayraktar, önde giden
Allahu ekber: Allah en büyüktür (bk. k-b-r)
Arş: Cenab-ı Allah’ın sınırsız egemenliğinin ve yüceliğinin tecellî ettiği yer (bk. a-r-ş)
Arş-ı Rahmân: bütün yaratılmışları şefkat ve merhametle besleyip büyüten Rahmân isminin tasarruf dairesi, makamı (bk. a-r-ş; r-ḥ-m)
Avrupa: (bk. bilgiler)
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
Bismillâh: Allah’ın adıyla (bk. s-m-v)
dercan etmek: hayatını ona vermek, canını ortaya koymak
ecânip: yabancılar, Avrupalılar
Elhamdülillah: “her türlü övgü ve şükür Allah’a aittir” (bk. ḥ-m-d)
Eski Said: (bk. bilgiler)
ezan-ı Haşir: Haşir ezanı, İsrafil’in sura üflemesi (bk. ḥ-ş-r)
fecr-i Haşir: Haşir sabahı; öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma sabahı (bk. ḥ-ş-r)
ferş: yer
feyz-i iman: imanın bereketi (bk. f-y-ḍ; e-m-n)
Furkan: doğru ile yanlışı birbirinden ayıran Kur’ân (bk. f-r-ḳ)
Hak: varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hazer: sakın
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
inşaallah: Allah’ın izniyle
İsrafil: (bk. bilgiler)
lisan: dil
lütf-u Yezdan: Cenab-ı Allah’ın lütfu, ihsanı (bk. l-ṭ-f)
Mahşer-i Ekber: en büyük toplanma yeri; haşir meydanı (bk. ḥ-ş-r; k-b-r)
Mecma-ı Ekber: en büyük toplanma yeri (bk. c-m-a; k-b-r)
meftun: tutkun, düşkün
Mescid-i Âzam: en büyük mescid (bk. a-z-m)
mevt: ölüm (bk. m-v-t)
mübarek: bereketli, hayırlı (bk. b-r-k)
mütekellim: konuşan (bk. k-l-m)
nâdim: pişmannam: ad
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r)
nur-u Kur’ân: Kur’ân’ın nuru (bk. n-v-r)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
Salât-ı Kübrâ: en büyük namaz (bk. ṣ-l-v; k-b-r)
şekvâ: şikayet
tayran etmek: uçmak
tilmiz-i Kur’ân: Kur’ân’ın talebesi
Yeni Said: (bk. bilgiler)
zekâvet: zekilik
zıll: gölge
Ziya Paşa: (bk. bilgiler)
ziyâdâr: ışıklı, nurlu

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Yedinci Söz, İkinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.288

Ziya Paşanın farkı
Ziya Paşanın farkı

Ziya Paşanın farkı

Risâle–i Nur’dan bir nükte:

Siyah Dutun Bir Meyvesi[O mübarek dut başında Eski Said, Yeni Said lisanıyla söylemiştir.]

Muhatabım Ziya Paşa değil, Avrupa meftunlarıdır.

Mütekellim (konuşan) nefsim değil, tilmiz–i Kur’ân nâmına kalbimdir.

Geçen sözler hakikattır; sakın şaşma, hududundan hazer aşma,

Ecanib (ecnebi) fikrine sapma, dalâlettir kulak asma, eder elbet seni nâdim (pişman.)

(17. Sözün İkinci Makamı)
Avrupa ikiye ayrılır; Osmanlı aydınları da öyle

Namık Kemâl, Şinasi, Agâh Efendi ve Prens Sabahaddin gibi Ziya Paşa da Jön Türkler’in mutedil kısmına dahildir.

“Ahrâr–ı Osmaniye”yi teşkil ettikleri 1865 senesinden sonra ara ara şiddetlenen istibdadın baskısına dayanamayarak Avrupa’ya kaçmak mecburiyetinde kalan bu zâtlar, diğer bazı Jön Türkler gibi “Avrupa meftunu” olup kendi öz değerlerinden kopmadılar.

https://www.saidnursi.de/ziya-pasanin-farki/


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı

13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret

12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas

12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas

12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas

11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2

10.16. Onuncu Söz Hatime

10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat

10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat

10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat

10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat

10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat

10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat

10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat

10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat

10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat

10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat

10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat

10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat

10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .

10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret

10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler

9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte

9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler

8. Sekizinci Söz

7. Yedinci Söz

6. Altıncı Söz

5. Beşinci Söz

4. Dördüncü Söz

3. Üçüncü Söz

2. İkinci Söz

1. Birinci Söz


8. sınıf fen konuları Bediüzzaman Cumartesi Dersleri EĞİTİM Eğitim Eğitim Haberleri Eğitim ve Öğretim Fen Bilimleri Fen Bilimleri 8 Fen Bilimleri 8 Yaprak Test Fen Bilimleri 8 Yaprak Testler fen bilimleri 8. sınıf test çöz fiziksel olaylar Güneş Kur'an Kur'an-ı Kerim Kur'ân-ı Hakîm Matematik Mucize On Dokuzuncu Söz On Dokuzuncu Söz – Risalet-i Ahmediyeye dairdir On Üçüncü Söz Ortaokul Ortaokul Fen Bilimleri 8 Ortaokul Fen Bilimleri 8 Yaprak Test ORTAÖĞRETİM Partilerin Eğitim Programları Risale-i Nur Külliyatı Said Nursi Svenska Sözler SİYASİ PARTİLERİN EĞİTİM PROGRAMLARI Yirmi Birinci Söz Yirminci Söz Yirminci Sözün İkinci Makamı Yirminci Söz İkinci Makam Yirmi İkinci Söz Yirmi İkinci Söz Birinci Makam Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı Yirmi İkinci Söz İkinci Makam ÇALIŞMA YAPRAĞI Üstad İLKOKUL İSVEÇÇE / SWEDISH / SVENSKA Şeytan

Bırak biçare feryadı, belâdan gel, tevekkül kıl – On Yedinci Sözün İkinci Makamı – Cumartesi Dersleri 17. 2.

Bırak biçare feryadı, belâdan gel, tevekkül kıl - On Yedinci Sözün İkinci Makamı - Cumartesi Dersleri 17. 2.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Bırak biçare feryadı, belâdan gel, tevekkül kıl – On Yedinci Sözün İkinci Makamı” ele alınmaktadır. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden On Yedinci Söz İkinci Makam.

Bırak biçare feryadı, belâdan gel, tevekkül kıl - On Yedinci Sözün İkinci Makamı - Cumartesi Dersleri 17. 2.
Bırak biçare feryadı, belâdan gel, tevekkül kıl – On Yedinci Sözün İkinci Makamı – Cumartesi Dersleri 17. 2.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

On Yedinci Sözün İkinci Makamı 

HAŞİYE-1

Bırak biçare feryadı, belâdan gel, tevekkül kıl.
Zira feryat belâ-ender, hatâ-ender belâdır, bil.

Belâ vereni buldunsa, atâ-ender, safâ-ender belâdır, bil.
Bırak feryadı, şükür kıl manend-i belâbil, demâ keyfinden güler hep gül mül.

Ger bulmazsan, bütün dünya cefâ-ender, fenâ-ender hebâdır, bil.
Cihan dolusu belâ başında varken, ne bağırırsın küçük bir belâdan? Gel, tevekkül kıl.

Tevekkülle belâ yüzünde gül, ta o da gülsün.
O güldükçe küçülür, eder tebeddül.

Bil, ey hodgâm! Bu dünyada saadet, terk-i dünyada.
Hüdâbin isen, O kâfidir, bıraksan da bütün eşya lehinde.

Ger hodbin isen helâkettir, ne yaparsan bütün eşya aleyhinde.
Demek terki gerektir her iki halde bu dünyada.

Terki demek: Hüdâ mülkü, Onun izni, Onun namıyla bakmakta.
Ticaret istiyorsan ger, şu fâni ömrünü bâkiye tebdilde.

Eğer nefsine talipsen, çürüktür, hem temelsiz de.
Eğer âfâkı istersen, fenâ damgası üstünde.

Demek değmez ki alınsa, çürük maldır hep bu çarşıda.
Öyle ise geç, iyi mallar dizilmiş arkasında.


Haşiye-1

Bu İkinci Makamdaki parçalar şiire benzer, fakat şiir değiller. Kasdî nazmedilmemişler; belki hakikatlerin kemâl-i intizamı cihetinde bir derece manzum suretini almışlar.


âfâk: kişiyi ilgilendirmeyen dışarıdaki şeyler
atâ-ender: lütuf ve bağış içinde
bâki: sonsuz, devamlı (bk. b-ḳ-y)
belâ-ender: belâ içinde
biçare: çaresiz
cefâ-ender: cefa ve sıkıntı içinde
cihan: dünya
demâ: her zaman
eşya: şeyler, varlıklar
fâni: gelip geçici, ölümlü (bk. f-n-y)
fenâ: gelip geçicilik (bk. f-n-y)fenâ-ender: fena içindeger: eğer
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hatâ-ender: hatâ içinde
hebâ: boş, faydasız
helâket: yok oluş
hodbin: kendini beğenen, kibirli
hodgâm: kendini düşünen
Hüdâ: Allah (bk. h-d-y)
hüdâbin: Cenab-ı Hakkı tanıyan
kasdî: isteyerek (bk. ḳ-s-d)
kemâl-i intizam: tam ve mükemmel düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
manend-i belâbil: bülbüller gibi
manzum: şiir şeklinde, vezinli (bk. n-ẓ-m)
nam: ad
nazmedilmek: şiir şeklinde yazılmak (bk. n-ẓ-m)
nefis: can, hayat; kişinin kendisi (bk. n-f-s)
saadet: mutluluk
sefâ-ender: gönül hoşluğu içinde
tebdil: değiştirme
tebeddül: başkalaşma, değişme
terk-i dünya: dünyayı terketme
tevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme (bk. v-k-l)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Yedinci Söz, İkinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.287


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı

13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret

12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas

12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas

12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas

11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2

10.16. Onuncu Söz Hatime

10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat

10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat

10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat

10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat

10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat

10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat

10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat

10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat

10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat

10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat

10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat

10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat

10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .

10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret

10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler

9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte

9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler

8. Sekizinci Söz

7. Yedinci Söz

6. Altıncı Söz

5. Beşinci Söz

4. Dördüncü Söz

3. Üçüncü Söz

2. İkinci Söz

1. Birinci Söz


8. sınıf fen konuları Bediüzzaman Cumartesi Dersleri EĞİTİM Eğitim Eğitim Haberleri Eğitim ve Öğretim Fen Bilimleri Fen Bilimleri 8 Fen Bilimleri 8 Yaprak Test Fen Bilimleri 8 Yaprak Testler fen bilimleri 8. sınıf test çöz fiziksel olaylar Güneş Kur'an Kur'an-ı Kerim Kur'ân-ı Hakîm Matematik Mucize On Dokuzuncu Söz On Dokuzuncu Söz – Risalet-i Ahmediyeye dairdir On Üçüncü Söz Ortaokul Ortaokul Fen Bilimleri 8 Ortaokul Fen Bilimleri 8 Yaprak Test ORTAÖĞRETİM Partilerin Eğitim Programları Risale-i Nur Külliyatı Said Nursi Svenska Sözler SİYASİ PARTİLERİN EĞİTİM PROGRAMLARI Yirmi Birinci Söz Yirminci Söz Yirminci Sözün İkinci Makamı Yirminci Söz İkinci Makam Yirmi İkinci Söz Yirmi İkinci Söz Birinci Makam Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı Yirmi İkinci Söz İkinci Makam ÇALIŞMA YAPRAĞI Üstad İLKOKUL İSVEÇÇE / SWEDISH / SVENSKA Şeytan

Dünyaya düşkün ve bağımlı insana dünyadan nefret edip sonsuzluk alemine geçme arzusu veren haller – Cumartesi Dersleri 17. 1.

Dünyaya düşkün ve bağımlı insana dünyadan nefret edip sonsuzluk alemine geçme arzusu veren haller - Cumartesi Dersleri 17. 1.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Dünyaya düşkün ve bağımlı insana dünyadan nefret edip sonsuzluk alemine geçme arzusu veren haller” konusu ele alınmaktadır. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan Sözler isimli eserinden On Yedinci Söz Birinci Makam.

Dünyaya düşkün ve bağımlı insana dünyadan nefret edip sonsuzluk alemine geçme arzusu veren haller - Cumartesi Dersleri 17. 1.
Dünyaya düşkün ve bağımlı insana dünyadan nefret edip sonsuzluk alemine geçme arzusu veren haller – Cumartesi Dersleri 17. 1.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

On Yedinci Söz

اِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى اْلاَرْضِ زِينَةً لَهَا لِنَبْلُوَهُمْ اَيُّهُمْ اَحْسَنُ عَمَلاً     وَاِنَّا لَجَاعِلُونَ مَا عَلَيْهَا صَعِيدًا جُرُزًا 1

وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَۤا اِلاَّ لَعِبٌ وَلَهْوٌ     2

Bu Söz, iki âli Makam ve bir parlak Zeylden ibarettir.

BİRİNCİ MAKAM

HÂLIK-I RAHÎM ve Rezzâk-ı Kerîm, ve Sâni-i Hakîm şu dünyayı, âlem-i ervah ve ruhaniyat için bir bayram, bir şehrayin suretinde yapıp, bütün esmâsının garaib-i nukuşuyla süslendirip, küçük büyük, ulvî süflî herbir ruha, ona münasip ve o bayramdaki ayrı ayrı hesapsız mehasin ve in’âmattan istifade etmeye muvafık ve havas ile mücehhez bir ceset giydirir, bir vücud-u cismanî verir, bir defa o temâşâgâha gönderir.

Hem zaman ve mekân cihetiyle pek geniş olan o bayramı asırlara, senelere, mevsimlere, hattâ günlere, kıt’alara taksim ederek herbir asrı, herbir seneyi, herbir mevsimi, hattâ bir cihette herbir günü, herbir kıt’ayı, birer taife ruhlu mahlûkatına ve nebatî masnuatına birer resmigeçit tarzında bir ulvî bayram yapmıştır. Ve bilhassa rû-yi zemin, hususan bahar ve yaz zamanında, masnuat-ı sağirenin taifelerine öyle şaşaalı ve birbiri arkasında bayramlardır ki, tabakat-ı âliyede olan ruhaniyatı ve melâikeleri ve sekene-i semâvâtı seyre celb edecek bir


Dipnot-1

“Yeryüzünde ne varsa Biz dünya için bir süs olarak yarattık ki, insanlardan hangisi daha güzel işler yapacak diye imtihan edelim. Onun üzerindeki herşeyi Biz elbette kup kuru bir toprak haline getireceğiz.” Kehf Sûresi, 18:7-8.

Dipnot-2

“Dünya hayatı bir oyun ve oyalanmadan başka birşey değildir.” En’âm Sûresi, 6:32.


âlem-i ervah: ruhlar âlemi (bk. a-l-m; r-v-h)
âli: yüce
bilhassa: özellikle
celb etmek: çekmek
cihet: yön
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
garaib-i nukuş: nakışlardaki harikâlıklar (bk. n-ḳ-ş)
Hâlık-ı Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan ve herşeyi yoktan yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ, r-ḥ-m)
havas: hisler, duyular
hususan: özellikle
in’âmat: nimetlendirmeler (bk. n-a-m)
istifade: faydalanma, yararlanma
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
masnuat-ı sağire: san’at eseri küçük varlıklar (bk. ṣ-n-a)
mehasin: güzellikler (bk. ḥ-s-n)
melâike: melekler (bk. m-l-k)
mücehhez: donatılmış
muvafık: uygun
nebatî: bitkisel
Rezzâk-ı Kerîm: sonsuz ikram sahibi ve gerçek rızık verici olan Allah (bk. r-z-ḳ; k-r-m)
rû-yi zemin: yeryüzü
ruhaniyat: ruhanî varlıklar (bk. r-v-h)
Sâni-i Hakîm: her şeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)
şaşaalı: gösterişli, göz alıcı
şehrayin: şenlik
sekene-i semavat: semada yaşayan varlıklar (bk.s-k-n; s-m-v)
süflî: aşağı, alçak
tabakat-ı âliye: yüce katlar, makamlar
taife: topluluk
taksim etmek: bölüştürmek, ayırmak
temâşâgâh: seyir yeri
ulvî: yüce, yüksek
vücud-u cismanî: maddî vücut, beden (bk. v-c-d)
zeyl: ilâve, ek

cazibedarlık görünüyor. Ve ehl-i tefekkür için öyle şirin bir mütalâagâh oluyor ki, akıl tarifinden âcizdir.

Fakat bu ziyafet-i İlâhiye ve bayram-ı Rabbâniyedeki ism-i Rahmân ve Muhyî’nin tecellîlerine mukabil, ism-i Kahhâr ve Mümît, firak ve mevtle karşılarına çıkıyorlar. Şu ise, وَرَحْمَتِى وَسِعَتْ كُلَّ شَىْءٍ 1 rahmetinin vüs’at-i şümulüne zahiren muvafık düşmüyor. Fakat hakikatte birkaç cihet-i muvafakati vardır. Bir ciheti şudur ki:

Sâni-i Kerîm, Fâtır-ı Rahîm, herbir taifenin resmigeçit nöbeti bittikten ve o resmigeçitten maksut olan neticeler alındıktan sonra, ekseriyet itibarıyla, dünyadan merhametkârâne bir tarzla tenfir edip usandırıyor, istirahate bir meyil ve başka bir âleme göçmeye bir şevk ihsan ediyor; ve vazife-i hayattan terhis edildikleri zaman, vatan-ı aslîlerine bir meyelân-ı şevk-engiz, ruhlarında uyandırıyor.

Hem o Rahmân’ın nihayetsiz rahmetinden uzak değil ki, nasıl vazife uğrunda, mücahede işinde telef olan bir nefere şehadet rütbesini veriyor ve kurban olarak kesilen bir koyuna, âhirette cismanî bir vücud-u bâki vererek Sırat üstünde, sahibine burâk gibi bir bineklik mertebesini vermekle mükâfatlandırıyor.2 Öyle de, sair zîruh ve hayvanatın dahi, kendilerine mahsus vazife-i fıtriye-i Rabbâniyelerinde ve evâmir-i Sübhâniyenin itaatlerinde telef olan ve şiddetli meşakkat çeken zîruhların, onlara göre bir çeşit mükâfat-ı ruhaniye ve onların istidatlarına göre bir nevi ücret-i mâneviye, o tükenmez hazine-i rahmetinden baîd değil ki


Dipnot-1

“Rahmetim herşeyi kaplamıştır.” A’râf Sûresi, 7:156.

Dipnot-2

bk. Ed-Deylemî, el-Müsned 1:85; el-Gazâlî, el-Vasît 7:31; el-Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân 15:111; es-Serahsî, el-Mebsût 12:10; el-Kâsânî, Bedâiu’s-Sanâi’ 5:80.


âciz: güçsüz, zayıf (bk. a-c-z)
baîd: uzak
bayram-ı Rabbâniye: Rabbânî bayram (bk. r-b-b)
burak: Cennete mahsus bir binek
cazibedarlık: çekicilik
cihet: yön
cihet-i muvafakat: uygunluk yönü
cismanî: maddi yapısı olan
ehl-i tefekkür: tefekkür edenler, düşünenler (bk. f-k-r)
ekseriyet: çoğunluk (bk. k-s̱-r)
evâmir-i Sübhâniye: her türlü kusur ve noksandan yüce olan Cenab-ı Allah’ın emirleri (bk. s-b-ḥ)
Fâtır-ı Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan ve benzersiz şeyleri üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; r-ḥ-m)
firak: ayrılık (bk. f-r-ḳ)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hayvanat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hazine-i rahmet: rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m)
ihsan: bağış, iyilik (bk. ḥ-s-n)
istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
Kahhar: herşeye her zaman mutlak galip gelen ve kahretmeye gücü yeten Allah (bk. ḳ-h-r)
maksut olan: istenilen, hedeflenen (bk. ḳ-ṣ-d)
merhametkârâne: merhametli bir şekilde (bk. r-ḥ-m)
meşakkat: güçlük, sıkıntı
mevt: ölüm (bk. m-v-t)
meyelân-ı şevk-engiz: şevk verici eğilim
meyil: eğilim
mücahede: cihad etme, savaş (bk. c-h-d)
Muhyî: bütün canlılara hayat veren Allah (bk. ḥ-y-y)
mukabil: karşılık
mükâfat-ı ruhaniye: ruhanî ödül (bk. r-v-ḥ)
Mümît: ölümü yaratan Allah (bk. m-v-t)
mütalâagâh: inceleme ve düşünme yeri
muvafık: uygun
nefer: asker, er
nevi: çeşit, tür
nihayetsiz: sonsuz
Rahmân: rahmetinin eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah (bk. r-h-m)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
sair: diğer
Sâni-i Kerîm: sonsuz cömertlik ve kerem sahibi ve herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; k-r-m)
şehadet: şehitlik (bk. ş-h-d)
şevk: şiddetli arzu ve istek
Sırat: Cehennem üzerine kurulu olan ve Cennete gitmek için geçilmesi gereken köprü
taife: topluluk
tecellî: görünüm, yansıma (bk. c-l-y)
tenfir: nefret ettirme
terhis: göreve son verme
ücret-i mâneviye: mânevî ücret (bk. a-n-y)
vatan-ı aslî: asıl vatan
vazife-i fıtriye-i Rabbâniye: Allah’ın herbir varlığa yüklediği yaratılış görevi (bk. f-ṭ-r; r-b-b)
vazife-i hayat: hayat görevi (bk. ḥ-y-y)
vücud-u bâki: devamlı ve kalıcı vücud (bk. v-c-d; b-ḳ-y)
vüs’at-i şümul: kapsamının genişliği
zahiren: görünürde (bk. ẓ-h-r)
zîruh: ruh sahibi (bk. ẕî; r-v-ḥ)
ziyafet-i İlâhiye: İlâhi ziyafet (bk. e-l-h)

bulunmasın; dünyadan gitmelerinden pek çok incinmesinler, belki memnun olsunlar. Lâ ya’lemu’l-ğaybe illâllah.

Lâkin, zîruhların en eşrefi ve şu bayramlarda kemiyet ve keyfiyet cihetiyle en ziyade istifade eden insan, dünyaya pek çok meftun ve müptelâ olduğu halde, dünyadan nefret ve âlem-i bekàya geçmek için, eser-i rahmet olarak, iştiyak-engiz bir halet verir. Kendi insaniyeti dalâlette boğulmayan insan o haletten istifade eder, rahat-ı kalble gider. Şimdi, o haleti intaç eden vecihlerden, nümune olarak beşini beyan edeceğiz.

Birincisi:

İhtiyarlık mevsimiyle, dünyevî, güzel ve cazibedar şeyler üstünde fena ve zevâlin damgasını ve acı mânâsını göstererek o insanı dünyadan ürkütüp, o fâniye bedel, bir bâki matlubu arattırıyor.1

İkincisi:

İnsanın alâka peyda ettiği bütün ahbaplardan yüzde doksan dokuzu dünyadan gidip diğer bir âleme yerleştikleri için, o ciddî muhabbet saikasıyla, o ahbabın gittiği yere bir iştiyak ihsan edip, mevt ve eceli mesrurâne karşılattırıyor.2

Üçüncüsü:

İnsandaki nihayetsiz zayıflık ve âcizliği bazı şeylerle ihsas ettirip, hayat yükü ve yaşamak tekâlifi ne kadar ağır olduğunu anlattırıp, istirahate ciddî bir arzu ve bir diyar-ı âhara gitmeye samimî bir şevk veriyor.

Dördüncüsü: 

İnsan-ı mü’mine nur-u imanla gösterir ki, mevt, idam değil, tebdil-i mekândır. Kabir ise, zulümatlı bir kuyu ağzı değil, nuraniyetli âlemlerin kapısıdır. Dünya ise, bütün şaşaasıyla, âhirete nisbeten bir zindan hükmündedir. Elbette zindan-ı dünyadan bostan-ı cinâna çıkmak ve müz’iç dağdağa-i hayat-ı cismaniyeden âlem-i rahata ve meydan-ı tayeran-ı ervâha geçmek ve mahlûkatın sıkıntılı gürültüsünden sıyrılıp huzur-u Rahmân’a gitmek, bin can ile arzu edilir bir seyahattir, belki bir saadettir.3


Dipnot-1

bk. Âl-i İmran Sûresi, 3:185; Nisâ Sûresi, 4:77; En’âm Sûresi, 6:70, 130; A’râf Sûresi, 7:51.

Dipnot-2

bk. Âl-i İmran Sûresi, 3:157, 169; Tevbe Sûresi, 9:111; Yunus Sûresi, 10:7; Tâhâ Sûresi, 20:72; Hac Sûresi, 22:58; Kaf Sûresi, 50:43; Hadîd Sûresi, 57:21.

Dipnot-3

bk. Bakara Sûresi, 2:1554; Âl-i İmran Sûresi, 3:14; Nisâ Sûresi, 4:74, 94; Tevbe Sûresi, 9:38; Nahl Sûresi, 16:30, 122; Furkan Sûresi, 25;15; Ankebût Sûresi, 29:64; A’lâ Sûresi, 87:16.


âcizlik: güçsüzlük (bk. a-c-z)
ahbap: sevilenler, dostlar (bk. ḥ-b-b)
alâka peyda etmek: ilgi duymak
âlem-i bekà: devamlı ve kalıcı olan âlem (bk. a-l-m; b-ḳ-y)
âlem-i rahat: rahat âlemi (bk. a-l-m)
bâki: sürekli olan, sonsuz (bk. b-ḳ-y)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
bostan-ı cinân: Cennet bahçeleri
cazibedar: cazibeli, çekici
dağdağa-i hayat-ı cismaniye: maddî hayatın sıkıntıları (bk. ḥ-y-y)
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
diyar-ı âhar: başka memleket (bk. e-ḫ-r)
dünyevî: dünyaya ait
eser-i rahmet: rahmet eseri (bk. r-ḥ-m)
eşref: en şerefli
fena: gelip geçicilik (bk. f-n-y)
hâlet: hal, durum
huzur-u Rahmân: Rahmân olan Allah’ın huzuru (bk. ḥ-ḍ-r; r-ḥ-m)
idam: yok etme
ihsan: bağış, iyilik (bk. ḥ-s-n)
ihsas: hissettirme
insan-ı mü’min: imanlı insan (bk. e-m-n)
intaç eden: netice veren
iştiyak: şiddetli arzu ve istek
iştiyak-engiz: çok arzulu ve istekli
kemiyet: çokluk, nicelik
keyfiyet: kalite, nitelik
lâ ya’lemu’l-ğaybe illallah: gaybı Allah’tan başkası bilemez (bk. a-l-m; ğ-y-b)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
matlup: istek, istenilen (bk. ṭ-l-b)
meftun: düşkün
mesrurâne: sevinçli bir şekilde
mevt: ölüm (bk. m-v-t)
meydan-ı tayeran-ı ervâh: ruhların uçuştuğu meydan (bk. r-v-ḥ)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
müptelâ: bağımlı
müz’iç: rahatsız edici
nihayetsiz: sonsuz
nisbeten: kıyasla (bk. n-s-b)
nur-u iman: iman nuru (bk. n-v-r; e-m-n)
nuraniyetli: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)
rahat-ı kalb: kalp rahatlığı
saadet: mutluluk
saikasıyla: sebebiyle
şaşaa: gösteriş, parlaklık
tebdil-i mekân: yer değiştirme (bk. m-k-n)
tekâlif: yükümlülükler
vecih: yön
zevâl: yokluk, sona erme (bk. z-v-l)
zindan-ı dünya: dünya zindanı
zîruh: ruh sahibi (bk. ẕî; r-v-ḥ)
ziyade: çok, fazla
zulümatlı: karanlık (bk. ẓ-l-m)

Beşincisi:

Kur’ân’ı dinleyen insana, Kur’ân’daki ilm-i hakikati ve nur-u hakikatle dünyanın mahiyetini bildirmekliğiyle, dünyaya aşk ve alâka pek mânâsız olduğunu anlatmaktır.1 Yani, insana der ve ispat eder ki:

“Dünya bir kitab-ı Samedânîdir. Huruf ve kelimâtı nefislerine değil, belki başkasının Zât ve sıfât ve esmâsına delâlet ediyorlar. Öyle ise mânâsını bil, al; nukuşunu bırak, git.

“Hem bir mezraadır.2 Ek ve mahsulünü al, muhafaza et; muzahrafatını at, ehemmiyet verme.

“Hem birbiri arkasında daim gelen, geçen âyineler mecmuasıdır. Öyle ise onlarda tecellî edeni bil, envârını gör ve onlarda tezahür eden esmânın tecelliyâtını anla ve Müsemmâlarını sev; ve zevâle ve kırılmaya mahkûm olan o cam parçalarından alâkanı kes.

“Hem seyyar bir ticaretgâhtır. Öyle ise alışverişini yap, gel; ve senden kaçan ve sana iltifat etmeyen kafilelerin arkalarından beyhude koşma, yorulma.

“Hem muvakkat bir seyrangâhtır. Öyle ise nazar-ı ibretle bak ve zahirî, çirkin yüzüne değil, belki Cemîl-i Bâkîye bakan gizli, güzel yüzüne dikkat et, hoş ve faideli bir tenezzüh yap, dön; ve o güzel manzaraları irâe eden ve güzelleri gösteren perdelerin kapanmasıyla, akılsız çocuk gibi ağlama, merak etme.

“Hem bir misafirhanedir. Öyle ise, onu yapan Mihmandar-ı Kerîmin izni dairesinde ye, iç, şükret. Kanunu dairesinde işle, hareket et. Sonra arkana bakma, çık, git. Herzekârâne, fuzulî bir surette karışma. Senden ayrılan ve sana ait olmayan şeylerle mânâsız uğraşma ve geçici işlerine bağlanıp boğulma” gibi zahir hakikatlerle, dünyanın iç yüzündeki esrarı gösterip dünyadan mufarakati gayet hafifleştirir, belki hüşyar olanlara sevdirir ve rahmetinin herşeyde ve her şe’ninde bir izi bulunduğunu gösterir.

İşte Kur’ân şu beş veche işaret ettiği gibi, başka hususî vecihlere dahi âyât-ı Kur’âniye işaret ediyor. Veyl o kimseye ki, şu beş vecihten bir hissesi olmaya.


Dipnot-1

bk. Nisâ Sûresi, 4:94, 134; Yunus Sûresi, 10:24; Kehf Sûresi, 18:45-46; Tâhâ Sûresi, 20:131.

Dipnot-2

bk. el-Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn 4:19; es-Sehâvî, el-Makâsıdü’l-Hasene s. 497.


âyât-ı Kur’âniye: Kur’ân-ı Kerimin âyetleri
âyine: ayna
beyhude: boşuna
Cemîl-i Bâkî: sınırsız güzellik sahibi ve varlığı devamlı ve sonsuz olan Allah (bk. c-m-l; b-ḳ-y)
delâlet: işaret
envâr: nurlar (bk. n-v-r)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
esrar: sırlar, gizli gerçekler
fuzulî: lüzumsuz
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
herzekârâne: saçmalayarak
huruf: harfler
hüşyar: uyanıkilm-i hakikat: hakikat ilmi (bk. a-l-m; ḥ-ḳ-ḳ)
irâe eden: gösteren
kafile: topluluk
kelimât: kelimeler (bk. k-l-m)
kitab-ı Samedâniye: herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın kitabı (bk. k-t-b; ṣ-m-d)
mahiyet: nitelik, özellik, iç yüz
mahsul: ürün
mecmua: topluluk (bk. c-m-a)
mezraa: tarla
Mihmandar-ı Kerîm: ikramı bol ve çok cömert olan misafir sahibi, Allah (bk. k-r-m)
mufarakat: ayrılık (bk. f-r-ḳ)
Müsemmâ: en güzel isimlerin sahibi olan Allah (bk. s-m-v)
muvakkat: geçici
muzahrafat: atıklar
nazar-ı ibret: ibretle bakış (bk. n-ẓ-r)
nefis: kendisi (bk. n-f-s)
nukuş: nakışlar (bk. n-ḳ-ş)
nur-u hakikat: hakikat nuru (bk. n-v-r; ḥ-ḳ-ḳ)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
şe’n: durum, hal (bk. ş-e-n)
seyrangâh: gezinti yeri
seyyar: hareketli, gezici
sıfât: vasıf, özellik (bk. v-ṣ-f)
tecellî: yansıma, görünüm (bk. c-l-y)
tecelliyât: yansımalar (bk. c-l-y)
tenezzüh: gezinti (bk. n-z-h)
tezahür: görünme, belirme (bk. ẓ-h-r)
ticaretgâh: alışveriş yeri
vecih: yön
veyl: yazık
zahir: görünen (bk. ẓ-h-r)
zahirî: görünürdeki (bk. ẓ-h-r)
zevâl: sona erme (bk. z-v-l)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Yedinci Söz, Birinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.283


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı

13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret

12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas

12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas

12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas

11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2

10.16. Onuncu Söz Hatime

10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat

10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat

10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat

10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat

10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat

10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat

10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat

10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat

10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat

10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat

10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat

10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat

10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .

10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret

10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler

9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte

9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler

8. Sekizinci Söz

7. Yedinci Söz

6. Altıncı Söz

5. Beşinci Söz

4. Dördüncü Söz

3. Üçüncü Söz

2. İkinci Söz

1. Birinci Söz


8. sınıf fen konuları Bediüzzaman Cumartesi Dersleri EĞİTİM Eğitim Eğitim Haberleri Eğitim ve Öğretim Fen Bilimleri Fen Bilimleri 8 Fen Bilimleri 8 Yaprak Test Fen Bilimleri 8 Yaprak Testler fen bilimleri 8. sınıf test çöz fiziksel olaylar Güneş Kur'an Kur'an-ı Kerim Kur'ân-ı Hakîm Matematik Mucize On Dokuzuncu Söz On Dokuzuncu Söz – Risalet-i Ahmediyeye dairdir On Üçüncü Söz Ortaokul Ortaokul Fen Bilimleri 8 Ortaokul Fen Bilimleri 8 Yaprak Test ORTAÖĞRETİM Partilerin Eğitim Programları Risale-i Nur Külliyatı Said Nursi Svenska Sözler SİYASİ PARTİLERİN EĞİTİM PROGRAMLARI Yirmi Birinci Söz Yirminci Söz Yirminci Sözün İkinci Makamı Yirminci Söz İkinci Makam Yirmi İkinci Söz Yirmi İkinci Söz Birinci Makam Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı Yirmi İkinci Söz İkinci Makam ÇALIŞMA YAPRAĞI Üstad İLKOKUL İSVEÇÇE / SWEDISH / SVENSKA Şeytan

Kanun – Kural ile Kanun Dışı – Kural Dışı Olma, Monotonluk – Değişim ve Sebepler – On Altıncı Söz Küçük Bir Zeyl – Cumartesi Dersleri 16. 5.

Kanun - Kural ile Kanun Dışı - Kural Dışı Olma, Monotonluk - Değişim ve Sebepler - On Altıncı Söz Küçük bir zeyl - Cumartesi Dersleri 16. 5.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Kanun – Kural ile Kanun Dışı – Kural Dışı Olma, Monotonluk – Değişim ve Sebepler” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan Sözler isimli eserinden On Altıncı Söz Küçük Bir Zeyl.

Kanun - Kural ile Kanun Dışı - Kural Dışı Olma, Monotonluk - Değişim ve Sebepler - On Altıncı Söz Küçük bir zeyl - Cumartesi Dersleri 16. 5.
Kanun – Kural ile Kanun Dışı – Kural Dışı Olma, Monotonluk – Değişim ve Sebepler – On Altıncı Söz Küçük bir zeyl – Cumartesi Dersleri 16. 5.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

On Altıncı Söz

Küçük bir zeyl

Kadîr-i Alîm ve Sâni-i Hakîm, kanuniyet şeklindeki âdâtının gösterdiği nizam ve intizamla kudretini ve hikmetini ve hiçbir tesadüf işine karışmadığını izhar ettiği gibi; şuzûzât-ı kanuniye ile, âdetinin harikalarıyla, tagayyürat-ı sûriye ile, teşahhusatın ihtilâfâtıyla, zuhur ve nüzul zamanının tebeddülüyle meşietini, iradetini, fâil-i muhtar olduğunu ve ihtiyarını ve hiçbir kayıt altında olmadığını izhar edip yeknesak perdesini yırtarak ve herşey, her anda, her şe’nde, her şeyinde Ona muhtaç ve rububiyetine münkad olduğunu ilâm etmekle gafleti dağıtıp ins ve cinnin nazarlarını esbabdan Müsebbibü’l-Esbaba çevirir. Kur’ân’ın beyanatı şu esasa bakıyor.


âdât: adetler, kurallar
beyanat: açıklamalar (bk. b-y-n)
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
fâil-i muhtar: dilediğini yapmakta serbest olan fâil (bk. f-a-l; ḫ-y-r)
gaflet: umursamazlık; âhirete ve Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hali (bk. ğ-f-l)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
ihtilâfât: ihtilaflar, uyuşmazlıklar
ihtiyar: irade, seçim, istek (bk. ḫ-y-r)
ilâm: duyurma, bilgilendirme (bk. a-l-m)
ins ve cin: insanlar ve cinler
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
iradet: istek, dileme, tercih (bk. r-v-d)
izhar etmek: göstermek (bk. ẓ-h-r)
Kadîr-i Alîm: herşeyi bilen, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; a-l-m)
kanuniyet: kanun haline gelme (bk. ḳ-n-n)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
meşiet: irade, dileme
münkad: boyun eğen
Müsebbibü’l-Esbâb: sebeplerin yaratıcısı olan Allah (bk. s-b-b)
nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)
nizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
nüzul: inme (bk. n-z-l)
rububiyet: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve sanatla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)
şe’n: durum, hal (bk. ş-e-n)
şuzûzât-ı kanuniye: kanun dışılıklar (bk. ḳ-n-n)
tagayyürat-ı sûriye: şekil ve suret değişiklikleri (bk. ṣ-v-r)
tebeddül: değişme
teşahhusat: şahıslanmalar, belirlenmeler
yeknesak: monoton, aynı tarzda
zeyl: ilâve, ek
zuhur: meydana çıkma (bk. ẓ-h-r)

Meselâ, ekser yerlerde bir kısım meyvedar ağaçlar bir sene meyve verir. Yani rahmet hazinesinden ellerine verilir, o da verir. Öbür sene, bütün esbab-ı zahiriye hazırken, meyveyi alıp vermiyor.

Hem meselâ, sair umur-u lâzımeye muhalif olarak, yağmurun evkat-ı nüzulü o kadar mütehavvildir ki, mugayyebat-ı hamsede1 dahil olmuştur. Çünkü vücutta en mühim mevki hayat ve rahmetindir. Yağmur ise, menşe-i hayat ve mahz-ı rahmet olduğu için, elbette o âb-ı hayat, o mâ-i rahmet, gaflet veren ve hicap olan yeknesak kaidesine girmeyecek. Belki, doğrudan doğruya Cenâb-ı Mün’im, Muhyî ve Rahmân ve Rahîm olan Zât-ı Zülcelâl, perdesiz, elinde tutacak, ta her vakit dua ve şükür kapılarını açık bırakacak.

Hem meselâ, rızık vermek ve muayyen bir sima vermek, birer ihsan-ı mahsus eseri gibi ummadığı tarzda olması, ne kadar güzel bir surette meşiet ve ihtiyar-ı Rabbâniyeyi gösteriyor. Daha tasrif-i hava ve teshir-i sehab gibi şuûnât-ı İlâhiye yi bunlara kıyas et.


Dipnot-1

Mugayyebat-ı hamse (beş bilinmeyen şey): “Kıyâmet vaktine dâir bilgi Allah katındadır. Yağmuru O indirir. Rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse nerede öleceğini bilmez. Muhakkak ki Allah herşeyi hakkıyla bilir, herşeyden hakkıyla haberdardır.” Lokman Sûresi, 31:34.


âb-ı hayat: hayat suyu (bk. ḥ-y-y)
Cenâb-ı Mün’im: varlıkları nimetlendiren yüce Allah (bk. n-a-m)
ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
esbab-ı zahiriye: görünürdeki sebepler (bk. s-b-b; ẓ-h-r)
evkat-ı nüzul: iniş zamanı (bk. n-z-l)
gaflet: umursamazlık; âhirete ve Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hali (bk. ğ-f-l)
hicap: perde
ihsan-ı mahsus: özel iyilik ve bağış (bk. ḥ-s-n)
ihtiyar-ı Rabbâniye: Rab olan Allah’ın iradesi, dilemesi (bk. ḫ-y-r; r-b-b)
kaide: kural
mâ-i rahmet: rahmet suyu (bk. r-ḥ-m)
mahz-ı rahmet: rahmetin tâ kendisi (bk. r-ḥ-m)
menşe-i hayat: hayatın kaynağı (bk. ḥ-y-y)
meşiet: irade, dileme
meyvedar: meyveli
muayyen: belirli
mugayyebat-ı hamse: beş bilinmeyen şey (bk. ğ-y-b)
Muhyî: bütün canlılara hayat veren Allah (bk. ḥ-y-y)
mütehavvil: değişken
Rahîm: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah (bk. r-ḥ-m)
Rahmân: rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah (bk. r-ḥ-m)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
sair: diğer
şuûnat-ı İlâhiye: Cenab-ı Allah’ın işleri ve icraatları (bk. ş-e-n; e-l-h)
tasrif-i hava: havanın idaresi ve kullanılması (bk. ṣ-r-f)
teshir-i sehab: bulutların emre boyun eğdirilmesi
umur-u lâzıme: gerekli işler
yeknesak: monoton, aynı tarzda
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Altıncı Söz, Dördüncü Şua, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.281


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı

13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret

12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas

12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas

12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas

11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2

10.16. Onuncu Söz Hatime

10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat

10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat

10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat

10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat

10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat

10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat

10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat

10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat

10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat

10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat

10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat

10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat

10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .

10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret

10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler

9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte

9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler

8. Sekizinci Söz

7. Yedinci Söz

6. Altıncı Söz

5. Beşinci Söz

4. Dördüncü Söz

3. Üçüncü Söz

2. İkinci Söz

1. Birinci Söz


8. sınıf fen konuları Bediüzzaman Cumartesi Dersleri EĞİTİM Eğitim Eğitim Haberleri Eğitim ve Öğretim Fen Bilimleri Fen Bilimleri 8 Fen Bilimleri 8 Yaprak Test Fen Bilimleri 8 Yaprak Testler fen bilimleri 8. sınıf test çöz fiziksel olaylar Güneş Kur'an Kur'an-ı Kerim Kur'ân-ı Hakîm Matematik Mucize On Dokuzuncu Söz On Dokuzuncu Söz – Risalet-i Ahmediyeye dairdir On Üçüncü Söz Ortaokul Ortaokul Fen Bilimleri 8 Ortaokul Fen Bilimleri 8 Yaprak Test ORTAÖĞRETİM Partilerin Eğitim Programları Risale-i Nur Külliyatı Said Nursi Svenska Sözler SİYASİ PARTİLERİN EĞİTİM PROGRAMLARI Yirmi Birinci Söz Yirminci Söz Yirminci Sözün İkinci Makamı Yirminci Söz İkinci Makam Yirmi İkinci Söz Yirmi İkinci Söz Birinci Makam Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı Yirmi İkinci Söz İkinci Makam ÇALIŞMA YAPRAĞI Üstad İLKOKUL İSVEÇÇE / SWEDISH / SVENSKA Şeytan

Allahu Ekber’in Manası, Hac, Kabe ve Namaz, Cemaatle Yapılan İbadetler ve Kılınan Namazlar – On Altıncı Söz Dördüncü Şua – Cumartesi Dersleri 16. 4.

Allahu ekber'in Manası, Hac, Kabe ve Namaz, Cemaatle Yapılan İbadetler ve Kılınan Namazlar - Cumartesi Dersleri 16. 4.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Allahu ekber’in Manası, Hac, Kabe ve Namaz, Cemaatle Yapılan İbadetler ve Kılınan Namazlar” ele alınmaktadır. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden On Altıncı Söz Dördüncü Şua.

Allahu ekber'in Manası, Hac, Kabe ve Namaz, Cemaatle Yapılan İbadetler ve Kılınan Namazlar - Cumartesi Dersleri 16. 4.
Allahu ekber’in Manası, Hac, Kabe ve Namaz, Cemaatle Yapılan İbadetler ve Kılınan Namazlar – Cumartesi Dersleri 16. 4.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

On Altıncı Söz

DÖRDÜNCÜ ŞUA

İşte, ey tenbel nefsim! Bir nevi mirac hükmünde olan namazın hakikati, sabık temsilde bir nefer mahz-ı lütuf olarak huzur-u şahaneye kabulü gibi, mahz-ı rahmet olarak Zât-ı Celîl-i Zülcemâl ve Mâbûd-u Cemîl-i Zülcelâlin huzuruna kabulündür. Allahu ekber deyip, mânen ve hayalen veya niyeten iki cihandan geçip, kayd-ı maddiyattan tecerrüd edip, bir mertebe-i külliye-i ubûdiyete veya küllînin bir gölgesine veya bir suretine çıkıp, bir nevi huzura müşerref olup,

اِيَّاكَ نَعْبُدُ 

hitabına—herkesin kabiliyeti nisbetinde—bir mazhariyet-i azîmedir. Adeta, harekât-ı salâtiyede tekrarla Allahu ekber, Allahu ekber demekle kat’-ı meratip ve terakkiyat-ı mâneviyeye ve cüz’iyattan devâir-i külliyeye çıkmasına


Dipnot-1

“Herşeyin hüküm ve tasarrufu Onun elindedir.” Yâsin Sûresi, 36:83.

Dipnot-2

“Yalnız Sana ibadet ederiz.” Fâtiha Sûresi, 1:5.


acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
Allahu ekber: Allah en büyüktür (bk. k-b-r)
Arş-ı Âzam: Cenab-ı Allah’ın sınırsız egemenliğinin ve yüceliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş; a-z-m)
cezb: çekme
cilve: yansıma, görünüş (bk. c-l-y)
cüz’î: küçük, az (bk. c-z-e)
cüz’iyat: küçüklük ve ferdî şeyler (bk. c-z-e)
dellâl: ilan edici, duyurucu
devâir-i külliye: geniş ve kapsamlı daireler (bk. k-l-l)
ferik: general
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık: yaratıcı, herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
harekât-ı salâtiye: namazın hareketleri (bk. ṣ-l-v)
hususiyet: özellik
huzur-u şahane: padişahın huzuru (bk. ḥ-ḍ-r)
iftikar: fakirliğini gösterme (bk. f-ḳ-r)
ihtar: hatırlatma, ikaz
Kadîr-i Mutlak: sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
kat’-ı meratip: mertebeleri aşma
kayd-ı maddiyat: maddi kayıt, bağ
küllî: büyük, kapsamlı (bk. k-l-l)
lütuf: iyilik, ikram, bağış (bk. l-ṭ-f)
Mâbûd-u Cemîl-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve güzellik sahibi, kendisine ibadet edilen Allah (bk. a-b-d; c-m-l; ẕü; c-l-l)
mahz-ı lütuf: ikram ve iyiliğin tâ kendisi (bk. l-ṭ-f)
mahz-ı rahmet: rahmetin tâ kendisi (bk. r-ḥ-m)
mazhariyet-i azîme: büyük mazhariyet, nailiyet (bk. ẓ-h-r; a-z-m)
meratib: mertebeler, dereceler
mertebe-i külliye-i ubûdiyet: Allah’a kulluğun büyük ve kapsamlı mertebesi (bk. k-l-l; a-b-d)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mirac: yükseliş, Allah’ın huzuruna çıkma (bk. a-r-c)
muîn: yardımcı
münasebettar: ilişkili, bağlantılı (bk. n-s-b)
müşerref: şereflenme
müşir: mareşal
müstağni: ihtiyacı olmama (bk. ğ-n-y)
nefer: asker, er
nisbet: oran (bk. n-s-b)
perde-i izzet ve azamet: izzet ve büyüklüğün önündeki perde (bk. a-z-z; a-ẓ-m)
sabık: önceki
saltanat-ı Rububiyet: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. s-l-ṭ; r-b-b)
şerik-i saltanat-ı Rububiyet: Cenab-ı Hakkın Rablık saltanatına ortak (bk. s-l-ṭ; r-b-b)
sülûk etmek: yol almak
tecerrüd: sıyrılma
temâşâger: seyirci
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
terakkiyat-ı mâneviye: mânevî ilerleme, yükselme (bk. a-n-y)
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
uruc etmek: yükselmek (bk. a-r-c)
zahirî: görünürde (bk. ẓ-h-r)
Zât-ı Celîl-i Zülcemâl: sonsuz güzellik ve haşmet sahibi Zât, Allah (bk. c-l-l; ẕü; c-m-l)
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)zıll: gölge

bir işarettir ve marifetimiz haricindeki kemâlât-ı kibriyâsının mücmel bir ünvanıdır. Güya herbir Allahu ekber bir basamak-ı miraciyeyi kat’ına işarettir. İşte, şu hakikat-i salâttan mânen veya niyeten veya tasavvuren veya hayalen bir gölgesine, bir şuâına mazhariyet dahi büyük bir saadettir.

İşte, hacda pek kesretli Allahu ekber denilmesi şu sırdandır. Çünkü, hacc-ı şerif, bil’asale herkes için bir mertebe-i külliyede bir ubûdiyettir. Nasıl ki bir nefer, bayram gibi bir yevm-i mahsusta, ferik dairesinde, bir ferik gibi padişahın bayramına gider ve lütf una mazhar olur. Öyle de, bir hacı, ne kadar âmi de olsa, kat’-ı meratip etmiş bir velî gibi, umum aktâr-ı arzın Rabb-i Azîmi ünvanıyla Rabbine müteveccihtir, bir ubûdiyet-i külliye ile müşerreftir. Elbette, hac miftahıyla açılan meratib-i külliye-i Rububiyet ve dürbünüyle nazarına görünen âfâk-ı azamet-i Ulûhiyet ve şeâiriyle kalbine ve hayaline gittikçe genişlenen devâir-i ubûdiyet ve meratib-i kibriyâ ve ufk-u tecelliyatın verdiği hararet, hayret ve dehşet ve heybet-i Rububiyet Allahu ekber, Allahu ekber ile teskin edilebilir. Ve onunla, o meratib-i münkeşife-i meşhude veya mutasavvere ilân edilebilir.

Hacdan sonra, şu mânâ-yı ulvî ve küllî muhtelif derecelerde, bayram namazında, yağmur namazında, husuf, küsuf namazında, cemaatle kılınan namazda bulunur. İşte, şeâir-i İslâmiyenin, velev sünnet kabilinden dahi olsa ehemmiyeti şu sırdandır.

سُبْحَانَ مَنْ جَعَلَ خَزَۤائِنُهُ بَيْنَ الْكَافِ وَالنُّونِ 1     فَسُبْحَانَ الَّذِى بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ


Dipnot-1

Kudretinin hazinelerini bir “Ol” emriyle var eden Zât-ı Zülcelâl her türlü kusurdan münezzehtir.


âfâk-ı azamet-i Ulûhiyet: Cenab-ı Allah’ın ilâhlığının büyüklüğünün ufukları, sınırları (bk. a-z-m; e-l-h)
aktâr-ı arz: dünyanın dört bir yanı
Allahu ekber: Allah en büyüktür (bk. k-b-r)
âmi: cahil
basamak-ı miraciye: mirac basamağı (bk. a-r-c)
bil’asale: bizzat
devâir-i ubûdiyet: kulluk daireleri (bk. a-b-d)
ferik: general
hacc-ı şerif: şerefli hac ibadeti
hakikat-i salât: namazın hakikati (bk. ḥ-ḳ-ḳ; ṣ-l-v)
hararet: sıcaklık, ısı
haricinde: dışında
heybet-i Rububiyet: Allah’ın rububiyetinin heybeti (bk. r-b-b)
husuf: ay tutulması
kabil: gibi
kat’: aşma, yükselme
kat’-ı meratip etmek: mertebeleri aşmak, mânen yükselmek
kemâlât-ı kibriya: Cenab-ı Allah’ın büyüklüğünün mükemmelliği (bk. k-m-l; k-b-r)
kesretli: çoklukla (bk. k-s̱-r)
küsuf: güneş tutulması
lütuf: iyilik, ikram, bağış (bk. l-ṭ-f)
mânâ-yı ulvî ve küllî: yüce ve umumî mânâ (bk. a-n-y; k-l-l)
mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)
marifet: bilgi (bk. a-r-f)
mazhar olmak: erişmek, nail olmak (bk. ẓ-h-r)
mazhariyet: nail olma, erişme (bk. ẓ-h-r)
meratib-i kibriyâ: Cenab-ı Allah’ın büyüklüğünün mertebeleri (bk. k-b-r)
meratib-i külliye-i Rububiyet: Rububiyetin geniş, kapsamlı mertebeleri; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesinin, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının mertebeleri (bk. k-l-l; r-b-b)
meratib-i münkeşife-i meşhude: bizzat görerek açığa çıkmış mertebeler (bk. k-ş-f; ş-h-d)
mertebe-i külliye: geniş ve kapsamlı mertebe (bk. k-l-l)
miftah: anahtar
mücmel: kısa, öz (bk. c-m-l)
muhtelif: çeşitli
müşerref: şereflenmiş
mutasavvere: hayalen, tasavvur ederek (bk. ṣ-v-r)
müteveccih: yönelmiş
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
nefer: asker, er
Rabb-i Azîm: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b; a-z-m)
saadet: mutluluk
şeâir: işaretler (bk. ş-a-r)
şeâir-i İslâmiye: İslâma sembol olmuş işaretler, iş ve ibadetler (bk. ş-a-r; s-l-m)
şuâ: ışık, parıltı
sünnet: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler (bk. s-n-n)
tasavvuren: hayal ederek, düşünerek (bk. ṣ-v-r)
teskin: yatıştırma, sakinleştirme
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
ubûdiyet-i külliye: büyük ve umumî kulluk (bk. a-b-d; k-l-l)
ufk-u tecelliyat: tecellilerin, yansımaların ufku (bk. c-l-y)
umum: bütün
velev: hatta
velî: Allah dostu (bk. v-l-y)
yevm-i mahsus: özel gün

شَىْءٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ 1    سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَۤا اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ 2    رَبَّنَا لاَ تُؤٰاخِذْنَۤا اِنْ نَسِينَۤا اَوْ اَخْطَاْنَا 3    رَبَّناَ لاَ تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ 4    وَصَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى رَسُولِكَ اْلاَ كْرَمِ مَظْهَرِ اِسْمِكَ اْلاَعْظَمِ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَاَصْحَابِهِ وَاِخْواَنِهِ وَاَتْبَاعِهِ اٰمِينَ يَۤا اَرْحَمَ الرَّاحِمِين َ    5


Dipnot-1

“Kusurdan münezzehtir o Zât ki, herşeyin hüküm ve tasarrufu elindedir. Siz de ona döndürüleceksiniz.” Yâsin Sûresi, 36:83.

Dipnot-2

“(Ey Rabbimiz!) Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.” Bakara Sûresi, 2:32.

Dipnot-3

“Ey Rabbimiz! Unutur veya hataya düşer de bir kusur işlersek, bizi onunla hesaba çekme.” Bakara Sûresi, 2:286.

Dipnot-4

“Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalblerimizi sapıklığa meylettirme. Yüce katından bize bir rahmet bağışla. Muhakkak ki veren Sensin, dua edip istediklerimizi bize bağışlayan Sensin.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:8.

Dipnot-5

İsm-i Âzamının mazharı olan Resul-i Ekremine, âl ve ashabına, ihvânına ve ona tâbi olanlara salât ve selâm olsun. Âmin, ey Erhamürrâhimîn.

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Altıncı Söz, Dördüncü Şua, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.279


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı

13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret

12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas

12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas

12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas

11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2

10.16. Onuncu Söz Hatime

10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat

10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat

10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat

10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat

10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat

10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat

10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat

10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat

10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat

10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat

10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat

10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat

10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .

10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret

10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler

9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte

9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler

8. Sekizinci Söz

7. Yedinci Söz

6. Altıncı Söz

5. Beşinci Söz

4. Dördüncü Söz

3. Üçüncü Söz

2. İkinci Söz

1. Birinci Söz


8. sınıf fen konuları Bediüzzaman Cumartesi Dersleri EĞİTİM Eğitim Eğitim Haberleri Eğitim ve Öğretim Fen Bilimleri Fen Bilimleri 8 Fen Bilimleri 8 Yaprak Test Fen Bilimleri 8 Yaprak Testler fen bilimleri 8. sınıf test çöz fiziksel olaylar Güneş Kur'an Kur'an-ı Kerim Kur'ân-ı Hakîm Matematik Mucize On Dokuzuncu Söz On Dokuzuncu Söz – Risalet-i Ahmediyeye dairdir On Üçüncü Söz Ortaokul Ortaokul Fen Bilimleri 8 Ortaokul Fen Bilimleri 8 Yaprak Test ORTAÖĞRETİM Partilerin Eğitim Programları Risale-i Nur Külliyatı Said Nursi Svenska Sözler SİYASİ PARTİLERİN EĞİTİM PROGRAMLARI Yirmi Birinci Söz Yirminci Söz Yirminci Sözün İkinci Makamı Yirminci Söz İkinci Makam Yirmi İkinci Söz Yirmi İkinci Söz Birinci Makam Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı Yirmi İkinci Söz İkinci Makam ÇALIŞMA YAPRAĞI Üstad İLKOKUL İSVEÇÇE / SWEDISH / SVENSKA Şeytan

Allah şah damarından daha yakın olduğu halde varlıkların son derece O’ndan uzak olması ne demek? – Cumartesi Dersleri 16. 3.

Allah şah damarından daha yakın olduğu halde varlıkların son derece O'ndan uzak olması ne demek - Cumartesi Dersleri 16. 3.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Allah şah damarından daha yakın olduğu halde varlıkların son derece O’ndan uzak olması ne demek?” sorusu ele alınmaktadır. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden On Altıncı Söz Üçüncü Şua.

Allah şah damarından daha yakın olduğu halde varlıkların son derece O'ndan uzak olması ne demek - Cumartesi Dersleri 16. 3.
Allah şah damarından daha yakın olduğu halde varlıkların son derece O’ndan uzak olması ne demek – Cumartesi Dersleri 16. 3.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

On Altıncı Söz

ÜÇÜNCÜ ŞUA

Ey haddinden tecavüz etmiş nefs-i pürvesvas! Diyorsun ki:

بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ 1  

مَا مِنْ دَۤابَّةٍ اِلاَّ هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا     2

وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ     3

gibi âyetler, nihayet derecede kurbiyet-i İlâhiyeyi gösteriyor .

وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ     

تَعْرُجُ الْمَلٰۤئِكَةُ وَالرُّوحُ اِلَيْهِ فِى يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسِينَ اَلْفَ سَنَةٍ     5

ve hadiste varid olan “Cenâb-ı Hak yetmiş bin hicab arkasındadır”6 ve Mirac gibi hakikatler, nihayet derecede bu’diyetimizi gösteriyor. Şu sırr-ı gâmızı fehme takrip edecek bir izah isterim.

Elcevap: Öyle ise dinle.

Evvelâ: Birinci Şuâın âhirinde demiştik: Nasıl ki güneş, kayıtsız nuruyla ve maddesiz aksi cihetiyle sana, senin ruhun penceresi ve onun âyinesi olan gözbebeğinden daha yakın olduğu halde, sen mukayyet ve maddede mahpus olduğun için ondan gayet uzaksın. Onun yalnız bir kısım akisleriyle, gölgeleriyle temas edebilirsin. Ve bir nevi cilveleriyle ve cüz’î tecellîleriyle görüşebilirsin. Ve bir sınıf sıfatları hükmünde olan elvanlarına ve bir taife isimleri hükmünde olan şualarına ve mazharlarına yanaşabilirsin. Eğer güneşin mertebe-i aslîsine yanaşmak ve bizzat, doğrudan doğruya, güneşin zatıyla görüşmek istersen, o vakit pek çok kayıtlardan tecerrüd etmekliğin ve pek çok meratib-i külliyetten geçmekliğin lâzım gelir. Âdeta sen, mânen tecerrüd cihetiyle küre-i arz kadar büyüyüp, hava gibi ruhen inbisat edip ve kamer kadar yükselip, bedir gibi mukabil geldikten sonra bizzat perdesiz onunla görüşüp bir derece yanaşmak dâvâ edebilirsin.


Dipnot-1

“Herşeyin hüküm ve tasarrufu Onun elindedir.” Yâsin Sûresi, 36:83.

Dipnot-2

“Hiçbir canlı yoktur ki, Allah onu alnından tutup kudretine boyun eğdirmiş olmasın.” Hûd Sûresi, 11:56.

Dipnot-3

“Biz ona şahdamarından daha yakınız.” Kaf Sûresi, 50:16.

Dipnot-4

“Siz de Ona döndürüleceksiniz.” Yâsin Sûresi, 36:83.

Dipnot-5

“Melekler ve Cebrail, ellibin sene uzunluğundaki bir günde Ona yükselirler.” Meâric Sûresi, 70:4.

Dipnot-6

bk. İmam Gazâlî, İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn, 1:101; Ebû Ya’lâ, el-Müsned 13:520; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat 6:278, 8:382; er-Rûyânî, el-Müsned 2:212; İbni Ebî Âsım, es-Sünne 2:367.


âhir: son (bk. e-ḫ-r)
âyine: ayna
bedir: dolunay, ayın en parlak hali
bu’diyet: uzaklık
cihet: yön
cilve: yansıma, akis (bk. c-l-y)
cüz’î: küçük, az (bk. c-z-e)
elvan: renkler
fehm: anlayış
haddinden tecavüz etmek: çizgiyi aşmak, ileri gitmek
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hicab: perde
inbisat etme: genişleme, yayılma
kamer: ay
kurbiyet-i İlâhiye: Allah’a yakınlık (bk. e-l-h)
küre-i arz: yerküre, dünya
mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)mazhar: yansıma ve görünme yeri (bk. ẓ-h-r)
meratib-i külliyet: büyük mertebeler (bk. k-l-l)
mertebe-i aslî: asıl mertebe
Mirac: Peygamberimizin Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk (bk. a-r-c)
mukabil: karşılık
mukayyet: kayıtlı, sınırlı
nefs-i pürvesvas: çok vesveseli nefis (bk. n-f-s)
nevi: çeşit
nihayet: son
sırr-ı gâmız: anlaşılması zor mesele
şua: ışık, parıltı
taife: topluluk
takrip: yakınlaştırma
tecellî: görünüm, yansıma (bk. c-l-y)
tecerrüd: soyutlanma, sıyrılma
varid olan: söylenen

Öyle de, o Celîl-i Pürkemâl, o Cemîl-i Bîmisâl, o Vâcibü’l-Vücud, o Mûcid-i Küll-i Mevcud, o Şems-i Sermed, o Sultan-ı Ezel ve Ebed, sana senden yakındır. Sen Ondan nihayetsiz uzaksın. Kuvvetin varsa, temsildeki dekaiki tatbik et.

Saniyen: Meselâ, 

وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰى 

bir padişahın çok isimleri içinde Kumandan ismi çok mütedahil dairelerde tezahür eder. Serasker daire-i külliyesinden tut, müşiriyet ve ferikiyet, ta yüzbaşı, ta onbaşıya kadar, geniş ve dar, küllî ve cüz’î dairelerde de zuhur ve tecellîsi vardır. Şimdi, bir nefer, hizmet-i askeriyesinde, onbaşı makamında tezahür eden cüz’î kumandanlık noktasını merci tutar, kumandan-ı âzamına şu cüz’î cilve-i ismiyle temas eder ve münasebettar olur. Eğer asıl ismiyle temas etmek, ona o ünvanla görüşmek istese, onbaşılıktan ta serasker mertebe-i külliyesine çıkmak lâzım gelir.

Demek padişah, o nefere ismiyle, hükmüyle, kanunuyla ve ilmiyle, telefonuyla ve tedbiriyle ve—eğer o padişah, evliya-i abdaliyeden nuranî olsa—bizzat huzuruyla gayet yakındır. Hiçbir şey mâni olup hâil olamaz. Halbuki o nefer gayet uzaktır. Binler mertebeler hâil, binler hicaplar fâsıldır. Fakat bazan merhamet eder; hilâf-ı âdet, bir neferi huzuruna alır, lütf una mazhar eder.

Öyle de, emr-i كُنْ فَيَكُونُ 2 ‘a mâlik, güneşler ve yıldızlar emirber nefer hükmünde olan Zât-ı Zülcelâl, herşeye herşeyden daha ziyade yakın olduğu halde, herşey Ondan nihayetsiz uzaktır. Onun huzur-u kibriyâsına perdesiz girmek istenilse, zulmanî ve nuranî, yani maddî ve ekvânî ve esmâî ve sıfâtî yetmiş binler hicaptan geçmek, her ismin binler hususî ve küllî derecât-ı tecellîsinden çıkmak, gayet yüksek tabakat-ı sıfâtında mürur edip ta İsm-i Âzamına mazhar olan


Dipnot-1

“En yüce misaller Allah içindir.” Nahl Sûresi, 16:60.

Dipnot-2

“(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.


Celîl-i Pürkemâl: sonsuz kemâl ve haşmet sahibi Allah (bk. c-l-l; k-m-l)
Cemîl-i Bîmisâl: benzersiz güzellik sahibi Allah (bk. c-m-l; m-s̱-l)
cilve-i isim: ismin cilvesi, görüntüsü (bk. c-l-y; s-m-v)
cüz’î: küçük, dar (bk. c-z-e)
daire-i külliye: büyük ve geniş daire (bk. k-l-l)
dekaik: incelikler
derecât-ı tecellî: yansıma dereceleri (bk. c-l-y)
ekvânî: varlıklarla ilgili (bk. k-v-n)
emirber nefer: emre hazır asker
esmâî: isimlerlehhhhh ilgili (bk. s-m-v)
evliya-i abdaliye: bir anda birkaç yerde görülebilen veliler (bk. v-l-y)
fâsıl: ara, ayırıcı
ferikiyet: generallik
hâil: engel
hicap: perde
hilâf-ı âdet: kuraldışı olarak
hizmet-i askeriye: askerlik hizmeti
huzur-u kibriyâ: sonsuz büyüklük sahibi Allah’ın huzuru (bk. ḥ-ḍ-r; k-b-r)
İsm-i Âzam: Cenab-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı (bk. s-m-v; a-z-m)
küllî: büyük, kapsamlı (bk. k-l-l)
kumandan-ı âzam: en büyük kumandan (bk. a-ẓ-m)
lütuf: iyilik, ikram, bağış (bk. l-ṭ-f)
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
mazhar: sahip olma, erişme (bk. ẓ-h-r)
merci: kaynak, başvurulacak yer
mertebe-i külliye: büyük ve kapsamlı mertebe (bk. k-l-l)
Mûcid-i Küll-i Mevcud: bütün varlıkları yoktan var eden Allah (bk. v-c-d; k-l-l)
mürur etme: geçme
müşiriyet: mareşallik
mütedahil: birbiri içinde
nefer: asker, er
nuranî: nurlu, parlak (bk. n-v-r)
saniyen: ikinci olarak
Şems-i Sermed: Sonsuz Güneş; bu tâbir herşeyi nurlandıran Allah için bir benzetme olarak kullanılır
serasker: ordu komutanı
sıfâtî: sıfatlarla ilgili (bk. v-ṣ-f)
Sultan-ı Ezel ve Ebed: başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, Allah (bk. s-l-ṭ; e-z-l; e-b-d)
tabakat-ı sıfât: sıfat tabakaları (bk. v-ṣ-f)
tecelli: yansıma, görünme (bk. c-l-y)
tedbir: idare etme (bk. d-b-r)
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
tezahür: görünme (bk. ẓ-h-r)
Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b; v-c-d)
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)
ziyade: çok, fazla
zuhur: görünme (bk. ẓ-h-r)
zulmanî: karanlık (bk. ẓ-l-m)

Copyright © Söz Basım Yayın


Arş-ı Âzamına uruc etmek, eğer cezb ve lütfu olmazsa binler seneler çalışmak ve sülûk etmek lâzım gelir. Meselâ, sen Ona Hâlık ismiyle yanaşmak istersen, senin Hâlıkın hususiyetiyle, sonra bütün insanların Hâlıkı cihetiyle, sonra bütün zîhayatların Hâlıkı ünvanıyla, sonra bütün mevcudatın Hâlıkı ismiyle münasebettarlık lâzım gelir. Yoksa zıllde kalırsın, yalnız cüz’î bir cilveyi bulursun.

Bir ihtar: Temsildeki padişah, aczi için, kumandanlık isminin meratibinde müşir ve ferik gibi vasıtalar koymuştur. Fakat بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ 1 olan Kadîr-i Mutlak, vasıtalardan müstağnidir. Vasıtalar sırf zahirîdirler. Perde-i izzet ve azamettirler. Ubûdiyet ve hayret ve acz ve iftikar içinde saltanat-ı Rububiyetine dellâldırlar, temâşâgerdirler. Muîni değiller; şerik-i saltanat-ı Rububiyet olamazlar.


Dipnot-1

“Herşeyin hüküm ve tasarrufu Onun elindedir.” Yâsin Sûresi, 36:83.


acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
Allahu ekber: Allah en büyüktür (bk. k-b-r)
Arş-ı Âzam: Cenab-ı Allah’ın sınırsız egemenliğinin ve yüceliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş; a-z-m)
cezb: çekmecilve: yansıma, görünüş (bk. c-l-y)
cüz’î: küçük, az (bk. c-z-e)
cüz’iyat: küçüklük ve ferdî şeyler (bk. c-z-e)
dellâl: ilan edici, duyurucu
devâir-i külliye: geniş ve kapsamlı daireler (bk. k-l-l)
ferik: general
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık: yaratıcı, herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
harekât-ı salâtiye: namazın hareketleri (bk. ṣ-l-v)
hususiyet: özellik
huzur-u şahane: padişahın huzuru (bk. ḥ-ḍ-r)
iftikar: fakirliğini gösterme (bk. f-ḳ-r)
ihtar: hatırlatma, ikaz
Kadîr-i Mutlak: sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
kat’-ı meratip: mertebeleri aşma
kayd-ı maddiyat: maddi kayıt, bağ
küllî: büyük, kapsamlı (bk. k-l-l)
lütuf: iyilik, ikram, bağış (bk. l-ṭ-f)
Mâbûd-u Cemîl-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve güzellik sahibi, kendisine ibadet edilen Allah (bk. a-b-d; c-m-l; ẕü; c-l-l)
mahz-ı lütuf: ikram ve iyiliğin tâ kendisi (bk. l-ṭ-f)
mahz-ı rahmet: rahmetin tâ kendisi (bk. r-ḥ-m)
mazhariyet-i azîme: büyük mazhariyet, nailiyet (bk. ẓ-h-r; a-z-m)
meratib: mertebeler, dereceler
mertebe-i külliye-i ubûdiyet: Allah’a kulluğun büyük ve kapsamlı mertebesi (bk. k-l-l; a-b-d)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mirac: yükseliş, Allah’ın huzuruna çıkma (bk. a-r-c)
muîn: yardımcı
münasebettar: ilişkili, bağlantılı (bk. n-s-b)
müşerref: şereflenme
müşir: mareşal
müstağni: ihtiyacı olmama (bk. ğ-n-y)
nefer: asker, er
nisbet: oran (bk. n-s-b)
perde-i izzet ve azamet: izzet ve büyüklüğün önündeki perde (bk. a-z-z; a-ẓ-m)
sabık: önceki
saltanat-ı Rububiyet: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. s-l-ṭ; r-b-b)
şerik-i saltanat-ı Rububiyet: Cenab-ı Hakkın Rablık saltanatına ortak (bk. s-l-ṭ; r-b-b)
sülûk etmek: yol almak
tecerrüd: sıyrılma
temâşâger: seyirci
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
terakkiyat-ı mâneviye: mânevî ilerleme, yükselme (bk. a-n-y)
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
uruc etmek: yükselmek (bk. a-r-c)
zahirî: görünürde (bk. ẓ-h-r)
Zât-ı Celîl-i Zülcemâl: sonsuz güzellik ve haşmet sahibi Zât, Allah (bk. c-l-l; ẕü; c-m-l)
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)zıll: gölge

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Altıncı Söz, Üçüncü Şua, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.277


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı

13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret

12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas

12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas

12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas

11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2

10.16. Onuncu Söz Hatime

10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat

10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat

10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat

10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat

10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat

10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat

10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat

10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat

10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat

10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat

10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat

10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat

10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .

10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret

10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler

9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte

9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler

8. Sekizinci Söz

7. Yedinci Söz

6. Altıncı Söz

5. Beşinci Söz

4. Dördüncü Söz

3. Üçüncü Söz

2. İkinci Söz

1. Birinci Söz


8. sınıf fen konuları Bediüzzaman Cumartesi Dersleri EĞİTİM Eğitim Eğitim Haberleri Eğitim ve Öğretim Fen Bilimleri Fen Bilimleri 8 Fen Bilimleri 8 Yaprak Test Fen Bilimleri 8 Yaprak Testler fen bilimleri 8. sınıf test çöz fiziksel olaylar Güneş Kur'an Kur'an-ı Kerim Kur'ân-ı Hakîm Matematik Mucize On Dokuzuncu Söz On Dokuzuncu Söz – Risalet-i Ahmediyeye dairdir On Üçüncü Söz Ortaokul Ortaokul Fen Bilimleri 8 Ortaokul Fen Bilimleri 8 Yaprak Test ORTAÖĞRETİM Partilerin Eğitim Programları Risale-i Nur Külliyatı Said Nursi Svenska Sözler SİYASİ PARTİLERİN EĞİTİM PROGRAMLARI Yirmi Birinci Söz Yirminci Söz Yirminci Sözün İkinci Makamı Yirminci Söz İkinci Makam Yirmi İkinci Söz Yirmi İkinci Söz Birinci Makam Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı Yirmi İkinci Söz İkinci Makam ÇALIŞMA YAPRAĞI Üstad İLKOKUL İSVEÇÇE / SWEDISH / SVENSKA Şeytan

Kur’an ve Kainat Kitabına Göre Varlıkların Ani veya Tedricî – Yavaş Yavaş Derecelerle Yaratılmasının Sırrı ve Hikmeti Nedir? – Cumartesi Dersleri 16. 2.

Kur'an ve Kainat Kitabına Göre Varlıkların Ani veya Tedricî - Yavaş Yavaş Derecelerle Yaratılmasının Sırrı ve Hikmeti Nedir? - Cumartesi Dersleri 16. 2.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Kur’an ve Kainat Kitabına Göre Varlıkların Ani veya Tedricî – Yavaş Yavaş Derecelerle Yaratılmasının Sırrı ve Hikmeti Nedir?” sorusu cevaplandırılmaya çalışılıyor. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden On Altıncı Söz İkinci Şua.

Kur'an ve Kainat Kitabına Göre Varlıkların Ani veya Tedricî - Yavaş Yavaş Derecelerle Yaratılmasının Sırrı ve Hikmeti Nedir? - Cumartesi Dersleri 16. 2.
Kur’an ve Kainat Kitabına Göre Varlıkların Ani veya Tedricî – Yavaş Yavaş Derecelerle Yaratılmasının Sırrı ve Hikmeti Nedir? – Cumartesi Dersleri 16. 2.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

On Altıncı Söz

İKİNCİ ŞUA

Ey nefs-i bîhuş! Diyorsun ki:

 اِنَّمَۤا اَمْرُهُۤ اِذَۤا اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ 

hem 

اِنْ كَانَتْ اِلاَّ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَاِذَا هُمْ جَمِيعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ 

gibi âyetler, vücud-u eşya sırf bir emirle ve def’î olduğunu; ve

 صُنْعَ اللهِ الَّذِۤى اَتْقَنَ كُلَّ شَىْءٍ 

hem

 اَحْسَنَ كُلَّ شَىْءٍ خَلَقَهُ 

gibi âyetler, vücud-u eşya ilim içinde azîm bir kudretle, hikmet içinde dakik bir san’atla, tedricî olduğunu gösteriyorlar. Vech-i tevfiki nedir?

Elcevap: Kur’ân’ın feyzine istinaden deriz:


Dipnot-1

“Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.

Dipnot-2

“Tek bir sesledir ki, hepsi birden toplanıp huzurumuza getirilirler.” Yâsin Sûresi, 36:53.

Dipnot-3

“Allah’ın san’atıdır ki, herşeyi hikmetle, yerli yerinde ve sapa sağlam yaratmıştır.” Neml Sûresi, 27:88.

Dipnot-4

“O herşeyi en güzel şekilde yarattı.” Secde Sûresi, 32:7.


âlem-i ervah: ruhlar âlemi (bk. a-l-m; r-v-ḥ)
âlem-i misal: bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem (bk. a-l-m; m-s̱-l)
âyine-i cemâl: güzelliğin aynası (bk. c-m-l)
azîm: büyük (bk. a-ẓ-m)
Celîl-i Zülcemâl: sonsuz güzellik, haşmet ve yücelik sahibi olan Allah (bk. c-l-l; ẕü; c-m-l)
Cemîl-i Zülkemâl: kemâl ve güzellik sahibi Allah (bk. c-m-l; ẕü; k-m-l)
cilve-i ef’âl: İlâhî fiillerin yansıması (bk. c-l-y; f-a-l)
dakik: pek ince, nazik
def’î: birden bire
feyz: ilham, bereket ve ilim bolluğu (bk. f-y-ḍ)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
ilm-i muhit: her şeyi kuşatan ilim (bk. a-l-m)
irade-i külliye: herşeyi kuşatan irade (bk. r-v-d; k-l-l)
istinaden: dayanarak (bk. s-n-d)
kamer: ay
kesb etmek: kazanmak
kudret: kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)
kudret-i mutlaka: sınırsız güç ve iktidar (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
külliye: kapsamlı (bk. k-l-l)
külliyet: genellik; istidatların tamamını geliştirme (bk. k-l-l)
mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)
merâtib-i külliye: büyük ve kalabalık mertebeler (bk. k-l-l)
mertebe-i asliye: asıl mertebe
muhîta: kuşatıcı
mukayyet: kayıtlı, sınırlı
nefs-i bîhuş: akılsız nefis (bk. n-f-s)
nim-şeffaf: yarı şeffaf
sıfât: vasıflar, nitelikler (bk. v-ṣ-f)
şuûnat: işler, faaliyetler (bk. ş-e-n)
tecellî-i sıfât: sıfâtın görünmesi (bk. c-l-y; v-ṣ-f)
tecerrüd: sıyrılma, arınma
tedricî: yavaş yavaş
temsil: kıyaslama tarzında benzetme (bk. m-s̱-l)
teveccüh-ü ehadiyet: Allah’ın herbir varlığa ayrı ayrı ve doğrudan teveccühü (bk. v-ḥ-d)
ulviyet: yücelik
umum: bütün
vech-i tevfik: uygunluk yönü
vücud-u eşya: varlıkların yaratılması (bk. v-c-d)
Zât-ı Akdes: her türlü kusur ve noksandan yüce olan Zât, Allah (bk. ḳ-d-s)
zılâl: gölgeler

Evvelâ: Münâfat yoktur. Bir kısım öyledir; iptidadaki icad gibi. Bir kısmı böyledir; mislini iade gibi.

Saniyen: Mevcudatta meşhud olan suhulet ve sür’at ve kesret ve vüs’at içinde nihayet intizam, gayet ittikan ve hüsn-ü san’at ve kemâl-i hilkat, şu iki kısım âyetlerin vücud-u hakikatlerine kat’iyen şehadet eder. Öyle ise, şunların hariçte tahakkukları medar-ı bahis olması lüzumsuzdur. Belki yalnız “Sırr-ı hikmeti nedir?” denilebilir. Öyle ise, biz dahi, bir kıyas-ı temsilî ile şu hikmete işaret ederiz.

Meselâ, nasıl ki terzi gibi bir san’atçı, birçok külfetler, maharetlerle musannâ birşeyi icad eder ve ona bir model yapar. Sonra onun emsalini külfetsiz, çabuk yapabilir. Hattâ bazan öyle bir derece suhulet peyda eder ki, güya emreder, yapılır. Ve öyle kuvvetli bir intizam kesbeder—saat gibi—güya bir emrin dokunmasıyla işlenir ve işler.

Öyle de, Sâni-i Hakîm ve Nakkâş-ı Alîm, şu âlem sarayını müştemilâtıyla beraber bedi’ bir surette yaptıktan sonra, cüz’î ve küllî, cüz ve küll herşeye bir model hükmünde bir nizam-ı kaderî ile bir miktar-ı muayyen vermiştir. İşte, bak, o Nakkâş-ı Ezelî, herbir asrı bir model yaparak mu’cizat-ı kudretiyle murassâ, taze bir âlemi ona giydiriyor. Herbir seneyi bir mikyas ederek havârık-ı rahmetiyle musannâ, taze bir kâinatı o kamete göre dikiyor. Herbir günü bir satır yaparak dekaik-i hikmetiyle müzeyyen, mücedded mevcudatı onda yazıyor.

Hem o Kadîr-i Mutlak, herbir asrı, herbir seneyi, herbir günü bir model yaptığı gibi, rû-yi zemini, herbir dağ ve sahrâyı, bağ ve bostanı, herbir ağacı birer model yapmıştır. Vakit bevakit, taze taze birer kâinatı zeminde kuruyor, birer yeni dünyayı icad ediyor, birer âlemi alıp da diğer muntazam bir âlemi getiriyor. Mevsim bemevsim, her bağ ve bostanda taze taze mu’cizât-ı kudretini ve hedâyâ-yı rahmetini gösterir, yeni birer kitab-ı hikmetnümâ yazıyor, taze taze birer


âlem: dünya (bk. a-l-m)
bedi’: güzel, eşsiz (bk. b-d-a)
bostan: bahçe
cüz: kısım, parça (bk. c-z-e)
cüz’î: küçük, az (bk. c-z-e)
dekaik-i hikmet: hikmet incelikleri (bk. ḥ-k-m)
emsal: benzer (bk. m-s̱-l)
evvelâ: ilk olarak
hariç: dış
havârık-ı rahmet: rahmet harikaları (bk. r-ḥ-m)
hedâyâ-yı rahmet: rahmet hediyeleri (bk. r-ḥ-m)
hüsn-ü san’at: sanatın güzelliği (bk. ḥ-s-n, ṣ-n-a)
icad: var etme, yoktan yaratma; yapma, meydana getirme (bk. v-c-d)
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
iptida: başlangıç
ittikan: sağlamlık
Kadîr-i Mutlak: sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
kâinat: evren, yaratılmış herşey, (bk. k-v-n)
kamet: biçim ve boy, endam
kat’iyen: kesinlikle
kemâl-i hilkat: yaratılışın mükemmelliği (bk. k-m-l; ḫ-l-ḳ)
kesbetme: kazanma
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
kitab-ı hikmetnümâ: hikmetli kitap (bk. k-t-b; ḥ-k-m)
kıyas-ı temsilî: kıyaslamaya dayanan benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
külfet: zorluk
küll: hep, bütün (bk. k-l-l)
küllî: çok, tür, topluluk (bk. k-l-l)
maharet: beceri, yetenek
medar-ı bahis: sözkonusu
meşhud olan: görünen (bk. ş-h-d)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
miktar-ı muayyen: belirlenmiş miktar (bk. ḳ-d-r)
mikyas: ölçek
misil: benzer (bk. m-s̱-l)
mu’cizât-ı kudret: Allah’ın kudret mu’cizeleri (bk. a-c-z; ḳ-d-r)
mücedded: yenilenen
münâfat: zıtlık, terslik
muntazam: düzenli, tertipli (bk. n-ẓ-m)
murassâ: süslenmiş
musannâ: sanatlı (bk. ṣ-n-a)
müştemilât: içindekiler
müzeyyen: zinetli, süslenmiş (bk. z-y-n)
Nakkaş-ı Alîm: her şeyi bilen ve her şeyi san’atlı bir şekilde işleyen Allah (bk. n-ḳ-ş; a-l-m)
Nakkaş-ı Ezelî: herşeyi san’atlı bir şekilde işleyen, varlığının başlangıcı olmayıp sonradan var olmayan Allah (bk. n-ḳ-ş; e-z-l)
nihayet: son derece
nizam-ı kaderî: kader ölçüsü (bk. n-ẓ-m; ḳ-d-r)
rû-yi zemin: yeryüzü
sahrâ: ova
Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve sanatlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)
saniyen: ikinci olarak
sırr-ı hikmet: hikmetin sırrı (bk. ḥ-k-m)
suhulet: kolaylık
suhulet peyda etmek: kolaylık kazanmak
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tahakkuk: gerçekleşme (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
vücud-u hakikat: gerçek varlık (bk. v-c-d; ḥ-ḳ-ḳ)
vüs’at: genişlik

matbaha-i rahmetini kuruyor, mücedded bir hulle-i san’atnümâ giydiriyor. Her baharda, herbir ağaca sündüs-misal taze bir çarşaf giydiriyor, lü’lü’-misal yeni bir murassaatla süslendiriyor, yıldız-misal rahmet hediyeleriyle ellerini dolduruyor.

İşte, şu işleri nihayet hüsn-ü san’at ve kemâl-i intizamla yapan ve şu birbiri arkasında gelen ve zaman ipine takılan seyyar âlemleri nihayet hikmet ve inâyet ve kemâl-i kudret ve san’atla değiştiren Zat, elbette gayet Kadîr ve Hakîmdir, nihayet derecede Basîr ve Alîmdir. Tesadüf onun işine karışamaz. İşte, o Zât-ı Zülcelâldir ki, şöyle ferman ediyor:

اِنَّمَۤا اَمْرُهُۤ اِذَۤا اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ     1

وَمَۤا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُ     2

deyip, hem kemâl-i kudretini ilân, hem kudretine nisbeten haşir ve kıyamet gayet sehl ve külfetsiz olduğunu beyan ediyor. Emr-i tekvinîsi kudret ve iradeyi tazammun ettiğini ve bütün eşya, evâmirine gayet musahhar ve münkad olduklarını ve mübaşeretsiz, muâlecesiz halk ettiği için icadındaki suhulet-i mutlakayı ifade için, sırf bir emirle işler yaptığını, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan ile ferman ediyor.

Hasıl-ı kelâm: Bir kısım âyetler, eşyada, hususan bidayet-i icadında gayet derecede hüsn-ü san’atı ve nihayet derecede kemâl-i hikmeti ilân ediyor. Diğer kısmı, eşyada, hususan tekrar icadında ve iadesinde gayet derecede suhulet ve sür’atini, nihayet derecede inkıyad ve külfetsizliğini beyan eder.


Dipnot-1

“Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.

Dipnot-2

“Kıyametin gerçekleşmesi göz açıp kapayıncaya kadar, yahut ondan da yakındır.” Nahl Sûresi, 16:77.


Alîm: herşeyi bilen, sonsuz ilim sahibi Allah (bk. a-l-m)
Basîr: herşeyi gören Allah (bk. b-ṣ-r)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
bidayet-i icad: yaratılışın başlangıcı (bk. v-c-d)
emr-i tekvinî: yaratma emri (bk. k-v-n)
eşya: şeyler, varlıklar
evâmir: emirler
ferman etmek: buyurmak
Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah (bk. ḥ-k-m)
halk etmek: yaratmak (bk. ḫ-l-ḳ)
haşir: öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)
hasıl-ı kelâm: sözün özü (bk. k-l-m)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hulle-i san’atnümâ: san’atlı elbise (bk. ṣ-n-a)
hüsn-ü san’at: güzel san’at (bk. ḥ-s-n; ṣ-n-a)
hususan: özellikle
icad: yoktan yaratma (bk. v-c-d)
inayet: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenlilik (bk. a-n-y)
inkıyad: itaat etme
irade: dileme, tercih (bk. r-v-d)
Kadîr: sonsuz güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r)
kemâl-i hikmet: hikmetin mükemmelliği (bk. k-m-l; ḥ-k-m)
kemâl-i intizam: mükemmel düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
kemâl-i kudret ve san’at: kudret ve san’atın mükemmelliği (bk. k-m-l; ḳ-d-r; ṣ-n-a)kıyamet: varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
külfetsiz: zahmetsiz, kolay
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla mu’cize olan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
lü’lü’-misal: inci gibi (bk. m-s̱-l)
matbaha-i rahmet: rahmet mutfağı (bk. r-ḥ-m)
muâlecesiz: doğrudan doğruya
mübaşeretsiz: temas etmeksizin
mücedded: yenilenen
münkad: itaat etmiş
murassaât: mücevherlerle süslü
musahhar: boyun eğmiş
nihayet: son derece; son
nisbeten: oranla, kıyasla (bk. n-s-b)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
sehl: kolay
seyyar: hareketli, gezici
suhulet: kolaylık
suhulet-i mutlaka: sınırsız kolaylık (bk. ṭ-l-ḳ)
sündüs-misal: ipekli kumaş gibi (bk. m-s̱-l)
tazammun: kapsama, içine alma
yıldız-misal: yıldız gibi (bk. m-s̱-l)
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Altıncı Söz, İkinci Şua, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.274

Allah’ın herşeye yakın olması; ve birliği ile her işi bizzat elinde tutması – On Altıncı Söz – Birinci Şua – Cumartesi Dersleri 16. 1.

Allah'ın herşeye yakın olması; ve birliği ile her işi bizzat elinde tutması - Cumartesi Dersleri 16. 1.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Allah’ın herşeye yakın olması; ve birliği ile her işi bizzat elinde tutması” konusu ele alınmaktadır. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden On Altıncı Söz Birinci Şua.

Allah'ın herşeye yakın olması; ve birliği ile her işi bizzat elinde tutması - Cumartesi Dersleri 16. 1.
Allah’ın herşeye yakın olması; ve birliği ile her işi bizzat elinde tutması – Cumartesi Dersleri 16. 1.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

On Altıncı Söz

اِنَّمَۤا اَمْرُهُۤ اِذَۤا اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
فَسُبْحَانَ الَّذِى بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ     1

 İtminan-ı nefsime medar olacak, zulmeti dağıtacak şu âyetin nurundan Dört Şuâı göstermekle kör nefs ime bir basiret vermek için yazılmıştır.

BİRİNCİ ŞUA

Ey nefs-i nadan! Diyorsun ki: “Ehadiyet-i Zât-ı İlâhiye ile külliyet-i ef’âli; ve vahdet-i şahsiyesiyle muinsiz umumiyet-i Rububiyeti; ve ferdâniyeti ile şeriksiz şümul-ü tasarrufatı; ve mekândan münezzehiyetiyle her yerde hazır bulunması; ve nihayetsiz ulviyetiyle herşeye yakın olması; ve birliği ile her işi bizzat elinde tutması, hakaik-ı Kur’âniyedendir. Kur’ân ise hakîmdir. Hakîm ise, akıl kabul etmeyen şeyleri akla tahmil etmez. Akıl ise, zahirî bir münâfâtı görüyor. Aklı teslime sevk edecek bir izah isterim.

Elcevap: Madem öyledir; itminan için istersen, biz de Kur’ân’ın feyzine istinaden diyoruz: İsm-i Nur çok müşkilâtımızı halletmiş; inşaallah bunu da halleder. Akla vâzıh, kalbe nuranî olacak temsil yolunu ihtiyar ile, İmam-ı Rabbânî (r.a.) gibi deriz:


Dipnot-1

“(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir. Şanı ne yücedir Onun ki, herşeyin hüküm ve tasarrufu elindedir. Siz de ona döneceksiniz.” Yâsin Sûresi, 36:82-83.


basiret: görüş ve seziş (bk. b-ṣ-r)
Ehadiyet-i Zât-ı İlâhiye: Allah’ın Zâtının birliği (bk. v-ḥ-d; e-l-h)
ferdâniyet: birlik ve teklik (bk. f-r-d)
feyz: ilham, bereket ve ilim bolluğu (bk. f-y-ḍ)
hakaik-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın hakikatleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakîm: hikmet sahibi (bk. ḥ-k-m)
ihtiyar: irade, seçme, tercih (bk. ḫ-y-r)
İmam-ı Rabbânî: (bk. bilgiler)
ism-i Nur: Allah’ın Nur ismi (bk. s-m-v; n-v-r)
istinaden: dayanarak (bk. s-n-d)
itminan: inanma, tatmin olma
itminan-ı nefis: nefsin tam kanaatle inanması (bk. n-f-s)
külliyet-i ef’âl: işlerin çokluğu ve kapsamlılığı (bk. k-l-l; f-a-l)
medar: sebep, vesile
muinsiz: yardımcısız
münâfât: tezat, zıtlık
münezzehiyet: arınmış ve yüce olma (bk. n-ẓ-h)
müşkilât: zorluklar
nefis: kişinin kendisi; insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)
nefs-i nadan: cahil nefis (bk. n-f-s)
nihayetsiz: sonsuz
nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r)
nuranî: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)
şeriksiz: ortaksız
şuâ: ışık, parıltı
şümul-ü tasarrufat: tasarrufların her şeyi kaplaması (bk. ṣ-r-f)
tahmil etmek: yüklemek
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
ulviyet: yücelik
umumiyet-i Rububiyet: Cenab-ı Hakkın idare ve terbiye ediciliğinin ve egemenliğinin her şeyi kuşatması (bk. r-b-b)
vahdet-i şahsiye: şahsın birliği (bk. v-h-d)
vâzıh: açık, âşikar
zahirî: görünürdeki (bk. ẓ-h-r)
zulmet: karanlık (bk. ẓ-l-m)

  نَه شَبَمْ نَه شَبْ پَرَسْتَمْ مَنْ     غُلاٰمِ شَمْسَمْ اَزْشَمْسِ مِى گُويَمْ خَبَرْ     1

Temsil, i’câz-ı Kur’ân’ın en parlak bir âyinesi olduğundan, biz dahi bir temsille şu sırra bakacağız. Şöyle ki:

Birtek zat, muhtelif merâyâ vasıtasıyla külliyet kesb eder. Cüz’î-yi hakikî iken, umumî şuûnâta mâlik bir küllî hükmüne geçer. Meselâ, şems, bir cüz’î-yi müşahhas iken, eşya-yı şeffâfe vasıtasıyla öyle bir küllî hükmüne geçer ki, rû-yi zemini timsalleriyle, akisleriyle dolduruyor. Hattâ katarat ve parlak zerrat adedince cilveleri bulunuyor. Güneşin harareti ve ziyası ve ziyasının içinde olan yedi renkli elvân-ı seb’ası, herbirisi, mukabilindeki eşyaya muhit, âmm ve şamil oldukları halde, herbir şeffaf şey dahi güneşin timsaliyle beraber harareti, hem ziyayı, hem elvân-ı seb’ayı gözbebeğinde saklıyor ve sâfi kalbini ona bir taht yapıyor.

Demek, şems, vâhidiyet haysiyetiyle ona mukabil umum eşyaya muhit olduğu gibi; ehadiyet cihetiyle, herbir şeyde güneş çok vasıflarıyla beraber, bir nevi cilve-i zatıyla bulunur. Madem temsilden temessül bahsine geçtik. Temessülün çok envâından şu meseleye medar olacak üç nev’ine işaret ederiz.

Birincisi: Kesif, maddî şeylerin akisleridir. O akisler hem gayrdır, ayn değil; hem mevattır, ölüdür. Hüviyet-i suriyesinden başka hiçbir hâsiyete mâlik değil. Meselâ sen âyineler mahzenine girsen, bir Said binler Said olur. Fakat zîhayat yalnız sensin. Ötekiler ölüdürler; hayat hassaları onlarda yoktur.

İkincisi: Maddî nuranînin akisleridir. Şu akis ayn değil, fakat gayr da değil. Mahiyeti tutmuyor; fakat o nurânînin ekser hâsiyetlerine mâliktir, onun gibi hayy sayılıyor.

Meselâ, şems dünyaya girdi, herbir âyinede aksini gösterdi. O akislerin herbirinde, güneşin hassaları hükmünde olan hararet, ziya ve ziyadaki elvân-ı seb’a bulunuyor. Eğer, faraza, güneş zîşuur olsaydı—harareti ayn-ı kudreti, ziyası ayn-ı ilmi, elvân-ı seb’ası sıfât-ı seb’ası olsaydı—o vakit, o tek ve yekta bir


Dipnot-1

“Ben ne geceyim, ne de geceye kulluk ederim. Ben bir hakikat güneşinin hâdimiyim ki, size ondan haber getiriyorum.” İmam-ı Rabbânî, el-Mektûbât 1:124 (130. Mektup).


âmm: umumî, genel
âyine: ayna
ayn: aslı, kendisi
ayn-ı ilmi: ilmin kendisi (bk. a-l-m)
ayn-ı kudret: kudretin kendisi (bk. ḳ-d-r)
cilve: yansıma (bk. c-l-y)
cilve-i zât: zâtın görüntüsü (bk. c-l-y)
cüz’î-yi hakikî: gerçek fert, tek kişi (bk. c-z-e; ḥ-ḳ-ḳ)
cüz’î-yi müşahhas: somut bir fert, birey (bk. c-z-e)
ehadiyet: her bir varlıkta görünen birlik tecellisi (bk. v-ḥ-d)
ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
elvân-ı seb’a: yedi renk
envâ: çeşitler, türler
eşya-yı şeffâfe: şeffaf şeyler
faraza: varsayalım ki
gayr: diğeri, başkası
hararet: sıcaklık, ısı
hâsiyet: özellik, hususiyet
hassa: özellik
hayy: diri, canlı (bk. ḥ-y-y)
hüviyet-i suriye: görünüşteki şahsiyet
i’câz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın mu’cizeliği (bk. a-c-z)
katarat: damlalar
kesb etmek: kazanmak
kesif: yoğun, şeffaf olmayan
küllî: fertlerden oluşan topluluk, bireyler topluluğu (bk. k-l-l)
külliyet: fertlerden oluşan topluluk hâli (bk. k-l-l)
mahiyet: özellik, nitelik, iç yapı
mahzen: depo
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
medar: dayanak, vesile
merâyâ: aynalar
mevat: ölmüş (bk. m-v-t)
muhit: kapsayıcı, kuşatıcı
mukabil: karşılık
nev’: çeşit
nuranî: nurlu, parlak (bk. n-v-r)
rû-yi zemin: yeryüzü
sâfi: saf, temiz (bk. ṣ-f-y)
şamil: kapsamlı
şems: güneş
sıfât-ı seb’a: yedi sıfat (bk. v-ṣ-f)
şuûnât: özellikler, haller ve işler (bk. ş-e-n)
temessül: görüntünün belirmesi (bk. m-s̱-l)
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
umumî: genel
vâhidiyet: varlıkları kaplayan birlik tecellisi (bk. v-ḥ-d)
yekta: tek, eşsiz
zerrat: zerreler, atomlar
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
zîşuur: şuurlu, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)
ziya: ışık

güneş, bir anda herbir âyinede bulunur, herbirisini kendine bir nevi arş ve bir çeşit telefon yapabilirdi. Birbirine mâni olmazdı. Herbirimizle, âyinemiz vasıtasıyla görüşebilirdi. Biz ondan uzak iken, o bize bizden daha yakın olurdu.

Üçüncüsü: Nuranî ruhların aksidir. Şu akis hem hayydır, hem ayndır. Fakat âyinelerin kabiliyeti nisbetinde tezahür ettiğinden, o ruhun mahiyet-i nefsü’l-emriyesini tamamen tutmuyor.

Meselâ, Hazret-i Cebrail aleyhisselâm, Dıhye suretinde huzur-u Nebevîde bulunduğu1 bir anda, huzur-u İlâhîde, haşmetli kanatlarıyla Arş-ı Âzamın önünde secdeye gider,2 hem o anda hesapsız yerlerde bulunur, evâmir-i İlâhiyeyi tebliğ ederdi. Bir iş bir işe mâni olmazdı.

İşte, şu sırdandır ki, mahiyeti nur ve hüviyeti nuraniye olan Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâm, dünyada bütün ümmetinin salâvatlarını birden işitir ve kıyamette bütün asfiya ile bir anda görüşür. Birbirine mâni olmaz. Hattâ, evliyadan, ziyade nuraniyet kesb eden ve abdal denilen bir kısmı, bir anda birçok yerlerde müşahede ediliyormuş. Aynı zat, ayrı ayrı çok işleri görüyormuş.

Evet, nasıl cismaniyata cam ve su gibi şeyler âyine olur. Öyle de, ruhaniyata dahi hava ve esir ve âlem-i misalin bazı mevcudatı âyine hükmünde ve berk ve hayal sür’atinde bir vasıta-i seyir ve seyahat suretine geçerler. Ve o ruhanîler, hayal sür’atiyle o merâyâ-yı nazifede, o menâzil-i lâtifede gezerler. Bir anda binler yerlere girerler.

Madem güneş gibi âciz ve musahhar mahlûklar ve ruhanî gibi madde ile mukayyet nim-nuranî masnular, nuraniyet sırrıyla, bir yerde iken pek çok yerlerde bulunabilirler. Mukayyet bir cüz’î iken mutlak bir küllî hükmünü alırlar. Bir anda cüz’î bir ihtiyar ile pek çok muhtelif işleri yapabilirler. Acaba, maddeden mücerred ve muallâ; ve tahdid-i kayıt ve zulmet-i kesafetten münezzeh ve müberrâ; ve şu umum envar ve bütün nuraniyat Onun envâr-ı kudsiye-i esmâsının bir kesif


Dipnot-1

bk. Buharî, Menâkıb 25, Fezâilü’l-Kur’ân 1; Müslim, Îmân 271, Fezâili’s-Sahabe 100.

Dipnot-2

bk. Buharî, Bed’ü’l-Halk 6, Edeb 41, Tevhîd 33; Müslim, Îmân 346; Tirmizî, Tefsîru Sûre (16) 6.


abdal: Allah’a yönelmiş kimse, derviş
âlem-i misal: görüntüler âlemi (bk. a-l-m; m-s̱-l)
arş: taht (bk. a-r-ş)
Arş-ı Âzam: Cenab-ı Allah’ın sınırsız egemenliğinin ve büyüklüğünün tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş; a-z-m)
asfiya: Hz. Peygamberin çizgisinde yaşayan ilim ve takvâ sahibi kimseler (bk. ṣ-f-y)
âyine: ayna
ayn: aslı, kendisi
berk: şimşek
Cebrâil: (bk. bilgiler)
cismaniyat: maddî varlıklar
cüz’î: fert, birey; az (bk. c-z-e)
Dıhye: (bk. bilgiler)
envar: nurlar (bk. n-v-r)
envâr-ı kudsiye-i esmâ: Allah’ın isimlerinin mukaddes nurları (bk. n-v-r; ḳ-d-s; s-m-v)
esir: kâinatı kapladığına inanılan ince ve lâtif madde
evâmir-i İlâhiye: Allah’ın emirleri (bk. e-l-h)
evliya: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)
hayy: diri, canlı (bk. ḥ-y-y)
huzur-u İlâhi: Cenab-ı Allah’ın huzuru (bk. ḥ-ḍ-r; e-l-h)
huzur-u Nebevî: Hz. Peygamberin huzuru (bk. ḥ-ḍ-r; n-b-e)
ihtiyar: irade, tercih (bk. ḫ-y-r)
kesb etmek: kazanmak
kesif: yoğun, şeffaf olmayan
küllî: bireyler topluluğu (bk. k-l-l)
mahiyet-i nefsü’l-emir: birşeyin gerçek niteliği (bk. n-f-s)
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
masnu: sanat eseri varlık (bk. ṣ-n-a)
menâzil-i lâtife: güzel yerler (bk. n-z-l; l-ṭ-f)
merâyâ-yı nazife: temiz aynalar
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
muallâ: yüce
müberrâ: temiz, pâk
mücerred: soyutlanmış
mukayyet: kayıtlı, sınırlı
münezzeh: arınmış, yüce (bk. n-z-h)
müşahede: görme (bk. ş-h-d)
musahhar: boyun eğmiş
mutlak: sınrsız, kayıtsız (bk. ṭ-l-ḳ)
nevi: çeşit, tür
nim-nuranî: yarı parlak (bk. n-v-r)
nisbet: oran, ölçü (bk. n-s-b )
nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r)
nuranî: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)
nuraniyat: nurdan varlıklar (bk. n-v-r)
nuraniyet: nur özelliği (bk. n-v-r)
ruhaniyat: ruhanîler (bk. r-v-ḥ)
salâvat: Peygamberimize rahmet ve esenlik duası (bk. ṣ-l-v)
tahdid-i kayıt: kayıt altına alınma
tezahür: belirme, görünme (bk. ẓ-h-r)
vasıta-i seyir ve seyahat: seyir ve yolculuk vasıtası
zulmet-i kesafet: madde ve yoğunluğun karanlığı (bk. ẓ-l-m)

zılâli; ve umum vücut ve bütün hayat ve âlem-i ervah ve âlem-i misal nim-şeffaf bir âyine-i cemâli; ve sıfâtı muhîta; ve şuûnâtı külliye olan bir Zât-ı Akdesin irade-i külliye ve kudret-i mutlaka ve ilm-i muhitle tecellî-i sıfâtı ve cilve-i ef’âli içindeki teveccüh-ü ehadiyetinden hangi şey saklanabilir, hangi iş ağır gelebilir, hangi şey gizlenebilir, hangi fert uzak kalabilir, hangi şahıs külliyet kesb etmeden ona yanaşabilir?

Evet, nasıl güneş kayıtsız nuru, maddesiz aksi vasıtasıyla sana senin gözbebeğinden daha yakın olduğu halde, sen mukayyet olduğun için ondan gayet uzaksın. Ona yanaşmak için çok kayıtlardan tecerrüd etmek, çok merâtib-i külliyeden geçmek lâzım gelir. Adeta, mânen yer kadar büyüyüp, kamer kadar yükselip, sonra doğrudan doğruya güneşin mertebe-i asliyesine bir derece yanaşabilir ve perdesiz görüşebilirsin. Öyle de, Celîl-i Zülcemâl, Cemîl-i Zülkemâl sana gayet yakındır; sen Ondan gayet uzaksın. Kalbin kuvveti, aklın ulviyeti varsa, temsildeki noktaları hakikate tatbike çalış.

âlem-i ervah: ruhlar âlemi (bk. a-l-m; r-v-ḥ)
âlem-i misal: bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem (bk. a-l-m; m-s̱-l)
âyine-i cemâl: güzelliğin aynası (bk. c-m-l)
azîm: büyük (bk. a-ẓ-m)
Celîl-i Zülcemâl: sonsuz güzellik, haşmet ve yücelik sahibi olan Allah (bk. c-l-l; ẕü; c-m-l)
Cemîl-i Zülkemâl: kemâl ve güzellik sahibi Allah (bk. c-m-l; ẕü; k-m-l)
cilve-i ef’âl: İlâhî fiillerin yansıması (bk. c-l-y; f-a-l)
dakik: pek ince, nazik
def’î: birden bire
feyz: ilham, bereket ve ilim bolluğu (bk. f-y-ḍ)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
ilm-i muhit: her şeyi kuşatan ilim (bk. a-l-m)
irade-i külliye: herşeyi kuşatan irade (bk. r-v-d; k-l-l)
istinaden: dayanarak (bk. s-n-d)
kamer: ay
kesb etmek: kazanmak
kudret: kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)
kudret-i mutlaka: sınırsız güç ve iktidar (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
külliye: kapsamlı (bk. k-l-l)
külliyet: genellik; istidatların tamamını geliştirme (bk. k-l-l)
mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)
merâtib-i külliye: büyük ve kalabalık mertebeler (bk. k-l-l)
mertebe-i asliye: asıl mertebe
muhîta: kuşatıcı
mukayyet: kayıtlı, sınırlı
nefs-i bîhuş: akılsız nefis (bk. n-f-s)
nim-şeffaf: yarı şeffaf
sıfât: vasıflar, nitelikler (bk. v-ṣ-f)
şuûnat: işler, faaliyetler (bk. ş-e-n)
tecellî-i sıfât: sıfâtın görünmesi (bk. c-l-y; v-ṣ-f)
tecerrüd: sıyrılma, arınma
tedricî: yavaş yavaş
temsil: kıyaslama tarzında benzetme (bk. m-s̱-l)
teveccüh-ü ehadiyet: Allah’ın herbir varlığa ayrı ayrı ve doğrudan teveccühü (bk. v-ḥ-d)
ulviyet: yücelik
umum: bütün
vech-i tevfik: uygunluk yönü
vücud-u eşya: varlıkların yaratılması (bk. v-c-d)
Zât-ı Akdes: her türlü kusur ve noksandan yüce olan Zât, Allah (bk. ḳ-d-s)zılâl: gölgeler

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Altıncı Söz, Birinci Şua, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.271

Şeytanın İkinci Küçük Bir İtirazı – Kur’an’ın vecizliği, az sözle çok mânâlar ifade etmesi ve mucizeliği – On Beşinci Sözün Zeyli – Cumartesi Dersleri 15. 9.

Şeytanın İkinci Küçük Bir İtirazı - Kur'an'ın vecizliği, az sözle çok mânâlar ifade etmesi ve mucizeliği - On Beşinci Sözün Zeyli - Cumartesi Dersleri 15. 9.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlemiş olduğumuz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Şeytanın İkinci Küçük Bir İtirazı – Kur’an’ın vecizliği, az sözle çok mânâlar ifade etmesi ve mucizeliği” ele alınmaktadır. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nın Sözler isimli eserinden On Beşinci Sözün Zeyli son bölüm.

Şeytanın İkinci Küçük Bir İtirazı - Kur'an'ın vecizliği, az sözle çok mânâlar ifade etmesi ve mucizeliği - On Beşinci Sözün Zeyli - Cumartesi Dersleri 15. 9.
Şeytanın İkinci Küçük Bir İtirazı – Kur’an’ın vecizliği, az sözle çok mânâlar ifade etmesi ve mucizeliği – On Beşinci Sözün Zeyli – Cumartesi Dersleri 15. 9.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

On Beşinci Sözün Zeyli

Şeytanın İkinci Küçük Bir İtirazı

Sûre-i

 قۤ وَالْقُرْاٰنِ الْمَجِيدِ 

i okurken,

مَا يَلْفِظُ مِنْ قَوْلٍ اِلاَّ لَدَيْهِ رَقِيبٌ عَتِيدٌ     وَجَۤاءَتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ بِالْحَقِّ ذٰلِكَ مَا كُنْتَ مِنْهُ تَحِيدُ     وَنُفِخَ فِى الصُّورِ ذٰلِكَ يَوْمُ الْوَعِيدِ     وَجَۤاءَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَعَهَا سَۤائِقٌ وَشَهِيدٌ     لَقَدْ كُنْتَ فِى غَفْلَةٍ مِنْ هٰذَا فَكَشَفْنَا عَنْكَ غِطَۤاءَكَ فَبَصَرُكَ الْيَوْمَ حَدِيدٌ     وَقَالَ قَرِينُهُ هٰذَا مَا لَدَىَّ عَتِيدٌ     اَلْقِيَا فِى جَهَنَّمَ كُلَّ كَفَّارٍ عَنِيدٍ     1

Şu âyetleri okurken Şeytan dedi ki: “Kur’ân’ın en mühim fesahatini, siz onun selâsetinde ve vuzuhunda buluyorsunuz. Halbuki şu âyette nereden nereye atlıyor! Sekerattan, tâ kıyamete atlıyor. Nefh-i surdan,2 muhasebenin hitâmına intikal ediyor ve ondan Cehenneme idhali zikrediyor. Bu acip atlamaklar içinde hangi selâset kalır? Kur’ân’ın ekser yerlerinde, böyle birbirinden uzak meseleleri birleştiriyor. Böyle münasebetsiz vaziyetiyle selâset ve fesahat nerede kalır?”

Elcevap: Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın esas-ı i’câzı, en mühimlerinden belâğatinden sonra îcâzdır. Îcaz, i’câz-ı Kur’ân’ın en metin ve en mühim bir esasıdır. Kur’ân-ı Hakîmde şu mucizâne îcaz o kadar çoktur ve o kadar güzeldir ki, ehl-i tetkik, karşısında hayrettedirler. Meselâ,

وَقِيلَ يَۤا اَرْضُ ابْلَعِى مَۤاءَكِ وَيَا سَمَۤاءُ اَقْلِعِى وَغِيضَ الْمَۤاءُ وَقُضِىَ اْلاَمْرُ


Dipnot-1

“İnsanın ağzından hiçbir söz çıkmaz ki, yanında onu yazmaya hazır, gözetleyici bir melek olmasın. Derken ölüm sarhoşluğu gerçekten geliverir. İşte senin kaçıp durduğun şey budur. Ve sûra üfürülür. Vaad olunan gün işte budur. Herkes yanında bir sevk eden, bir de şahitlik eden melekle beraber gelir. And olsun ki sen bundan gafildin. Şimdi gözünden perdeyi kaldırdık. Bakışın pek keskindir bugün! Yanındaki melek, ‘İşte onun defteri bende hazırdır’ der. Atın Cehenneme herbir inatçı kâfiri!” Kaf Sûresi, 50:18-24.

Dipnot-2

bk. En’âm Sûresi, 6:73; Kehf Sûresi, 18:99; Tâhâ Sûresi, 20:102; Mü’minûn Sûresi, 23:101; Neml Sûresi, 27:87; Yâsîn Sûresi, 36:49, 51, 53.


acip: şaşırtıcı, hayret verici
belâğat: maksada ve hale uygun güzel söz söyleme (bk. b-l-ğ)
ehl-i tetkik: dikkatle ve titizlikle araştıran kimseler
ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
esas-ı i’câz: mu’cizeliğin esası (bk. a-c-z)
fesâhat: dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılması (bk. f-ṣ-ḥ)
hitâm: son
i’câz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın mu’cizeliği (bk. a-c-z)
îcaz: vecizlik, az sözle çok mânâlar ifade etme (bk. v-c-z)
idhal: girme
intikal etme: geçme, yer değiştirme
kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m)
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
metin: sağlam
mu’cizâne: mu’cizeli bir şekilde (bk. a-c-z)
muhasebe: hesaba çekilme
münasebet: ilgi, bağlantı (bk. n-s-b)
nefh-i sur: Hz. İsrafil’in sur’a üflemesi, kıyametin kopması
sekerat: ölüm sarhoşluğu, can çekişme hali
selâset: sözün akıcı olma hali; ifadedeki âhenk, açıklık, kolaylık ve akıcılık (bk. s-l-s)
vuzuh: açıklık
zikretmek: anmak, belirtmek

وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِىِّ وَقِيلَ بُعْدًا لِلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ     1

kısa birkaç cümleyle Tufan hadise-i azîmesini netâiciyle öyle îcazkârâne ve mucizâne beyan ediyor ki, çok ehl-i belâğati, belâğatine secde ettirmiş.

Hem meselâ,

كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِطَغْوٰيهَا     اِذِ انْبَعَثَ اَشْقٰيهَا     فَقَالَ لَهُمْ رَسُولُ اللهِ نَاقَةَ اللهِ وَسُقْيٰيهَا     فَكَذَّبُوهُ فَعَقَرُوهَا فَدَمْدَمَ عَلَيْهِمْ رَبُّهُمْ بِذَنْبِهِمْ فَسَوّٰيهَا     وَلاَ يَخَافُ عُقْبٰيهَا     2

İşte, kavm-i Semud’un acip ve mühim hâdisâtını ve netâicini ve sû-i akıbetlerini böyle kısa birkaç cümle ile, îcaz içinde bir i’câz ile, selâsetli ve vuzuhlu ve fehmi ihlâl etmez bir tarzda beyan ediyor.

Hem meselâ,

وَذَا النُّونِ اِذْ ذَهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادٰى فِى الظُّلُمَاتِ اَنْ
لاَ اِلٰهَ اِلاَّۤ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ     3

İşte, 

اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ 

cümlesinden

 فَنَادٰى فِى الظُّلُمَاتِ 

cümlesine kadar çok cümleler matvîdir, o mezkûr olmayan cümleler ise fehmi ihlâl

etmiyor, selâsetine zarar vermiyor. Hazret-i Yunus aleyhisselâmın kıssasından mühim esasları zikreder, mütebâkisini akla havale eder.


Dipnot-1

“Ve denildi ki: ‘Ey yer, suyunu yut. Ey gök, suyunu tut.’ Su çekildi, iş bitirildi ve gemi Cûdî Dağına oturdu. Ve ‘Zalimler güruhu Allah’ın rahmetinden uzak olsun’ denildi.” Hûd Sûresi, 11:44.

Dipnot-2

“Semud kavmi, azgınlığı yüzünden peygamberini yalanladı. Onların en azgını başkaldırdığı zaman, Allah’ın Resulü kendilerine ‘Allah’ın bir mucize olarak yarattığı şu deveye dokunmayın; onun su içmesine mâni olmayın’ demişti. Onlar peygamberlerini yalanlayıp deveyi öldürdüler. Rableri de, günahları yüzünden onları azapla kuşatıp hepsini birden helâk etti. Allah onlara verdiği cezanın âkıbetinden korkacak değildir.” Şems Sûresi, 91:11-15.

Dipnot-3

“Balığın yuttuğu Yunus’u da hatırla ki, öfkelenerek kavmini terk etmiş ve Bizim de kendisini bu yüzden bir sıkıntıya uğratmayacağımızı sanmıştı. Sonra karanlıklar içinde kaldığında niyaz etti: ‘Senden başka ilâh yoktur; Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendisine zulmedenlerden oldum.'” Enbiyâ Sûresi, 21:87.

Dipnot-4

“Kendisini sıkıntıya uğratmayacağımızı.” Enbiyâ Sûresi, 21:87.

Dipnot-5

“Karanlıklar içinde nida etti.” Enbiyâ Sûresi, 21:87.


acip: hayret verici, şaşırtıcı
Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
ehl-i belâğat: edebiyatçılar, söz ve ifade uzmanları (bk. b-l-ğ)
fehm: anlayış, kavrayış
hâdisât: hadiseler, olaylar
hadise-i âzime: büyük olay (bk. ḥ-d-s̱; a-ẓ-m)
Hazret-i Yunus: (bk. bilgiler)
i’câz: mu’cize oluş (bk. a-c-z)
îcaz: vecizlik, az sözle çok mânâlar ifade etme (bk. v-c-z)
îcazkârâne: vecizeli bir şekilde, az sözle çok mânâlar ifade ederek (bk. v-c-z)
ihlâl etmek: bozmak, karıştırmak
kavm-i Semûd: Hz. Salih’in peygamber olarak gönderildiği fakat azgınlıklarından dolayı Allah’ın yok ettiği kavim
kıssa: ibretli hikâye
matvî: dürülmüş, sıkıştırılmış
mezkûr: anılan, sözü geçen
mühim: önemli
mütebaki: geri kalan kısım (bk. b-ḳ-y)
netâic: neticeler, sonuçlar
selâset: sözün akıcı olma hali; ifadedeki âhenk, açıklık, kolaylık ve akıcılık (bk. s-l-s)
sû-i akıbet: kötü son
Tufan: Nuh Tufanı, büyük su baskını
vuzuh: açıklık
zikretmek: anmak, bildirmek

Hem meselâ, Sûre-i Yusuf’ta 

فَاَرْسِلُونِ 

kelimesinden

 يُوسُفُ اَيُّهَا الصِّدِّيقُ 

ortasında yedi sekiz cümle, îcaz ile tayyedilmiş; hiç fehmi ihlâl etmiyor, selâsetine zarar vermiyor. Bu çeşit mucizâne îcazlar Kur’ân’da pek çoktur. Hem pek güzeldir.

Amma Sûre-i Kaf’ın âyeti ise, ondaki îcaz pek acip ve mucizânedir. Çünkü, kâfirlerin pek müthiş ve çok uzun ve bir günü elli bin sene olan istikbaline ve o istikbalin dehşetli inkılâbâtında kâfirin başına gelecek elîm ve mühim hâdisâta birer birer parmak basıyor, şimşek gibi fikri onlar üstünde gezdiriyor. O pek çok uzun zamanı, hazır bir sahife gibi nazara gösteriyor; zikredilmeyen hâdisâtı hayale havale edip alî bir selâsetle beyan eder.

وَاِذَا قُرِئَ الْقُرْاٰنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَاَنْصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ     3

İşte, ey Şeytan, şimdi bir sözün daha varsa söyle.

Şeytan der: “Bunlara karşı gelemem, müdafaa edemem. Fakat çok ahmaklar var, beni dinliyorlar. Ve insan suretinde çok şeytanlar var, bana yardım ediyorlar. Ve feylesoflardan çok firavunlar var, enâniyetlerini okşayan meseleleri benden ders alıyorlar, senin bu gibi Sözlerin neşrine sed çekerler. Bunun için sana teslim-i silâh etmem.”


Dipnot-1

Âyetin tamamı şöyle:

وَقَالَ الَّذ۪ى نَجَا مِنْهُمَا وَادَّكَرَ بَعْدَ اُمَّةٍ اَنَا اُنَبِّئُكُمْ بِتَاْو۪يلِه۪ فَاَرْسِلُون

(O iki gençten kurtulmuş olanı, bir hayli zaman sonra Yusuf’u hatırladı ve “Ben size bu rüyanın tâbirini bildiririm, beni zindana gönderin” dedi. Yusuf Sûresi 12:45.)

Dipnot-2

Âyetin tamamı şöyle:

يُوسُفُ اَيُّهَا الصِّدّ۪يقُ اَفْتِنَا ﯺﰍ سَبْعِ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَاْكُــلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعِ سُنْبُلَاتٍخُضْرٍ وَاُخَرَ يَابِسَاتٍ لَعَـﱱﱣﲀﱧ اَرْجِعُ اِﱫﱷ النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَعْلَمُونَ

(Zindana varınca, “Ey Yûsuf, ey doğru sözlü kişi,” dedi. “Yedi zayıf ineğin yediği yedi semiz ineği ve kurularla karışık yedi yeşil başağı bize tâbir et ki o insanların yanına bu haberle döneyim; belki böylece senin kadrini bilirler.” Yusuf Sûresi, 12:46.)

Dipnot-3

“Kur’ân okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki, rahmete erişesiniz.” A’râf Sûresi, 7:204.


acip: hayret verici, şaşırtıcı
ahmak: akılsız
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
dehşetli: korkunç
elîm: elemli, acı veren
enâniyet: benlik, gurur
fehm: anlayış, kavrayış
feylesof: filozof, felsefeci
hâdisât: hadiseler, olaylar (bk. ḥ-d-s̱)
îcaz: vecizlik, az sözle çok mânâlar ifade etme (bk. v-c-z)
ihlâl etmek: bozmak, karıştırmak
inkılâbât: değişimler, dönüşümler
istikbal: gelecek
kâfir: Allah’ı veya Allah’ın bildirdiği kesin şeylerden birini inkâr eden kimse (bk. k-f-r)
mu’cizâne: mu’cizeli bir şekilde (bk. a-c-z)
mühim: önemli
nazar: dikkat (bk. n-ẓ-r)
neşr: yayımlama
sed çekmek: engel koymak
selâset: sözün akıcı olma hali; ifadedeki âhenk, açıklık, kolaylık ve akıcılık (bk. s-l-s)
suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r)
tayyedilmek: atlanmak, çıkarılmak
teslim-i silâh etmek: teslim olmak, yenilgiyi kabul etmek
ulvî: yüce, yüksek
zikredilmek: anılmak, belirtilmek

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Beşinci Sözün Zeyli, Şeytanın İkinci Küçük Bir İtirazı, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.268

Şeytan ve onun taraftarlarına karşı Kur’ân’ın delili – Tarafsız olarak değerlendirme ne demek? – Cumartesi Dersleri 15. 8.

Şeytan ve onun taraftarlarına karşı Kur’ân’ın delili - Tarafsız olarak değerlendirme ne demek - Cumartesi Dersleri 15. 8.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Şeytan ve onun taraftarlarına karşı Kur’ân’ın delili – Tarafsız olarak değerlendirme ne demek?” konusu ele alınmaktadır. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Sözler isimli eserinden On Beşinci Sözün Zeyli.

Şeytan ve onun taraftarlarına karşı Kur’ân’ın delili - Tarafsız olarak değerlendirme ne demek - Cumartesi Dersleri 15. 8.
Şeytan ve onun taraftarlarına karşı Kur’ân’ın delili – Tarafsız olarak değerlendirme ne demek – Cumartesi Dersleri 15. 8.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

On Beşinci Sözün Zeyli

(Yirmi Altıncı Mektup’un Birinci Mebhası)

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ     وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ     1

وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللهِ اِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ     2

 Hüccetü’l-Kur’ân ale’ş-Şeytan ve Hizbihî

İBLİS’İ İLZAM, şeytanı ifham, ehl-i tuğyanı iskât eden Birinci Mebhas, bîtarafâne muhakeme içinde Şeytanın müdhiş bir desisesini, kat’î bir surette reddeden bir vakıadır. O vakıanın mücmel bir kısmını on sene evvel Lemeâtta yazmıştım. Şöyle ki:

Bu risalenin telifinden on bir sene evvel, Ramazan-ı Şerifte, İstanbul’da, Bayezid Cami-i Şerifinde hafızları dinliyordum. Birden, şahsını görmedim, fakat mânevî bir ses işittim gibi bana geldi, zihnimi kendine çevirdi. Hayalen dinledim. Baktım ki, bana der:

“Sen Kur’ân’ı pek âli, çok parlak görüyorsun. Bîtarafâne muhakeme et, öyle bak. Yani, bir beşer kelâmı farz et, bak. Acaba o meziyetleri, o ziynetleri görecek misin?”

Hakikaten ben de ona aldandım, beşer kelâmı farz edip öyle baktım. Gördüm ki, nasıl Bayezid’in elektrik düğmesi çevrilip söndürülünce ortalık karanlığa düşer; öyle de, o farz ile, Kur’ân’ın parlak ışıkları gizlenmeye başladı.

O vakit anladım ki, benimle konuşan şeytandır; beni vartaya yuvarlandırıyor. Kur’ân’dan istimdad ettim. Birden, bir nur kalbime geldi, müdafaaya kat’î bir kuvvet verdi. O vakit, şöylece Şeytana karşı münazara başladı.

Dedim: Ey Şeytan! Bîtarafâne muhakeme, iki taraf ortasında bir vaziyettir.


Dipnot-1

Onun adıyla. O her kusurdan münezzehtir. “Hiçbir şey yoktur ki Onu hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.

Dipnot-2

“Şeytandan sana bir vesvese geldiğinde Allah’a sığın. Şüphesiz ki O herşeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla bilendir.” Fussilet Sûresi, 41:36.


âli: yüce, yüksek
beşer kelâmı: insan sözü (bk. k-l-m)
bîtarafâne: tarafsız olarak
desise: hile, aldatma
ehl-i tuğyan: azgınlık ve taşkınlık yapanlar, zulüm ve küfürde çok ileri gidenler (bk. ṭ-ğ-y)
farz etmek: varsaymak
hafız: Kur’ân-ı Kerimi ezberleyen kişi (bk. ḥ-f-ẓ)
hakikaten: gerçekten (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hüccetü’l-Kur’ân ale’ş-Şeytan ve Hizbihî: Şeytan ve onun taraftarlarına karşı Kur’ân’ın delili
İblis: Şeytan
ifham: delil göstererek susturma
ilzam: susturma, cevap veremez hale getirme
iskât: susturma
İstanbul: (bk. bilgiler)
istimdad etmek: yardım istemek
kat’î: kesin
mebhas: bölüm, konu
meziyet: üstün özellikler
mücmel: özetlenmiş (bk. c-m-l)
müdhiş: korkunç
muhakeme: değerlendirme, yargılama (bk. ḥ-k-m)
münazara: tartışma (bk. n-ẓ-r)
nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
telif: yazılış
vakıa: olay
varta: tehlike
zeyl: ilâve, ek
ziynet: süs (bk. z-y-n)

Halbuki hem senin, hem insandaki senin şakirtlerin, dediğiniz bîtarafâne muhakeme ise, taraf-ı muhalifi iltizamdır. Bîtaraflık değildir, muvakkaten bir dinsizliktir. Çünkü Kur’ân’a kelâm-ı beşer diye bakmak ve öyle muhakeme etmek, şıkk-ı muhalifi esas tutmaktır. Bâtılı iltizamdır, bîtarafâne değildir. Belki bâtıla tarafgirliktir.

Şeytan dedi ki: “Öyle ise ne Allah’ın kelâmı, ne de beşer kelâmı deme. Ortada farz et, bak.”

Ben dedim: O da olamaz. Çünkü, münâzaun fîh bir mal bulunsa, eğer iki müddeî birbirine yakınsa ve kurbiyet-i mekân varsa, o vakit, o mal ikisinden başka birinin elinde veya ikisinin elleri yetişecek bir surette bir yere bırakılacak. Hangisi ispat etse, o alır. Eğer o iki müddeî birbirinden gayet uzak, biri maşrıkta, biri mağripte ise, o vakit, kaideten, sahibülyed kim ise onun elinde bırakılacaktır. Çünkü ortada bırakmak kabil değildir.1

İşte, Kur’ân kıymettar bir maldır. Beşer kelâmı Cenâb-ı Hakkın kelâmından ne kadar uzaksa, o iki taraf o kadar, belki hadsiz birbirinden uzaktır. İşte, serâdan Süreyya’ya kadar birbirinden uzak o iki taraf ortasında bırakmak mümkün değildir. Hem ortası yoktur. Çünkü, vücut ve adem gibi ve nâkızeyn gibi iki zıttırlar; ortası olamaz. Öyle ise, Kur’ân için sahibülyed, taraf-ı İlâhîdir. Öyle ise, Onun elinde kabul edilip, öylece delâil-i ispata bakılacak. Eğer öteki taraf, Onun kelâmullah olduğuna dair bütün burhanları birer birer çürütse, elini ona uzatabilir; yoksa uzatamaz.

Heyhat! Binler berâhin-i kat’iyenin mıhlarıyla Arş-ı Âzama çakılan bu muazzam pırlantayı, hangi el bütün o mıhları söküp, o direkleri kesip, onu düşürebilir?

İşte, ey Şeytan, senin rağmına, ehl-i hak ve insaf bu suretteki hakikatli muhakeme ile muhakeme ederler. Hattâ, en küçük bir delilde dahi Kur’ân’a karşı imanlarını ziyadeleştirirler. Senin ve şakirtlerinin gösterdiği yol ise:

Bir kere beşer kelâmı farz edilse, yani Arşa bağlanan o muazzam pırlanta yere


Dipnot-1

bk. Es-Serahsî, el-Mebsût 11:8; el-Kâsânî, Bedâiu’s-Sanâi’ 6:202; el-Merğînânî, el-Hidâye 2:177.


adem: yokluk
Arş-ı Âzam: Allah’ın büyüklük ve yüceliğinin ve herşeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş; a-ẓ-m)
bâtıl: gerçek ve doğru olmayan, geçersiz
berâhin-i kat’iyet: kesin burhanlar, deliller
beşer kelâmı: insan sözü (bk. k-l-m)
bîtarafâne: tarafsız
bîtaraflık: tarafsızlık
burhan: delil
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
delâil-i ispat: ispatın delilleri
ehl-i hak ve insaf: hak ve doğru yolda olan insaf sahibi kimseler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
farz etmek: varsaymak
hadsiz: sınırsız
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
heyhat: yazık, çok yazık
iltizam: taraf tutma
kabil: mümkün
kaideten: kural gereği
kelâm: söz, konuşma (bk. k-l-m)kelâm-ı beşer: insan sözü (bk. k-l-m)
kelâmullah: Allah’ın kelâmı (bk. k-l-m)
kıymettar: kıymetli, değerli
kurbiyet-i mekân: yer yakınlığı (bk. m-k-n)
mağrip: batı
maşrık: doğu
mıh: çivi
muazzam: çok büyük (bk. a-ẓ-m)
müddeî: iddia sahibi, davacı
muhakeme: değerlendirme, yargılama (bk. ḥ-k-m)
münazâun fîh: hakkında tartışılan
muvakkaten: geçici olarak
nâkızeyn: birbirine zıt iki şey
rağmına: zıddına, inadına
sahibülyed: mal sahibi
şakirt: talebe, öğrenci
serâdan Süreyya’ya kadar: yerden Ülker yıldızına kadar (Birbirine zıt ve uzak şeyler için söylenir)
şıkk-ı muhalif: karşı taraf, karşıt görüşsuret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
taraf-ı İlâhî: Allah’ın tarafı (bk. e-l-h)
taraf-ı muhalif: muhalif taraf, karşıt
tarafgirlik: taraftarlık
vücut: varlık (bk. v-c-d)
ziyadeleştirmek: artırmak

atılsa, bütün mıhların kuvvetinde ve çok burhanların metanetinde birtek burhan lâzım ki onu yerden kaldırıp Arş-ı Mânevîye çaksın—tâ küfrün zulümatından kurtulup imanın envârına erişsin. Halbuki buna muvaffak olmak pek güçtür. Onun için, senin desisenle, şu zamanda, bîtarafâne muhakeme sureti altında çokları imanlarını kaybediyorlar.

Şeytan döndü ve dedi: “Kur’ân beşer kelâmına benziyor; onların muhaveresi tarzındadır. Demek beşer kelâmıdır. Eğer Allah’ın kelâmı olsa, Ona yakışacak, her cihetçe harikulâde bir tarzı olacaktı. Onun san’atı nasıl beşer san’atına benzemiyor; kelâmı da benzememeli.”

Cevaben dedim: Nasıl ki Peygamberimiz (a.s.m.), mucizâtından ve hasâisinden başka, ef’al ve ahval ve etvârında beşeriyette kalıp, beşer gibi âdet-i İlâhiyeye ve evâmir-i tekvîniyesine münkad ve mutî olmuş. O da soğuk çeker, elem çeker, ve hâkezâ… Herbir ahval ve etvârında harikulâde bir vaziyet verilmemiş—tâ ki ümmetine ef’âliyle imam olsun, etvârıyla rehber olsun, umum harekâtıyla ders versin. Eğer her etvârında harikulâde olsaydı, bizzat her cihetçe imam olamazdı, herkese mürşid-i mutlak olamazdı, bütün ahvâliyle rahmeten li’l-âlemîn olamazdı.1

Aynen öyle de, Kur’ân-ı Hakîm, ehl-i şuura imamdır, cin ve inse mürşiddir, ehl-i kemâle rehberdir, ehl-i hakikate muallimdir. Öyle ise, beşerin muhaverâtı ve üslûbu tarzında olmak, zarurî ve kat’îdir. Çünkü, cin ve ins münâcâtını ondan alıyor, duasını ondan öğreniyor, mesâilini onun lisanıyla zikrediyor, edeb-i muaşeretini ondan taallüm ediyor, ve hâkezâ, herkes onu merci yapıyor. Öyle ise, eğer Hazret-i Mûsâ aleyhisselâmın Tûr-i Sina’da işittiği kelâmullah tarzında olsaydı, beşer bunu dinlemekte ve işitmekte tahammül edemezdi ve merci edemezdi.


Dipnot-1

bk. Enbiyâ Sûresi, 21:107.


âdet-i İlâhiye: Allah’ın âdeti, kanunu (bk. e-l-h)
ahval: haller, davranışlar
Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
beşer: insan
beşer kelâmı: insan sözü (bk. k-l-m)
beşeriyet: insanlık
bîtarafâne: tarafsız
burhan: delil
cihet: yön, taraf
cin ve ins: cinler ve insanlar
desise: hile, aldatma
dua: yalvarma, yakarma (bk. d-a-v)
edeb-i muaşeret: görgü ve ahlâk kuralları
ef’al: fiiller, işler (bk. f-a-l)
ehl-i hakikat: doğru ve hak yolda olanlar (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
ehl-i kemâl: kemâl sahipleri, olgun kimseler (bk. k-m-l)
ehl-i şuur: şuur ehli, bilinç sahibi olanlar (bk. ş-a-r)
envâr: nurlar, ışıklar (bk. n-v-r)
etvâr: tavırlar, hal ve hareketler
evâmir-i tekvîniye: yaratılışa ait emirler (bk. k-v-n)
hâkezâ: böylece, bunun gibi
harekât: hareketler
harikulâde: olağanüstü
hasâis: vasıflar, özellikler
Hazret-i Mûsâ: (bk. bilgiler)
kat’î: kesin
kelâm: söz (bk. k-l-m)
kelâmullah: Allah’ın kelâmı (bk. k-l-m)
küfür: inkâr, inançsızlık (bk. k-f-r)
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
lisan: dil
merci: kaynak, başvurulacak yer
mesâil: meseleler (bk. m-s̱-l)
metanet: sağlamlık
mıh: çivi
mu’cizât: mu’cizeler, bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şeyler (bk. a-c-z)
muallim: öğretmen (bk. a-l-m)
muhakeme: değerlendirme, yargılama (bk. ḥ-k-m)
muhaverât: karşılıklı konuşmalar
muhavere: karşılıklı konuşma
münâcât: dua, yakarış (bk. n-c-v)
münkad: boyun eğen, bağlılık gösteren
mürşid: irşad edici, doğru yolu gösteren (bk. r-ş-d)
mürşid-i mutlak: mutlak irşad edici, doğru yolu gösteren (bk. r-ş-d; ṭ-l-ḳ)
mutî: itaat eden, emre uyan
muvaffak: başarılı
rahmeten li’l-âlemîn: âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (bk. r-ḥ-m; a-l-m)
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
taallüm: öğrenme (bk. a-l-m)
tahammül: dayanma, katlanma
Tûr-i Sina: Sina Dağı; Mûsâ (a.s.) peygamberin Allah’ın kelâmına nâil olduğu dağ
ümmet: Peygambere inanıp onun yolundan gidenler
umum: bütün
üslûb: ifade tarzı
zarurî: zorunlu, gerekli
zikretmek: anmak
zulümat: karanlıklar (bk. ẓ-l-m)

Hazret-i Mûsâ aleyhisselâm gibi bir ulül’azm, ancak birkaç kelâmı işitmeye tahammül etmiştir. Mûsâ aleyhisselâm demiş:

اَهٰكَذَا كَلاَمُكَ ؟ قَالَ اللهُ : لِى قُوَّةُ جَمِيعِ اْلاَلْسِنَةِ     1

Şeytan döndü yine, dedi ki: “Kur’ân’ın meseleleri gibi, çok zatlar o çeşit meseleleri din namına söylüyorlar. Onun için, bir beşer, din namına böyle birşey yapmak mümkün değil mi?”

Cevaben, Kur’ân’ın nuruyla dedim ki:

Evvelâ: Dindar bir adam, din muhabbeti için, “Hak böyledir, hakikat budur, Allah’ın emri böyledir” der. Yoksa, Allah’ı kendi keyfine konuşturmaz. Hadsiz derece haddinden tecavüz edip, Allah’ın taklidini yapıp, Onun yerinde konuşmaz. 

    فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَبَ عَلَى اللهِ 

düsturundan titrer.

Ve saniyen: Bir beşer kendi başına böyle yapması ve muvaffak olması hiçbir cihetle mümkün değildir, belki yüz derece muhaldir. Çünkü birbirine yakın zatlar birbirini taklit edebilirler. Bir cinsten olanlar birbirinin suretine girebilirler. Mertebece birbirine yakın olanlar birbirinin makamlarını taklit edebilirler, muvakkaten insanları iğfal ederler; fakat daimi iğfal edemezler. Çünkü, ehl-i dikkat nazarında, alâ külli hal, etvar ve ahvâli içindeki tasannuatlar ve tekellüfatlar sahtekârlığını gösterecek, hilesi devam etmeyecek.

Eğer sahtekârlıkla taklide çalışan, ötekinden gayet uzaksa, meselâ âdi bir adam İbn-i Sina gibi bir dâhiyi ilimde taklit etmek istese ve bir çoban bir padişahın vaziyetini takınsa, elbette hiç kimseyi aldatamayacak, belki kendi maskara olacak. Herbir hali bağıracak ki, “Bu sahtekârdır!”

İşte—hâşâ, yüz bin defa hâşâ—Kur’ân beşer kelâmı farz edildiği vakit, nasıl bir yıldız böceği bin sene tekellüfsüz, hakikî bir yıldız olarak rasat ehline görünsün?


Dipnot-1

“Senin kelâmın böyle midir?’ Allah buyurdu: ‘Ben bütün lisanların kuvvetine mâlikim.” Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, 3:536.

Dipnot-2

“Allah adına yalan söyleyenden daha zalim kim vardır?” Zümer Sûresi, 39:32.


âdi: basit, sıradan
ahvâl: haller, davranışlar
alâ külli hal: ister istemez, her durumda (bk. k-l-l)
Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
beşer: insan
beşer kelâmı: insan sözü (bk. k-l-m)
cihet: yön
cins: tür, çeşit
dâhi: son derece zeki; dehâ ve hikmet sahibi
düstur: prensip, kural
ehl-i dikkat: dikkat sahibi kimseler
etvâr: tavırlar, hal ve hareketler
evvelâ: ilk olarak
farz etmek: varsaymak
haddinden tecavüz etmek: çizgiyi aşmak, çok ileri gitmek
hadsiz: sınırsız
hak: doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâşâ: asla, kesinlikle öyle değil
Hazret-i Mûsâ: (bk. bilgiler)
İbn-i Sina: (bk. bilgiler)
iğfal: gaflete düşürerek kandırma, aldatma (bk. ğ-f-l)
kelâm: söz (bk. k-l-m)
maskara: gülünç
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
muhal: imkansız
muvaffak: başarılı
muvakkaten: geçici olarak
nam: ad
nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)
nur: ışık (bk. n-v-r)
rasat ehli: gözlemci, gözetleyen
saniyen: ikinci olarak
suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r)
tahammül: dayanma, katlanma
tasannuat: yapmacık hareketler (bk. ṣ-n-a)
tekellüfat: zoraki davranışlar
tekellüfsüz: zahmetsiz
ulü’l-azm: azamet, ciddiyet, sabır ve sebat sahibi büyük peygamberler; Hz. Âdem, Hz. Mûsâ, Hz. İsa, Hz. Nuh, Hz. İbrahim ve peygamberimiz Hz. Muhammed’e verilen sıfat

Hem bir sinek, bir sene tamamen tavus suretini tasannusuz temâşâ ehline göstersin? Hem sahtekâr, âmi bir nefer, namdar, âli bir müşirin tavrını takınsın, makamında otursun, çok zaman öyle kalsın, hilesini ihsas etmesin? Hem müfteri, yalancı, itikadsız bir adam, müddet-i ömründe daima en sadık, en emin, en mutekid bir zâtın keyfiyetini ve vaziyetini en müdakkik nazarlara karşı telâşsız göstersin, dâhilerin nazarında tasannuu saklansın? Bu ise yüz derece muhaldir; ona hiçbir zîakıl mümkün diyemez. Ve öyle de farz etmek, bedihî bir muhali vaki farz etmek gibi bir hezeyandır.

Aynen öyle de, Kur’ân’ı kelâm-ı beşer farz etmek, lâzım gelir ki, âlem-i İslâmın semâsında bilmüşahede pek parlak ve daima envâr-ı hakaiki neşreden bir yıldız-ı hakikat, belki bir şems-i kemâlât telâkki edilen Kitab-ı Mübînin—hâşâ—mahiyeti bir yıldız böceği hükmünde tasannucu bir beşerin hurafatlı bir düzmesi olsun. Ve en yakınında olanlar ve dikkatle ona bakanlar farkında bulunmasın. Ve onu daima âli ve menba-ı hakaik bir yıldız bilsin. Bu ise yüz derece muhal olmakla beraber, sen ey Şeytan, yüz derece şeytanette ileri gitsen, buna imkân verdiremezsin, bozulmamış hiçbir aklı kandıramazsın. Yalnız mânen pek uzaktan baktırmakla aldatıyorsun; yıldızı, yıldız böceği gibi küçük gösteriyorsun.

Salisen: Hem, Kur’ân’ı beşer kelâmı farz etmek, lâzım gelir ki, âsârıyla, tesirâtıyla, netâiciyle âlem-i insaniyetin bilmüşahede en ruhlu ve hayatfeşan, en hakikatli ve saadetresan, en cemiyetli ve mucizbeyan, âli meziyetleriyle yaldızlı bir Furkanın gizli hakikati—hâşâ—muavenetsiz, ilimsiz birtek insanın sahtekâr, âdi fikrinin tasniâtı olsun ve yakından onu temâşâ eden ve merakla dikkat eden büyük zekâlar, ulvî dehâlar onda hiçbir zaman, hiçbir cihette sahtekârlık ve tasannu eserini görmesin; daima ciddiyeti, samimiyeti, ihlâsı bulsun.


âlem-i insaniyet: insanlık âlemi (bk. a-l-m)
âlem-i İslâm: İslâm dünyası (bk. a-l-m; s-l-m)
âli: yüce, yüksek
âmi: basit, sıradan
âsâr: eserler
bedihî: ap açık
beşer: insan
beşer kelâmı: insan sözü (bk. k-l-m)
bilmüşahede: gözle görüldüğü gibi (bk. ş-h-d)
cemiyetli: geniş kapsamlı (bk. c-m-a)
cihet: yön, taraf
dâhi: son derece zeki; dehâ ve hikmet sahibi
dehâ: olağanüstü zeka ve akıl sahibi kimse
emin: güvenilir (bk. e-m-n)
envâr-ı hakaik: hakikat nurları (bk. n-v-r; ḥ-ḳ-ḳ)
farz etmek: varsaymak
Furkan: doğru ile yanlışı birbirinden ayıran Kur’ân (bk. f-r-ḳ)
hakikatli: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâşâ: asla, kesinlikle öyle değil
hayatfeşan: hayat saçan (bk. ḥ-y-y)
hezeyan: saçmalama
hurafat: batıl inanışlar; mânâsız sözler
ihlâs: içtenlik, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme (bk. ḫ-l-ṣ)
ihsas: hissettirme
itikadsız: inançsız
kelâm-ı beşer: insan sözü (bk. k-l-m)
keyfiyet: özellik, nitelik
Kitâb-ı Mübîn: herşeyi açıkça beyan eden kitap, Kur’ân-ı Kerim (bk. k-t-b; b-y-n)
mahiyet: özellik, nitelik, esas
mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)
menba-ı hakaik: hakikatlerin kaynağı (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
mu’cizbeyan: açıklama ve anlatış tarzı mu’cize olan (bk. a-c-z; b-y-n)
muavenetsiz: yardımsız
müdakkik: dikkatli, inceden inceye araştıran
müddet-i ömür: ömür süresi
müfteri: iftiracı
muhal: olması imkansız şey
müşir: mareşal
mutekid: inanmış, dindar
namdar: şan ve şöhret sahibi
nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)
nefer: asker, er
neşretmek: yaymak
netâic: neticeler, sonuçlar
saadetresan: mutluluğa ulaştıran
sadık: doğru, dürüst (bk. ṣ-d-ḳ)
salisen: üçüncü olarak
şems-i kemâlât: kemâlât güneşi, her türlü mükemmelliğin kaynağı (bk. k-m-l)
şeytanet: şeytanlık
suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r)
tasannu: yapmacık hareket, zorla birşeyi daha iyi göstermeye çalışma (bk. ṣ-n-a)
tasniât: uydurmalar
telâkki etmek: kabul etmek
temâşâ eden: hayranlıkla seyreden
temâşâ ehli: gözlemci, gözetleyen
tesirât: tesirler, etkiler
ulvî: yüksek
vaki: olmuş
yıldız-ı hakikat: hakikat yıldızı (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
zîakıl: akıl sahibi (bk. ẕî)

Bu ise, yüz derece muhal olmakla beraber, bütün ahvâliyle, akvâliyle, harekâtıyla bütün hayatında emaneti, imanı, emniyeti, ihlâsı, ciddiyeti, istikameti gösteren ve ders veren ve sıddıkînleri yetiştiren en yüksek, en parlak, en âli haslet telâkki edilen ve kabul edilen bir zâtı en emniyetsiz, en ihlâssız, en itikadsız farz etmekle, muzaaf bir muhali vaki görmek gibi, Şeytanı dahi utandıracak bir hezeyan-ı küfrîdir. Çünkü şu meselenin ortası yoktur. Zira, farz-ı muhal olarak, Kur’ân kelâmullah olmazsa, Arştan zemine düşer gibi sukut eder, ortada kalmaz. Mecma-ı hakaik iken, menba-ı hurafat olur. Ve o harika fermanı gösteren zat-hâşâ, sümme hâşâ-eğer Resulullah olmazsa, âlâ-yı illiyyînden esfel-i sâfilîne sukut etmek ve menba-ı kemâlât derecesinden maden-i desâis makamına düşmek lâzım gelir, ortada kalmaz. Zira Allah namına iftira eden, yalan söyleyen, en ednâ bir dereceye düşer. Bir sineği daimî bir surette tavus görmek ve tavusun büyük evsâfını onda her vakit müşahede etmek ne kadar muhal ise, şu mesele de öyle muhaldir. Fıtraten akılsız, sarhoş bir divane lâzım ki buna ihtimal versin.

Rabian: Hem, Kur’ân’ı kelâm-ı beşer farz etmek, lâzım gelir ki, nev’-i benî Âdemin en büyük ve muhteşem ordusu olan ümmet-i Muhammediyenin (a.s.m.) mukaddes kumandanı olan Kur’ân, bilmüşahede kuvvetli kanunlarıyla, esaslı düsturlarıyla, nâfiz emirleriyle, o pek büyük orduyu iki cihanı fethedecek bir derecede bir intizam verdiği ve bir inzibat altına aldığı-maddî ve mânevî teçhiz ettiği ve umum o efradın derecâtına göre akıllarını talim ve kalblerini terbiye ve ruhlarını teshir ve vicdanlarını tathir, âzâ ve cevârihlerini istimal ve istihdam ettiği halde—hâşâ, yüz bin defa hâşâ—kuvvetsiz, kıymetsiz, asılsız bir düzme farz edip, yüz derece muhali kabul etmek lâzım gelmekle beraber; müddet-i hayatında ciddî harekâtıyla Hakkın kanunlarını benî Âdeme ders veren ve samimî


ahvâl: haller, davranışlar
akvâl: sözler
âlâ-yı illiyyîn: yücelerin en yücesi
âli: yüce
Arş: Allah’ın büyüklüğünün ve yüceliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş)
âzâ: organlar
bilmüşahede: gözle görüldüğü gibi (bk. ş-h-d)
cevârih: organlar
cihan: dünya
derecât: dereceler
divane: akılsız, deli
düstur: prensip, kural
ednâ: en aşağı
efrad: fertler, bireyler (bk. f-r-d)
emniyet: güven (bk. e-m-n)
esfel-i sâfilîn: aşağıların en aşağısı
evsâf: vasıflar, özellikler, nitelikler (bk. v-ṣ-f)
farz etmek: varsaymak
farz-ı muhal: olmayacak birşeyi olacakmış gibi düşünme, varsayım
ferman: buyruk
ferş: yer
fethetmek: açmak
fıtraten: yaratılıştan (bk. f-ṭ-r)
Hak: varlığı doğru ve gerçek olan, herşeyi hakkıyla yaratan ve her hakkın sahibi olan Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
harekât: hareketler
hâşâ: asla, kesinlikle öyle değil
hâşâ sümme hâşâ: asla ve asla, kesinlikle öyle değil
haslet: huy, özellik, karakter
hezeyan-ı küfrî: küfür, inançsızlık saçmalığı (bk. f-k-r)
ihlâs: içtenlik, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme (bk. ḫ-l-ṣ)
intizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
inzibat: güvenlik ve düzen, asayiş
istihdam: çalıştırma, kullanma
istikamet: doğruluk
istimal: kullanma
itikadsız: inançsız
kelâm-ı beşer: insan sözü (bk. k-l-m)
kelâmullah: Allah’ın kelâmı (bk. k-l-m)
maden-i desâis: hile ve aldatmaların kaynağı
mecma-ı hakaik: hakikatlerin toplandığı yer (bk. c-m-a; ḥ-ḳ-ḳ)
menba-ı hurafat: hurafelerin kaynağı
menba-ı kemâlât: mükemmelliklerin kaynağı (bk. k-m-l)
müddet-i hayat: hayat süresi (bk. ḥ-y-y)
muhal: olması imkansız şey
muhteşem: ihtişamlı, görkemli
mukaddes: her türlü noksandan ve eksiklikten yüce, kutsal (bk. ḳ-d-s)
müşahede etmek: gözlemlemek (bk. ş-h-d)
muzaaf: katmerli, kat kat
nâfiz: etkili, hükmü geçen
nev’-i benî Âdem: Âdemoğulları, insanlık türü
rabian: dördüncü olarak
Resulullah: Allah’ın Resulü (bk. r-s-l)
sıddıkîn: daima doğruluk üzere ve Allah’a ve peygambere sadakatte en ileride olanlar (bk. ṣ-d-ḳ)
sukut etmek: düşmek, alçalmak
talim: öğretme (bk. a-l-m)
tathir: temiz tutma, temizleme
teçhiz etmek: donatmak
telâkki edilen: kabul edilen
teshir: boyun eğdirme
ümmet-i Muhammediye: Hz. Muhammed’e inanıp onun yolundan giden Müslümanlar (bk. ḥ-m-d)
umum: bütün
vaki: olmuş

ef’âliyle hakikatin düsturlarını beşere talim eden ve hâlis ve makul akvâliyle istikametin ve saadetin usullerini gösteren ve tesis eden ve bütün tarihçe-i hayatının şehadetiyle, Allah’ın azâbından çok havf eden ve herkesten ziyade Allah’ı bilen ve bildiren1 ve nev-i beşerin beşten birisine ve küre-i arzın yarısına bin üç yüz elli sene kemâl-i haşmetle kumandanlık eden ve cihanı velveleye veren ve şöhretşiar şuûnâtıyla, nev-i beşerin, belki kâinatın elhak medar-ı fahri olan bir zâtı—hâşâ, yüz bin defa hâşâ—sahtekâr, Allah’tan korkmaz ve bilmez, haysiyetini tanımaz, insaniyetin âdi derecesinde farz etmekle, yüz derece muhali birden irtikâp etmek lâzım gelir. Çünkü şu meselenin ortası yoktur. Zira, farz-ı muhal olarak, Kur’ân kelâmullah olmazsa, Arştan düşse, orta yerde kalamaz. Belki yerde en yalancı birinin malı olduğunu kabul etmek lâzım gelir. Bu ise, ey Şeytan, yüz derece sen katmerli bir şeytan olsan, bozulmamış hiçbir aklı kandıramazsın ve çürümemiş hiçbir kalbi ikna edemezsin.

Şeytan döndü, dedi: “Nasıl kandıramam? Ekser insanlara ve insanın meşhur âkıllerine Kur’ân’ı ve Muhammed’i inkâr ettirdim.”

Elcevap:

Evvelâ: Gayet uzak mesafeden bakılsa, en büyük şey, en küçük şey gibi görünebilir. Bir yıldız, bir mum kadar denilebilir.

Saniyen: Hem tebeî ve sathî bir nazarla bakılsa, gayet muhal birşey mümkün görünebilir.

Bir zaman bir ihtiyar adam Ramazan hilâlini görmek için semâya bakmış. Gözüne bir beyaz kıl inmiş. O kılı ay zannetmiş, “Ayı gördüm” demiş. İşte, muhaldir ki, hilâl o beyaz kıl olsun. Fakat kasten ve bizzat aya baktığı ve o saçı tebeî ve dolayısıyla ve ikinci derecede göründüğü için, o muhali mümkün telâkki etmiş.

Salisen: Hem kabul etmemek başkadır, inkâr etmek başkadır.

Adem-i kabul bir lâkaytlıktır, bir göz kapamaktır ve câhilâne bir hükümsüzlüktür. Bu surette, çok muhal şeyler onun içinde gizlenebilir. Onun aklı onlarla uğraşmaz.


Dipnot-1

bk. Buharî, Edeb 72; İ’tisâm 5; Müslim, Fezâil 127, 128; Müsned 6:45, 181.


adem-i kabul: kabul etmeme
âkıl: akıllı olan
akvâl: sözler
Arş: Allah’ın büyüklüğünün ve yüceliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş)
beşer: insan
câhilâne: cahilce
düstur: prensip, kural
ef’âl: fiiler, işler (bk. f-a-l)
ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
elhak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
evvelâ: ilk olarak
farz etmek: varsaymak
farz-ı muhal: varsayım
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâlis: saf, katıksız, samimi (bk. ḫ-l-ṣ)
hâşâ: asla öyle değil
havf etmek: korkmak
haysiyet: itibar, şeref
hilâl: yay şeklinde görülen yeni ay
inkâr: inanmama, yok sayma (bk. n-k-r)
irtikâp etmek: yapmak, işlemek
istikamet: doğruluk
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
katmer: kat kat
kelâmullah: Allah’ın kelâmı (bk. k-l-m)
kemâl-i haşmet: ihtişam ve heybetin mükemmelliği (bk. k-m-l)
küre-i arz: yerküre, dünya
lâkaytlık: ilgisizlik, duyarsızlık
makul: akla uygun
medar-ı fahr: övünç kaynağı
muhal: imkansız, olmayacak şey
mümkün: olabilir (bk. m-k-n)
nazar: bakış, göz (bk. n-ẓ-r)
nev-i beşer: insanlık, insan türü
saadet: mutluluk
salisen: üçüncü olarak
saniyen: ikinci olarak
sathî: yüzeysel
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
semâ: gök (bk. s-m-v)
şöhretşiar: şöhretli
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şuûnat: işler, fiiller ve özellikler (bk. ş-e-n)
talim etmek: öğretmek (bk. a-l-m)
tarihçe-i hayat: kısa hayat hikâyesi (bk. ḥ-y-y)
tebeî: dolaylı
telâkki: kabul etme
tesis etmek: kurmak
velvele: gürültü
ziyade: çok, fazla

Amma inkâr ise, o adem-i kabul değil, belki o kabul-ü ademdir, bir hükümdür. Onun aklı hareket etmeye mecburdur.

O halde, senin gibi bir şeytan, onun aklını elinden alır, sonra inkârı ona yutturur. Hem, ey Şeytan, bâtılı hak ve muhali mümkün gösteren gaflet ve dalâlet ve safsata ve inat ve muğâlata ve mükâbere ve iğfal ve görenek gibi şeytanî desiselerle, çok muhâlâtı intaç eden inkâr ve küfrü, o bedbaht, insan suretindeki hayvanlara yutturmuşsun.

Rabian: Hem, Kur’ân’ı kelâm-ı beşer farz etmek, lâzım gelir ki, âlem-i insaniyetin semâvâtında yıldızlar gibi parlayan asfiyalara, sıddıkînlere, aktablara bilmüşahede rehberlik eden ve bilbedâhe mütemadiyen hak ve hakkaniyeti, sıdk ve sadakati, emn ve emaneti umum tabakat-ı ehl-i kemâle talim eden ve erkân-ı imaniyenin hakaikiyle ve erkân-ı İslâmiyenin desâtiriyle iki cihanın saadetini temin eden ve bu icraatının şehadetiyle bizzarure hak ve hâlis ve sâfi hakikat ve gayet doğru ve pek ciddî olmak lâzım gelen bir kitabı, kendi evsâfının ve tesirâtının ve envârının zıddıyla muttasıf tasavvur edip—hâşâ, sümme hâşâ—bir sahtekârın tasniat ve iftiralarının mecmuası nazarıyla bakmak, sofestaîleri ve şeytanları dahi utandıracak ve titretecek şenî bir hezeyan-ı küfrî olmakla beraber; izhar ettiği din ve şeriat-ı İslâmiyenin şehadetiyle ve müddet-i hayatında gösterdiği bil’ittifak fevkalâde takvâsının ve hâlis ve sâfi ubûdiyetinin delâletiyle ve


adem-i kabul: kabul etmeme
aktab: kutuplar, büyük velilerden zamanının en büyük mürşidi olan kimseler
âlem-i insaniyet: insanlık âlemi (bk. a-l-m)
asfiya: Hz. Peygamberin çizgisinde yaşayan ilim ve takvâ sahibi büyük zatlar (bk. ṣ-f-y)
bâtıl: gerçek dışı, sahte, yalan
bedbaht: talihsiz
bil’ittifak: ittifakla, hep birlikte
bilbedâhe: ap açık bir şekilde
bilmüşahede: görüldüğü gibi (bk. ş-h-d)
bizzarure: zorunlu olarak
cihan: dünya
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
delâlet: delil olma, işaret etme
desâtir: düsturlar, prensipler, kurallar
desise: hile, aldatma
emn ve emanet: güven ve güvenilirlik (bk. e-m-n)
envâr: nurlar (bk. n-v-r)
erkân-ı imaniye: imanın esasları, şartları (bk. r-k-n; e-m-n)
erkân-ı İslâmiye: İslâmın esasları, şartları (bk. r-k-n; s-l-m)
evsâf: vasıflar, özellikler (bk. v-ṣ-f)
farz etmek: varsaymak
fevkalâde: olağanüstü
gaflet: umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l)
hak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakaik: gerçek mahiyetler, asıl ve esaslar (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakkaniyet: hak oluş, doğruluk (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâlis: katıksız, saf, samimi (bk. ḫ-l-ṣ)
hâşâ: asla öyle değil
hezeyan-ı küfrî: küfür saçmalaması (bk. k-f-r)
hüküm: yargı, kesin bir karara varma (bk. ḥ-k-m)
iğfal: gaflete düşürerek kandırma, aldatma (bk. ğ-f-l)
inkâr: inanmama, yok sayma (bk. n-k-r)
intaç etmek: sonuç vermek
izhar etmek: ortaya çıkarmak (bk. ẓ-h-r)
kabul-ü adem: yokluğunu kabul etme, inkâr
kelâm-ı beşer: insan sözü (bk. k-l-m)
küfür: inkâr, inançsızlık (bk. k-f-r)
mecmua: topluluk (bk. c-m-a)
müddet-i hayat: hayat süresi (bk. ḥ-y-y)
muğâlata: karşısındakini yanıltma, yanlışa sevketme
muhal: imkansız, olmayacak şey
muhâlât: imkansız, olmayacak şeyler
mükâbere: büyüklük taslayarak doğruyu kabul etmeme (bk. k-b-r)
mümkün: olabilir (bk. m-k-n)
mütemadiyen: sürekli olarak
muttasıf: vasıflanmış (bk. v-ṣ-f)
nazarıyla: gözüyle, bakışıyla
rabian: dördüncü olarak
saadet: mutluluk
sadakat: bağlılık (bk. ṣ-d-ḳ)
sâfi: temiz, arınmış (bk. ṣ-f-y)
safsata: yalan yanlış, uydurma
semâ: gök (bk. s-m-v)
şenî: kötü, çirkin, alçakça
şeriat-ı İslâmiye: İslâm şeriatı; Allah tarafından bildirilen emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi, İslâm (bk. ş-r-a; s-l-m)
sıddıkîn: daima doğruluk üzere ve Allah’a ve peygambere sadakatte en ileride olanlar (bk. ṣ-d-ḳ)
sıdk: doğruluk (bk. ṣ-d-ḳ)
sofestâî: Yaratıcıyı kabul etmemek için herşeyi, hatta kendisini dahi inkâr eden
suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r)
tabakat-ı ehl-i kemâl: olgunluk ve fazilet sahibi insanların tabakaları (bk. k-m-l)
takvâ: Allah’tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyma (bk. v-ḳ-y)
talim etmek: öğretmek (bk. a-l-m)
tasavvur: düşünme, hayal etme (bk. ṣ-v-r)
tasniat: uydurma şeyler
tesirât: tesirler
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
umum: bütün

bil’ittifak kendinde görünen ahlâk-ı hasenesinin iktizasıyla ve yetiştirdiği bütün ehl-i hakikatin ve sahib-i kemâlâtın tasdikiyle en mutekid, en metin, en emin, en sadık bir zâtı—hâşâ, sümme hâşâ, yüz bin kere hâşâ—itikadsız, en emniyetsiz, Allah’tan korkmaz bir vaziyette farz etmek, muhâlâtın en çirkin ve menfur bir suretini ve dalâletin en zulümlü ve zulmetli bir tarzını irtikâp etmek lâzım gelir.

Elhasıl: On Dokuzuncu Mektubun On Sekizinci İşaretinde denildiği gibi, nasıl kulaklı âmi tabakası, i’câz-ı Kur’ân fehminde demiş: “Kur’ân, bütün dinlediğim ve dünyada mevcut kitaplara kıyas edilse, hiçbirisine benzemiyor ve onların derecesinde değildir.” Öyle ise, ya Kur’ân umumun altındadır veya umumun fevkinde bir derecesi vardır. Umumun altındaki şık ise, muhal olmakla beraber, hiçbir düşman, hattâ Şeytan dahi diyemez ve kabul etmez. Öyle ise, Kur’ân umum kitapların fevkindedir; öyle ise mucizedir.

Aynen öyle de, biz de ilm-i usul ve fenn-i mantıkça sebr ve taksim denilen en kat’î bir hüccetle1 deriz:

Ey Şeytan ve ey Şeytanın şakirtleri! Kur’ân ya Arş-ı Âzamdan ve İsm-i Âzamdan gelmiş bir kelâmullahtır veyahut—hâşâ, sümme hâşâ, yüz bin kere hâşâ—yerde, sahtekâr ve Allah’tan korkmaz ve Allah’ı bilmez, itikadsız bir beşerin düzmesidir. Bu ise, ey Şeytan, sabık hüccetlere karşı bunu sen diyemezdin ve diyemezsin ve diyemeyeceksin. Öyle ise, bizzarure ve bilâşüphe, Kur’ân Hâlık-ı Kâinatın kelâmıdır. Çünkü ortası yoktur ve muhaldir ve olamaz. Nasıl ki kat’î bir surette ispat ettik; sen de gördün ve dinledin.

Hem Muhammed aleyhissalâtü vesselâm ya Resulullahtır ve bütün resullerin ekmeli ve bütün mahlûkatın efdalidir; veyahut—hâşâ, yüz bin defa hâşâ—Allah’a iftira ettiği ve Allah’ı bilmediği ve azâbına inanmadığı için, itikadsız,


Dipnot-1

bk. el-Cüveynî, el-Burhân, 2:534, 535; er-Râzî, el-Mahsûl, 5:299.


ahlâk-ı hasene: güzel ahlâk (bk. ḫ-l-ḳ; ḥ-s-n)
Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
âmi: cahil, tahsil görmemiş
Arş-ı Âzam: Cenab-ı Allah’ın sınırsız egemenliğinin ve büyüklüğünün tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş; a-ẓ-m)
beşer: insan
bil’ittifak: ittifakla, fikir birliğiyle
bilâşüphe: kuşkusuz
bizzarure: kaçınılmaz şekilde
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
efdâl: en faziletli, en üstün (bk. f-ḍ-l)
ehl-i hakikat: doğru ve hak yolda olanlar (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
ekmel: en mükemmel (bk. k-m-l)
elhasıl: özetle, sonuç olarak
emin: güvenilir (bk. e-m-n)
farz etmek: varsaymak
fehm: anlayış, kavrayış
fenn-i mantık: mantık ilmi
fevkinde: üstünde
Hâlık-ı Kâinat: evreni ve içindeki herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; k-v-n)
hâşâ: asla öyle değil
hâşâ sümme hâşâ: asla ve asla, kesinlikle öyle değil
hüccet: delil
i’câz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın mu’cizeliği (bk. a-c-z)
iktiza: gerektirme
ilm-i usul: bir işin nasıl yapılacağını gösteren ilim, metodoloji (bk. a-l-m)
irtikâp etmek: yapmak, işlemek
İsm-i Âzam: Cenab-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı (bk. s-m-v; a-ẓ-m)
itikad: inanç
itikadsız: inançsız
kat’î: kesin
kelâm: söz, konuşma (bk. k-l-m)
kelâmullah: Allah kelâmı (bk. k-l-m)
mahlukât: yaratılmışlar (bk. ḫ-l-ḳ)
menfur: nefret edilen
metin: sağlam
mevcut: var olan (bk. v-c-d)
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
muhal: olması imkansız şey
muhâlât: olması imkansız şeyler
mutekid: inanmış, dindar
resul: peygamber, elçi (bk. r-s-l)
Resulullah: Allah’ın elçisi (bk. r-s-l)
sabık: geçen, önceki
sadık: doğru (bk.i)
sahib-i kemâlât: olgunluk ve fazilet sahibi kimseler (bk. k-m-l)
şakirt: talebe, öğrenci
sebr ve taksim: mantıkta bir ispatlama usulü
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tasdik: doğrulama, onaylama (bk. ṣ-d-ḳ)
umum: genel, bütün
zulmet: karanlık (bk. ẓ-l-m)
zulümlü: karanlık (bk. ẓ-l-m)

esfel-i sâfilîne sukut etmiş bir beşer farz etmek HAŞİYE-1 lâzım gelir ki bu ise, ey İblis, ne sen ve ne de güvendiğin Avrupa feylesofları ve Asya münafıkları bunu diyemezsiniz ve diyememişsiniz ve diyemeyeceksiniz ve dememişsiniz ve demeyeceksiniz. Çünkü bu şıkkı dinleyecek ve kabul edecek, dünyada yoktur. Onun içindir ki, güvendiğin o feylesofların en müfsitleri ve o Asya münafıklarının en vicdansızları dahi diyorlar ki: “Muhammed-i Arabî (a.s.m.) çok akıllıydı ve çok güzel ahlâklıydı.”

Madem şu mesele iki şıkka münhasırdır. Ve madem ikinci şık muhaldir ve hiçbir kimse buna sahip çıkmıyor. Ve madem kat’î hüccetlerle ispat ettik ki, ortası yoktur. Elbette ve bizzarure, senin ve hizbüşşeytanın rağmına olarak, bilbedâhe ve bihakkılyakîn, Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâm Resulullahtır ve bütün resullerin ekmelidir ve bütün mahlûkatın efdalidir.

عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ بِعَدَدِ الْمَلَكِ وَاْلاِنْسِ وَالْجَۤانِّ     1


Haşiye-1

Kur’ân-ı Hakîm, kâfirlerin küfriyatlarını ve galiz tabiratlarını iptal etmek için zikrettiğine istinaden, ehl-i dalâletin fikr-i küfrîlerinin bütün bütün muhaliyetini ve bütün bütün çürüklüğünü göstermek için, şu tabirâtı farz-ı muhal suretinde titreyerek kullanmaya mecbur oldum.

Dipnot-1

Meleklerin, insanların ve cinlerin sayısınca ona salât ve selâm olsun.


Asya: (bk. bilgiler)
Avrupa: (bk. bilgiler)
beşer: insan
bihakkılyakîn: yaşanmış bir kesinlikte (bk. ḥ-ḳ-ḳ; y-ḳ-n)
bilbedâhe: ap açık bir şekilde
bizzarure: zorunlu olarak
efdal: en faziletli, en üstün (bk. f-ḍ-l)
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler (bk. ḍ-l-l)
ekmel: en mükemmel (bk. k-m-l)
esfel-i sâfilîn: aşağıların en aşağısı
farz etmek: varsaymak
farz-ı muhal: olmayacak birşeyi olacakmış gibi düşünme, varsayım
feylesof: filozof, felsefeci
fikr-i küfrî: küfür ve inkâr fikri (bk. f-k-r; k-f-r)
galiz: çirkin
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hizbüşşeytan: şeytanın taraftarları
hüccet: delil
İblis: Şeytan
istinaden: dayanarak (bk. s-n-d)
kâfir: Allah’ı veya Allah’ın bildirdiği kesin birşeyi inkâr eden kimse (bk. k-f-r)
kat’î: kesin
küfriyat: inkâr ve inançsızlığa sebep olan sözler ve işler (bk. k-f-r)
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
mahlûkat: yaratılmışlar (bk. ḫ-l-ḳ)
müfsit: bozguncu
muhal: olması imkansız şey
muhaliyet: imkansızlık
Muhammed-i Arabî: Arapların içinden çıkan peygamberimiz Muhammed (a.s.m.) (bk. ḥ-m-d)
münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimse
münhasır: ayrılmış
rağmına: zıddına, aksine
resul: peygamber, elçi (bk. r-s-l)
Resulullah: Allah’ın resulü, elçisi (bk. r-s-l)
sukut etmek: düşmek, alçalmak
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
tabirât: tabirler, ifadeler (bk. a-b-r)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Beşinci Sözün Zeyli, Yirmi Altıncı Mektup’un Birinci Mebhası, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.258