Eğitim ve Öğretime, Bilgi ve Bilime Farklı Bir Bakış; MÂNÂ-YI İSMÎ Yerine MÂNÂ-YI HARFİ İle Bakış. Kâr Amacı Gütmeyen Ücretsiz Açık Kaynak Bir Eğitim Sitesi. A Different Perspective on Education and Teaching, Knowledge and Science; Glance with the LETTER MEANING instead of the NAME MEANING. A Free Non-Profit Open Source Education Site.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Ey sersem nefsim! Acaba şu vazife-i ubûdiyet neticesiz midir? Ücreti az mıdır ki sana usanç veriyor?” konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Birinci Söz Birinci Makam Dördüncü İkaz
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Yirmi Birinci Söz
Birinci Makam
…
DÖRDÜNCÜ İKAZ
Ey sersem nefsim! Acaba şu vazife-i ubûdiyet neticesiz midir? Ücreti az mıdır ki sana usanç veriyor? Halbuki bir adam sana birkaç para verse veyahut seni korkutsa, akşama kadar seni çalıştırır; ve fütursuz çalışırsın. Acaba bu misafirhane-i dünyada âciz ve fakir kalbine kut ve gınâ; ve elbette bir menzilin olan kabrinde gıda ve ziya; ve herhalde mahkemen olan mahşerde sened ve berat; ve ister istemez üstünden geçilecek Sırat köprüsünde nur ve burâk olacak bir namaz neticesiz midir veyahut ücreti az mıdır?
Bir adam sana yüz liralık bir hediye va’d etse, yüz gün seni çalıştırır. Hulfü’l-va’d edebilir o adama itimad edersin, fütursuz işlersin. Acaba hulfü’l-va’d hakkında muhal olan bir Zât, Cennet gibi bir ücreti ve saadet-i ebediye gibi bir hediyeyi sana va’d etse, pek az bir zamanda, pek güzel bir vazifede seni istihdam etse; sen hizmet etmezsen veya isteksiz, suhre gibi veya usançla, yarım yamalak hizmetinle Onu va’dinde itham ve hediyesini istihfaf etsen, pek şiddetli bir tedibe ve dehşetli bir tâzibe müstehak olacağını düşünmüyor musun? Dünyada hapsin korkusundan en ağır işlerde fütursuz hizmet ettiğin halde, Cehennem gibi bir haps-i ebedînin havfı, en hafif ve lâtif bir hizmet için sana gayret vermiyor mu?
âciz: güçsüz (bk. a-c-z) âkıl: akıllı berat: kurtuluş burak: iman ehlini Sırat köprüsünden geçirecek olan binek, âhiret bineği Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) cihet: yön divanelik: akılsızlık elem: acı, sıkıntı fütur: usanç fütursuz: usanmadan gınâ: zenginlik (bk. ğ-n-y) hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) haps-i ebedi: sonsuz hapis (bk. e-b-d) havf: korku hulfü’l-va’d: sözünden dönme (bk. v-a-d) iltihak etmek: katılmak inkılâb etmek: dönüşmek istihdam etmek: çalıştırmak istihfaf: hafife alma itham: suçlama kalb olmak: dönüşmek keramet: Allah’ın bir ikramı olarak, veli kullarda görünen olağanüstü haller (bk. k-r-m)
külfet: yük, zorluk kut: gıda lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f) mahşer: haşir meydanı (bk. ḥ-ş-r) mâsiyet: günah, isyan menzil: ev, mekân (bk. n-z-l) merdâne: mertçe meşakkat: güçlük, sıkıntı misafirhane-i dünya: dünya misafirhanesi muhal: imkânsız mükellef: yükümlü musibet: belâ, felaket müstehak: hak eden (bk. ḥ-ḳ-ḳ) nefis: kişinin kendisi; insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu (bk. n-f-s) nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r) rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m) saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d) Sabûr: günahkârlara ve isyan edenlere ceza vermekte acele etmeyen ve kullarına sabır gücü ihsan eden Allah (bk. ṣ-b-r)
sarf etmek: harcamak şevk: şiddetli arzu ve istek Sırat köprüsü: Cehennem üzerine kurulu olan ve Cennete girmek için üzerinden geçilmesi gereken köprü suhre: zoraki, angarya iş gören taat: itaat, Allah’ın emirlerine uyma târumâr etmek: dağıtmak tâzip: azap verme, cezalandırma tedip: edeplendirme, haddini bildirme ulvî: yüce va’d etmek: söz vermek (bk. v-a-d) vazife-i ubûdiyet: kulluk görevi (bk. a-b-d) ziya: ışık
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Birinci Söz, Birinci Makam, Dördüncü İkaz, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Sen üç sabırla mükellefsin. Birisi, taat üstünde sabırdır. Birisi, mâsiyetten sabırdır. Diğeri, musibete karşı sabırdır.” konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Birinci Söz Birinci Makam Üçüncü İkaz
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Yirmi Birinci Söz
Birinci Makam
…
ÜÇÜNCÜ İKAZ
Ey sabırsız nefsim! Acaba geçmiş günlerdeki ibadet külfetini ve namazın meşakkatini ve musibet zahmetini bugün düşünüp muztarip olmak; hem gelecek günlerdeki ibadet vazifesini ve namaz hizmetini ve musibet elemini bugün tasavvur edip sabırsızlık göstermek hiç kâr-ı akıl mıdır?
Şu sabırsızlıkta misalin şöyle bir sersem kumandana benzer ki: Düşmanın sağ cenah kuvveti onun sağındaki kuvvetine iltihak etmiş ve ona taze bir kuvvet olduğu halde, o tutar, mühim bir kuvvetini sağ cenaha gönderir, merkezi zayıflaştırır.
âb-ı hayat: hayat suyu (bk. ḥ-y-y) ahvâl-i dünyeviye: dünyanın halleri âyine: aynacenah: kanat, yön çeşme-i rahmet: rahmet çeşmesi (bk. r-ḥ-m) cezb ve celb etmek: çekmek ebed: sonsuzluk (bk. e-b-d) ebedî: sonu olmayan, sonsuz (bk. e-b-d) ekser: pekçok (bk. k-s̱-r) elem: acı, sıkıntı emel: arzu, istek ezelî: başlangıcı olmayan, sonsuz bk. e-z-l) fâni: gelip geçici, ölümlü (bk. f-n-y) fıtraten: yaratılış itibarıyla (bk. f-ṭ-r) halk olunmak: yaratılmak (bk. ḫ-l-ḳ) hane-i cisim: beden, cisim evi havâ-yı nesîm: hoş ve hafif rüzgar havası iltihak etmek: katılmak kadîr: her şeye gücü yeten (bk. ḳ-d-r)
kâr-ı akıl: akıl kârı kasavetli: üzüntülü, sıkıntılı kemâl-i sür’atle: çok hızlı (bk. k-m-l) külfet: yük, zorluk kut: gıda lâtife-i Rabbaniye: İlâhî hakikatleri hisseden ve mânevî zevkleri alan his, duygu (bk. l-ṭ-f; r-b-b) letâfetli: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f) Mâbûd-u Bâkî: ibadete lâyık olan ve varlığı hiçbir zaman son bulmayan Allah (bk. a-b-d; b-ḳ-y) Mahbûb-u Sermedî: varlığı sonsuz sevgili Allah (bk. ḥ-b-b) maruz: tesiri altında kalmak meftun: düşkün, tutkun, bağımlı meşakkat: güçlük, sıkıntı mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d) müptelâ: düşkün, bağımlı muztarip olmak: ıztırap çekmek
nazik: ince, zarif nihayetsiz: sonsuz niyaz: dua, yalvarma pürsevda: sevgiyle dolu Rahîm-i Kerîm: rahmet ve ikram sahibi Allah (bk. r-ḥ-m; k-r-m) şikemperver: boğazına düşkün sırr-ı insani: insanın mânevî duygusu tasavvur: zihinde şekillendirme, tasarlama (bk. ṣ-v-r) teessürat: üzüntüler tekerrür: tekrarlanma telezzüz: lezzet alma, lezzetlenme telezzüzât: lezzetlenmeler teveccüh: yönelme vâveylâ-yı firak: ayrılık feryadı (bk. f-r-ḳ) zînur: nurlu (bk. ẕî; n-v-r) zîşuur: şuur sahibi (bk. ẕî; ş-a-r) zulümatlı: karanlık (bk. ẓ-l-m)
Hem sol cenahta düşmanın askeri yokken ve daha gelmeden, büyük bir kuvvet gönderir, “Ateş et” emrini verir, merkezi bütün bütün kuvvetten düşürtür. Düşman işi anlar, merkeze hücum eder, târümâr eder.
Evet, buna benzersin. Çünkü geçmiş günlerin zahmeti, bugün rahmete kalb olmuş. Elemi gitmiş, lezzeti kalmış. Külfeti, keramete iltihak; ve meşakkati, sevaba inkılâb etmiş. Öyle ise, ondan usanç almak değil, belki yeni bir şevk, taze bir zevk ve devama ciddî bir gayret almak lâzım gelir. Gelecek günler ise madem gelmemişler; şimdiden düşünüp usanmak ve fütur getirmek, aynen o günlerde açlığı ve susuzluğu ile bugün düşünüp bağırıp çağırmak gibi bir divaneliktir.
Madem hakikat böyledir. Âkıl isen, ibadet cihetinde yalnız bugünü düşün. Ve “Onun bir saatini, ücreti pek büyük, külfeti pek az, hoş ve güzel ve ulvî bir hizmete sarf ediyorum” de. O vakit senin acı bir füturun, tatlı bir gayrete inkılâb eder.
İşte, ey sabırsız nefsim! Sen üç sabırla mükellefsin. Birisi, taat üstünde sabırdır. Birisi, mâsiyetten sabırdır. Diğeri, musibete karşı sabırdır. Aklın varsa, şu Üçüncü İkazdaki temsilde görünen hakikati rehber tut, merdâne “Yâ Sabûr” de, üç sabrı omuzuna al. Cenâb-ı Hakkın sana verdiği sabır kuvvetini eğer yanlış yolda dağıtmazsan, her meşakkate ve her musibete kâfi gelebilir; ve o kuvvetle dayan.
âciz: güçsüz (bk. a-c-z) âkıl: akıllı berat: kurtuluş burak: iman ehlini Sırat köprüsünden geçirecek olan binek, âhiret bineği Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) cihet: yön divanelik: akılsızlık elem: acı, sıkıntı fütur: usanç fütursuz: usanmadan gınâ: zenginlik (bk. ğ-n-y) hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hulfü’l-va’d: sözünden dönme (bk. v-a-d) iltihak etmek: katılmak inkılâb etmek: dönüşmek istihdam etmek: çalıştırmak kalb olmak: dönüşmek keramet: Allah’ın bir ikramı olarak, veli kullarda görünen olağanüstü haller (bk. k-r-m)
külfet: yük, zorluk kut: gıda mahşer: haşir meydanı (bk. ḥ-ş-r) mâsiyet: günah, isyan menzil: ev, mekân (bk. n-z-l) merdâne: mertçe meşakkat: güçlük, sıkıntı misafirhane-i dünya: dünya misafirhanesi muhal: imkânsız mükellef: yükümlü musibet: belâ, felaket nefis: kişinin kendisi; insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu (bk. n-f-s) nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r) rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m) saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d) Sabûr: günahkârlara ve isyan edenlere ceza vermekte acele etmeyen ve kullarına sabır gücü ihsan eden Allah (bk. ṣ-b-r)
sarf etmek: harcamak şevk: şiddetli arzu ve istek Sırat köprüsü: Cehennem üzerine kurulu olan ve Cennete girmek için üzerinden geçilmesi gereken köprü taat: itaat, Allah’ın emirlerine uyma târumâr etmek: dağıtmak ulvî: yüce va’d etmek: söz vermek (bk. v-a-d) vazife-i ubûdiyet: kulluk görevi (bk. a-b-d) ziya: ışık
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Birinci Söz, Birinci Makam, Üçüncü İkaz, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Kalbimin gıdası, ruhumun âb-ı hayatı ve lâtife-i Rabbâniyemin havâ-yı nesîmini cezb ve celb eden namaz dahi seni usandırmamak gerektir.” konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Birinci Söz Birinci Makam İkinci İkaz.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Yirmi Birinci Söz
Birinci Makam
…
İKİNCİ İKAZ
Ey şikemperver nefsim! Acaba, hergün hergün ekmek yersin, su içersin, havayı teneffüs edersin; sana onlar usanç veriyor mu?
Madem vermiyor; çünkü ihtiyaç tekerrür ettiğinden usanç değil, belki telezzüz ediyorsun. Öyle ise, hane-i cismimde senin arkadaşların olan kalbimin gıdası, ruhumun âb-ı hayatı ve lâtife-i Rabbâniyemin havâ-yı nesîmini cezb ve celb eden namaz dahi seni usandırmamak gerektir.
Evet, nihayetsiz teessürat ve elemlere maruz ve müptelâ ve nihayetsiz telezzüzâta ve emellere meftun ve pürsevda bir kalbin kut ve kuvveti, herşeye kadîr bir Rahîm-i Kerîmin kapısını niyaz ile çalmakla elde edilebilir.
Evet, şu fâni dünyada kemâl-i sür’atle vâveylâ-yı firakı koparan giden, ekser mevcudatla alâkadar bir ruhun âb-ı hayatı ise, herşeye bedel bir Mâbûd-u Bâkînin, bir Mahbûb-u Sermedînin çeşme-i rahmetine namaz ile teveccüh etmekle içilebilir.
Evet, fıtraten ebediyeti isteyen ve ebed için halk olunan ve ezelî ve ebedî bir Zâtın âyinesi olan ve nihayetsiz derecede nazik ve letâfetli bulunan zîşuur bir sırr-ı insanî, zînur bir lâtife-i Rabbâniye, şu kasavetli, ezici ve sıkıntılı, geçici ve zulümatlı ve boğucu olan ahvâl-i dünyeviye içinde, elbette teneffüse pek çok muhtaçtır ve ancak namazın penceresiyle nefes alabilir.
âb-ı hayat: hayat suyu (bk. ḥ-y-y) ahvâl-i dünyeviye: dünyanın halleri âyine: ayna cenah: kanat, yön çeşme-i rahmet: rahmet çeşmesi (bk. r-ḥ-m) cezb ve celb etmek: çekmek ebed: sonsuzluk (bk. e-b-d) ebedî: sonu olmayan, sonsuz (bk. e-b-d) ekser: pekçok (bk. k-s̱-r) elem: acı, sıkıntı emel: arzu, istek ezelî: başlangıcı olmayan, sonsuz bk. e-z-l) fâni: gelip geçici, ölümlü (bk. f-n-y) fıtraten: yaratılış itibarıyla (bk. f-ṭ-r) halk olunmak: yaratılmak (bk. ḫ-l-ḳ) hane-i cisim: beden, cisim evi havâ-yı nesîm: hoş ve hafif rüzgar havası iltihak etmek: katılmakkadîr: her şeye gücü yeten (bk. ḳ-d-r)
kâr-ı akıl: akıl kârı kasavetli: üzüntülü, sıkıntılı kemâl-i sür’atle: çok hızlı (bk. k-m-l) külfet: yük, zorluk kut: gıda lâtife-i Rabbaniye: İlâhî hakikatleri hisseden ve mânevî zevkleri alan his, duygu (bk. l-ṭ-f; r-b-b) letâfetli: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f) Mâbûd-u Bâkî: ibadete lâyık olan ve varlığı hiçbir zaman son bulmayan Allah (bk. a-b-d; b-ḳ-y) Mahbûb-u Sermedî: varlığı sonsuz sevgili Allah (bk. ḥ-b-b) maruz: tesiri altında kalmak meftun: düşkün, tutkun, bağımlı meşakkat: güçlük, sıkıntı mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d) müptelâ: düşkün, bağımlı muztarip olmak: ıztırap çekmek
nazik: ince, zarif nihayetsiz: sonsuz niyaz: dua, yalvarma pürsevda: sevgiyle dolu Rahîm-i Kerîm: rahmet ve ikram sahibi Allah (bk. r-ḥ-m; k-r-m) şikemperver: boğazına düşkün sırr-ı insani: insanın mânevî duygusu tasavvur: zihinde şekillendirme, tasarlama (bk. ṣ-v-r) teessürat: üzüntüler tekerrür: tekrarlanma telezzüz: lezzet alma, lezzetlenme telezzüzât: lezzetlenmeler teveccüh: yönelme vâveylâ-yı firak: ayrılık feryadı (bk. f-r-ḳ) zînur: nurlu (bk. ẕî; n-v-r) zîşuur: şuur sahibi (bk. ẕî; ş-a-r) zulümatlı: karanlık (bk. ẓ-l-m)
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Birinci Söz, Birinci Makam, İkinci İkaz, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Bu sayfada ortaöğretim / lise Türk Dili ve Edebiyatı dersi 10. sınıf 3. ünite şiir, divan şiirinden gazel örneği; Urfalı büyük şâir Yûsüf Nâbî’nin, çağdaşı olan Çorlulu Ali Paşa’nın kararıyla evi yıkılıp perîşân olunca yazdığı “Bağı dehrin hem hazanın hem baharın görmüşüz” gazeline yer verilmiştir.
•(Ve) yine gücenmişlik ahının topuna dayanamayan, Yüksek mevki ülkesinin taştan kalesini görmüşüz.
Bir hurûş ile eder bin hâne-i ikbâli pest Ehl-i derdin seyl-i eşk-i inkisârın görmüşüz
•Bir beddua ile bin talih evini yıkıp giden Dertlilerin sel gibi akıttıkları gözyaşlarını görmüşüz.
Bir hadeng-i can-güdâz-ı âhtır sermâyesi Biz bu meydânın nice çâpük-süvârın görmüşüz
•Biz, yere yıkılması bir can alıcı ah okuna bağlı, Bu meydanın nice usta binicilerini görmüşüz.
Bir gün eyler dest-beste pây-âh-ı cây-gâh Bi-adet mağrûr-ı sadr-ı i’tibârın görmüşüz
[Sadarette itibar üzere oturan nicelerini gördük ki; gün geldi de onlar el pençe vaziyette pabuçluğu mekân tuttular (yani hizmetçi oldular)]
Kâse-i deryûzeye tebdîl olur câm-ı murâd Biz bu bezmin Nâbiyâ çok bâde-hârın görmüşüz
•Ey Nâbî! En sonunda istek kadehi dilenci kâsesine dönen, Biz, bu eğlence meclisinin nice sarhoşlarını görmüşüz
Vezni: Fâilâtün Fâilâtün Fâilâtün Fâilün
Nabî
(hzl: Cem Dilçin, Türk Şiir Bilgisi)
BİLİNMEYEN KELİMELER
bâde-hâr: İçki içenler. bâğ-ı dehr: Dünya bahçesi. bezm: İçki meclisi, dost toplantısı. çâpük-süvâr: Ata iyi binen. dest-beste: El bağlamış, el pençe vaziyette. hadeng-i can-güdâz: Can eriten ok. hâne-i ikbâl: Uğur evi. hezâran: Binlerce. humâr: Sarhoşluktan sonra gelen baş ağrısı. hurûş: Gürültü, ağlayıp inleme. inkisar: Kırılma, gücenme, beddua, ilenç. kâse-i deryûze: Dilenci çanağı. kişver-i câh: Makam, mevki ülkesi. sadr-ı i’tibâr: Sadârette (sadrazamlıkta) itibarlı olanlar. mest-i mağrur: Gurur sarhoşluğuna kapılan kişi. neşat: Sevinç. pây-âh-ı cây-gâh: pây-dâr: Sağlam, devamlı. pest: Alçak, aşağı. rûzgâr: Rüzgâr, zaman. seng: Taş. seyl-i eşk-i inkisâr: İnkisar gözyaşlarının seli. top-ı ah-ı inkisar: Beddua ahlarının topu.
Metinde anlamlarını bilmediğiniz kelime ve kelime gruplarının anlamını metnin bağlamından hareketle tahmin ediniz veya kaynaklardan öğreniniz.
ETKİNLİKLER
Metnin tema ve konusunu belirleyiniz.
İlk beyitte geçen ‘hazân/ bahâr’ , ‘neşât/ gam’ kelimeleri sizce nelerin simgesi olabilir? Yaşadığımız ayrılık ve üzüntüler, bize bir şeyler öğretir mi?
İkinci beyitte şair, niçin mağrur olmamak gerektiğini vurguluyor? İnsan, güzelliği, makamı veya zenginliğiyle kibirlenme hakkına sahip midir? Niçin?
“Bir hurûş ile eder bin hâne-i ikbâli pest/ Ehl-i derdin seyl-i eşk-i inkisârın görmüşüz” beytinde şair, ne anlatmak istemiştir? Buradaki manayı ‘ahı tutmak’ deyimi ile ilişkilendirebilir miyiz?
Aşağıdaki videoyu izleyerek gazelle ilgili yorumlar hakkında düşüncelerinizi söyleyiniz.
Hayati İnanç – Muhteşem Anlatım Nâbî “Bağı dehrin hem hazanın hem baharın görmüşüz”
Kültürel ve sosyal yapı ilişkisinden hareketle okuduğunuz gazelin yazıldığı dönemin zihniyetine dair neler söyleyebilirsiniz?
Aşağıdaki parağrafı okuyunuz. Gazelde anlatılmak istenenler ile bu parçada anlatılanlar arasında nasıl bir bağ vardır? Tartışınız.
celâl: haşmet, görkem, yücelik (bk. c-l-l) cereyan eden: meydana gelen ekseriya: çoğunlukla (bk. k-s̱-r) gayret: şeref, haysiyet, izzet (bk. ğ-y-r) izzet: değer, kıymet, şeref, yücelik (bk. a-z-z) kurûn-u sâlife: geçmiş çağlar Mahkeme-i Kübrâ: öldükten sonra âhirette Allah’ın huzurunda kurulacak olan büyük mahkeme (bk. ḥ-k-m; k-b-r)
maruz: tesirinde ve karşısında olma mazlum: zulme, haksızlığa uğrayan (bk. ẓ-l-m) mütemerrid: inatçı, inanmamakta direnen sille: tokat tehir edilmek: ertelenmek zillet: hor, hakir, aşağılanma
Divan Şiiri Grubu, hazırladığı gazellerden bir şiir dinletisi sunsun. Yapılan sunumlardan sonra dinlenen gazellerin ahenk unsurları, ses akışları ve hissettirdikleriniz ile ilgili çıkarımlarda bulununuz.
Sunulan Gazelleri sınıf veya okul panosunda sergileyiniz. İmkanlar ölçüsünde okul dergisinde ve okulun internet sayfası edebiyat köşesinde yayınlayınız.
Daha Fazlası
Hayati İnanç’ın konuyla ilgili değerlendirmelerini okuyun:
URFALI ŞÂİR YÛSÜF NÂBÎ
Urfalı büyük şâir Yûsüf Nâbî (vefat 1712), çağdaşı olan Çorlulu Ali Paşa’nın kararıyla evi yıkılıp perîşân olunca aşağıdaki gazeli yazmış. Derler ki; “keşke yüz evi olup yüzü de yıkılsaydı da Nâbî’den, böyle yüz eser kalsaydı.”
Bu şiire çok sonraları yapılan nazire ve tahmisler cidden kayda değer evsaftadır.
Bâğ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz
Biz neşâtın da gâmın da rûzgârın görmüşüz
[Zaman bağının baharını da gördük güzünü de; üzerimizden neş’e rüzgârları da geçmiştir gam fırtınaları da.]
Çok da mağrûr olma kim meyhâne-i ikbâlde
Biz hezârân mest-i mağrûrun humârın görmüşüz
[Mevki sahibi olunca zafer sarhoşu oluverme; zîrâ böylesine mest (sarhoş) olup sabah olunca da baş ağrısı çeken binlercesini görmüşlüğümüz var.]
[Derd ehli olanların kırıklıkla döktükleri gözyaşlarının yaptığı seller önünde nice gösterişli kâşânelerin, mâlikânelerin yerle bir olduğunu biliriz.]
Bir hadeng-i cân-güdâz-ı âhdır sermâyesi
Biz bu meydânın nice çâbük-süvârın görmüşüz
[O garipler ki, bütün sermâyeleri can yakıcı bir âh silâhından ibarettir ama, onu şöyle bir attıkları zaman, nice hızlı süvarilerin vurulup yere serildiklerini gördük.]
Bir gün eyler dest-beste pây-gâhı cây-gâh
Bî-aded mağrûrun sadr-ı i’tibârın görmüşüz
[Sadarette itibar üzere oturan nicelerini gördük ki; gün geldi de onlar el pençe vaziyette pabuçluğu mekân tuttular (yani hizmetçi oldular)]
Kâse-i deryûzeye tebdîl olur câm-ı murâd
Biz bu bezmin Nâbîyâ çok bâde-hârın görmüşüz
[O elindeki –gururla kaldırıp kaldırıp- içtiğin kadeh var ya, gün gelir de dilenci çanağına döner; benzerlerini çok gördük.]
Söz Nâbî’den açıldığı için bir diğer meşhur şiirini de takdim etmek isterim.
Sultan Dördüncü Mehmed zamanında hacca giden surre alayında geçer hadise. Nâbî merhûmun içinde bulunduğu kafileye –bugünkü tabirle- sponsorluk eden ağa Medine-i Münevvereye yaklaşıldığı bir sırada insanlık icabı hafif uykuya dalınca, Efendimizin bu kadar yakınında uykuyu edebe mugayir gören hikmet şairimiz irticalen yüksek sesle beş beyt terennüm eder:
Sakın terk-i edebden, kûy-i mahbûb-i Hudâ’dır bu!
Nazargâh-i ilâhîdir, makâm-ı Mustafâ’dır bu.
[Edebi terketmekten sakın! Zîrâ burası Allahü teâlânın sevgilisinin bulunduğu yerdir.
Bu yer, Hak teâlânın nazar evi, Resûl-i Ekrem’in makâmıdır.]
This English – Swedish language study is about “Resurrection and the Hereafter”. Its author is Bediuzzaman Said Nursi. This page is just an introduction to this topic. Some pages are shared each time.
Den här engelska – svenska språkstudien handlar om UPPSTÅNDELSEN OCH LIVET EFTER DETTA. Författaren är Bediüzzaman Said Nursi. Den här sida är bara en inledning om det. Varje gång delas en del av sidor.
ENGLISH – SWEDISH LANGUAGE STUDY / ENGELSKA – SVENSKA SPRÅK STUDIE
The Tenth Word 1
Det tionde ordet 1
Resurrection and the Hereafter 1
UPPSTÅNDELSEN OCH LIVET EFTER DETTA 1
NOTE
The reasons for my writing these treatises in the form of metaphors, comparisons and stories are to facilitate comprehension and to show how rational, appropriate, well-founded and coherent are the truths of Islam.
NOTERA
Anledningen till att jag skriver dessa metaforer och jämförelser i form av berättelser är att underlätta förståelsen och visa hur rationell, lämplig, välgrundad och sammanhängande islams sanning är.
The meaning of the stories is contained in the truths that conclude them; each story is like an allusion pointing to its concluding truth. Therefore, they are not mere fictitious tales, but veritable truths.
Berättelsernas betydelse återfinns i de sanningar som avslutar dem, där varje berättelse är en anspelning på den avslutande sanningen. Därför är de inte fiktiva berättelser utan verkliga sanningar.
In the Name of God, the Compassionate, the Merciful.
Look, then, to the signs of God’s mercy —how He restores life to the earth after its death— verily He it is Who quickens the dead, for He is powerful over all things. (Quran 30:50)
“I Guds den Nåderikes, den Barmhärtiges namn!”
“Se där tecknen på Guds nåd – hur Han ger nytt liv åt jorden som varit död! Nytt liv skall Han [också] ge åt de döda! Han har allt i Sin makt.” Koranen, 30:50.
Brother, if you wish for a discussion of resurrection and the hereafter in simple and common language, in a straightforward style, then listen to the following comparison, together with my own soul.
Broder, om du önskar en förklaring om uppståndelsen och livet efter detta på ett enkelt och lättförståeligt språk som är tydligt, lyssna då på följande jämförelse tillsammans med min själ.
Once two men were travelling through a land as beautiful as Paradise (by that land, we intend the world).
En gång reste två män till ett land så vackert som paradiset (med detta land avser vi världen).
Looking around them, they saw that everyone had left open the door of his home and his shop and was not paying attention to guarding it.
Runt om sig såg de att alla hade lämnat dörren öppen till sina hem och butiker, de brydde sig inte om att vakta dem.
Money and property were readily accessible, without anyone to claim them.
Pengar och egendom var lättåtkomliga utan att någon gjorde anspråk på dem.
One of the two travellers grasped hold of all that he fancied, stealing it and usurping it.
En av de två resenärerna började roffa åt sig av allt han ville ha genom att stjäla och tillskanska sig.
Following his inclinations, he committed every kind of injustice and abomination.
Han följde sin lust och gjorde all grymhet och liderlighet.
None of the people of that land moved to stop him. But his friend said to him:
Ingen av landets invånare försökte stoppa honom. Hans vän sade till honom:
“What are you doing? You will be punished, and I will be dragged into misfortune along with you. All this property belongs to the state.
“Vad gör du? Du kommer att straffas och jag kommer att dras in i trubbel tillsammans med dig. All denna egendom tillhör staten.
The people of this land, including even the children, are all soldiers or government servants.
Folket i detta land, även barn, är alla soldater eller statliga tjänstemän.
It is because they are at present civilians that they are not interfering with you.
Anledningen till att de inte ingriper mot dig är att de för närvarande är civila.
But the laws here are strict. The king has installed telephones everywhere and his agents are everywhere. Go quickly, and try to settle the matter.”
Men lagarna är strikta. Kungen har försett alla med en telefon och hans agenter finns överallt. Gå nu snabbt och försök ordna upp saken.”
But the empty-headed man said in his obstinacy: “No, it is not state property; it belongs instead to some endowment, and has no clear or obvious owner.
Men den enfaldiga mannen sade i sin envishet: “Nej, det är inte statlig egendom utan tillhör allmänheten och har ingen uppenbar ägare.
Everyone can make use of it as he sees fit. I see no reason to deny myself the use of these fine things.
Alla kan utnyttja det som man finner lämpligt. Jag ser ingen anledning till att jag ska förnekas utnyttja dessa fina saker.
I will not believe they belong to anyone unless I see him with my own eyes.”
Jag kommer inte att tro att detta tillhör någon förrän jag ser ägaren med mina egna ögon.”
He continued to speak in this way, with much philosophical sophistry, and an earnest discussion took place between them.
På detta sätt fortsatta han att genom filosofiska spetsfundigheter tala och de diskuterade alvarligt frågan.
First the empty-headed man said: “Who is the king here? I can’t see him,” and then his friend replied:
Den enfaldiga mannen sade först: “Vem är kung här? Jag känner inte honom”, och hans vän svarade:
“Every village must have its headman; every needle must have its manufacturer and craftsman. And, as you know, every letter must be written by someone. How, then, can it be that so extremely well-ordered a kingdom should have no ruler?
“Varje by måste ha sin ledare, liksom varje nål måste ha sin hantverkare och ägare. Och varje bokstav skrivas av någon. Hur kan det då komma sig att ett så extremt välordnat kungarike inte kan ha någon härskare?
And how can so much wealth have no owner, when every hour a train1 arrives filled with precious and artful gifts, as if coming from the realm of the unseen?
—————————
¹ Indicates the cycle of a year. Indeed, every spring is a carload of provisions coming from the realm of the unseen.
Och hur kan så mycket rikedom inte ha en ägare, när det varje timme anländer ett tåg¹ fyllt med värdefulla och konstnärliga gåvor som om de kom från ett osynligt rike?
————————–
¹ Indikerar en årscykel. I sanning, är varje vår en vagnlast fylld med proviant kommande från det osynliga riket.
And all the announcements and proclamations, all the seals and stamps, found on all those goods, all the coins and the flags waving in every corner of the kingdom — can they be without an owner?
Och alla tillkännagivanden och kungörelser, alla sigiller och stämplar som finns på alla dessa varor, alla mynt och flaggor som viftar i varje hörn av riket – kan de vara utan ägare?
It seems you have studied foreign languages a little, and are unable to read this Islamic script.
Det verkar som om du har studerat en aning utländska språk men är oförmögen att läsa denna islamiska skrift.
In addition, you refuse to ask those who are able to read it. Come now, let me read to you the king’s supreme decree.”
Dessutom vägrar du fråga dem som har kunskapen att läsa den. Kom nu. Låt mig läsa för dig kungens högsta dekret.”
The empty-headed man then retorted: “Well, let us suppose there is a king; what harm can he suffer from the minute use I am making of all his wealth?
Den enfaldiga mannen svarade då: “Nå, låt oss anta att det finns en kung, vilken skada gör det om jag använder en liten del av all hans rikedom?
Will his treasury decrease on account of it? In any event, I can see nothing here resembling prison or punishment.”
Kommer hans skatt att minska på grund av det? Hur som helst kan jag inte se något som liknar ett fängelse eller en bestraffning.”
His friend replied: “This land that you see is a manoeuvering ground. It is, in addition, an exhibition of his wonderful royal arts.
Hans vän svarade: “Detta land som du ser är en prövningsplats.. Det är dessutom en utställning i underbar kunglig konst.
Then again it may be regarded as a temporary hospice, one devoid of foundations. Do you not see that every day one caravan arrives as another departs and vanishes?
Det kan betraktas som ett tillfälligt härberge, som saknar grund. Ser du inte att det varje dag anländer en karavan samtidigt som en annan avgår och försvinner.
It is being constantly emptied and filled. Soon the whole land will be changed; its inhabitants will depart for another and more lasting realm.
Snart kommer hela landet att ha förändrats, dess invånare kommer att lämna till ett annat och mer varaktigt rike.
There everyone will be either rewarded or punished in accordance with his services.”
Där kommer man antingen att belönas eller bestraffas i enlighet med vad man förtjänar.”
That treacherous empty-headed one retorted rebelliously: “I don’t believe it. Is it at all possible that a whole land should perish, and be transferred to another realm?”
Denna förrädiska enfaldiga man invände envist: “Det tror jag inte alls på. Är det alls möjligt att det här landet skulle kunna försvinna och förflyttas till ett annat rike?”
His faithful friend then replied: “Since you are so obstinate and rebellious, come, let me demonstrate to you, with twelve out of the innumerable proofs available, that there is a Supreme Tribunal, a realm of reward and generosity and a realm of punishment and incarceration, and that just as this world is partially emptied every day, so too a day shall come when it will be totally emptied and destroyed.
Hans trogna vän svarade då: “Eftersom du är så envis och enveten, kom, låt mig visa dig med tolv av de otaliga bevis som finns att det finns en Högsta Instans, en värld av belöning och godhet ochen värld av straff och fängslande. Precis som denna värld delvis töms varje dag skall även en dag komma då den helt kommer att tömmas och förstöras.
• First Aspect:
Is it at all possible that in any kingdom, and particularly so splendid a kingdom as this, there should be no reward for those who serve obediently and no punishment for those who rebel?
Reward and punishment are virtually non-existent here; there must therefore be a Supreme Tribunal somewhere else.
o Första aspekten
Är det alls möjligt att det i varje rike, och särskilt ett sådant fantastiskt rike som detta, inte skulle finnas någon belöning för de som lydigt tjänar och inget straff för de som gör uppror?
Belöning och straff är praktiskt taget obefintliga här och därför måste det någon annanstans finnas en Högsta Instans.
(To be continued)
(Fortsättning följer)
Resources
Källor
Uppståndelsen och livet efter detta, Bediüzzaman Said Nursi, buken ursprungliga namn Haşir Rısalesi (İsveççe), redigering Erdoğan Nil, översättning Thomas Keresturi, redaktör Hülya Altınkaya, ansvarig vid bokförlag Rejhan Publication, tryckort Irmak Ofset, augusti 2013.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Ey bedbaht nefsim! Acaba ömrün ebedî midir? Hiç kat’î senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Birinci Söz Birinci Makam Birinci İkaz.
BİR ZAMAN sinnen, cismen, rütbeten büyük bir adam bana dedi: “Namaz iyidir. Fakat hergün, hergün beşer defa kılmak çoktur. Bitmediğinden usanç veriyor.”
O zâtın o sözünden hayli zaman geçtikten sonra, nefsimi dinledim. İşittim ki, aynı sözleri söylüyor. Ve ona baktım, gördüm ki, tembellik kulağıyla şeytandan aynı dersi alıyor. O vakit anladım: O zat o sözü bütün nüfus-u emmârenin namına söylemiş gibidir veya söylettirilmiştir. O zaman ben dahi dedim: Madem nefsim emmâredir. Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez. Öyle ise nefsimden başlarım.
Dedim: Ey nefis! Cehl-i mürekkep içinde, tembellik döşeğinde, gaflet uykusunda söylediğin şu söze mukabil, Beş İkazı benden işit.
BİRİNCİ İKAZ
Ey bedbaht nefsim! Acaba ömrün ebedî midir? Hiç kat’î senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?
Sana usanç veren, tevehhüm-ü ebediyettir. Keyif için, ebedî dünyada kalacak gibi nazlanıyorsun. Eğer anlasaydın ki ömrün azdır, hem faidesiz gidiyor; elbette onun yirmi dörtten birisini, hakikî bir hayat-ı ebediyenin saadetine medar olacak bir güzel ve hoş ve rahat ve rahmet bir hizmete sarf etmek, usanmak şöyle dursun, belki ciddî bir iştiyak ve hoş bir zevki tahrike sebep olur.
Dipnot-1
“Şüphesiz ki namaz, mü’minler üzerine belli vakitler için farz olarak yazılmıştır.” Nisâ Sûresi, 4:103.
hayat-ı ebediye: sonsuz hayat (bk. ḥ-y-y; e-b-d) iştiyak: çok kuvvetli arzu ve istek ıslah: iyileştirme, düzeltme (bk. ṣ-l-ḥ) kat’î: kesin medar: vesile, dayanak mukabil: karşılık nefis: kişinin kendisi; insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu (bk. n-f-s)
nüfûs-u emmâre: kötülüğü emreden nefisler (bk. n-f-s) saadet: mutluluk sinnen: yaş itibarıyla tahrik: harekete geçirme tevehhüm-ü ebediyet: sonsuza kadar yaşayacağını sanmak (bk. e-b-d)
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Birinci Söz, Birinci Makam, Birinci İkaz, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Barış Manço’nun bu çok özel “Benden Öte Benden Ziyade” şarkısında Yaratıcıya ve yarattığı kuluna vurgu yapılmaktadır. Özellikle Yunus Emre’nin “Bir ben vardır bende benden içeru” sözünden esinlenmiştir.
Dört kitaptan başlayalım istersen gel söze… Orda öyle bir isim var ki kuldan öte kuldan ziyade O’nu düşün O’na sığın O senden öte benden ziyade – Barış Manço
Bu akşam yine garip bir hüzün çöktü üstüme
Hücrem soğuk bir tek sen varsın düşlerimde
Demir kapı yine kapandı ağır ağır üzerime
Kelepçeler yine vuruldu kilit kilit yüreğime
Derin derin soluyorum seni gecelerce
Duvarlara kazıdım ismini her köşeye
Dudakların şeker gibiydi, baldan öte baldan ziyade
Pembe pembe yanakların, gülden öte gülden ziyade
Sabret gönül sabret, sakın isyan etme
Bir gün elbet bitecek bu çile, isyan etme
Dört kitaptan başlayalım istersen gel söze…
Orda öyle bir isim var ki kuldan öte kuldan ziyade
O’nu düşün O’na sığın O senden öte benden ziyade
Bir sabah elbet güneş de doğacak penceremde
Ama bil ki ateşin hala yanacak yüreğimde
Gözyaşlarım akıp gidecek, selden öte selden ziyade
Bir canım var vereceğim, maldan öte maldan ziyade
Sabret gönül sabret, sakın isyan etme
Bir gün elbet bitecek bu çile, isyan etme
Dört kitaptan başlayalım istersen gel söze…
Orda öyle bir isim var ki kuldan öte kuldan ziyade
O’nu düşün O’na sığın O senden öte benden ziyade
Bir ben var ki benim içimde, benden öte benden ziyade
Bir sen var ki senin içinde, senden öte senden ziyade
Bir ben var ki benim içimde, benden öte benden ziyade
Bir sen var ki senin içinde, senden öte senden ziyade
Bu şarkının yazılmasına ilham kaynağı olan Yunus Emre’nin şiiri
Benden İçeri (Severim Ben Seni)
Severim ben seni candan içeri Yolum vardır bu erkandan içeri
Beni bende demem bende değilim Bir ben vardır bende benden içeri
Nereye bakar isem dopdolusun Seni nere koyam benden içeri
O bir dilber dürür yoktur nişanı Nişan olur mu nişandan içeri
Beni sorma bana bende değilim Suretim boş yürür dondan içeri
Beni benden alana ermez elim Kim kadem basa sultandan içeri
Tecelliden nasip erdi kimine Kiminin maksudu bundan içeri
Kime didar gününden şule değse Onun şulesi var günden içeri
Senin aşkın beni benden alıptır Ne şirin dert bu dermandan içeri
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Gençlik Rehberi okumalarında bu derste “Birden İhtar Edilen Bir Mesele-i Mühimme – Her güzel, güzelliğini sever ve elinden geldiği kadar muhafaza etmek ister ve bozulmasını istemez ” bölümü yer almaktadır. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ında Gençlik Rehberinde yer alan bölümler 10 yaşındaki Hüma kızımız tarafından okunmaktadır.
Risale-i Nur Külliyatı’ndan
GENÇLİK REHBERİ
Müellifi
Bedîüzzaman Said Nursî
Birden İhtar Edilen Bir Mesele-i Mühimme
Âhir zamanın fitnesinde en dehşetli rolü oynayan, taife-i nisaiye ve onların fitnesi olduğu hadîsin rivayetlerinden anlaşılıyor.
Evet, nasıl ki tarihlerde, eski zamanlarda “Amazonlar” namında gayet silahşör kadınlardan mürekkeb bir taife-i askeriye olarak hârika harpler yaptıkları naklediliyor. Aynen öyle de bu zamanda zındıka dalaleti, İslâmiyet’e karşı muharebesinde, nefs-i emmarenin planıyla, şeytan kumandasına verilen fırkalardan en dehşetlisi; yarım çıplak hanımlardır ki açık bacağıyla dehşetli bıçaklarla ehl-i imana taarruz edip saldırıyorlar. Nikâh yolunu kapamaya, fuhuşhane yolunu genişlettirmeye çalışarak; çokların nefislerini birden esir edip kalp ve ruhlarını kebair ile yaralıyorlar. Belki o kalplerden bir kısmını öldürüyorlar.
Birkaç sene nâmahrem hevesatına göstermenin tam cezası olarak; o bıçaklı bacaklar cehennemin odunları olup en evvel o bacaklar yanacaklarını ve dünyada emniyet ve sadakati kaybettiği için hilkaten çok istediği ve fıtraten çok muhtaç olduğu münasip kocayı daha bulamaz. Bulsa da başına bela bulur. Hattâ bu halin neticesi olarak o âhir zamanda, bazı yerlerde nikâha rağbetsizlik ve riayetsizlik yüzünden, kırk kadına bir erkek nezaret edecek derecede ehemmiyetsiz, sahipsiz, kıymetsiz bir surete gireceği, hadîsin rivayetinden anlaşılıyor.
Madem hakikat budur. Ve madem her güzel, güzelliğini sever ve elinden geldiği kadar muhafaza etmek ister ve bozulmasını istemez. Ve madem güzellik bir nimettir. Nimete şükredilse manen ziyadeleşir. Şükredilmezse değişir, çirkinleşir. Elbette aklı varsa hüsün ve cemalini, günahları kazanmak ve kazandırmak ve çirkin ve zehirli yapmak ve o nimeti küfran ile medar-ı azap bir surete çevirmekten bütün kuvvetiyle kaçacak. Ve o fâni, beş on senelik cemali bâkileştirmek için meşru bir tarzda istimal ile o nimete şükredecek. Yoksa ihtiyarlıkta uzun zaman istiskale maruz kalıp meyusane ağlayacak.
Eğer terbiye-i İslâmiye dairesinde, âdab-ı Kur’aniye ziynetiyle o cemal güzelleştirilse o fâni hüsün, manen bâki kalacağı ve cennette hurilerin cemalinden daha şirin ve daha parlak bir tarzda kendine verileceği hadîste kat’iyetle sabittir. Eğer o güzelin zerre miktar aklı varsa bu güzel ve parlak ve ebedî neticeyi elinden kaçırmayacak…
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Gençlik Rehberi Okumalarında Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ında Gençlik Rehberinde yer alan bölümler 10 yaşındaki Hüma kızımız tarafından okunmaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “İki mühim suale karşı iki mühim cevap – Dünya bir misafirhanedir. İnsan ise onda az duracaktır. – Din bir imtihandır. Teklif-i İlâhî bir tecrübedir.” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden Yirminci Söz İkinci Makamın devamı.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Yirminci Sözün İkinci Makamı
Mu’cizât-ı enbiya yüzünde parlayan bir lem’a-i i’câz-ı Kur’ân
…
İki mühim suale karşı iki mühim cevap
Birincisi:
Eğer desen: “Madem Kur’ân beşer için nâzil olmuştur. Neden beşerin nazarında en mühim olan medeniyet harikalarını tasrih etmiyor; yalnız gizli bir remizle, hafî bir ima ile, hafif bir işaretle, zayıf bir ihtarla iktifâ ediyor?”
Elcevap: Çünkü medeniyet-i beşeriye harikalarının hakları, bahs-i Kur’ânîde o kadar olabilir. Zira Kur’ân’ın vazife-i asliyesi, daire-i Rububiyetin kemâlât ve şuûnâtını ve daire-i ubûdiyetin vezâif ve ahvâlini tâlim etmektir. Öyle ise, şu havârık-ı beşeriyenin o iki dairede hakları, yalnız bir zayıf remiz, bir hafif işaret, ancak düşer. Çünkü onlar daire-i Rububiyetten haklarını isteseler, o vakit pek az hak alabilirler.
Şu ciddî meseleyi yazarken, ihtiyarsız olarak, kalemim üslûbunu şu lâtif lâtifeye çevirdi. Ben de kalemimi serbest bıraktım. Ümit ederim ki, üslûbun lâtifeliği meselenin ciddiyetine halel vermesin.
ahvâl: haller, durumlar âyât: âyetler bahs-i Kur’ânî: Kur’ân’ın bahsi belki: aslında, gerçekte beşer: insan daire-i Rububiyet: Rablık dairesi (bk. r-b-b) daire-i ubûdiyet: kulluk dairesi (bk. a-b-d) define-i ilim: ilim hazinesi (bk. a-l-m) delâlet: delil olma, işaret etme enbiya: peygamberler (bk. n-b-e) evâmir-i mutlaka: kesin emirler (bk. ṭ-l-ḳ) hafî: gizli hakaik-i mümkinat: yaratılanlara ait gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ; m-k-n) hakaik-ı İlâhiye: Allah’a ait olan gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ; e-l-h) hakk-ı kelâm: söz hakkı (bk. ḥ-ḳ-ḳ; k-l-m) halel: zarar, eksiklik haşiye: dipnot, açıklayıcı not
havârık-ı beşeriye: insanlık harikaları ihtar: hatırlatma ihtiyarsız: irade dışı (bk. ḫ-y-r) iktidâ etmek: uymak iktifâ etmek: yetinmek ima: işaret işarî: işaret yoluyla ittibâ etmek: uymak kemâlât: mükemellikler, kusursuzluklar (bk. k-m-l) lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f) lâtife: güzel ve ince mânâ (bk. l-ṭ-f) maânî-i sariha: açık mânâlar (bk. a-n-y) medeniyet-i beşeriye: insanlık medeniyeti miftah: anahtar muhakkak: kesin (bk. ḥ-ḳ-ḳ) müteaddit: bir çok, çeşitli müttefekun aleyh: üzerinde birleşilmiş nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r) nâzil olmak: inmek (bk. n-z-l)
neşretmek: yaymak netice: sonuç nevi: çeşit nücum: yıldızlar nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r) remiz: işaret sâfi: duru, katıksız (bk. ṣ-f-y) san’at ve fünun-u beşeriye: insanlığa ait san’at ve ilimler (bk. ṣ-n-a) semâvât: yücelikler (bk. s-m-v) şuûnât: işler, fiiller, haller (bk. ş-e-n) talim etmek: öğretmek (bk. a-l-m) tarz-ı ifade: ifade tarzı tasrih: açık şekilde bildirme tayyare-i beşer: uçak terakkiyât-ı beşeriye: insanlığa ait terakkiler, ilerlemeler üslub: ifade tarzı vazife-i asliyesi: esas vazifesi vezâif: görevler ziya: ışık
âyâtında bir mevki ver.” Elbette, o daire-i Rububiyetin tayyareleri olan seyyârât, arz, kamer, Kur’ân namına diyecekler: “Burada cirmin kadar bir mevki alabilirsin.”
Eğer beşerin tahtelbahirleri âyât-ı Kur’âniyeden mevki isteseler, o dairenin tahtel-bahirleri, yani, bahr-i muhit-i havâîde ve esir denizinde yüzen zemin ve yıldızlar ona diyecekler: “Yanımızda senin yerin görünmeyecek derecede azdır.”
Eğer elektriğin parlak, yıldız-misal lâmbaları hakk-ı kelâm isteyerek âyetlere girmek isteseler, o dairenin elektrik lâmbaları olan şimşekler, şahaplar ve gökyüzünü ziynetlendiren yıldızlar ve misbahlar diyecekler: “Işığın nisbetinde bahis ve beyana girebilirsin.”
Eğer havârık-ı medeniyet, dekaik-ı san’at cihetinde haklarını isterlerse ve âyetlerden makam talep ederlerse, o vakit birtek sinek onlara “Susunuz,” diyecek. “Benim bir kanadım kadar hakkınız yoktur. Zira sizlerdeki, beşerin cüz-ü ihtiyarıyla kesb edilen bütün ince san’atlar ve bütün nazik cihazlar toplansa, benim küçücük vücudumdaki ince san’at ve nazenin cihazlar kadar acip olamaz.
Eğer o harikalar, daire-i ubûdiyete gidip o daireden haklarını isterlerse, o zaman o daireden şöyle bir cevap alırlar ki:
“Sizin münasebetiniz bizimle pek azdır ve dairemize kolay giremezsiniz. Çünkü programımız budur ki: Dünya bir misafirhanedir. İnsan ise onda az duracaktır; ve vazifesi çok bir misafirdir ve kısa bir ömürde hayat-ı ebediyeye lâzım olan levâzımâtı tedarik etmekle mükelleftir. En ehem ve en elzem işler takdim edilecektir. Halbuki siz, ekseriyet itibarıyla, şu fâni dünyayı bir makarr-ı ebedî nokta-i nazarında ve gaflet perdesi altında, dünyaperestlik hissiyle işlenmiş bir suret, sizde görülüyor. Öyle ise, hakperestlik ve âhireti düşünmeklik esasları üzerine müesses olan ubûdiyetten hisseniz pek azdır.
Dipnot-1
“Allah’ı bırakıp da taptıklarınızın hepsi bir araya gelse, bir sinek bile yaratamazlar.” Hac Sûresi, 22:73.
acip: hayret verici, şaşırtıcı arz: dünya âyât-ı Kur’âniye: Kur’ân âyetleri bahr-i muhit-i havâî: hava denizi beşer: insan beyan: açıklama (bk. b-y-n) cirm: büyüklük cüz-ü ihtiyar: insandaki çok az seçim gücü, irade (bk. c-z-e; ḫ-y-r) daire-i Rububiyet: Rablık dairesi (bk. r-b-b) daire-i ubûdiyet: kulluk dairesi (bk. a-b-d) dekaik-i san’at: san’at incelikleri (bk. ṣ-n-a) dünyaperestlik: dünyaya tutkunluk ehem: en önemli ekseriyet: çoğunluk (bk. k-s̱-r) elzem: en lüzumlu
esir: kâinatı kapladığına inanılan ince madde fâni: gelip geçici (bk. f-n-y) gaflet: umursamazlık; âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız kalma hali (bk. ğ-f-l) hakk-ı kelâm: söz hakkı (bk. ḥ-ḳ-ḳ; k-l-m) hakperestlik: yalnız Allah’a kulluk etmek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) havârık-ı medeniyet: medeniyet harikaları hayat-ı ebediye: sonsuz hayat (bk. ḥ-y-y; e-b-d) kamer: ay kesb etmek: kazanmak levâzımât: gerekli olan şeyler makarr-ı ebedî: sonsuza kadar kalınacak yer (bk. e-b-d)
mevki: yer misbah: lâmba müesses olmak: kurulmak mükellef: yükümlü nazenin: ince, duyarlı nazik: ince, zarif nisbet: oran (bk. n-s-b) nokta-i nazar: bakış açısı (bk. n-ẓ-r) şahap: meteor, göktaşı seyyârât: gezegenler suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r) tahtelbahir: denizaltı talep etmek: istemek (bk. ṭ-l-b) tayyare: uçak tedarik etmek: elde etmek ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d) yıldız-misal: yıldız gibi (bk. m-s̱-l) zemin: yer, dünya ziynet: süs (bk. z-y-n)
“Lâkin, eğer kıymettar bir ibadet olan, sırf menfaat-i ibâdullah için ve menâfi-i umumiye ve istirahat-i âmmeye ve hayat-ı içtimaiyenin kemâline hizmet eden ve elbette ekalliyet teşkil eden muhterem san’atkârlar ve mülhem keşşaflar, arkanızda ve içinizde varsa, o hassas zatlara şu remiz ve işârât-ı Kur’âniye, sa’ye teşvik ve san’atlarını takdir etmek için, elhak kâfi ve vâfidir.”
İkinci suale cevap:
Eğer desen: “Şimdi, şu tahkikattan sonra şüphem kalmadı ve tasdik ettim ki, Kur’ân’da, sair hakaikle beraber, medeniyet-i hazıranın harikalarına ve belki daha ilerisine işaret ve remiz vardır. Dünyevî ve uhrevî saadet-i beşere lâzım olan herşey, değeri nisbetinde içinde bulunur. Fakat niçin Kur’ân onları sarahatle zikretmiyor-tâ muannit kâfirler dahi tasdike mecbur olsunlar, kalbimiz de rahat olsun?”
Elcevap: Din bir imtihandır. Teklif-i İlâhî bir tecrübedir. Tâ, ervâh-ı âliye ile ervâh-ı sâfile, müsabaka meydanında birbirinden ayrılsın. Nasıl ki bir madene ateş veriliyor, tâ elmasla kömür, altınla toprak birbirinden ayrılsın. Öyle de, bu dâr-ı imtihanda olan teklifât-ı İlâhiye bir iptilâdır ve bir müsabakaya sevktir ki, istidad-ı beşer madeninde olan cevâhir-i âliye ile mevadd-ı süfliye birbirinden tefrik edilsin.
Madem Kur’ân, bu dâr-ı imtihanda, bir tecrübe suretinde, bir müsabaka meydanında, beşerin tekemmülü için nâzil olmuştur. Elbette şu dünyevî ve herkese görünecek umur-u gaybiye-i istikbaliyeye yalnız işaret edecek ve hüccetini ispat edecek derecede akla kapı açacak. Eğer sarahaten zikretse, sırr-ı teklif bozulur. Adeta gökyüzündeki yıldızlarla vâzıhan Lâ ilâhe illâllah yazmak misillü bir bedâhete girecek. O zaman herkes ister istemez tasdik edecek. Müsabaka olmaz, imtihan fevt olur. Kömür gibi bir ruhla elmas gibi bir ruh HAŞİYE-1 beraber kalacaklar.
Haşiye-1
Ebû Cehil-i Lâin ile Ebû Bekir-i Sıddık, müsavi görünecek. Sırr-ı teklif zâyi olacak…
bedâhet: açıklık beşer: insan cevâhir-i âliye: yüksek ve kıymetli cevherler dâr-ı imtihan: imtihan yeri dünyevî: dünyaya ait Ebû Bekir-i Sıddık: çok doğru ve sadık Ebû Bekir (bk. bilgiler) Ebû Cehil-i Lâin: lanetlenmiş Ebû Cehil (bk. bilgiler) ekalliyet: azınlık elhak: gerçekten (bk. ḥ-ḳ-ḳ) ervâh-ı âliye: yüce ruhlar (bk. r-v-ḥ) ervâh-ı sâfile: alçak ruhlar (bk. r-v-ḥ) fevt: kaybolma hakaik: gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ) haşiye: dipnot, açıklayıcı not hayat-ı içtimaiye: toplum hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a) hüccet: delil iptilâ: insanın kemâl derecesini ortaya çıkaran imtihan, tecrübe işârât-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın işaretleri istidad-ı beşer: insandaki potansiyel kabiliyet (bk. a-d-d)
istirahat-i âmme: toplumun rahatı kemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l) keşşaf: kâşifler (bk. k-ş-f) kıymettar: değerli Lâ ilâhe illâllah: Allah’tan başka ilâh yoktur (bk. e-l-h) medeniyet-i hazıra: günümüz medeniyeti menâfi-i umumiye: genel yararlar menfaat-i ibâdullah: Allah’ın kullarının yararı (bk. a-b-d) mevadd-ı süfliye: alçak ve basit maddeler misillü: gibi (bk. m-s̱-l) muannit: inatçı, dikkafalı muhterem: hürmete layık, saygıdeğer (bk. ḥ-r-m) mülhem: ilham olunmuş müsabaka: yarış müsavi: eşit nâzil olmak: inmek (bk. n-z-l) nisbet: oran (bk. n-s-b) remiz: işaret sa’y: çalışma saadet-i beşer: insanın mutluluğu sair: diğer
sarahat: açıklık sarahaten: açıkça sırr-ı teklif: vazifelendirilme, imtihan sırrı suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r) tahkikat: araştırmalar (bk. ḥ-ḳ-ḳ) tasdik etmek: doğrulamak, onaylamak (bk. ṣ-d-ḳ) tefrik edilmek: ayrılmak (bk. f-r-ḳ) tekemmül: mükemmelleşme, olgunlaşma (bk. k-m-l) teklif-i İlâhî: Allah’ın kullarına yüklediği vazife, sorumluluk (bk. e-l-h) teşkil: oluşturma uhrevî: âhirete ait (bk. e-ḫ-r) umur-u gaybiye-i istikbaliye: gelecekte meydana gelecek bilinmeyen işler (bk. ğ-y-b) vâfi: yeterli vâzıhan: açıkça zâyi olmak: kaybolmak zikretmek: bildirmek
Elhasıl: Kur’ân-ı Hakîm, hakîmdir; herşeye kıymeti nisbetinde bir makam verir. İşte Kur’ân, bin üç yüz sene evvel, istikbalin zulümatında müstetir ve gaybî olan semerat ve terakkiyât-ı insaniyeyi görüyor; ve gördüğümüzden ve göreceğimizden daha güzel bir surette gösterir. Demek Kur’ân öyle bir Zâtın kelâmıdır ki, bütün zamanları ve içindeki bütün eşyayı bir anda görüyor.
İşte, mu’cizât-ı enbiya yüzünde parlayan bir lem’a-i i’câz-ı Kur’ân…
Allahım! Bize Kur’ân’ın esrarını öğret ve her an ve zamanda ona hizmet etmekte bizi muvaffak et.
Dipnot-2
“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.” Bakara Sûresi, 2:32.
Dipnot-3
“Ey Rabbimiz! Unutur veya hataya düşer de bir kusur işlersek, bizi onunla hesaba çekme.” Bakara Sûresi, 2:286.
Dipnot-4
Allahım! Seyyidimiz, mevlâmız, kulun, nebîn ve resulün olan ümmî peygamber Muhammed’e, âline, ashâbına, zevcelerine, mübarek nesline, sair enbiya ve mürselîne, mukarreb meleklere, evliya ve salih kullarına salâvâtın en üstünü, selâmetin en temizi, bereketlerin en bereketlisiyle, Kur’ân’ın sûreleri, âyetleri, harfleri, kelimeleri, mânâları, işaretleri, remizleri ve delâletleri adedince salât ve selâm et, bereket ihsan et, ikramda bulun. Ey İlâhımız, ey Yaratıcımız, bütün bu salâvatlardan herbiri için bizi bağışla, bize merhamet et, bize iltifat et. Rahmetinle, ey merhamet edenlerin en merhametlisi. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun. Âmin.
elhasıl: özetle, sonuç olarak eşya: şeyler, varlıklar gaybî: görünmeyen (bk. ğ-y-b) hakîm: hikmet sahibi (bk. ḥ-k-m) istikbal: gelecek kelâm: söz (bk. k-l-m) Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Derslerin içerikleri ve bilimler ile ilgili gerçekliği ve hakikatı gösteren farklı bir tefsir, farklı bir yorum. Bu yorumdan elektrik ile ilgili bir örnek grafikleislamiyet.com isimli site tarafından afiş haline getirilmiş dersdunyasi.net tarafından Poster 6 olarak hazırlanıp yayınlanmıştır. Bu bölüm Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan Şuâlar isimli eserinden On Birinci Şuâ Meyve Risâlesi Altıncı Mes’ele’de yer almaktadır.
Altıncı Mesele
…
Kastamonu’da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler. “Bize Hâlıkımızı tanıttır; muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar” dediler.
Ben dedim:
Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah’tan bahsedip Hâlıkı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.
…
Hem nasılki bir harika şehirde milyonlar elektrik lâmbaları hareket ederek her yeri gezerler. Yanmak maddeleri tükenmiyor bir tarzdaki elektrik lâmbaları ve fabrikası, şeksiz, bedahetle elektriği idare eden ve seyyar lâmbaları yapan ve fabrikayı kuran ve iştial maddelerini getiren bir mu’cizekâr ustayı ve fevkalâde kudretli bir elektrikçiyi hayretler ve tebriklerle tanıttırır, yaşasınlar ile sevdirir.
Aynen öyle de, bu âlem şehrinde, dünya sarayının damındaki yıldız lâmbaları, bir kısmı—kozmoğrafyanın dediğine bakılsa—küre-i arzdan bin defa büyük ve top güllesinden yetmiş defa sür’atli hareket ettikleri halde, intizamını bozmuyor, birbirine çarpmıyor, sönmüyor, yanmak maddeleri tükenmiyor. Okuduğunuz kozmoğrafyanın dediğine göre, küre-i arzdan bir milyon defadan ziyade büyük ve bir milyon seneden ziyade yaşayan ve bir misafirhane-i Rahmâniyede bir lâmba ve soba olan güneşimizin yanmasının devamı için, her gün küre-i arzın denizleri kadar gazyağı ve dağları kadar kömür veya bin arz kadar odun yığınları lâzımdır ki sönmesin. Ve onu ve onun gibi ulvî yıldızları gazyağsız, odunsuz, kömürsüz yandıran ve söndürmeyen ve beraber ve çabuk gezdiren ve birbirine çarptırmayan bir nihayetsiz kudreti ve saltanatı, ışık parmaklarıyla gösteren bu kâinat şehr-i muhteşemindeki dünya sarayının elektrik lâmbaları ve idareleri ne derece o misâlden daha büyük, daha mükemmeldir; o derecede, sizin okuduğunuz veya okuyacağınız, fenn-i elektrik mikyasıyla, bu meşher-i âzam-ı kâinatın Sultanını, Münevvirini, Müdebbirini, Sâniini, o nuranî yıldızları şahit göstererek tanıttırır, tesbihatla, takdisatla sevdirir, perestiş ettirir.
…
acip: şaşırtıcı, hayret verici arz: dünya bârekallah: Allah ne mübarek yaratmış, ne kadar hayırlı ve mübarek kılmış bedahet: ap açıklık fenn-i elektrik: elektrik bilimi fevkalâde: olağanüstü gayet: son derece hüner: beceri, ustalık iktidar: güç, kudret intizam: disiplin, düzen iştial: yanma, tutuşma kâinat: evren, yaratılan herşey kâtip: yazan, yazıcı kemâlât: faziletler, iyilikler, mükemmel özellikler kitab-ı kebir: büyük kitap, kâinat kozmoğrafya: astronomi, gök bilimi kudret: güç ve iktidar küre-i arz: yer küre, dünya
mânidar: anlamlı maşaallah: Allah dilemiş ve ne güzel yaratmış mecmua: kitap, dergi meşher-i âzam-ı kâinat: büyük kâinat sergisi mikyas: ölçü misafirhane-i Rahmâniye: Allah’ın sonsuz rahmetiyle kulları için bir konak gibi hazırladığı dünya misal: örnek, benzetme mu’cizekâr: mu’cize gösteren Müdebbir: idare eden, ilmiyle herşeyin sonunu görüp ona göre hikmetle iş yapan Allah müellif: telif eden, yazan Münevvir: herşeyi maddî ve mânevî nurlandıran, sonsuz nur sahibi Allah musannif: sınıflandıran, düzenleyen
nihayetsiz: sınırsız, sonsuz nuranî: nurlu, parlak perestiş ettirmek: sevdirmek Sâni: herşeyi mükemmel bir san’atla yaratan Allah şehr-i muhteşem: muhteşem şehir şeksiz: kuşkusuz, şüphesiz seyyar: gezen, dolaşan Sultan: hükümdâr, yönetici; Allah sûre-i Kur’âniye: Kur’ân’ın sûresi takdisat: kutsamalar, Allah’ı her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce tutmalar tesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma teyid etmek: desteklemek ulvî: yüce, yüksek zemin: yer ziyade: çok, fazla