Şu saray-ı acibin ustasına, yani şu garip âlemin sahibine herşey musahhardır. Herşey onun hesabına çalışır. Herşey ona bir emirber nefer hükmündedir. Herşey Onun kuvvetiyle döner. Herşey Onun emriyle hareket eder. – Cumartesi Dersleri 22. 7.

Şu saray-ı acibin ustasına, yani şu garip âlemin sahibine herşey musahhardır. Herşey onun hesabına çalışır. Herşey ona bir emirber nefer hükmündedir. Herşey Onun kuvvetiyle döner. Herşey Onun emriyle hareket eder. - Cumartesi Dersleri 22. 7.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Şu saray-ı acibin ustasına, yani şu garip âlemin sahibine herşey musahhardır. Herşey onun hesabına çalışır. Herşey ona bir emirber nefer hükmündedir. Herşey Onun kuvvetiyle döner. Herşey Onun emriyle hareket eder.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz Birinci Makam Yedinci Burhan.

Şu saray-ı acibin ustasına, yani şu garip âlemin sahibine herşey musahhardır. Herşey onun hesabına çalışır. Herşey ona bir emirber nefer hükmündedir. Herşey Onun kuvvetiyle döner. Herşey Onun emriyle hareket eder. - Cumartesi Dersleri 22. 7.
Şu saray-ı acibin ustasına, yani şu garip âlemin sahibine herşey musahhardır. Herşey onun hesabına çalışır. Herşey ona bir emirber nefer hükmündedir. Herşey Onun kuvvetiyle döner. Herşey Onun emriyle hareket eder. – Cumartesi Dersleri 22. 7.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi İkinci Söz

Birinci Makam

YEDİNCİ BURHAN

Ey arkadaş, gel. Şimdi bu cüz’iyâtı bırakıp, saray şeklindeki bu acip âlemin eczalarının birbirine karşı olan vaziyetlerine dikkat edeceğiz.

İşte, bak: Bu âlemde o derece intizamla küllî işler yapılıyor ve umumî inkılaplar oluyor ki, adeta bütün bu saraydaki mevcut taşlar, topraklar, ağaçlar, herbir şey, birer fâil-i muhtar gibi bütün bu âlemin nizâmât-ı külliyesini gözetip ona göre tevfik-i hareket ediyor. Birbirinden en uzak şeyler birbirinin imdadına koşuyor.

İşte, bak: Gaipten acip bir kafile HAŞİYE-1 çıkıp geliyor. Merkepleri ağaçlara, nebatlara, dağlara benzerler. Başlarında birer tabla-i erzak taşıyorlar. İşte, bak, bu tarafta bekleyen muhtelif hayvanatın erzaklarını getiriyorlar.


Haşiye-1

Umum hayvanatın erzakını taşıyan nebatat ve eşcar kafileleridir.


abes: geresiz, lüzumsuz
acip: şaşırtıcı, hayret verici
âlem: dünya (bk. a-l-m)
cüz’iyât: küçük, ferdî şeyler (bk. c-z-e)
ecza: parçalar, bölümler (bk. c-z-e)
erzak: rızıklar; yiyecek ve içecekler (bk. r-z-ḳ)
eşcar: ağaçlar
fail-i muhtar: dilediğini yapmakta serbest olan fâil (bk. f-a-l; ḫ-y-r)
fert: birey (bk. f-r-d)
gaip: görünmeyen âlem (bk. ğ-y-b)
has/mahsus: özel
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hayvanat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
ihsanperverâne: bağışta bulunmayı pek sever şekilde (bk. ḥ-s-n)
imdad: yardım
inkılap: değişim, dönüşüm
intizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
kafile: topluluk
küllî: büyük, geniş (bk. k-l-l)
lütûf: yardım, iyilik, bağış (bk. l-ṭ-f)
mahiyet: nitelik, özellik
merkep: binek
mevcut: var olan (bk. v-c-d)
mu’ciznümâ: mu’cize gösteren (bk. a-c-z)
muhal: imkânsız
muhtelif: çeşitli
mükrimâne: ikramlarda bulunarak (bk. k-r-m)
muktedir: güç ve iktidar sahibi (bk. ḳ-d-r)
muntazaman: düzenli olarak (bk. n-ẓ-m)
musahhar: boyun eğmiş
müteaddit: çeşitli
nebat: bitki
nebatat: bitkiler
nihayet: son
nizâmât-ı külliye: kapsamlı ve her yerde geçerli olan düzenler (bk. n-ẓ-m; k-l-l)
sahavetperverâne: cömertlikte bulunmaktan pek hoşlanır şekilde
suret: şekil, görünüş (bk. ṣ-v-r)
tabla-i erzak: yiyecek tablası (bk. r-z-ḳ)
tabla-i nimet: nimet tablası (bk. n-a-m)
taife: topluluk
tesadüfî: rastgele, tesadüfen
tevfik-i hareket: uygun hareket
umumî: genel, herkese ait
ziyade: fazla

Hem de bak, bu kubbede o azîm elektrik lâmbası, HAŞİYE-1 onlara ışık verdiği gibi, bütün taamlarını öyle güzel pişiriyor! Yalnız, pişirilecek taamlar, bir dest-i gaybî tarafından birer ipe takılıp HAŞİYE-2 ona karşı tutuluyor.

Bu tarafa da bak: Bu biçare, zayıf, nahif, kuvvetsiz hayvancıklar—nasıl onların başı önünde, lâtif gıda ile dolu iki tulumbacık HAŞİYE-3 takılmış. İki çeşme gibi, yalnız o kuvvetsiz mahlûk, onu ağzına yapıştırması kâfidir.

Elhasıl: Bütün bu âlemin bütün eşyası, birbirine bakar gibi, birbirine yardım eder. Birbirini görür gibi, birbirine el ele verir. Birbirinin işini tekmil için, birbirine omuz omuza veriyor, bel bele verip beraber çalışıyorlar. Herşeyi buna kıyas et; tâdât ile bitmez.

İşte, bütün bu haller, iki kere iki dört eder derecesinde kat’î gösterir ki, şu saray-ı acibin ustasına, yani şu garip âlemin sahibine herşey musahhardır. Herşey onun hesabına çalışır. Herşey ona bir emirber nefer hükmündedir. Herşey Onun kuvvetiyle döner. Herşey Onun emriyle hareket eder. Herşey onun hikmetiyle tanzim olunur. Herşey onun keremiyle muavenet eder. Herşey onun merhametiyle başkasının imdadına koşar, yani koşturulur. Ey arkadaş, haddin varsa buna karşı bir söz söyle!


Haşiye-1

O azîm elektrik lâmbası, güneşe işarettir.

Haşiye-2

İp ve ipe takılan taam ise, ağacın ince dalları ve leziz meyveleridir.

Haşiye-3

İki tulumbacık ise, validelerin memelerine işarettir.


âkıl: akıllı
azîm: büyük (bk. a-ẓ-m)
biçare: çaresiz
dest-i gaybî: görünmeyen el (bk. ğ-y-b)
elhasıl: özetle, sonuç olarak
emirber: emre hazır
emr-i İlâhî: Allah’ın emri (bk. e-l-h)
eşya: şeyler, varlıklar
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
ihata etme: kuşatma
izn-i Rabbani: Rab olan Allah’ın izni (bk. r-b-b)
kat’î: kesin
kerem: ikram, iyilik (bk. k-r-m)
kubbe: yarım küre; gökyüzü
lâtif: şirin, hoş (bk. l-ṭ-f)
levazımat: gerekli şeyler
leziz: lezzetli
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
masnuât-ı İlâhiye: İlâhî san’at eserleri (bk. ṣ-n-a; e-l-h)
medet: yardım
menşe: kök
muavenet: yardımlaşma
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
musahhar: boyun eğmiş
müvellid: meydana getiren, doğurtan
nahif: çelimsiz, zayıf
nakş: işleme (bk. n-ḳ-ş)
nefer: asker
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
nescetme: dokuma, örme
saray-ı acib: hayranlık uyandıran saray
saray-ı muhteşem: ihtişamlı, görkemli saray
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
taam: yiyecek
tâdât: sayma
tanzim olmak: düzenlenmek (bk. n-ẓ-m)
tekmil: tamamlama (bk. k-m-l)
tekzip: yalanlama
valide: ana
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
ziya: ışık

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, Birinci Makam, YEDİNCİ BURHAN, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.380

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/380


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

“Biz dağları onun emrine verdik ki, akşam sabah onunla beraber tesbih ederlerdi.” Sâd Sûresi, 38:18 “Bize kuşların dili öğretildi.” Neml Sûresi, 27:16 – Cumartesi Dersleri 20. 8.

"Biz dağları onun emrine verdik ki, akşam sabah onunla beraber tesbih ederlerdi." Sâd Sûresi, 38:18 "Bize kuşların dili öğretildi." Neml Sûresi, 27:16 - Cumartesi Dersleri 20. 8.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Biz dağları onun emrine verdik ki, akşam sabah onunla beraber tesbih ederlerdi.” (Sâd Sûresi, 38:18) “Bize kuşların dili öğretildi.” (Neml Sûresi, 27:16) ayetlerinin tefsiri ve açıklaması işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden Yirminci Söz İkinci Makamın devamı.

Hazret-i Dâvud aleyhisselâmın mu’cizelerine dair “Biz dağları onun emrine verdik ki, akşam sabah onunla beraber tesbih ederlerdi.” (Sâd Sûresi, 38:18) “Ey dağlar ve kuşlar, Dâvud’la beraber tesbih edin’ dedik. Demiri de onun için yumuşattık.” (Sebe’ Sûresi, 34:10) “Bize kuşların dili öğretildi.” (Neml Sûresi, 27:16) âyetler delâlet ediyor ki, Cenâb-ı Hak, Hazret-i Dâvud aleyhisselâmın tesbihatına öyle bir kuvvet ve yüksek bir ses ve hoş bir eda vermiştir ki, dağları vecde getirip, birer muazzam fonoğraf misillü ve birer insan gibi, bir serzâkirin ertafında ufkî halka tutup bir daire olarak tesbihat ediyorlardı.

"Biz dağları onun emrine verdik ki, akşam sabah onunla beraber tesbih ederlerdi." Sâd Sûresi, 38:18 "Bize kuşların dili öğretildi." Neml Sûresi, 27:16 - Cumartesi Dersleri 20. 8.
“Biz dağları onun emrine verdik ki, akşam sabah onunla beraber tesbih ederlerdi.” Sâd Sûresi, 38:18 “Bize kuşların dili öğretildi.” Neml Sûresi, 27:16 – Cumartesi Dersleri 20. 8.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirminci Sözün İkinci Makamı

Mu’cizât-ı enbiya yüzünde parlayan bir lem’a-i i’câz-ı Kur’ân

Hem meselâ, Hazret-i Dâvud aleyhisselâmın mu’cizelerine dair

اِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِىِّ وَاْلاِشْرَاقِ 1  

   يَا جِبَالُ اَوِّبىِ مَعَهُ وَالطَّيْرَ وَاَلَنَّا لَهُ الْحَدِيدَ 

 عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ     3

âyetler delâlet ediyor ki, Cenâb-ı Hak, Hazret-i Dâvud aleyhisselâmın tesbihatına öyle bir kuvvet ve yüksek bir ses ve hoş bir eda vermiştir ki, dağları vecde getirip, birer muazzam fonoğraf misillü ve birer insan gibi, bir serzâkirin ertafında ufkî halka tutup bir daire olarak tesbihat ediyorlardı. Acaba bu mümkün müdür, hakikat midir?

Evet, hakikattir. Mağaralı her dağ, her insanla ve insanın diliyle, papağan gibi konuşabilir. Çünkü, aksisada vasıtasıyla, dağın önünde sen “Elhamdülillâh” de; dağ da aynen senin gibi “Elhamdülillâh” diyecek. Madem bu kabiliyeti Cenâb-ı Hak dağlara ihsan etmiştir. Elbette, o kabiliyet inkişaf ettirilebilir ve o çekirdek sünbüllenir.

İşte, Hazret-i Dâvud aleyhisselâma, risaletiyle beraber hilâfet-i rû-yi zemini müstesna bir surette ona verdiğinden, o geniş risalet ve muazzam saltanata lâyık bir mu’cize olarak o kabiliyet çekirdeğini öyle inkişaf ettirmiş ki, çok büyük dağlar birer nefer, birer şakirt, birer mürid gibi Hazret-i Dâvud’a iktida edip onun lisanıyla, onun emriyle Hâlık-ı Zülcelâle tesbihat ediyorlardı. Hazret-i Dâvud aleyhisselâm ne söylese onlar da tekrar ediyorlardı. Nasıl ki, şimdi vesâit-i muhabere ve vesâil-i irtibatın kesret ve tekemmülü sebebiyle, haşmetli bir


Dipnot-1

“Biz dağları onun emrine verdik ki, akşam sabah onunla beraber tesbih ederlerdi.” Sâd Sûresi, 38:18.

Dipnot-2

“Ey dağlar ve kuşlar, Dâvud’la beraber tesbih edin’ dedik. Demiri de onun için yumuşattık.” Sebe’ Sûresi, 34:10.

Dipnot-3

“Bize kuşların dili öğretildi.” Neml Sûresi, 27:16.


aksisada: yankı
Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
delâlet: işaret etme, delil olma
eda: üslup, ifade
Elhamdülillah: hamd ve şükür yalnızca Allah’a mahsustur (bk. ḥ-m-d)
fonoğraf: Gramofonun ilk şekli, ses cihazı
fünun-u hafiye: gizli ilimler
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
haşmet: heybet, görkem
Hazret-i Dâvud: (bk. bilgiler)
hilâfet-i rû-yi zemin: yeryüzünde Allah’ın izni dairesinde ve Onun adına icraatta bulunma şeklinde insana verilen görev (bk. ḫ-l-f)
ihsan etmek: bağışlamak (bk. ḥ-s-n)
ihsas etmek: hissettirmek
iktida: uyma
inkişaf ettirmek: geliştirmek (bk. k-ş-f)
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
misillü: gibi (bk. m-s̱-l)
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
muazzam: büyük (bk. a-ẓ-m)
mürid: bir mürşidin talebesi (bk. r-v-d)
müstesna: seçkin
nefer: asker
nevi: çeşit, tür
risalet: peygamberlik (bk. r-s-l)
ruhaniyet: ruh özelliği (bk. r-v-ḥ)
şakirt: talebe
saltanat: egemenlik (bk. s-l-ṭ)
serzâkir: zikredenlerin başı
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
takarrüp etmek: yaklaşmak
tekemmül: mükemmelleşme (bk. k-m-l)
tesbihat: Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler (bk. s-b-ḥ)
ufkî: daire şeklinde
vecd: coşku
vesâil-i irtibat: iletişim araçları
vesâit-i muhabere: haberleşme araçları

kumandan, dağlara dağılan azîm ordusuna bir anda “Allahu ekber” dedirir ve o koca dağları konuşturur, velveleye getirir. Madem insanın bir kumandanı, dağları sekenelerinin lisanıyla mecazî olarak konuşturur. Elbette Cenâb-ı Hakkın haşmetli bir kumandanı, hakikî olarak konuşturur, tesbihat yaptırır.

Bununla beraber, her cebelin bir şahs-ı mânevîsi bulunduğunu ve ona münasip birer tesbih ve birer ibadeti olduğunu, eski Sözlerde beyan etmişiz. Demek her dağ, insanların lisanıyla aksisada sırrıyla tesbihat yaptıkları gibi, kendi elsine-i mahsusalarıyla dahi Hâlık-ı Zülcelâle tesbihatları vardır.

عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ     1

وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةً     

cümleleriyle, Hazret-i Dâvud ve Süleyman Aleyhimesselâma, kuşlar envâının lisanlarını, hem istidatlarının dillerini, yani hangi işe yaradıklarını onlara Cenâb-ı Hakkın ihsan ettiğini şu cümleler gösteriyorlar.

Evet, madem hakikattir. Madem rû-yi zemin bir sofra-ı Rahmândır; insanın şerefine kurulmuştur. Öyle ise, o sofradan istifade eden sair hayvanat ve tuyurun çoğu insana musahhar ve hizmetkâr olabilir. Nasıl ki en küçüklerinden balarısı ve ipekböceğini istihdam edip ilham-ı İlâhî ile azîm bir istifade yolunu açarak ve güvercinleri bazı işlerde istihdam ederek ve papağan misillü kuşları konuşturarak medeniyet-i beşeriyenin mehâsinine güzel şeyleri ilâve etmiştir. Öyle de, başka kuş ve hayvanların istidat dili bilinirse, çok taifeleri var ki, kardeşleri, hayvânât-ı ehliye gibi, birer mühim işte istihdam edilebilirler. Meselâ, çekirge âfetinin istilâsına karşı, çekirgeyi yemeden mahveden sığırcık kuşlarının dili bilinse ve harekâtı tanzim edilse, ne kadar faideli bir hizmette ücretsiz olarak istihdam edilebilir. İşte, kuşlardan şu nevi istifade ve teshiri ve telefon ve fonoğraf gibi câmidâtı konuşturmak ve tuyurdan istifade etmek, en müntehâ hududunu şu âyet çiziyor, en uzak hedefini tayin ediyor. En haşmetli suretine parmakla işaret ediyor ve bir nevi teşvik eder.


Dipnot-1

“Bize kuşların dilleri öğretildi.” Neml Sûresi, 27:16.

Dipnot-2

“Kuşlar da onun etrafında toplanırdı.” Sâd Sûresi, 38:19.


aksisada: yankı
Aleyhimesselâm: Allah’ın selâmı onların üzerine olsun (bk. s-l-m)
Allahu ekber: Allah en büyüktür (bk. k-b-r)
azîm: büyük (bk. a-ẓ-m)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
câmidât: cansız varlıklar
cebel: dağ
elsine-i mahsusa: özel lisanlar
envâ: çeşitler, türler
fonoğraf: Gromofonun ilk şekli, ses cihazı
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve her şeyin yaratıcısı olan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
harekât: hareketler
haşmet: heybet, görkem
hayvanat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hayvânât-ı ehliye: evcil hayvanlar
Hazret-i Dâvud: (bk. bilgiler)
Hazret-i Süleyman: (bk. bilgiler)
hizmetkâr: hizmetçi
ihsan etmek: bağışlamak (bk. ḥ-s-n)
ilham-ı İlâhî: Allah tarafından varlıklara verilmiş duygu (bk. e-l-h)
istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
istihdam etmek: çalıştırmak
lisan: dilmecazî: gerçek anlamı dışında, başka bir mânâda (bk. c-v-z)
medeniyet-i beşeriye: insanlık medeniyeti
mehâsin: güzellikler (bk. ḥ-s-n)
misillü: gibi (bk. m-s̱-l)
münasip: uygun (bk. n-s-b)
müntehâ: son
musahhar: boyun eğmiş
nevi: tür, çeşit
rû-yi zemin: yeryüzü
şahs-ı mânevî: mânevî kişilik (bk. a-n-y)
sair: diğer
sekene: sâkinler, yerleşmiş olanlar (bk. s-k-n)
sofra-ı Rahmân: Allah’ın sınırsız rahmetiyle kulları önüne serdiği sofra (bk. r-ḥ-m)
taife: topluluk
tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)
tesbih: Allah’ı, yüce şanına lâyık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
tesbihat: Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler (bk. s-b-ḥ)
teshir: boyun eğdirme
tuyur: kuşlar
velvele: gürültü

İşte, Cenâb-ı Hak, şu âyetlerin lisan-ı remziyle mânen diyor ki: “Ey insanlar! Bana tam abd olan bir hemcinsinize, onun nübüvvetinin ismetine ve saltanatının tam adaletine medar olmak için, mülkümdeki muazzam mahlûkatı ona musahhar edip konuşturuyorum ve cünûdumdan ve hayvânâtımdan çoğunu ona hizmetkâr veriyorum. Öyle ise, herbirinize de madem gök ve yer ve dağlar hamlinden çekindiği bir emanet-i kübrâyı1 tevdi etmişim, halife-i zemin olmak istidadını vermişim. Şu mahlûkatın da dizginleri kimin elindeyse, Ona râm olmanız lâzımdır—tâ Onun mülkündeki mahlûklar da size râm olabilsin ve onların dizginleri elinde olan Zâtın namına elde edebilseniz ve istidatlarınıza lâyık makama çıksanız.

“Madem hakikat böyledir. Mânâsız bir eğlence hükmünde olan fonoğraf işlettirmek, güvercinlerle oynamak, mektup postacılığı yapmak, papağanları konuşturmaya bedel, en hoş, en yüksek, en ulvî bir eğlence-i mâsumâneye çalış ki, dağlar sana Dâvudvâri birer muazzam fonoğraf olabilsin; ve hava-i nesimînin dokunmasıyla eşcar ve nebatattan birer tel-i musikî gibi nağamât-ı zikriye kulağına gelsin; ve dağ, binler dilleriyle tesbihat yapan bir acâibü’l-mahlûkat mahiyetini göstersin; ve ekser kuşlar, hüdhüd-ü Süleymânî gibi birer mûnis arkadaş veya mutî birer hizmetkâr suretini giysin. Hem seni eğlendirsin, hem müstaid olduğun kemâlâta da seni şevk ile sevk etsin. Öteki lehviyat gibi, insaniyetin iktiza ettiği makamdan seni düşürtmesin.”


abd: kul (bk. a-b-d)
acâibü’l-mahlûkat: yaratılmışların şaşırtıcı, hayret verici halleri (bk. ḫ-l-ḳ)
Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
belki: aslında, gerçekte
Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
cünûd: askerler
Dâvudvâri: Hz. Dâvud gibi
eğlence-i mâsumâne: mâsumca, günahsız eğlence
ekser: pek çok (bk. k-s̱-r)
emanet-i kübrâ: en büyük emanet, halifelik (bk. e-m-n; k-b-r)
emir tahtında: emir altında
esbâb-ı tabiiye: doğal sebepler (bk. s-b-b; ṭ-b-a)
eşcar: ağaçlar
fonoğraf: Gromofonun ilk şekli, ses cihazı
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
halife-i zemin: yeryüzü halifesi (bk. ḫ-l-f)
haml: yüklenme
hava-i nesimî: hoş ve hafif rüzgar havası
hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
Hazret-i İbrahim: (bk. bilgiler)
hizmetkâr: hizmetçi
hüdhüd-ü Süleymânî: Hz. Süleyman’ın haberleşme vasıtası olarak kullandığı kuş
iktiza etmek: gerektirmek
işaret-i lâtife: güzel, hoş işaret
ismet: günahsızlık, masumluk
istidat: kabiliyet (bk. a-d-d)
kemâlât: mükemmellikler (bk. k-m-l)
lehviyat: eğlenceler, oyunlar
lisan-ı remz: işaret dili
mahiyet: özellik, nitelik
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)
medar: sebep, vesile
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
muazzam: çok büyük (bk. a-ẓ-m)
mülk: hükmedilen yer, sahip olunan şey (bk. m-l-k)
mûnis: dost, canayakın
musahhar etmek: boyun eğdirmek
müstaid: istidatlı, kabiliyetli (bk. a-d-d)
mutî: itaat eden
nağamât-ı zikriye: zikir nağmeleri
nebatat: bitkiler
nübüvvet: peygamberlik (bk. n-b-e)
râm olmak: boyun eğmek
sair: diğer
saltanat: sultanlık, egemenlik (bk. s-l-ṭ)
şevk: şiddetli arzu ve istek
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
tabiat: doğallık, yaratılış (bk. ṭ-b-a)
tel-i musikî: musiki teli
tesbihat: Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler (bk. s-b-ḥ)tevdi etmek: emanet etmekulvî: yüce

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirminci Söz, İkinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.350

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirminci-soz/ikinci-makam/350


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı

13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret

12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas

12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas

12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas

11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2

10.16. Onuncu Söz Hatime

10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat

10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat

10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat

10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat

10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat

10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat

10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat

10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat

10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat

10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat

10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat

10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat

10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .

10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret

10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler

9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte

9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler

8. Sekizinci Söz

7. Yedinci Söz

6. Altıncı Söz

5. Beşinci Söz

4. Dördüncü Söz

3. Üçüncü Söz

2. İkinci Söz

1. Birinci Söz